Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/2274 E. 2019/1535 K. 04.12.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/2274
KARAR NO : 2019/1535
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: KOCAELİ 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 03/07/2017
NUMARASI : 2014/1313 Esas – 2017/496 Karar
DAVANIN KONUSU: İşçinin Rabet Yasağını İhlalinden Doğan Ceza Koşulu Alacağı
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemizce istinaf başvurusunun kabulüne dair verilen hükmün, Yargıtay 11. HD tarafından bozulması üzerine yapılan duruşma sonunda dosya incelendi, gereği düşünüldü.
TARAFLAR İDDİA VE SAVUNMA ÖZETİ Davacı vekili, müvekkili şirket ile davalı arasında imzalanan 18.08.2011 tarihli belirsiz iş sözleşmesi ile davalının petrol sektöründe faaliyet gösteren firmalara tank imalatı yapan müvekkili şirkette çalışmaya başladığını, davalının şirket ortağı olan … tarafından tasarımları yapılan projelerin ve imalat resimlerinin bilgisayara kayıt işlemini gerçekleştirerek imalat bölümüne ilettiğini, dolayısıyla tüm şirket sırlarına vakıf olduğunu ve müşterileri ve rakip firmaları bildiğini, ancak davalının 17.05.2014 tarihinde istifa etmek suretiyle iş akdini tek taraflı feshettiğini, davalının müvekkili işyerinde çalıştığı esnada taraflar arasında 03.09.2011 tarihli gizlilik anlaşması akdedildiğini, bu anlaşmaya aykırı hareket ederek davacı şirketle aynı konuda faaliyet gösteren ve aynı bölgede bulunan Kremsmüller adlı şirkette çalışmaya başladığını, bu şirketin aynı zamanda müvekkilinin çalıştığı eski müşterisi olup, davacının iş yerinde farklı görevlerde çalışan iki kişiyi daha işe aldığını, davalının davacı şirketin üretim sırlarını bildiği ve müşterilerini tanıdığı halde aynı bölgede aynı işi yapan başka bir şirkette çalışarak rekabet yasağını ihlal ettiğini ileri sürerek, 70.000,00 TL cezai şartın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin davacı işyerinde işe başladığı tarihten yaklaşık 8 ay sonra davacının müvekkilinden dava konusu gizlilik sözleşmesini imzalamasını talep ettiğini, bir kısmı boş olan sözleşmenin işten çıkarılma baskısı ve tehdidi altında müvekkiline imzalatıldığını, anılan boşlukların imzadan sonra davacı tarafça tamamlandığını, sözleşmenin tanzim tarihi 03.09.2011 olmasına rağmen aynı sözleşmede işten ayrılma tarihinin 17.05.2014 olarak belirtildiğini, bu nedenle sözleşmenin geçersiz olduğunu, sözleşmede coğrafi sınırlamanın bulunmadığı gibi sürenin yedi yıl olarak belirlendiğini, bu bakımdan sözleşmenin yasaya aykırı olduğundan geçersiz olduğunu, davacı iş yerinde ustabaşı olarak görev yapmış müvekkilinin yaptığı işin gereği olarak iş yeri sırlarına vakıf olmasının mümkün olmadığını, iş akdinin haklı nedenle sonlandırıldığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla cezai şarta hükmedilmesi halinde cezai şarttan indirim yapılması gerektiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARAR ÖZETİ İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, sözleşmenin boş olarak imzalandığı ve daha sonradan davacı tarafça sözleşmenin doldurduğu iddiasının hak düşürücü süre içinde ileri sürülmediğinden bu savunmaya itibar edilmediği, sözleşmede coğrafi yer sınırlamasının bulunmamasının ve sürenin yasada belirtilenden fazla öngörülmüş olmasının sözleşmeyi tümden geçersiz kılmadığı, hakime müdahale hakkı verildiği, dolayısıyla sözleşmenin geçerli olduğunun kabulü gerektiği, somut olayda, davalının kendi isteği ile davacıya ait iş yerinden ayrıldığı, akabinde davacı ile aynı iş kolunda ve onunla rekabet halinde olan bir başka işyerinde aynı sıfatla çalışmaya başladığı, davalının