Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/2038 E. 2021/763 K. 10.06.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/2038
KARAR NO: 2021/763
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 08/10/2020
NUMARASI: 2019/82 Esas – 2020/415 Karar
DAVA: Şirket Genel Kurul Kararının Butlanı- İptali
Taraflar arasında görülen davanın ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kabulüne dair verilen hükme karşı, davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı şirketin %50 oranında hissedarı olduğunu, şirketin 05/10/2016 tarihli olağan genel kurul toplantısının yapıldığını, yapılan toplantıda alınan 7 nolu karar gereğince, şirketin müştereken şirket ortakları ve yönetim kurulu üyesi olan … ile … tarafından temsil edileceğini, toplantı tutanağının oy toplayıcısı … ve katip … tarafından imzalandıktan sonra divan başkanı olan …’in imzasının tamamlanacağı aşamada kendisinin acil işi olması nedeniyle toplantı yerinden ayrıldığını, alınan karar gereğince toplantı tutanağının fotokopisinin kendisine verildiğini, ancak diğer ortak … kendisinin yokluğunda yeni bir genel kurul toplantı tutanağı düzenlediğini, söz konusu tutanağın 7 nolu kararında şirketin münferiden kendisi tarafından temsil edileceğinin yazıldığını, işbu tutanak kapsamındaki kararın Ticaret Sicil Müdürlüğünce tescil edildiğini, tescil edilen karara göre …’in şirketin tüm varlığını oluşturan taşınmazlarla ilgili tasarrufta bulunduğunu, oysaki şirketin münferiden … tarafından temsil edilmesine ilişkin alınan herhangi bir karar olmadığını, ortaklar arasında ihtilaf bulunurken böyle bir karar alınmasının hayatın olağan akışına da uygun olmadığını, bu nedenlerle şirketin münferiden temsiline ilişkin 7 nolu kararın yok hükmünde sayılmasının tespitine, aksi halde iptaline ve …’in şirketi temsil yetkisi kaldırılarak şirkete kayyım atanmasını talep ve dava etmiştir. Davalı vekili savunmasında özetle; davacı tarafın iddialarının doğru olmadığını, davacının kendisine verildiğini iddia ettiği genel kurul toplantı tutanağının fotokopiden ibaret olduğunu, bu nedenlerle söz konusu tutanağa itibar edilemeyeceğini, şirketin münferiden … tarafından temsil edilmesine ilişkin ve ticaret sicilde tescil edilen 05/10/2016 tarihli genel kurul toplantı tutanağının geçerli olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Her ne kadar davalı taraf, şirketin münferiden … temsiline ilişkin 05/10/2016 tarihli genel kurul toplantı tutanağının gerçek tutanak olduğunu, davacı tarafın toplantıdan erken ayrılması nedeniyle fotokopisi kendisine verilen aynı tarihli ve şirketin müştereken temsiline ilişkin genel kurul toplantı tutanağının gerçeği yansıtmadığını iddia etmiş ise de; her iki tutanakla ilgili yapılan değerlendirme sonucunda tutanaklarda imzası bulunan … ile …’ın imzalarının düzenlenen rapora göre önemli benzerlikler taşıdığı, söz konusu belgelerin incelenmesinde çıplak gözle de imzaların aynı kişilere ait olduğunun kuvvetle muhtemel olduğu, nitekim duruşmada dinlenen tutanak mümzileri belgedeki imzaların kendi imzalarına benzediğini tevil yollu ikrar ettikleri, toplantıdan önce dava konusu şirketin müştereken temsil edildiği halde taraflar arasında önemli ihtilaf bulunduğu aşamada şirketi temsil yetkisinin münferiden …’e tevdii edilmesinin hayatın olağan akışına ve ticari hayatın gerçeklerine aykırı olduğu; ayrıca 03/06/2013 tarihli belgeye göre şirketin müştereken … ile … tarafından temsil edileceğinin taahhüt edildiği hususları hep birlikte değerlendirildiğinde davalı tarafın fotokopiden ibaret belgeye itibar edilemeyeceği yönündeki savunması mahkememizce kabul edilmemiştir. Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; davalı şirketin müştereken şirket ortakları tarafından temsil edilirken ve ortaklar arasında önemli ihtilaflar bulunduğu aşamada yapılan 05/10/2016 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan 7 nolu kararın gerçekte şirketin müştereken temsiline yönelik olduğu, bu bağlamda davacı tarafın dosyaya fotokopisini sunmuş olduğu tutanağın şirket ortaklarının almış olduğu ve gerçek iradelerini yansıtan karar olduğu, nitekim davacı tarafın ileri sürdüğü hususlar ve müşterek temsile ilişkin kararın tam aksine oluşturulan tutanak karşısında davacı tarafa fotokopisi verilen belge aslının davacı tarafından dosyaya sunulma imkan ve ihtimalinin olmadığı, davalı şirket temsilcisi olan …’in, davacının iddia ettiği gibi toplantıdan ayrıldıktan sonra kendisini münferiden temsilci gösteren aynı tarihli genel kurul toplantı tutanağı düzenlediği ve söz konusu tutanağı Ticaret Sicil Memurluğunda tescil ettirdiği, bu kapsamda dava konusu yapılan ve şirketin münferiden temsiline ilişkin 7 nolu karar alınmadığı halde alınmış gibi gösterilip tutanak düzenlenmesinin söz konusu kararı yoklukla sakat kıldığı (Yargıtay HD 2013/1048 esas 2014/430 karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere), yoklukla sakat olan kararın iptalinin menfaati olan herkes tarafından istenebileceği gibi bu yöndeki istemin herhangi bir süreye tabi olmadığı hususları hep birlikte değerlendirildiğinde, davacı tarafın davasının kabulü ile davalı şirketin münferiden şirket ortağı olan … tarafından temsiline ilişkin 7 nolu kararın yoklukla malül olduğunun tespitine, ayrıca davacı ve davalı şirketin menfaatlerinin korunması açısından HMK 389 ve devamı maddeleri gereğince şirketin ortaklar tarafından müştereken temsili yönünde tedbir kararı uygulanması gerektiği kanaat ve sonucuna varıldığı …” gerekçesiyle, davanın kabulüyle dava konusu 05.10.2016 tarihli olağan genel kurul toplantıının 7 nolu kararının yoklukla malul olduğunun tespitine ve ihtiyati tedbire karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davanın konusunu oluşturan ve …’in şirketi münferiden temsiline ilişkin 5.10.2016 tarihli genel kurul toplantı tutanağının Ticaret Sicilinde tescil edilmiş ve noter onaylı olduğunu, buna karşılık davacının sunduğu belgenin tutanak vasfı kazanmamış fotokopi belge olduğunu, TTK’nın 422/1 hükmü uyarınca bu hususun mahkemece ısrarla göz ardı edildiğini, noter onaylı ve imzaları tam olan tutanak karşısında davacının sunduğu üretim belgeyi esas aldığını ve tescil ve ilan edilen belgenin aksini iddia eden davacı iddiasını ispatla yükümlü iken ispat yükü sanki davalıdaymış gibi savunmaların yerinde olmadığından bahisle davayı kabul ettiğini, ayrıca yine bu madde gereğince başkanın imzasını içermeyen bir belgenin genel kurul iradesi olarak nitelendirilemeyecğini, bu belgenin şirket ortaklarının iradesi şeklinde mahkeme tarafından kabulünün açıkça hukuka aykırı olduğunu, Dolayısıyla kararın yokluğunu gerektirir herhangi bir husus bulunmazken, mahkemenin yokluk yaptırımını kabul etmesi ve buna dayalı olarak davanın açılabileceği bir sürenin bulunmadığını belirtmesinin kesinlikle kabul edilemeyeceğini, davacı iddialarının hiçbirisi doğru olmamakla birlikte, bir an için ve kabul anlamına gelmemek kaydıyla öyle olduğu varsayılsa dahi, bunların iptal sebepleri olduğunu ve TTK’nın 445. maddesi gereğince davanın genel kurul tarihinden itibaren üç ay içerisinde açılması gerektiğini, anılan nedenle davanın süresinde olmadığını, TTK’nın 445. maddesindeki hak düşürücü sürenin geçtiğini, salt bu sebeple dahi davanın reddi gerekirken kabul edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, Davacının …’i ibra etmesinin, faaliyet raporlarını ve bilançoları onaylamasının söz konusu olduğu bir ortamda, kendisine münferit imza yetkisinin verilmemesinin neden hayatın olağan akışına aykırı görüldüğünün anlaşılamadığını, Davaya konu genel kurul toplantısında alınan kararların, 11.11.2016 tarihinde ticaret siciline tescil ve ilan edildiğini, TTK’nın 36. maddesi uyarınca, ticaret siciline tescil ve ilan edilen hususların bilinmediğinin iddia edilemeyeceğini, herkes hakkında hüküm ifade edeceğini, davanın ise tam üç yıl sonra açıldığını, tüm bu hususların, aslında davacıya temsil yetkisinin verilmediğini, …’in münferit temsile yetkili olduğunu gösterdiğini, bu ahvalde, davacının iddialarının hayatın olağan akışına uygun olmadığını, yokluk gibi çok ağır bir yaptırım için bu kriteri uygulayarak tek yönlü değerlendirmeyle mahkemenin bu sonuca ulaştığını,Anlaşma ve İbranamedir başlıklı belgede imzalara bakıldığında, … için “… A.Ş Yetkilisi (Şirket Müdürü) …” yazdığını, davacı için ise “Yönetim kurulu üyesi …” ifadesi geçtiğini, davacı tarafın, bu belgedeki imzanın kendisine ait olduğunu kabul ettiğini, söz konusu belge ve eklerinde … hep, müvekkili şirketin temsilcisi olarak imza attığını, davacının ise sadece yönetim kurulu üyesi sıfatıyla belgeleri imzaladığını, davacının sonradan, hata nedeniyle sözleşmeyi iptal ettiğini bildirmesinin işbu dava bakımından hiçbir önemi olmadığını, attığı imzayla …’in müvekkili şirketin temsile yetkili yönetim kurulu üyesi olduğunu, kendisinin imza yetkisinin olmadığını kabul ettiğini, Tanıklar ikinci bir tutanak görmediklerini ve imzalamadıklarını ısrarla ayrı ayrı ifade ettiklerini, ancak mahkemece bu ifadelerden tanıkların tevil yolu ile ikrarda bulundukları sonucunu çıkardığını, hatta bunun da ötesine giden mahkeme kararının gerekçesinde “davalı şirket temsilcisi olan …’in, davacının iddia ettiği gibi toplantıdan ayrıldıktan sonra kendisini münferiden temsilci gösteren aynı tarihli genel kurul toplantı tutanağı düzenlediği ve söz konusu tutanağı Ticaret Sicil Memurluğunda tescil ettirdiği” tespitine yer verdiğini, tanıkların açık ifadeleri karşısında Mahkemenin zorlama bir gerekçe ile davacının iddiaları yönünde karar verdiğini, tevil yoluyla ikrar söz konusu olmadığını, hatta bilakis tanıkların davacının iddialarını reddettiklerini, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/14803 Soruşturma numaralı dosyada alınan bilirkişi raporunun herhangi bir hukuki değeri olmadığını, zira fotokopi üzerinde inceleme yapıldığını, oysa ki fotokopi belge üzerinde imza incelemesi yapılamayacağının gayet açık olduğunu, ayrıca söz konusu rapora bakıldığında, tamamen basma kalıp ifadelerin kullanıldığı, davacının sunduğu fotokopide toplantı başkanı …’in imzasının bulunmadığı açık iken, …’in imzası bakımından da eli ürünüdür gibi sonuca ulaşıldığını, bunun da raporun, özensiz, açıkçası nasıl yazıldığı belli olmayan bir rapor olduğunu gösterdiğini, kaldı ki Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da 23.12.2019 tarih ve 2019/62029 K. sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, Davacının olayları, dosyanın türüne ve seyrine göre değiştirerek anlattığının alenen ortada olduğunu, maddi gerçekleri sürekli saptıran davacının beyanlarına itibar edilemeyeceğini, üstelik davacının davasına dayanak yaptığı da sadece fotokopi niteliğinde, hiçbir delil değeri taşımayan, üretilmiş bir belge olduğunu, ayrıca davacının tüm beyan ve ifadelerinin çelişkili olduğunu belirterek, Açıklanan bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine, ilk derece mahkemesince verilen ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davalı … şirketin 05.10.2016 tarihli olağan genel kurulu toplantısının 7 nolu kararı ile şirketi … tarafından münferiden temsiline ilişkin alınan kararların butlanla malül olduğunun tespitine, bu talep kabul edilmezse yok hükmünde olduğunun tespitine, aksi halde alınan kararın iptali istemleriyle açılmış bir terditli davadır. İlk derece mahkemesince yazılı gerekçe ile davanın kabulü ile dava konusu 7 nolu kararın yoklukla malul olduğunun tespitine karar verilmiş; bu karara karşı, davalı vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı, davalı şirkette dava dışı … ile birlikte % 50 ortak ve yönetici olduklarını, davalı şirketin 05.10.2016 tarihli yapılan olağan genel kurulu toplantısına iştirak ettiğini, önce alınan karar ile dava dışı … ile birlikte şirketin müştereken temsil kararı alındığını, tutanak fotokopisi kendisine verilmekle, toplantıdan erken ayrıldığını, daha sonra dava dışı …’in şirketi münferit temsiline ilişkin 7 nolu karar içeren tutanak düzenlendiğini öğrendiğini, iş bu tutanağın sonradan iradesi dışında sahte düzenlendiğini ileri sürerek, 7 nolu kararın butlanla batıl olduğunun tespitine, aksi halde toplantıda alınan 7 nolu kararların iptaline karar verilmesini talep etmektedir. Anonim şirket genel kurul kararlarının butlanın düzenlendiği 6102 sayılı TTK’nın 447. Maddesinde, a) Pay sahibinin, genel kurula katılma, asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilemez nitelikteki haklarını sınırlandıran veya ortadan kaldıran, b) Pay sahibinin bilgi alma, inceleme ve denetleme haklarını, kanunen izin verilen ölçü dışında sınırlandıran, c) Anonim şirketin temel yapısını bozan veya sermayenin korunması hükümlerine aykırı olan, kararların batıl olacağı düzenlenmiştir.Genel kurul kararlarının yokluğu ise TTK’da düzenlenmiş bir konu olmayıp borçlar hukukunun genel hükümlerine göre değerlendirilecek bir konudur. Davacı, genel kurul karanın yoklukla malul olduğunu iddia etmiştir. Buna gerekçe olarak da toplantı tutanağının, kerdisi ayrıldıktan sonra değiştirilip imzalandığını ileri sürmüştür. Butlan, genel kurul karanın içeriği itibariyle kanunun emredici hükümlerine aykırı olmasını ifade ettiği halde yokluk, hukuki işlemin kurucu şekli unsurlarını düzenleyen emredici hukuk kurallarına aykırılık nedeniyle hukuki işlemin varlık kazanamamasını ifade eder (Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu, Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, İstanbul 2014, s.28-29). Örneğin hiç çağrı yapılmadan toplanan bir genel kurul, çağrısız genel kurulun koşularını taşımıyorsa, bu toplantıya genel kurul toplantısı denilemeyeceği gibi, alınan kararlar da genel kurul kararı olmayacaktır; yani, alınan bu kararlar yok hükmünde olacaktır. Somut olayda davacı, genel kurulun usulünce toplandığını, kendisinin toplantıya katıldığını, kararlar alındıktan sonra acilen ayrılmak zorunda kaldığını, tutanağın bir fotokopisini aldığını, kendisi ayrıldıktan sonra yeni bir tutanak düzenlenerek temsil ve ilzam konusunda alınan kararların da değiştirilerek yeni bir tutanak düzenlendiğini iddia etmekte, bu nedenle yokluk ileri sürmektedir. Davacının toplantıdan haberdar olduğu ve katıldığı hususu ihtilafsızdır. Davacı iddiası kapsamında, dava dışı …’in şirketi münferit temsiline ilişkin 7 nolu karar içeren tutanağın toplantıdan erken ayrılmasından sonra ve kendi iradesi dışında düzenlendiğini iddia edilmektedir. TTK 422 maddesinin 1. Bendinde ” … Tutanak, toplantı başkanlığı ve Bakanlık temsilcisi tarafından imzalanır; aksi halde geçersizdir.” şeklinde ve emredici şekilde yasal olarak düzenlenmiştir. Davacının genel kurula katıldığı ihtilafsızdır. Dava dışı …’ in şirketi münferit temsiline ilişkin 7 nolu kararın yer aldığı genel kurul tutanak aslında toplantı başkanı …, oy toplayıcı … ve …’nun imzalarının bulunduğu, adı geçen kişilerin yargılama aşamasında mahkemece alınan beyanlarında da bu husus doğruladıkları anlaşılmaktadır. Davacının delil olarak dayandığı ve kendisinin de dava dışı … ile birlikte şirketi müştereken temsile ilişkin kararın yer aldığını iddia ettiği ve delil olarak dayandığı tutanakta, toplantı başkanı …’in imzası bulunmadığı gibi, iş bu tutanak aslının sunulamadığı, fotokopi belge olduğu anlaşılmaktadır. Yine davacının delil olarak dayandığı 