Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1798 E. 2022/377 K. 25.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1798
KARAR NO: 2022/377
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 30.04.2019
NUMARASI: 2017/383 Esas – 2019/395 Karar
Taraflar arasındaki tazminat davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı, davalılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin 19/03/2013 tarihinde kurulduğunu, 05/04/2013 tarihinden itibaren davalı şirketlerin acenteliğini yaptığını, davalı sigorta şirketleri tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin acentelilik sözleşmesinin feshedileceğini ihtar ettiklerini, söz konusu ihtarname 14/11/2016 tarihinde müvekkili şirkete tebliğ edildiğini, böylece sözleşme ilişkisi 14/02/2017 tarihinde sona erdiğini, davalı sigorta şirketleri tarafından sözleşme ilişkisi sona erdikten sonra müvekkili şirkete fesih ihbarı adlı bir ihtarname daha gönderildiğini, bu belgede ise acenteye verilen ve mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilmemesi nedeniyle sözleşmenin feshedildiğinin belirtildiğini, müvekkili şirketin davalı sigorta şirketlerinin acenteliğini yaptığı dönemde çok başarılı bir performans sergilediğini, sigorta şirketleri müvekkili sayesinde önemli kazançlar ve müşteri portföyü elde ettiklerini, müvekkili şirketin işlemlerine verilmesi gereken onayların geciktirilmeye başlandığını, birçok işlemine nedensiz olarak onay verilmediğini, poliçe ekranlarının kısıtlandığını, 07/12/2015 tarihinde haber verilmeksizin Trafik, DASK, Nakliyat gibi zorunlu poliçeler yönünden kredi kartı dışında poliçe yapılmasına kapatıldığını, bu nedenlerle bir çok bireysel ve kurumsal müşterinin işlemleri ya hiç ya da zamanında yapılamadığını, işlemleri ve beklentileri karşılanamayan müşterilerin bir çoğu başka sigorta acentelerine gittiği ya da bu müşterilere müvekkili şirket tarafından daha karsız olan farklı sigorta şirketlerinden poliçe yapılmak zorunda kaldığını, bu durumun müvekkili şirketin müşteri ve kazanç kaybına neden olduğunu, davalı sigorta şirketlerin müvekkili şirketi nedensiz ve keyfi olarak sürekli olarak teminat mektubu bozmak ile tehdit ettiğini belirterek davanın kabulüne, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar tarafından davaya karşı cevap dilekçesi sunulmamıştır.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “…Dosya kapsamı değerlendirildiğinde, davacının davalı … Emeklilik A.Ş.’nin belirlemiş olduğu bütün satış hedeflerini fazlasıyla aştığı, davalı …Sigorta A.Ş yönünden ise 2014 ve 2016 yıllarında satış hedefleri gerçekleştirilememiş ise de son beş yıllık ortalama dikkate alındığında satış hedeflerini aşmış olduğu, bu durumda davacının belirlenen performans kriterlerini gerçekleştirmediği gerekçesiyle sözleşmenin feshinin haklı nedene dayanmadığı, yine performans hedefleri davalılar tarafından tek taraflı olarak belirlendiğinden bu hedeflerin gerçekleştirilmemesinin tek başına sözleşmenin haklı nedenle sona erdirilmesinin kabulü için yeterli olmadığı, fesih sonucu acentenin sigorta şirketinin markasına alıştırmış olduğu müşteri çevresini yitirdiği, buna karşılık davalıların müşteri çevresini genişlettiği, davacının hem kendi hem davalı yararına oluşturduğu müşteri portföyünden sözleşmenin feshinden sonra istifade edemeyecek olması denkleştirme ve hakkaniyet ilkesi göz önüne alındığında davacının davalıdan portföy tazminatı istemeye hakkı bulunduğu kanaatine varılmıştır. TTK’da portföy tazminatının acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamayacağı hükmüne yer verilmiş olup, davacının…Sigorta AŞ’den aldığı komisyon miktarının 414.492,00 TL olduğu, sözleşme süresinin 1411 gün olması sebebiyle davacının … Sigorta AŞ’den talep edebileceği portföy tazminatının 414.492,00 TL / 1411 X 365 = 107.273,00 TL, yine … Emeklilik A.