Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/2302 E. 2022/1481 K. 10.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2302
KARAR NO: 2022/1481
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 01/07/2019
NUMARASI: 2016/671 E. 2019/665 K.
DAVANIN KONUSU: Tazminat
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalının, 20.08.2007 tarihinde satış destek elemanı olarak çalışmaya başladığını ve 31.12.2008 tarihinde ekonomik kriz nedeniyle işine son verildiğini, ancak davalıya duyulan güven sebebi ile 02.02.2009 tarihinde Adana ofisinde bölge satış müdürü olarak yeniden işe alındığını, 02.02.2009 tarihinde rekabet yasağı taahhütnamesi imzalandığını, davalının daha sonra 22.02.2016 tarihinde müvekkili şirketten kendi isteği ile istifa ederek ayrıldığını, işten ayrılmasından kısa bir süre sonra taahhütnameyi ihlal ederek dava dışı … AŞ’de çalışmaya başladığını, bu firmanın müvekkili şirket ile kablo imalatı sektöründe lider konumda iki rakip işletme olduğunu, davalının rekabet yasağını ihlal etmesinin müvekkili şirket menfaatlerini önemli derecede ihlal edebilecek nitelikte olduğunu, taahhütnamenin davalı tarafından ihlal edilmesi sebebiyle davalının son brüt ücretin 12 katı tutarındaki cezai şart tutarını ödemekle yükümlü olduğunu ileri sürerek, 02.02.2009 tarihli rekabet yasağı taahhütnamesinin davalı tarafından ihlal edildiğinin tespiti ile taahhüt edilen son brüt ücretin 12 katı tutarında olan 79.200,00 TL cezai şartın dava tarihine kadar işlemiş ve dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont avans faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; 02.02.2009 tarihli taahhütnamenin aynı tarihli belirli süreli iş akdinin eki olduğunu ve 01.05.2009 tarihi itibariyle son bulduğunu, yeni bir taahhütname de imzalanmadığını, rekabet yasağının Marmara bölgesi ile sınırlandırıldığını, yasağın yasal sınırlarının aşılmadığını, zira davalının dava dışı … AŞ’nin Adana bölgesi sorumlusu olarak çalıştığını, davalının yetkisinin kapsamının davacı tarafça hatalı belirtildiğini, somut olayda TBK’nın 444/2 maddesi şartlarının oluşmadığını, söz konusu rekabet yasağının kapsamının çok geniş olduğunu, müvekkilinin çalışma hayatını hakkaniyete aykırı bir şekilde kısıtladığını, TBK’nın 420.maddesi uyarınca tek taraflı cezai şartın geçersiz olduğunu, geçerli kabul edilse dahi cezai şartın fahiş olduğunu ve indirilmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “… Taraflar arasında imzalanmış olan rekabet yasağı sözleşmesi incelendiğinde, iş sözleşmesi kapsamında yer aldığı, davalı işçinin iş akdinin sonlanmasından sonra bir yıl boyunca aynı sektörde faaliyet gösteren sözleşmede adı geçen 11 şirkette ve bu firmanların devamı niteliğindeki firmalar ile Marmara bölgesi sınırları içerisinde, kendi adına işverenle rekabet edilecek bir iş yapmamayı, sektörde rakip diğer müessese ve firmalarda ortak, yönetici, danışman yahut başka bir sıfatla ilgili olarak bulunmayacağını kabul ve taahhüt ettiği, bu hükme aykırı davranması halinde ise işçinin işveren lehine son brüt aylığının 12 katı tutarında tazminat bedelini ödemeyi kabul ettiği anlaşılmaktadır.Yukarda değinilen iş sözleşmesi kapsamında davalı işçi lehine öngörülmüş bulunan bir cezai şart ise bulunmamaktadır.Cezai şartın hem bireysel hem de toplu iş hukukunda geniş uygulama alanı bulunmaktadır. Cezai şart hükümlerinin özellikle tarafların hizmet akdine ek olarak yaptıkları rekabet yasağı sözleşmelerinde yer aldığı görülmektedir. Bununla birlikte iş hukukuna ilişkin mevzuatta cezai şarta dair açık hükümler yer almamaktadır. Bu nedenle Borçlar Kanununun cezai şarta dair hükümlerinin iş hukuku ilkeleri gözünde tutularak yorumlanması sonucunda iş akitlerinde cezai şartın unsurları ve şartları belirlenmiştir. Uygulamada cezai şart daha çok hizmet akdinin sözleşmeye aykırı feshine karşı bir müeyyide olarak düşünülmektedir. Özellikle belirli süreli hizmet akitleri için cezai şart konulmaktadır, bunun da temel fonksiyonu, hizmet aktinin belirlenen sürelerden önce feshe