Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/649 E. 2019/1414 K. 07.11.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/649
KARAR NO : 2019/1414
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 26/04/2018
NUMARASI : 2016/504E. 2018/317K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Şirket Kurucusunun ve Yöneticilerinin Sorumluluğu)
Taraflar arasında görülen taziminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, ilamda yazılı nedenlerle asıl davanın ve asli müdahale davasının kabulüne ilişkin olarak verilen hükme karşı, davalı vakıf ve gerçek kişiler vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle: Davacı şirketin, dava dışı (daha sonra asli müdahil olan) …A.Ş.’den alacaklı olduğunu, davalı … borçlu şirketin kurucu ortağı olduğunu, davalı gerçek kişilerin ise davalı vakfın yöneticileri olduğunu, davalı vakfın borçlu şirkete karşı olan kanundan ve ana sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek suretiyle ve ayrıca haksız fiil niteliğinde eylemlerde bulunmak suretiyle borçlu şirkete zarar verdiğini, müvekkilinin alacağını tahsil edemediğini, böylece zarara uğradığını, oluşan bu zarar nedeniyle davalı vakfın kurucu ortak olması nedeniyle TTK’nın 553. maddesi uyarınca sorumlu olduğunu, davalı gerçek kişilerin ise Vakıf yöneticisi olmaları nedeniyle, haksız, kanuna ve ahlaka aykırı eylemlerinden ötürü haksız fiil hükümlerine göre sorumlu olduklarını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 50.000 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davacı vekili 20.07.2016 tarihli dilekçesiyle davasını ıslah ederek, netice-i talebini 9.026.380,95 TL’ye çıkarmıştır. Asli müdahil vekili asli müdahale dava dilekçesinde özetle: Davalı vakfın, müvekkili şirketin kurucu ortağı olduğunu, diğer davalı gerçek kişilerin ise kurucu ortak vakfın yöneticileri olduğunu, davalı vakfın kurucu ortak olarak kanun ve ana sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğini, müvekkili şirkete davalı vakıf tarafından kiralanmış olan hastane binasından müvekkili şirketi mahkeme kararıyla haksız olarak tahliye ettirdiğini, daha sonra müvekkili tarafından hastanenin bir bütün olarak yeniden işletilmesi için müvekkilinin bulduğu müşterilere davalı vakfın hastane binasını kiraya vermekten haksız olarak kaçındığını, bunun sonucu olarak müvekkilinin zarar gördüğünü, çünkü tahliyesine karar verilen hastanede müvekkiline ait teçhizatın bulunduğunu, bina için hastane ruhsatını müvekkilinin aldığını, bina ile birlikte devri halinde müvekkili şirketin maksimum kârı elde edeceğini, davalının taşınmazı kiraya vermemek suretiyle haksız ve ahlaka aykırı olarak müvekkiline zarar verdiğini belirterek, sonuçta, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 100.000,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, müvekkilinin defterleri üzerinde delil tespiti yapılmak suretiyle rapor alınmasına, ayrıca dava değeri üzerinden davalıların tüm mal, hak ve alacakları üzerine ihtiyati haciz zımnında ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini istemiştir.Asli müdahil vekili, 19.04.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile asli müdahale davasındaki talep sonucunu 49.900.000,00 TL artırmış ve sonuç olarak 50.000.000,00 TL tazminatın, temerrüt faizi ile birlikte, asıl davanın davalısı olan vakıftan ve gerçek kişilerden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.Davalı vakıf ve gerçek kişiler vekili savunmalarında özetle: Müvekkili vakfın asli müdahil şirketin %10 payına sahip kurucu ortağı olduğunu, müvekkili vakfın şirket yönetim kuruluna bir aday gösterme hakkı ana sözleşmede tanınmış olmakla birlikte, müvekkilinin bu hakkını kuruluş tarihinden buyana kullanmadığını, şirketi diğer hakim ortaklar tarafından seçilen yönetim kurulu üyelerinin yönettiğini, müvekkili vakfın ve gerçek kişilerin hiçbir zaman şirket yöneticisi olarak görev yapmadıklarını, bu nedenle asıl davacının sıfatının yani aktif dava ehliyetinin bulunmadığını, eğer davacının asli müdahil şirketten bir alacağı varsa ona karşı dava yöneltmesi gerektiğini, Vakıfla davacı arasında bir hukuki ilişki bulunmaması nedeniyle davacının müvekkillerine dava açma haklarının bulunmadığını, gerek asıl davacının gerekse asli müdahilin, davalı müvekkilinden herhangi bir alacaklarının bulunmadığını, müvekkillerinin şirkette yönetici olmamaları nedeniyle sorumluluklarından söz edilemeyeceğini, TTK’nın 553. maddesinde kurucu ortağın sorumluluğundan söz edilebilmesi için, kurucu ortağın kanunda veya ana sözleşmede düzenlenmiş bir yükümlülüğünü ihlal ettiğinin kanıtlanması gerektiğini, müvekkilinin, şirket yönetim kuruluna aday göstermemesinin dava dilekçesinde sorumluluk sebebi olarak gösterilmemesine rağmen böyle bir iddia varmış gibi daha sonra ihtiyati haciz talebi aşamasında ileri sürüldüğünü, hukuka aykırı şekilde yapılan delil tespit işlemi sonucunda alınan ek rapordaki bilirkişi tespitinin hatalı olduğunu, müvekkilinin kuruluş aşamasındaki herhangi bir yükümlülüğünü ihlal etmediğini, ana sözleşmede kurucuya yüklenmiş başkaca bir sorumluluk bulunmadığını, mahkemenin HMK’nın 400. maddesindeki koşullar gerçekleşmeden haksız ve hukuka aykırı olarak delil tespiti yaptığını, savunma haklarını kullanamadan ve deliller toplanmadan yapılan bu bilirkişi incelemesinin hukuka aykırı olduğunu, asli müdahil şirketin müvekkiline ait hastane binasında kiracı olarak bulunmakta iken, kira borçlarını ödemeyip temerrüde düşmüş olması nedeniyle İstanbul 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/338 E -2014/603 K. sayılı kararı ile 18.09.2014 tarihinde tahliye kararı verildiğini, bu kararın Yargıtaydan da geçmek suretiyle kesinleştiğini, tahliyenin mahkeme kararıyla gerçekleşmiş olması nedeniyle haksız tahliyeden söz edilemeyeceğini, daha sonra davacılar tarafından bulunan müşterilere hastane binasını tekrar kiralamak istediklerini, ancak başvuru sahiplerinin istenilen koşulları kabul etmeyip sözleşme yapmaktan kaçındıklarını, bu konuda herhangi bir kusur, kasıt ve sorumluluklarının bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
