Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1855 E. 2022/378 K. 31.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1855
KARAR NO: 2022/378
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 14/03/2019
NUMARASI: 2017/426 E. – 2019/320 K.
DAVANIN KONUSU:Tazminat (Şirket Yöneticilerinin Sorumluluğundan Kaynaklanan)
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; dava dışı … AŞ’nin pay sahiplerinin …, …, …, …, …, …, …, … AŞ ve … olduğunu, aile şirketi olarak faaliyet gösteren şirketin yönetiminde bu iki ailenin fertlerinin görev aldığını, şirketin 05.09.2016 tarihli 2015 yılı genel kurulunda yönetim kurulu üyeliklerine …, …, … ve …’ın üç yıl süreyle seçildiğini, 2015 yılı öncesinde de aynı kişilerin görev yaptığını, davalıların görevleri nedeniyle pay sahiplerini doğrudan ve dolaylı olarak zarara uğrattıklarının 01.01.2015-31.12.2015 dönemi işletme bilançosundan anlaşılacağını, şirketin aile şirketi olmasından faydalanarak davalıların şahsi harcamalarını şirket üzerinden yürüttüklerini ve şirket kasasını kişisel ihtiyaçları için kullandıklarını, 2015 yılı itibariyle bilançoda gösterilen zarar miktarının olan 7.741.428,39 TL’nin sermayenin yaklaşık %65’ine denk geldiğini, TTK’nın 358. maddesindeki şirket ortaklarının şirkete borçlanmayacakları kuralının ihlal edildiğini, yönetim kurulu üyelerinin 05.09.2016 tarihli genel kurulda şirketten borçlanma yasağını ihlal eder nitelikte karar aldıklarını, ortakların yasaya aykırı borçlanmaları nedeniyle şirketin ödeme güçlüğü çektiğini, 31.12.2015 tarihi itibariyle alacak senetlerinde ortalama %10 artış olmasının da ödeme güçlüğünün nedeni olduğunu, bilançonunu diğer çeşitli alacaklar kaleminin 31.12.2014’ten 31.12.2015 tarihine kadar ortalama %70-80 oranda arttığını, davalıların ödenmeyen alacak ve senetlerinin tahsili için işlem yapmayarak şirketi zarara uğrattıklarını, ticari borçlar nedeniyle şirketin tesisat, makine ve cihazların piyasa değerlerinden satılmasına rağmen bu satışların düşük bedellerle faturalandırıldığını, piyasa değeri ile kesilen fatura değeri arasındaki farkın da şirket kasasına kaydedilmemesi nedeniyle müvekkilinin payı değerinde azalma meydana geldiğini, yönetim kurulu üyelerinin kanuna ve esas sözleşmeye aykırılı işlemleri ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğunu, TTK’nın 555.ve 556. maddeleri uyarınca ortaklarının yönetim kurulu üyelerine karşı dava hakkı bulunduğunu ileri sürerek, davalı yöneticilerin şirketi uğrattıkları zararın tespitinine, şirketin uğradığı zararın tahsili ile şirkete ödenmesine, müvekkilinin doğrudan uğradığı zararın tespiti ile davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, savunmasında özetle; davacı iddialarının dayanaktan yoksun ve soyut olduğunu, davanın zamanaşımına uğradığını, gerek ortaklardan alacaklar hesabı ve gerekse diğer alacaklar, stoklar ve zararlarının 6102 sayılı TTK’nın yürürlüğe girdiği tarihten öncesine ait olduğunu, tüm bu hususları davacı ve davacının paylarını devraldığı babası tarafından 2012 yılı öncesinden bilindiğini, yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun TTK’nın 553. maddesinde düzenlendiğini, aynı Yasa’nın 560. maddesinde “sorumlu olanlara karşı tazminat istemek hakkı, davacının zararı ve sorumluyu öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halde zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” düzenlemesi bulunduğundan zamanaşımı sürelerinin dolduğunu, davacının dürüstlük ilkesine aykırı davrandığını, davacının, babasının yönetim kurulunda olduğu dönemi dışlamak amacıyla zararın 2015 yılında meydana oluştuğu şeklinde açıklamalarda bulunmasının dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğüne aykırı olduğunu, davacının şirket paylarını 07.09.2015 tarihinde babasından devraldığından, şirketin