Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/905 E. 2021/890 K. 01.07.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/905
KARAR NO : 2021/890
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 14/11/2018
NUMARASI: 2017/818 E. – 2018/1215 K.
DAVANIN KONUSU:Tenfiz (Yabancı Mahkeme Kararının Tenfizi)
Taraflar arasında görülen tenfiz davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükme karşı, taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin davalıya 2007 ila 2011 yılları arasında beş farklı finansal yardım sözleşmesi ile yüklü miktarda finansal yardım sağladığını, ancak davalı şirketin bu finansal yardımların çok az bir kısmını geri ödediğini, sözleşmeler kapsamında davalının 3.996.728,38 USD ve 12.189.063,50 Euro tutarındaki borcunu ödememesi üzerine finansal yardım sözleşmeleri uyarınca yetkili Kazakistan Mahkemesi nezdinde alacak davası açıldığını, yapılan yargılama sonucu Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi tarafından davalının, müvekkili şirkete 3.996.728,38 USD ve 12.189.063,50 Euro ödemesine karar verildiğini ve süresinde kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle kararın kesinleştiğini, kararın Türkiye ile Kazakistan arasında 13.06.1995 tarihinde imzalanan Hukuki Konularda Adli Yardım Anlaşması’nda yer alan tenfiz koşullarını taşıdığını, MÖHUK’un 1/2.maddesi hükmüne göre kararın öncelikle usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulan uluslararası anlaşma hükümlerine göre değerlendirilmesi gerektiğini, sözleşmenin 21.maddesinde tenfizin düzenlendiğini ve talepte bulunulan mahkemenin sadece bu anlaşma hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğini incelemekle yetinileceğinin kabul edildiğini, anlaşma şartlarının MÖHUK’tan daha ağır şartlar taşıması halinde kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğini, davaya yetkili mahkemece bakıldığını, davalının usulüne uygun şekilde yargılamaya davet edildiğini, mahkemenin usulüne uygun davetine rağmen davalı şirketin yargılamaya katılmaması nedeniyle gıyabında karar verilmesinde bir usulsüzlük bulunmadığını, kararın aynı zamanda MÖHUK hükümlerine göre de tenfizin koşullarını taşıdığını ileri sürerek, Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi’nin 10/05/2017 tarihli 7119-17-00-2/2469 nolu kararının tenfizine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Kazakistan Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi tarafından verilen kararın Türkiye Cumhuriyeti ve Kazakistan arasında imzalanan 13.06/1995 Tarihli Adli Yardımlaşma Anlaşması’nın 23.maddesine aykırı şekilde, uyuşmazlığın çözümünde yetkisi olmayan bir mahkeme tarafından ve davalı şirkete usul ve yasaya uygun bir şekilde tebligat yapılmadan karar verildiğini, davalı şirketin söz konusu davadan haberi olduğunda ise davacı şirket yetkilileri tarafından kasıtlı engellemelerle, davalı şirket adına vekaletname çıkarılmasına izin verilmeyerek savunma hakkının kasıtlı olarak engellendiğini, kararı veren mahkemenin yetkisiz olduğunu, davaya dayanak olarak gösterilen sözleşmelerde şirket yetkililerinin imzası bulunmaması nedeniyle sözleşmelerin geçersiz olduğunu, davadan haberdar olunduktan sonra da davalı şirketin %75 oranında paydaşı olan davacı şirket tarafından vekalet verilmesinin engellendiğini, müvekkili şirketin beş kişilik yönetim kurulunun üç üyesini seçme yetkisinin davacı şirkete ait olduğunu, davacının imzası olmadan yönetim kurulunun karar almasının mümkün olmadığını, müvekkilinin