DELİLLER 1-Davanın açılmasını müteakip, ilk derece mahkemesince, davacının ihtiyati tedbir zımnında ihtiyati haciz talebinin değerlendirilmesi için zorunlu olduğu gerekçesiyle, HMK’nın 400. maddesi uyarınca, 01.06.2016 tarihli ara kararıyla delil tespiti yapılmasına, bu amaçla, sonradan asli müdahil olan şirketin defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiği ve yapılan inceleme sonucunda UYAP sistimine 12.07.2016 tarihinde işlenen bilirkişi heyeti raporunun alındığı anlaşılmaktadır. Bilirkişilerce, sonradan asli müdahil olan şirketin defter ve kayıtları incelenerek, davacı şirketin alacaklı olduğunu iddia ettiği, sonradan asli müdahil olan …A.Ş.’den davacının alacaklı olduğu, şirketin 2014 yılı öncesi ve sonrasında, tedbirli bir yönetici gibi davranmayan yönetim kurulu üyeleri ile şirketin diğer yöneticilerinin kötü yönetimi sonucu şirketin öz varlığını yitirdiği, faaliyetini sürdüremez hale geldiği, bu durumdan şirket yöneticilerinin sorumlu olduğu görüşü bildirilmiştir. 2-Taraf vekillerinin itiraz ve beyanlarının değerlendirilmesi için bilirkişi kurulundan 18.07.2016 tarihli ek rapor alınmıştır. Bu ek raporda, asli müdahil şirketin esas sözleşmesinin 7.,10.ve 15. maddelerine göre, şirkette B grubu 30 adet hisseye sahip kurucu ortak davalı … şiket denetim ve yönetim kurullarına birer aday göstermekle yükümlü bulunmasına rağmen, 2006 yılından beri esas sözleşmenin yüklemiş olduğu bu yükümlülüğü yerine getirmediği ve yükümlülüğün ifasının Vakıf yönetim kurulu tarafından yerine getirilmesinin gerektiği, şirketin faaliyet konusunun davalı vakfa ait taşınmazlarda bulunan … Hastanesi isimli işletmeyi hastane olarak işletmek olduğunu, davalı vakfın Alman Federal Cumhuriyeti ile akdetmiş olduğu 1992 tarihli devir sözleşmesinin 2. maddesi uyarınca da hastanenin işletilmesini davalı vakfın üstlendiği, davalı vakfın açtığı tahliye davası sonucunda tahliye kararı alınmasından sonra davacı tarafından bulunan yeni kiracıları davalı vakfın kabul etmeyip hastane işletmesinin yeniden kiraya verilmesine veya devrine engel olduğu, davalı vakfın TMK m.109 uyarınca yönetim kurulu üyelerinin kurucu ortağı oldukları şirkete, şirket esas sözleşmesine aykırı olarak yönetim kurulu ve denetim kuruluna seçilmek üzere aday göstermediği, şirketin ödenmiş sermayesinin tamamen yitirilmiş olduğu, mezkur hastanenin işletilmesi için yapılan tekliflere davalı vakfın olumlu cevap vermediği, şirketin faaliyetlerini sürdüremez hale geldiği, bu nedenle TTK m.553 gereği davalı vakfın ve gerçek kişi yönetim kurulu üyelerinin …A.Ş.’ye vermiş olduğu zarar nedeniyle TMK m.109, TBK m.49 ve TTK m.553 hükümleri dairesinde sorumlu oldukları görüşü bildirilmiştir.3-İlk derece mahkemesinin 29.07.2016 tarihli ara kararıyla, asli müdahale davasının davacısı …A.Ş.’nin başta vergi ve SGK borçları olmak üzere, şirket ruhsatının satılmaması nedeniyle uğradığı zararı teşkil eden ödenmeyen borçlarının, yani gerçek zararının tespitinin ve her bir davalının TTK’nın 553-555. maddeleri uyarınca sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespiti yönünden ek bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiği, bu inceleme sonucunda aynı bilirkişi kurulundan 11.11.2016 tarihli bilirkişi raporunun alındığı anlaşılmaktadır. Bu raporda, asli müdahilin defter ve mali tabloları incelenmiş, asli müdahil şirketin 2015 yılına ilişkin net dönem zararının 102.251.857,59 TL olduğu, şirketin öz kaynak açığının yani borca batıklık miktarının 53.838.957,00 TL olduğu, şirket borçlarının ilgili taraflarla yapılacak objektif mutabakatlar sonucu farklılaşabileceği, bu aşama itibariyle asli müdahil davacı şirketin, kurucu ortağı olan davalı … ve ilgili dönemlerdeki vakıf yönetim kurulu üyelerinden, 31.05.2015 tarihi itibariyle raporlanan toplam 102.251.857,59 TL tutarındaki zararını talep edebileceği görüşü bildirilmiştir.4-UYAP sistemine 14.07.2017 tarihinde işlenen ek raporda, bilirkişi kurulu; ilk derece mahkemesinin, “1-Davalı vekilinin bilirkişi değerlendirmesiyle ilgili eksiklikleri ikmal ettiğinde yeniden günsüz olarak bilirkişiden rapor alınmasına, 2-HMK’nın 268.md.göre kiralama konusunda bilirkişi olmadığına dair 22.11.2016 tarihli tutanakta davalıların kiraya vermeyerek ve oluşan zarardan sorumluluklarının bulunup bulunmadığı konusunda ilk bilirkişi heyetine … atanmasıyla her bir davalı yönünden sorumlu olup olmadığı konusunda rapor alınmasına” şeklindeki görevlendirmesi üzerine düzenlenen ve sehven 03.07.2016 tanzim tarihinin atıldığı anlaşılan ek raporda, bilirkişi kurulunun, hastane işletmesinin binası ile ilgili olarak yaşanacak her sorunun sağlık hizmetinin doğrudan aksamasına neden olacağı, bunun uzun bir zamana yayılması halinde işletme faaliyetlerinin sürdürülebilmesi için ek kaynak gereksiniminin doğacağı ve bu gereksinmenin de artarak süreceği, bu bağlamda hastane binasının bütünüyle arzı yönünden faaliyetleri kesintiye uğramış bir işletmenin finansal yönden güçlükler içinde kalacağı ve sabit yatırımları itibariyle zarara uğrayacağının da açık olduğu, dava konusu olayda da hastane işletmecisi asli müdahil davacı şirket faaliyetlerinin hastane binasının kiralanmasıyla ilgili hukuki sorunlar nedeniyle kesintiye uğradığı ve önemli ölçüde zarar raporlandığının anlaşıldığı, bu bağlamda TMK m.109, TBK m.49 ve TTK m.553 hükümleri dairesinde asli müdahil davacı …A.Ş.’nin zararı nedeniyle, kurucu ortağı olan davalı …. ve Vakfın ilgili dönemlerinde yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan gerçek kişilerin sorumlulukları hususunun mahkemenin takdirinde olduğu, öte yandan davacıların zarar ettiği yıllar itibariyle davalı vakıf yönetim kurulunda görev alanlar ve görev sürelerine ilişkin olarak ayrıntılı tespit yapılabilmesine elverişli verilerin dosyada bulunmadığı, görüşünün bildirildiği anlaşılmaktadır. 5-İlk derece mahkemesinin 14.12.2017 tarihli duruşma ara kararıyla, dosyanın bilirkişiye tevdii ile sorumluluk ve tazminat konusunda ek rapor alınmasına karar verildiği, bu ara karar üzerine yapılan inceleme sonucunda, dört kişilik bilirkişi kurulu tarafından tanzim edilen 06.03.2018 tarihli ek raporun alındığı anlaşılmaktadır. Bu ek raporda, daha önceki raporda yapılan tespitlerin …A.Ş.’nin kayıtlarına ve finansal verilerine göre yapıldığı, zararların buna göre belirlendiği, ancak bu zarar tutarlarının faaliyet dinamikleri ve özü itibariyle oluşumu ve analizinin ise mevcut kayıt ve belgeler ile sınırlı olarak yapılmasının olanaklı olmadığının daha önceki raporlarda net olarak belirtildiği, Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul Vakıflar …. Bölge Müdürlüğünce dava dosyasına gönderilen yazıda davalı Vakfın yönetim kurulu üyelerinin bilgilerinin gönderildiği, Vakfın 2014-2015-2016 yıllarına ilişkin yönetim kurulu karar defterlerinin incelendiği, hastane binasından asli müdahilin tahliyesi için Vakıf yönetim kurulunca 22.04.2014 tarihli kararın alındığı, 23.09.2014 tarihli kararla İstanbul 7.Sulh Hukuk Mahkemesince verilen tahliye kararı sonrasında şirketin bugüne kadar irtibata geçmediği ve yeni bir kiracıyla sözleşme yapılmasına yönelik olarak, kiralamaya talip olan şirketlerle görüşüp teklifleri değerlendirmek, pazarlık yapmak, profesyonel danışmanlık firmalarından