Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/1549 E. 2023/1579 K. 11.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1549
KARAR NO: 2023/1579
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/03/2020
NUMARASI: 2016/1007 E. – 2020/139 K.
DAVANIN KONUSU: Ticari Şirket (Genel Kurul Kararının İptali İstemli)
Taraflar arasındaki genel kurul kararlarının iptali ile yok hükmünde olduğunun tespiti davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalı şirkette müvekkili davacının muris …in mirasçısı olması nedeniyle veraset ilamı gereği pay sahibi olduğunu, şirketin yönetim kurulunun …, … ve …den oluştuğunu, şirket yönetim kurulu eski başkanı …in 22/09/2015 tarihinde vefat ettiğini, bu tarihten sonra … ve …’in şirket yönetimini fiilen ele aldığını, şirketi zarara uğratmaya ve borçlandırmaya yönelik malvarlığını azaltan işlemler yapmaya başladıklarını, … Sağlık Hizmetleri AŞ’nin tüm diğer grup şirketlerinin hâkim hissedarı olduğunu, bu şirketlerden özellikle … AŞ’ye Makedonya/Üsküp’te yapmayı üstlendikleri …-… projelerine finansman sağlandığı iddiasıyla yüksek miktarlarda sermaye taahhüdünde bulunulduğunu, … AŞ aracılığıyla yurtdışına yüksek miktarlarda para transfer edildiğini, müvekkilinin şirkette araştırmaları sırasında şirketin kasten iflasa sürüklendiğini, şirketin hisse sahibi olduğu diğer şirketlere yüksek miktarlarda avans ve sermaye taahhüdü verilerek şirket varlığının azaltıldığını, bu şekilde şirketin zarara uğratıldığı konularında bilgi sahibi olduğunu, bu hususlarda soru sorup bilgi edinmek istediğinde …’in şiddet ve tehdidiyle karşılaştığını, davalı şirketin hissedarı olan müvekkilinin yasanın kendisine tanıdığı ortaklık haklarının kullanmasına fiziken ve fiilen yönetim kurulu başkanı tarafından engel olunduğunu, davacının davalı şirket yönetim kurulu başkanı … hakkında uzaklaştırma ve koruma kararı aldırdığını, davacının şirketin olağan genel kurul toplantısına katıldığında dahi yönetim kurulunun fiziksel ve sözlü şiddetine maruz kaldığını, yönetim kurulu başkanının bu tavırlarının yegane nedeninin davacının şirket yönetiminde yapılan usulsüzlükler hakkında bilgi sahibi olması ve bu konuda sorular yöneltmesi olduğunu, şirket yöneticilerinin şirkete hesap vermeden dilediği gibi yönettiğini, diğer şirketlere yüksek miktarda avans ve sermaye taahhüdü aktardığını, şirketi borçlandırdığını, şirketi iflasa sürüklediğini, malvarlığının azaltıldığını, finansman sağlanacak yurtdışı projeleri gerekçe göstererek şirket varlıklarının yurtdışma çıkarıldığını, proje maliyetinin neredeyse dört katı fazla gösterildiğini, davacının ortaklık haklarının kullandırılmadığını, usulsüz olarak şirketin borçlandırıldığını, … AŞ’nin 15/07/2016 tarihli olağan genel kurul toplantısında gündemin yedinci maddesinde şirket sermayesinin 80.000.000 TL’den 158.000.000 TL’ye çıkarılmasına karar verildiğini, artırılan 78.000.000 TL sermayenin tamamının davalı tarafından taahhüt edildiğini, bu konudaki genel kurul kararının iptalinin dava edildiğini, yine davalı şirket tarafından iştiraki olan … AŞ ve … AŞ’ye 20.000.000 USD para gönderildiğinin tespit edildiğini, bu konuda da pay sahiplerine ve yönetim kuruluna hiçbir şekilde bilgi verilmediğini, davalı şirket yönetim kurulu üyelerinin diğer grup şirketlerinin de yönetiminde olduklarını, kimseye hesap vermeden diğer ortaklara bilgi vermeksizin gerektiğinde baskı ve şiddet uygulayarak usulsüz işlemler ile şirketi yönetmeyi yöntem hâline getirdiklerini, dava konusu usulsüzlüklerin tek tek tespit edilmesi gerektiğini, iptali istenen davalı şirketin 13/07/2016 tarihli genel kurulda alınan kararlardan, 3 nolu kararının iptalinin talep edildiğini, bu kararda davalı şirketin 2015 yılına ait yönetim kurulu faaliyet raporu ve finansal tablolarının kabul edildiğini, davacının karara muhalefet ettiğini, tablolarda belirtilen rakamların fiktif olduğunu, gerçek maliyet ve verilerin yönetim kurulu üyelerine çıkar sağlamak maksadıyla diğer hissedarlardan gizlendiğini, gerçek rakamların bilirkişi incelemesi vasıtasıyla ortaya çıkacağını, genel kurulda alınan 4 nolu kararda yönetim kurulu üyelerinin ibrasına karar verildiğini, mevcut yönetim kurulu tablolarının fiktif verilerle oluşturulduğunu, gerçek maliyetle verilerin yönetim kurulu üyelerine çıkar sağlamak maksadıyla gizlendiğini, usulsüz işlemler gerçekleştirildiğini, 5 numaralı kararda davalı şirketin denetçi raporu kabul edildiğini, denetçi atandığını, gerçek maliyet ve gerçek verilerin saklandığımı, 6 numaralı kararda davalı şirketin yönetim kurulunun yeniden göreve seçildiğini, bu davanın açılmasına neden olan tüm usulsüz işlemleri gerçekleştiren, gerçek dışı rakamlarla fiktif tabloları oluşturan, birden fazla sermayedarın lehine şirketi borçlandıran, zarara uğratan ve iflasa sürükleyen, gerçek verileri gizleyen yönetim kurulu üyelerinin seçilmelerinin sakıncalı ve yasaya aykırı olduğunu, alınan kararın iptali gerektiğini, 7 nolu kararla şirketin kâr dağıtımı yapılmamasına karar verildiğini, yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait malvarlığı değerleri ile lüks içerisinde yaşam sürdüğünü, bu değerleri Makedonya’da yürütüldüğü belirtilen projeleri gerekçe göstererek sürekli yurtdışına çıkardığını, kâr dağıtımına engel olarak diğer ortakların herhangi bir ödeme yapılmaksızın haksız çıkar sağlamaya devam edildiğini ileri sürerek, 13/07/2016 tarihli genel kurulda alınan 3,4,5,6 ve 7 no’lu kararların iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davacı vekili, 19/06/2018 tarihli ıslah dilekçesi ile; davalı şirketin ortaklık yapısının % 71,05 hissenin muris …’e izafetle mirasçıları, % 28,94 hissenin şirketin kendisine aldığı hisseler olduğunu, anonim şirketlerin kendi hisselerinin %10’undan fazlasına sahip olamayacağını, % 0.01 ise diğer hissedarlardan oluştuğunu, davalının kendi hisselerini, hissedarı olan … Turizm İşletme ve Ticaret AŞ’nin bölünmesi sonucu iktisap ettiğini ancak bu bölünmenin durdurulmuş olduğunu, bu iktisabın geçersiz olduğunu, mirasçılar arasında arasında paylaşılmamış, el birliği mülkiyeti söz konusu olup, tüm varislerin birlikte hareket etmesi, genel kurulda müşterek bir temsilci tarafından temsil edilmesi gerektiğini, ancak mirasçıların hisselerini müşterek temsil kuralı gereğince topluca temsilci vasıtası ile kullanmayarak sanki paylı mülkiyete geçilmiş gibi münferiden toplantıya katıldığını ve kararların da oy birliği ile alınmadığı hâlde, oylarının kararı etkili olacak şekilde geçerli sayıldığını, dolayısı ile el birliği halindeki mülkiyete sahip hissedarların münferiden toplantıya katılma hakkı olmadığı hâlde katılmaları ve oylarının karara etkili olması, geçersiz oyların sonuç doğurmayacağı nedenleri ile ortada kanuna ve esas sözleşme hükümlerine uygun bir genel kurul toplantısı bulunmadığını, bunun yanında, TTK’nın 389. madde hükmü gereği şirketin kendi hisseleri için donma söz konusu olduğunu, emredici bu hükme göre şirketin kendi hisseleri ile toplantıya katılıp oy kullanamayacağını, toplantıya katılma hakları olmayanların toplantıya katılmasının mevzuata şeklî aykırılık teşkil etmesi karşısında bu şekilde toplanan genel kurulun, yok hükmünde olup mutlak butlanla malul olduğunu, bu şekilde seçilen yönetim kurulunun