Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2020/1108 E. 2023/291 K. 23.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1108
KARAR NO: 2023/291
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 03/10/2019
NUMARASI: 2016/1034 E. – 2019/594 K.
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Bankacılık İşleminden Kaynaklanan )
Taraflar arasındaki menfi tespit ve tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle menfi tespit talebinin kabulüne tazminat talebinin reddine dair verilen karara karşı, davacı ve davalı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili aleyhine … Banksası AŞ. tarafından 13.08.2013 tarihinde, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyası ile 568.879,22 USD takip başlatıldığını, alacağın dava sonra davalı … AŞ’ye temlik edildiğini, takip borçlularından … Tic. Ltd. Şti. ile temlik eden banka arasında 14.12.2006 tarihinde 1.500.000 USD bedelli genel kredi sözleşmesi düzenlendiğini ve bu sözleşmeye bağlı olarak 14.12.2006 keşide tarihli 1.500.000 TL bedelli vadesi belirlenmemiş bir adet bono düzenlenerek bankaya verildiğini, davacının anılan sözleşme ve bonoda kefil olarak yer aldığını, temlik eden banka ve icra dosyası borçluları arasında imzalanan 14.12.2006 tarihli genel kredi sözleşmesinin ödemeyle sona erdiğini ve teminat bonosunun 25.1.2010 tarihinde borçlulardan …’e iade edildiğini, bundan sonra banka ile borçlu … Tic. Ltd. Şti. arasında 22.11.2010 tarihinde 3.000.000 USD bedelli ikinci bir genel kredi sözleşmes imzalandığı ve ekinde aynı şekilde 22.11.2010 keşide tarihli 3.000.000 USD bedelli vadesiz bir adet bono verildiğini, müvekkilinin bu sözleşme ve bonoda kefaleti bulunmadığından, müvekkilinin temlik eden bankaya borçlu olmadığını, 22.11.2010 tarihli sözleme nedeniyle müvekkili dışındaki diğer borçlular hakkında İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosya ile icra takibi başlatıldığını, 22.11.2010 tarihli ikinci sözleme ile buna bağlı verilen bono borçlularının ödeme gücü olmaması nedeniyle İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyası ile borçlu olmayan müvekkili aleyhine diğer borçlular ile birlikte takip başlatıldığını, takip talebinde borcun sebebi olarak 14.12.2006 tarihli genel kredi sözleşmesinin de gösterildiğini, ancak takip nedeni olarak gösterilen kredi sözlemesindeki borcun ödeme ve teminat senedinin iadesi ile sona erdiğini, sonraki kredi sözleşmesi ve bonoda ise müvekkilinin imzasının bulunmadığını, süresinde itiraz edilmemesi nedeniyle takibin kesinleştiğini ve müvekkilinin haksız hacizlerle karşı karşıya kaldığını, haciz ve muhafaza amacı ile gelindiğinden şirketi önemli müşterilerinden birinin yetkilisinin haciz mahallinde olması nedeniyle ticari ilişkinin sonlandığını, takibe devam edilerek şirketin iki adet aracının haczedilerek yakalandığını, bu nedenle ticari faaliyetlerin durma noktasına geldiğini, zararın bilirkişi incelemesi ile belirlenebileceğini, önceki borcun ödeme ve bononun iadesi ile sona erdiğinin davalı tarafından bilindiğini ileri sürerek, müvekkilinin takip nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, takibin açıkça kötü niyetli olması nedeniyle %20 oranında kötü niyet tazminatının tahsiline, haksız hacizler sonucu uğranılan zararın tespiti ile tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, savunmasında özetle; temlik eden banka ile dava dışı … Aksesuar Ltd. Şti. arasında 14.12.2006 ve 22.11.2010 tarihlerinde genel kredi sözleşmeleri akdedildiğini, davacının 14.12.2006 tarihli sözleşmenin kefili olduğundan sözleşmedeki kefalet limiti kadar sorumlu olduğunu, borcun ödenmemesi üzerine bankaca Beşiktaş … Noterliğinin 23.07.2013 tarihli ihtarıyla borçlulardan