durumunu ve şirketin ortaklardan diğer ortaklarla birlikte babasından ve devir nedeniyle de kendisinden alacaklı olduğunu bildiğini, müvekkillerinin şirket genel kurul kararı ile ibra edilmeleri nedeniyle davacının dava hakkının bulunmadığını, şirketin 23.12.2013 tarihinde yapılan 2012 yılına ait genel kurul toplantısında, 25.11.2015 tarihinde yapılan 2013 ve 2014 yıllanna ait genel kurul toplantısında, 05.09.2016 tarihinde yapılan 2015 yılı genel kurul toplantısında ve 2012 yılından önceki tüm genel kurul toplantılarından yönetim kurulu üyelerinin oybirliğiyle ibra edildiklerini, davacının ve payını devir aldığı babasının ibraya olumlu oy verdiklerinden TTK’nın 558. maddesi uyarınca dava hakkının bulunmadığını, müvekkillerin özen ve sadakat borcuna aykırı veya kusurlu bir davranışı bulunmadığını, TTK’nın 553/1. maddesine göre yönetim kurulunun sorumluluğunun kusura dayanan sorumluluk olarak belirlendiğini, davacı tarafından talep edilen zararın miktarının belli olmadığını, kazanç mahrumiyetinin ne olduğunun açıklanmadığını, müvekkillerinin davaya kadar temerrüde düşürülmemesi nedeniyle faiz talebinin yersiz olduğunu savunarak, davanın zamanaşımı ve esas yönünden reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Somut olaya uygulanması gereken 6102 sayılı TTK’nın anonim şirketlere ilişkin hukuki sorumluluk hükümleri, TTK’nın ikinci kitabının dördüncü kısmının sonunda, onbirinci bölümde m. 549 ilâ 561 arasında toplu olarak düzenlenmiş ve m. 549-555 de sorumluluk halleri altı başlık altında toplanmış bulunmaktadır. Sorumluluk hallerinin özel olarak sayıldığı başlıklarda, sorumluluğun konusu, sorumlular ve sorumluluk şartları ile sorumluluğun hukuki sonucu gösterilmiştir.Böylece, TTK m. 555 ilâ 561 de düzenlenen ve ortak hüküm niteliği taşıyan, şirketin zararına, müteselsil sorumluluğa, ibraya, zamanaşımına ve yetkili mahkemeye ilişkin hükümlerin de limited şirkette uygulanmasına imkân verilmiştir. Yönetim kurulunun hukuki sorumluluğu esas itibariyle TTK’nun 553 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde organa özgü sorumluluğu, müdürlerin, yöneticilerin, tasfiye memurlarının sorumluluğu yanında, kurucuların sorumluluğunu da içerecek şekilde hüküm altına almıştır. Yönetim kurulunun denetim ve gözetim görevi ile ortaklara eşit işlemde bulunma, şirkete karşı rekabette bulunmama, şirketle işlem yapmama, özen ve bağlılık yükümünün yerine getirilmemesi bir zarara yol açmışsa, bunlara aykırılık yönetim kurulunun sorumluluğuna yol açacaktır. İşte yöneticilerin işlem ve eylemleri nedeniyle zarara uğrayan şirkete, meydana gelen zararın giderimini sağlamak için kanunda hukuki sorumluluk halleri düzenlenmiştir. Kanun koyucu çeşitli durumlara göre farklılıklar gösteren hallerde, şirkete veya ortaklar ile şirket alacaklılarına uğradıkları zararları yönetim kurulundan veya diğer sorumlulardan talep etme hakkı vermektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, yönetim kurulunun hukuki sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, ortada somut bir zararın bulunması gereklidir. Zira zarar tehlikesi sorumluluk için yeterli değildir. Ayrıca meydana gelen zararın yönetim kurulunun kanuna ve esas sözleşmeye aykırı kusurlu davranışları, yani uygun illiyet bağı sonucu meydan gelmesi şarttır. Yönetim kuruluna (organa) özgü genel sorumluluk hallerini düzenleyen, TTK m. 553, 6762 sayılı TTK m. 336 dan farklı olarak, ayrı ayrı hangi hallerin sorumluluk doğuracağını belirtmemiş, genel ve kapsayıcı bir şekilde yönetim kurulunun kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurları ile ihlâl edip şirketin zarar görmesine sebep olmaları hallerine hasretmiştir. Maddede belirtilen kanun ifadesi, sadece TTK’nu değil, diğer kanunlardaki yükümlülükleri de kapsar şekilde anlaşılmalıdır. Madde anlamındaki yükümlülük, yönetim kurulunun kanunlardaki veya esas sözleşmede bir görev veya yetki bağlamında öngörülen hususlardaki yapma ve yapmama zorunluluğunu ifade eder. Bu bağlamda ilk olarak yönetim kurulunun TTK’nın 369 ncu maddesi anlamında özen ve bağlılık yükümü ile rekabet yasağına aykırı davranması, eşit işlem ilkesini ihlâl etmesi açıkça yükümlülük ihlâli olarak tespit edilebilir. Öte yandan, TTK m. 374/1 yönetim kurulunun kanunla veya şirket sözleşmesiyle genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkili olduğunu ve 375/1 ise ise kanunların ve şirket sözleşmesinin genel kurula görev ve yetki vermediği bütün konularda görevli ve yetkili olduğunu belirterek yönetim kurulunun kullanacakları yetki kapsamındaki yükümlülükleri gösterilmiştir. Yükümlülükler,yönetim kurulunun anonim şirketi, ortakları ve alacaklıları korumaya yönelik görev ve yetkilerdir.Yükümlülüklerin kusurlu olarak ihlâli nedeni ile yönetim kurulu üyelerinin sorumlu olabilmesi için, ihlâl sonucu, şirketin, ortakların ya da alacaklıların bir zarara uğraması gereklidir. Yükümlülüğün ihlâline rağmen ortada bir zarar yoksa yönetim kurulunun sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Anonim şirket yönetim kurulunun hukuki sorumluluğunun kusura dayalı bir sorumluluk olduğu, hem TTK m. 553/1 de hem de 557 de açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle yükümlülüğün ihlâlinde kusur olmadan yönetim kurulunun sorumlu tutulması mümkün değildir. Hatta şirketin zarar etmiş olması veya beklenen gelişmeyi göstermemesi yönetim kurulunu sorumlu tutmak için yeterli değildir. Buna karşılık yönetim kurulu kendisine kanun ve esas sözleşmenin yüklediği görevlerden birisini kusurlu olarak yerine getirmeyerek bir zarara neden olmuşsa, sorumlu olacaktır. TTK m. 553/1, 6762 sayılı TTK m. 336 ve İsviçre BK m. 754 den farklı olarak, “kasten veya ihmal” kavramı yerine, kusur kavramını kullanmıştır. Bu çerçevede zararın kasıt veya ihmalle gerçekleşmiş olması, müdürlerin sorumluluğuna gidilmesi açısından önem taşımayacaktır. Kusur oranı hükmedilecek tazminatın belirlenmesinde dikkate alınacaktır. 6102 sayılı TTK da değişiklik yapan 6335 sayılı Kanun, m. 553’ü ilk haline dönüştürerek, önceden olduğu gibi kusurun ispatını davacıya yüklemiştir.Buna göre meydana gelen zararın oluşmasında yönetim kurulunun kusurlu olduğu davacı tarafından ispat edilecektir. Yeni TTK kusurun niteliğini, İsviçre hukukundaki gelişmelere uygun olarak, objektifleştirmiştir. Objektifleştirilmiş kusura göre, sorumlu olan kişi aynı olayda, bilinçli ve mantıklı bir kişinin aynı şartlar altında göstermesi gereken özeni göstermiş olmalıdır. Bu nedenle hakkında sorumluluk davası açılan müdürün kendi işinde göstermesi gereken özeni gösterdiğini ispatlayarak sorumluluktan kurtulması mümkün olmadığı gibi, tecrübesizliği ve yeterince bilgi sahibi olmadığını ileri sürerek sorumluluktan kurtulması da mümkün değildir. Hâkim, yönetim kurulu aleyhine açılan sorumluluk davalarında, özen borcunun kapsamını dikkate alarak, onların kusurlu olup olmadığını, kendilerine yüklenen özen borcunu yerine getirip getirmediklerini araştıracaktır. Yönetim kurulunun söz konusu kararı verirken, konu hakkında yeterince bilgi sahibi olup olmadığı, gerekli dokümanların toplanıp toplanmadığı, konu hakkında uzman kişilerden görüş alınıp alınmadığı özen borcu kapsamında incelenecektir. Hâkim, yönetim kurulunun karar verdikleri konuya vakıf olup olmadıklarını, verdikleri kararın bilincinde olup olmadıklarını ve şirketin çıkarlarına yabancı hususların karara etkisinin bulunup bulunmadığını, TTK m. 369’da benimsenen özen ölçüsünde araştıracaktır. Bir karar alınmadan önce gerekli araştırmanın yapıldığı, şirket çıkarına yabancı etkilerin söz konusu olmadığı bir