Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1970 E. 2022/330 K. 17.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1970
KARAR NO: 2022/330
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 03.07.2019
NUMARASI: 2017/1139 Esas – 2019/1016 Karar
DAVA: Çek yapraklarının iptali (menfi tespit)
Taraflar arasındaki davanın ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı şirketin uzun yıllar davalı banka şubesinin müşterisi olduğu, şube nezdinde bulunan hesaptan kendisine teslim edilen çek karnelerinden çekleri kullandığını, çeklerin toplam sayısının 141 olduğunu, bankanın müvekkil şirkete yazdığı 08.12.2005 tarihli yazı ile bu çekleri ve 3167 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereği ödenmesi garanti edilen 8.460 TL talep ettiğini, 30.11.2012 tarihli ihtarname ile bu çeklerin ayrı ayrı dökümü yapılarak 5941 sayılı Çek Kanunu uyarınca iadesinin talep edildiğini, iade edilmeyen ve edilemeyen bu çekler karşılığı bir kısım paranın da bankaca bloke edildiğini, çek defterlerinin veriliş tarihinin 2005 yılı olduğunu, çeklerin basım tarihleri ve biçimlerinin 3167 sayılı Yasa’ya göre olduğunu, vergi dairesi, açık unvan gibi zorunlu birtakım unsurları içermediğini, bu çeklerin bugün ibraz edilse karşılığının ödenmesinin yasal olarak olanaksız olduğunu ve aradan on iki yıl geçmiş olduğunu, davalıya müvekkil şirketin bir borcu bulunmadığını ve bu banka ile çalışılmadığını, ibraz süresi geçtiği halde Bankaya ibraz edilen çekin karşılıksız olarak yazdınlmasınm mümkün olmadığını, üzerine “İbraz süresi geçtiği için işlem yapılamamaktadır” kaşesi vurularak işlemin sonlandırılacağını, karşılıksız işlemi yapılamadığı için Bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutarın da tahsil edilemeyeceğini, bankaların sorumluluk süresinin on yıl olduğunu belirterek, davanın kabulü ile davalı bankanın hiçbir sorumluluğu olmayan tümü 2005 tarihli 141 adet çeklerin iptaline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davalı banka tarafından 2005 yılında davacıya 141 adet çek teslim edildiğini, söz konusu çeklerin davacının zilyetliğinde ve sorumluluğunda olduğunu, çek karnelerinin kaybedilmesine dair herhangi bir delil sunulmadığını, anılan çeklerin dolu bir şekilde on iki sene öncesine ait olsa da çeklerin ileri tarih konularak ibrazının mümkün olabileceğini, davalı bankanın sorumluluğunun halen devam etmekte olduğunu, bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini, davacı tarafından çeklerin akıbetlerine ilişkin Mahkemeye kaybolduğu, çalındığına ilişkin herhangi bir beyanat ve delil sunulmadığını, banka nezdinde yapılan araştırmada … numaralı çek hesabı bulunduğunu, 11.03.2014 tarihinde 20 adet çekin iptal edildiğini, geri kalan 120 adet çek yaprağı için müvekkili bankanın sorumluluğunun devam ettiğini, bankaların çek yapraklarından dolayı hem mülga 3167 sayılı Çek Kanunu hem de 5941 sayılı Çak Kanunu kapsamında depo talebinde bulunma haklarının olduğunu, davalı banka tarafından garanti tutarının depo edilmesi yönünde davacıya 08.12.2015 tarihli bilgi mektubu gönderildiğini, bu sebeple davalı bankanın mevzuatın dışında olası çek keşidelerine karşı kendini korumak amacıyla garanti tutarını serbest bırakmadığını belirterek, davanın reddine, yargılama masraflarının karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Mahkememizce yapılan yargılama neticesinde toplanan deliller ve düzenlenen bilirkişi raporu