Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1796 E. 2022/443 K. 07.04.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1796
KARAR NO: 2022/443
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ: 28.03.2019
NUMARASI: 2017/807 Esas – 2019/267 Karar
DAVA: Menfi Tespit
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen karara karşı, davacılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin murisi …’nin, … A.Ş’nin hissedarı ve … Şirketler grubunun çalışanı olduğu bir dönemde bono borçlusu … ile lehtar … A.Ş’nin … nezdinde kullanmış olduğu kredilerin teminatı olarak düzenlenen bonoya kefil sıfatıyla imza attığını, öncelikle bononun kambiyo senetlerine mahsus takip yolu ile icra takibine konu edilemeyeceğini, zira bono metninde bedelinin nakden veya malen ahzolunduğunda ilişkin bir ibare yer almadığı gibi bono üzerindeki rakam, tarih ve yazı ile yazılan miktarın daha sonra doldurulduğunu, müvekkillerinin murisinin imza attığı tarihte bononun boş olarak düzenlenip bankaya kredi teminatı olarak verildiğini, takip dayanağı bononun hangi kredi ilişkisi karşılığında düzenlendiğinin tespiti gerektiğini, bankalar tarafından müşterilerine kullandırılan kredilere karşılık kambiyo senedi teminatı alınmakta ise de bu senedin kredi borcunun teminatı olduğuna dair kaydın banka nezdinde tutulması gerektiğini, bu hususun netleştirilmesinin zorunlu olduğunu, bononun tahsil cirosuyla mı yoksa teminat cirosuyla alındığının belirlenmesi gerektiğini, bono aslının getirtilerek üzerindeki yazı ve imzaların aynı zamanda yazılıp yazılmadığının tespitinin istendiğini, murisin 27.10.2013 tarihinde vefat ettiğini ve bu tarihten 3 yıl sonra 2016’da icra takibi yapıldığını, bononun tanzim tarihinin gerçek olup olmadığının saptanmasının zorunlu olduğunu, banka nezdinde şirketin kullandığı kredinin teminatı olarak düzenlenen bononun kambiyo vasfına haiz olmadığını, teminat karşılığında verildiğini, icra takibinde murisin bonodan sorumluluk miktarının 700.000,00 TL olarak belirtilmiş olmasının da iddialarının doğrulandığının kanıtı olduğunu, bankanın kullandırdığı kredi hesaplarının incelenmesiyle ölüm tarihinde temerrüt durumunun oluşup oluşmadığının açıklığa kavuşacağını, senedin kambiyo vasfına haiz olmayıp kredi teminatı olması nedeniyle hesap kat ihtarının tebliği ile kefilin sorumluluğunun başlayacağını, senedin protesto dahi edilmediğini, asıl borçlu şirketin İstanbul Anadolu 7. ATM’nin 2016/95 E. sayılı dosyası ile iflasın ertelenmesi talebinde bulunduğunu ve mahkemece 04.03.2016 tarihinde tedbir kararı verilerek takiplerin durdurulduğunu, asıl borçlu şirketin iflas erteleme sürecinden yararlanması nedeniyle kefil olan murisin de aynı haktan yararlanması gerektiğini, bu bononun hangi sözleşmenin teminatı olarak verildiğinin bilinmediğini belirterek tüm bu hususların açıklığa kavuşturulmasından sonra İstanbul … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasının dayanağı olan bonodan dolayı müvekkillerinin borçlu olmadığının tespitine ve %20 oranındaki tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı banka vekili, savunmasında özetle; müvekkili bankanın Merter Şubesiyle davalı … A.Ş arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi gereğince adı geçen firmaya nakdi ve gayrinakdi kredilerin kullandırıldığını, kredinin geri ödemesinin yapılmadığını, borçlu firma tarafından tahsil halinde borçtan düşülmek üzere devir ve temlik cirosuyla müvekkili bankaya devrettiği, 09.08.2011 düzenleme tarihli 29.01.2016 vadeli 4.000.000,00 TL bedelli bononun ödenmemesi üzerine protesto ettirilerek İstanbul … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasıyla takibe konulduğunu, takipten hemen sonra davacılar tarafından İstanbul 21. İcra Hukuk Mahkemesinin 2016/162 E. sayılı dosyasında takibin taliki ve iptali için dava açıldığını ve senet üzerindeki imzanın murisin eli ürünü olmadığı, ayrıca takip alacaklısına herhangi bir borcunun bulunmadığı iddialarının ileri sürüldüğünü, dosyanın derdest olduğunu, daha sonra huzurdaki bu davanın açıldığını, bononun ciro silsilesinde herhangi bir kopukluk olmadığı gibi bononun meşru hamili olan müvekkili bankanın haklarının etkileyecek hukuka aykırı bir durumunda mevcut olmadığını, davacıların teminat bonosu olduğu yönündeki iddialarının kabul edilemeyeceğini, bu konuda herhangi bir yazılı belgenin ibraz edilmediğini, borca mahsuben temlik cirosuyla verilen bir bono olduğunu, davacıların murisinin bonoyu keşide eden komununda olup iyiniyetli müvekkili bankaya karşı şahsi defilerini ileri süremeyeceğini, müvekkilinin bu hususları araştırmak zorunda olmadığını belirterek haksız davanın reddi ile %20 oranındaki tazminatın davacılardan tahsiline karar verilmesini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda;”…Mahkememizce dosyada mevcut bulunan ve uzman bilirkişi tarafından düzenlenen ve birbirini teyit eden kök ve ek rapordaki hesaplama ve teknik açıklamalara itibar edilmiştir. Davacılar, bononun teminat bonosu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Davacıların murisinin bonoda avalist konumunda olduğu anlaşılmaktadır. Murisin bonodaki imzası inkar edilmemiş, teminat bonosu olduğu iddiasıyla birlikte yazı ve miktarın ve tarihlerin sonradan doldurulduğu, nitekim senedin bankaya verildiği anda boş olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu bononun lehtarı şirket tarafından bankaya ciro edildiği ve ciro üzerinde ”bedeli teminattır” yahut teminat olarak verildiğini ispata yarar herhangi bir ibarenin bulunmadığı, lehtarın kaşe ve imzasıyla birlikte bankaya ciro edildiği, bu durumda cironun temlik cirosu olduğunun kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır. Bunun dışında davacılar tarafından bononun teminat bonosu olduğu yönünde yazılı bir belgede ibraz edilmiş değildir. Banka kayıtlarında yapılan incelemede finansman girişi kaydıyla bononun alındığı ve bu hususunda bankacılık mevzuatına göre bononun borca mahsuben alındığının delili olduğu sonucuna varılmıştır. Davalı bankanın bonoyu 10.08.2011 tarihinde kaydına aldığı tespit edilmiştir ve banka tarafından 09.08.2011 tarihli ve 20.06.2013 tarihli genel kredi sözleşmeleri de ibraz edilmiş ve bu sözleşmeler çerçevesinde kullandırılan kredi borcuna mahsuben alınan bir bono olduğu açıkça anlaşılmış olup, bononun tanzim tarihi ve banka kayıtlarına girişi dikkate alındığında 09.08.2011 tarihli genel kredi sözleşmesi çerçevesinde kullandırılan kredi borcuna mahsuben verildiğinin kabulü gerektiği, dosyada mevcut bulunan raporda senedin banka kayıtlarına girdiği 10.08.2011 tarihi itibariyle sözleşmenin tarafı şirkete 1.750.000,00 TL kredi kullandırıldığı, kalan ana paranın 685.000,00 TL olup işleyen akdi faizin eklenmesi ve 20.348,76 TL’lik ödemenin tenzili ile bankanın 694.520,04 TL alacaklı olduğu, davacıların murisinin vefat ettiği 27.10.2013 tarihi itibariyle banka alacağının 800.000,00 TL miktarında bulunduğu, ek raporda ifade edildiği üzere davanın açıldığı 15.09.2017 tarihi itibariyle bankanın kredi ilişkisi çerçevesinde alacak miktarının toplam 814.098,88 TL olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda icra takibi ve dava tarihi itibariyle bankanın alacaklı olduğu, menfi tespit davalarında, alacak ve borç miktarının dava tarihi itibariyle belirlenmesi gerektiği ve dava tarihi itibariyle de banka alacağının 814.098,88 TL olarak belirlenmesi ve icra takibinde davacılardan istenen miktarın 700.000,00 TL olduğu dikkate alındığında huzurdaki bu davanın haklı ve yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Davacılar tarafından 09.08.2011 tarihli genel kredi sözleşmesindeki davalı banka tarafından yargılama sırasında sunulduğu ve bu sözleşmedeki murislerine ait kefalet imzasının murise ait olmadığı ileri sürülerek imza incelemesi yapılması talep edilmiştir. Dava, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan takibe konu bonodan borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkin olup, bononun, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borca mahsuben verildiğinin kabul edildiği, anılan sözleşmedeki kefalet imzasının murisin eli ürünü olmamasının neticeye bir etkisinin bulunmadığı, zira genel kredi sözleşmesinde kefil olmayan bir kişi tarafından dahi borca mahsuben senet verilebileceği gibi teminat senedinin de verilmesinin mümkün bulunduğu, somut olayda davacıların murisinin bonoda avalist konumunda olup, yapılan inceleme sonucu murisin vefatından önce 10.08.2011 tarihi itibariyle banka tarafından kullandırılan kredi borcuna mahsuben verilen bir senet olduğunun belirlendiği de sabit olduğundan davacıların bu yöndeki itirazları dikkate alınmamış ve genel kredi sözleşmesinde kefil imzasının davacıların murisine ait olup olmadığı yönünde grafoloji raporu alınmasına gerek görülmemiştir. Bunun dışında davacılar, bononun açığa imza atılmak suretiyle düzenlendiği, tanzim tarihi, bedeli ve üzerindeki diğer yazıların sonradan doldurulduğunu iddia etmişlerse de; bu iddiayı ispat zımmında yazılı bir belgenin ibraz edilmediği, bononun genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borca mahsuben verilen bir bono olduğu ve sözleşmede banka kayıtlarının kesin delil olacağının kararlaştırıldığı ve banka kayıtlarında da bononun borca mahsuben verildiği hususunun yazılı olduğu anlaşılmış olmakla davacıların bu iddialarına da itibar edilememiştir. Ayrıca senedin lehtarın olan … A.Ş.’nin ticari defterlerinin incelenmesi neticesinde, dava konusu bononun teminat bonosu olduğunun ortaya çıkacağı belirtilmiştir. Az önce izah edildiği üzere senedin lehtarı olan … A.Ş. ile davalı banka arasındaki genel kredi sözleşmesinde ihtilaf halinde banka kayıtlarının delil olarak kabul edileceğini kararlaştırıldığı gibi esasında davalı şirketin defterlerinde bononun teminat bonosu olarak kayıtlı olmasının dahi sonuca bir etkisinin bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Nitekim genel kredi sözleşmesinin teminatı olarak bono verilmesi halinde, sözleşmeden kaynaklı olarak bankanın alacağının varlığı halinde teminat fonksiyonunun devreye gireceği ve bu senede dayalı olarak alacağın tahsil edilebileceği açıktır. Yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde dava tarihi itibariyle bankanın alacaklı olduğu tespit edilmiştir. Bu durumda senedin takibe konulmasına engel bir hal bulunmadığı görülmektedir. Genel kredi sözleşmesinde müteselsil kefil veya asıl borçlu sıfatına sahip olmayan kişilerce sözleşmeden kaynaklanan alacağın teminatı olarak ipotek, taşınır rehni verilebileceği gibi kambiyo senedi düzenlenmesi de mümkündür. Dolayısıyla bir an için senedin teminat senedi olduğu kabul edildiğinde dahi senedin hamili bankanın genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağının bulunduğu, alacağa dayanak sözleşmede, kambiyo senedinde asıl borçlu yahutta avalist olanların imzasının bulunmamasının bir önem arz etmediği, hangi sözleşmenin teminatı olarak verilmişse o sözleşmeden kaynaklanan alacağın varlığı halinde senet borçlularından alacağın ödenmesi istenebileceği açıktır. Kaldı ki, dava konusu bononun banka alacağına mahsuben verilen bir bono olduğunun anlaşıldığı, davalı bankanın senedin meşru hamili olup düzgün ciro silsilesiyle elde ettiği, davacıların murisinin bonoda avalist konumunda olduğu, bankanın dava tarihi itibariyle genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan bono bedelinin üzerinde miktarda alacaklı olduğunun saptandığı anlaşılmakla davacıların dava konusu bonodan dolayı borçlu oldukları ve davanın haklı ve yerinde bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Mahkememizce davacıların, İİK 72.maddesine dayalı olarak tedbir istemleri reddedilmiş ise de; red kararına karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin 2018/554 E-606 K sayılı 13/03/2018 tarihli kesin olarak verdiği kararla, tedbirin reddi yönündeki mahkememiz kararının kaldırıldığı, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın kesin olması karşısında davacıların istemi üzerine İİK 72/3 maddesi uyarınca, davaya konu bononun takip konusu yapıldığı icra dosyasına yatırılacak paranın alacaklıya ödenmemesi yönünde teminat karşılığında ihtiyati tedbir verildiği ve tedbirin icra dosyasında infaz edildiği anlaşılmıştır. İİK 72.maddesine dayalı olarak açılan menfi tespit davalarında, davanın reddedilerek davacı aleyhine sonuçlanması durumunda tedbirin kalkacağı İİK 72/4 maddesinde açıkça belirtilmiştir. Davacılar yararına ihtiyati tedbir kararı verilen bu davanın reddedilmesi nedeniyle, takip alacaklısı bankanın alacağını geç kavuşması durumu ortaya çıkmış olduğundan, İİK 72/4.maddesi uyarınca takip konusu alacağın %20’si oranındaki tazminatın davacılardan alınarak takip alacaklısı davalıya verilmesi yasanın amir hükmü olduğundan bu doğrultuda %20 oranındaki tazminatın davacılardan tahsili ile davalı bankaya verilmesi gerekmiştir ” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacılar vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacılar vekili, istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Davanın dayanağını oluşturan bononun kredi sözleşmelerinin tahsili kapsamında verilmiş olduğuna göre bu ihtilafta bono ve kredi sözleşmelerini birbirinden ayırmaya hukuki olanak bulunmadığını, nitekim davalının mahkemeye sunduğu cevap ve sonraki dilekçelerinde delil olarak kredi sözleşmesine dayandığını, ilk cevap dilekçesinde sunulmamış olan bir kredi sözleşmesinin yargılama devam ederken muvafakatleri olmamasına rağmen mahkemece dosyaya kabul edildiğini ve bilirkişi raporunun da bono ile ilgili değil bu kredi sözleşmesindeki borcu esas aldığını, bu durumda nasıl olupta GKS ve bono ayrı değerlendirildiğinin anlaşılamadığını, Mahkemenin kabulüne göre dava tek başına bono ile ilgili olarak sürdürülecek ise bu noktada davalı şirket ve şahıslar ile ilgili inceleme yapılması gerekeceğini, davalı … AŞ. ile davalı şahıslar … ve …’nin bu bonoda imzaları olduğunu, bonoda borçlu …, alacaklı ise davalı … Nak.Aş görüldüğünü, diğer davalının ise davalı …’tan önceki ciranta olduğunu, bu durumda mahkemeden taleplerinin bono üzerindeki yazı ve imzaların sonradan doldurulduğu iddiaları kapsamında kime ait olduğunun tespit edilmesi olduğunu, Mahkemede yargılamanın başlangıcında GKS ile