Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/2461 E. 2021/550 K. 28.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2461
KARAR NO: 2021/550
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 02/02/2017
NUMARASI: 2012/122 -2017/62 E.K
DAVANIN KONUSU: Alacak
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde davacı vekilleri tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf incelemesinin HMK’nın 356. maddesi uyarınca duruşmalı olarak yapılıp dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü.
TARAFLAR İDDİA VE SAVUNMA ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı … ve dava dışı … ile birlikte …Ltd.Şti’nin ortaklarından olduğunu, müvekkilinin davalı şirkete 12.08.2010 tarihinde ortak olarak katıldığını, şirketin geçmişe yönelik borçlarının ödenmesine öncelik tanınarak sonrasında kar almanın amaçlandığını ancak davalı şirket müdürünün bu zamana kadar ortaklara kar payı dağıtmadığı gibi ortaklara şirket hesapları ile bilgi vermediğini, müvekkilinin ısrarı sonucunda davalı tarafça şirketin gelir ve giderlerini gösteren bir hesap tablosu verilmişse de gelir gider tablosunun gerçeği yansıtmadığının anlaşıldığını, şirket kasasına giren gelirlerin olduğundan daha az, giderlerin de daha fazla gösterildiğini, şirketin iştigal konusu dışında borç para adı altında para alarak ya da çekler alıp çek kırdırma olarak tabir edilen yöntemle şirketi borçlandırdığını, zarara uğrattığını, dava dilekçesi ekinde sunulan mali müşavir … tarafından düzenlenen özel raporun davalının şirketi kötü yönettiğine ve zarara uğrattığına ilişkin eylemlerine ışık tuttuğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 300.000 TL tazminatın 01.01.2011 tarihinden itibaren faizi ile birlikte şirket hesabına iadesine, davalının şirket müdürlüğünden azli ile tedbiren kayyım tayin edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili savunmasında özetle; davacının iddialarının gerçeği yansıtmadığını, taraflarca imzalanan 06.08.2012 tarihli hesap mutabakatı başlıklı tutanakla müvekkilinin 2010 yılı için ibra edildiğini, davacı tarafça mali müşavire düzenlettirilen özel raporun tek taraflı, dayanaksız ve hukuki yanı bulunmayan bir rapor olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk derece mahkemesince yapılan yargılama ve toplanan deliller doğrultusunda; dava 14/05/2012 tarihinde açılmış olup, davacı ve şirket müdürü … ile diğer şirket ortağı … arasında 06.08.2012 tarihinde dava açıldıktan sonra hesap mutabakatı başlığı altında “2010 yılında toplam zararımız 597.487 TL olarak hesaplanmış ve 2011 yılı hesaplarına intikal ettirilmiştir” denilmek suretiyle davacı ve şirket yöneticisi davalının ibralaştığı, davadan sonra yapılan mutabakat ve alınan bilirkişi raporu değerlendirildiğinde davacının talebinin 01.01.2011 tarihi öncesine ilişkin şirketin kötü yönetilmesi nedeniyle uğranılan zararlara ilişkin olduğu, 2010 yılındaki zararın 2011 yılındaki gelir gider tablosundan çıkartılması halinde şirketin oluşan zararının tarafların 2010 yılında mutabık kaldıkları hesap durumundaki gibi olduğu, mutabakat çerçevesinde oluşan zararın davacı tarafça da kabul edildiğinden şirket yöneticisi davalı …’ün oluşan şirket zararından sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili tarafından bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İlk derece mahkemesinin 17.04.2017 tarihli ek kararı ile; istinaf başvurusunun süresinden sonra yapıldığından istinaf başvurusunun süre yönünden reddine karar verilmiş, davacı vekilince bu ek karara karşı da istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekilinin 29.04.2017 tarihli ek karara yönelik istinaf dilekçesinde özetle; taraflardan birinin talebi olmadan kararın tebliğe çıkarıldığını, 30.03.2017 tarihli istinaf dilekçesinin mahkemeye verilmesinden evvel 30.03.2017 tarihinde tebligatın