da yardım alarak kiralama konusunda nihai önerisini yönetim kuruluna iletmek üzere komisyon oluşturulmasına karar verildiği tespitinin yapıldığı, yine bilirkişi raporunda Vakıf yönetim kurulunun 10.02.2015, 10.03.2015, 03.04.2015, 15.06.2015, 08.09.2015, 15.09.2015, 02.11.2015, 01.12.2015, 09.12.2015, 23.02.2016, 19.04.2016, 24.05.2016, 10.08.2016, 06.09.2016, 11.10.2016 tarihli kararlarının irdelendiği ve sonuçta bilirkişi kurulunca, davalılar tarafından bilirkişilerinin Cumhuriyet Başsavcılığına şikayet edildiği, en son sunulu belgelere göre rapor tanzim edildiği, TMK m.109, TBK m.49 ve TTK m.553 hükümleri dairesinde asli müdahil davacı şirket zararı nedeniyle kurucu ortağı olan davalı … ve Vakfın ilgili dönemlerde yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan gerçek kişilerin sorumlulukları hususunun mahkemenin takdirinde olduğu görüşü belirtilmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, Mahkemece, bilirkişi raporlarından, geçici hukuki koruma aşamasında dairemizce verilmiş olan karardan, bazı Yargıtay kararlarından ve şirket yöneticisinin sorumluluğuna dair bazı öğreti görüşlerinden alıntılar yapılmak suretiyle; “…Dosyadan davalı Vakfın TMK madde 109 gereğince yönetim kurulu üyelerinin kurucu ortağı oldukları dava dışı şirketin, esas sözleşmesine aykırı olarak yönetim kurulu ve denetçiler kuruluna seçilmek üzere aday göstermediği, dava dışı şirketin ödenmiş sermayesinin tamamen yitirilmiş olduğu, mezkur hastanenin işletilmesi için yapılan tekliflere davalı Vakfın cevap vermediği ve dava dışı şirketin faaliyetlerini sürdüremediği belirlidir. TTK madde 553. Maddesine göre davalı Vakfın ve gerçek kişi yönetim kurulu üyelerinin dava dışı şirkete vermiş olduğu zarar nedeni ile davacının uğramış olduğu zararın kabulü ve zararın oluşumu ve davacı şirketin toplam borç yükleri kaydi değerler üzerinden tespit edilmiş bulunmaktadır.Belirtilen Yargıtay kararları gereğince bilirkişiler tarafından zararın verildiği saptanmış bu çerçevede TTK.nın 553 ve 555.maddeleri gereğince davalıların sorumluluğu cihetine gidilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan tüm bu nedenlerle; 1-Yargıtay 11. HD.’nin 26/09/2017 tarih 2017/2457-2017/4734 sayılı ilamı gereği; HMK.nın 107.maddesine göre belirsiz alacak davasında dava değerinin ıslaha gerek olmaksızın artırılabilecek olmasına ve arttırılan kısım yönünden zamnaaşımı def’inin ileri sürülemeyecek olmasına göre davalılar vekilinin zamanaşımı itirazının REDDİNE,2-Davacı vekilinin davasının 9.026.380,95 TL üzerinden kabulü ile 19/07/2016 ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 3-Asli Müdahilin davasının; 100.000,00 TL ‘sinin 22/07/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 49.900.000,00 TL’sinin 19/04/2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline,…” karar verilmiştir. Bu karara karşı davalı vakıf ve gerçek kişiler vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF NEDENLERİ Davalılar vekili istinaf başvuru dilekçesinde aşamalardaki savunmalarını tekrarla;İlk derece mahkemesince salt ihtiyati tedbir talebi değerlendirilmek üzere delil tespiti kararı verildiğini, davalı tarafın hukuki dinlenilme hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, ön incelemenin usulüne uygun şekilde yapılmadığını, ispat kurallarına uyulmadığını, mahkemenin usul hataları nedeniyle kararın ortadan kaldırılması gerektiğini, delil tespit raporuyla yetinilerek zarar tespiti cihetine gidildiğini, dosyaya sunulan uzman görüşünde de vurgulandığı üzere davacının delil tespiti istemekte hukuki yararının bulunmadığını, itiraza uğramış delil tespit raporunun hükme esas alınamayacağını, Reddi hakim taleplerinin haksız olarak geri çevrildiğini, kararın bu nedenle de kaldırılması gerektiğini, çünkü mahkemenin yaptığı işlemler ve aldığı kararlar ile tarafsız olmadığını ortaya koyduğunu, bu nedenle kararın kaldırılarak davanın yeniden görülmek üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerektiğini, Asli müdahale talebinin ve bu talebin kabulüne dair mahkeme ara kararının usule aykırı olduğunu, asli müdahale talep eden ile asıl davadaki davacının aralarında hak çekişmesi bulunmadığını, karar başlığında da asli müdahale davasının davalısı olan asıl davacının davalı sıfatıyla gösterilmediğini, mahkeme kararında hüküm bölümünde asıl davacı yararına hükmedilen tutarın TTK m.553 uyarınca asli müdahil lehine hükmedilmesi gerektiğini, asıl davacının kendi adına isteyebileceği bir tazminat bulunmadığını, salt bu nedenle dahi asıl davadaki davacı taleplerinin reddi gerektiğini, bu konunun dosyaya uzman görüşü olarak sunulan Prof. Dr. … tarafından hazırlanan mütalaada açıkça ortaya konulduğunu, ayrıca asıl davada hükmedilen tutarın mükerrer olduğunu, ilk derece mahkemesince, dava dosyasına sunulan uzman görüşlerinin hiç tartışılmadan karar verildiğini, bu nedenle kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, Asli müdahale davası yönünden, kısmi davada ıslah suretiyle artırılan miktar için zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu kısmın zaman aşımı nedeniyle reddi gerektiğini, çünkü belirsiz alacak davasının koşullarının bulunmadığını, asli müdahale davacısının iddia ettiği zararı bilecek durumda olduğunu, asli müdahale davasının kısmi dava olarak açıldığını ve artırımın ıslah suretiyle yapıldığını, TTK m.553 hükmüne göre zaman aşımı süresinin dolduğunu, Gerek asıl davacının gerekse asli müdahilin iddia ettikleri zararların davalıların eylemlerinden kaynaklandığının ispat edilemediğini, davada sunulan delillerin böyle bir iddiayı ispata yeterli olmadığını, iddia edilen zararla iddia edilen olaylar arasında illiyet bağının bulunduğunun kanıtlanamadığını, asli müdahil şirketin 2007 yılından itibaren zarar ettiğinin bilirkişi kurulunca tespit edildiğini, 22.02.2014 tarihinde İstanbul Tabip Odasından yapılan basın açıklamasında asıl davacı ve müdahil şirketin bağlı olduğu Üniversal Hastaneler Grubunun altı hastanesinin kapatıldığının bildirildiğini, ilk derece mahkemesinin zarar iddialarının davacının iddialarını esas alarak kabul ettiğini, illiyet bağı konusunda hiçbir değerlendirme yapılmadığını, Davacının zarar iddialarının üç temel nedene dayandığını, bunların mahkemece aynen benimsendiğini, zarar iddialarından birincisinin Alman Hastanesinin tahliyesine dair davanın haksız olduğu iddiası olduğunu, ikincisinin hastanenin yeniden kiraya verilmesi konusunda Vakfın onay vermemesi olduğunu, üçüncüsünün ise TTK’da dayanağı bulunmayan iddialar olduğunu, oysa asli müdahil davacının tahliyesinin mahkeme kararıyla gerçekleştiğini, mahkeme kararıyla yapılan bir tahliyenin haksız olduğundan söz