kararın özen borcuna aykırı olamayacağı ve müdürlerin sorumlu tutulamayacağı kabul edilmelidir. Çünkü bu durumda yönetim kurulunun tercihine saygı duyulmalı,kararın yerinde olup olmadığı tartışılmamalıdır. Zira yönetim kurulu, kanunun kendileri için getirdiği objektif özeni göstermiş ve bu kararı almıştır. TTK m. 553/1 göre, meydana gelen zarardan şirket, ortaklar ve alacaklılar doğrudan zarara uğramışlar ise bunlar, yönetim kuruluna karşı doğrudan sorumluluk davası açabileceklerdir. Bu nedenle TTK ortakların ve şirket alacaklılarının doğrudan uğradıkları zararlar nedeni ile yönetim kuruluna karşı dava hakkına sahip olduklarını açıkça hüküm altına almıştır. Doğrudan zararlar şirketin zarar görmesinden dolayı değil, ortak ve alacaklıların şirketten bağımsız olarak uğradıkları zararlardır. Bu dava sonucu elde edilen tazminat davayı açan kişilere verilir. Buna karşılık şirketin zarara uğradığı hallerde, şirketin yanında ortaklar da, tazminatın şirkete ödenmesini istemeleri şartıyla dava hakkına sahiptirler (TTK m. 555). Bu maddeye göre, şirket ya da pay sahipleri zarara neden olan yönetim kuruluna karşı sorumluluk davası açabileceklerdir. Ayrıca bu davanın ortak tarafından açılmış olması halinde, TTK m. 555/2’de bir yenilik olarak dava masrafları rizikosu, davacı lehine kolaylaştırıcı hüküm getirmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, yönetim kurulu aleyhine sorumluluk davası açma hakkı öncelikle anonim şirketindir. Davanın şirket tarafından açılmaması veya açılamaması halinde şartlar mevcutsa, ortakların veya alacaklıların da bu davayı açma hakları vardır (TTK m. 555- 556). Yukarıda yapılan genel açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde,davacı, ortağı olduğu şirketin yönetim kurulu üyesi olan davalıların şirketi kötü yönetmeleri nedeniyle şirketin sürekli zarar ettiğini,kusurlu davranışları ile şirketi zarara sokan davalılardan şirket zararının tazmin edilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde,zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Mahkememizce bu def’i 05/10/2017 tarihli celsede verilen ara kararda belirtilen gerekçeler ile reddedilmiştir. Bilirkişi kurulu tarafından verilen raporda öncelikle,iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ve davacının yönetim kurulunu ibra etmesi nedeniyle davacının dava hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar bilirkişi kurulu talebin zamanaşımına uğradığı yönünde tespitti bulunmuş ise de,davalılar tarafından def’i olarak ileri sürülen bu husus ceza dava zamanaşımı süresinin dolmaması nedeniyle yerinde görülmemiştir.Yine bilirkişi kurulu davacının,davalı yönetim kurulunu ibra etmesi nedeniyle dava hakkının bulunmadığı yönünde tespitte bulunmuştur.Öncelikle bu hususun tartışılması gerekmektedir. İbra, hukuki niteliği itibariyle menfi bir borç ikrarıdır. İbra edilen işlemler hakkında sonradan maddi bir hataya dayanılmadan ibradan dönülerek ibraya konu işlemler hakkında dava açılması mümkün değildir.Ancak, ibranın borçtan kurtarıcı sonucu doğurabilmesi ibraya konu işlemlerin açıkça ortaya konulması, bilinmesi ve tartışılmasına bağlıdır. Somut olaya gelindiğinde 05/09/2016 genel kurulda alınan ibra kararı davaya konu finansal tablolardaki işlemler açıkça görüşülerek, tartışılarak, şirketin bu nedenle uğradığı veya uğrayabileceği zarar ortaya konulup, genel kurul bu konuda bilgilendirilerek alınmış bir ibra kararı olmayıp, hiçbir konu üzerinde tartışılmadan alınmış, soyut nitelikteki ibra kararıdır. Bu nedenle davacının soyut ibra kararına dayalı olarak sorumluluk davası ikame etme hakkı bulunmaktadır.Ancak TTK’nın 558/2 nci maddesinde bu şekilde açılacak davanın sonuçta 6 aylık hak düşürücü süre içerisinde açılması gerekmektedir.Davanın açıldığı tarihe göre 6 aylık hak düşürücü süre geçtiğinden davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekmektedir.Kaldı ki davacı tarafından davalıların kusurları ile dava dışı şirketi zarara uğrattıkları hususu da ispat edilememiştir.Bu nedenlerle hak düşürücü süre içerisinde açılmayan davanın reddine…” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; dava dilekçesindeki kusur, ortaklık yapısı ve zarara ilişkin açıklamalar ile cevap dilekçesi ve mahkeme gerekçesinin aynen tekrar edilerek, ilk derece mahkemesince verilen hükmün hatalı oldu belirtilmiştir. Yönetim kurulu üyelerinin hukuka aykırı bir şekilde şirkete borçlanarak şirketi zarara uğrattıklarını, TTK’nın 395/2.maddesinde yönetim kurulu üyelerinin şirkete borçlanmasının yasaklandığını, bu şekilde şirketin 2015 yılı bilançosuna göre 7.741.428,39 TL zarar ettiğini, pay sahiplerinin şirkette borçlanmaları için şirket serbest yedek akçeleriyle birlikte karının geçmiş yıllar zararını karşılayacak düzeyde olması gerektiğini, şirketin bilançosunun bu normları taşımaması nedeniyle şirket ortakları ve yöneticilerinin şirkete borçlanmaları ile oluşan zararın tahsili gerektiğini, şirketin devam eden yıllarda sürekli zarar etmesine rağmen yönetim kurulu üyelerinin gerekli tedbirleri almadığını, şirketin 12.12.2016 tarihli 2015 yılı olağan genel kurulu toplantı tutanağının 6. maddesinde gerçeğe aykırı bir şekilde 2013, 2014, 201 5015 yıllarının karla kapatıldığının belirtildiğini, ancak bilirkişi raporunda belirtildiği üzere şirkettin 2014 yılından 2017 yılına kadar olan dönemde sürekli zararda olduğu ve şirketin esas sermayesini kaybettiğinin belirlendiğini, buna rağmen şirket yönetiminin genel kurulu ve ortakları zarar hakkında bilgilendirmediklerini, zararı önleyecek işlemler yapmadıklarını, mahkemece şirketin mali tablolarının dikkate alınmadan karar verildiğini; hak düşürücü süre içinde davanın açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin kararın hatalı olduğunu, müvekkilinin şirketin zararı nedeniyle yönetim kuruluna başvurmasına rağmen, yönetim kurulunca müvekkiline bilgi verilmediğini, bilgi ve belgelerin paylaşılmadığını, 05.09.2016 tarihli genel kurulda alınan ibra kararının, hiçbir konu üzerinde tartışılmaksızın alınmış, soyut nitelikte bir ibra kararı olduğunun mahkemece belirlendiğini, soyut ibra kararı karşısında huzurdaki davanın açılabileceğini, ancak mahkemece TTK’nın 558/2.maddesi gereğince 6 aylık hak düşürücü süre içinde açılmayan davanın reddine karar verildiğini, anılan maddenin uygulanabilmesi için ibranın geçerli bir ibra olması gerektiğini, ilgili maddede geçerli bir ibranın varlığı halinde, ibraya olumlu oy veren pay sahipleri dışındaki “diğer pay sahipleri”nin dava haklarının düzenlendiğini ve altı aylık hak düşürücü süreye bağlandığını, ancak somut olayda müvekkilinin ibraya olumlu oy kullanmasına rağmen gerekçeli kararda belirlendiği üzere bu ibranın soyut nitelikte olduğunu ve ortada geçerli bir ibra kararı bulunmadığını, buna rağmen ibra kararının geçerli bir ibra sonucu doğurmadığı ve dava açma süresini altı aya düşürmediğini, dava hakkının altı aylık süre ile sınırlanması, ancak ibra kararına olumsuz oy veren pay sahipleri bakımından söz konusu olduğunu, müvekkilinin ise bu ibra kararına olumsuz oy vermediğinden sorumluluk davası ikame etme hakkının, TTK’nın 558/2 kapsamında altı ay ile sınırlandırılmış sayılamayacağını, müvekkilinin maddede sayılan diğer pay sahibi olarak değerlendirilemeyeceğini, müvekkilinin olumlu oy kullandığı ibranın soyut olduğunu, şirketin gerçek mali durumunu yansıtmadığını, bu şekilde bir kabulün halinde kötü niyetli olarak hileli işlemlerle bilançoyu gizleyen yöneticilerin sorumluluktan kurtulacağının kabul edileceğini, müvekkilinin tüm başvurularına rağmen şirketin mali yapısı hakkında bilgi ve