sıfatı itibariyle davacının ticari / iş sırlarına vakıf olduğu, bu haliyle davacıya önemli zarar verebileceği, sözleşmede ceza miktarı 150.000 USD olarak kararlaştırılmış ise de davacının talebinin 70.000 TL olduğu, bu tutarın da davalının mali ve sosyal durumuna göre fazla olduğundan TBK’nın 182/son maddesine dayalı olarak talepten %60 oranında tenkis yapılarak neticede 28.000 TL’ye hükmedildiği, reddedilen kısım için davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmediği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, 28.000,00 TL’nin davalıdan tahsiline ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.Bu karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkilinin gizli bilgilere vakıf olmadığı gibi diğer işçilerle birlikte işten çıkarılma baskı ve tehdidi altında sözleşmenin imzalatıldığını, sözleşmenin iş akdinden sonra boş olarak imzalatıldığını ve sonradan doldurulduğunu, sözleşmede işten çıkış tarihinin de gösterilmiş olmasının bu iddiayı ispatlar nitelikte olduğunu, bu nedenle sözleşmenin geçerli olmadığını, dosyada alınan ilk bilirkişi raporunda müvekkili lehine yapılan hukuki değerlendirmelerin kabul edilmemesinin nedeninin gösterilmediğini, ceza koşulundan yapılan tenkisin yeterli olmadığını, reddedilen kısım yönünden müvekkili lehine vekalet ücretinin hükmedilmemesinin doğru olmadığını belirterek, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, işçinin rekabet yasağına aykırı davrandığı iddiasına dayalı ceza koşulu (cezai şart) alacağının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince, ceza koşulunun tenkisi suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı, yasal süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.Mahkememizce yapılan istinaf incelemesi sonucunda 2017/1059 E- 2018/497 K sayılı, 10.05.2018 tarihli kararla, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve TBK’nın 420. maddesi uyarınca, hizmet sözleşmesine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşununun geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Mahkememizin anılan hükmüne karşı davacı vekili tarafından temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine, Yargıtay 11. HD’nin 2018/3794 E- 2019/5098 K sayılı, 09.09.2019 tarihli ilamıyla, mahkememizin hükmü bozulmuştur.Yargıtay bozma ilamında; “…Dava, rekabet yasağı sözleşmesine aykırılıktan kaynaklanan cezai şart istemine ilişkindir. Bölge adliye mahkemesince, taraflar arasında akdedilen hizmet sözleşmesinde yer alan rekabet etmeme yasağına ilişkin hükmün sadece işçi aleyhine cezai şart öngördüğü bu nedenle 6098 sayılı TBK’nın 420. maddesi uyarınca geçersiz olduğu gerekçesiyle, ilk derece mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen karar kaldırılıp, esas hakkında yeniden hüküm tesis edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak Dairemizin 11.02.2019 gün, 2017/3977 Esas – 2019/990 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, hizmet sözleşmesi içerisinde rekabet etmeme yasağına dair hüküm bulunduğu hallerde, sözleşmenin, hem hizmet ilişkisinin devamı sürecinde geçerli olan bir hizmet sözleşmesini, hem de hizmet sözleşmesi sona erdirdikten sonra da yükümlülükler öngören bir rekabet etmeme sözleşmesini ihtiva ettiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, hizmet sözleşmelerinde sadece işçi aleyhine konulan cezai şart hükümlerin geçersiz olduğunu hüküm altına alan TBK’nın 420. maddesinin taraflar arasında akdedilen rekabet etmeme sözleşmesine uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Kaldı ki, taraflar arasında imzalanan hizmet sözleşmesinde rekabet yasağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiş olup, bu hususta 03.09.2011 tarihinde ayrı bir sözleşme imzalanmıştır. Belirtilen nedenlerle mahkemenin anılan gerekçesi doğru bulunmamış, bölge adliye mahkemesi kararının bozularak kaldırılması gerekmiştir.”, denilmiştir.Bozma üzerine mahkememizce duruşma açılmış, taraf vekillerinin beyanı alındıktan sonra, HMK’nın 377/5. maddesi uyarınca, Dairemizin bozulun hükmünde direnilmesine karar verilmiştir. Direnme gerekçesi:Yüce Dairenin bozma gerekçesi, TBK’nın 420. maddesi hükmünün, işçinin hizmet sözleşmesi sona erdikten sonraki dönem için rekabet yasağına uygulanamayacağı, bu nedenle ceza koşuluna ilişkin sözleşme hükmünün geçerli olduğu, diğer taraftan, ceza koşulu içeren sözleşmenin ayrı bir belgede yazılı olması nedeniyle de anılan 420. maddeye tabi olmayacağı gerekçelerine dayanmaktadır. Mahkememiz, Yüce Dairenin bu hukuki gerekçelerine katılmadığı için, bozulan hükümde direnilmiştir. Direnmenin hukuki gerekçeleri aşağıda açıklanmıştır.Liberal hukuk anlayışı, sözleşme taraflarının eşit olduğu, sözleşme yapılırken tarafların kendi çıkarlarını en üst düzeyde koruyabilecekleri ön kabulüyle, tam bir sözleşme özgürlüğü ilkesi üzerine kurulmuştur. Türk Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu liberal anlayışı esas alan temel kanunlardır. Ancak, zaman içinde, sosyolojik bir olgu olarak, tarafların eşit olmadığı durumların bulunduğu, böyle durumlarda sözleşme özgürlüğüne, zayıf olan taraf yarına müdahale edilmesi gerektiği anlayışı gelişmiş, yani, liberal hukuk anlayışı bazı alanlarda terk edilerek sosyal hukuk anlayışı ikame edilmiştir. Örneğin İş Kanunu, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun gibi. Türk Borçlar Kanunu sözleşme özgürlüğünü esas almış olmakla birlikte, bazı konularda sosyal hukuk anlayışının yansımaları olmuştur. İşte, olayımızda uygulanması tartışılan 420. maddenin 1. fıkrasındaki düzenleme bu anlayışın bir yansımasıdır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile işveren karşısında zayıf durumda bulunan, çalışması ve emeğiyle hayatını idame ettiren işçiyi korumak istemiş ve hizmet sözleşmelerine, sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olduğunu hükme bağlamıştır. Böylece, işçi – işveren ilişkisinin sürdürülebilir bir ilişki olmasının sağlanması yanında, Anayasa’nın 48. maddesiyle teminat altına alınan çalışma ve sözleşme hürriyeti’nin korunması amaçlanmıştır. TBK’nın 420/1. maddesiyle, işçinin çalışma ve sözleşme hürriyetinin korunması amaçlandığından, anılan yasal düzenleme emredici bir düzenleme olup, kamu düzenini ilgilendirir ve mahkemelerce de resen dikkate alınmalıdır. Bu yasal düzenleme, temel kişilik haklarını, hakkın sahibine karşı koruyan Türk Medeni Kanunu’nun 23. maddesiyle uyumlu olduğu gibi, TBK’nın 27. maddesi anlamında, sözleşme özgürlüğünün, kanunda tanımlanmış özel bir sınırını oluşturur (Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C:I, İstanbul 2012, s. 279-280).Yüce Yargıtay 11. HD’nin 2016/1461 E- 2017/4271 K sayılı, 12.09.2017 tarihli karar gerekçesinde; ” Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti başlıklı 48. ve devamı maddelerinde, herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olduğu bildirilmiş, BK’nin 19. maddesinin ilk fıkrasında, bir akdin mevzunun kanunun gösterdiği sınır dairesinde serbestçe tayin olunacağı belirtildikten sonra, 2. fıkrasında bu serbestinin sınırları gösterilmiş, 20. maddesinde ise bir akdin mevzunun gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olması halinde o akdin batıl olacağı, MK’nin 23/2. maddesinde de kimsenin özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği veya onları