edilemeyeceğini, müvekkili vakfın ve yöneticilerin Hastanenin tekrar kiraya verilmesi için çaba harcadığını, Hastaneyi tekrar kiraya vermekten kaçındıklarına dair davacı taraflarca hiçbir somut kanıt sunulmadığını, sunulan delillerin sadece üç talibin teklif mektupları ve bununla ilgili muhtelif yazışmalardan oluştuğunu, mahkemenin bu delillerle yetinerek hüküm verdiğini, oysa davalıların bu teklifleri reddettiğini gösterir hiçbir kanıt sunulmadığını, Vakıf yönetim kurulu karar defterlerinde Vakfın yeniden kiraya vermek konusunda yaptığı işlemlerin ve çabanın yer aldığını, ancak mahkemenin bunları hiç dikkate almadan karar verdiğini, müvekkili Vakfın hastaneyi tekrar kiraya vermek için gerekli çabayı gösterdiğini, ancak taliplerin kiralama görüşlerinde ilerlemediklerini, taliplerin vazgeçmesinde şirketin borca batıklığının ve işletmeyi devralan yeni kiracının TBK m.202 hükmünden kaynaklanacak muhtemel sorumluluğunun etkili olduğunu, kaldı ki müvekkili vakfın hastaneyi kiraya verme zorunluluğu bulunmadığı gibi yapılan teklifleri değerlendirme hakkının bulunduğunu, sunulan uzman görüşlerinde bu hususların değerlendirildiğini, Asli müdahil şirketin kamu borçlarının zarar olarak nitelendirilip tazminat kalemlerine dahil edilmesinin hukuki dayanağının bulunmadığını, Davalıların asli müdahili zarara uğrattığına dair başkaca hiçbir kanıt sunulmadığını, müvekkili vakfın yönetim kuruluna ve denetim kuruluna seçilmek üzere beşince üye adayını göstermemesinin şirketin yönetiminde hiçbir zaman aksaklık yaratmadığını, bundan dolayı bir zarar meydana gelmediğini, müvekkili vakfın %10 hissedarlığına tanınan aday gösterme hakkının bir yükümlülük olmadığını, aday göstermeme nedeniyle şirket yönetiminde bir zaafiyet oluştuğuna dair iddia ve kanıt gösterilmediğini, bilirkişilerin zarar tespitlerinin soyut olduğunu, bu olayla iddia edilen zarar arasında illiyet bağı bulunmadığını, müvekkili vakfın yönetim kuruluna ve denetim kuruluna aday gösterme hakkının bir yükümlülük olmayıp hak olduğunu ve hiç kimsenin hakkını kullanmaya zorlanamayacağını, buna dair açıklamanın dosyaya mübrez Prof. Dr. … ve Prof. Dr. … tarafından düzenlenen uzman görüşünde ayrıntılı olarak yapıldığını, aynı konuda Prof. Dr. … tarafından hazırlanan uzman görüşünde de açıklama bulunduğunu, Bilirkişilerin görevlerini suiistimal ettiklerini, bilirkişi listesinde bile yer almayan bilirkişi heyete dahil edilmek suretiyle rapor alındığını, 1992 yılında kurulan şirkette kurucu sıfatıyla yer alan davalı vakfın 2014 yılında TTK m.553 hükmü uyarınca sorumluluğuna gidildiğini, yine şirkette hiçbir zaman yönetici olmamış, sadece davalı vakfın yöneticiliğini yapan gerçek kişi davalı müvekkillerinin TTK m.553 hükmüne göre sorumlu olduğunun belirtildiğini, bu tespitlerin hukuki dayanağının bulunmadığını, bu hükmün şirket yöneticilerine ilişkin olduğunu, oysa müvekkillerinin hiçbir zaman şirket yönetiminde yer almadığını, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen kira tahliye kararının TBK’nın 49. maddesi uyarınca haksız fiil sayılmasının hukuki dayanağının da bulunmadığını, asli müdahil şirketin zararının şirket yöneticilerinin kötü yönetiminden kaynaklandığını, nitekim bu hususun mahkemece alınan ilk raporda tespit edildiğini, asıl davacının dayanak olarak gösterdiği TTK m.553 ve TBK m.49/2 hükümlerinin somut olaya uygun olmadığını, mahkemenin bu maddelere dayalı bilirkişi görevlendirmesinin usule aykırı olduğunu, şirketin öz varlığının yitirilmesinde kusurun şirketin kendi yöneticilerine ait olduğunu ve TTK m.551 ve 553 hükümlerinin şirket yöneticileri hakkında uygulanabileceğini, ilk derece mahkemesinin kanun hükümlerini yanlış yorulmayarak hüküm verdiğini, 27 sene önce kurulan şirketin kuruluş işlemlerinde hiçbir usulsüzlük bulunmadığını, bu nedenle şirket kurucu ortaklarının sorumluluğuna dair 6102 sayılı TTK m.553 hükmünün uygulanma imkanının bulunmadığını, İlk derece mahkemesinin kararının gerekçesiz ve çelişkili olduğunu, yazılan hukuki gerekçelerin dosya içeriğiyle uyumlu olmadığını, öğretiden yapılan alıntıların şirket yöneticisinin sorumluluğuna ilişkin olup davadaki iddialara uymadığını, emsal olduğu belirtilen Yargıtay kararlarının da olay açısından emsal değerinin bulunmadığını, mahkemenin soyut gerekçelerle karar verdiğini, Vakıf yöneticisi olan davalı gerçek kişilerin asli müdahil şirkete zarar vermelerinin söz konusu olmadığını, ilk derece mahkemesince bu müvekkillerinin hangi eylemleri nedeniyle sorumlu tutulduğunun ve illiyet bağının nasıl kurulduğunun gösterilmediğini, iddia edilen zararların ne kadarının hangi eylemden kaynaklandığının da denetlenebilir bir şekilde ortaya konulmadığını, Açıklanan bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve her iki davanın tüm talepler yönünden reddine, bu talep yerinde görülmezse mükerrer verilen tazminat talebinin düzeltilmesine, asli müdahale yoluyla açılan kısmi davada ıslahla artırılan kısmın zaman aşımı nedeniyle reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Asıl davada davacı, sonradan asli müdahil olan şirketten alacaklı olduğunu, davalı vakfın bu şirketin kurucu ortağı olarak ana sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal etmek suretiyle, gerçek kişi davalıların ise davalı vakfın yöneticileri olup haksız fiil teşkil eden eylemleriyle borçlu şirkete zarar verdiğini, bu nedenle müvekkilinin alacağını tahsil edemediğini belirterek, alacağı tutarınca tazminat talebinde bulunmuştur.Asli müdahil vekili ise davalı vakfın, müvekkil şirketin kurucu ortağı olarak üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği, bu nedenle müvekkili şirketin zarara uğradığı, davalı gerçek kişilerin ise vakfın yöneticileri olmaları nedeniyle ortaya çıkan zarardan sorumlu oldukları iddiasıyla tazminat talebinde bulunmaktadır.