elden tebliğ alındığını, istinaf başvurusunun süresinde olduğunu belirterek ek kararın kaldırılmasını istemiştir. Davacı vekilinin 30.03.2017 tarihli esasa yönelik istinaf dilekçesinde ise özetle; yargılamada alınan bilirkişi raporlarında şirketin 2011 yılı ticari defterlerinde bir çok usulsüzlükler tespit edildiğini, şirketin zarara uğratıldığını, mahkemece incelemenin dava dilekçesi ekinde sunulan özel bilirkişi raporu ile sınırlı tutmasının hatalı olduğunu, müvekkilinin 06.08.2012 tarihli mutabakat metni ile davalıyı 2010 yılı için ibra ettiğini, bunun 2011 yılına teşmil edilmesinin doğru olmadığını, davalının şirketi kötü yönettiği ve zarara uğrattığı sabitken davanın reddine karar verildiğini belirterek, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Davacı vekilinin istinaf başvuru tarihi ile gerekçeli kararın elden tebliğ tarihi aynı tarih olup, 30.03.2017’dir. Bu durumda süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulduğundan ek kararın kaldırılmasına ve HMK.m.346/2 uyarınca, istinaf incelemesi, ilk istinaf dilekçesi esas alınarak yapılmıştır. Dava, limited şirket müdürü olan davalının şirketi zarara uğrattığı iddiasına dayalı sorumluluk davasıdır. İlk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davalı vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 356. maddesi uyarınca duruşmalı olarak ve istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olarak yapılmıştır. Dava dosyası istinaf incelemesi için ilk olarak geldiğinde Dairemizin 2017/377 esasına kaydedilmiş ve duruşmalı olarak yapılan istinaf incelemesi sonucunda verilen 2018/756 K sayılı, 13.07.2018 tarihli hükümle; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve işin esasının Dairemizce yeniden karara bağlanmasına, bu doğrultuda, davanın asıl alacak yönünden kabulü, gecikme faizinin başlangıç tarihi yönünden kısmen kabulü ile 300.000,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek ve 3095 sayılı Yasa’nın 2/2. maddesi uyarınca avans esasına göre hesaplanacak temerrüt faizi ile birlikte davalıdan alınıp tarafların ortağı olduğu … LİMİTED ŞİRKETİNE verilmesine, faizin başlangıcına ilişkin fazla talebin reddine, karar verilmiştir. Anılan kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 11.HD’nin 07/10/2019 tarih, 2018/4520 Esas – 2019/6272 Karar sayılı ilamıyla anılan hüküm bozulmuştur. Yargıtay bozma ilamıyla; “..Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. 1- İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan hususlar bakımından, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2- Dava, şirket yöneticisinin sorumluluğuna dayalı tazminat istemine ilişkindir. Bölge Adliye Mahkemesince verilen görev çerçevesinde alınan 24.05.2018 tarihli bilirkişi heyeti raporunda; şirketin defter kayıtlarına göre 7.752,20 ton maden cevheri çıkartıldığı, 4.686,81 ton maden cevheri satıldığı, aradaki farkın ise fire miktarının çok üzerinde olduğu, davalı yanın madenin bozuk olduğu yolundaki savunmasını delillendirmediği değerlendirilerek şirketin 457.494,05 TL zarara uğratıldığı görüşü bildirilmiştir. Davalı vekili rapora itirazında; madenin cinsinin yanlış değerlendirildiğini, defterlere göre satış yapılmayan madenin fireye giden değil kimyasal analizden geçmeyen maden olduğunu ileri sürmüş, ilk derece mahkemesinde de aynı yönde savunmada bulunduğu gözlenmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince davacının itirazları doğrultusunda ek rapor alınması cihetine gidilmemiş, madenin bozukluğuna ilişkin savunmanın ispatlanamadığından bahisle rapor benimsenmek suretiyle hüküm kurulmuştur. Her ne kadar mahkemenin dava tarihi ve 6103 sayılı Kanun’un 25. maddesi çerçevesinde ispat yükünün dağılımı bakımından uygulamasında hatalı bir yön bulunmamakta ise de, benimsenen rapor, maden cevherinin çıkarılmasından satışı