Ş’den aldığı komisyon miktarının 142.524,00 TL olduğu, sözleşme süresinin 1411 gün olması sebebiyle davacının … Sigorta AŞ’den talep edebileceği portföy tazminatının 142.524,00 TL / 1411 X 365 = 36.868,00 TL olduğu hesap edilmekle portföy tazminatı talebinin ıslah dilekçesi doğrultusunda kabulüne karar vermek gerekmiştir. Portföy tazminatı, sözleşmenin feshi nedeniyle acenteden ayrılıp, sigorta şirketinde devam eden veya başka sigorta şirketlerine geçen sigortalıların, acente portföyünden çıkmaları sonucu oluşan maddi kayıpları (acente komisyonu) önlemek için bu kayıplara karşı acenteleri koruyabilmek maksadıyla yasal olarak düzenlenmiş koruyucu bir müessese olup, davacının maddi zarar talepleri yönünden tüm değerlendirmeler bu kapsamda yapılmış ve hesaplanmış olmakla, davacının sözleşmeye aykırılık nedeniyle oluştuğunu belirttiği tüm maddi zararlarının yine portföy tazminatı kapsamında değerlendirilmiş olması sebebiyle davacının diğer maddi tazminat taleplerinin ise reddine karar verilmesi gerktiği…” gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 107.273,00-TL portföy tazminatının 20.000,00-TL’sinin dava tarihi olan 20/04/2017 tarihinden; 87.273,00-TL’sinin 09/02/2019 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalı … Sigorta AŞ’den tahsili ile davacıya ödenmesine, 36.868,00-TL portföy tazminatının 20.000,00-TL’sinin dava tarihi olan 20/04/2017 tarihinden; 16.868,00-TL’sinin 09/02/2019 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalı …Emeklilik AŞ’den tahsili ile davacıya ödenmesine, davacının fazlaya ilişkin taleplerinini reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davalılar vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalılar vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davacının iş bu davasının hukuksal hiçbir dayanağı bulunmadığını, bu dayanksız talebi uygun bulan mahkemenin kararının birçok yönden kaldırılması gerektiğini, özellikle; Portföy tazminatının 4 temel unsuru üzerinde durulmadığını, bu konularda hiçbir irdeleme yapılmadığını, 4 temel unsurdan sadece feshin haklılığı/haksızlığı üzerinde onun da son derece yanlış ve yetersiz bir biçimde durulmadığını, geri kalan unsurlar üzerinde hiç durulmadığını, oysa portföy tazminatında 4 temel unsurun tamamının bir arada gerçekleşmesi öngörüldüğünü, TTK ve Acentelik sözleşmesinde öngörülen 3 aylık fesih önelinden çok daha uzun sürede yapılmış bir feshin; yasal, haklı, ve doğru bir fesih olduğu gözden kaçırıldığını, Verdiği taahhütlere uymayan ve imzaladığı hedef tutturma protokollerine uymayan tacir statüsündeki davacı acentenin acenteliğinin feshinin esas açısından da haklı/yasal/ve geçerli fesih olduğunun gözden kaçırıldığını, Portföy tazminatında sözü edilen portföyün ne anlama geldiği, fesihten sonra devam etmiş olsa bile acentenin her üretiminin portföy tazminatına konu üretim olarak kabul edilmemesi gerektiği üzerinde durulmadığını, böyle bir kabulün hiçbir hukuksal dayanağının bulunmadığı üzerinde durulmadığını, Portföy tazminatının önemli bir unsuru olan fesihten sonra da acenteye ait üretimin sigorta şirketinden devam ettirilme olgusu üzerinde hiç durulmadığını, hangi poliçelerin fesihten sonra devam ettirildiği, bunların miktarının ne olduğu, davacı acentenin birçok sigorta şirket ile çalıştığı, müvekkili şirketten çıkaramadığı poliçeleri bu şirketlerden çıkarıp çıkarmadığı ve herhangi bir