İlk derece mahkemesince asıl davanın ve asli müdahale davasının kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı davlı vakıf ve gerçek kişiler vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, davalılar vekili tarafından ileri sürülen istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Usule ilişkin istinaf nedenlerinin incelenmesinde:İlk derece mahkemesince, davanın açılmasını müteakip HMK’nın 400. maddesi uyarınca delil tespiti kararı verilmiş ve borçlu şirketin defterleri incelenmiştir. Anılan maddenin 2. fıkrası uyarınca, “Delil tespiti istenebilmesi için hukuki yararın varlığı gerekir. Kanunda açıkça öngörülen hâller dışında, delilin hemen tespit edilmemesi hâlinde kaybolacağı yahut ileri sürülmesinin önemli ölçüde zorlaşacağı ihtimal dâhilinde bulunuyorsa hukuki yarar var sayılır.” Somut olayda, asli müdahil şirketin defterlerinin ve mali kayıtlarının kaybolacağına veya tahkikat aşamasında incelenmesinin önemli ölçüde zorlaşacağına dair bir kanıt ve iddia bulunmadan, mahkemece delil tespiti cihetine gidilmesi usule aykırı olmuştur. Davlılar vekilinin bu konudaki istinaf nedeni haklı olmakla birlikte, mahkemece başka bilirkişi raporlarının da alındığı, hükmün sadece delil tespit raporuna dayandırılmadığı anlaşılmakla ve HMK’nın 282. maddesi uyarınca, bilirkişi tespitlerinin mahkemece, diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirileceği dikkate alındığında, salt bu nedenle kararın kaldırılması cihetine gidilmemiş işin esası incelenmiştir.Bilirkişiler hakkında şikayet yoluna başvurulmuş olması sonuca etkili görülmemiştir. Görevlerini kötüye kullandıklarına yada bilerek taraflı rapor düzenlediklerine dair somut kanıt sunulmadığından, bilirkişilerin tespitleri HMK’nın 282. maddesi uyarınca değerlendirilmiştir.İlk derece mahkemesi, davalı tarafça dosyaya sunulan uzman görüşlerini değerlendirmemiştir. Uzman görüşleri hukuki konulara ilişkin olup HMK’nın 33. maddesi uyarınca, mahkeme, Türk hukukunu resen uygulamak zorunda olduğundan, bu husus tek başına kararın kaldırılmasını gerektiren bir usuli eksiklik olarak görülmemiştir.Davalı tarafın reddi hakim taleplerinin haksız olarak geri çevrildiği, ret sebeplerinin haklı olduğu yönündeki istinaf gerekçesinin incelenmesinde; hakimlerin verdiği ara kararlarına karşı itiraz haklarının kullanıldığı, dosyada yapılan usuli işlemler dışında somut bir ret gerekçesinin bulunmadığı, mahkemenin usul hükümlerini ve maddi hukuk kurallarını yanlış uygulamasının tek başına ret sebebinin varlığını ortaya koymayacağı kanaatine varılmakla, işin esası incelenmiştir.İstinaf aşamasında, dava dışı … vekili tarafından müdahale talebinde bulunulmuş ise de HMK’nın 357. maddesi uyarınca, istinaf aşamasında müdahale talebinde bulunulamayacağından, bu talep değerlendirme dışı tutulmuştur.Asıl davaya yönelik istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde:Asıl davada davacı vekili, sonradan asli müdahil olan şirketten alacaklarının bulunduğunu, bu alacağını tahsil edemediğini, bunun sorumlusunun davalı vakıf ve onun yöneticileri olan gerçek kişiler olduğunu iddia ederek tazminat talebinde bulunmaktadır. Davacı, davalı vakfın sorumluluğunu iki nedene dayandırmaktadır: Bunlardan birincisi, şirket esas sözleşmesine göre davalı vakfın, şirket yönetim kuruluna ve denetim kuruluna aday gösterme yükümlülüğüne aykırı davrandığı; diğeri ise asli müdahil şirketi, kiracısı olduğu hastane işletmesinden haksız olarak tahliye ettirdiği, daha sonra da hastane işletmesinin yeniden kiraya verilmesini engellediği, bu konuda yeni kiracı tekliflerini kabul etmediği iddialarıdır.6102 sayılı TTK’nın 553. maddesi uyarınca, “Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar.Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar.” Ancak, asli müdahil şirketin 1993 yılında kurularak ticaret siciline tescil edildiği, kurucu ortakların sorumluluğunun kuruluş tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK (eTTK) hükümlerine tabi olduğu anlaşılmaktadır.eTTK m. 305 uyarınca, kuruluş aşamasındaki belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesinden doğan zararlardan kurucular sorumludur. Aynı Kanun’un 306. maddesi uyarınca, esas sermaye tamamıyla taahhüt olunmamış veya karşılığı kanun hükümlerine uygun olarak ödenmemiş iken taahhüt edilmiş veya yerine getirilmiş gibi gösteren kurucularla bu fiile iştirak edenler bu payları kendi hesaplarına almaya ve karşılığını müteselsilen ödemeye mecburdurlar. Aynı Kanun’un 307. maddesi uyarınca, ayni sermaye konulmasında hileli işlem yapan kurucular bu yüzden ortaya çıkacak zararlardan sorumludur. Aynı Kanun’un 308. maddesi uyarınca, ilk idare meclisi, kuruluş aşamasında bir usulsüzlük olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Aksi takdirde bunlar da kurucularla birlikte sorumlu olurlar. Aynı Kanun’un 309. maddesi uyarınca, şirketin, 305, 306, 307 ve 308. maddelerinde yazılı fillerle zarara uğratılması halinde, bundan dolayısıyla zarar gören pay sahipleri ve şirket alacaklılarının dava hakları vardır. Ancak, hükmedilecek tazminat şirkete ödenir.Davacının, kurucu ortak vakfa yönelik tazminat talebinin bu düzenlemelere göre değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda davacının iddiaları bu yasal düzenlemeler kapsamında kalan iddialar değildir. İleri sürülen iddialar, şirketin kuruluşundan çok sonraki olaylara ilişkindir. Kuruluş aşaması dışında, kurucu ortakla diğer ortaklar arasında bir fark bulunmamaktadır. Davacının, eTTK 305, 306, 307 ve 308.maddeleri kapsamında kalan bir bir iddiası bulunmadığından, eTTK m. 309 ve 6102 sayılı TTK m.553 kapsamında tazminatı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Diğer taraftan, eTTK m.309 ve 6102 sayılı TTK m.553 uyarınca tazminatın, şirkete ödenmesi istenebilir. Çünkü, davacının zarar iddiası dolaylı zarar niteliğindedir. Davacı, kendisinin ortağı ve alacaklısı olduğu şirkete zarar verilmiş olması nedeniyle alacağını tahsil edemediğini, böylece zarara uğradığını iddia ettiğine göre, iddia ettiği zarar doğrudan değil, dolaylı zarardır. Bu durumda davacı, tazminatın kendisine ödenmesini isteyemez (Yargıtay 11.HD’nin 2018/1744 E- 2019/378 K sayılı, 15.05.2019 tarihli karar).Bu hukuki gerekçeler doğrultusunda, asıl davada davalı vakıf aleyhine, kurucu ortak sıfatına dayalı olarak açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabul kararı verilmesi isabetsiz olmuştur.Davalı gerçek kişiler, davalı …Vakfı’nın değişik dönemlerde yöneticiliğini yapmış ve yapmakta olan kişilerdir. Bu kişiler hiç bir zaman asli müdahil şirketin yönetiminde yer almamıştır. İlk derece mahkemesinin karar gerekçesinde, şirket yöneticisinin sorumluluğuna dair öğreti görüşlerine ve hukuki değerlendirmelere yer verilmiş ise de bu kişiler şirketin yöneticisi veya müdürü olmadığından, bu hukuki değerlendirmeler isabetsizdir. Karar gerekçesinde yer alan TTK m. 553’te sadece kurucuların ve şirket yöneticilerinin sorumluluğu düzenlenmiş olup, bu hükümlerinin, şirketin kurucusu veya yöneticisi olmayan davalı gerçek kişiler hakkında uygulanması mümkün değildir.Davalı gerçek kişilerin, Vakıf yöneticileri olarak, davacının alacaklısı ve ortağı olduğu şirketin yönetim ve denetim kurullarına aday göstermemeleri ise davacı şirketin ileri sürebileceği bir talep olarak değerlendirilemez. Çünkü, böyle bir eylemden zarar gören şirket, haksız fiil koşulları varsa böyle bir talep ileri sürebilirse de zarar gördüğü iddia edilen şirketin ortağı veya alacaklısı böyle bir davayı açamaz. Çünkü, eTTK 309 ve TTK 553. maddeleri, şirket ortak