ile; davacı tarafça davalı banka aleyhine davalı bankanın verdiği çeklerden dolayı davacının banka hesabına koyduğu blokeden dolayı menfi tespit ve çeklerin iptali istemine ilişkin dava açılmış ise de düzenlenen dosya kapsamına uygun ve denetime elverişli bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere dava konusu çekler eski tarihli de olsa davacı şirket tarafından tedavüle koyulmuş olabileceği açık bu durumda davalı bankaya ibrazı halinde davacı bankanın çekin eski tarihi olmasına bakılmaksızın ödeme yükümlülüğü doğacağı açıktır, davacı tarafça çeklerin akıbeti hakkında somut bir vaka ortaya konulmadan sırf eski tarihli olması bankanın ödeme yükümlülüğü kalmadığı iddiasıyla iptaline karar verilmesi talebi haklı ve yasal bir nedene dayanmadığı gibi bunun aksi halde çeklerin tedavülde olması halinde iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunamayacağı da tartışmasızdır. Düzenlenen bilirkişi raporu ile de belirlendiği üzere dava konusu çekler eski tarihli olsa da dava tarihi itibariyle davalı bankanın dava konusu çeklerden dolayı zorunlu çek yaprağı bedelini ödemekle yükümlü olduğu ve davalı bankanın henüz bankaya iade edilmemiş olan çek yaprakları için davacı şirketin bankada bulunan hesap, hak ve alacaklarına resen rehin kovmaya ve hesaplarda yeterli tutar olmaması halinde yükümlü olduğu tutar kadar talepte bulunmaya ve depo etmeye yetkisinin olduğu sabit olup davacı tarafça dava konusu çeklerin iptaline yönelik iddiasını ispata elverişli delillerle ispatlayamaması ve davacının zorunlu çek bedelleri toplamını davalıdan tahsilini talep etme hakkı olmadığı…” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Mahkemenin, ıslah dilekçesi ile talebini yinelemiş olmalarına rağmen eski talepleri üzerinde de hüküm kurarak usule açıkça aykırı bir karar verdiğini, hatta eski talepleri için kullanılan gerekçenin, yeni talebin reddi için de dayanak olarak sunulduğunu, bu durumun hukuken kabul edilmesinin mümkün olmadığını, mahkemenin talebi aşan bir şekilde karar verdiğini ve bu durumun mevcut talep hakkında verilen kararı da hukuka aykırı hale getirdiğini, Mahkemenin usul hukukunda bir delil olarak düzenlenmiş olan bilirkişi incelemesi kurumunu gerektiği gibi kullanmadığını, mahkemenin 4 nolu celsede alacak iddiasının haklı olup olmadığının tespiti amacıyla dosyayı bilirkişiye tevdii ettiğini, bu noktada bilirkişi incelemesinin ancak dava konusu uyuşmazlığa ilişkin “teknik uzmanlık” gerektiren konularda yapılabileceğini, bu nedenle bir alacak iddiasının haklılığına ya da haksızlığına karar verme yetkisinin yargı merciine ait olduğunu, bilirkişi raporunda davalı banka ve müvekkili şirketi arasındaki çeşitli sözleşmeler ve taahhütler incelenmiş ve davalı bankanın dava konusu çeklerden ötürü müvekkili şirket hesaplarına bloke koymasının “hukuki bir temeli” olup olmadığını incelediğini, bu incelemede yapılan tespitlerin bir kısmı doğru olsa dahi, davaya konu olan asıl uyuşmazlık teknik değil hukuki bir mahiyet taşıdığını, davanın, taraflar arasındaki sözleşmeler, taahhütler ve ilgili kanun hükümlerinin yorumlanması suretiyle çözüme kavuşturulması gerektiğini, nitekim bilirkişinin de hiçbir teknik inceleme yapmaksızın yalnızca sözleşme ve kanun hükümlerini yorumladığını, bu durumun usul hükümleriyle yargı mercilerine tanınmış olan uyuşmazlık çözme yetkisinin açık bir ihlali anlamına geldiğini, Dava konusu uyuşmazlığın çözümünün 