talepte bulunduğunu, borçluların ihtarname ve içeriğine itirazda bulunmadıklarını, borcun ödenmemesi üzerine bankaca tahsilde tekerrür olmamak üzere davacı şirket ve diğer borçlular hakkında 13.08.2013 tarihinde İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında genel kredi sözleşmesine dayalı ilamsız takip başlatıldığını, aynı zamanda davacmın dışında kalan diğer borçlular hakkında 29.07.2013 tarihinde İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında kambiyo senetlerine mahsus takip başlatıldığını, müvekkilinin Üsküdar … Noterliğinin 26.12.2014 tarih ve … yevmiye sayılı temlik sözleşmesi ile alacağı temlik alarak takip işlemlerine devam edildiğini, kefaletin borçlunun tek taraflı iradesi ile sona erdirilemeyeceğini, asıl borç ödenmediğinden kefaletin sona ermediğini, kat ihtarının davacıya da gönderildiğini, davacının ihtar ve kefalete ilişkin bir itirazının bulunmadığını, her iki takip dosyasında tahsilde tekerrür oluşturmamak şartı ile takibe devam edildiğini, borçlu şirketin iflas etmesi nedeniyle onun hakkındaki takibin sonuçsuz kaldığını, takibin durmasını gerektirir bir neden bulunmadığını, dava tarihine kadar kefaletin sona erdiğine ilişkin bir bildirim yapılmadığını, bu nedenle alacağın tahsiline ilişkin yapılan işlemlerin kötü niyet olarak değerlendirilemeyeceğini savunarak, menfi tespit ve tazminat talebinin reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…açılan dava takipten sonra açılan menfi tespit ve yapılan hacizlere ilişkin tazminat istemine ilişkindir. İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı takip dosyasında davalı tarafın temlik edeni banka 14.12.2006 tarihli ve 22.11.2010 tarihli GKS’lere dayanarak TL üzerinden toplamda 1.097.843,87 TL alacak için ilamsız takipte bulunmuştur. İlk imzalanan 14.12.2006 tarihli 1.500.000,00 USD bedelli GKS için ayrıca 1.500.000,00 USD bedelli senet düzenlenmiş olup davacı hem GKS’de hem senette kefil sıfatını taşımaktadır. Bu GKS’den kaynaklı borç ödeme yolu ile ifa edilerek senet borçluya iade edilmiştir. Asıl borçlu tarafından 22.11.2010 tarihinde temlik eden banka ile yeniden 3.000.000,00 USD bedelli GKS imzalanmış ve 3.000.000,00 USD bedelli senet düzenlenmiştir. Fakat 2. akdedilen GKS kapsamında davacı şirket ne asıl borçlu olarak nede kefil olarak sözleşmede yer almamıştır. Uyuşmazlık bu noktada toplanmakta olup davalı taraf yaptığı takipte her iki GKS’ye dayanarak asıl borçlu ve kefillerin hepsine karşı icra takibinde bulunmuş ve 1. GKS kapsamındaki davacı kefilin 1. GKS’deki 20.7.1 Md’si ve BK. 494 md. Gereğince müteselsil kefaletinin devam ettiği ve borçtan sorumlu olduğunu iddia etmektedir.Öncelikle belirtmek gerekirse takip konusu alacak 2013 yılında doğmuş olup 2. GKS kapsamında talep edilmekte ve bu husus bilirkişi raporlarıyla tespit edilmiş durumdadır. Ayrıca 1. GKS’den kaynaklı borcun ödeme yapılarak ifa edildiği ve bu kapsamda senedin borçluya iade edildiği hususu da tartışmasızdır. Her iki GKS’nin akdedildiği tarih ve 1. GKS’nin ifa tarihi dikkate alındığında somut olaya 818 sayılı Borçlar Kanunu uygulanması gerekmekte olup BK 492 Md. ‘Asıl borç herhangi bir sebeple sakit olursa kefil beri olur’ hükmünü ihtiva etmekte olup 1. GKS’den kaynaklı borç 25.11.2010 tarihinde ifa edilmiş ve senet iade edilmiş olduğuna göre kefilin sorumluluğunun sona erdiği açıkça ortadadır. Davalı taraf GKS’nin 20.7.1 Md’ne göre müteselsil kefaletin devam ettiğini iddia etmekte ise de 818 sayılı BK’da genel işlem koşullarıyla ilgili düzenleme olmayıp somut dava genel hukuk ilkelerine göre yorumladığında davacının 1.GKS’den kaynaklı borcun ifa edilmesi nedeniyle kefil olarak sorumluluğu kalmamışken dava dışı asıl borçlunun yeniden kredi sözleşmesi ilişkisine girerek GKS imzalaması ve bu sözleşmede davacının borç altına girme konusunda imzası ve iradesinin olmaması gözetildiğinde GKS’nin 20.7.1 Md’ne göre kefaletin devam ettiği iddiası MK 2 md düzenlenen dürüstlük kuralına tamamen aykırı olup yargıtay içtihatları dikkate alınarak davacının 2. GKS kapsamındaki ve takibe konu alacak ve ferilerden dolayı sorumluluğunun ve borcunun olmadığının tespitine karar vermek gerekmiş, davacı tarafça her ne kadar kötüniyet tazminatı talep edilmiş ise de şartları oluşmadığından talebin reddine karar vermek gerekmiş ayrıca her ne kadar davacı dava dilekçesi ile takip sonucu araçlarına yakalama konulması nedeniyle ticari faaliyetin durma noktasına geldiği iddia edilerek tüm aşkın zarar ve kar kayıpları, tazminat olarak talep edilmiş ise de zararın varlığı ve miktarını tespit etmeye yönelik somut delil ve belge ibraz edilmemiş olduğundan ispat edilemeyen tazminat talebinin reddine…” gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacının İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı takip dosyasındaki alacak nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, şartları taşımayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine, haksız haciz nedeniyle talep edilen tazminat isteminin reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı ve davalı vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Mahkemece müvekkilinin ikinci genel kredi sözleşmesinde borçlu veya kefil sıfatıyla yer almadığının ve takip konusu alacağın ikinci genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığının belirlendiğini, buna rağmen kötü niyet tazminatı ile haksız ihtiyati haciz nedeniyle uğranılan zararlara ilişkin talebin reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu, bu nedenle reddedilen istemler yönünden istinaf yoluna kanun yoluna başvurulduğunu, her iki sözleşmenin imzalandığı ve ilk sözleşmenin ifa edildiği tarih itibariyle uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 492. maddesine göre asıl borcun ödenmesi ile kefaletin sona erdiğini, ilk sözleşmeden kaynaklanan borcun 25.11.2010 tarihinde ifa edilerek verilen bononun iade edildiğini, mahkemece de bu hususun kabul edilerek karar verildiğini, daha sonra asıl borçlu ile banka arasında bu tarihten sonra 22.11.2010 tarihinde düzenlenen genel kredi sözleşmesine müvekkilinin kefil olmadığını, bu kredi kapsamında alınan bonoda da müvekkilinin avali bulunmadığını, bankaca ikinci kredi sözlemesi borcunun tahsil edilememesi üzerine müvekkili aleyhine de takip başlatıldığını, dava konusu İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında borcun sebebi olarak gösterilen 14.12.2006 tarihli genel kredi sözleşmesinin ödeme ve teminat senedinin iadesi yoluyla sona erdiğini, davanın temlik alan sıfatıyla hareket ettiğini ve belgelere sahip olduğunu kabul ettiğini, bu nedenle kötü niyet tazminatına karar verilmesi gerektiğini; Mahkemece haksız haciz nedeniyle talep edilen tazminatın reddine ilişkin verilen kararın da hatalı olduğunu, gerekçenin aksine haksız hacizden kaynaklı tazminat talebinin ileri sürüldüğünü, bu miktarın rapor sonrası netleştirileceğinin bildirildiğini, delil olarak şirket kayıtlarının gösterildiğini ve haciz nedeniyle ticari ilişkinin sona erdiği … Tic. AŞ.’den alınan 30.08.2016 tarihli yazının da delil olarak sunulduğunu, anılan yazıda haciz nedeniyle ticari ilişkinin sona erdiğinin belirtildiğini, mahkemece bilirkişi incelemesi yapılmaması nedeniyle tazminat talebinin 50.000,00 TL olarak arttırılarak, TBK’nın 51.maddesi gereğince tazminat talebinin kabulünün istenildiğini, mahkemece bir inceleme yapılmadan ve anılan kanun hükmü değerlendirilmeden tazminat talebinin reddine ilişkin verdiği kararın hatalı olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın tam kabulüne karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; … Bankası A.Ş. ile müvekkili arasında düzenlenen 30.01.2015 tarihli sözleşme ile alacağın temlik alındığını, daha sonra … AŞ. ile Birikim … AŞ.’nin birleşmesi sonucu tüm aktif ve pasiflerin … AŞ’ye devir edildiğini, bu nedenle 27.09.2018 tarihinden sonraki işlemlerde … AŞ’nin taraf olduğunu, temlik eden banka ile dava dışı … Ltd. Şti. arasında 14.12.2006 ve 22.11.2010 tarihlerinde iki adet genel kredi sözleşmesi düzenlendiğini, davacının 14.12.2006 tarihli sözleşmeye kefil olduğunu, borcun ödenmemesi üzerine bankaca Beşiktaş … Noterliğinin 23.07.2013 tarihli ihtarıyla hesabın kat edilerek kefil ve borçlulardan talepte bulunulduğunu, muhataplarca ihtara itiraz edilmediğini, buna rağmen borcun ödenmemesi üzerine bankaca davacı şirket ve diğer borçlular hakkında 13.08.2013 tarihinde İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında ilamsız takip başlattığını, aynı zamanda tahsilde tekerrür olmamak üzere diğer borçlular hakkında 29.07.2013 tarihinde İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında da kambiyo senedine mahsus yolla takip yapıldığını, 26.12.2014 tarili temlik sonrası takip işlemlerinin müvekkilince yapıldığını, 22.10.2010 tarihli genel kredi sözleşmesinin önceki sözleşmenin devamı olduğunu, ek sözleşme niteliğinde olduğunu, 14.12.2006 tarihli sözleşmenin kefalete ilişkin 20.7. maddesinin 1 no.lu bendinde kefaletin kapsamının “İşbu sözleşme altında müteselsil kefil sıfatıyla imzası bulunan kişiler, sözleşmeyle kullandırılan nakdi ve gayrinakdi kredilerden ve sair sebeplerden, işbu sözleşmenin akdinden önce ya da sonra Banka’ya karşı doğmuş ve doğacak borçların yerine getirilmesi hususunda Müşteri’nin/amirin/amirlerin borçlarına ve birbirlerinin borcuna, sözleşmenin girişinde yazılı Kredi tahsis tutarına kadar müteselsilen, aşağıda belirtilen esaslar dahilinde borçlu ve müteselsil kefil olduklarını gayrikabili rücu kabul, beyan ve taahhüt ederler.” şeklinde belirlendiğini, 3 no.lu bendinde ise “Kefiller Borçlar Kanununun 490. Maddesinde kefile tanınan haklardan feragat ettiklerini ve bu maddelere dayanarak Bankaya karşı hiçbir istekte bulunmamayı, ayrıca Borçlar Kanunun 493. Ve 494. Maddelerinde kefile tanınan ve kafeletten kurtulma imkanı veren haklardan da feragat ettiklerini ve bu maddelere dayanarak hiçbir istekte bulunmamayı kabul ederler” düzenlemesi bulunduğunu, bu nedenle tek taraflı olarak kefalet ilişkisinin sona erdirilemeyeceğini, doğmuş ve doğacak borçlar için kefil olunduğunu, bir çok Yargıtay kararında da tek yanlı irade ile kefaletin sona ermeyeceğinin belirlendiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, İİK’nın 72. maddesi uyarınca icra takibinden sonra açılan menfi tespit ve haksız haciz işlemi nedeniyle uğranılan zararın tespiti ve tahsili istemine ilişkindir.İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda menfi tespit davasının kabulüne, kötü niyet tazminatı ve haksız haciz nedeniyle uğranılan zararların tahsili isteminin reddine, karar verilmiş; bu karara karşı, davacı ve davalı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Dava dışı borçlu … Tic. Ltd.Şti. İle temlik eden … Bankası AŞ arasında düzenlenen 14.01.2006 tarihli 1.500.00,00 USD bedelli genel kredi sözleşmesine davacı kefil olmuştur. Bu sözleşme kapsamında borçlu ve kefillerce 14.12.2006 düzenleme tarihli bir adet teminat bonosu da bankaya verilmiştir. Anılan bono da davacı müşterek borçlu müteselsil kefil olarak yer almaktadır. Davacı, anılan genel kredi sözleşmesi kapsamında kullandırılan kredi borcunun tamamen ödendiğini ve bononun iade edildiğini borcun ödenmesinden sonra banka ile borçlu şirket arasında 22.11.2010 tarihinde 3.000.000,00 USD bedelli yeni bir genel kredi sözleşmesi düzenlendiğini, bu genel kredi sözleşmesine davacının kefil olmadığını, davacı dışında başka kefillerle sözleşme yapıldığını, bu genel kredi sözleşmesi kapsamında aynı bedelle yeni bir bono alındığını, takip konusu borcun bu genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığını ileri sürerek menfi tespit talep etmiştir. Davalı ise alacağı temlik aldığını ve 2006 yılındaki genel kredi sözleşmesini 20. Maddesinde, bu sözleşmeden önce doğmuş doğacak borçlar için davacının kefil olduğunu, bu kefaletin daha sonraki genel kredi sözleşmesini de kapsadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı (temlik eden banka) tarafından 05.08.2013 tarihinde İstanbul …. İcra müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında 20.11.2010 düzenlenen, 25.07.2013 vade tarihli 3.000.000,00 USD bedelli bonoya dayalı olarak borçlu … şirketi ile aval verenler hakkında kambiyo senetlerine mahsus yolla takip başlatılmıştır. Davacının 2010 yılında düzenlenen bu sözleşmede ve sözleşmenin teminatı olarak verilen bono da kefaletinin bulunmaması nedeniyle davacı hakkında takip yapılmamıştır. Ancak 13.08.2013 tarihinde temlik eden banka bu kez İstanbul … İcra müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasında 2006 ve 2010 yıllarında düzenlenen genel kredi sözleşmeleri ile 23.07.2013 tarihli kat ihtarına dayalı olarak takip başlatmıştır. Bu takipteki ödeme emri 23.09.2013 tarihinde borçlu şirketi tevdi edilmiş ve süresinde itiraz edilmemesi üzerine ödeme emri kesinleşmiştir. Temlik eden alacaklı ödeme emrinin kesinleşmesi üzerine borçluya ait mahalde haciz yapılmıştır. Taraflar arasındaki uyuşmazlıkta çözülmesi gereken sorun, 2006 yılında düzenlenen genel kredi sözleşmesine konu borcun tam olarak ödenmesi, bu borcu teminatı olarak alınan bononun iade edilmesi ve bundan sonra 2010 yılında temlik eden banka ile dava dışı borçlu arasında imzalanan ve davacıdan başka kişilerin kefaleti ile düzenlenen sözleşmede davacının kefil olarak sorunlu olup olmadığıdır. İlk derece mahkemesince yapılan bilirkişi incelemesi ve taraf beyanlarına göre menfi tespite konu takip dosyasının 2010 yılında imzalanan genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı açıktır. Davalı, 2006 yılındaki genel kredi sözleşmesinin 20. Maddesindeki hüküm nedeni ile davacının sonraki genel kredi sözleşmesinde de sorumlu olduğunu savunmaktadır. Kural olarak kefalet sözleşmesinden tek taraflı irade ile çıkılması mümkün değildir. Kefalet mevcut bir borcun teminatı olarak verilebileceği gibi sözleşme tarihinden önce doğmuş bir borç için veya sözleşme tarihinden sonra doğacak bir borç için belli bir kefalet limiti öngörülerek kefalet sözleşmesi düzenlenebilir. Somut olayda da 2006 yılında düzenlenen genel kredi sözleşmesinden konu kefaletin doğmuş ve doğacak borçlar için verildiği açıktır. Bu durumda kural olarak bankada daha sonra düzenlenecek kredi sözleşmeleri kapsamında verilecek kredilerden de kural olarak kefil sorumludur. Diğer yandan Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin birçok kararında kabul edildiği gibi kefalete konu borcun tamamen ödenip kredi ilişkisinin tasfiye edilmesi ve bu kredi sözleşmesine konu teminat bonosunun iade edilmesinden sonra, borçlu tarafından bankayla yapılan yeni bir genel kredi sözleşmesi çerçevesinde kredi kullanılması ve bu kredi sözleşmesine önceki kefillerden başka kefillerin kefaletinin alınması, bu kredi kapsamında kredi limitine uygun bir bono alınması halinde, artık kefalet ilişkisinin sona