aşamasına değin tüm işlem şemalarını denetime elverişli şekilde açıklamaktan uzak olup hükme elverişli değildir. Gerçekten de, ilgili maden sektörü uygulamaları da gözetilmek suretiyle, başlangıçta çıkarılan maden cevherinin kayıtlara intikalinden sonra “bozuk çıkması” gibi bir durumun söz konusu olup olamayacağı, cevherdeki bozukluğun ne anlama geldiği, fire ile ilişkisinin bulunup bulunmadığı, maden cevherinin çıkarılıp defter kayıtlarına intikal ettirildikten bunun analizinin yaptırılması gerekip gerekmediği, gerekiyor ise nerde ve ne şekilde yaptırıldığı, davalının savunmasında temas ettiği gibi analizin alıcı nezdinde yapılan bir inceleme niteliğinde olup olmadığı, bu analize ilişkin bir rapor düzenlenmesinin söz konusu olup olmadığı, cevherin bozuk çıkması halinde defter kayıtlarına intikalinin nasıl ve ne şekilde yapılması lazım geldiği hususlarında rapor bir kanaat oluşturmaya elverişli bulunmamaktadır. Bu durumda, bölge adliye mahkemesinde yukarda açıklanan eksik hususlar da gözetilerek, davalı vekilinin itirazlarını karşılayacak ek bir rapor alınmak suretiyle sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, davalı yan vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazının kabulü ile bölge adliye mahkemesinin esastan verdiği kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davalı yan vekilinin temyiz isteminin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının davalı yararına BOZULMASINA” karar verilmiştir. Mahkememizce, Yargıtay bozma ilamına uyulmuştur. HMK’nın 356. maddesi uyarınca duruşmalı olarak yapılan incelemede, bozma ilamı doğrultusunda bilirkişi kurulundan ek rapor alınmıştır. Bozulan karar gerekçesinde de belirtildiği üzere; davacı, ortağı olduğu şirket müdürü olan davalının şirkete ait ticari defter ve kayıtları usulüne uygun tutmadığını, gelir gider hesaplarının gerçeği yansıtmadığını, şirketi zarara uğrattığını iddia etmiş, davalı davanın reddini savunmuştur. Davadan sonra taraflar arasında imzalanan 06.08.2012 tarihli “Hesap Mutabakatı” başlıklı adi yazılı belgede; şirketin 2010 yılındaki toplam zararının 547.497,00 TL olduğu ve 2011 yılı hesaplarına intikal ettirildiği, tüm şirket ortaklarının bu bedeli kabul ettiği, şirket müdürü …’ün 2010 yılı için ibra edildiğinin karara bağlandığı ve belgenin davacı da dahil şirket ortaklarının tamamı tarafından imza altına alındığı görülmüştür. Davacı vekili, davalı ile imzalanmış olan 06.08.2012 tarihli mutabakatın 2010 yılını kapsadığını, işbu dava ile talep edilen zararın ise şirketin 2011 yılı hesapları ile ilgili olduğunu ileri sürmüş, davalı ise davacının davadan sonra imzaladığı 06.08.2012 tarihli mutabakat ile şirketin 2010 yılı zararının 2011 yılına devri konusunda tarafların anlaşmaya vardığını ve dolayısıyla davaya konu dönem için davacının müvekkilini ibra ettiğini belirterek davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince, davacının talebinin 01.01.2011 tarihi öncesine ilişkin zarara yönelik olduğu kabul edilerek davadan sonra taraflarca imzalanan 06.08.2012 tarihli hesap mutabakatı çerçevesinde 2010 yılı zararının davacı tarafça kabul edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Somut olayda, şirketin kötü yönetiminden dolayı uğranılan 2010 ve 2011 yılı zararlarının tahsili istenmiş, davadan sonra taraflarca imzalanan 06.08.2012 tarihli hesap mutabakatı doğrultusunda açıkça şirketin 2010 yılına yönelik ortaya çıkan zararlarından dolayı davalının ibra edilmiş olduğu, 2011 dönemine ilişkin mutabakatın ya da ibranın bulunmadığı sabittir. Dava dilekçesinde, faiz başlangıç tarihinin 01.01.2011 olarak gösterilmiş olması, talebin münhasıran 01.01.2011 tarihinden önceki 2010 dönemini kapsadığı anlamına gelmez.Yukarıda yapılan tespit ve değerlendirmeler ışığında Dairemizce, duruşma açılarak davalı şirket müdürünün 2011 yılı dönemi