Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/879
KARAR NO: 2021/487
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/02/2019
NUMARASI: 2018/1098 E. – 2019/82 K.
DAVANIN KONUSU:Tazminat (Rücuen Tazminat)
Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükme karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası içerisindeki tüm belgeler okunup incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili akaryakıt ve LPG faaliyetine davalı şirketin bayisi olarak devam ettiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin davalıya bir kısım yükümlülükler getirdiğini, 17.01.2017 tarihinde istasyonda yapılan denetimde LPG pompa fiyatı ile ilan edilen fiyatının farklı olması nedeniyle 459.547,00 TL idari para cezası kesildiğini, para cezasının peşin şekilde 344.660,25 TL olarak ödendiğini, davalı …’ın aldığı karar doğrultusunda 2015 yılından itibaren istasyonda bazı günlerde halk günü kampanyası yapıldığını ve …’ın talimatıyla, bu günlerde LPG’nin indirimli olarak, normal satış fiyatının altında satıldığını, düzenlenen kampanyalar için afiş ve fiyat görselinin … tarafından hazırlanarak kargo yoluyla teslim edildiğini, önceki afişlerde indirimin belirli bir güne mahsus olduğu belirtilmesine rağmen cezaya konu son afişte bu hususun belirtilmediğini, tüm evrakların istasyon yetkilisi ve sorumlusu olarak davalı …’un imzaladığını, cezaya konu afişlerin kendi tarafından asıldığını ve ceza uygulanmasına davalı … ile birlikte neden olduğunu ileri sürerek, belirsiz alacak davası olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere her bir davalıdan şimdilik 30.000,00’ar TL’nin faiziyle birlikte tahsiline, müvekkilince ödenmek zorunda kalınan 459.547,00 TL tutarındaki idari para cezasından ötürü davalıların kusur oranlarıyla sorumluluklarının ayrı ayrı belirlenmesine, kusurlarına isabet eden miktarların tespiti ve tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesi ile özetle; müvekkili şirketin yerleşim yeri itibariyle davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, dava değerinin açık şekilde belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davası açılması nedeniyle davanın usulden reddini gerektirdiğini, davacının kusursuz olduğunu düşünmesi halinde öncelikle idari işlemin iptaline ilişkin dava açılması ve bu davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini, bayilik sözleşmesine konu işin davacının nam ve hesabına yapılması nedeniyle müvekkilinin pasif husumet ehliyeti bulunmadığını, EPDK tarafından kesilen idari para cezasında müvekkili şirketin kusur veya sorumluluğunun bulunmadığını, kusur ve sorumluluğun davacı şirkette ve diğer davalı istasyon yetkilisi …’ta olduğunu savunarak, görev, yetki, dava şartı yokluğu ve esas yönünden davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davacı vekilince, bayilik sözleşmesinin tarafı olan … A.Ş. ve davacı şirketin istasyon şefi olarak çalışan … hakkında iş mahkemesi sıfatıyla Kumluca Asliye Hukuk Mahkemesinde belirsiz alacak davası açmıştır. Anılan mahkemece, davalı işçi hakkında açılan davanın ayrılmasına ve davalı … hakkındaki davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla devamına karar verilmiştir. Mahkemece, süresinde ileri sürülen yetki ilk itirazı incelenmiş ve taraflar arasındaki bayilik sözleşmesi dikkate alınarak, yetkili mahkemenin İstanbul asliye ticaret mahkemesi olduğu belirlenerek yetkisizlik kararı verilmiştir. Yetkili mahkemece dosya esasa kaydedilerek karar verilmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yapılan yargılama sonucunda; “…Her ne kadar davalılar Hüseyin ve …ne karşı birlikte dava açılmış ise de, davalı … yönünden davaya iş mahkemesi olarak diğer davalı … yönünden ise davaya asliye ticaret mahkemesi olarak bakılması gerektiği gözetilerek Hüseyin yönünden açılan davanın tefrikine karar verilmiş, … yönünden de davaya asliye ticaret mahkemesi sıfatı ile devam edilmiştir. Kumluca 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/333 esas, 2018/274 karar sayılı, 29/06/2018 tarihli kararında ‘..davalı …’nin yetki itirazının kabulü ile mahkemenin yetkisizliği nedeni ile davanın reddine…’ karar verilmiş olup, yetkisizlik kararı nedeniyle dosya mahkememize tevzi edilmekle, yargılamaya mahkememiz 2018/1098 esas sayılı dosyası üzerinden davalı … AŞ yönünden devam olunmuştur.6100 sayılı HMK’nun 115/2. Maddesinde, Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. HMK’nun 107.maddesinde belirsiz alacak davasının ‘…davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde alacaklının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktarı yada değeri belirtmek sureti ile…’ açılabileceği düzenlenmiştir. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gerekir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır. Davacı alacak miktarının 344.660,25 TL olduğunu dava dilekçesinde açıklamış ve davasını belirsiz alacak davası olarak açmıştır. Davacının dava konusu ettiği alacak, belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğinden davacının davasının dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle, dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine, karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde; ilk derece mahkemesince verilen kararın Yargıtay kararlarına açıkça aykırı olduğunu, davada iki farklı davalıya karşı müşterek şekilde subjektif dava yığılmasıyla farklı hukuki gerekçeler ve kusur ithamlarıyla rücuen tazminat istendiğini, müvekkilinin davalıların kusuruyla düzenlenen ve ödemek zorunda kaldığı idari para cezası için kendince sorumlu olduğuna inandığı davalı ve dosyası ayrılan eski işçisi …’a karşı dava açtığını, davalının kusuru bulunup bulunmadığının ve oranın tahkikatla ortaya çıkabileceğini, kusur incelemesinin sağlıklı yapılması için her iki davalıya karşı birlikte dava açıldığını, davalıların sorumluluklarının kanunda düzenlenen kusursuz sorumluluk hallerinden olmayıp sözleşme veya kanuna dayalı kusur sorumluluğu olduğunu ve her bir davalının sorumluluğunun farklı olduğunu, kusurun davacı tarafından belirlenmesinin mümkün olmadığını, kusurun ancak bilirkişi incelemesi ve tahkikat neticesinde belirlenebileceğini, hatta kabul anlamına gelmemek üzere davacının da az veya çok kusurunun bulunabileceğini, tarafların kusurunun ve sorumluluğunun ancak yargılama sırasında bilirkişi incelemesi yapılarak belirlenebileceğini, bu nedenle de HMK’nın 107.maddesinin şartlarının oluşmasına rağmen davanın usulden reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu; taraflar arasındaki bayilik sözleşme ile LPG piyasası mevzuatında davalıya yüklenen gözetim ve eğitim yükümlülüklerinin davalı yanca yerine getirilmemesi nedeniyle zararın oluştuğunu, bu gibi zararın tam olarak tespit edilmediği durumlarda da Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2014/18441 Esas, 2015/3201 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere belirsiz alacak davası açılabileceğini, belirterek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davalı dağıtım şirketinin taraflar arasındaki bayilik sözleşmesi ve akaryakıt dağıtımına ilişkin mevzuata aykırı eylemleri sonucunda davacının zararına neden olduğu iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Dava dilekçesi, ilk derece mahkemesinin kararı ve istinaf dilekçesinin birlikte değerlendirilmesinde, davacının talebini belirsiz alacak davası olarak ileri sürdüğü sabittir. Davacı, istasyonda afişle ilan edilen akaryakıt fiyatının pompa fiyatınından düşük olması nedeniyle EPDK tarafından düzenlenen cezanın indirimli şekilde 344.660,25 TL olarak ödendiğini, cezanın yazılmasına davalı şirket ile davası ayrılan işçinin haksız eylemlerinin neden olduğunu ileri sürerek, davalıların kusur ve sorumluluk oranlarının belirlenerek her bir davalıdan şimdilik 30.000,00 TL’nin tahsili istemiyle belirsiz alacak davası açmıştır. Davadaki açıklamalarda, davalı şirket yönünden taraflar arasındaki sözleşeşme ve genel olarak yasalarca belirlenen gözetim ve eğitim yükümlülüğüne aykırı davranışların zarar neden olduğu açıklanmıştır. İlk derece mahkemesince, ödenen ceza miktarının açıkça dava dilekçesinde belirtilmesi nedeniyle belirsiz alacak davası açılamayacağı gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiş, bu karara karşı yasal süresi içinde davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Dava, davalı şirket ile iş yerinde çalışan istasyon yetkilisinin usulsüz işlemleriyle davacıyı zarara uğrattığı iddiasıyla açılan tazminat davası olup davacı alacağını tam olarak belirleyemediğini, tarafların kusur oranlarının mahkemece belirleneceğini ve ilk aşamada davasını belirsiz alacak davası olarak açtığını beyan etmiştir. Davanın belirsiz alacak davası türünden açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe heli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır. Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı yada bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz. Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir. Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. 6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak davası açma imkanı tanınmak suretiyle belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı da sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Somut olayda, davacı yan, davalıların ileri sürülen eylemleri nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararını tam olarak bilmektedir. İleri sürülen zararın oluşumunda davacının bir kusurunun bulunup bulunmadığı da öncelikle davacı tarafından bilinmelidir. Bu durumda, alacağın miktarı konusunda bir belirsizlik bulunmadığı, aksine dava değerinin tam olarak belirlenebileceği, bu nedenle belirsiz alacak davası açılamayacağı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesinin karar ve gerekçesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından, davacı vekilinin istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye irad kaydına, bakiye 14,90 TL istinaf karar harcının davacıdan tahsiline. 3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 15.04.2021 tarihinde oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açıktır.