mahkemede temsil edilmesinin kasıtlı olarak engellendiğini, müvekkili tarafından İstanbul 16.Asliye Ticaret mahkemesinin 2017/483 Esas sayılı dosyasında aynı konuda dava açıldığını ve derdest davanın sözleşmenin 23.maddesine göre tenifizin engeli olduğunu, yetkili mahkemelerin Türk Mahkemeleri olduğunu, sözleşme konusunun TTK’nın 380.maddesi kapsamında düzenlenen bir şirketin kendi paylarını alımı için yaptığı işlemlerin batıl olduğu düzenlemesi karşısında kesin hükümsüz olduğunu, olayın basit bir borç verme olayı olmaması nedeniyle verilen kararın tenfizinin hukuka aykırı olduğunu, davacı şirketin 2006 yılından sonraki pay devirleriyle davalı şirketin çoğunluk hissesinin sahibi olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Yapılan yargılama, davacının iddiaları, davalının beyanları, ibraz edilen deliller, Kazakistan Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi tarafından verilen 10/05/2017 tarih 7119-17-00-2/2469 sayılı mahkeme kararı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacı şirket tarafından davalı şirkete 2007-2011 yılları arasında imzalanan finansal yardım sözleşmeleri uyarınca finansal yardım sağlandığı, ancak davalı şirket tarafından bu finansal yardımlara ilişkin ödenmesi gereken 3.996.728,38 USD ve 12.189.063,50 Euro alacağın ödenmediği iddiası ile davacı tarafından davalı şirkete söz konusu finansal yardım sözleşmeleri uyarınca yetkili Kazakistan Mahkemesi nezdinde alacak davası açıldığı, yapılan yargılama sonucu Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi tarafından 10/05/2017 tarih 7119-17-00-2/2469 sayılı karar ile davalı şirketin davacı şirkete 3.996.728,38 USD ve 12.189.063,50 Euro ödemesine karar verildiği görülmüştür. Davacı tarafça her ne kadar Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi tarafından verilen kararın mahkememizce tenfizine karar verilmesi talep edilmiş ise de davacı şirketin davalı şirkette %75 oranında çoğunluk hissedarı olarak 5 kişiden oluşan yönetim kurulunun 3’ünü seçme yetkisi olduğu, dolayısı ile davacı şirketin rızası olmadan herhangi bir yönetim kurulu kararı alınamayacağı, bu durumun davalı şirket adına vekaletname çıkartılmasına engel teşkil ettiği, anılan nedenle mahkemece davalı şirkete kayyum ataması yapılarak şirket adına işlemlerin kayyum tarafından yürütülmesi gerektiği, ilgili mahkeme tarafından dava süreci ile ilgili 3 adet tebligat yapıldığı, bu tebligatlardan birinin doğrudan …adına yapıldığı ve … tebliğ edildiği, diğer bir tebligatın … Yürütme Organı şeklinde yapıldığı, ancak söz konusu tebligatın fiilen kime tebliğ edildiğinin tebliğ mazbatasında yer almadığı, 3.tebligatın da … adına çıkartıldığı, bu tebligatta da tebliğ alanın kim olduğunun tebliğ mazbatasından anlaşılamadığı, … çıkartılan tebligatın şirkete yapılmış sayılamayacağı, yine davalı iki tebligatta da tebligatı alan şahısların kim olduğunun tespit edilemediği, davacı tarafça söz konusu tebligatların B sınıfı hissedarlardan … gönderildiği ileri sürülmüş ise de B sınıfı hissedar temsilcilerinin tek başlarına şirketi temsil etme yetkilerinin bulunmadığı, bu nedenle mahkemece yapılan tebligatların usulüne uygun olarak yapılmadığı ve davalı şirketin savunma hakkının engellendiği, Kazakistan Mahkemeleri tarafından yapılacak tebligatların kayyuma yapılması gerektiği ve davalı şirketin savunmasının alınması gerektiği, usulüne uygun olarak yapılmayan tebligat nedeniyle mahkemece verilen kararın Türkiye Cumhuriyeti ve Kazakistan arasında imzalanan 13/06/1995 