5941 sayılı Çek Kanunu hükümlerinin ve taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin yorumlanması suretiyle çözülmesi gerektiğini, Çek Kanunu’nun 3. maddesinin 3. fıkrasında bankaya ibraz edilen çekin kısmen veya tamamen karşılıksız çıkması durumunda bankanın hamile ödemekle yükümlü olduğu tutarları düzenlendiğini, müvekkili ile davalı banka arasındaki sözleşmelerde de buna yönelik düzenlemeler bulunduğunu, davalı bankanın bloke veya rehin işlemi tesis etme yetkisi sebepsiz bir işlem olmadığını, bankaya sözleşmede tanınan bu yetkinin kanuni ödeme yükümlülüğü sonucu bankanın yüklendiği riskin karşılığı olduğunu, bir anlamda kanun hükmü gereğince mevcut olan yükümlülük, sözleşme hükmünde tanına yetkiye şart koşulduğunu, şu durumda eğer bankanın kanuni ödeme yükümlülüğü söz konusu olmazsa, ilginin hesabına bloke koyma yetkisi de söz konusu olmayacağını, 5941 sayılı Çek Kanunu, bankaların asgari ödeme yükümlülüğünü belirli bir süre ile sınırlandırdığını, Kanun’un 3/9. maddesine göre, müvekkili şirkete ait çeklerin ise basım tarihi belirtme mecburiyetinin bulunmadığı 3167 sayılı Kanun döneminden, 2005 yılından kalan çekler olduğunu, eski çeklere ilişkin durum ilgili kanunun geçici 3. maddesinin 3. fıkrasında yer alan hükme göre geçerli kabul edildiğini, fakat aynı maddenin 4. fıkrasına göre, Kanun’un açık hükmü uyarınca davalı bankanın müvekkili şirketin çeklerinden ötürü ödeme yükümlülüğü herhangi bir şüpheye mahal bırakmaksızın sona erdiğini, nitekim bu durum gerekçeli kararda bilirkişi raporuna da atıfla açık bir şekilde belirtildiğini, gerekçeli kararın son bölümünde çekler eski tarihli de olsa bankaya ibrazı halinde bankanın asgari ödeme yapmakla yükümlü olduğunun açık olduğunun belirtildiğini, mahkemenin bu sonuca varmış olmasını anlamanın mümkün olmadığını, zira kanun hükmünün açık olduğunu, Çek Kanunu’nun geçici 3. maddesinin 4. fıkrası hükmü uyarınca bankaların müşterilerine verdikleri eski çek defterleriyle ilgili olarak, muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğunun 30/6/2018 tarihinde sona erdiğini, oysa Mahkemenin açık kanun hükmünün aksini savunduğunu, Mahkemenin bilirkişi incelemesine atıf yaparak dava tarihi itibariyle eski tarihli çekler için kanuni ödeme yükümlülüğünün mevcut olduğunu belirttiğini, dava tarihinin 25/12/2017 olduğunu, oysa dava tarihinde dahi 30/06/2018 tarihinde bankanın kanuni ödeme yükümlülüğü sona erdiğini, 17/12/2018 tarihli ıslah dilekçesi ile söz konusu kanun hükmünün doğurduğu sonuçlar nazara alınarak bloke edilen tutarın iadesi istemiyle davasının ıslah edildiğini, yani ıslah dilekçesinin mahkemeye sunulduğu tarihte mahkemenin, kanun hükmünün asgari ödeme yükümlülüğü açısından tanıdığı sürenin geçtiğinin farkında olmadığını, gerek bilirkişi raporu düzenlendiği gerekse karar verildiği tarihte asgari ödeme yükümlülüğü sona erdiğini, buna rağmen dava tarihinde asgari ödeme yükümlülüğünün mevcut olduğu şeklinde sunulan gerekçenin, kanun hükümleri ve ıslah dilekçesinde sundukları talep karşısında geçersiz olduğunu, mahkemenin karar verdiği tarihte yürürlükte olan kanun hükümlerini uygulamakla mükellef olduğunu, fakat açık kanun hükümlerinin görmezden gelindiğini, davalı bankanın çekler dolayısıyla herhangi bir ödeme riski altına girmiyorsa, müvekkili şirkete ait hesaplarda bloke ettiği tutarın karşılığının ne olduğuna gerekçeli kararda cevap verilmediğini, yalnızca kanun ve