belge verilmediğini, bilgi edinme hakkı engellenen davacının ibraya verdiği olumlu oyun geçersiz olduğunu, bu nedenle dava açma hakkına ilişkin TTK’nın 560.maddesinin uygulanması gerektiğini, bu hükme göre de zamanaşımı süresinin dolmadığını, davacıların eyleminni aynı zamanda TCK’nın 155.maddesinde düzenlenen güveni kötüye kullanma suçunu oluşturması nedeniyle zamanaşımı süresinin uzadığını, mahkemece yeterli inceleme yapılmadan davalıların eylemleri ile zarar oluştuğunun kanıtlanmadığına ilişkin gerekçesinin de yerinde olmadığını, şirkete ait bir kısım makine ve teçhizatın rayiç değerinin altında faturalandırılarak satıldığını, bu iddianın bilirkişi kurulunca incelenmeden eksik inceleme ile karar verilmesinin hatalı olduğunu, yapılan satışın şirketin mal varlığını yönetim kurulu üyelerinin mal varlıklarına ekleme amacı taşıdığını, rayiç bedel altında satılan taşınmaz nedeniyle de şirket zararının oluştuğunu, oluşan bu farkın da şirket kasasına girmemesi nedeniyle müvekkilinin payının gerçek değerinin azaldığını, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, hukuki niteliği itibariyle, TTK’nın 553. maddesi uyarınca, dava dışı Anonim şirket yöneticileri aleyhine açılmış bir sorumluluk davasıdır. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı pay devri suretiyle 2015 yılında dava dışı şirketin ortağı olmuştur. Davacı, yönetim kurulu üyesi olan davalıların borçlanma yasağını ihlal ederek şirketi zarara uğrattıklarını, şirketin aktifinde bulunan taşınır ve taşınmazlarını gerçek bedelin altında satılarak şirketin mal varlığını azalttıklarını, yöneticilerin şirketin zararını azaltıcı tedbirler almadığını, bu durumun şirketin zararına yol açtığı gibi ortaklık payının gerçek değerini de azalttığını ileri sürerek, şirkete verilen zararın davalılardan tahsili ile şirkete ödetilmesine, davacının uğradığı kazanç kaybının belirlenerek davalılardan tahsilini istemiştir. İlk derece mahkemesince yapılan incelemede sorumluluk davasının TTK’nın 560. maddesinde belirtilen süre içinde açıldığı, ancak 05.09.2016 tarihli genel kurulda, yönetim kurulu üyelerinin oy birliğiyle ibra edilmesi nedeniyle TTK’nın 558/2. maddede belirlenen altı aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmayan davanın reddine karar verilmiştir. Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 28.11.2016 tarihli ve 2015/11856 – 2016/9175 E.-K. sayılı ilamında belirtildiği üzere; ibra, hukuki niteliği itibariyle menfi bir borç ikrarıdır. İbra edilen işlemler hakkında sonradan maddi bir hataya dayanılmadan ibradan dönülerek ibraya konu işlemler hakkında dava açılması mümkün değildir. Ancak, ibranın borçtan kurtarıcı sonucu doğurabilmesi ibraya konu işlemlerin açıkça ortaya konulması, bilinmesi ve tartışılmasına bağlıdır. Gerçekten de dava dışı şirketin 05.09.2016 tarihinde yapılan 2015 yılına ait olağan genel kurul toplantısının 4. maddesinde, 2015 yılına ait bilanço ve gelir gider tablosunun müzakere edilerek bilanço ve gelir tablosu hesaplarının oy birliğiyle tasdik edildiği, 5. maddesinde yönetim kurulu üyelerinin ibra edildiği anlaşılmıştır. Davacı, anılan genel kurula katılarak ibrada olumlu oy kullanmıştır. Diğer yandan, dosya içerisinde bulunan 2012 yılına ait olağan genel kurul toplantısında da şirket yöneticilerinin ibra edildikleri anlaşılmıştır. TTK’nın 558/2. maddesinde yapılan düzenleme ile yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararın şirkete karşı da etkili olduğu ve bu durumun sadece açıklanan maddi olaylarla sınırlandırıldığı açıktır. İbra, sadece genel kurulun bilgisine sunulan işlemleri içerir, açıklanmamış ve belgeye dayandırılmamış, vasat yetenekli bir ortağın anlayamayacağı konularda ibranın yok sayılacağı, ibra kararı olsa dahi yönetim kurulu üyelerinin ortaklık menfaatlerine