Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/421 E. 2023/183 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/421
KARAR NO: 2023/183
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 27.11.2018
NUMARASI: 2016/1209 E. – 2018/1070 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı, davacı ve davalı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında 11.11.2008 ve 18.09.2014 tarihlerinde imzalanan acentelik sözleşmelerinin, davalı tarafından Beyoğlu … Noterliğinin 11.08.2016 tarihli ihtarıyla gerekçe gösterilmeksizin ve TTK’nın 121/4 maddesi ile sözleşmelerin ilgili maddelerinde düzenlenen 3 aylık ihbar süresine uyulmadan haksız şekilde feshedildiğini, müvekkilinin, sözleşmelerin haksız ve usule aykırı biçimde feshedildiği tarihe kadar özveriyle çalışarak davalı şirkete birçok müşteri kazandırdığını ve davalının yüksek oranda kar elde etmesini sağladığını, kazandırılan müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmesi halinde elde edilecek ücretin kaybedildiğini, haksız fesih halinde kaybedilen komisyon ve ücretlerin yanı sıra denkleştirme tazminatı da talep edilebileceğini ileri sürerek, şimdilik haksız fesihle muaccel hale gelen komisyon alacakları ve diğer tüm talep ve alacakların şimdilik 25.000,00 TL’si ile portföy tazminatının şimdilik 25.000,00 TL’sinin 07.10.2016 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davacının tüm uyarılara rağmen tahsilat devam oranını düzeltmediğini, davacının, acente performans takip prosedürü ile takip edilmesine ve defalarca uyarılmasına rağmen tahsilat oranlarını düzeltmediğini, düşük tahsilat seyrinin sözleşmesinin feshine kadar devam ettiğini, bu nedenle müvekkilince keşide edilen Beyoğlu … Noterliğinin 11.08.2016 tarihli ihtarnamesi acentelik sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, fesih öncesi davacının e-mail ve sözlü yolla bilgilendirildiğini, davacının riskli işlem oranının yüksek olaması nedeniyle Ocak 2015-Eylül 2015 döneminde iki kez bilgilendirme yazısı gönderilerek acentelik faaliyetinden dolayı riskli işlem APE oranının şirket beklentisi ve kabulünün çok üzerinde olduğu ve bu hususta iyileştirmeye dönük çalışmalar yapması gerektiğin bildirildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Davacı taraf ile davalı firma arasında 11/11/2008 ve 18/09/2014 tarihlerinde imzalanan acentelik sözleşmelerinin davalı tarafça Beyoğlu … Noterliği’nin 11/08/2016 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile TTK’nın 121/4 maddesine aykırı olarak ve sözleşmelerin ilgili maddelerinde düzenlenmiş 3 aylık ihbar süresine uyulmadan haksız biçimde feshedildiğinden bahisle haksız fesih nedeniyle muaccel hale gelen komisyon alacakları ile müşteri portföy tazminatının davalı taraftan tahsili talebiyle eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır. Dosya kapsamına alınan ve hüküm kurmaya elverişli bulunan bilirkişi kök ve ek raporlarında da belirlendiği üzere; Taraflar arasında düzenlenen 11.11.2008 ve 11.09.2014 tarihli acentelik sözleşmeleri ile davacının davalı tarafın acenteliğini üstlendiği, davacı tarafa gönderilen 11.08.2016 tarihli ihtarname ile taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin sonra erdirildiği, davalı tarafça, davacı tarafa gönderilen fesih ihtarnamesinde herhangi bir fesih nedeni bildirilmediği; ancak dosya kapsamına sunulan cevap dilekçesinde; ‘tahsilat devam oranının düşük olması’, yıllar itibari ile yüksek hasar prim oranına sebebiyet verildiği ve belirlenen performans kriterlerinin yerine getirilmemesi nedeniyle sözleşmenin feshi gerektiğini, bu hususta davacı tarafın yazılı ve sözlü olarak uyarıldığını, davacı tarafın riskli işlem APE oranının şirket beklentisi ve kabulünün çok üzerinde olduğu ve bu hususta iyileştirmeye dönük çalışmaların tüm uyarılara rağmen yapılmadığının savunulduğu anlaşılmıştır. Taraflar arasında düzenlenen sözleşmede; fakat prim oranının mutlaka belirli bir seviyede tutulması gerektiğine de bu seviyenin aşılması halinin sözleşmenin feshine haklı bir neden oluşturacağına yahut davacının belirli bir performansı yakalaması gerektiğine ilişkin bir hüküm veya oran bulunmadığı, yine