da yasaya uygun seçilmediğini, şirketi temsil ilzam edemeyeceğini, yetkisiz ve geçersiz yönetim kurulunun, şirketin hakim hissedarı olduğu … Sanayi Ticaret AŞ’nin Makedonya Üsküp’teki projelerini gerekçe göstererek, şirketin varlıklarını elden çıkardığını, ortaklardan mal ve para kaçırdığını, davalı şirketin bilançolarını tamamen fiktif işlemlerle şişirdiklerini, hiçbir şekilde kâr payı dağıtılmadığını, bütün nakitlerini de Makedonya’ya gönderdiklerini, genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunu, davayı tamamen ıslah ettiklerini ileri sürerek, davalarının tamamen ıslahı ile 13/07/2016 tarihli genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun, mutlak butlanla malul olduğunun tespitine karar verilmesini, ayrıca şirkete kayyım atanması yönünde tedbir kararı verilmesini istemiştir.Davalı vekili, savunmasında özetle; davacının bir başka mahkemede açtığı genel kurul iptal davasının reddedildiği, davacının davada taraf ehliyeti bulunmadığını, vasiyetnamenin infazının henüz gerçekleşmediğini, davacının davalı şirkette pay sahibi bulunmadığını, pay defterine kaydı bulunmadığını, tereke temsilcisi olarak atanan Av. …’ün davacıyı şirket genel kurulunda temsil ettiğini, terekeye bağlı hakların da bu temsilci marifetiyle kullanılması gerektiğini, davacının taraf sıfatı bulunmadığını, genel kurul toplantısına alınan tüm kararların usulüne uygun olarak alındığını, davacının genel kurulda söz alıp konuştuğunu, tüm sorularının yönetim kurulu üyesi … tarafından yanıtlandığını, tüm aile şirketlerine ilişkin denetim raporlarının kendisiyle paylaşıldığını, tüm belgelerin incelenmek üzere şirket merkezinde hazır bulundurulduğunu, davacı tarafından açılan davalara şirkete ilişkin mali ve hukuki tüm belgelerin sunulduğunu, tüm bunlara rağmen davacının ortaklık haklarının kullandırılmadığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, davacı tarafından hiçbir somut delil gösterilmemiş olduğunu, gerçekten uzak ve soyut iddialar öne sürüldüğünü, 3 nolu karar bakımından kararın davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla kabul edildiğini, tablolarda belirtilen tüm rakamların gerçek olduğunu, aksi bir delil sunulmadığını ve afaki iddialarda bulunulduğunu, 4 nolu karar bakımından yönetim kurulu üyelerinin davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla kabul edildiğini, yönetim kurulu üyelerinin kendi ibraları için oy kullanmadığını, tablolarda belirtilen tüm rakamların gerçek olduğunu, 3 nolu karar için yapılan açıklamaların tekrar edildiğini, 5 nolu karar bakımından kararın davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla kabul edildiğini, iptal gerekçelerinin mantıklı bir izahı bulunmadığını, tüm denetim raporlarının usulüne uygun olarak verildiğini, usulüne uygun olmayan hususların açıklanması gerektiğini, muğlak hususları davacının açıklaması gerektiğini, 6 nolu karar ile üç yıl süre ile görev yapmak üzere yönetim kurulu üyeliklerine …, … ve …’in davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla seçildiğini, bu kararın iptal gerekçesinin kabulünün söz konusu olamayacağını, karşı tarafın iddialarının hiçbir belgeye dayandıramadığını, 7 nolu karar ile kâr dağıtımı yapılmamasına davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla karar verildiğini, iptal gerekçesinin kabulünün mümkün olmadığını, yatırım aşamasında olan bir şirketin kâr dağıtımı yapmasının beklenemeyeceğini, davacının iddialarının somut dayanaktan uzak ve mesnetsiz olduğunu, kurumsal bir şirket olan müvekkili şirketin her işleminin kanuna uygun ve durumun belgelerle sabit olduğunu, davacı tarafın iddialarının kötü niyetli olduğunu, gerçekle bağdaşmadığını, haksız ve mesnetsiz taleplerin reddi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Davalı vekili, ıslah dilekçesine karşı sunduğu savunmasında özetle; davacının açtığı İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/31 Tereke sayılı dosyası ile terekeye temsilci atanmasını talep ettiğini ancak daha sonra bu davadan feragat ettiğini, dolayısı ile atanan tereke temsilcisinin görevinin bitmesi sebebiyle 13/07/2016 tarihli genel kurul toplantısına katılmadığını, davacının bu şekilde kararların yokluğunu ileri sürerek çelişkili işlem yaptığını ve kötü niyetli davrandığını, murisin vasiyetnamesine uygun şekilde miras payları oranında pay defterine kaydedildiğini, yasal ve atanmış mirasçıların genel kurula davet edildiğini, şirketin hisseleri bakımından objektif kısmi paylaşmanın gerçekleştiğini, zira terekedeki bir kaç mal varlığının bu şekilde paylaşılmasının mümkün olduğunu, gerek TTK’nın 494/2 gerekse diğer hükümlerinde murisin paylarını mirasçıların miras payları oranında iktisap etmesine yasal bir engel bulunmadığını, bundan ayrı olarak müvekkili şirketin kendi paylarını külli halefiyet çerçevesinde tamamen kanuna uygun olarak elinde bulundurduğunu, şirket kendi paylarının %28,95 olduğunu, 24/08/2015 tarihinde bu iktisabının dayanağının ticaret sicilde tescil edildiğini, bu tür iktisabın istisnai olduğunu, TTK’nın 384. maddesine göre hukuka uygun olarak iktisap edilse bile bu payların elden çıkarılması gerektiğini, kanuni limitin esas sermayenin %10’unu aşmaması olduğunu, bu payların elden çıkarılması için üç yıl öngörüldüğünü, bu üç yıllık sürenin müvekkili için 24/08/2018 tarihinde dolacağını, bu kapsamda 17/07/2018 tarihli olağanüstü genel kurulda müvekkilinin kendi iktisabındaki paylarının oranını azaltarak iç kaynaklardan sermaye arttırımına gidileceğini, bu payların da genel kurul hazirun cetvelinde gösterilmesi gerektiği düşünüldüğünden yer verildiğini, ayrıca şirketin kendisinin bu paylar için oy kullanmasının genel kurulunda sonucu dahi etkilemediğini, payların %72’sinin genel kurulda temsil edildiğini ve toplantı nisabının şirketin kendisinin payları nazara alınmasa dahi oluştuğunu, kararların da davacının olumsuz oyları dışında oy birliği ile payların %65’i ile karar alındığını savunarak, davacının ıslah gerekçelerinin ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Dava, genel kurul kararın iptaline yönelik olarak açılmış, akabinde davacı davayı nisap oranları yönünden ıslah etmiş olup bu yönü itibariyle dava 6102 sayılı TTK m.446 hükmünden kaynaklanmaktadır.Uyuşmazlık asıl dava ve akabinde ıslah edilen hali ile talebe konu genel kurul kararının hükümsüzlüğün ve iptalinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. Uyuşmazlık ile ilgili mevcut ıslah talebi karşısında genel kurul kararının hükümsüzlüğüne karar verilmesine ilişkin ıslah talep içeriği öncelikle incelenecektir. Zira dava dilekçesinde belirtilen vakıaların ıslah olunması durumunda artık uyuşmazlığa konu olan vakıalar ele alınırken ıslah beyanının göz ardı edilebilmesi mümkün değildir.6102 sayılı TTK. m.446 hükmü somut uyuşmazlığa dayanak madde olup bu hükümde iptal davası açılabilecek kişiler sayılmıştır… Somut olayda, davacıya toplantı çağrısı usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş esasen davacı toplantıya katılmıştır.Buna göre davacının genel kurul kararının iptali noktasında yasadan kaynaklanan hakkının şeklen var olduğu açıktır. Buna göre yapılan incelemede; a)Davacının,genel kurul kararlarının hükümsüzlüğüne dair karar verilmesi talebi kanuna uygun şekilde nisap oranlarının sağlanamamış olması nedenine dayanmaktadır. Islah dilekçesi ile bu vakıa esasen eklenmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, iptal talebine konu 13/07/2016 tarihli genel kurulda oy kullanan mirasçılar, miras bırakan …’in mirasçılarıdır. Adı geçen mirasçılar davalı şirketin 29/12/2015 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında oy kullanmış ve hazirun cetvelini imzalamışlardır. İptal talebine konu genel kurul toplantısında da gerek dosyamız davacısı ve gerekse …’in diğer mirasçıları hazır olmuşlar, bu şekilde münferiden yapılan oylamada oy hakkını kullanmışlardır.