ve alacaklılarının kimlere karşı tazminat talebinde bulunacağını belirtmiştir. Onlar da kurucular ve şirket yöneticileridir. Bunun dışındaki kimselere karşı tazminat talep hakkı, doğrudan zarar gören şirkete aittir. Diğer taraftan, davacı şirket, davalı gerçek kişilerin ve davalı vakfın, doğrudan davacı şirkete yönelik bir haksız fiil eylemlerinin varlığını iddia ve ispat etmemişlerdir.Vakfın ve yöneticilerinin, şirket yönetim ve denetim kuruluna üye bildirilmemesi, haksız fiil olarak değerlendirilemez. Ana sözleşmenin tanıdığı aday bildirme hakkı, davalı vakfa tanınmış bir imtiyazdır (Esas sözleşme ile bir ortağa tanınan böyle bir hakkın bir imtiyaz olduğu 6102 sayılı TTK m.360/son’da açıkça gösterilmiştir). Hiç kimse kendisine tanınmış bir hakkı ve imtiyazı kullanmaya zorlanamaz. Kaldı ki, uzun yıllardır davalı vakfın kendisine tanınan bu imtiyazı kullanmadığı, diğer ortaklarca seçilen yöneticiler tarafından şirketin yönetildiği, bu nedenle bir yönetim sorununun çıkmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim, davacı, uzun yıllar şirketin yönetimi konusunda bir sorun yaşandığını iddia ve ispat etmemiştir. Bilirkişi raporlarına yansıdığı ve sicil kayıtlarında anlaşıldığı üzere, şirket yönetim kurullarının, genel kurullarda sorunsuz olarak seçildiği, davalı vakfın davranışı nedeniyle bir yönetim boşluğunun oluşmadığı anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesi kararında da 2006 yılından buyana davalı vakfın şirket yönetim kuruluna üye göstermemesinin hangi sebeple zarara sebebiyet verdiği, bu olayla zarar arasında nasıl bir illiyet bağı bulunduğu mahkemece de kararda ortaya konulmamıştır. Vakfın şirket yönetim kuruluna aday göstermemesi nedeniyle asli müdahil şirketin organsız kaldığına ve bu nedenle şirketin yönetilemediğine dair bir iddia ve kanıt ileri sürülmemiştir. Uygun illiyet bağı kurulmadan ve vakıalar ortaya konulmadan, soyut bilirkişi değerlendirmesi üzerine davalıların tazminata mahkum edilmeleri uygun olmamıştır. Davacının bu nedenle, davalı vakıftan ve vakıf yöneticisi olan davalı gerçek kişilerden tazminat talep etmesinin hukuki dayanağı yoktur.Davalı vakfa ait hastane işletmesinden, davacının borçlusu (asli müdahil) şirketin mahkeme kararıyla tahliye edilmesi de haksız fiil olarak değerlendirilemez. Asli müdahil şirketin esas sözleşmesinden, Vakfa ait hastanenin şirkete kiraya verileceği ve Şirketin bu hastaneyi işleteceği anlaşılmakta ise de şirketin de kira bedelini ödeme yükümlülüğünün bulunduğu açıktır. Kiraların ödenmemesi halinde, Vakıf yönetiminin, kira sözleşmesinden doğan haklarını kullanması doğal ve zorunludur. Vakıf yöneticilerinin, vakıf çıkarlarını korumak yükümlülüğü vardır. Vakfın, kiraların ödenmemesi nedeniyle tahliye davası açması, davanın kabul edilmesi üzerine tahliyeyi gerçekleştirmesi haksız fiil olarak değerlendirilemez.Borçlu şirket hastane işletmesinden tahliye edildikten sonra, taşınmazın yeniden kiraya verilmemesi konusunda, davalı vakfın esas sözleşmeden kaynaklanan zorlayıcı bir düzenleme yoktur. Hastane işletmesinin yeniden kiraya verilip verilmemesi, mülkiyet hakkının bir sonucu olarak, davalı Vakfın tasarrufunda olan bir konudur. Kaldı ki somut dosya içeriğinde, hastane işletmesinin başka şirketlere kiraya verilmesine davalıların engel olduklarına dair somut bir kanıt da sunulmamıştır. Davalı vakfın yönetim kurulu karar defteri içeriğine göre, hastanenin yeniden kiraya verilmesi konusunda komisyon oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Kira teklifi veren şirketlerin hangi sebeplerle kiralamadan vazgeçtikleri kanıtlanmamıştır. Davacı, davalı vakıf yöneticilerin kiraya vermekten kaçındıklarını iddia etmişse de buna dair somut bir kanıt sunulmamıştır. Kaldı ki hastane üçüncü şahsa kiraya verilse bile kira gelirleri davalı Vakfa ait olacaktır. Açıklanan bu gerekçelerle, tüm davalılar yönünden asıl davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabul kararı verilmiş olması isabetsiz olmuştur.Asli müdahale davasına yönelik istinaf başvuru nedenlerinin incelenmesinde:Asıl davadaki davacının kendisinden alacaklı ve ortağı olduğunu iddia ettiği … A.Ş. vekili tarafından, asıl davanın davacısı ve davalısı hasım gösterilmek suretiyle, 22.07.2016 tarihli asli müdahale davası açılmıştır. HMK’nın 65. maddesi uyarınca, bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir. Asli müdahale davası ile asıl yargılama birlikte yürütülür ve karara bağlanır.Somut olayda da asıl davanın davacısı tarafından açılan tazminat davasına, davaya konu tazminatın kendisine ait olduğu iddiasıyla asli müdahale davası açılması mümkündür. Asli müdahilin dava başvuru harcını yatırdığı, daha sonra ıslah aşamasında nispi harç yatırdığı anlaşılmaktadır. Asli müdahale davasının koşullarının bulunmadığına dair davalı istinaf nedenleri yerinde görülmemiş, işin esası incelenmiştir. İlk derece mahkemesince, karar başlığında, asıl davanın davacısının asli müdahale davasında davalı olarak gösterilmemesi usule aykırı olmuştur.Yine, ilk derece mahkemesince, hem asıl davanın hem de asli müdahale davasının kabulüne karar verilmesi usule aykırı olmuştur. Çünkü, asli müdahilin iddiası, asıl davaya konu tazminatın kendisine ait olduğu iddiasıdır. Yani, asli müdahale davası kabul edilecekse asıl davanın reddine; asıl dava kabul edilecekse asli müdahale davasının o aranda reddine karar verilmesi gerekirdi. Kararın veriliş şekli, mükerrer tazminata meydan verecek nitelikte olup asli müdahale kurumuna aykırı olmuştur. Esasa dair istinaf nedenlerinin incelenmesinde; asli müdahilin, davalılara yönelik tazminat talebi temel olarak iki nedene dayalıdır:İlk olarak; davalı vakfın, şirketin kurucu ortağı olduğunu, kurucu ortak olarak ana sözleşmede kendisine yüklenen yönetim ve denetim görevlerine aykırı davrandığını iddia etmektedir. Bu husus asli müdahale dava dilekçesinde açıkça ifade edilmiştir. Yukarıda, asıl davanın incelemesinde açıklandığı üzere; asli müdahil şirketin 6762 sayılı TTK’nın yürürlükte olduğu dönemde kurularak ticaret siciline tescil edildiği, kurucu ortakların sorumluluğunun kuruluş tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK (eTTK) hükümlerine tabi olduğu anlaşılmaktadır.eTTK m. 305 uyarınca, kuruluş aşamasındaki belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesinden doğan zararlardan kurucular sorumludur. Aynı Kanun’un 306. maddesi uyarınca, esas sermaye tamamıyla taahhüt olunmamış veya karşılığı kanun hükümlerine uygun olarak ödenmemiş iken taahhüt edilmiş veya yerine getirilmiş gibi gösteren kurucularla bu fiile iştirak edenler bu payları kendi hesaplarına almaya ve karşılığını müteselsilen ödemeye mecburdurlar. Aynı