itibariyle sorumluluğunu gerektiren bir eyleminin ve dolayısıyla zararın bulunup bulunmadığının tespiti yönünden konularında uzman işletme ve ekonomist, maden mühendisi ve mali müşavirden oluşan üçlü heyetten bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 24.05.2018 tarihli bilirkişi raporunda özetle; davaya konu şirketin kayıtlarına göre, 2011 yılında üretilen maden cevheri miktarının 7.752,20 ton, satışı gerçekleşen maden cevherinin ise, 4.686,81 ton olduğu, buna göre üretilen ile satılan maden cevheri arasında 3.065,39 ton farkın bulunduğu, teknik değerlendirmede %5 oranında fire olabileceği, bu doğrultuda satış kayıtlarına yansıtılmayan 3.065,39 ton maden cevheri için 153,27 ton fire olabileceği, satış kayıtlarında gösterilmediği sabit olan 3.065,39 -153,27 = 2.912,12 ton maden cevherinin belirlendiği, bu maden cevherinin 157,10 TL/Ton fiyattan değerinin 457.494,05 TL olduğu, davaya konu şirketin anılan tutar kadar zarar ettirildiği, davacının bir kısım şirketlere yapılan ödemeler ile davaya konu şirketin zarara uğratıldığı yönündeki iddialarını destekler mahiyette bir kayda rastlanılmadığı, fazla ödemeler davaya konu şirket kayıtlarında alacak olarak yer alacağından esasen bir zarar olarak değerlendirilmediği belirtilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere, Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda, aynı bilirkişi kuruludan 01.02.2021 tarihli ek rapor alınmıştır. Bu ek raporda; maden cevherinin özellikleri, çıkarılması ve satışa hazırlanması, üretim süreçleri hakkında ayrıntılı olarak bilgi verildikten sonra; 3212 sayılı Maden Kanunu’na göre Maden İşleri Genel Müdürlüğünün üretim alanında yaptığı denetim sonucunda sahada cevher bulunduğunu tespit etmesi halinde üretim izni ve ruhsat verdiği, üretime başlayan firmanın gerekli görmesi halinde üretilen cevherin kalitesinin tespiti için üniversitelerden veya bu konu ile ilgili laboratuvarlardan analiz raporu alabildiğini, analiz sonucu ekonomik olarak satılabilir değerdeki cevherin, zenginleştirme için tesis alanına veya maden ocağından üretildiği şekilde direkt olarak satış için stok alınan kaşındığı, kalite olarak düşük tenörlü ve ekonomik değeri olmayan cevher kısımlarının satış imkanının olmaması nedeniyle stok alanına hiç taşınmadığı, bu tip kalitesiz cevherin maden ocağı içerisinde pasa alanına atıldığını, stok alanına çekilen cevherin alımını yapmak isteyen firmanın, cevher kalitesini tespit etmek üzere isterse analiz yaptırarak alım kararını ona göre verdiği tespitleri yapılmıştır. Bilirkişi ek raporu, bozma kararındaki hususları karşılar nitelikte olup denetime elverişli yeterli gerekçe içermektedir. Dava dışı şirketin stok alanına taşınan emtianın bozuk çıktığı ve atıldığı yönündeki savunmayı destekleyen teknik tespit bulunmadığı gibi, aksine, satış stok alanına taşınmış olan emtianın uygun vasıfta olduğu, uygun vasıfta olmayan madenin stok alanına hiç taşınmayıp madenin çıkarıldığı yerdeki pasa alanına atıldığı konusunda bilimsel tespitler yapılmıştır. Bu durumda, satış stok sahasına taşınmış olan madenin, uygun vasıfta olduğunun kabulü gerekir. Aksinin davalı tarafça kanıtlanması gerekmekte olup, davalı bu konudaki savunmasını kanıtlayamamıştır. Tüm bu gerekçelerle, mahkememizce alınan kök ve ek bilirkişi raporlarına göre; 2011 yılında üretilen ve fakat şirketin satış kayıtlarına yansıtılmayan 3.065,39 ton maden cevherinden teknik anlamda %5 oranı üzerinden belirlenen 153,27 ton firenin mahsubu sonucunda bakiye 2.912,12 ton maden cevheri değerinin 457.494,05 TL olarak hesaplandığı, bu tutar kadar şirketin zarara uğratıldığı tüm sonucuna ve kanaatine varılmıştır. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nın 556. maddesi yollamasıyla anılan Kanun’un 338. maddesinde, şirket yöneticileri için ispat yükü ters çevrilmiş kusur esasına dayanan bir sorumluluk öngörülmüş ve yöneticiler aleyhine kusur karinesi kabul edilmiş olup, limited şirket müdürleri, kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ispat edemedikleri takdirde neden oldukları şirket zararından sorumlu olacaklardır. Bununla birlikte, anılan Kanun’un 325. maddesi uyarınca idare meclisi lüzumlu defterleri tutmak ve muayyen müddet içinde geçen iş yılına ait bilançoyu kanun hükümleri gereğince tanzim ve umumi heyet toplantısından en az on beş gün önce pay sahiplerinin tetkikine arz etmekle mükelleftir. Buna göre yönetim kurulu üyeleri veya müdürler bu konuda açık bir iş bölümü yapılmamışsa, şirket için gerekli defterleri tutmakla yükümlü bulundukları gibi defterlerdeki aleyhlerine olan kayıtlarla da bağlıdır. Kanunen tutulması gereken defterlerin yönetim kurulu veya müdürler tarafından tutulmaması, defterlerin düzensiz tutulmuş olması veya kanuni süreler içinde saklanması yükümlülüğünün yerine getirilmemesi hallerinde meydana gelen zararlardan dolayı yönetim kurulu üyeleri veya bununla yükümlü olan müdürler doğrudan sorumludurlar. Açıklanan bu gerekçelerle, şirket müdürü olan davalının, 2011 döneminde üretilen ve fakat şirketin satış kayıtlarına yansıtılmayan maden cevherinden dolayı 457.494,05 TL tutarında şirketi zarara uğrattığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Bu nedenle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılarak, davanın kabulüne dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM;Yukarıda açıklanan gerekçelerle, Davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve işin esasının Dairemizce yeniden karara bağlanmasına, bu doğrultuda; 1-Davanın asıl alacak yönünden kabulü, gecikme faizinin başlangıç tarihi yönünden kısmen kabulü ile 300.000,00 TL alacağın, dava tarihinden itibaren işleyecek ve 3095 sayılı Yasa’nın 2/2. maddesi uyarınca avans esasına göre hesaplanacak temerrüt faizi ile birlikte davalıdan alınıp, tarafların ortağı olduğu … LİMİTED ŞİRKETİNE verilmesine, faizin başlangıç tarihine ilişkin fazla talebin reddine, 2-Alınması gereken 20.493,00 TL harçtan, peşin alınan 4.455,00 TL’nin mahsubu ile bakiye 16.038,00 TL harcın davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından dava açılırken peşin yatırılan toplam 4.476,15 TL harç ve ayrıntısı UYAP sisteminde gösterilen 3.666,50 TL yargılama gideri olmak üzere toplam 8.142,65 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 4-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 5-Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden AAÜT’ne göre, ilk derece yargılama aşaması için belirlenen 29.450,00 TL nispi avukatlık ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, 6-İstinaf aşamasındaki harç ve yargılama giderleri yönünden; a-Davacı tarafından yatırılan 85,70 TL istinaf başvuru harcının Hazineye gelir kaydına, b-Davacı tarafından mükerrer yatırılan 85,70 TL başvuru harcının ve 62,80 TL istinaf peşin harçlarının talep halinde ilk derece mahkemesince iadesine, c-Davacı tarafından harcanan 85,70 TL istinaf başvuru harcı gideri ve 7.560,00 TL bilirkişi ücreti, posta gideri olmak üzere toplam 7.645,70 TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, d-İstinaf yargılaması duruşmalı yapıldığından ve birden fazla duruşma icra edildiğinden AAÜT’ne göre belirlenen 4.080,00 TL maktu avukatlık ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, 7-Artan gider avanslarının, karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine, 8-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine, 9-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; Taraf vekillerinin yüzlerine karşı, gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açık olmak üzere, oy birliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.
KANUN YOLU:HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.