taraflar arasında düzenlenen sözleşmede tarafların her birine üç aylık ihbar süresine uyulmak koşulu ile sözleşmenin her zaman feshedilmesine imkan tanındığı; ancak davalı tarafça fesih bildiriminin üç aylık süreye riayet edilerek yapılmadığı, bu bağlamda davalı tarafça fesih sebebi olarak ileri sürülen prim artışının azlığı ve hasar prim oranının yüksekliği nedenlerinin dosya kapsamına göre haklı bir fesih nedeni sayılamayacağı belirlendiğinden taraflar arasındaki sözleşmenin haklı sebeple feshedildiğinden bahsedilemeyeceği anlaşılmıştır. Davalı tarafın sözleşmeyi haksız olarak feshettiği kabul edildiğinden, davacı yanın bu sebeple uğradığı portföy tazminatı talebi mevcut olup, bu gibi durumlarda ‘denkleştirme talebi’ olarak da ifade edilen portföy tazminatı talep etme konusunda davacı taraf hak sahibi kabul edildiğinde, 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesi bu alana ilişkin genel ilkeleri düzenlemiş olup, madde metni aynen aşağıdaki gibidir; ‘(1) Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra; a) Müvekkil, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa, b) Acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa ve c) Somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesi hakkaniyete uygun düşüyorsa acente müvekkilden uygun bir tazminat isteyebilir. (2) Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır. (3) Müvekkilin, feshi haklı gösterecek bir eylemi olmadan, acente sözleşmeyi feshetmişse veya acentenin kusuru sebebiyle sözleşme müvekkil tarafından haklı sebeplerle feshedilmişse, acente denkleştirme isteminde bulunamaz.(4) Denkleştirme isteminden önceden vazgeçilemez. Denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde ileri sürülmesi gerekir.(5) Bu hüküm, hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanır.’ Diğer yandan portföy tazminatı verilmesinin hakkaniyete de uygun olması aranmaktadır. Her somut olayda hakkaniyet koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesi gerektiği ve sözleşmenin hangi sebeple sona erdiği, sona ermede acentenin bir kusurunun bulunup bulunmadığı hususları ile sözleşme süresi ve bu süre boyunca acentenin göstermiş olduğu gayretin de nazara alınması gerektiği belirtilmektedir. Somut uyuşmazlıkta; davacı tarafın davalı tarafın haksız feshi nedeniyle sözleşmenin sonra erdiği tarihten itibaren hem kendi hem de davalı yararına oluşturduğu müşteri portföyünden yararlanamayacağı, müşteri portföyünden sadece davalının istifade edebileceği anlaşılmakla davacı tarafın portföy tazminatı talep edebileceği belirlenmiştir. Dosya kapsamına alınan kök ve ek bilirkişi raporlarında; son 5 yıla ait gelir ve kazançların ortalaması esas alınarak yapılan hesaplama sonucunda 114.116,31-TL portföy tazminatının talep edilebileceğinin hesap edildiği, yine üç aylık portföy tazminatı tutarının ise 28.541,58-TL olarak hesap edildiği anlaşılmıştır. Davacı tarafın dava dilekçesi ile 25.000,00-TL portföy tazminatı talep ettiği, daha sonra bu talebini ıslah ederek artırdığı; ancak ıslah edilen kısım yönünden 6102 sayılı TTK’nın 122/4 maddesinde öngörüldüğü üzere denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sonra ermesinden itibaren 1 yıl içerisinde ileri sürülmesi gerektiğinden ve ıslah edilen kısmın ilgili maddede belirtilen hak düşürücü süre geçtikten sonra talep edilmesi nedeniyle davacı tarafın portföy tazminatına ilişkin talebinin kısmen kabulü ile, ıslah ile artırılan kısım yönünden ise; hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar davacı taraf muaccel hale gelen ve ödenmeyen komisyon alacağı talep etmişse de; dosya kapsamı itibariyle davacı tarafın ödenmeyen herhangi bir komisyon alacağı tespit edilemediğinden bu kısıma ilişkin talebinin de reddine karar vermek gerekmiş, buna dair davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine…” gerekçesiyle davacı tarafın komisyon alacağına ilişkin talebinin reddine, 25.000,00 TL portföy tazminatının 14.10.2016 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin TTK’nın 122/4. maddesi gereğince reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Mahkemece talebin kısmen kabulüne karar verilerek TTK’nın 