karşı bir teminat oluşturmasıdır. Cezai şartın geçerli olabilmesi için her iki taraf için de geçerli olacak şekilde düzenlenmesi doğru olandır ve yalnızca işçiyi bağlayan aynı durumda işveren için geçerli olmayacak bir cezai şartın geçerli olması düşünülemez. Cezai şartın tek taraflı olarak işçi aleyhine yükümlülük doğuracak biçimde kararlaştırılması halinde hüküm doğurmayacağına yönelik düzenleme 818 sayılı Borçlar Kanununda açıkça yer almamış olmasına karşın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesi ile açıkça geçersiz hali düzenleme altına alınmıştır ki, esasen bu durum 818 sayılı Borçlar Kanunuyla düzenlenmemiş olsa da Yargıtay uygulaması ile yalnızca işçi aleyhine sonuç doğuracak yöndeki cezai şartın geçerli olmadığı, hizmet akdinde işçi ile iş veren arasındaki hiyerarşik ve müzakere gücü açısından mevcut güç dengesizliği dikkate alındığında, söz konusu cezai şartın geçerli kabul edilmemesi yerindedir (HGK 16.03.2016, 2014/13-1013 Esas – 2016/318 Karar). Nitekim iş sözleşmesi içeriği incelendiğinde işveren aleyhine hiç bir cezai şarta yer verilmediği görülmektedir. Örneğin iş sözleşmesinin feshinin ardından işverenin işçiyi kötülemeyeceğine, işçinin yeni işverenine ulaşarak işçi hakkında olumsuz söylem vs gibi faaliyetler içerisine girmeyeceğine dair bir cezai şarta rastlanmamıştır.Öte yandan davaya konu edilen cezai şartın karşılıklı olduğu düşünülse ya da tek taraflı olmasının her hangi bir öneminin bulunmadığı kabul edilse dahi davalı işçinin hangi işlem ve eylemleri ile rekabet yasağına aykırı davrandığı ortaya konulup kanıtlanabilmiş değildir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi yeni tarihli bir kararında, rekabet yasağı sözleşmelerinin TTK bünyesinde düzenlenen haksız rekabete ilişkin düzenlemelerin özel bir şekli olduğu vurgulanıp haksız rekabetin varlığı yönünden somut bir zararın doğmuş olmasının gerekmediği ve haksız rekabet teşkil eden eylemler nedeniyle bir zarara düçar olma tehlikesinin varlığının yeterli olduğunu (11. HD. 2016/5641 E – 2017/1255) benimsemişse de; somut olay yönünden bu tehlikenin ne şekilde ortaya çıktığı varsayımlar ve ön kabullere göre değil ve fakat açık delillerle ortaya konulup kanıtlanmalıdır.Yasal dayanakları ortaya konularak yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, rekabet yasağını ve buna bağlı olarak ceza koşulunu düzenleyen sözleşmede, sadece işçi aleyhine ceza koşulu getirildiği, bunun karşılığında işverene bir yükümlülük getirilmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle sözleşmedeki ceza koşulu geçersiz olup, geçersiz sözleşmeye dayalı alacak talebi yerinde olmadığı … ” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; mahkemece yeterli inceleme yapılmaksızın eksik değerlendirme ve tespit ile karar verildiğini, rekabet sözleşmesindeki tek taraflı cezai şartın geçersiz olduğu yönündeki tespitin hatalı olduğunu, mahkemece iş sözleşmesinde yer verilen rekabet yasağına ilişkin cezai şart hükmünün, cezai şartın tek taraflı olamayacağı ilkesine bir istisna teşkil ettiğinin dikkate alınmadığını, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 03.02.2011 tarihli, 2011/2307 Karar sayılı ilamının da bu yönde olduğunu, davalı tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshi veya tarafların karşılıklı anlaşması ile sona ermesi gibi bir durum söz konusu olmadığını, satış müdürü olan davalının hiçbir haklı sebebe dayanmaksızın istifa edip kısa bir süre sonra davacı işverenin kıyasıya rekabet içinde olduğu, sürekli olarak aynı kamu ve özel ihalelerine katılan rakip şirkette satış memuru olarak işe başladığını, davalının bu davranışı ile rekabet yasağı taahhütnamesini ve TBK’nın 444 ve devamı maddelerini ihlal ettiğini, haksız rekabet teşkil eden eylemler nedeniyle bir zarara düçar olma tehlikesinin varlığının ispatlanamadığı tespitinin hatalı olduğunu, zira davalının kendi isteğiyle ve ihbar süresinin dolmasını beklemek istemeksizin yukarıda da belirttildiği gibi yaklaşık 10 yıl çalıştığı müvekkili şirketi zor durumda