Tarihli Adli Yardımlaşma Anlaşması’nın 23.maddesine ve MÖHUK 54/ç.maddesine aykırı olduğu, kendisine karşı tenfizi istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmadığı ve o mahkemede temsil edilmemiş olduğu, bu şekilde davalı şirketin gıyabında ve yokluğunda karara bağlanmış olduğu anlaşıldığından tenfiz şartları oluşmadığı…” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Bu karara karşı davacı vekili ve davalı vekili istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle;Dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarını tekrarlamış ve müvekkili şirketin Kazakistan’da kurulu yabancı bir şirket olup aynı zamanda davalı şirketin %75 oranında A grubu pay sahibi ve yönetim kurulu üyesi olduğunu, müvekkilinin 2007 ile 2011 yılları arasında beş farklı finansal yardım sözleşmesi ile davalıya büyük miktarda yardım sağladığını, ancak sağlanan yardımın çok az bir kısmının ödendiğini, borcun ödenmemesi üzerine müvekkilince yetkili Kazakistan mahkemesinde alacak davası açıldığını ve mahkemece tenfize konu kararın verildiğini, Türkiye ile Kazakistan arasındaki Adli Yardım Anlaşması’nın 21 ve devamı maddelerinde Kazakistan mahkemelerinden verilen kararların tenfizi usullerinin düzenlendiğini, Anlaşma’nın 24/2. maddesi uyarınca tenfiz istemine bakan mahkemece sadece anlaşmadaki şartların yerine getirilip getirilmediğinin değerlendireceğini, ayrıca anlaşma ile kanun hükümlerinin karşılaştırılarak hangisinin tenfiz bakımından kolaylık sağladığının belirlenerek buna göre işlem tesis edilmesi gerektiğini, davalının Kazakistan kanunlarına uygun şekilde duruşmaya çağrıldığının sabit olmasına rağmen buna ilişkin belgenin görmezden gelinerek yapılan tebligatın kime yapıldığının anlaşılmadığı sonucuna varıldığını, davalının Kazakistan mahkemesindeki yargılamadan haberdar olunduğuna ilişkin ikrarının görmezden gelindiğini, savunma yapma imkanı bulunan davalının savunma yapmaması nedeniyle kararın usule uygun olduğunu, müvekkilinin atadığı yönetim kurulu üyelerinin, B grubu pay sahiplerinin atadığı yönetim kurulu üyelerince gönderilen vekaletnameyi imzalamasına rağmen davalının duruşmaya katılarak savunma yapmadığını, ilk derece mahkemesince usul hukukuna ilişkin sorunların hakimin hukukuna göre çözüleceğine ilişkin ilkeye aykırı şekilde karar verdiğini, kararı veren mahkemece sunulan belgelerle davalının Kazakistan hukukuna uygun şekilde duruşmaya çağrıldığının kanıtlandığını, ilk derece mahkemesince bu belgenin dikkate alınmadan karar verildiğini, davalının usulüne uygun şekilde çağrılmasına rağmen duruşmaya katılmaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyeceğini, anlaşma ve yasa hükmünde bir kişinin usulüne uygun şekilde yargı makamının huzuruna çağrılmamasının istinaf engeli olarak görüldüğünü, davalının usulüne uygun şekilde çağrılıp çağrılmadığının ise kararı veren hakimin hukukuna göre belirlenmesi gerektiğini, dava dilekçesi ekinde sunulan belgelerle davalının mahkemeye usulüne uygun şekilde çağrıldığının kanıtlandığını, Kazakistan mahkemesince yapılan tebligatın şirketin o dönemki yönetim kurulu üyesi …’a yapılması nedeniyle tebligatın Türk hukukuna göre de geçerli olduğunu, tüzel kişilere yapılacak tebligatın yetkili organları eliyle yapılacağını, tüm tebligatların tüzel kişinin adı yazılarak çıkarıldığını, diğer iki tebligatın şirket kaşesi ile çalışan … tarafından teslim alındığını, mahkemece çıkarılan diğer tebligatın ise şirketin yöneticileri … tarafından alındığına ilişkin ikrarın