03.06.2013 tarihli taahhütnamenin ise dava dışı şirket ortağı tarafından verilmiş tek taraflı beyan olup, davalı … bağlamayacağı gibi, aksine genel kurul kararı alınmasına engel de değildir. Bu duruma göre ve TTK’nın 422. maddesindeki yukarıda yazılı açık düzenleme uyarınca, toplantı başkanı imzası taşımayan tutanağın geçersiz sayılması gerekeceği de gözetildiğinde, davacının delil olarak dayandığı toplantı başkanı imzası da bulunmayan fotokopi belgeye ve 03.06.2013 tarihli taahhütname başlıklı belgeye değer verilerek, dava konusu 7 nolu kararın yoklukla malul olduğunun tespiti yönünde verilen karar yerinde görülmemiştir. Davacının davaya dayanak yaptığı belge aslı sunulmadığı gibi, bu belgede toplantı başkanının imzasının bulunmadığı bu belgede imzalarını bulunduğu iddia edilen şahıslar mahkemece tanık olarak dinlenmiştir. Tanıklardan … ifadesinde, ” Söz konusu benim imzama benzemekle birlikte bana ait olup olmadığı hususunda kesin bir şey söyleyemem. Benim katıldığım olağan genel kurul toplantısında toplantı sonrasında tutulan tutanak tüm yetkililer tarafından üç suret olarak hazırlandı ve ilgililer tarafından imzalanarak birer nushası taraflara, bir nüshası da TSM’ye gönderilmek üzere muhafaza edilmiştir. Davacının iddia ettiği gibi kendisi toplantıdan ayrılmadan önce eksik imzalı tutanak verilmiş değildir. Ben böyle bir tutanağın varlığından haberdar değilim.” şeklinde beyanda bulunmuştur. Tanık … ise ifadesinde, “Davacı tarafın dayandığı ve şirketin müşterek imza ile temsil edileceğine ilişkin aynı tarihli ancak …’in imzası bulunmayan tutanaktaki imza benim imzama benzemektedir. Ancak söz konusu imzanın kesin olarak bana ait olduğunu söyleyemem. Toplantı yapıldıktan sonra tutanak yetkililer tarafından bende dahil olmak üzere 3 kişi olarak imzalanmıştır. Tutanaklar 3 suret olarak hazırlanmıştır. Suretin biri de davacı …’e verilmiştir. Dolayısıyla davacının dayandığı müşterek temsile ilişkin ayrı bir tutanağın tutulduğunu ben hatırlamıyorum. Duruşmadan önce davacı yanıma gelerek dayandığı tutanağın fotokopisini bana gösterdi ve tutanağı ilk kez bu şekilde gördüm. Söz konusu tutanağı imzaladığımı hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla hazirun cetveli ile toplantı sonrasında alınan kararlara ilişkin tutanak aynı anda imzalanmıştır.” şeklinde beyanda bulunmuştur. Buna göre tanıklar, toplantı sonunda düzenlenen tutanağın tüm yetkililer tarafından imzalandığını ve imzalı bir örneğin davacıya da verildiğini söylemişlerdir. Tanıkların beyanlarından, toplantıda alınan kararların değiştirildiğine ve alınan kararlardan farklı yeni bir tutanak düzenlendiğine dair bir sonuç çıkarmak mümkün görülmemektedir. Aynı zamanda yönetim kurulu üyesi de olan davacının, yaklaşık üç yıl önce tescil ve ilan edilmiş bir genel kurul kararından haberdar olmaması da hayatın olağan akışıyla uyumlu değildir. Davacının şikayeti üzerine Bakırköy C. Başsavcılığının 2019/14803 Soruşturma sayılı dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu açıklamalara göre, davacı yokluğa dair iddialarını kanıtlayamadığından, yokluğun tespitine ilişkin ilk talebin reddine karar verilmesi gerekirken, yokluğun tespitine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı bulunmuş, davalı vekilinin bu konudaki istinaf nedeni kabul edilmiştir. Davacı vekili, terditli olarak butlanın tespitini istemiş ise de; davaya konu genel kurul kararlarının içeriği itibariyle kanunun emredici hükümlerine aykırılık bulunmadığı, TTK’nın 447. maddesinde düzenlenen butlan sebeplerinin bulunduğu kanıtlanmadığından, butlanın tespiti talebinin de reddi gerekmiştir. Davada, terditli olarak açılmış olup üçüncü talep, dava konusu 7 nolu kararın TTK’nın 445. vd. maddeleri uyarınca iptali istemine ilişkindir. TTK’nın 445. maddesinde, ”446. maddede belirtilen