Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1920 E. 2022/384 K. 31.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1920
KARAR NO: 2022/384
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 11. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 07.02.2019
NUMARASI: 2017/1004 Esas – 2019/91 Karar
DAVA: Tazminat
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükme karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin dava dışı … Taşımacılık A.Ş.’nin kurucusu olduğunu ve %74 pay oranı ile hâkim hissedar davalı şirket ile yapılan sözleşmeler uyarınca yapılan hisse devirleri sonrasında dava dışı şirkette %24 oranında paya sahip hissedarı olduğunu, dilekçesinde bildirdiği nedenlerle dava dışı şirketin kontrol edilemez ve denetlenemez konuma geldiğini, yönetim kurulu üyeleri olan davalıların dava dışı şirkette çoğunluktan kaynaklanan tüm haklarını kötüye kullanması neticesinde dava dışı şirketin ve dolayısıyla azlık pay sahiplerini zarara uğrattığını, davalıların dava dışı şirketin malvarlığını ve kârlılığını azaltacak eylemlerde bulunduğunu, kâr payı dağıtımı teklifinin genel kurula sunulmadığını ve genel kurul gündemine bu konunun alınmadığını, bilançonun onaylanması amacıyla yapılmış bir yönetim kurulu toplantısı veya kararı olmadığını, finansal tabloların açık net, dürüst resim ilkelerine uygun olmadığını, ayrıca uluslararası muhasebe standartlarına ve ulusal muhasebe satandartlarına uygun mali tablolar olmadığını, davalı yönetim kurulu üyelerinin şirkete, pay sahiplerine ve şirket alacaklarına karşı verdikleri zararlardan sorumlu olduklarını ileri sürerek, dilekçesinde bildirdiği diğer nedenlerle, şimdilik 50.000 TL tazminatın davalılardan müteselsilen alınarak dava dışı şirkete ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, savunmasında özetle; davacı tarafın iddiasına konu dönemde davacının müvekkilleri ile birlikte dava dışı şirketin yönetim kurulu başkanı olarak yönetimin en üst kademesinde yer aldığını, dava dışı şirketin sınırsız şekilde yetkilisi olduğunu ve şirketin genel müdürlük görevini ifa ettiğini, bu nedenle şirket ve yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin açılan davanın usule aykırı olduğunu, diğer yandan davacının yapılan işlemlere itirazının ve muhalefetinin bulunmadığını ileri sürerek, dilekçesinde bildirdiği diğer nedenlerle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Taraf iddia ve savunmaları, incelenen sicil kayıtları, toplanıp değerlendirilen tüm delillere göre, dava dışı şirketin zarara uğratıldığının ileri sürüldüğü dönemde davacının, 23/11/2016 tarihine kadar dava dışı şirketin Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlük Görevini yürüttüğü, bu tarihten sonra davacının, 08/11/2017 (dava tarihinden bir gün sonrası) tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olduğu dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davacının kendisinin de iddia ettiği zarara yönelik müteselsil sorumluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla davacı, yönetim kurulu başkan ve üyesi olduğu döneme ilişkin diğer şirket yönetiminde bulunan kişilere karşı sorumluluk davası açamaz. Diğer yandan davacı tarafça ileri sürülen tüm eylemler soyut nitelikte olup, hangi tarihleri kapsadığı da somut olarak belirtilmediği gibi somut delillerle ispatlanamadığı…” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; İlk derece mahkemesinin delilleri toplamadan karar verdiğini,Dava konusu vakıaların müvekkilinin yönetim kurulu başkanlığından sonrasına ait olduğu gibi, somut olayda davacıya yönetim kurulu üyesi yetkilerinin de kullandırılmadığını, Hakim hissedar davalı …. yöneticileri tarafından 23.11.2016 tarihli usulsüz yönetim kurulu kararı alındığını ve hukuka aykırılıklar sürecinin başlatıldığını, bu yönetim kurulu toplantısının usulsüz olduğunu, zira taraflar arasında imzalanan 30.12.2011 tarihli hissedarlar sözleşmesine göre yönetim kurulu toplantılarının, tüm yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla yapılabileceğini, ancak somut olaydaki 23.11.2016 tarihli toplantının, müvekkilinin katılamamasına rağmen yapıldığını, üstelik bu toplantıda şirket yönetimini tamamen ele geçirmeye yönelik çok ağır kararlar alındığını, nitekim 23.11.2016 tarihli yönetim kurulu toplantısında, davalı şirketi kuran, büyüten, bugünlere getiren, o gün itibariyle de sorunsuz yöneten (şirket cirosunu ve karlılığını son 4 yılda %100 artıran) müvekkili …’in yönetim kurulu başkanlığı ve şirket genel müdürlüğü görevlerine gerekçesiz bir şekilde son verildiğini, keza müvekkilinin şirkete giriş çıkışını sağlayan kartlarının iadesine, e-mail hesabının kapatılmasına karar verildiğini, aynı toplantıda başkan olarak …’ın, …’ın genel müdürlük görevine atanmasının kararlaştırıldığını, bu kararın eşit işlem ilkesine aykırı, anonim şirketin temel yapısına uymayan, sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen, müvekkili de dahil olmak üzere küçük pay sahiplerinin vazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren bir karar niteliğinde olduğunu, şirketin kontrol edilemez ve denetlenemez bir şirket konumuna düşürüldüğünü, neticede de hâkim hissedar durumunun suiistimaline yönelik girişimlere başlandığını, müvekkilinin toplantıdan sonra şirketten uzaklaştırıldığını, şirkete müdahale edilemez hale getirildiğini ve kendisine her hangi bir bilgi verilmediğini, bilgi alma taleplerinin de reddedildiğini, Hissedarlar sözleşmesinin 3/6. Maddesinde yer alan “Şirket Yönetim Kurulu HER AY önceden belirli bir gündem ile toplanacaktır” hükmüne aykırı davranıldığını, 30.12.2011 tarihli Hissedarlar Sözleşmesi’nin “İmza Yetkileri” başlıklı 4. maddesine göre, şirketi –belli miktarın üzerine- borçlandıracak muamelelerin ancak yönetim kurulu kararıyla yapılabileceğini, halbuki hâkim hissedarların, müvekkilinin yokluğunda ve müvekkilinin bilgisi olmadan, … ve …’a aşırı yetkiler verildiğini, bunun hukuka ve sözleşmeye aykırı bir uygulama olduğunu, Hissedarlar Sözleşmesi’nin 4/2. maddesine göre; Şirket adına 3. şahıslara kefalet ve garanti verilmesine, Yönetim Kurulunda mevcut 5 üyeden 4’ünün mutabakatı gerektiğini, şu anda yönetim kurulunun üç üyeden kurulu olduğuna göre bu 4/5’e denk gelmediğini, hal böyle olmasına rağmen haricen öğrenildiğine göre, hakim hissedarların dava konusu şirketin 2017 itibari ile değişik armatör firmalara veya temsilcilerine banka garantisi vermesini sağladığını, elbette ki müvekkilinin bu işlem ve uygulamadan da haberi olmadığını, davet edilmediğini, bilgi de verilmediğini, Yine Hissedarlar Sözleşmesi’nde belirtildiği üzere; hesap döneminden sonraki üç ay içerisinde, yani aralık ayından sonraki üç ay içerisinde genel kurul toplantısının yapılması gerektiğini, ancak maddede belirtilen genel kurul toplantıları da süresinde yapılmadığını, arz edilen hususların, dava konusu şirketin davalılar tarafından hukuka ve sözleşmeye aykırı yönetildiği, daha da önemlisi şirketin, yönetim kurulu kararları olmadan yönetildiği veya her defasında yönetim kurulunun (müvekkiline haber vermeksizin) toplandığı ve karar aldığı veya TTK ve sözleşmeler gereği yapılması gereken bir çok yönetimsel işlemin halen yapılmadığı veya usule aykırı yapıldığını ortaya koyduğunu, bu nedenlerle mahkemenin karar gerekçesinin isabetsiz olduğunu, Şirkette meydana