göz ardı edildiğini, yönetim kurulu başkanı tarafından gönderilen 07.04.2017 tarihli ihtarda dava dilekçesinin tercümesi ile birlikte tebliğ edildiğini ikrar ettiğini, davalının davadan haberdar olduğunun ihtarla sabit olduğun, usulüne uygun şekilde çağrılan kişinin savunma hakkını kullanmamasının tenfiz engeli olmadığını, müvekkilinin atadığı yönetim kurulu üyelerinin tek başına temsil yetkisi bulunmadığını, yönetim kurulunun da toplantıya çağrılmadığını, yönetim kurulu başkanı tarafından gönderilen vekaletin müvekkilinin yönetim kurulu üyesi olan … tarafından imzalanarak gönderilmesine rağmen davalının davaya katılmadığını, müvekkili şirketçe atanan yöneticilerin ısrarlı taleplerine rağmen yönetim kurulu başkanının toplantıya çağrı yapmaması üzerine müvekkilinin 04.05.2017 tarihli ihtarla çağrıyı yenilediğini, ilk derece mahkemesinin şirkete kayım atanarak taraf teşkilinin sağlanmasına ilişkin gerekçesinin tenfiz ilkelerine tamamen aykırı olduğunu, yargılamanın ne şekilde yapılacağına ilişkin usul düzenlemelerinin hakimin hukukuna göre belirlenmesi gerektiğini, müvekkilinin şirketin %75 oranında pay sahibi olmasına rağmen davayı takip eden avukat …’a davanın takibi için yetki verilmediğini, dava takibi için vekaletin yeterli olmadığını ve ayrıca takip için müvekkilinin yetki vermesi gerektiğini, müvekkilinin %75 oranında pay sahibi yönetim kurulu üyesi olması nedeniyle müvekkilinin yokluğunda bu şekilde bir talimat verilmesinin mümkün olmadığını, avukata yetki verilmesine ilişkin bir yönetim kurulu kararı veya talimat bulunmadığını, davalının ancak A ve B gurubundan birer üye ile temsil edilebileceğini, avukat tarafından yetkisiz şekilde yapılan yargılama işlemlerinin geçersiz olduğunu belirterek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde;İlk derece mahkemesince davanın kabulüne karar verilmesine rağmen maktu vekalet ücretine karar verilmesinin yerinde olmadığını, Harçlar Kanun’unun 4. maddesi gereğince tenfiz davasında nispi harç alınacağından mahkemece de harcın tamamlandığını, buna rağmen maktu vekalet ücretine hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, kararın tenfiz edilme ihtimalinde Türk mahkemelerinde verilmiş karar gibi infaz edileceği dikkate alınarak, sadece vekalet ücreti yönünden kararın düzeltilmesine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, taraflar arasında düzenlenen kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacağın tazmini istemli davada verilmiş yabancı mahkeme ilamının, MÖHUK’un 50 vd. maddeleri uyarınca tenfizi istemine ilişkindir.İlk derece mahkemesince, yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, taraf vekillerince, yasal süreler içinde ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355.maddesi uyarınca, taraf vekillerince ileri sürülmüş olan istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Davacı vekili istinafında, davalı adına cevap veren avukatın davada temsil yetkisinin bulunmadığı ileri sürülmüştür. Dosyadaki vekaletnamenin incelenmesinde; Beşiktaş … Noterliğinin 08.11.2012 tarihli, … Y.sayılı vekaletnamesinin bulunduğu, davalı şirket tüzel kişiliği adına Av. …, Av…. ve Av…. dava takibi konusunda yetkilerin verildiği, vekaletnamenin süreli olduğuna dair bir kayıt bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iddiaları, vekalet ilişkisi bağlamında iç ilişkiye dair olup, dış ilişkiye etkili görülmemiştir. Şirket tüzel kişiliği adına verilen vekalet yetkisi, vekil edilen avukat, müvekkili tüzel kişilik