Şüphesiz ki ve genel kural olarak iştirak halinde mülkiyette, mülkiyet taksim olunmadığı sürece mirasçılar TMK m.640/f.1 hükmü uyarınca terekedeki tüm hak ve borçlar konusunda ortak durumdadırlar. Bu nedenle TMK m.640/f.2 hükmü uyarınca ise mirasçılar terekeye ait tüm haklar üzerinde birlikte tasarruf edeceklerdir. Bir başka deyişle her bir mirasçının payı üzerinde tek başına kullanabileceği hakkı paylaşım olmadığı sürece mevcut değildir. Zaten davacının ıslah talebinin dayandığı hukuki ve maddi vakıa dahi bu yöne ilişkindir. Davalı şirketin ortaklık yapısının %71,05 hissesinin … mirasçılarına ait olması karşısında, mirasçıların genel kurul toplantısında yapılacak oylama sırasında miras paylaşımı söz konusu olmaksızın, pay nedeniyle doğrudan genel kurula katılarak mirasçı olarak oy kullanma haklarının bulunup bulunmadığı da bu noktada büyük önem arz etmektedir.Davanın açıldığı tarih itibariyle 6102 sayılı TTK’nda hükümleri uygulanacaktır.6102 sayılı TTK m.494 hükmü somut olay açısından irdelenmeli,bu noktada mutlaka ve öncelikle tartışılmalıdır. TTK m.494 hükmüne göre; ‘Devir için gerekli olan onay verilmediği sürece, payların mülkiyeti ve paylara bağlı tüm haklar devredende kalır. Payların miras, mirasın paylaşımı, eşler arasındaki mal rejimi hükümleri veya cebri icra gereği iktisap edilmeleri halinde, bunların mülkiyeti ve bunlardan kaynaklanan malvarlığına ilişkin haklar derhal, genel kurula katılma haklarıyla oy hakları ise ancak şirketin onayı ile birlikte devralana geçer. Şirket, onaylamaya ilişkin istemi, aldığı tarihten itibaren en geç üç ay içinde reddetmemişse veya ret haksızsa, onay verilmiş sayılır.’ Yukarıda açıklanan hükmün 6762 sayılı TTK karşılığı mevcut değildir. Adı geçen hükümle ilgili kanun koyucunun gerekçesinde de açıklandığı üzere, anonim şirkette paylar miras, mirasın paylaşımı, eşler arasındaki mal rejimi hükümleri veya cebir icra gereği iktisap edilmişlerse anonim şirketin onayı bir anlamda, kurucu niteliği değerini yitirir. O halde, davacı diğer mirasçılar gibi murislerinin ölümü ile birlikte ve Kanun gereği pay sahibi durumuna gelmiştir. Buna göre 6102 sayılı TTK m.446 hükmü uyarınca genel kurul kararına yönelik iptal davası açma noktasında davacının pay sahibi olduğu, aktif sıfat sahibi olduğu öncelikle kabul edilmiştir. Hal böyle olunca kanun koyucunun anonim şirketteki pay sahibinin vefat etmesi durumunda vefat eden pay sahibine ait payların, miras yolu ile mirasçılar tarafından iktisap edilebileceği, açıklanan yeni düzenleme nedeni ile kabul edilmelidir. Bu suretle adı geçen hükmün en önemli özelliği, anonim şirketlerde miras yolu ile geçen bu paylara ilişkin mülkiyet ve bunlardan kaynaklanan mal varlığına ilişkin hakların derhal mirasçılara geçebileceği istisnai olarak düzenlenmiş olmasıdır. Kanun koyucu, murisin terekesi üzerinde miras payı bulunan mirasçıların terekeden doğan haklarını kural olarak terekenin paylaşımına kadar bağımsız olarak kullanılamayacağına ait temel ilkeden ayrılmıştır. Nitekim limited şirketlerde de murisin vefatı sonrası mirasçıların, yapılan genel kurul toplantısına doğrudan katılmaları, genel kurul kararı almaları sonrası genel kurul kararının iptalinin bu açıdan mümkün olup olmayacağı Yargıtay tarafından da tartışılmıştır. Bu ilam içeriğine göre ‘TTK’nun 521/1. maddesine göre, bir payın miras yoluyla iktisabı için aranan herhangi bir şekil şartı bulunmadığı gibi, iktisap için diğer ortakların iznine de gerek yoktur. Bu nedenle, murisin ölümü üzerine paylar hiçbir işleme gerek kalmaksızın mirasçılarına intikal ettiğinden, iştirak hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmamaktadır. Bu itibarla, murisin paylarının gerçek kişi davacı ve dava dışı diğer ortaklar olan mirasçılarına, miras payları oranında intikal ettiğinin kabulü ile toplantı nisabı konusunda değerlendirme yapılıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiş, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.'(Yargıtay 11 H.D. 2011/6203 E.2012/13489K.sayılı ilamı) Bu çerçevede anonim şirketlerde dahi payların miras olarak iktisap olunması halinde, bunların mülkiyetinin ve bunlardan kaynaklanan mal varlığına ilişkin hakların derhal geçmesinin kanun hükmüne uygun olarak benimsenmesi gerekir. Nitekim Yargıtay limited şirketler yönünden açıklanan şekilde kanun koyucunun amacını dikkate almıştır. Doktrinde de genel kurula katılma hakkının pay sahipleri için müktesep bir hak değil,vazgeçilemeyen bir hak olduğu,bu nedenle pay sahibinin rızası olsa dahi genel kurula katılma hakkının kaldırılamayacağı kabul edilmektedir.(Prof.Dr.Ünal Tekinalp, Ortaklıklar, Sayfa 501) Bu çerçevede anonim şirketlerde de her oy kullanan kişinin pay sahibi olabileceği düşünülebilir ise de her pay sahibinin her zaman oy hakkına haiz olduğu kabul edilemeyebilir. Nitekim kanun koyucu, anonim şirketler yönünden muristen intikal eden payın mirasçı tarafından derhal iktisap edileceğini, iştirak halindeki mülkiyet hükümlerine gerek bulunmadığını açıkça belirtmiştir. Buna mukabil somut olayda olduğu üzere anonim şirketlerde davacı dışında genel kurula katılan diğer pay sahibi mirasçıların genel kurula katılma ile oy hakları için şirketin onayı gerekmektedir. Şirket onayının varlığı bu noktada emredici bir düzenleme içermektedir. Şirket onayının murislerin vefatı ile pay sahibi olan mirasçılar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin hukuki açıdan değerlendirilmesi yapılırken genel kurula katılma ve buna bağlı olarak oy hakkının vazgeçilmez nitelikte bir hak olduğu, bu hakkın kullandırılmasının esas olduğu, bu çerçevede kanun metni de dikkate alındığında şirketin onayının olmadığı açıkça anlaşılmadığı sürece bu noktada pay sahipleri lehine yorum yapılması gerektiğinin kabulü kurumun amacına,şirketler hukukuna ve esasen kanun koyucunun amacına da uygun olacaktır. Somut olay açısından durum irdelendiğinde davalı şirketin %71,05 hissesinin …’e ait iken vefatı ile birlikte davacı da dahil olmak üzere halihazırda davalı şirkette pay sahibi olan diğer mirasçılara intikal ettiği, bu arada şirketin %28,94 payının ise şirketin iktisap ettiği kendi hisseleri olduğu kayden açıktır. Muris … mirasçılarından davacı dışındaki diğer pay sahiplerinin miras payı oranında pay defterine kayıtlarının yapıldığı, akabinde genel kurula bu kişilerin katılımlarının sağlandığı, davacının, davalı şirketteki payı ile diğer mirasçıların pay oranı gözetildiğinde diğer mirasçıların davalı şirketin çoğunluğuna haiz olduğu, nitekim bu çerçevede de davacı dışındaki diğer mirasçıların fiili olarak davacı ile aynı yönde hareket etmedikleri, nitekim