gelen tüm suistimallerin müvekilinin yönetim kurulu başkanlığından alındığı ve yönetim kurulu üyelik görevlerinin yerine getirmesine olanak sağlanmadığı dönemde gerçekleştiğini, ayrıca bunların ancak bilirkişi incelemesi ile ortaya çıkabilecek durumlar olduğunu, ancak mahkeme ticari defter ve kayıtları incelemediği için bu hususları tespit edemediğini, bu vakıaların tümünün şirketin ve dolayısıyla küçük hissedarların zarara uğratıldığını gösterdiğini, yapılar giderlerin şirket işleri ile ilgili bir ödeme olmadığı, davalıların şirket kaynaklarını, davalı/hakim hissedar … Lojistik A.Ş.’ye aktardıklarının açık olduğunu, nitekim bu konularla ilgili olarak davalılar tarafından bugüne kadar herhangi bir açıklama yapılmadığı gibi, bu hususlarda mali tablolarda da bir açıklama yapılmadığını, Şirkete ilişkin kayıt ve bilgilere davacının ulaşma olanağı olmadığı için, gerçek zarar tutarının ve zararların ne şekilde oluşturulduğunun davanın açılması esnasında tam olarak tespitinin olanaksız olduğunu, bu nedenlerle, dava konusu şirkete ait tüm kayıtların ve kayıtlara dayanak olan iş ve işlemlerin tek tek incelenmesi sonucu görevin kötüye kullanılması suretiyle şirketin uğratıldığı zarar miktarının belirlenmesinin olanaklı olabileceğini, ancak mahkemenin bu amaçla herhangi bir inceleme yapmadığını, ticari kayıtların incelenmesi ve bilirkişi raporu alınması taleplerinin reddedildiğini, yargılama kapsamında bilirkişi incelemesi yapılmış olsaydı daha fazla usulsüzlük tespit edileceğini, bilanço dipnotlarında ilişkili şirketlerin ticari alacak ve borçlar içindeki paylarının bilinçli olarak gösterilmeyip şirket paydaşlarından gizlendiğini, böylece hâkim hissedarın ortağı, iştiraki ve doğrudan ve dolaylı olarak ilgili olduğu şirketlere kaynak aktarımı yaptığına ilişkin hususların, paydaşlardan gizlendiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, TTK’nın 553. maddesi uyarınca, davalı yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu nedeniyle dava dışı şirketin uğradığı zararın davalılardan tahsili ile şirkete ödenmesi istemiyle açılmış bir maddi tazminat davasıdır.İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Mahkemece 07.02.2019 tarihli oturumda, tarafların iddia ve savunmaları ile sunulu belgelerin hukuki olarak uyuşmazlığı çözmeye yeterli olduğu gerekçesiyle bilirkişi raporu alınması talebi reddedilmiş, sunulu deliller ışığında davacının iddiaları ile davalı savunmaları değerlendirilerek ve gerkçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulmuştur. HMK’nın 266. maddesindeki yasal düzenleme de gözetildiğinde, davacı vekilinin mahkemece deliller toplanmadan, ticari defterler inceletilmeksizin ve bilirkişi raporu alınmaksızın hüküm kurulmasının yasa ve usule aykırı olduğu yönündeki istinaf nedeni yerinde görülmemiştir. Mahkemece davacı yana davalılar tarafından dava dışı şirket zararının, hangi tarihlerdeki eylemlerle gerçekleştirildiğinin somutlaştırılması için izahat istemiş, davacı vekilince 27.09.2018 tarihli dilekçe ile beyanda bulunulmuş, iş bu beyan dilekçesinde de dava dilekçesinde belirtildiği üzere, kendisinin yönetim kurulu başkanı ve müdür olduğunu, 23.11.2016 tarihinde katılımı olmaksızın ve usulsüz yönetim kurulu kararı ile yönetim kurulu başkanlığından alındığını, bu konuda ayrıca yönetim kurulu kararının batıl olduğuna ilişkin dava açıldığını, yönetim kurulu başkanlığından alındıktan sonra dava tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olarak görev yapmasına rağmen, dava dışı şirkete ilişkin kayıt ve belgelere ulaşamadığını, dava dışı şirketin malvarlığını ve kârlılığını azaltacak işlemlerde bulunulduğu, kâr payı dağıtım