tarafından azledilmedikçe devam eder. Vekaletnameyi haiz avukatın, müvekkili tüzel kişilik adına davaya cevap vermesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, davacı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir.Somut olayda davacı şirketin, davalı şirketin yüzde yetmiş beş oranında ortağı olduğu dosya kapsamındaki belgeler ve tanık beyanlarıyla sabittir. Dosya içerisinde bulunan 07.09.2015 tarihli ticaret sicil gazetesine göre Türk hukukuna göre kurulan davalı şirketin 14.05.2015 tarihli genel kurul toplantısında yönetim kurulunun A grubu ortak olan davacı şirket ile B grubu ortaklardan … ve ortak olmayan … ile … üç yıllığına seçilmişlerdir. Yönetim kurulu başkanlığına … seçilmiş olup üçüncü maddede adına … hareket edeceği A grubu hissedarı şirket veya A grubundan seçilen diğer iki yönetim kurulu üyesinden her hangi bir üyenin imzasının yanında, B grubu hissedarlarından birinin şirket kaşesi üzerine atacakları imzayla şirketin temsil ve ilzam edilebileceği düzenlenmiştir. Taraflar arasında düzenlenen kredi sözleşmesinden kaynaklı borcun ödenmemesi üzerine davacı şirket tarafından sözleşme ile yetkili olduğu belirtilen Kazakistan Astana Şehri Özel Bölgelerarası Ekonomi Mahkemesi nezdinde açılan davada, mahkemece 3.996.728,38 Dolar ve 12.189.063,50 Euro’nun tahsiline karar verildiği ve yargılamanın davalının yokluğunda yapıldığı görülmüştür. Dava dilekçesine ekli belgelerden yabancı mahkemece davalı şirketin duruşmaya çağrıldığı gönderilen tebligatlardan bir tanesinin yönetim kurulu başkanı … diğer ikisinin ise şirket çalışanına tebliğ edildiği, davalının katılmaması üzerine Kazakistan Usul Kanunun 260. maddesine göre davanın davalının gıyabında görüldüğü anlaşılmıştır. Yargıtay 19. HD’nin 2016/18080 E- 2017/3961 K sayılı, 18/05/2017 tarihli benzer nitelikteki uyuşmazlık çerçevesinde verildiği anlaşılan ve dosyaya bir örneği alınan emsal karar içeriği de dikkate alındığında; 5718 sayılı MÖHUK’un 54/1-ç maddesinde; “O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması,” tenfiz şartı olarak düzenlenmiştir. Burada yasa koyucu “o yer kanunları uyarınca” ifadesini kullanarak, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılıp çağrılmadığının, mahkemede temsil edilip edilmediğinin, kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilip verilmediğinin belirlenmesinde lex fori’nin (tenfizi istenilen kararı veren mahkemenin bulunduğu ülke hukukunun) uygulanacağını açıkça düzenlemiştir. Dosyaya ibraz edilen ve yukarıda incelenen belgelerden davalının hakimin hukukuna göre duruşmadan haberdar edildiği açıktır. Bu nedenle, davacı tarafından dosyaya sunulan uzman görüşünde, tebligatla ilgili belirtilen hususlar isabetli bulunmuş olmakla birlikte, davalı şirket tüzel kişiliğinin tebligat üzerine savunma hakkını kullanabilecek durumda olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan Cumhuriyeti arasında 13.06.1995 tarihinde düzenlenen hukuki konularda adli yardımlaşma sözleşmesinde tenfize ilişkin özel düzenlemeler bulunmaktadır. Anılan sözleşmenin 23/3. maddesinde de tenfiz engelleri arasında “Kararların ittihaz olunduğu Akit tarafın kanunlarına göre, yargılamaya katılmayan ve aleyhinde karar verilen tarafın, usulüne uygun olarak davet edilmemiş olması veya hukuki ehliyetsizliği sebebiyle, savunma veya muteber bir şekilde temsil edilme hakkından yoksun bırakılmış olması” sayılmış ve MÖHUK’na paralel bir düzenleme getirilmiştir. Yukarıda belirtildiği üzere, tebligatın şekli ve