hukuka yada ahlâka aykırı olarak sınırlayamayacağı düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemeler karşısında, tarafların sözleşme içeriğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güvence altına alınan çalışma hürriyeti ilkesine aykırı olarak ve bu özgürlüğü ihlal anlamına gelecek herhangi bir düzenleme yapmalarının mümkün değildir.” denilmek suretiyle, temel hakların korunmasını amaçlayan yasal düzenlemelerin emredici olduğu ve kamu düzenini ilgilendirdiği açıkça vurgulanmıştır. Temel kişilik hakkını ve Türk kamu düzenini ilgilendiren ve bu nedenle emredici olan TBK’nın 420/1. maddesine göre, hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir. Kanun koyucu, bu düzenlemeyi yaparken hiç bir istisna öngörmemiştir. Tek taraflı ceza koşulunun geçersiz olduğunu söylerken, sözleşmenin devam ettiği dönem veya sözleşmenin sona ermesinden sonraki dönem arasında her hangi bir ayrım yapmamıştır. Kanun koyucu, hizmet ilişkisinde işçiyi konuma iradesini ortaya koyarken böyle bir ayrım yapmamıştır.Esasen, sözleşmenin devam ettiği dönem içinde uygulanacak bir ceza koşuluna uygulamada pek rastlanmamaktadır. Hizmet sözleşmelerindeki ceza koşulu, genellikle sözleşmenin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin olmaktadır. Ceza koşulunun, sözleşmenin sona erdikten sonraki döneme ilişkin olması, ceza koşulu içeren maddeyi, hizmet sözleşmesinin bir maddesi olmaktan çıkarmaz.TBK’nın 444. maddesi uyarınca, fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir. Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir. Yine, aynı Kanun’un 445. maddesi uyarınca, rekabet yasağı anlaşmasının yer, süre ve işin türü açısından yasal sınırlara uyularak yapılması gerekir. Aşırı düzenlemeler hakimin müdahalesiyle sınırlandırılır. 446. maddenin 2. fıkrasına göre, yasağa aykırı davranış bir ceza koşuluna bağlanmışsa ve sözleşmede aksine bir hüküm de yoksa, işçi öngörülen miktarı ödeyerek rekabet yasağına ilişkin borcundan kurtulabilir; ancak, işçi bu miktarı aşan zararı gidermek zorundadır. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre, işveren, ceza koşulu ve doğabilecek ek zararlarının ödenmesi dışında, sözleşmede yazılı olarak açıkça saklı tutması koşuluyla, kendisinin ihlal veya tehdit edilen menfaatlerinin önemi ile işçinin davranışı haklı gösteriyorsa, yasağa aykırı davranışa son verilmesini de isteyebilir.Yukarıdaki yasal koşulları taşıyan rekabet yasağı anlaşmaları, geçerli anlaşmalardır. TBK’nın 446. maddesi uyarınca, rekabet yasağına aykırı davranan işçi, bunun sonucu olarak işverinin uğradığı bütün zararları gidermekle yükümlüdür. Kanun koyucu, geçerli bir rekabet yasağı anlaşmasının sınırlarını kesin olarak çizmiş, gerekirse hakimin müdahalesini de öngörmüş, bu şekilde yapılan rekabet yasağı anlaşmasını ihlal eden işçiyi de işverenin zararlarını tazmin yükümlülüğü altına almıştır. Böyle bir durumda işveren, işçinin rekabet yasağını ihlal ettiği olgusunun yanında, bu nedenle bir zararının da oluştuğunu kanıtlayarak tazminat talep edebilecektir. Görüldüğü üzere, işçi ve işverenin, TBK’nın 445. maddesindeki sınırlar içinde kalmak kaydıyla rekabet yasağı anlaşması yapmalarına yasal bir engel yoktur. Zaten cezai şartın amacı da zararın tazminidir. Ancak borçlu, cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının kapsamını ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etmek imkanı bulacaktır. Çünkü, ceza koşulu, borcun ihlali halinde verilmesi gereken, önceden kararlaştırılmış kesin miktarlı (maktu ) bir tazminattır (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Basım, Ankara 2017, s. 1210 ). Ancak, ceza koşulunun