bu çerçevede iptal talebine konu hususlar ile ilgili davacı dışındaki diğer mirasçıların oy kullandıkları, zaten tüm mirasçıların dahi adı geçen genel kurula şirket tarafından davet olunduğu, haklarının kullanılmasına yönelik olarak şirketin onayının gerçekleşmiş olduğu kabul edilmelidir. Gerek açıklanan mevcut durum ve gerekse genel kurul toplantı tutanağı ve hazirun cetveli ve mevcut aşama karşısında, davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma haklarıyla oy haklarının varlığı noktasında davalı şirket onayının bulunmadığının kabul edilmesi somut olay adaleti açısında da mümkün değildir. O halde davacı dışındaki diğer mirasçıların, genel kurula katılma hakları ile oy hakları noktasında davacıdan farklı yönde iradelerini ortaya koydukları, pay sahibi olan bu mirasçıların zaten sahip oldukları paylar nedeniyle şirketin çoğunluğunu temsil ettikleri, zaten bu nedenle de şirketin daveti üzerine genel kurula katıldıkları ve oy haklarını kullandıkları, şirket çoğunluğunu temsil eden bu kişilerin iradesinin tersine şekilde aksine bir karar alınmasının ise mümkün bulunmadığı, bu kabulün aynı zamanda hayatın olağan akışı ve dosya kapsamı ile de uyumlu olduğu kabul edilmiştir.Kaldı ki açıklanan duruma rağmen davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma ve oy kullanma haklarının geçerli olamayacağı yönündeki kabul iyi niyet kurallarına uygun değildir. Bu çerçevede … mirasçısı davacı dışındaki diğer tüm mirasçıların murisin vefatı ile birlikte davalı anonim şirketteki miras hisselerine isabet eden payı iktisap ettikleri, yeni getirilen TTK m.494 hükmü uyarınca … mirasçılarının iktisap ettikleri pay nedeniyle bunların mülkiyetini ve bunlardan kaynaklanan mal varlığına ilişkin her hangi bir işleme gerek olmaksızın derhal elde ettikleri, davacı dışındaki diğer mirasçıların iradelerindeki devamlılık, birlik ve davalı şirketteki çoğunluk pay sahibi olmaları, genel kurula davet olunmaları karşısında ise davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma hakları ile oy haklarının kullanılmasına şirketin onay vermiş olduğunun kabulü gerekir. Kaldı ki davalının da dayandığı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/323E.2016/806K. sayılı ilamının içeriği ve ilamı İstinaf yolu ile denetleyen İstanbul BAM 12.HD.2017/233E.2017/390K.sayılı ilamının içeriği dahi mevcut oy kullanılma halinin yokluk olarak değerlendirmemiş, özellikle re’sen ele alınabilecek bu hususa dair ilk derece mahkeme kararı kaldırılmamıştır. Bu durum dahi mahkememizce varılan sonuç ile uyum içindedir. Esasen özellikle dünyada olduğu gibi ülkemizde anonim şirketlerde kimi zaman en büyük pay sahibi tek kişi olabilmektedir. En büyük pay sahibinin ölümü durumunda anonim şirketlerin ticari faaliyetlerinin durmaması veya azalmaması, buna bağlı olarak maliyetlerin artmaması ve zararlara yol açılmaması, şirketin operasyonel faaliyetlerinin etkilnememesi, şirketin performansının azalmaması açısından şirketin genel kurulların gerektiğinde hızlı ve ortak akıl ile karar alabilmesi büyük önem arz eder. Hele hala günümüzde küreselleşen dünyada, ortaya çıkan ani ekonomik veya sektörel belirsizlikler salgın hastalıklar veya ülkedeki mevzuatın değişmesi gibi durumlarda anonim şirketlerin değişen ve gelişen duruma uyumlu, hızlı karar alabilmesi daha önemli ve öncelikli bir hale gelmiştir. Hal böyle olunca en büyük pay sahibinin mirasçılarının, şirketin genel kurulunda usulüne uygun karar alınabilmesi için iştirak halindeki mülkiyete ilişkin genel hükümlerle bu hukuki sorunun aşılması mümkün değildir. Zaten kanun koyucunun, genel kurala bu yönden istisna getirmesi günümüz ekonomik koşulları ile uyumludur. O halde en büyük pay sahibi öldüğü zaman mirasçıların paya bağlı haklarını derhal kullanmaları bu yönü itibari ile kanun koyucunun da amacına uygundur.Buna göre sonuç olarak 6102 sayılı TTK’nın emredici hükümleri karşısında gerek kanuna aykırılık ve gerekse nisap oluşmaması nedeniyle genel kurul kararlarının hükümsüzlüğü talebinin kabulü mümkün değildir.O halde şirketin, TTK m.389 hükmü uyarınca oy hakkı kullanamayacağı kabul edilse dahi mirasçıların paya ilişkin haklarını kullanmasında kanuna bir aykırılık bulunmadığı, bu itibarla genel kurul kararının alınmasında yeterli nisabın kanuna uygun şekilde oluştuğu da mahkememizce değerlendirilmiştir. Buna göre mevcut ıslah talebi gözetildiğinde nisap oranlarının oluşmadığı gerekçesi ile genel kurul kararlarının hükümsüzlüğünün kabulü mümkün değildir. b)Taraflar arasında tespit edilen uyuşmazlık konuları çerçevesinde alınan bilirkişi raporları gözetilerek iptale konu ve dava dilekçesinde belirtilen diğer gündem maddeleri açısında da ayrıca irdeleme yapılmasında fayda bulunmaktadır.Bu irdeleme HMK m.319 hükmü gereği dava dilekçesindeki vakıalar ıslah edilmiş hali de gözetilerek yapılacaktır. Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu üç(3) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi bulunmaktadır. Talebin dayanağı finansal tablo ve faaliyet raporundaki veri ve rakamların gerçeği yansıtmadığı iddiasına dayanmaktadır. Bu noktada davalı şirketin bilanço ve finansal tablolarına ilişkin olarak özellikle kök raporda ve ek raporda yapılan incelemelerde ticari defterlerin usulüne uygun tutulduğu, usulüne uygun olarak gerekli kayıtların yapıldığı açıkça belirtilmiştir. Kaldı ki finansal tablo ve faaliyet raporundaki veri ve rakamların gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddia soyut nitelik taşımakta olup bu noktada iddianın varlığını ortaya koyan başkaca somutlaştırılmış vakıa bulunmamaktadır. 6100 sayılı HMK m.194 hükmü karşısında iddiasının dayanağı vakıaları somutlaştırmayan taraf bu durum nedeni ile aleyhine doğacak sonuçları kabul etmiş sayılmalıdır. Nitekim kanun maddesinin gerekçesi de bu noktada açıktır. Bu hali ile kayıtların fiktif olduğu yönündeki iddiaya konu genel kurulda alınan üç(3) numaralı gündem maddesinin iptali talebi açısından herhangi bir aykırılık durumu somut olarak ileri sürülmediği gibi alınan bilirkişi raporlarında da bu yöne ilişkin tespit edilmiş bir durum mevcut değildir. Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu dört(4) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkindir.Bilindiği üzere 6102 sayılı TTK m.436/f.2 hükmüne göre oydan yoksunluk yönetim kurulu üyelerinin kendilerine ait paylardan doğan oy hakları ile sınırlı olup, başka bir ortağa vekaleten kullanılan oylar, oy yoksunluğu kapsamında sayılmamıştır.6102 sayılı TTK’nın ‘Oydan Yoksunluk’ başlıklı 436. maddesinde ‘Pay sahibi kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme veya herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamaz. Şirket yönetim kurulu üyeleriyle yönetimde görevli imza yetkisini haiz kişiler, yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmelerine ilişkin kararlarda kendilerine ait paylardan doğan oy haklarını kullanamaz.’ hükmü yer almaktadır. İptal talebine konu gündem maddesinde,davalı anonim şirket ile ibrasına ilişkin karar alınan yönetim kurulu üyeleri arasında kişisel nitelikteki bir şeyin görüşülüp karara bağlanması söz konusu değildir.6102 sayılı TTK’da oydan yoksunluk haline ilişkin mevcut düzenleme, anonim şirketin pay sahiplerinin oy hakkına ve bunun doğumuna ilişkin 434. ve 435. maddeleri gözetildiğinde istisnai nitelikte olup istisnai hükümlerinin yorum yoluyla genişletilmesi zaten mümkün değildir.Bu çerçevede kök bilirkişi raporunda da açıkça belirtildiği üzere yönetim kurulu üyelerinin kendi ibralarına ilişkin oy kullanmamış olduğu dahi sabittir.O halde bu yönü ilişkin davacı vekilinin soyut nitelikteki talebinin kabulü mümkün değildir.Zaten davalı şirketin defter ve kayıtlarında fiktif işlemler olduğu yönündeki iddianın somutlaştırılamamış olması ve ispatlanamadığının anlaşılması karşısında da bu yöne ilişkin olarak yönetim kurulu üyelerinin ibra olunmasına dair kararın iptal talebinin de dayanağı yoktur.(Yargıtay 11.HD 2016/1187E.2018/4500K.sayılı ilamı).Ortada somut nedenler yokken genel kurulun ibradan kaçınması ise dürüstlük kuralına aykırı düşer (Prof.Dr.Ersin Çamoğlu,Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu,İstanbul,2.Baskı,S.231).Bu haliyle gerekli vakıa somutlaştırmasının bu noktada yapılamadığı dikkate alındığında ispatlanmış bir durum bulunmadığı, bu haliyle bu yöne ilişkin genel kurul kararının iptali talebinin de mümkün olmadığı yönünde mahkememizce varılan karar,Yargıtay ve doktrin görüşleri ile dahi uyum içindedir.Davalı şirketin kayıtlarının muhasebe ilkelerine aykırı düzenlendiği noktasında ciddi ve somut bir vakıa ve delil ile ispatlanmış bir durumun varlığının anlaşılamaması,kök ve ek bilirkişi raporunda da defterlerin ve kayıtların usulüne uygun olarak tutulduğunun bir çok defa vurgulanmış olması, iptal talebine esas kılınan davalı şirketin yatırım yapmasının ise teknik açıdan uygun olup sözleşme bedelinin de piyasa şartlarına uygun olduğunun açıklanması,yine muris … vefatının ardında da satışların artmasının söz konusu olması,teknik açıdan davalı firmanın iyi niyetli olduğu yönünde de hak ediş konularında da ehil olan İnşaat Mühendisinin yer aldığı bilirkişi kurulunda kanaat oluşması,şirketin iyi niyetli olmadığının bu suretle anlaşılamadığının tespit edilmiş olması,ayrıca ve özellikle davalı şirketin mali yapısının dahi mevcut öz varlıkları itibariyle batık olmak bir yana güçlü dahi olması,davalı şirketin batık durumda bulunmaması,avans ve alacak hesaplarının da yapılan incelemede somutlaştırılan vakıalar karşısında usulüne uygun olarak tutulmadığında dair bir kaydın tespit olunamaması,dava dışı … Ticaret A.Ş yönünden de kayıtların usule uygun ve karşılıklı olarak işlemiş olması karşısında yönetim kurulunun bu noktalarda dahi ibrasına dair genel kurul kararının iptaline dair talebin kabulü mümkün görülmemiştir.Kaldı ki ibra kararına rağmen, ibra kararına muhalif kalan davacı pay sahibinin yönetici ve denetçiler hakkında sorumluluk davası açabilmesi dahi imkan dahilindedir.(Yargıtay 11.HD .2009/5573E.2010/11744K.sayılı ilamı).Yargıtay 11.HD yerleşik olarak kabul ettiği üzere genel kurulun ibra kararları, şirket yöneticilerinin zarara yol açtığı iddia olunan işlem ve eylemlerinin genel kurulda tüm açıklık ve ayrıntıları ile irdelenmemiş ise sorumluluk davası açılması zaten mümkün olabilecektir.Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu beş(5) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise denetçilerin ibra olunmasına ilişkindir.Davacı vekilinin iptali talebinin dayanağının yönetimde usulsüzlükler yapıldığı,gerçek mahiyet ve verilerin saklandığı,buna rağmen denetçilerin görevlerini yerine getirmedikleri vakıalarına dayanmaktadır. Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere aynı olaylara dayalı olarak yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararın kanuna,esas sözleşme hükümlerine ve dürüstlük kuralına aykırı olduğu ispatlanamamıştır.Bir başka deyişle yönetim kurulu üyelerinin ibrasına dair kararın iptalini gerektirir bir vakıa ispatlanamamıştır.Bu durumda ise denetçilerin ibrasına ilişkin kararın iptalini gerektiren somut ve hukuken dikkate alınabilecek bir durum yoktur.Bu noktada yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararın iptali talebinin reddine dair oluşturulan gerekçe, davalı şirketin denetçileri açısından da benzerlik arz etmektedir.Sonuç itibari ile davacı vekili tarafından,davalı şirketin denetçilerinin ibrasına ilişkin alınan genel kurul kararının iptalini gerektirecek somut, objektif ve ciddi nitelikle bir ispat hali olmadığından ve gerekli somutlaştırma yapılamadığından bu yöne ilişkin genel kurul kararının iptali dahi mümkün dahi değildir.Davacı vekilinin,genel kurul kararına konu altı(6) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise yönetim kuruluna seçilmesi kabul edilen kişilerin seçilmesidir. Genel kurulda alınan ve iptali talep edilen bu karar yönetim kurulu üye seçimine ilişkindir.6102 sayılı TTK m.418 hükmüne göre “Genel kurullar bu Kanunda veya esas sözleşmede,aksine daha ağır nisap ön görülmüş bulunan haller hariç,sermayenin en az dörte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin varlığı ile toplanır.Bu nisabın toplantı süresince korunması şarttır.İlk toplantıda anılan nisaba ulaşılamadığı takdirde,ikinci toplantının yapılabilmesi için nisap aranmaz.Kararlar toplantıda hazır bulunanların oy çoğunluğu ile verilir.”Buna göre anonim şirketlerde yönetim kurulu üyesini seçme yetkisi esas olarak genel kurulun mutlak yetkisi dahilindedir. Genel kurulun, mutlak yetkisi dahilinde olan bir hususla ilgili somut olay açısından gerekli nisap şartlarının oluşması dahilinde bu seçimi yaptığı açıktır.Kaldı ki 6102 sayılı TTK m.359 ve m.363 hükümleri karşısında yönetim kurulu üyesi olarak seçilen kişilerin üye seçilmesine veya üyeliklerinin sonlanmasına yol açabilecek bir vakıa ileri sürülmemiş ve ispatlanamamıştır. Seçilen yönetim kurulu üyelerinin şirketi borçlandırarak zarara uğratan ve gerçek verileri gizleyen kişiler olduğu yönündeki iddia genel kurul tarihi itibariyle yönetim kurulu üyesi seçilmesine engel olabilecek nitelikte değildir. Zira bu konudaki iddia,genel kurul kararının alındığı tarih itibariyle soyut ve ispatlanamamış bir iddiadan ibarettir. Bu yöne ilişkin dayanılan vakıalar, kişilerin yönetim kurulu üyesi seçilmesine engel olabilecek nitelikte değildir.O halde davacı vekilinin adı geçen genel kurul kararının iptaline ilişkin dayandığı vakıalar kanun,esas sözleşme ve dürüstlük kuralları dikkate alındığında yönetim kurulu üyesi seçimine dair genel kurul kararının iptalini gerektirmemektedir.Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu yedi(7) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise kâr dağıtılmamasından kaynaklanmaktadır. Bu husus bir genel kurul kararının iptali talebi olarak kabul edilemez. ‘Öncelikle ve özellikle ifade etmek gerekirse, her ticaret ortaklığı gibi anonim ortaklığın nihai amacı kâr elde edip ortaklarına dağıtmaktır. Bu amaç, anasözleşmelerde yer almaz; çeşitli kanunlardaki kişi birliklerini ayıran, ‘müşterek gaye’ kıstasından ve ‘ortaklık’ kavramından doğar. Başka bir deyişle ‘anonim şirket kanunen yasak olmayan her türlü iktisadi maksat ve konular için kurulur’ (TTK madde 331) ve kâr elde etmek ve paylaştırmak nihai amacını elde etmek hedefine yönelir ve bu yolda çaba harcar. Ortaklığın bütün organları bu nihai amaca uygun kararlar almak zorundadır. Şirketin nihai amacının kâr elde edip ortaklara dağıtması esas olmakla birlikte anasözleşmeye konulacak hükümler yanında kanunda gösterilen nedenler bu genel ilkenin istisnalarını oluşturmaktadır. Bu istisnaların en önemlisi ve uygulamada da sıkça görülüp dava konusu uyuşmazlığa da konu olan TTK’nın 523/2. maddesindeki düzenlemedir. Anılan düzenleme gereğince genel kurul, aktiflerin yeniden sağlanabilmesi için gerekliyse, bütün pay sahiplerinin menfaatleri dikkate alındığında, şirketin sürekli gelişimi ve olabildiğince kararlı kâr payı dağıtımı yönünden haklı görülüyorsa, kanunda ve esas sözleşmede öngörülenlerden başka yedek akçe ayrılmasına da karar verebilir. TTK’nın 452. maddesinde belirtilen müktesep haklardan olan kâr payı hakkı ile bu hakkın istisnasını oluşturan TTK’nın 523/2. fıkrası arasındaki hassas dengenin kurulması zorunludur.”