122/4.maddesinde belirlenen hak düşürücü süre içinde ıslah talebinde bulunulmadığı gerekçesiyle talebin diğer kısmının reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, portföy tazminatı davasının doğası gereği belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, alacağın miktarının belirlendiği aşamada da talebin artırıldığını, kısmi dava açılmasının mümkün olduğunu, TBK uyarınca acentelik sözleşmesinden doğan davaların 5 yıllık zamanaşımına tabi tutulduğunu, salt portföy tazminatının bir yıllık hak düşürücü süreye tabi tutulmasının hukukla bağdaşmadığını, mehaz kanun olan Alman doktrininde de, bir yıllık hak düşürücü sürenin sadece talebin ileri sürülmesi için gerektiği, talep ileri sürüldükten sonra zamanaşımı süresi içerisinde dava açılıp takip edilmesi gerektiğinin kabul edildiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne, karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davacının, 2015 ve 2016 yılında toplam 4 kez uyarıldığını, uyarıların riskli işlem APE oranının taraflar arasındaki anlaşma ve şirket beklentisinin çok üzerinde olmasından kaynaklandığını, iki yıllık dönemde davacı acentenin fesih yoluna giden üç uyarı dönemi geçirdiğini, bu nedenle 3 aylık ihbar öneli verilmesine sözleşmenin 30.maddesi gereğince gerek bulunmadığını, anlaşma gereği, acente BES ve Hayat Sigortası satışına aracılık etmekle sorumlu olduğu ve elden tahsilat yapma imkanı olmadığı için cari hesap tutulmadığını, acentelik süresi içinde toplam 283 adet sözleşme satışı gerçekleştirildiğini, bunun 103 adedinin aktif olduğunu, aktif sözleşmelerin fon büyüklüğünün 4.600.343,04 TL olduğunu, fesih sonrası acentenin 23.02.2017 tarihinde … ile anlaştığını ve müvekkili şirkette bulunan 35 adet …’in …’e aktarıldığını, bu sözleşmelerin neler olduğunun Ek-3 olarak listede yer aldığını, portföy tazminatı hesabında bu hususların da nazara alınması gerekirken hiçbir şekilde hesaba dahil edilmediğini, acentenin sözleşmesinin feshinden sonra çıkış yapan ve aktarılan toplam 104 poliçenin tazminat hesabında nazara alınmaması, karşı taraf açısından sebepsiz zenginleşme yaratacak şekilde görüş verilmesinin hatalı olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine, karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, TTK’nın 122 ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 23/16 maddesi uyarınca acentelik sözleşmesinden kaynaklı portföy tazminatı (denkleştirme alacağı) ve komisyon alacağına ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne, karar verilmiş; bu karara karşı, taraf vekillerince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Taraflar arasında düzenlenen 11.11.2008 ve 18.09.2014 tarihli acentelik sözleşmeleri davalı tarafından 11.08.2016 tarihinde feshedilmiştir. Davacı, TTK’nın 122. maddesinde belirlenen bir yıllık yasal süre içinde denkleştirme tazminatı bakımından talebini ileri sürmüştür. Bu talebin yanında, sözleşme ilişkisinden kaynaklanan komisyon alacağı da talep edilmiştir. Bilirkişi raporundan sonra, denkleştirme tazminatı yönünden talep ıslah edilmiş, mahkemece, denkleştirme tazminatının ıslahla artırılan miktarı hak düşürücü süre nedeniyle reddedilmiş, bu talebin reddedilen kısmı yönünden davacı, kabul edilen kısmı yönünden ise davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Genel olarak denkleştirme tazminatı, acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra, bu ilişki devamı boyunca acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresinden akidinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanmaması nedeniyle uğradığı kaybın karşılığıdır. Somut olayda uygulanması gereken 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesinde açıkça “denkleştirme istemi” olarak tanımlanan, doktrinde de “müşteri tazminatı”, “portföy tazminatı”, “portföy akçesi” olarak da ifade edilen bu tür tazminat, 5684 sayılı Sigorta Kanunu’nun 23/16. maddesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra sigorta şirketi sigorta acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ediyor ve hakkaniyet gerektiriyorsa, sigorta acentesi, sigorta şirketinden tazminat talep edebileceği şeklinde