Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/353 E. 2023/150 K. 03.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/353
KARAR NO: 2023/150
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 24.10.2019
NUMARASI: 2019/109 Esas – 2019/853 Karar
DAVA: Menfi Tespit
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı, her iki taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalı bankanın, müvekkili aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyası ile ilamsız takip başlattığını, takibe dayanak olarak … Bankası AŞ hesap kat ihtarı ve hesap özetinin gösterildiğini, bankaya borcunun olmadığını, alacağın zamanaşımına uğradığını, takibe konu kredinin ticari kredi olduğunu, takibe, borca, faize ve faiz oranına itiraz ettiklerini belirterek; anılan icra dosyasından dolayı davalı tarafa borçlu olmadığının tespitin ve alacağın %20’si oranında kötü niyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davanın haksız olduğunu, zamanaşımı iddiasının dinlenemeyeceğini, zira 5411 sayılı Yasa uyarınca müvekkili banka alacağının hazine alacağı sayıldığını ve 20 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu belirterek, haksız davanın esas yönnüden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “… sözleşme tarihinden hatta alacağın muaccel hale geldiği hesap kat tarihi olan 1999 yılından itibaren 10 yıllık sürenin sonunun 2009 yılı olduğu tespit edilmektedir. Buna göre Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce kefalet için öngörülen 10 yıllık sürenin dolduğu anlaşılmaktadır. 6101 Sayılı Kanunun 5/2. maddesinde Türk Borçlar Kanunu ile hakdüşürücü sürenin ilk defa öngörülmesi ve bu sürenin kanunun yürürlüğünden önce dolmuş olması halinde hak sahiplerine yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanabilme imkanının getirildiği anlaşılmaktadır. Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce 2009 yılında kefalet için öngörülen 10 yıllık sürenin dolduğu, kanunun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girdiği ve bu tarihten itibaren hak sahiplerine bir yıllık sürenin tanındığı ve bu sürenin de 01.07.2013 tarihi itibariyle dolduğu görülmektedir. Davaya esas icra takibi ise 31/05/2017 tarihinde yapılmıştır. Buna göre yasayla tanınan ek sürenin dolmasından (01.07.2013) yaklaşık 4 yıl sonra 31/05/2017 tarihinde yapılan bu icra takibinin haklı ve yerinde olmadığı, zira davalının artık kefilli takip etme hakkının ortadan kalktığı kanaatine varılmakla müteselsil kefil olan davacı tarafından açılan bu davanın 6098 Sayılı Kanunun 598/3, 6101 Sayılı Kanunun 1. maddesi ve aynı kanunun 5/2. maddesi çerçevesinde kabulü gerektiği…” gerekçesiyle, davanın kabulüne, davacının kötü niyet tazminatı talebinin reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, her iki taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davacı borçlu ile temlik eden … Bankası arasında imzalanmış bulunan Genel Kredi Sözleşmesinden kaynaklanan borcun Bakırköy … Noterliğince … yevmiye numarası ile 04.05.1999 tarihinde kat edildiğini, hesap kat ihtarının İİK’nın 68. maddesi anlamında belge olma niteliğine haiz olduğunu, hesap kat edildikten sonra bankacılık işlemleri sona erdiğini ve hesap kat edilene kadar yapılmış faiz ve masraflar kat ihtarı ile anapara haline geldiğini, hesap kat ihtarnamesi ile kat edilen toplam borç tutarı kapitalize edilebileceğini ve likidite sıfatına kavuşacağını, dolayısı ile davacı borçlu hesabın kat edilmesi ile temerrüde düştüğünü ve anılan limitin tümünden sorumlu hâle geldiğini, Bu aşamada borcun varlığına delil teşkil eden belgenin yalnızca Bireysel Kredi Borçlanma Sözleşmesi olmadığını, hesap kat ihtarnamesinin de borcun varlığını gösteren İİK’nın 68.maddesi anlamında belge olduğunu, Öte yandan, müvekkili şirketin Bankacılık Kanunu’nun 143. maddesi hükmü üzere kurulmuş bir … Şirketi olup, şirketin %100 hissesi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na ait olduğunu, temlik eden … Bankası AŞ için Mülga 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’na 26/12/2003 tarihli 25328 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5020 sayılı yasanın 27. maddesi ile eklenen ek madde 3 ile mülga 4389 sayılı Kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarına ve bu kanuna göre hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin 20 yıl olarak belirlendiğini, davaya konu alacağa ilişkin temerrüt tarihi (1999 yılı )ve takip tarihi (2013 yılı) dikkate alındığında, 20 yıllık zaman aşımı süresinin geçmediğinin sarih olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; İlk derece mahkemesince kötü niyet tazminatı taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini, oysaki alacaklı/davalının statüsünün sağladığı avantajlar ile alacağa tam 34 kat faiz işletilerek müvekkili aleyhine takibe geçilmesi sonucu müvekkilinin borçlu olmadığı bir alacak sebebiyle fahiş tutarda haciz tehdidi altında kaldığını, hakkındaki fahiş tutarlı takip sebebiyle kredi notunun düştüğünü, pasifinin aktifinden fazla görünmesi gibi birçok mali zararına sebebiyet verdiğini, dolayıysa davalının kötü niyetin sabit olduğunu, Bunun dışında müvekkili lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesinin de doğru olmadığını, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kötü niyet tazminatı ve vekalet ücreti yönünden usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın bu yönlerden düzeltilmesine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, İİK’nın 72/3 maddesi uyarınca menfi tespit istemine ilişkindir. Davacı, alacağı temlik alan davalının, temlik eden bankanın dava dışı şirkete kullandırdığı kredi uyarınca müvekkili aleyhine başlattığı takipte borçlu olunmadığının tespitine ve kötü niyet tazminatının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince kefil davacının, kefaletinin hak düşürücü süre sonunda sona erdiği gerekçesiyle davanın kabulüne, kötü niyet tazminat isteminin reddine