erdiği ve bankanın yeni teminatlarla bağımsız bir kredi ile kefalet sözleşmesinin ilişkisine girdiği kabul edilmelidir. Bu kabul tarzı TMK’nın 2. maddesinde belirtilen dürüstlük ilkesine uygun olduğu gibi, aksi kabul dürüstlük ilkesine aykırı olacaktır. Nitekim temlik eden bankada düzenlenen 2010 yılındaki genel kredi sözleşmesine bağımsız bir sözleşme olduğu, bu kredi sözleşmesi ile borçlu şirketin yeni bir kredi limiti tahsis edildiği, bu genel kredi sözleşmenin 2006 yılındaki genel kredi sözleşmesinin eki veya tamamlayıcı olmadığı kredi sözleşmesinden anlaşılmaktadır. 2010 yılındaki kredinin düzenlendiği tarihte yürürlüke bulunan 818 sayılı BK’nın 492. maddesi gereğince asıl borç herhangi bir şekilde sakıt olunca kefil beri olur hükmü gereğince asıl borç sona erdiğinde kefilin sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu nedenle davacının 2006 yılında düzenlenen genel kredi sözleşmesi için vermiş olduğu kefaletin sona erdiği ve artık davacının bu borçtan sorumlu tutulamayacağına ilişkin ilk derece mahkemesinin karar ve gerekçesi yerinde olup davalı vekilinin tüm istinaf başvuru nedenlerinin reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin istinaf başvurusunun incelenmesinde; İİK’nın 72/5. maddesi gereğince davanın borçlu lehine hükme bağlanması halinde, borçluya menfi tespit davası açmaya zorlayan haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebiyle uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Madde de vurgulanan husus takibin haksız olması yanında kötü niyetli olmasıdır. Somut olayda davacı ile temlik eden banka arasında genel kredi sözleşmesine konu borca ilişkin kefalet ilişkisi bulunduğu, bu sözleşmedeki kefalete ilişkin madde dikkate alındığından borçlunun açıkça takibinde kötü niyetli olduğunun söylenemeyeceği anlaşılmakla, bu yöne ilişkin istinaf başvuru nedeni yerine görülmemiştir.Temlik alan davalı tarafından davacı aleyhine ilamsız takip başlatılmış olup ödeme emrinin tebliği üzerine süresinde itiraz edilmemiştir. İlamsız takibe itiraz edilmesi halinde takibin duracağı ve alacaklının takibi harekete geçilmek üzere itirazın iptali davası açması gerekir. Bu tür bir davada takip borçlusunun, menfi tespit davasına konu iddiaların ileri sürülmesi mümkündür. Bu durumda takibin kesinleşmesinde davalının bir kusuru bulunmadığı gibi, kesinleşen takip nedeniyle haciz isteminin de yasaya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Diğer yandan davacı soyut olarak haciz anında, haciz mahallinde bulunan … AŞ’nin bu nedenle ticari ilişkiyi sonlandırdığına ilişkin 30.08.2016 tarihli yazıyı sunmuş ise de, şirket kayıtlarından belirlenebilecek bu zarara ilişkin somut bir açıklama yapılmaması nedeniyle zararın da kanıtlanmadığı anlaşılmakla davacı vekili bu yönüne ilişkin istinaf başvurusu yerinde görülmemiştir.Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca, her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine, 2-a)Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının Hazineye gelir kaydına; bakiye 125,50 TL peşin karar harcının davacıdan tahsiline, hazineye gelir kaydına, b)Davalı tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin karar harçlarının Hazineye gelir kaydına; bakiye 74.938,60 TL nispi istinaf karar harcının davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına, 3-Taraflarca istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendilerinin üzerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine, 6-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, oybirliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.23.02.2023
KANUN YOLU:HMK 361.maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde temyiz yolu açıktır.