kişiler, kanun ve esas sözleşme hükümlerine, özellikle dürtüstlük kuralına aykırı olan genel kurul kararları aleyhine karar tarihinden itibaren üç ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesinde iptal davası açabilirler” denilmiştir. TTK’nın 446. maddesinde de iptal davası açabilecek kişiler sayılmış ve toplantıda hazır bulunup da karara olumsuz oy veren ve bu muhalefetini tutanağa geçirten, toplantıda hazır bulunsun ya da bulunmasın, olumsuz oy kullanmış olsun ya da olmasın, çağrının usulüne uygun yapılmadığını, gündemin gereği gibi ilan edilmediğini, genel kurula katılma yetkisi bulunmayan kişilerin veya temsilcilerinin toplantıya katılıp oy kullandıklarını, genel kurula katılmasına veya oy kullanmasına haksız olarak izin verilmediğini ve yukarıda sayılan aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olduğunu ileri süren pay sahipleri, yönetim kurulu ve yönetim kurulu üyelerinden her birinin iptal davası açabileceği belirtilmiştir. Dava konusu 7 nolu kararın 05.10.2016 tarihli genel kurul toplantısında alındığı, davanın açıldığı 08.02.2019 tarihi itibariyle üç aylık hak düşürücü sürenin dolduğu anlaşılmaktadır. Davacının toplantıyı erken terkettiğinin sabit olduğu kabulünde dahi, davanın üç aylık hak düşürücü süre içinde açılması gerekir. Bu durumda, iptal talebinin de hak düşürücü süre yönünden reddi gerekir. Davanın reddine karar verilmekle, ilk derece mahkemesince verilen ihtiyati tedbir kararının da kaldırılması gerekmiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, davalı vekilinini istinaf başvurusunun kabulü ile İlk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılarak davanın esas hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, neticede davanın reddine ve ihtiyati tedbirin kaldırılmasına dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçelerle; HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca davalının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılarak davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm verilmesine, bu doğrultuda; 1-Genel kurul kararının yoklukla malul olduğunun tespiti talebinin ve batıl olduğunun tespiti talebinin reddine, 2-Terditli olarak ileri sürülen genel kurul karanın iptali talebinin, hak düşürücü süre yönünden reddine, 3-İlk derece mahkemesince yargılama sırasında şirkete ait taşınmazlar üzerine konulan ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasına; talep halinde bu konuda ilgili tapu sicil müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, 4-İlk derece mahkemesince, istinafa konu hükmün 3. maddesiyle şirketin temsiliyle ilgili olarak konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasına, 5-Alınması gerekli 59,30 TL harçtan, peşin olarak yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 14,90 TL harcın davacıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına, 6-Davacı tarafça sarf edilen yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 7-Davalı tarafından yargılama gideri yapılmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, 8-Karar tarihinde yürürlükteki AAÜT uyarınca belirlenen 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, 9-Artan gider avanslarının, yatıran tarafa iadesine, 10-İstinaf aşamasındaki yargılama giderleri yönünden; a)Davalı tarafça yatırılan 148,60 TL istinaf başvuru harcının Hazineye irad kaydına; davalı tarafından yatırılan 54,40 TL peşin istinaf karar harcının, talep halinde davalıya iadesine, b)Davalı tarafça sarf edilen 148,60 TL başvuru harcı giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 11-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.2. maddeleri uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 10.06.2021 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361.maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.