karar verilmiş; bu karara karşı, her iki taraf vekillerince, yasal süreler içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davalı vekilinin istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde; Dava konusu kredinin 1999 tarihinden önce kullandırıldığı, 25.08.1999 tarihli Bakırköy … Noterliğinin … Y. sayılı ihtarı ile kat edildiği, kefalet sözleşmesinde herhangi bir süre sınırlaması bulunduğunun iddia ve ileri sürülmediği, kefaletin süresiz verildiğinin anlaşıldığı, 6098 sayılı TBK’nın 598. maddesinde, “Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Kefalet, on yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir. Kefalet süresi, en erken kefaletin sona ermesinden bir yıl önce yapılmak kaydıyla, kefilin kefalet sözleşmesinin şekline uygun yazılı açıklamasıyla, azamî on yıllık yeni bir dönem için uzatılabilir.” hükmünün düzenlendiği, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 5.maddesinde ise “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur” düzenlemesi yer almaktadır.Yargıtay 11. HD’nin 2020/7503 E- 2022/4265 K sayılı, 31/05/2022 tarihli emsal karar içeriğinde de belirtildiği üzere; Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibarıyla bu süre dolmuşsa, hak sahipleri Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak, bu ek süre, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden daha uzun olamaz. Kefaletteki on yıllık hak düşürücü süre ilk kez 6098 sayılı TBK’nın 598. maddesiyle getirilmiş olup, davaya konu kredi sözleşme ve kefaletnamenin 1999 tarihli olduğu ihtilafsız olduğundan, TBK’nın yürürlük tarihi olan 01/07/2012 tarihi itibariyle on yıllık süre dolmuş olup, davalının anılan kefaletnameye dayalı olarak bir yıllık ek süre içinde takipte bulunma hakkı 01/07/2013 tarihinde dolmuştur. Bu tarihten sonra bu belgeye dayalı olarak kefile başvurması mümkün değildir. Davalı tarafından davacıya karşı başlatılan icra takip tarihi olan 31/05/2017 günü itibariyle Yasa’da belirlenen bir yıllık ek süre dolmuş olup kefalet kendiliğinden sona ermiştir. Bu nedenle, davacı kefilin kefaletten dolayı bir sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle menfi tespit talebinin kabulüne dair kurulan hüküm isabetli olup davalının aksi yöndeki nedenlere dayalı istinaf başvurusunun reddi gerekmiştir. Davacı vekilinin istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde; Davalının icra takibi başlatmasında kötü niyeti sabit görülmediğinden, davalı aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmemesi isabetli olup, aksi yöndeki davacı vekilinin istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucu, davalı kefile başvurma konusunda hak düşürücü sürenin dolmuş olması nedeniyle davacının menfi tespit talebinin kabul edildiği dikkate alındığında, davacı yararın dava değeri üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmelidir. AAÜT’nin 7. maddesinin 2. fıkrasının eldeki davada uygulanma kabiliyeti yoktur. Çünkü anılan Tarife hükmü, davanın hak düşürücü süre yönünden reddi halinde uygulanabilir. Somut olayda ise davanın reddi değil, kabulü söz konusu olduğundan, ilk derece mahkemesince davacı yararına nispi avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken, maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş, bu yöne ilişkin davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün vekalet ücreti yönünden düzeltilmesi gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca vekalet ücreti yönünden düzeltilmek üzere kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; Davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca vekalet ücreti yönünden düzeltilmek üzere kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına bu doğrultuda; 1-Davanın kabulüne, 2-Davacının İstanbul … İcra Dairesinin … E. Sayılı dosyası nedeniyle davalı tarafa borçlu olmadığının tespitine, 3-Yasal koşulları bulunmadığından davacının kötüniyet tazminat talebinin reddine, 4-Davaya konu kredi Fona devredilen banka tarafından kullandırılan kredi niteliğinde olup bu nedenle davalı harçtan muaf olmakla, harç alınmasına yer olmadığına, davacı tarafından yatırılan 14.708,70 TL harcın kararın kesinleşmesi ve talep halinde davacıya iadesine, 5-Davacı lehine iş bu karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan 112.742,00 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, 6-Davacı tarafından yapılan toplam 147,20 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, 7-Taraflarca yatırılan bakiye gider avanslarının, kararın kesinleşmesi halinde yatıran taraflara iadesine, 8-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden: a-Davacı tarafından yatırılan 148,60 TL istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına; 54,40 TL istinaf peşin karar harcının talep halinde davacıya iadesine, b-Davacı tarafından sarf edilen 148,60 TL harç gideri ile 23,65 TL posta gideri toplamı 172,25 TL istinaf giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, c-Takibe konu kredinin Fon’a devredilen bankadan temlik alınmış olması nedeniyle davalı taraf harçtan muaf olduğundan, davalı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya iadesine, 9-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine, 10-Karar kesinleştikten sonra dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan istinaf incelemesi sonucunda, 03.02.2023 tarihinde, oy çokluğuyla ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.
KARŞI OY: Açılan davada, davacı kefilin kefalet sorumluluğunun TBK 598 maddesi uyarınca 10 yıllık hak düşürücü süre ile sınırlı olması nedeniyle ve buna bağlı olarak hak düşürücü süre nedeniyle hüküm kurulup sonuca gidildiği anlaşılmaktadır. Buna göre davacı lehine maktu ücreti vekalete hükmedilmesi isabetli olup, davacı yararına nispi vekalet ücreti tayini gerektiği yönündeki saygın çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Bu belge 5070 sayılı Yasa hükümlerine göre elektronik olarak imzalanmıştır.