işçi aleyhine tek taraflı olarak kararlaştırıldığı durumlarda, ceza koşulu geçerli olmayacağından, işveren, bu kolaylıktan artık yararlanamayacak, zararını ve illiyet bağını ispat etmek zorunda kalacaktır. Yani, işveren, rekabet yasağı sözleşmesine aykırı davranan işçiden tek taraflı ceza koşulunu isteyemeyecekse de tazminat talep edebilecektir. Bu durum, borçların ifa edilmemesinin sonuçlarını düzenleyen TBK’nın 112. maddesinin doğal bir sonucudur (Turgut Akıntürk/ Derya Ateş Karaman, Borçlar Hukuku- Genel Hükümler Özel Borç İlişkileri, 21. Basım, İstanbul 2013, s. 85-86). Bu açıklamalara göre, işçi ve işveren, rekabet yasağı anlaşmasına bir ceza koşulu koyabilir. Ancak, bu ceza koşulunun geçerliliği TBK’nın 420/1. maddesine bağlıdır. Yani, burada getirilecek bir ceza koşulunun sadece işçi aleyhine bir ceza koşulu olmaması, bunun karşılığında işverenin de bir edim üstlenmiş olması gerekir. Kanun’da bu yorumun aksinin kabulünü gerektirecek hiç bir hüküm yoktur. TBK’nın 393 ilâ 447. maddelerinin tamamı hizmet sözleşmelerini düzenleyen maddelerdir. Sözleşmedeki bir hükmün, sözleşme sona erdikten sonra hüküm ifade edecek olması, o hükmün sözleşmenin bir maddesi olmadığı, başka bir sözleşme olduğu anlamına gelmez. Taraflar arasındaki rekabet yasağı içeren sözleşme 446. maddedeki yasal sınırlar içinde geçerli bir anlaşma olsa bile, buna bağlanan tek taraflı ceza koşulu hükümsüz olur. Buradaki hükümsüzlük, TBK’nın 27/2. maddesi anlamında kısmî hükümsüzlüktür. Yani, hizmet sözleşmesi ve rekabet yasağı anlaşması geçerli olacak, sadece tek taraflı ceza koşulu içeren sözleşme maddeleri hükümsüz olacaktır. Bu durumda, işveren, rekabet yasağını ihlal eden işçiden ceza koşulunu isteyemeyecektir.Nitekim, sözleşmenin süresinden önce feshine bağlanan ceza koşulunun geçerli olup olmadığının tartışıldığı Yargıtay İBHGK’nun 2017/10 E- 2019/1 K sayılı, 08.03.29019 tarihli kararında, esasa girişilmeden önce yapılan ön sorun oylamasında, meselenin hem işçi, hem de işveren yönünden getirilen ceza koşulu için değerlendirilmesi gerektiği, zira işçi aleyhine tek taraflı olarak getirilen ceza koşulunun geçersiz olduğu kabul edilmiştir.Anılan içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde belirtildiği üzere; iş hukukunda kararlaştırılan cezai şartın genellikle iş sözleşmesinin belirli süreli sözleşmelerde, süre boyunca haklı neden olmaksızın feshini önlemek, eğitim verilen işçinin asgari çalışma şartına uyulmaması halinde eğitim giderlerini geri talep edebilmek veya rekabet yasağı sözleşmesine uygun davranılmasını sağlamak amacıyla getirildiği görülmektedir. Tüm bu hallerde taraflar sözleşmeden doğan bir yükümlülük yüklenmekte ve cezai şart ile söz konusu taahhütlerin etkinliği sağlanmaktadır.İBK uyarınca, sözleşmenin süresinden önce feshi hali için öngörülecek ceza koşulunun karşılıklı olması, yani sadece işçi aleyhine öngörülmemiş olması zorunludur. Bu konu, İBK’nın açık gerekçesi karşısında artık tartışılamaz.Yine, işçiye verilen eğitim giderleri nedeniyle, işçinin asgari çalışma şartlarına uymaması hali için eğitim giderlerinin işçiden tahsil edileceğine dair ceza koşulunun sadece işçi aleyhine konulması mümkün olmamalıdır. Burada, işverinin zaten eğitim giderlerini ödediği ve ceza koşulunun karşılıksız olmadığı savunulabilir. Çünkü işveren, giderini kendisi karşılayarak işçiye eğitim hizmeti vermiştir. Ancak, davamıza konu olayda olduğu gibi, rekabet yasağına bağlanan ceza koşulunun sadece işçi aleyhine öngörüldüğü durumlarda, işverenin her hangi bir karşı edim üstlendiğinden söz edilemez. Bu halde hizmet sözleşmesi karşılıklı olarak ifa edilmiş, işçi bilgisini ve emeğini