Kanun’un 307. maddesi uyarınca, ayni sermaye konulmasında hileli işlem yapan kurucular bu yüzden ortaya çıkacak zararlardan sorumludur. Aynı Kanun’un 308. maddesi uyarınca, ilk idare meclisi, kuruluş aşamasında bir usulsüzlük olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Aksi takdirde bunlar da kurucularla birlikte sorumlu olurlar. Aynı Kanun’un 309. maddesi uyarınca, şirketin, 305, 306, 307 ve 308. maddelerinde yazılı fillerle zarara uğratılması halinde, bundan dolayısıyla zarar gören pay sahipleri ve şirket alacaklılarının dava hakları vardır. Ancak, hükmedilecek tazminat şirkete ödenir. Asli müdahilin, kurucu ortak vakfa yönelik tazminat talebinin bu düzenlemelere göre değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda davacının iddiaları bu yasal düzenlemeler kapsamında kalan iddialar değildir. İleri sürülen iddialar kuruluştan çok sonraki olaylara ilişkindir. Kuruluş aşaması dışında, kurucu ortakla diğer ortaklar arasında bir fark bulunmamaktadır. Davacının, eTTK 305, 306, 307 ve 308. maddeleri kapsamında kalan bir bir iddiası bulunmadığından, eTTK m. 309 ve 6102 sayılı TTK m.553 kapsamında tazminatı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.Bilirkişi raporuna da yansıyan asli müdahil şirketin esas sözleşmesinin 10. maddesine göre, şirketin kurucu üyelerinden olan davalı vakfın, şirket yönetim kuruluna aday bildirme hakkı vardır. Şirket esas sözleşmesinin 10. maddesine göre, şirket genel kurulu, biri (B) gurubu, diğerleri A gurubu hissedarların göstereceği adaylar arasından beş kişilik yönetim kurulu seçer. Burada, B gurubu hissedar olan davalı vakfa, yukarıda açıklandığı üzere, bir imtiyaz tanındığı, yönetim kuruluna aday gösterme hakkı verildiği anlaşılmaktadır. Davalı vakfın, ana sözleşmede kendisine verilen bu aday gösterme hakkını kullanmaması halinde, genel kurulca bu durumun tespiti ile başka adaylar arasından yönetim kurulu üyesi seçilmesine engel bir durum yoktur. Ana sözleşmede ilk denetçilerden bir tanesi B grubu hissedar tarafından belirlenmiş olup, ana sözleşmede hüküm bulunmayan haller için TTK’ya atıf yapıldığı anlaşılmaktadır.Vakfın ve yöneticilerinin, şirket yönetim ve denetim kuruluna üye bildirilmemesi, haksız fiil olarak değerlendirilemez. Ana sözleşmenin tanıdığı yönetim kuruluna aday bildirme hakkı, davalı vakfa tanınmış bir imtiyazdır. Hiç kimse kendisine tanınmış bir hakkı ve ayrıcalığı kullanmaya zorlanamaz. Kaldı ki, uzun yıllardır davalı vakfın kendisine tanınan bu imtiyazı kullanmadığı, diğer ortaklarca gösterilen adaylardan genel kurulca seçilen yöneticiler tarafından şirketin yönetildiği, bu nedenle bir yönetim sorununun çıkmadığı anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporlarına yansıdığı ve sicil kayıtlarından anlaşıldığı üzere, şirket yönetim kurullarının, genel kurullarda sorunsuz olarak seçildiği, davalı vakfın davranışı nedeniyle bir yönetim boşluğunun oluşmadığı anlaşılmaktadır. 2006 yılından buyana davalı vakfın şirket yönetim kuruluna üye göstermemesinin hangi sebeple zarara sebebiyet verdiği, bu olayla zarar arasında nasıl bir illiyet bağı bulunduğu davacı tarafından somutlaştırılıp ispat edilemediği gibi mahkemece de mahkumiyete yetecek somut gerekçeler ortaya konulmamıştır. Yukarıda, asıl davayla ilgili bölümde açıklandığı üzere, Vakfın şirket yönetim ve denetim kuruluna aday göstermemesi nedeniyle asli müdahil şirketin organsız kaldığına ve bu nedenle şirketin yönetilemediğine dair bir iddia ve kanıt ileri sürülmemiştir. Uygun illiyet bağı kurulmadan ve vakıalar ortaya konulmadan, soyut bilirkişi değerlendirmesi üzerine davalı vakfın ve onun yöneticileri olan gerçek kişi davalıların tazminata mahkum edilmeleri uygun olmamıştır.İkinci olarak; asli müdahil vekili tazminat talebini, davalı vakfın ve vakıf yöneticisi olan davalı gerçek kişilerin, asli müdahilin, hastane işletmesinden haksız olarak tahliyesini sağladıkları ve daha sonra da yeni bulunan kiracı adaylarına hastane işletmesini kiraya vermekten kaçınmak suretiyle şirketin, kamu borçları dahil, borçlarını ödeyemez hale gelmesine sebebiyet verdikleri iddiasına dayanılmaktadır.Şirket sicil kaydına ve 17.12.1993 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan edilen şirket ana sözleşmesine göre, şirketin faaliyet konusunun sağlık hizmetleri olduğu, bu bağlamda, mülkiyeti … ait taşınmazlarda kain Alman Hastanesi unvanıyla maruf hastaneyi işletmek amacıyla kurulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, bu amaç doğrultusun, asli müdahil ile davalı vakıf arasında, örneği dava dosyasında bulunan 04.09.1992 tarihli kira sözleşmesinin Dr. … ile imzalandığı, 01.08.1993 tarihinde düzenlenen ek mukavele ile sözleşmede bazı değişiklikler yapıldığı ve daha sonra Vakıf ile … arasında düzenlenen protokol uyarınca kurulmuş olan asli müdahil şirkete kiracılık hakkının devredildiği ve asli müdahil tarafından kiracı işleten sıfatıyla işletilmekte iken; kira borçlarının ödenmesinde temerrüde düşülmesi nedeniyle, mahkeme kararıyla kiracının tahliyesine karar verildiği, bu kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmesi üzerine tahliyenin sağlandığı anlaşılmaktadır. Şirket ana sözleşmesinde, vakfa ait hastanenin, asli müdahil şirkete bedelsiz kullandırılacağına dair bir kayıt yoktur. Zaten, asli müdahilin, hastanenin bulunduğu taşınmazı, kiracı sıfatıyla kullandığı açıktır. Asli müdahilin, kira sözleşmesi uyarınca, kendi temel edimi olan kira bedellerini ödeme borcu vardır. Asli müdahilin kira sözleşmesinden doğan bu borcunu ödememesi, yani temerrüde düşmesi halinde, kiraya veren davalı vakfın, kira sözleşmesinden doğan haklarını, yani kira sözleşmesinin feshi ve tahliyeyi isteme hakkını kullanacağı, hatta vakıf yöneticisinin sorumluluğu hükümleri uyarınca bunun zorunlu olduğu açıktır. Bu durum, sözleşme ilişkisinin bir gereğidir. Davalı vakfın, kira sözleşmesinden doğan haklarını kullanması ve bu bağlamda temerrüt nedeniyle tahliye için mahkemeye başvurması ve aşamalardan geçerek kesinleşen tahliye kararı uyarınca asli müdahili hastane işletmesinden tahliye ettirmesi hukuka ve tarafların sözleşme ilişkisine uygun olup, haksız fiil olarak kabul edilemeyeceği gibi, bu davranış, şirket ana sözleşmesine aykırı bir davranış olarak da kabul edilemez. Çünkü, davalı kurucu ortak vakfa, ana sözleşme ile bu konuda getirilmiş bir yükümlülük yoktur. Bir anonim şirket ortağının ortaklığa karşı kanundan doğan yükümlülüğü sermaye borcunu ifadan ibarettir. Sorumlulukları da sermaye taahhütleriyle sınırlıdır (TTK m.329/2). Aynı Kanun’un 480/1. maddesi uyarınca, ortağa, kanunda gösterilen istisnalar dışında, sermaye borcu dışında borç yüklenemez. Mahkeme kararıyla asli müdahil ile davalı vakıf arasındaki kira ilişkisi sona erdikten sonra, hastane işletmesinin başka şirketlere kiralanması konusunda asli müdahilin yeni kiracı adaylarını davalı vakfa bildirdiği, davalı vakfın ise hastaneyi yeniden kiraya vermekten kaçındığı, bu durumun kurucu ortak sıfatına aykırı olduğu, davalı vakıf yöneticilerinin de bu suretle haksız fiil işedikleri ve şirkete zarar verdikleri iddia edilmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere, davalı vakıf, İstanbul 7. Sulh Sulh Hukuk Mahkemesinin temerrüde dayalı tahliye kararı uyarınca kira ilişkisini hukuka uygun olarak sona erdirmiştir. Karar, Yargıtay denetiminden de geçerek kesinlişmiştir. Hastane, davalı vakıf tarafından üçüncü şahsa kiralansa bile kira gelirleri Vakfa ait olacaktır. Şirket ana sözleşmesinde, hastanenin, asli müdahil tarafından bulunacak müşterilere yeniden kira verileceğine dair bir hüküm ve davalı vakfa getirilmiş bir yükümlülük yoktur.Davalı vakıfla dava dışı Alman resmi makamları arasında imzalanan hastane devir protokolünün de bu yoruma olumsuz bir etkisi yoktur. Yani, davalı vakfın, mülkiyeti kendisine ait hastane işletmesini, asli müdahilin göstereceği kişi ve kuruluşlara kiraya vermesini zorunlu kılan bir ana sözleşme hükmü veya başkaca bir sözleşme hükmü yoktur. Davalı vakıf, mülkiyet hakkının sağladığı tasarruf yetkisi uyarınca, hastane işletmesini tekrar kiraya verip vermemekte, kiraya verecekse kiracıyı seçmekte, bu konuda gerekli hukuki güvenliği sağlamak üzere önlem almakta serbesttir. Asli müdahil, hastaneyi kiralamak isteyen şirketleri davalı vakfa bildirdiğini, vakfın objektif bir neden olmaksızın hastaneyi kiraya vermekten kaçındığını iddia ederek tazminat talep etmişse de yukarıda açıklanan hukuki gerekçeler ışığında, davalı vakfın, asli müdahilin gösterdiği kişilerle kira sözleşmesi yapma yükümlülüğü veya zorunluluğu bulunmadığından, asli müdahilin bu talebinin hukuki dayanağı yoktur. Kaldı ki bir an için aksi düşünülse bile; davalı vakfın yeni kiracı adayı şirketlerle kira sözleşmesi yapmaktan, objektif bir neden olmaksızın, keyfi olarak ya da davacıya zarar vermek amacıyla kaçındığına dair iddia da kanıtlanmış değildir. Davacı taraf, dava dışı kiracı adayı şirketlerden gelen tekliflerin davalı vakfa iletildiğine dair belgeler sunmuşsa da davalı vakfın, objektif bir gerekçe olmadan hastaneyi kiralamaktan kaçındığına dair ispat yükünü yerine getirmemiştir. Nitekim, bilirkişi raporlarıyla da değerlendirilen davalı vakıf yönetim kurulu karar defteri içeriklerine göre, davalı vakıf yönetiminin, hastanenin tekrar kiraya verilmesi konusunda gerekli işlemleri yapmak üzere komisyon oluşturduğu anlaşılmaktadır. Davalı vakıf, kiracı adaylarının kira sözleşmesi yapmaktan kaçındıklarını, kendilerinin bu konuda gerekli çabayı gösterdiklerini savunmuş, bu savunmanın aksini gösteren herhangi bir kanıt sunulmamıştır. Davacı taraf bu iddiasını kanıtlayamamıştır. Hastane, davalı vakıf tarafından üçüncü şahsa kiralansa bile kira gelirleri Vakfa ait olacağı dikkate alındığında, asli müdahilin bunun dışında elde edeceği ve devir aşamasında alacağı miktar dahi somut olarak ortaya konulmadan, soyut zarar iddiasıyla tazminat talebinin dayanağı yoktur. Bu durumda, gerek davalı vakıf aleyhindeki gerekse vakfın yöneticileri olan gerçek kişiler aleyhindeki davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabul kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.Davalı vakıf yöneticileri, hiç bir şekilde asli müdahil şirketin yönetim kurulu üyesi veya müdürü olarak görev yapmadığından, TTK m.553 hükmü uyarınca sorumluluklarından söz edilemez. İlk derece mahkemesinin TTK m.553’e dayalı gerekçelerinin davalılar yönünden uygulanma kabiliyeti yoktur. İlk derece mahkemesinin hukuki gerekçeleri, dosya kapsamıyla uyumlu değildir. Davalıların haksız fiil sayılacak bir eylemlerinin bulunduğu da kanıtlanmadığından, tüm davalılar hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabul kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davalı vakıf ve gerçek kişiler vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında dairemizce yeniden hüküm verilmesine ve bu doğrultuda asıl davanın ve asli müdahale davasının reddine dair aşağıdaki gibi karar verilmiştir.
KARAR: HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davalı vakıf ve gerçek kişiler vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında dairemizce yeniden hüküm verilmesine ve bu doğrultuda;A)Asıl dava yönünden:1-Davanın reddine,2-Alınması gerekli 44,40 TL harcın, asıl davacı şirket tarafından yatırılan 154.148,03 TL’den mahsubu ile artan 154.103,63 TL harcın, karar kesinleştiğinde ve talep halinde asıl davacı … A.Ş.’ye iadesine,3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Davalılar kendilerini vekille temsil ettirdiklerinden, AAÜT’ndeki esaslara göre hesaplanan 155.463,81 TL nispi vekalet ücretinin davacı … A.Ş.’den alınıp davlı vakıf ve gerçek kişilere verilmesine,B) Asli müdahale davası yönünden:1-Asli müdahale davasının reddine,2-Alınması gerekli 44,40 TL harcın, asli müdahil şirket tarafından yatırılan 853.221,15 TL’den mahsubu ile artan 853.176,75 TL harcın, karar kesinleştiğinde ve talep halinde asli müdahil …A.Ş.’ye iadesine,3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalılar kendilerini vekille temsil ettirdiklerinden, AAÜT’ndeki esaslara göre hesaplanan 565.200,00 TL TL nispi vekalet ücretinin asli müdahil …A.Ş’den alınıp, asli müdahale davasının davalılarına eşit miktarlarda verilmesine,C) İstinaf yargılaması yönünden:1-İstinaf kanun yoluna başvurun davalılar vekilince asıl dava ve asli müdahale davası için yatırılmış olan 121,30 TL’lik iki adet harcın Hazineye gelir kaydına,2-İstinaf kanun yoluna başvurun davalı vakıf ve gerçek kişiler vekilince asıl dava ve asli müdahale davası için yatırılmış olan 1.008.025,00 TL nispi istinaf harcının, karar kesinleştiğinde ve talep halinde, yatıran tarafa iadesine,3-İstinaf kanun yoluna başvurun davalı vakıf ve gerçek kişiler vekilince istinaf aşamasında harcanan 242,60 TL başvuru harcı gideri ile 93,35TL posta gideri olmak üzere toplam 335,95 TL istinaf yargılama giderinin asıl davacı şirketten ve asli müdahil şirketten alınarak istinaf kanu yoluna başvuran davalı vakıf ve gerçek kişilere verilmesine,4-İstinaf yargılaması duruşmasız yapıldığından, ayrıca avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına,5-Gerekçeli kararın Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,6-Dosyanın, karar kesinleştiktensonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 07/11/2019 tarihinde oybirliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.