aykırı işlemler yapmaları, görevlerini kötüye kullanıp şirketi zarara sokmaları, bunları gizlemeleri ve bilançoda göstermemeleri halinde böyle bir ibranın geçerli olmayacağı ve yöneticilerin sorumluluklarının devam edeceği, bütün bu hususların genel kurulda görüşüldükten sonra yöneticilerin sorumluluk halleri ve ortaklığa verdiği zarar açıkça saptandığı halde genel kurulca ibraya karar verildiği takdirde böyle bir ibraya geçerlilik tanınabileceği Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2016/15708 Esas 2016/8807 Karar sayılı ilamında kabul edilmiştir. İlk derece mahkemesince genel kurulda alınan ibra kararının, yapılan iş ve işlemlerin tartışılarak alınmış geçerli bir ibra kararı olmadığı, soyut nitelikteki ibra kararının yöneticileri sorumluluktan kurtarmayacağı ve davanın TTK’nın 560. maddesinde belirlenen dava zamanaşımı içerisinde açıldığı belirlenmiştir. Ancak mahkemece TTK’nın 558/2. maddesi hükmüne hatalı anlam verilerek davacının maddede belirtilen altı aylık hak düşürücü süre içerisinde sorumluluk davasını açmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. TTK’nın 558/2. maddesinde, “Şirket genel kurulunun, sorumluluktan ibraya ilişkin kararı, ibranın kapsadığı açıklanan maddi olaylara ilişkin olarak, şirketin ibraya olumlu oy veren ve ibra kararını bilerek payı iktisap etmiş olan pay sahiplerinin dava hakkını kaldırır. Diğer pay sahiplerinin dava hakları ibra tarihinden itibaren geçmesiyle düşer.” düzenlemesi bulunmaktadır. Somut olayda, şirket genel kurulunca 2016 yılında alınan ibra kararı somut olarak ibra nedenlerinin tartışılmaması nedeniyle soyut ibra niteliğindedir. Bu tür bir ibra, ibranın kapsadığı maddi olayların tartışılmadan veya ortaklarca bilindiği veya bilinmesi gerektiği ispat edilmeden alınması nedeniyle maddede belirtilen nitelikte bir ibra sayılamaz. Kaldı ki davacı ibraya olumlu oy kullanmış olup, 558/2. maddenin son cümlesinin somut olayda uygulanması söz konusu değildir. Bu hüküm geçerli bir ibranın varlığı halinde ibrada oy kullanmamış ortaklar için dava açma süresini düzenlemektedir. Bu durumda mahkemece geçerli bir ibra bulunmadığı ve ibranın soyut nitelikte olduğu dikkate alınarak, TTK’nın 460. maddesinde genel zamanaşımı hükmünün değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekir. Davacının açıkladığı maddi olgular yönünden alınan bilirkişi raporuna yönelik itizarının değerlendirilmesi ve özellikle bilirkişi raporunun yirmi yedinci sayfasının ilk paragrafında, şirketin zarar kalemi olarak ileri sürülen hususlarda konusunda uzman bilirkişi kurulundan rapor alınarak, TTK’nın 553. maddesinde düzenlenen sorumluluk hükümleri değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle sonuca gidilmiştir. Ayrıca, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesine rağmen bilirkişi raporuyla çelişir şekilde eksik inceleme ile esasa dair ret gerekçesi de yazılarak çift gerekçe ile talebin esastan da reddine karar verilmesi de usule aykırı olmştur. Açıklanan bu gerekçelerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararında esasa ilişkin önemli delillerin toplanıp değerlendirilmeden karar verildiği anlaşıldığından, HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca kararın kaldırılmasına dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR:Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Yukarıdaki açıklamalar ışığında davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davacı taraflından yatırılan istinaf peşin karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde ilk derece mahkemesince iadesine, 4-Davacı tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine dair; HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 31.03.2022
KANUN YOLU:HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.