(Yargıtay 11.HD 2016/8800E. 2017/7610K.sayılı ilamı) Bu noktada gerek kök rapor gerekse ek rapor dikkate alındığında davalı şirketin Kuzey Makedonya’da yapılan inşaat faaliyetinde kiralama bedellerinin yüksek olması gibi bir durum olmaması sebebi ile projenin zarar eden projeden kâr eden projeye geçişinin sağlanamayacağı; ancak projenin iyi yönetilmesi durumunda ve yapılan planlamalar doğrultusunda 3.368.416,00 Avro değerindeki zararın iyi bir planlama ve fizibilite ile kapanma ihtimalinin olduğu sonucuna varıldığı, bu arada 2015 yılındaki net kârın +11.149.773,93 TL tutarında bulunduğu anlaşılmaktadır.Genel kurul kararının alınmış olduğu karar itibariyle mevcut avro kuru gözetildiğinde zararın o günkü kur itibariyle 11.000.000,00 TL’ye ulaşma ihtimali mevcuttur.Yatırım yapan davalı şirketin henüz bu yatırım faaliyeti sonlanmadan ve zarar ihtimalinin mevcudiyeti karşısında ihtiyatlı olması,bu süreci kontrol altında tutması, oluşabilecek riskleri de gözeterek süreci yönetmesi, şirket yönünden gerekli tedbirleri alması ve bu nedenle de kurumsal yönetim ilkelerini gözardı etmesi kabul edilemez.Nitekim davalı şirket yatırım aşamasında olmakla ve bilirkişi kurulu raporunda saptanan durumlar gözetildiğinde, yedi numaralı karar ile kâr dağıtımı yapılmaması noktasında almış olduğu karar kanuna,esas sözleşme hükümleri ve iyi niyet kaidelerine aykırı olmayıp bilakis kurumsal yönetimin sağlanması açısından alınması mümkün hatta gerekli bir karardır. O halde kurumsal yönetim ilkeleri,şirketin yapmış olduğu yatırımın niteliği,içeriği ve yatırımın henüz tam olarak sonuçlanmamış olması,kâr ile muhtemel zarar miktarları arasındaki mevcut uyum durumu, olası zarar ihtimali ve buna göre pay sahiplerinin menfaatleri dikkate alındığında yedi numaralı gündem maddesine dair genel kurul kararının iptali mümkün değildir.Bir başka deyişle bu yöne ilişkin alınan genel kurul kararı kanuna,esas sözleşme hükümlerine ve iyi niyet kaidelerine aykırı kabul edilemez. Davalı şirketin muhasebesel, finansal ve işletmesel açıdan olumsuz bir duruma sürüklenmesine, bu nedenle 13/07/2016 tarihli genel kurulun yok hükmünde olmasına yol açabilecek bir durumun var olduğunun mevcut ana sözleşme ve iyi niyet kuralları çerçevesinde söylenebilmesi mümkün değildir. Bir başka deyişle ciddi bir ekonomik değere haiz olan,çalışan bu şirketin açıklanan vakıalara dayalı olarak ve bu nedenlerle genel kurul kararlarının iptali mümkün değildir.İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64) Somut davada davacının finansal,işletmesel,muhasebesel yönden, 13/07/2016 tarihli genel kurul kararlarının yok hükmünde olmasını gerektirir veya iptalini gerektirir bir halin varlığını ispatlayamadığı sonucuna varılmıştır. Yapılan açıklamalar karşısında davacı vekilinin iptali talebine konu 15/07/2016 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan kararların ıslah talebinde açıklanan şekilde hükümsüzlüğü ile dava dilekçesinde açıklanan şekilde iptali noktasında davacının herbir talebi tek tek irdelendiği halde davanın kabulünü gerektirir durumun varlığı anlaşılamadığından davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine karar vermek gerekmiştir. ” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; yerel mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu, kararın hukuka uygun olduğunun kabulü halinde, miras ve mirasın intikalini düzenleyen TMK hükümleri ile sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemekerinde görülmekte olan terekenin re’sen yönetilmesi, terekenin resmi tasfiyesi, mirasın paylaşılması gibi davaların yok anlamına geleceğini, terekenin bir bütün olduğunu, terekeyi oluşturan her bir malvarlığı unsuru üzerinde elbirliği ile mülkiyet rejimi devam ettiğini, bu malvarlığı unsurları içerisine murisin taşınır ve taşınmaz malları girdiği gibi, menkul kıymetleri, nakit parası ve şirket hisselerinin de girdiğini, paylaşılması/bölünmesi en kolay olan görülen nakit paraların dahi ”Tereke Rejimi”nin bir bütün olarak değerlendirilmesinden dolayı, taraflarça yapılan bir miras taksim sözleşmesi veya paylı mülkiyete çevirme iradesi olmadığı için henüz paylaşılamadığını, muris …in nakit parası için dahi elbirliği ile mülkiyetten paylı mülkiyete çevirme davasının İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görülmeye devam ettiğini, zira Yargıtay HGK ve 11.HD’nin yerleşik içtihatlarında da paylı mülkiyete dönüşmeye yönelik mahkeme kararı veya miras taksim sözleşmesi arandığını, müvekkilinin hiçbir dilekçesinde, kendi münferit pay sahipliğini dile getirmediğini, müvekkilinin açmış olduğu davaların elbirliği rejimi altında dahi açılabilecek, tereke menfaatini gerektiren ve gecikmesinde sakınca olan davalar kabilinden olduğunu, öte yandan bir an için aksi bir düşüncede dahi mahkeme’nin salt açılan bu davanın görülebilmesi için ”tereke”ye temsilci tayin etmesi gerektiğini, nitekim davalı taraf da kaydi yönetim kurulu üyeleri ve aynı zamanda da …’in varisleri, gerek huzurdaki davada ve gerekse de taraflar arasında devam eden diğer ticari davalarda vermiş olduğu dilekçelerinde, ıslah tarihine kadar terekeye dahil olan davalı şirket hisselerinin paylaşılmadığını ve müvekkilin de münferit hak sahibi olmadığını beyan ettiğini, müvekkilinin hiç bir zaman münferit hak sahibi olduğunu iddia etmediğini, ancak davalı tarafın davanın başı ve ıslah sonrasındaki beyanlarının büyük bir tutarsızlık içerisinde olduğunu, bu tutarsızlığın amacının hukuki bir inanç ve hukuki bir görüş olmayıp günü kurtarmak ve yönetim kurulunda kalabilmek gayesi ile yapılan pratik bir menfaat arzusu olduğunu, davalı şirketin hazirun cetveli dikkatli bir şekilde incelendiğinde, … mirasçıları ve diğer pay sahipleri olmak üzere iki ayrı eksende hazırlandığını, örneğin, …, …, … ve … gibi varisler açısından, iki ayrı imza hanesi ve iki ayrı isim altında iki ayrı pay miktarı ve adedi gösterilerek hazirun cetveli hazırlandığını, birinci imza hanesinin başından … varisi olarak buton açılmış, diğer imza hanesinin başında ise şahsi payları açısından buton açıldığını, bunun nedeninin ise …’in vefatından sonra, elbirliği ile mülkiyetin devam etmesi ve müşterek temsil ilkesi olduğunu, … varisleri olarak aynı yönde oy kullanma olmaması hâlinde, …’in paylarının temsil edilemeyeceğinin kuşkusuz olduğunu, payların bu şekilde birleştirilmediğini, davalı şirketin ticari defterlerine yansıyan bütün alacak ve borç ilişkilerinin de … varisleri olarak yansıdığını, davalı şirket, … varislerini bir bütün olarak gördüğünü, hazirun cetvellerinin varisler arasındaki hukuki durumu belirleme niteliğinde olmadığını veya hazirun cetvelleri miras paylaşımı yapıldığı anlamına da gelmediğin, sadece katılımı gösterdiğini, ıslahtan sonra davalının 2019 yılı genel kurul toplantısında bu şekilde hazirun cetveli hazırlanmasından vazgeçildiğini, elbirliğiyle malik olanların … varisi olarak nitelendirilmediğini, …, … ve …’in sağlığında sahip oldukları hisseler ile elbirliği ile sahip oldukları hisseler (sanki bir miras paylaşımı gibi) birleştirilerek tek imza hanesi açıldığını, iki hazirun cetveli arasındaki bu açık farkın da davalı tarafın kötüniyetini ve bu davadaki haklılıklarını gösterdiğini, mahkemenin gerekçesine konu yaptığı TTK’nın 449/2’ye dayandırdığı görüşün bilirkişi heyeti tarafından da desteklenmediğini, doktrinde bu şekilde bir görüş de bulunmadığını, hiçbir kitapta bu yönde bir görüş olmadığını, uygulanış amacına, getiriliş sebebine ve kanundaki düzenleme yerine bakmaksızın, cımbızla çeker gibi, TTK’nın 494/2 maddesine istinaden davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, TTK’nın 449. maddesinin bulunduğu bölümün başı olan TTK’nın 491. maddesinin bulunduğu bölümün, genel olarak ”Nama Yazılı Pay Senetlerinin Devri”ni, özel olarak da ”Devrin Sınırlanması”nı, daha özel olarak da esas sözleşme ile getirilen devir sınırlamasını düzenlediğini, gerekçeli kararda TTK’nın 494. maddesinin 6102 sayılı Kanun ile mülga Kanun aksine getirilen bir yenilik olarak dile getirmiş olup sanki bu yeni hüküm ile şirkete onay hakkı verilmiş gibi bir izlenim uyandırıldığını, oysa ki 6102 sayılı TTK ile getirilen temel değişikliğin devir kısıtlamaları ve devir kısıtlamalarına dair hüküm ve sonuçlar olduğunu, TTK’nın 4901 ve 494/2 maddelerinin devir kısıtlamalarına getirilen istisnaları düzenlediğini, 6102 sayılı Kanun ile somut olayımıza özgü herhangi bir yeni hüküm ihdas edilmediğini, Kanunun, miras ve miras paylaşımı gibi hallerde, mülkiyet hakkının kayıtsız ve şartsız geçeceğini düzenlemek istediğini, ”miras” ile ”mirasın paylaşımı”nı birbirinden ayırdığını, varisler arasında birçok konuda anlaşmazlıklar bulunduğunu ve herhangi bir miras sözleşmesi olmadığını, müvekkili her ne kadar feragat etse de İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/31 Tereke Nolu dosyasının derdest olduğunu, şirketin sahip olduğu paylar açısından (%28,5) da donma söz konusu olduğunu, bunun genel kurulun nisaplarına da yansıdığını, tutanağın ve hazirun cetvelinin de Kanun’un amir hükümlerine aykırı düzenlendiğini, bütün bu durumların yokluk sebebi olduğunu, genel kurul kararının hükümsüzlüğü talep edildiğinden ve her ilgilinin bu talepte bulunabileceğinden, terekeye temsilcisi tayinine de lüzum bulunmadığını, TTK’nın 389. maddesi çok açık olarak donmayı emretmiş iken şirketin kendi payları için oy kullanmasının hükümsüz olduğunu, genel kurul kararlarının ve toplantısının yok hükmünde olduğunu, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davalı şirketin 13/07/2016 tarihli genel kurul toplantısında alınan kararların TTK’nın 447. maddesi uyarınca batıl ve yok hükmünde olduğunun tespiti talebine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı vekili, dava dilekçesi ile davacının, şirket hissedarı olan ve 22/09/2015 tarihinde vefat eden …’in mirasçısı olduğunu, alınan kararlara muhalefet şerhi konulduğunu, alınan kararların usule, yasaya ve ana sözleşmeye aykırı olduğunu ileri sürerek, davalı şirketin 13/07/2016 tarihli genel kurul toplantısında alınan 3,4,5,6 ve 7.gündem maddelerinin iptaline karar verilmesini istemiş; daha sonra sunduğu 19/06/2018 tarihli ıslah dilekçesi ile davayı tamamen ıslah ederek, söz konusu genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğu ileri sürerek, kararların yok hükmünde, batıl olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Öncelikle, davacı tarafça 19/06/2018 tarihinde ıslah dilekçesi sunulmuş ve dava ıslah edilerek genel kurulda alınan kararların yoklukla malul olduğunun tespitine karar verilmesi istenmiştir. Davacı vekilince verilen ıslah dilekçesi incelendiğinde, HMK’nın 180. maddesi uyarınca davanın tamamen ıslah edildiği, davacının davasının sebebini yani davasının dayanağı olarak göstermiş olduğu vakıaları değiştirdiği, nitekim ıslah dilekçesinde de davanın tamamen ıslah edildiğinin belirtildiği, genel kurulda alınan kararların iptali talebinin yerine genel kurulda alınan kararların yukarıda yazıl sebeplerle yoklukla malul olduğuna karar verilmesinin istendiği görülmektedir. Bu durumda mahkemece, davanın tamamen ıslah edildiği nazara alınarak sadece bu kapsamda inceleme yapılması gerekirken davacının ıslahtan önceki talebi olan iptal talebi yönünden de inceleme yapılıp iptal sebeplerinin oluşmadığına da karar verilmesi hatalı olmuştur.Davacı vekili ıslah dilekçesi ile; muris …’in vefatından sonra terekenin halen el birliği ile mülkiyet hükümlerine tabi olduğunu, paylı mülkiyete geçilmediğini, bu nedenle tüm mirasçıların birlikte hareket etmesi ve genel kurulda bir temsilci tarafından temsil edilmeleri gerekirken her bir mirasçının münferiden toplantıya katıldığını, oy kullandığını, oy birliği ile karar alınmamasına rağmen oylarının geçerli sayıldığını, mirasçıların münferiden toplantıya katılma hakları olmadığını, ayrıca, TTK’nın 389. maddesi uyarınca şirketin kendi hisseleri için donma söz konusu olduğunu, buna rağmen şirketin kendi hisseleri ile toplantıya katılıp oy kullanmasının yasaya, emredici hükümlere aykırı olduğunu ileri sürerek, genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Dosya kapsamındaki belgelerin incelenmesinden; davalı şirketin sermayesi ve payları toplamı itibari değerinin 30.292.844,76 TL olduğu, dava dışı hissedar …’in 22/09/2015 tarihinde vefat ettiği, İstanbul 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18/11/2015 tarihli ve 2015/1184 Esas, 1028 Karar sayılı mirasçılık belgesine göre murisin terekesinin 56 pay kabul edildiği, 13/07/2016 tarihli genel kurul toplantısı hazirun cetveline göre, muris … mirasçıları …’in 516.557.585,00 pay, davacı …, …, …, …, …, …’in miras payına göre paylarının itibari değerlerinin 221.381.822,00’şer pay sahibi oldukları, mirasçılar … ile …’in miras payına göre 1.106.909,11’er pay sahibi olduğu, mirasçılık hakları dışında …’nın 86.092.930 pay, …’in 37.025,00 pay, …, … ve …’in 25.000,00’er pay sahibi olduğu, bir diğer ortağın da … Sağlık Hiz. AŞ olduğu, davalı şirketin 876.849.180,00 kadar payına kendisinin sahip olduğu, genel kurul toplantısına tüm bu pay sahiplerinin çağrıldığı, onların da asaleten ve vekaleten toplantıya katıldığı, oy kullandığı anlaşılmıştır. Butlan, genel kurul kararının içeriği itibariyle kanunun emredici hükümlerine aykırı olmasını ifade ettiği hâlde yokluk, hukuki işlemin kurucu şekli unsurlarını düzenleyen emredici hukuk kurallarına aykırılık nedeniyle hukuki işlemin varlık kazanamamasını ifade eder.TTK’nın 447.maddesi genel kurul kararlarının butlanı halleri düzenlemiştir. Her ne kadar TTK’nın 445-451. maddeleri arasında genel kurul kararlarının iptali ile butlanı düzenlenmiş, yokluk yaptırımında söz edilmemiş ise de bu durum yokluğun bir hukuki