bıraktığını, ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra Nisan ayında rakip şirkette çalışmaya başladığını, çalıştığı süre boyunca davacı şirketin yaptığı her türlü işe ve iş sırlarına tamamen nüfuz ettiğini, müşterileri, satış statejileri ve fiyat politikaları gibi pek çok konu hakkında detaylı bilgiye vakıf olduğunu, davalının satış organizasyonunda yetkin satış müdürü ve münferiden imza yetkilisi konumunda olmasından ötürü davacı şirket açısından ciddi derecede önemli ve açıklanması riskli, işletmeye ait gizli kalması kritik önem taşıyan üretim yöntemleri ya da teknolojisi hakkında, imal edilen kablonun imalat yöntemlerinden en verimli şekilde yararlanılması amacıyla geliştiren yöntemlere, gerekli tasarım bilgisine ve teknik bilgiyi içerir üretim sırları gibi sırlara ve bunların yanısıra; satış, pazarlama, planlama, maliyet yapıları, maliyet hesaplaması yöntemi ve fiyatlandırma metod ve stratejileri, teklif verme usulü gibi ticari sırlara ve müvekkil şirketin detaylı müşteri listelerine, kilit müşterilerine ve indirim oranlarına ve de tüm bunlara ait dayanak belgelere ve bilgilere en geniş şekilde vakıf olmuş olduğunu, işçi tarafından çalıştığı süre boyunca edindiği bilgilerin rakip bir işletmede kullanılmasının önemli derecede zarara uğratacak nitelikte olması yeterli olup, zararın oluşması gibi bir şart bulunmadığını, TBK’nın 444/2 hükmü ile hizmet ilişkisi sırasında işçinin müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında işçinin bilgi edinme imkanının olması ve bu bilgilerin kullanılmasının eski işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikte olmasının yeterli olduğu, zararın oluşması gibi bir şart bulunmadığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2015/11383 Esas, 2016/6482 Karar sayılı kararında da; zarar ihtimalinin olup olmadığının araştırılmasının gerektiği ve fakat somut bir zararın meydana gelmiş olmasının aranmadığının belirtildiğini, işbu bilgilerin kullanılmasının davacı işvereni zarara uğratacak nitelikte olup olmadığının tespiti amacıyla davacı işveren ile rakip işverenin faaliyet alanları ve davalının çalıştığı pozisyonlara ilişkin olarak bilirkişi tarafından değerlendirme yapılmadığını, bu hususta tanıklarının dinlenmesi, toplanmayan delillerin toplanması ve sektör hakkında bilgisi bulunan uzman bilirkişi heyetinden teknik rapor alınması taleplerinin kabul edilmediğini, TBK’nın rekabet yasağını düzenleyen 444 ve devamı maddelerinin özel norm olması sebebiyle rekabet yasağının ayakta tutulmasının esas olduğunu, bu doğrultuda 445/2 maddesi hükmü ile hakime müdahele yetkisi tanındığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 16.06.2016 tarihli, 2015/12450 Esas, 2016/6672 Karar sayılı kararında da bu durumun belirtildiğini, hakime, rekabet yasağı sözleşmesindeki aşırı hükümlere karşı sözleşmeyi ayakta tutacak önlemleri alma ve sözleşmeye müdahele etme imkanı tanındığından, dava konusu uyuşmazlıkta rekabet yasağı konusunda tarafların iradeleri birleştiğinden anılan sözleşmede kesin hükümsüzlük butlan halinin bulunmadığının kabul edildiğini, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.02.2016 tarihli, 2015/7354 Esas, 2016/1838 Karar sayılı kararında davalının sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmesinin TMK’nın 2.maddesine aykırılık teşkil edeceğini ve hakkın kötüye kullanımı olarak değerlendirilebileceğinin belirtildiğini, davalının da, müvekkili davacının kıyasıya bir rekabet ilişkisi içinde olduğu sektör konusunda bilgisi bulunan herkesçe bilinen rakip bir şirkette çalışmak için ve hiçbir haklı nedene dayanmaksızın istifa ettiğini, davalının TMK’nın 2. maddesine aykırı davrandığının kabulü gerektiğini, davalının rakip şirket … AŞ bünyesinde imzalanan iş sözleşmesinin ve işçi özlük dosyasının ilgili şirketten celbi ve SGK’dan işyeri giriş – çıkış bildirgesinin ve hizmet dökümünün celbi talep edilmişse de, işbu taleplerinin dikkate alınmadığını, dava dilekçesinin davalıya 01.07.2016 tarihinde TK’nın 21.maddesine göre usulüne uygun olarak