kaybının bulunmadığı hususlarının hiç irdelenmediğini, Portföy tazminatının en önemli şartı sayılan; müvekkilinin “fesihten sonra elde ettiği önemli kazanımın” ne olduğu konusunda tek bir saptama yapılmadığını, davacı uğradığı zarar konusunda somut tek bir poliçe ya da belge sunamadığını, somut zararı ile ilgili hiçbir bildirimde bulunamadığını, buna rağmen bir tazminata hükmedilmesinin hukuksal dayanaktan uzak olacağı öngörülemediğini, portföy tazminatından kaynaklanan zarara ilişkin poliçe numaraları veya müşteri isimlerinden hiçbiri bildirilmediğini, bilirkişi raporunda da belirleme yapılmadığını, böyle bir durumda portföy tazminatından söz edilemeyeceğinin göz ardı edildiğini, TMK 6.maddesindeki ıspat zorunluluğuna uyulmamış olduğu iddiasının dikkate alınmadığını, zararın belirlenmesinin bilirkişilere bırakıldığını, oysa bu zararın, sadece davacının bilebileceği ve belirleyebileceği zarar olduğu hususu üzerinde hiç durulmadığını, Portföy tazminatının son 5 yılın komisyon ortalaması esas alınarak belirlenebilecek bir tazminat olmadığı, bunun somut ve teknik bir hesaba dayalı tazminat olması gerektiği üzerinde hiç durulmadığını, hayat sigortalarının portföy tazminatına konu olup olmayacağı, bu sigortadaki çalışma ve komisyon esaslarının ne olduğu konusunda hiçbir irdeleme yapılmadığını, Portföy tazminatı ile ilgili her tür talebin mutlak surette 1 yıl içerisinde açılması gerektiği, bu sürenin bir hak düşürücü süre olduğu, ıslah ile arttırılan bedelin bu süreden çok sonra talep edildiği, dolayısıyla arttırılan bedelin esas dışında ayrıca ve ilaveten hak düşürücü süre geçtikten sonra açılmış olması sebebiyle reddi gerektiği üzerinde durulmadığını, hükme esas alınan bilirkişi raporunun eksik, yetersiz ve kendi içerisinde dahi çelişkiler barındırdığı, denetime elverişli olmaktan uzak olduğunun dikkate alınmadan karar verildiğini, Bütün bu sebeplerin her biri başlı başına mahkeminin kararının tümüyle kaldırılmasını gerektirecek gerekçeler olduğunu, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, acentelik sözleşmesinin haksız feshine dayalı olarak portföy tazminatı ve sözleşmeye aykırılık nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemlerine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda yazılı gerekçe ile davacının uğradığı tüm zararın portföy tazminatı istemi içinde değerlendirildiği belirtilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; bu karara karşı, davalılar vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.İstinaf sebeplerinin incelenmesinden önce, öncelikle davanın türünün açıklığa kavuşturulması gerekir. Davacı vekili davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olduğunu iddia etmiş, davalı vekili ise davada arttırılan kısım yönünden bir yıllık hak düşürücü sürenin dikkate alınması gerekip, bu kısmın hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Davanın türünün belirlenmesi zamanaşımı ve hak düşürücü süre açısından oldukça önemlidir. Çünkü kısmi dava sadece dava konusu edilen bölüm yönünden zamanaşımını kestiği halde belirsiz alacak davası tüm alacak yönünden zamanaşımını kestiği gibi hak düşürücü süre içinde hakkın ileri sürüldüğünün de kabulü gerekir. Somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde alacak kalemlerini tek tek açıkladıktan sonra portföy tazminatı alacağının belirsiz alacak davası şeklinde açıldığını, sözleşme ihlali nedeniyle tazminat istemini ise kısmi dava olarak talep ettiğini belirtmiş, mahkemece de yazılı gerekçe ile davacının portföy tazminatı talebinin kısmen kabulü yönünde hüküm kurulduğu anlaşılmıştır. Davacının dava dilekçesindeki