Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1680 E. 2019/1160 K. 19.09.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2019/1680
KARAR NO : 2019/1160
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/06/2019 tarihli ara karar
NUMARASI : 2019/421
DAVANIN KONUSU: Anonim şirketin feshi-çıkma
Taraflar arasında görülen ortaklıktan çıkma, ortaklık payının ödenmesi davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sırasında, ihtiyati tedbir talebinin reddine dair ara karara karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili …, ile .. ailesi arasında 30.06.2009 tarihinde “…/… Ortaklığı Genel Prensipleri” adlı sözleşme akdedildiğini, işbu yatırım için Mısır’da ve Türkiye’de kurulacak şirketlerin %85’inin … ailesine %15’inin …’a ait olacağının kararlaştırıldığını, bu kapsamda Türkiye’de … ve Mısırda … Şirketinin kurulduğunu, müvvekkili …’un %14 oranında davalı Şirketin hissedarlarından olduğunu, davalı şirketin müvekkilden başka beş hissedarı daha bulunduğunu, müvekkili …’un Mısır’da kurulan … Şirketinin %1 oranında hissedarı olduğunu, müvekkili …’un her iki şirketteki hisselerine karşılık gelen sermaye tutarlarını ödediğini, Hisse Rehni Sözleşmesi ile …’un davalı Şirketteki hisseleri üzerine … lehine rehin konulduğunu, müvekkili …’un davalı şirkette yönetim kurulu üyesi seçildiğini ve aynı zamanda CEO olarak görevlendirildiğini, ilerleyen dönemde 26.02.2014 tarihli genel kurul kararı ile müvekkili …’un yönetim kurulu üyeliğinin sona erdirildiğini, iş akdinin de davalı şirket tarafından haklı neden olmaksızın 30.09.2012 tarihinde feshedildiğini, … ailesinin müvekkiline hiçbir zaman kar payı ödenmediğini, davalı şirket süreklilik arz eden bir şekilde kötü yönetilmekte olduğunu, davalı şirket tarafından hiçbir kar payı ödenmeyerek, müvekkilinin kar payı alma hakkının da sınırlandırıldığını belirterek, davalı şirketin borçlandırıcı ve malvarlığını azaltıcı işlem yapmasının tedbiren durdurulmasına, davalı şirkete HMK m.389 ve TMK m.427 uyarınca ihtiyati tedbir yoluyla yönetim kayyımı atanmasına, davanın kabulüne ve TTK m.531 uyarınca davalı şirketin haklı nedenlerle feshine, bu taleplerin kabul edilmemesi halinde ise davacı müvekkilin davalı şirkette sahip olduğu payların karar tarihine yakın tarihteki gerçek değerinin tespit edilerek ödenmesine ve davacı müvekkilinin bu yolla ortaklıktan çıkmasına, aksi halde TTK ilgili hükümleri uyarınca “duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme” karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; arabulucuya başvurulmamış olduğundan dava şartı yokluğundan davanın reddinin gerektiğini, davanın nispi harca tabi olduğunu, maktu harçla açılamayacağını, tarafların ayrıca Ortaklık sözleşmesi çerçevesinde bir de 5.4.2010 tarihli “Hisse Rehni Sözleşmesi” imzaladıklarını, bunun akabinde “Protokol” başlıklı belgenin imzalanmış olduğunu, şirket kar elde etmediğinden kar payı dağıtılamadığını, önceden kararlaştırıldığı üzere borcunu ödemeyen davacının hisselerinin “bilabedel” …’na devredilmesi gerektiğini, Mısır’daki fabrikanın faaliyete geçememesi ve davacının öngördüğü maliyetlerin sürekli artması nedeniyle davacının iş akdinin sona erdirildiğini, davacının “şirketin kötü yönetilmesi, davacının etkisiz hale getirilmesi, davacının kar payı haklarının kısıtlanması, şirket bilgilerinin verilmemesi” gibi iddialarının tamamı gerçek dışı olduğunu, bilgi alma hakkının engellendiğinden söz edilemeyeceğini, davacının kusuru çerçevesinde Mısır’daki fabrikanın zamanında açılmaması nedeniyle, maliyetlerin arttığını , şirket zarara uğradığından kâr dağıtımı kararı alınamadığını, 25.12.2013 tarihli Olağan Genel Kurul toplantısında alınan kararların, tüm paydaşların oybirliği ile alınmış olduğunu ve davacının da imzasının bulunduğunu, 25.3.2016 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısında, yönetim kurulunun zuhulen üç üye olarak seçilmiş ise de söz konusu karara karşı, davacı tarafın muhalefet şerhi koymadığını ve bir iptal davası açılmadığını, … tarafından davacı aleyhine hisselerin bilabedel devri hususunda dava açılmak üzere olduğunu, açılacak bu davanın huzurdaki davayla birleştirilmesi ya da bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek, haksız ve dayanaksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKAMESİ KARARI ÖZETİ İlk Derece Mahkemesi, ihtiyati tedbir talebini değerlendirdiği14/06/2019 tarihli ara kararında; “…İhtiyati tedbir kararı