ilgili incelemeler yapıldığını ve bilirkişi raporu alınmış ise de bu kez 21.03.2019 tarihli duruşmada verilen ara kararı ile alınan bilirkişi raporları GKS borçlarını hesaplandığında yargılamada hiçbir hukuki anlam ifade etmeyeceğini, bu durumda bono ile ilgili araştırma yapılmasının davalı şirketin ticari defterlerinin incelenerek gerçek bir borcu yansıtıp yansıtmadığının tespit edilmesi gerekeceğini, Bunun yanında dava dilekçesinde yemin deliline de dayandığımızdan davalı … Tic.AŞ. yetkilisi ile davalılar … ve …’nin yemine davet edilmesi talep edildiğini, bu bononun doğru bir borca ilişkin olduğunu ticari defterler ile kanıtlayıp tamamlayıcı yemin ile ispat etmeleri gerektiğini, aksi takdirde müvekkillerinin murisinin gerçek bir alacağa ilişkin olmadan bonodan dolayı borçlu olması söz konusu olmayacağını, davalının şirkette küçük hissedar ve personel olması sebebi ile kendisine attırılan imzaların doğruluğunun araştırılması mahkemenin ödevi olduğunu, TBK’nın 594.maddesi hükmüne göre asıl borçlunun konkordato talep etmesi halinde ( somut olayda iflas erteleme talep edilmiştir) alacaklının bu durumu kefile bildirmesi ve zarara uygulamasını engellemesi gerektiğini, TBK 601.maddesinde yer alan hükümde borcun alacaklının borçluya yapacağı bildirim sonunda muaccel olması halinde kefin kefalet sözleşmesinin bir yıl sonra alacaklıdan bu bildirimi yapmasını isteyebileceğini, TBK’nın kefalet ile ilgili yasal düzenlemelerine bakıldığında murisin ölüm tarihinden itibaren 1 yıl süre geçmiş olmasına rağmen hesap kat ihbarı düzenlemeyen bankanın borcunun ödenmesinden müvekkillerinin murisinin hiçbir sorumluluğu bulunmayacağını, bono vadesi 29.01.2016 olarak belirlenmiş müvekkillerimin murisi ise 27.10.2013 tarihinde yaşamını yitirdiğini, bu durumda bono üzerindeki vade tarihinin sonradan doldurulup doldurulmadığının araştırılmasının yasal bir zorunluluk olduğunu, kaldı ki TBK’nın 599.maddesinde yer alan hükme göre müvekkillerinin murisinin öldüğü tarih itibari ile davalı alacaklı banka müvekkillerine ihbarda bulunmuş olsaydı anılan yasa maddesindeki kefaletten dönme ile ilgili haklardan yararlanması ihtimali mevcut iken ölümden 3 yılı aşkın bir zaman sonra ortaya çıkarılan bonodan dolayı haklarının kullanılmamasından davalı bankanın sorumlu olacağını, bankanın ölüm sonrasında bir yıl içinde hiçbir bildirimde bulunmayarak haklarını yitirdiğini, Mahkemenin gerekçe olarak bilirkişi raporunu derç ettiği görüleceğini, bu durumda yasal bir gerekçenin varlığından söz etmenin mümkün olmadığını, kaldı ki, bonodaki imzaların incelenmesinin bono tanzimcisi şahıslar arasındaki borç ilişkisinin doğruluğunun tespit edilmesi ve bu yönde teklif ettikleri yeminin dikkate alınmaksızın yargılamaya son verilmesi kabul edilemeyeceğini, Öte yandan gerekçeden yoksun bu kararın neticesinde kötü niyet tazminatı hükmedilmesinin de yasal olmadığını, koşulları oluşmadığı halde hakkını arayan müvekkillerini caydırmak amacıyla kötü niyet tazminatı hükmedilmesi kararın kaldırılmasını zorunlu kıldığını, neticede bonoda imzası olup olmadığı meçhul olan, davalı bankanın hesap kat ihtarı ve ilk savunmalarında dayanılmayan bir kredi sözleşmesine hukuki geçerlik tanınarak HMK’nın yargılamada düzenlediği bütün ilkeler yok edildiğini ve üzerine tazminata hükmedilmesi hukukun hiçbir kuralı ile bağdaşamayacağını, bu yargılamayı ve kararı kabul etmenin mümkün olmadığını, Mahkemece vekalet ücretinin hesabındada hataya düşüldüğünü, 700.000 tl üzerinden hesaplama yapıldığında kademeli vekalet ücreti daha düşük olmasına rağmen yanlış hesaplama ile müvekkillerinin zarara uğratıldığını, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve talepleri gibi davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, İİK’nın 72. maddesi uyarınca icra takibine konu bono nedeniyle davalılara borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama soncunda davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. İstanbul … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasında, davalılardan … A.