düzenlenmiştir. Acentenin portföy tazminatı talep edebilmesi için dört koşulun gerçekleşmesi gerekir: 1-Acentelik sözleşmesinin denkleştirme talep edecek şekilde sona ermiş olması, 2-Acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra müvekkilin, acentenin çabasıyla oluşturulan yeni müşteri çevresinden önemli menfaatler elde etmeye devam etmesi, 3-Sözleşmenin sona ermiş olması nedeniyle acentenin, müvekkiline devrettiği yeni müşteri çevresinden gelir elde etme imkanını kaybetmiş olması, 4-Acenteye denkleştirme ödenmesinin hakkaniyete uygun (hakkaniyetin bir gereği) olması ( Özge Ayan, Acentenin Denkleştirme Talep Hakkı, Seçkin Yayınları, Ankara 2008, s. 146 vd; Arslan Kaya, Ticaret Kanunu Şerhi- Birinci Kitap Ticari İşletme- Yedinci Kısım-Acentelik, 2. Basım, İstanbul 2016, s.247 vd).Bu açıklamaya göre, mahkemece öncelikle bu dört koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilmelidir. Bundan sonra, koşulları varsa, alacağın hesaplanmasına geçilmelidir.Denkleştirme alacağının hesaplanma şekli konusunda mevzuatta bir formül verilmemiştir. Bu durumda karşılaştırmalı hukuktan ve 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesindeki düzenlemeden ve Yargıtay uygulamasından hareketle bir hesaplama yöntemi uygulanmalıdır. Denkleştirme talebinin temelinde, acentenin kendi çabasıyla oluşturduğu yeni müşteri çevresinin, sözleşme ilişkisi sona erdiğinde müvekkile devredilmiş olması ve bu yeni müşteri çevresinin ekonomik bir değerinin olması yatmaktadır. Bu nedenle, öncelikle oluşturulan yeni müşteri çevresinin tespiti yapılmalıdır. Acentenin göreve başladığı tarihte mevcut olan müşteri çevresi hariç, yeni oluşturulan müşteri çevresi belirlenmelidir.Bundan sonra hesaplama üç aşamada yapılır: Birinci aşamada, acentenin kendi çabasıyla kazandırdığı yeni müşteri çevresinden müvekkilin elde ettiği/ elde etmesi muhtemel menfaatler/gelirler hesaplanır. Daha sonra, acentenin yeni müşteri çevresiyle işlem yapamayacak olması nedeniyle uğradığı gelir kaybı hesaplanır. Bu kayıp, acentelik sözleşmesi devam etseydi, acentenin temel edimleri karşılığında elde edeceği ücret (provizyon) gelirleridir. Burada temel bir kural vardır: Müvekkilin menfaati, acentenin ücret kaybı kadardır. Bu nedenle, müvekkilin elde edeceği menfaatin, acentenin gelir kaybı kadar olduğu ilkesinden hareketle, öncelikle acentenin gelir kaybının hesaplanması uygun olacaktır. Bu hesaplama yapılırken, acentenin temel ediminin karşılığı olan ücretler esas alınmalı ve maliyetler düşüldükten sonraki net gelir esas alınmalıdır. Acenteye arızi olarak ödenen ücretler bu hesaplamada dikkate alınmamalıdır. Acentenin bir yıllık gelir kaybı bulunmalıdır. Gerek müvekkilin elde edeceği menfaat miktarının gerekse acentenin yoksun kaldığı toplam gelir miktarının hesaplanabilmesi için, yeni müşteri çevresinin müvekkille ne kadar süreyle ticari ilişkide bulunacağının, somut olayın özelliklerine göre tahmin edilmesi gerekir. Daha sonra, işin niteliğine ve acentelik ilişkisinin devam ettiği süredeki veriler dikkate alınarak, yıllık müşteri kayıp oranı belirlenir. Yeni müşterilerle müvekkilin tahmini ilişki süresi esas alınarak her yıl için belirlenen miktarlardan, müşteri kayıp oranında indirim yapılır. Her yıl için bulunan zararlar toplanır. Bulunan bu ham alacak üzerinden, acentenin denkleştirme alacağını peşin olarak alacağı düşünülerek, faiz indirimi yapılır ve birinci aşamadaki ham alacak bulunur. İkinci aşamada hakkaniyet denetimi yapılır. Bu aşamada üst sınır dikkate alınmaz. Somut olayın özelliklerine göre, hakkaniyet ilkesi gereğince alacak tutarında indirim veya artırım yapılabilir. Örneğin, müvekkilin markasının tanınmışlığı yeni müşteri çevresinin oluşumunda etkili olmuşsa, alacak miktarından uygun bir oranda indirim yapılmalıdır. Acente olağanüstü çaba göstermiş, önemli reklam ve tanıtım çalışmaları yapmışsa alacak miktarı hakkaniyet gereği artırılabilir. Hakkaniyet ölçüsü de uygulanarak, acentenin denkleştirme alacağı hesaplanmış olur. Üçüncü aşamada, hesaplanan denkleştirme alacağının, yasal üst sınırı aşıp aşmadığı denetlenir. Eğer üst sınırın altındaysa hesaplanan alacağa aynen