tebliğ edildiğini, ancak davalı cevap dilekçesinin iki haftalık kesin süre içerisinde sunulmadığını, iki haftalık kesin sürenin sona ermesinin ardından 01.09.2016 tarihli cevap dilekçesi ile delil listesi sunulduğunu, bu dilekçelerin dikkate alınmaması gerektiğini, zira, HMK’nın 145.maddesi ile de açıkça düzenlendiği gibi süresi içerisinde sunulmamış cevap dilekçesinde belirtilen davalı savunmasının dayanağı olan vakıaların ve söz konusu vakıaların dayanağı olarak bildirilen delillere tahkikat içinde dayanılamayacağını, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, hukuki niteliği itibariyle, hizmet sözleşmesi sona erdikten sonraki dönemde işçinin rekabet yasağını ihlal etmiş olması nedeniyle TBK’nın 444 ve devamı maddeleri uyarınca sözleşmede yer alan ceza koşulu alacağının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinde; davalının 20.08.2007 tarihli belirli süreli hizmet sözleşmesi ile davacı şirkette işe başladığı, 31.12.2008 tarihinde ekonomik kriz nedeniyle işine son verildiği, ancak daha sonra 02.02.2009 tarihli belirli süreli hizmet akdi ile davacı şirketin Adana ofisinde yeniden işe başladığı, ayrıca davalının aynı tarihli rekabet yasağı taahhütnamesi imzaladığı, davalının sonrasında 22.02.2016 tarihinde istifa ederek 25.04.2016’da dava dışı … AŞ’de Adana bölge satış müdürü olarak çalışmaya başladığı anlaşılmaktadır. Davacı şirket, eldeki davada davalının rakip şirket konumundaki dava dışı … AŞ’de çalışmaya başlamasının, davalının imzalamış olduğu 02.02.2009 tarihli rekabet yasağı taahhütnamesinin ihlali niteliğinde olduğunu ve rekabet yasağının ihlal edildiğini iddia ederek taahhütname uyarınca cezai şart talebinde bulunmuştur.Davalı tarafından imzalanan 02.02.2009 tarihli ”Rekabet Yasağı Taahhütnamesi” başlıklı taahhütnamenin incelenmesinde; davalının, davacı şirketin Güney Doğu Anadolu bölge satış müdürü olarak çalıştığı, davalının, işveren davacı şirket ile arasındaki hizmet ilişkisi süresince ve bu ilişkinin hitamını takiben taahhütnamede belirtilen şartlar dahilinde olmak üzere işveren davacı ile rekabet etmemeyi taahhüt ettiği görülmekte olup, taahhütnamenin 1.1 maddesinin ” İşveren ile aramdaki hizmet akdinin devamı boyunca ve iş akdini haksız olarak feshetmem veya istifa etmem veya işi bırakmam vs.veya iş akdimin işveren tarafından haklı olarak feshedilmesi hallerinde bu tarihlerden itibaren 1(bir) yıl süre ile; a-)işverenin faaliyet alanına giren, aynı veya benzer bir işle iştigal eden ve işverenle rekabet edilecek nitelikte bir işi kendi namıma yapmayacağımı ve b-)böyle bir şirket, kurum veya kuruluşa doğrudan veya dolaylı olarak malik olmayacağımı … danışmanlık vermeyeceğimi, çalışmayacağımı … Beyan ve taahhüt ederim.” hükmünü, 2.1 maddesi ise “İşbu taahhütnamenin herhangi bir maddesini ihlal ettiğim takdirde işverenin diğer hakları saklı kalmak üzere aldığım son brüt aylık ücretin 12 katı tutarında tazminatı, işverene nakten ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt ediyorum. … ” hükmünü içermektedir. Davacı, 02.02.2009 tarihli rekabet yasağı taahhütnamesine aykırılık nedeniyle cezai şart alacağı isteminde bulunmaktadır. Taraflar arasındaki hizmet sözleşmesinin yapıldığı ve taahhütnamenin imzalandığı tarih olan 02.02.2009 tarihi itibariyle 818 sayılı BK yürürlüktedir. Hizmet akdinin ise istifa suretiyle 22.02.2016 tarihinde, yani 6098 sayılı TBK’nın yürürlükte olduğu dönemde sona erdirildiği görülmektedir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesi, “Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükteyken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır” hükmünü, 4.maddesi ise “Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce gerçekleşmiş olup da Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış fiil ve işlemlere Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır” hükmünü içermektedir. Taraflar arasında 818 sayılı BK’nın yürürlükte olduğu dönemde 02.02.2009 hizmet sözleşmesi akdedilmiş, aynı tarihte davalı tarafından ”Rekabet Yasağı Taahhütnamesi” imzalanmış olup davalının bu taahhütname ile işten ayrıldığı takdirde bir yıllık süreyle rekabet etmeme yükümlülüğü altına girdiği anlaşılmaktadır. Taahhütnamenin bu hükmü, davalının işten ayrıldığı 2016 yılında hüküm doğurmaya başlamıştır. Bu durumda, ceza koşulu içeren taahhütnamenin geçerliliği, taahhütnamenin yapıldığı 818 sayılı BK hükümlerine göre belirlenecektir. 