sözleşme hükümlerinin tekrarı mahiyetinde tutarsız ve kabul edilemez bir sonuca varıldığını, çekler için davalı bankanın kanundan asgari ödeme yükümlülüğünün son bulduğunu ve müvekkili şirketin banka hesaplarındaki hak ve alacaklarına rehin koyma hakkının da sebepsiz kaldığını, şu durumda davalı bankanın bloke işleminin hukuka aykırı hale geldiğini, ıslah doğrultusunda davanın kabulü gerektiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın ıslah doğrultusunda kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, davacının, davalı banka nezdinde bulunan hesabına davalı banka tarafından çek sorumluluk bedeli karşılığı konulan blokenin kaldırılması ve blokeli tutarın iadesi istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Yargıtay 11. HD 2019/194 E 2019/830 K 05.02.2019 tarihli emsal karar içeriğinde açıklandığı üzere; Mülga 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun’un 10. ve 5941 sayılı Çek Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca, muhatap banka süresinde ibraz edilen çekin karşılığının bulunmaması halinde yasal sorumluluk miktarına kadar ödeme yapmakla yükümlüdür. Aynı maddede ödeme yükümlülüğü ile ilgili hususun hesap sahibi ile muhatap banka arasında çek defterinin teslimi sırasında yapılmış olan dönülemeyecek bir kredi sözleşmesi hükmünde olduğu açıklanmıştır. Bankaların verilmiş olan çek yaprakları sebebiyle üçüncü kişilere karşı olan ödeme yükümlülüğü zikredilen yasa hükümlerinden kaynaklanmakta olup, 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 1. maddesinin 3. fıkrasıyla, bankaların müşterilerine verdikleri eski çek defterleriyle ilgili olarak, 3167 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı ve aynı yasanın geçici 3. maddesinin 3. fıkrasıyla ise mülga 3167 sayılı Kanun hükümleri gereğince düzenlenmiş olan eski çeklerin hukukî geçerliliğinin devam edeceği hususları hüküm altına alınmıştır. Ayrıca Yargıtay HGK’nın 21.09.2011 tarih, 2011/17-513 Esas, 2011/549 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, ödeme külfeti yukarıda zikredilen yasa hükümleriyle bankalara yükletilmiş olduğundan bankaca müşterisine verilen her çek yaprağı için müşterinin bankadaki mevduatının, her bir çek yönünden yasal sorumluluk miktarı ile sınırlı olarak banka lehine rehinli olduğunun kabulü zorunludur. Somut olayda bilirkişi rapor içeriğinde yer verilen, taraflar arasında imzalanan hesap taahhütnamesi ticari müşteri sözleşmesi, genel kredi sözleşmesi hükümleri uyarınca da bankanın çek sorumluluk bedeli uyarınca oluşması muhtemel zararları için bloke, rehin, takas, mahsup gibi haklarının bulunduğu, yine davacı şirketin 18.05.2012 tarihli yazılı beyanında dava hakları saklı kalmak üzere, gayrinakdi çek kredisi için mevduata rehin tesis edilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Toplanan delillerden dava konusu çek karnelerinin davacıya 1995-2003 tarihleri arasındaki dönemde teslim edildiği, 140 adet çekin davalı bankaya iade edilmediği (davalı bankanın 23.02.2018 tarihli yazı cevabında söz konusu çek yapraklarının sayısının 11.03.2014 tarihi itibarıyla iptaller sonucu 120 adete düştüğü), davalı banka tarafından iade edilmeyen çekler sebebiyle davacıya ait hesapta bulunan 79.278,35 TL’ye bloke konulduğu anlaşılmıştır. Dava konusu çeklerin davacıya verildiği hususunda bir uyuşmazlık bulunmamakta olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık, bankaların, vermiş