açık beyanı kapsamında portföy tazminat istemi yönünden davacının belirsiz alacak davası açma iradesini açıkça ortaya koymaktadır. Yani eldeki portföy tazminatı talepli davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı konusunda esasen bir tereddüt kalmamıştır.Diğer taraftan ilk derece mahkemesince kök rapor alınmış, davacı itirazı yönünden ek rapor alınmış, davalı vekilinin ek rapora 21.01.2019 tarihli dilekçesi ile gerekçeli ve teknik itirazlar yöneltildiği halde, bu itirazlar karşılanmadan hüküm verilmiştir. Somut olaydaki iddialar dikkate alındığında bilirkişi raporlarının hüküm vermeye elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bilirkişi kurulunca yapılan hesaplamaların da hüküm vermeye elverişli olmadığı görülmektedir. Özellikle davacının denkleştirme alacağının hesaplanması son derece yetersizdir. Bilirkişi kurulu denkleştirme alacağının davacının son beş yıllık gelir ortalamasını almak suretiyle belirlemiştir. Oysa denkleştirme alacağının üst sınırını oluşturan bu rakamın davacının talep edebileceği tazminat olarak belirlenip hükmün bu rapor üzerinden kurulması usule aykırı olmuştur. Acentenin portföy tazminatı talep edebilmesi için dört koşulun gerçekleşmesi gerekir: 1-Acentelik sözleşmesinin denkleştirme talep edecek şekilde sona ermiş olması, 2-Acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra müvekkilin, acentenin çabasıyla oluşturulan yeni müşteri çevresinden önemli menfaatler elde etmeye devam etmesi, 3-Sözleşmenin sona ermiş olması nedeniyle acentenin, müvekkiline devrettiği yeni müşteri çevresinden gelir elde etme imkanını kaybetmiş olması, 4-Acenteye denkleştirme ödenmesinin hakkaniyete uygun (hakkaniyetin bir gereği) olması ( Özge Ayan, Acentenin Denkleştirme Talep Hakkı, Seçkin Yayınları, Ankara 2008, s. 146 vd; Arslan Kaya, Ticaret Kanunu Şerhi- Birinci Kitap Ticari İşletme- Yedinci Kısım-Acentelik, 2. Basım, İstanbul 2016, s.247 vd). Bu açıklamaya göre, mahkemece öncelikle bu dört koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilmelidir. Bundan sonra, koşulları varsa, alacağın hesaplanmasına geçilmelidir.Denkleştirme alacağının hesaplanma şekli konusunda mevzuatta bir formül verilmemiştir. Bu durumda karşılaştırmalı hukuktan ve 6102 sayılı TTK’nın 122. maddesindeki düzenlemeden ve Yargıtay uygulamasından hareketle bir hesaplama yöntemi uygulanmalıdır. Denkleştirme talebinin temelinde, acentenin (olayımızda bayinin) kendi çabasıyla oluşturduğu yeni müşteri çevresinin, sözleşme ilişkisi sona erdiğinde müvekkile devredilmiş olması ve bu yeni müşteri çevresinin ekonomik bir değerinin olması yatmaktadır. Bu nedenle, öncelikle oluşturulan yeni müşteri çevresinin tespiti yapılmalıdır. Acentenin göreve başladığı tarihte mevcut olan müşteri çevresi hariç, yeni oluşturulan müşteri çevresi belirlenmelidir.Bundan sonra hesaplama üç aşamada yapılır: Birinci aşamada, acentenin kendi çabasıyla kazandırdığı yeni müşteri çevresinden müvekkilin elde ettiği/ elde etmesi muhtemel menfaatler/gelirler hesaplanır. Daha sonra, acentenin yeni müşteri çevresiyle işlem yapamayacak olması nedeniyle uğradığı gelir kaybı hesaplanır. Bu kayıp, acentelik sözleşmesi devam etseydi, acentenin temel edimleri karşılığında elde edeceği ücret (provizyon) gelirleridir. Burada temel bir kural vardır: Müvekkilin menfaati, acentenin ücret kaybı kadardır. Bu nedenle, müvekkilin elde edeceği menfaatin, acentenin gelir kaybı kadar olduğu ilkesinden hareketle, öncelikle acentenin gelir kaybının hesaplanması uygun olacaktır. Bu hesaplama yapılırken, acentenin temel ediminin karşılığı olan ücretler esas alınmalı