hükmedilir; üst sınırı aşıyorsa, alacak tutarı üst sınıra indirilerek hüküm altına alınır. Denkleştirme talebinin üst sınırı, 6102 sayılı TTK’nın 122/2. maddesinde şöyle tanımlanmıştır: “Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır”. Üst sınırın hesaplanmasında, ilk basamaktaki hesaplamadan farklı olarak, acentenin her türlü geliri hesaplamaya dahil edilmeli ve bürüt gelir esas alınmalıdır. Üst sınır acentenin alacak talebini sınırlayan bir düzenleme olduğundan, hesaplamanın bu şekilde yapılması hakkaniyete uygun olacaktır. Yukarıda açıklandığı üzere, hesaplama aşamalarla yapılmalı ve üst sınır denetimi en son yapılmalıdır. İlk derece mahkemesinin hükme esas aldığı raporda böyle bir hesaplama yapılmamış, sadece beş yıllık ortalama alınarak bunun talep edilebilecek bir tazminat olduğu belirtilmiş ve sonuca gidilmiştir. Bu durumda ilk derece mahkemesinin denkleştirme alacağına ilişkin yaptığı inceleme hüküm vermeye elverişli değildir. Diğer yandan, TTK’nın 122/4. maddesi uyarınca denkleştirme isteminin sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıl içerisinde ileri sürülmesi gerekir. Bu sürenin niteliği hususunda öğretide görüşbirliği olmadığı, hak düşürücü süre mi yoksa zamanaşımı süresi olup olmadığının yasal düzenlemede açıklanmadığı; maddenin gerekçesinde de sürenin niteliğinin uygulama tarafından belirlenmesi gerektiği yazılıdır. Acentenin denkleştirme istemini ileri sürmesi bir irade beyanıyla gerçekleşecek olup, bu beyanda bulunulmaması halinde acente TTK’nın 122. maddesinden doğan hakkını kaybetmektedir. Dolayısıyla denkleştirme miktarı kadar alacak hakkı kazanmanın ön koşulu, irade beyanının yöneltilmesidir. Bu kurgu göstermektedir ki denkleştirme talep hakkı tipik bir bağımlı ve kurucu yenilik doğuran haktır. Yenilik doğuran haklar için öngörülen süreler hak düşürücü süre niteliğindedir (Burak Sak-Denkleştirme İstemi Sorunları, Yüksek Lisans tezi s.181) 6102 sayılı TTK’ nın 122. maddenin 4. fıkrasında öngörülen sürenin niteliği hususunda öğretide görüş birliği olmadığı, hakdüşürücü süre mi yoksa zamanaşımı süresi mi olduğunun yasal düzenlemede açıklanmadığı; maddenin gerekçesinde de sürenin niteliğinin uygulama tarafından belirlenmesi gerektiği, sebebinin de hukuk geliştirme olanaklarının önünün kapatılmaması olarak gösterilerek bu hususun uygulamaya bırakıldığı anlaşılmaktadır. Kanunda dava açılmasından söz edilmeyip tazminat talebinin ileri sürülmesinden söz edildiği hususu dikkate alındığında, bir yıllık sürenin dava açılması için değil, tazminat talebinin ileri sürülebilmesi için bir hakdüşürücü süre olarak anlaşılması gerektiği kabul edilmelidir. Bu durumda davacının bir yıllık süre içinde denkleştirme tazminatı hakkını ileri sürmüş olması karşısında, yasada öngörülen koşulun yerine getirildiği, dava ve ıslah tarihine göre acentelik sözleşmeleri bakımından yasada gösterilen zamanaşımı süresinde ıslah talebinin ileri sürülüp sürülmediğinin değerlendirilmesi ve davalının süresinde zamanaşımı defini ileri sürüp sürmediğinin değerlendirilerek karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile süresinde ileri sürülen tazminat talebinin, ıslah talebi yönünden hak düşürücü süre içinde ileri sürülmediği gerekçesiyle reddine karar verilmesi yerinde görülmemiştir. Açıklanan bu gerekçelerle HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince davanın çözümünde etkili olacak önemli deliller toplanmadan ve portföy tazminatı alacağına ilişkin yeterli değerlendirme ve araştırma yapılmadan karar verildiği anlaşıldığından, esasa dair istinaf nedenleri incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinafa konu hükmünün kaldırılarak, davanın yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Yukarıdaki açıklamalar ışığında davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Taraflarca yatırılan istinaf peşin karar harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde, ilk derece mahkemesince iadesine, 4-Taraflarca yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine dair; HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 09.02.2023
KANUN YOLU:HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.