oldukları eski çek defterleri nedeniyle yetkili hamillere karşı hangi süreyle sorumlu olduğu noktasında toplanmaktadır. Muhatap bankanın sorumluluğunun hangi süre ile sınırlı olduğu, başka bir anlatımla, hamilin muhatap bankadan ödeme yapmasını hangi süre içinde istemesi gerektiği hususunda çeklerin verildiği tarih itibariyle somut olaya uygulanması gereken mülga 3167 sayılı Yasa’da açık bir düzenleme bulunmamakla birlikte 5941 sayılı Çek Kanunu’nun geçici 3. maddesinin 4. fıkrasına 6273 sayılı Yasa’yla, 31.12.2012 tarihinde eklenen hükümle, bankaların müşterilerine verdikleri eski çek defterleriyle ilgili olarak, 5941 sayılı Yasa’nın 3/3. maddesine göre ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğunun 30/6/2018 tarihinde sona ereceği düzenlenmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda da davacının, iade edilmeyen çeklerin akıbeti konusunda somut bir beyanda bulunmamış olduğu, çeklerin akıbeti konusundaki belirsizlik karşısında ülkemizdeki mevzuat dışı çek kullanımı alışkanlıkları da dikkate alındığında, dava konusu çeklerin davalı bankaya ibrazının mümkün olduğu, davalı bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğunun 30.06.2018 tarihine kadar devam ettiği, davalı bankanın yasal olarak ve taraflar arasında imzalanan sözleşme hükümleri uyarınca davacı şirkete verdiği çekler için çek sorumluluk bedelince bloke uygulama hak ve yetkisine sahip olduğu, dava konusu edilen 140 adet çek yaprağından beheri için davalı bankanın sorumlu olduğu miktarın davalının davacı bankaya gönderdiği 30.04.2012 tarihli ihtarname tarihi itibariyle 84.000 TL için davalı bankanın sorumlu olduğu toplam miktar tutarınca bloke uyguladığı, davalı bankadan yasal sorumluluğunun devamı süresince anılan çeklere karşılık yapılan blokenin kaldırılmasının beklenemeyeceği açıktır. Belirtilen nedenlerle, davalı bankanın davacıya ait hesapta bulunan paraya bloke koymasında hukuka aykırı bir durum olduğundan söz edilemeyeceğinden davacının, dava tarihi itibariyle, hesabında blokeli olarak bulunan paranın iadesini istemekte haklı olmadığı anlaşılmış olup, ilk derece mahkemesince kurulan hüküm isabetli bulunmuştur. Davacı vekilince yargılama sürecinde açılan çek iptali davasının ıslah ile menfi tespit ve alacak davasına dönüştürüldüğü, ancak mahkemenin talebini değerlendirmediğini, ıslaha göre karar vermediğini ileri sürülerek karar istinaf edilmiştir. Yargılama sürecinde davacı vekilince ıslah dilekçesi verilmiş ise de ıslah, hukuki sonuçlarını dava tarihi itibariyle doğurur. Dava 25.12.2017 tarihinde açılmış olup, yukarıda açıklandığı üzere davalı bankanın sorumluluğu 30.06.2018 tarihine kadar devam edeceğinden ve her dava açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirileceğinden, bu surette erken açılan davanın reddi kararında da isabetsizlik yoktur. Davacının yeni bir dava açarak talepte bulunmasına engel bir durum da yoktur. Yukarıdaki açıklamalar ışığında ilk derece mahkemesi karar ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı vekili tarafından yatırılan istinaf başvuru ve peşin harçlarının Hazineye irat kaydına; bakiye 36,30 TL istinaf karar harcının davacıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın ilk derece mahkemesince taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 17.03.2022 tarihinde, oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 362/1.a. maddesi uyarınca, miktar itibariyle karar kesindir.