teklifinin genel kurul gündemine alınmadığını, bilançonun onaylanması için yapılmış yönetim kurulu toplantısı olmadığı gibi karar da alınmadığını, finansal tabloların incelenmek üzere sunulmadığı gibi gerçeği de yansıtmadığını, bu nedenle yapılan genel kurulda alınan kararlarında iptali gereken kararlar olduğunu, davalı şirketin de hâkim ortağı olan şirketin bağlı ortaklıkları ile olan ticari ilişkisinin de şüpheler yarattığını, davalı yöneticiler tarafından dava dışı şirkete ve dolayısıyla davacı ortağın zararına neden olduklarını iddia etmiştir.Eldeki davada davacı tarafından, şirketin bir kısım bağlı şirketler ve bu şirketler aracılığı ile yürüttüğü ticari faaliyetlerine yönelik olarak yönetim kurulu üyelerinin sorumlu olduğu iddia edilmiş ise de şirketin her türlü zararı sebebiyle yöneticilerin tazminat sorumluluğuna gidilemez. Yönetim kurulu üyelerinin TTK’ya istinaden hukuki sorumluluklarına hükmedilmesi için zarar, kanuna aykırılık, kusur ve illiyet bağı koşullarının mevcut olduğunun ispatlanması gerekir. Şirketin kötü idare edildiği veya gerekli tedbirlerin alınmadığı yönündeki somutlaştırılmamış genel isnatlar, kanuna veya esas sözleşmeye aykırı davranıldığını ispat açısından yeterli olmayacaktır. Buna göre şirketin ticari faaliyeti kapsamında bir kısım zararlar meydana gelse bile bu zararlardan yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu cihetine gidilebilmesi için, yöneticilere karşı somut olaylara dayanılarak isnatta bulunulması ve bu iddiaların ispat edilmesi gerekir. İlk derece mahkemesi karar gerekesinde de işaret edildiği üzere; davacının 23.11.2016 tarihine kadar dava dışı şirketin yönetim kurulu başkanı ve genel müdürü olarak görev yaptığı, bu tarihten sonra da dava tarihine kadar dava dışı şirketin yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı sabittir. Dolayısıyla bu dönem itibariyle yönetim kurulu üyesi davalılar ile birlikte yönetimden sorumlu olacağı açıktır. Davacının dava dilekçesinde ve izahat dilekçesinde ileri sürdüğü yönetim kurulu başkanlığına son verilen yönetim kulu kararlarının batıl olduğu hususu ile bilanço ve finansal tabloların gerçeği yansıtmamasına rağmen onaylanmasına ilişkin ertelenen 09.06.2017 tarihli genel kurul kararlarını iptaline ilişkin iddiaların ayrı davaların konusu olup bu yönde davaların açılmış olduğu da anlaşılmaktadır. Davacının davalılara isnat ettiği eylemlerin soyut nitelikte olduğu, dava dilekçesinin içeriğine dair HMK’nın 119/1-e maddesindeki somutlaştırma yükümlülüğü kapsamında mahkemece verilen süreye rağmen davacının somutlaştırma yükümlülüğünü yerine getirmediği görülmektedir. TTK’nın 392. maddesi uyarınca yönetim kurulu üyelerinin bilgi alma hakkı mevcut olup, davacı tarafından bu yola başvurulmadığı da gözetildiğinde, davalıların hangi tarihteki hangi kusurlu eylem ve davranışları ile şirket zararına neden olduğunun kanıtlanmadığı, bu nedenle ilk derece mahkemesince kurulan hükmün isabetli olduğu sonucuna varılmış, aksi yöndeki davacı vekilinin istinaf başvuru nedenlerinin reddi gerekmiştir.Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, ilk derce mahkemesinin karar ve gerekçesi yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi, kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin ve başvuru harçlarının Hazineye gelir kaydına; bakiye 36,30 TL istinaf karar harcının davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafça yapılan kanun yolu giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 31.03.2022 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU: HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süreler içinde temyiz yolu açıktır.