işlem niteliğinde olan genel kurul kararları hakkında uygulanamayacağı, Kanunun koyucunun sadece iptal edilebilirlik ve butlan yaptırımına yer vermek istediği şeklinde anlaşılmamalıdır. Bir hukuk işlemin varlık şartlarını belirleyen Kanun koyucunun, o işlemin yokluğu ve yaptırımına da onay vermiş olduğunun kabulü gerekir (Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu, Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, İstanbul 2020, s.28-29,37). TMK’nın 640. maddesi uyarınca; murisin birden çok mirasçısının bulunması halinde, mirasın geçmesi ile birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir. Mirasçılar terekeye elbirliği ile sahip olurlar ve terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler. TMK’nın elbirliği mülkiyetini düzenleyen 701-703. maddelerine göre ise; elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. Ortakların hakları ve yükümlülükleri, topluluğu doğuran kanun veya sözleşme hükümleri ile belirlenir. Kanun veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, yönetim ve tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir. Elbirliği mülkiyeti malın devri, topluluğun dağılması veya paylı mülkiyete geçilmesiyle sona erer. Terekeye dâhil anonim şirket hisseleri bakımından da durum aynı olup hisseler, mirasçılara iştirak halinde mülkiyet hükümlerine göre intikal eder (Bknz: Yargıtay 11. HD’nin 2021/1080 E- 2022/4810 K sayılı, 13.06.2022 tarihli emsal kararı). Esasen TTK’nın 494/2.maddesinde, şirket paylarının miras yoluyla intikali hâlinde mirasçıların, payların mülkiyetini derhal kazanacağı hükme bağlanmış ise de mirasçıların hangi mülkiyet şekline göre payları iktisap edeceği düzenlenmemiştir. Mirasın intikali TMK’nın miras hükümlerine tabi olup mirasçıların terekeye dâhil mallar üzerinde el birliği şeklinde mülkiyet hakkına sahip olduklarına dair kural, anonim şirket hisseleri bakımından da geçerlidir. Esasen mirasçıların, terekeye dahil malları, mirasın açılmasıyla birlikte derhal iktisap edeceklerine dair kural TMK’nın 599/2.maddesinde de açıklanmıştır. Ancak mülkiyetin el birliği şeklinde olacağı aynı Kanun’un 640/2.maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu genel kurallardan, terekede yer alan bir şirket hissesi bakımından ayrılmayı gerektiren bir durum yoktur.Dosya içeriğine göre; davacı tarafından İstanbul 1.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/31 sayılı dosyası ile terekenin tespiti talepli dava açıldığı, daha sonra davacının bu davasından feragat ettiği, davanın feragat nedeniyle reddine karar verildiği, bu mahkeme kararından murisin vasiyetnamesinin İstanbul 2.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/1024 Esas sayılı dosyası ile açılıp okunmasına karar verildiği, dava dışı mirasçılar … ile … tarafından İstanbul 18. Sulh Hukuk Mahkemesinin 201/4 sayılı dosya ile terekenin tespiti davası açıldığı, bu dosyada verilen 01/03/2022 tarihli ara kararda murisin hissedarı olduğu şirketlerin tereke kapsamında olması sebebiyle bu şirketlere olağanüstü genel kurulların yapılması içi süre verilmesine karar verildiği görülmektedir.Bu bilgiler ışığında somut olayın incelenmesinde; muris …’in ölümü ile mirasçılara intikal eden paylar bakımından, henüz bir taksim yapılmamış olmakla, elbirliği mülkiyeti kurallarının geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Anonim şirketlerde paylar, paydaşın ölümü halinde, kendiliğinden iştirak hâli çözülerek mirasçılara intikal etmez. Bunun için öncelikle miras taksim sözleşmesinin yapılması veya TMK’nın 2. maddesine uygun şekilde, yazılı taksim sözleşmesine eşdeğer bir halin varlığının kanıtlanması ve mirasçılarca bu suretle şirkete başvurulması gerekir. Ancak somut olayda bu hallerin gerçekleşmediği, bilakis dava dışı mirasçılar … ile … tarafından İstanbul 18. Sulh Hukuk Mahkemesinin 201/4 sayılı dosya ile terekenin tespiti davası açıldığı, bu durumda tereke temsilcisi yerine, henüz kesinleşmemiş mirasçılık paylarına ilişkin her bir mirasçının ayrı ayrı dava konusu genel kurul toplantısına katılması ve oy kullanması usul ve yasaya aykırı olmuştur. Hâkim hissedar muristen mirasçılarına intikal eden %71,05 oranındaki hisse bakımından genel kurulda yasaya uygun bir temsil gerçekleşmediği gibi, mirasçılar da birlikte hareket etmemişlerdir. Diğer taraftan şirketin, %28,94 oranındaki kendi payları bakımından oy kullanma hakkı yoktur (TTK m.389) . Bu durumda toplantının TTK’nın 418. maddesindeki nisapla yapıldığından ya da kararların yeterli nisapla alındığından söz edilemez. Bu şekilde yapılan bir toplantıda alınan kararların yoklukla malul olduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle, ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesi yerinde görülmemiş ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile dava konusu genel kurul toplantında alınan kararların yoklukla malul olduğunun tespitine dair Dairemizce yeniden hüküm kurulması gerekmiştir. Kaldırma kararının sebebine göre davacı vekilinin diğer istinaf sebebinin incelenmesine gerek kalmamıştır. Açıklanan bu gerekçelerle; HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçelerle; Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.2 maddesi uyarınca kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm kurulmasına, bu doğrultuda; 1-Davanın kabulü ile İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünün … sicil numarasında kayıtlı davalı … Sağlık Hizmetleri AŞ’nin 13/07/2016 olağan genel kurul toplantısında alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespitine, 2-Harçlar Kanunu alınması gereken 269,85 TL maktu karar ve ilam harcından davacı tarafından peşin yatırılan 29,20 TL harcın mahsubuna, bakiye 240,65‬ TL karar ve ilam harcının davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından yatırılan 65,10 TL başvurma harcı ile 29,20 TL peşin harcın toplamı olan 94,30 TL harç giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca belirlenen 17.900,00 TL maktu vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 5-Davacı tarafından yapılan 422,90 TL tebligat ve müzekkere gideri, 8.900 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 9.322,90 TL yargılama giderinin, davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 6-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 7-Avanslardan artan kısımların, karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine, 8-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden;a)Davacı tarafından yatırılan 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvuru harcının Hazineye gelir kaydına,b)İstinaf kanun yoluna başvuran davacı tarafından yatırılan 54,40 TL peşin istinaf harcının, talep hâlinde, ilk derece mahkemesince davacıya iadesine, c)Davacı tarafından yatırılan 148,60 TL başvuru harcı gideri ile ayrıntısı UYAP’ta kayıtlı 187,10 TL posta ve tebligat gideri olmak üzere toplam 335,70 TL kanun yolu giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,d) Artan gider avansının karar kesinleştiğinde iadesine,9-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,10-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 11/10/2023 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361.maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.