Ş tarafından takibe konu edilen dava konusu bononun keşidecisinin davalı … olduğu, lehtarının davalı … A.Ş olduğu, davalı … ve davacıların murisi …’ nin aval verenler oldukları, keşide tarihinin 09.08.2011 vadesinin ise 29.01.2016 tarihli olduğu, bedelinin 4.000.000,00 TL miktarında bulunduğu, senedin yapılan temlik cirosuyla bankaya verildiği ve senedin hamili olan banka tarafından 1.000.000,00 TL asıl alacak, faiziyle birlikte 1.001.166,67 TL alacağın tahsili amacıyla senetteki keşideci ve avalistlere karşı kambiyo senetlerine mahsus yolla icra takibi yapıldığı, davacıların murisi …’nin ise bu miktarın 700.000,00 TL’sinden sorumlu olduğu belirtilerek murisin mirasçıları olan davacılardan bu miktarın tahsilinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Davacı tarafından açılan menfi tespit davasında, davalı olarak icra takip alacaklısı … A.Ş ile birlikte, bononun avalisti …, keşidecisi … ve lehtarı … A.Ş de davalı olarak gösterilmiş, mahkeme gerekçeli kararında davalıların husumet ehliyeti gözetilip tartışılmaksızın ve sadece davalı olarak gösterilen takip alacaklısı … A.Ş. yönünden gerekçe oluşturularak, sonuç olarak davanın reddine şeklinde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. Davada davalı olarak gösterilenlerin husumet ehliyeti bulunup bulunmadığı mahkemece resen gözetilecek hususlardandır. Bu kapsamda davalı … A.Ş. dışında dava dilekçesinde davalı gösterilenlerle ilgili olarak bu yönde değerlendirme yapılmadığı gibi, … dışındaki davalılar yönünden herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 141/3.maddesi, ”Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” hükmünü içermektedir. HMK’nun 297/c maddesinde ise mahkeme kararlarında her iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması, ret ve üstün tutma nedenleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonucu ve hukuki sebeplerin açıkça gösterilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Ne var ki ilk derece mahkemesi kararında yukarıdaki paragrafta açıklanan şekilde, her bir davalının husumet ehliyeti değerlendirilmeksizin ve ayrıca her bir davalı yönünden gerekçe belirtilmeksizin hüküm kurulduğu anlaşılmakla, bu haliyle hükmün istinaf denetimine elverişli bir hüküm olduğundan söz edilemez. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesi sonucunda, esasa dair istinaf nedenleri incelenmeksizin, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, işin esası incelenmeksizin, İlk Derece Mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, 2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının, ilk derece mahkemesince, talep halinde iadesine, 4-Davacı tarafından istinaf kanun yolu aşamasında yapılan yargılama giderlerinin, İlk Derece Mahkemesi tarafından, esas hükümle birlikte yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Gerekçeli kararın İlk Derece Mahkemesince taraflara tebliğine dair; HMK’nın 353/1.a.6 maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 07.04.2022
KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a. maddesi uyarınca karar kesindir.