6101 sayılı Yasa’nın 4. maddesindeki düzenleme dikkate alınarak dava konusu rekabet yasağı ve cezai şarta ilişkin taahhütnamenin sonuçları konusunda ise Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanmalıdır (Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 16.03.2016 tarih ve 2015/6975 Esas, 2016/2969 Karar sayılı kararı). Bu bilgiler ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; Davalı tarafından imzalanan rekabet yasağı içeren taahhütnamenin 818 sayılı BK döneminde imzalanmış olduğu görülmekte olup bu durumda taahhütnamenin imzalandığı tarihte TBK’nın 420.maddesi yürürlükte olmadığından ve 818 sayılı BK’da işçi aleyhine tek taraflı ceza koşulu konulmasını yasaklayan bir düzenleme bulunmadığından, davalı tarafından imzalanan 02.02.2009 tarihli taahhütname ile tek taraflı davalı aleyhine cezai şart düzenlemesi yapılmasının geçersiz olduğu kabul edilemez. Zira sözleşmenin geçerli olup olmadığı, yapıldığı tarihte yürürlükte olan kanuni düzenlemelere göre belirlenir.Bu açıklama ve tespitlere göre somut olayda, TBK’nın 420.maddesinin uygulanma yeri bulunmadığı ortada olup mahkemece, taraflar arasındaki hizmet akdinin, davalının istifa etmesi suretiyle son bulduğu 22.02.2016 tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın rekabet yasağını düzenleyen 444 ve devamı hükümlerine göre inceleme yapılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde, hatalı değerlendirme ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Sona ermenin sonuçları bakımından somut olayda uygulanması gereken 6098 sayılı TBK’nın 444 ilâ 447. Maddelerinde rekabet yasağı düzenlenmiştir. Anılan 444.maddenin 2. Fıkrası uyarınca, rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir. Aynı Kanun’un 445/1. maddesi hükmü uyarınca, rekabet yasağı kaydının işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer, zaman ve işlerin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremeyeceği hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte Kanun’un 445/2. maddesinde ise hâkime, sözleşmede yer alan aşırı nitelikte rekabet yasağını kapsam ve süre yönünden sınırlayabilme yetkisi verilmiştir. Bu durumda mahkemece, yukarıda yer verilen kanuni düzenlemeler nazara alınarak, dosyanın, konusunda uzman, elektrik elektronik mühendisi, rekabet yasağı uzmanı ve mali müşavirden oluşan bilirkişi heyetine tevdii ile alınacak bilirkişi raporu ve tarafların diğer delilleri, iddia ve savunmaları bir bütün halinde değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde, eksik incelemeyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş ve kararın kaldırılmasına karar verilmiştir. Kabule göre de mahkemece hem davalının imzaladığı taahhütnamedeki cezai şart koşulunun TBK’nın 420. maddesi uyarınca geçersiz olduğu belirtilip ardından cezai şart koşulu geçerli gibi kabul edilip rekabet yasağına aykırılığın da bulunmadığı veya ispatlanamadığı anlamında tespitlere yer verilerek gerekçede çelişki yaratılması da usule aykırı olmuştur. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, işin esası incelenmeksizin ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR:Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, işin esası incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinaf konu kararının kaldırılmasına, 2-Yukarıdaki açıklamalar ışığında davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, talep halinde, ilk derece mahkemesince iadesine,4-Davacı tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine dair;HMK’nın 353/1.a. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 10.11.2022 tarihinde, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.