işverene tahsis etmiş, işveren bunun karşılığında işçinin ücretini ödemiştir. İş sözleşmesinin sona ermesinden sonra, işveren, işçinin rakip firmalarda çalışmamasını istemekte, ancak bunun karşılığında hiçbir edim üstlenmemektedir. İşveren, işçinin çalışma alanını ve çalışma konusunu belli bir süre sınırlandırmakta, karşılığında hiçbir edim üstlenmemektedir. Kanun, hizmet sözleşmelerinde sadece işçi aleyhine ceza koşulu getirilmesini sosyal amaçlarla, yani işçiyi korumak amacıyla getirmiştir. İşçi aleyhine konulan ceza koşuluna karşılık işverene de bir ceza koşulu öngörülebileceği gibi, karşılıklılık başka şekillerde de sağlanabilir. Örneğin, rekabet yasağı karşılığında işveren, işçiye belirli bir miktar ödeme yapmayı veya yoksun kalacağı çalışma hakkı karşılığında aylık ücretinin belli bir kısmını yasak süresi boyunca ödemeyi üstlenebilir. Kanun, karşılığın mutlaka bir ceza koşuluyla düzenlenmesini aramamıştır.Diğer taraftan, ceza koşulu içeren düzenlemenin ayrı bir kağıda yazılmasının da sonuca etkisi olamaz. Hizmet ilişkisini düzenleyen bir metin, ayrı kağıtlara yazılsa da hizmet sözleşmesine ek niteliği taşır. Bir ceza koşulunun, salt ayrı bir metin halinde düzenlenmiş olması, ayrı bir kağıda yazılmış olması, hizmet sözleşmesine yazılsaydı geçersiz olacak koşula geçerlilik kazandıramaz. Aksinin kabulü halinde, işçi aleyhine tek taraflı ceza koşulu içeren hükümlerin hizmet sözleşmesine değil, ayrı bir belgeye yazılarak, kanunun emredici şekilde düzenlediği tek taraflı ceza koşulu yasağı uygulanamaz hale getirilebilecektir. Yüce Dairenin, ceza koşulu içeren düzenlemenin ayrı bir metin olarak düzenlenmiş olmasını bozma gerekçesi yapmasına bu nedenle katılmak mümkün olmamıştır.Açıklanan bu gerekçelerle, Yüce Dairenin bozma ilamı üzerine duruşmalı olarak yapılan istinaf incelemesi sonucunda, HMK’nın 377. maddesi uyarınca, Mahkememizin bozulan hükmünde direnilmesine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;Dairemizin 2017/1059 Esas – 2018/497 Karar sayılı, 10.05.2018 tarihli kararında direnilmesine, bu doğrultuda; İlk derece mahkemesinin istinafa konu 03.07.2017 tarihli, 2014/1313 Esas – 2017/496 Karar sayılı kararının kaldırılarak davanın esası hakkında dairemizce yeniden hüküm verilmesine, bu doğrultuda; 1-Davanın reddine, 2-Alınması gerekli 44,40 TL maktu karar harcının, peşin yatırılan 1.195,45 TL harçtan mahsubu ile artan 1.151,05 TL’nin talep halinde davacıya iadesine,3-Davacı tarafından sarf edilen yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Davalı, ilk derece yargılamasında kendisini vekille temsil ettirmiş olduğundan, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca hesaplanan 8.050,00 TL nispi vekalet ücretin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,5-Artan gider avansının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,6-Davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru harcı olarak yatırılan 85,70 TL’nin Hazineye gelir kaydına,7-Davalı tarafından yatırılan peşin istinaf harcının talep halinde davalıya iadesine,8-Davalı tarafından istinaf yargılaması sırasında yapılan 30,00 TL posta gideri, 85,70 TL istinaf yoluna başvuru harcı olmak üzere toplam 115,70 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 9-Davacı tarafından istinaf aşamasında yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,10-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara tebliğine, 11-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;Gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açık olmak üzere, taraf vekillerinin yüzlerine karşı oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 04.12.2019