yargılama hukuku, kararı tenfiz edilecek yabancı mahkemenin hukukuna göre belirlenmelidir. Ancak şahsın hukukunu ilgilendiren tüzel kişiliğin temsili 5781 sayılı MÖHUK hükümlerine göre belirlenmelidir. Anılan Kanun’un 9. maddesine göre, hak ve fiil ehliyeti, ilgilinin milli hukukuna tabidir. Kanun’un 9/4. maddesinde, “Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının hak ve fiil ehliyetleri, statülerindeki idare merkezi hukukuna tâbidir. Ancak fiilî idare merkezinin Türkiye’de olması hâlinde Türk hukuku uygulanabilir” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu durumda davalının Türk hukukuna tabi tüzel kişi olması nedeniyle, davayı takibe imkan sağlayacak olan fiil ehliyetinin Türk hukukuna göre belirlenmesi gerekir. Dosya kapsamında davalı şirketin hakim ortağının davacı şirket (A grubu) olması ve şirketin A ve B grubu yönetim kurulu üyelerince müştereken temsil edilmesi zorunluluğu karşısında, davacı yönetim kurulu üyesi ile davalı şirket arasında menfaat çatışması bulunmaktadır. Yani davacı şirket tüzel kişiliği, TTK’nın 359/2. maddesinin sağladığı imkanla, davalı şirketin yönetim kurulu üyeliğine seçilmiştir. Davacı şirketin aynı zamanda, davalı şirkette %75 oranında pay sahibi hakim hissedar durumundadır. Bu durumda, davalı şirket hakkında yabancı mahkemede dava açan davacı şirket, aynı zamanda davalı şirketin yönetim kurulu üyesi olduğundan, şirket temsilcisi davacı ile davalı şirket arasında menfaat çatışması bulunmaktadır.Türk Hukukuna göre, tüzel kişiler fiil ehliyetini, organları vasıtasıyla kullanır (TMK m.49-50). Bir tüzel kişi ile yetkili temsilcisi arasında menfaat çatışması bulunduğu durumlarda ise tüzel kişinin, yerleşim yerindeki mahkemece atanacak kayyım tarafından temsil edilmesi gerekir. Bu hukuki açıklamalara göre, davalıya yabancı mahkeme tarafından tebligat yapılmış olsa dahi davalı şirketin, yabancı mahkemedeki yargılama için usulüne uygun şekilde çağrıldığından ve savunma hakkı tanındığından söz edilemez. Davalının Türkiye ile Kazakistan arasındaki adli konularda iş birliği anlaşmasının 23/3. maddesi gereğince usulüne uygun çağrılarak dinlendiğinden ve savunma hakkı tanındığından söz edilemeyeceğinden, ilk derece mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin istinaf başvuru nedenleri yerinde görülmemiştir.Davalı vekilinin istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde; Harçlar Kanun’unun 4. maddesinde, yabancı mahkeme ilamlarının tenfizi davalarında nispi harç alınır ise de mutlaka nispi avukatlık ücreti alınacağına dair açık bir düzenleme yoktur. Somut olayda dava, tenfiz koşulları bulunmadığından reddedildiğine göre, ilk derece mahkemesince davalı yaranına maktu tarife üzerinden avukatlık ücreti tayin edilmesi isabetlidir (Yargıtay 11.HD’nin 24.02.2016 tarihli, 2015/10020 E- 2016/1963 K sayılı emsal kararı). Açıklanan bu nedenle, davalı vekilinin istinaf başvurusu yerinde görülmemiştir.Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine,2-Taraflarca yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye irad kaydına, 3-Bakiye 14,90’erTL istinaf karar harçlarının, ayrı ayrı davacıdan ve davalıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına,4-Taraflarca istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına,5-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,6-Karar kesinleştikten sonra dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 01.07.2021 tarihinde, oy birliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.