ve maliyetler düşüldükten sonraki net gelir esas alınmalıdır. Acenteye arızi olarak ödenen ücretler bu hesaplamada dikkate alınmamalıdır. Acentenin bir yıllık gelir kaybı bulunmalıdır.Gerek müvekkilin elde edeceği menfaat miktarının gerekse acentenin yoksun kaldığı toplam gelir miktarının hesaplanabilmesi için, yeni müşteri çevresinin müvekkille ne kadar süreyle ticari ilişkide bulunacağının, somut olayın özelliklerine göre tahmin edilmesi gerekir.Daha sonra, işin niteliğine ve acentelik ilişkisinin devam ettiği süredeki veriler dikkate alınarak, yıllık müşteri kayıp oranı belirlenir. Yeni müşterilerle müvekkilin tahmini ilişki süresi esas alınarak her yıl için belirlenen miktarlardan, müşteri kayıp oranında indirim yapılır. Her yıl için bulunan zararlar toplanır. Bulunan bu ham alacak üzerinden, acentenin denkleştirme alacağını peşin olarak alacağı düşünülerek, faiz indirimi yapılır ve birinci aşamadaki ham alacak bulunur.İkinci aşamada hakkaniyet denetimi yapılır. Bu aşamada üst sınır dikkate alınmaz. Somut olayın özelliklerine göre, hakkaniyet ilkesi gereğince alacak tutarında indirim veya artırım yapılabilir. Örneğin, müvekkilin markasının tanınmışlığı yeni müşteri çevresinin oluşumunda etkili olmuşsa, alacak miktarından uygun bir oranda indirim yapılmalıdır. Acente olağanüstü çaba göstermiş, önemli reklam ve tanıtım çalışmaları yapmışsa alacak miktarı hakkaniyet gereği artırılabilir. Hakkaniyet ölçüsü de uygulanarak, acentenin denkleştirme alacağı hesaplanmış olur.Üçüncü aşamada, hesaplanan denkleştirme alacağının, yasal üst sınırı aşıp aşmadığı denetlenir. Eğer üst sınırın altındaysa hesaplanan alacağa aynen hükmedilir; üst sınırı aşıyorsa, alacak tutarı üst sınıra indirilerek hüküm altına alınır. Denkleştirme talebinin üst sınırı, 6102 sayılı TTK’nın 122/2. maddesinde şöyle tanımlanmıştır: “Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır”. Üst sınırın hesaplanmasında, ilk basamaktaki hesaplamadan farklı olarak, acentenin her türlü geliri hesaplamaya dahil edilmeli ve bürüt gelir esas alınmalıdır. Üst sınır acentenin alacak talebini sınırlayan bir düzenleme olduğundan, hesaplamanın bu şekilde yapılması hakkaniyete uygun olacaktır. Yukarıda açıklandığı üzere, hesaplama aşamalarla yapılmalı ve üst sınır denetimi en son yapılmalıdır. İlk derece mahkemesinin hükme esas aldığı raporda böyle bir hesaplama yapılmamış, sadece beş yıllık ortalama alınarak bunun talep edilebilecek bir tazminat olduğu belirtilmiş ve sonuca gidilmiştir. Bu durumda ilk derece mahkemesinin denkleştirme alacağına ilişkin yaptığı inceleme hüküm vermeye elverişli değildir. Açıklanan bu gerekçelerle HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince davanın çözümünde etkili olacak önemli deliller toplanmadan ve portföy tazminatı alacağına ilişkin yeterli değerlendirme ve araştırma yapılmadan karar verildiği anlaşıldığından, esasa dair istinaf nedenleri incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinafa konu hükmünün kaldırılarak, davanın yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda yeniden görülmesi için kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
KARAR:Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Yukarıdaki açıklamalar ışığında davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, talep halinde, ilk derece mahkemesince iadesine, 4-Davacı tarafından yapılan kanun yolu giderlerinin, ilk derece mahkemesince, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine dair; HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 25.03.2022
KANUN YOLU:HMK’nın 353/1.a maddesi uyarınca karar kesindir.