verebilmek için hâkimin somut sebep göstermesi ve ihtiyati tedbir kararının haklılığını ortaya koyacak delil değerlendirmesi yapması ve yaklaşık ispat ölçüsüne yaklaşması gerekli olup haklılık konusunda yaklaşık ispat ölçüsü kriterine uyulmadığı gibi davanın niteliği gereği yönetim hakkının ve temsil yetkisinin kaldırılmasına ilişkin TTK 630. maddesinde öngörülen hususlarda dava konusu yapıldığından konunun yargılamayı gerektirdiği anlaşılmış, ihtiyati tedbir talebinin reddine…” karar verilmiştir.Bu karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRELİN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde, dava dilekçesindeki taleplerini tekrarla; Müvekkilinin hisse oranı çoğunluğu sağlamaya yeterli olmadığından ve yönetimde söz hakkı bulunmadığından, şirketteki usulsüzlüklerin önüne geçebilmesinin ancak davalı şirkete yönetim kayyımı atanması ile sağlanabileceğini, şirkete yönetim kayyımı atanabilmesi için yargılamanın neticesinin beklenmesine ihtiyaç bulunmadığının aşikar olduğunu belirterek, usul ve yasaya aykırı ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, ihtiyati tedbir talebinin kabulü ile davalı şirkete HMK m. 389 ve TMK m. 427 uyarınca ihtiyati tedbir yoluyla yönetim kayyımı atanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, TTK’nın 531. maddesi uyarınca, davalı Anonim Şirketin fesih ve tasfiyesine, bu talebin uygun görülmemesi halinde davacının şirket ortaklığından çıkamasına, ortaklık payının gerçek değerinin ödenmesine ve ihtiyati tedbir talebine ilişkindir.İlk derece mahkemesince ihtiyati tedbir talebinin reddine karar verilmiş, bu ara kararına karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Dava anonim şirketin feshine ilişkin olup olayda, limited şirketlere ilişkin TTK’nın 630.maddesinin uygulanma yeri bulunmamaktadır. TTK’nın 531.maddesinde ve devamında, fesih davası açıldığından alınacak geçici hukuki korumalara dair özel bir düzenleme yapılmadığından, genel hüküm niteliğindeki HMK’nın 389 vd maddelerinin uygulanması gerekir.HMK’nın 389. maddesi; “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme sebebiyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyat tedbir kararı verilebilir “.Aynı yasanın 390/3 maddesi,” Tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkca belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır” düzenlemesini içermektedir.Davamızdaki uyuşmazlığın konusu, davalı şirketin kötü yönetilmesi sebebiyle şirketin zarara uğrayıp uğramadığı, temsil ve ilzam yetkisinin kötüye kullanıp kullanılmadığı noktasındadır. HMK’nın 390/3. maddesinde yaklaşık ispat koşulu aranmıştır. Somut olayda yaklaşık ispat koşulunun gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.Davacı, davalı şirkete yönetim kayyumu atanmasını talep etmektedir. Şirketin dava süresince bu şekilde yönetilmesi davacı açısından önemli zararlara sebebiyet verileceği endişesi yaratmaktadır. Tarafların hak ve sorumluluk dengesinin korunması gerekir. Ortaklar arasındaki karşılıklı güvenin zedelendiği iddia edilmektedir. Yönetim yetkisinin kötüye kullanıldığının kesin olarak kanıtlanması beklenmemekle birlikte bu iddiaya ilişkin olarak dosyanın geldiği aşama itibariyle de hiçbir belge mevcut değildir. Bu sebeple davalı şirketin borçlandırıcı ve malvarlığını azaltıcı işlem yapmasını tedbiren durdurulması talebine ilişkin olarak davacının ileri sürdüğü iddialar yaklaşık olarak ispat edilmiş değildir. Halihazırdaki temsil yetkisine sahip şirket yöneticisinin temsil yetkisinin tedbiren tamamen kaldırılması halinde, şirketin yapmış olduğu işlerin büyüklüğü ve şirketin bilançosu nazara alındığında şirket yönetimindeki süreklilik aksayacak, şirketin menfaatlerinin tam anlamıyla sağlanması güçleşecektir. TMK’nın 427. maddesinin ise somut olayda uygulanma yeri bulunmamaktadır. Çünkü, şirket organsız değildir.Açıklanan bu gerekçelerle, ilk derece mahkemesinin, tedbir talebinin reddine dair ara kararı sonucu itibariyle doğru olduğundan, davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca istinaf başvurusunun reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harcının Hazineye irad kaydına,3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına,4-Gerekçeli kararın İlk Derece Mahkemesince taraflara tebliğine,5-Dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair; HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 19/09/2019 tarihinde oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi.