Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2019/1073 E. 2021/563 K. 29.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO : 2019/1073
KARAR NO : 2021/563
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/02/2019
NUMARASI : 2014/872E. 2019/193K.
DAVANIN KONUSU: Satımın feshi- Satış bedelinin iadesi
Taraflar arasında görülen davanın ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükme karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili davasında özetle; davalı ile müvekkili arasında Japonya’da geri dönüşümde kullanılacak 6.331 ton kullanılmış otomobil katalitik konvertörü alımı için anlaşmaya varıldığını, müvekkil şirketin bu anlaşmayla, satıma konu kullanılmış katalitik konvektörleri Japonya’da geri dönüşümde kullanmak ve içerisindeki ticari değerleri olan metalleri dönüştürerek kazanç elde etme amacı taşıdığını, davalı şirket tarafından kesilen 24.10.2012 tarihli faturaya binaen 162.785 USD satım bedeli ve 14.11.2012 tarihli faturaya istinaden mahsuplaşmadan sonra 2.000 USD’nin nakliye ve sair masraf bedeli olarak müvekkil tarafından davalı şirkete ödendiğini, ancak satın alınan kullanılmış katalitik konvertörlerin Japonya’da iki farklı rafineride yaptırılan muayenesinde malın kesinlikle satıcı tarafından beyan ve taahhüt edilen özellikler taşımadığının, tehlikeli kimyasal kirliliği haiz olduğunun, dolayısıyla geri dönüşümde kullanılmasının mümkün olmadığının anlaşıldığını, bu nedenlerle müvekkilinin, gönderilen malların ayıplı olduğunu, bunları iade ederek parasını geri almak istediğini bilgi ve belgeleriyle davalı şirket yetkilisine yazılı olarak bildirdiğini, ancak malların ayıplı olduğunun davalı tarafça kabul edilmediğini ve müteaddit kez yapılan yazışma ve görüşmelere rağmen davalının soruna çözüm bulmadığını ve ortaya çıkan zararı da tazmin etmediğini, bu nedenle davalıya Beyoğlu …. Noterliğinden 10.06.2013 tarihli, … yevmiye sayılı ihtarname gönderilerek ayıplı malların iadesi ve satım bedelinin ve masrafların müvekkiline geri ödenmesinin istenmiş olduğunu, ancak davalının bu bildiriye icabet etmediğini öne sürerek, satıma konu malların ayıplı olması nedeniyle sözleşmeden dönülerek malın davalıya iadesi ve iki ayrı fatura karşılığı davalıya ödenmiş olan 164.785 USD bedelin 18.06.2013 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek mevduat faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili savunmasında özetle; dava konusu ürünlerin tedarikçisi olmadığını, davacının talebi üzerine bu ürünleri … isimli firmadan tedarikine aracılık edildiğini, bunu davacının da bildiğini, somut olayda müvekkilinin alıcıymış gibi … firması ile ticari ilişki kurduğunu, ancak ürünleri davacının hesabına aldığını, teknik olarak müvekkili ile davacı arasındaki ilişkinin satım sözleşmesi olmadığını, komisyon sözleşmesi olduğunu, edimini gereği gibi yerine getiren müvekkilinin sorumlu bulunmadığını, müvekkilinin komisyoncu olarak ayıplı ürünlerden sorumlu olmaması durumunun, gerçek satıcı olan Ada Metal’in satıcı olarak sorumluluğunu ortaya çıkardığını, müvekkilinin ürünlerin satıcısı değil davacının aracısı olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “… Dava konusu ürünlerin sipariş edilene veya kararlaştırılana ya da taahhüt edilen değerli metal oranına göre ne oranda ayıplı olduğu teknik yönden yapılan inceleme ile belirlenemediği gibi dava konusu konvertör hurdalarının 19.02.2013 ile 09.04.2013 de iki farklı tarihte test edilen konvertörler olduğu var sayılsa bile, bunların istenilen evsafta olmadığı; ‘ihracatın gerçekleştirildiği ve taşımanın da tamamlandığı tarihten yaklaşık 8 ay gibi uzun bir süre geçtikten sonra’ ihracatçıya ihbar edilmiş ise de kısmen ya da tümüyle mahrecine iade edilip, davalıya geri gönderilmediği, tamamının davacı tarafın uhdesine kaldığı dosya kapsamı itibariyle sabit olmakla, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği, …” gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Bu karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde: önceki beyanlarını tekrarla;İlk derece mahkemesince alınan beş adet bilirkişi raporunun lehlerine olduğunu, aleyhlerinde sadece bir adet raporun bulunduğunu, ilk derece mahkemesinin mevcut raporlar arasındaki çelişkiyi gidermek için yeni bir heyetten rapor almadan ve o güne kadar alınmış lehlerine olan beş raporu dikkate bile almadan sadece aleyhlerine olan son bir raporu dikkate alarak karar verdiğini, Ayıbın açık ayıp olduğu ve ayıp ihbarının geç yapıldığı gerekçesinin tamamen hatalı olduğunu, konuda uzmanlığı olmayan alıcı müvekkilinin kimyasal analiz neticesi ayıbın mevcudiyetini anlamasının sorumluluğunu gerektirmeyeceğini, ayıbın hukuki anlamda bir “gizli ayıp” niteliğinde olduğunun dosyadaki bir başka bilirkişi raporunda tespit edildiğini, ilk derece mahkemesinin, aslında başka anlama gelen bir tespitten yola çıkarak hatalı şekilde “açık ayıp” nitelendirmesinde bulunduğunu, dosya içerisindeki son bilirkişi raporunu yazan bilirkişilerin kendilerince noter kanalıyla gönderilen ihtarnamenin Haziran 2013 tarihli olmasından yola çıkarak, ayıp bildiriminin çok geç yapıldığı izlenimi yaratmaya çalıştıklarını, oysaki dava dilekçesi ekinde sunulmuş taraflar arasındaki e-posta yazışmalarından müvekkilinin konvertörlerde sorunlar olduğundan şüphelenerek ilk olarak ihtarnameden yedi ay önce Aralık 2012’de davalıya e-postayla durumu bildirdiğini, bu tarihten sonra, sorunla ilgili taraflar arasında birçok e-posta yazışması olduğunun görüleceğini, neticede malların ayıplı olduğunun malların tam olarak Japonya’ya ulaşmasının ardından Şubat ve Nisan 2013’te yaptırılan analizlerle ortaya çıktığını, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması hükümlerinin somut olaya öncelikle uygulanması gerektiğini ve bu sözleşmenin 38. maddesine göre, bu uluslararası sözleşmede ayıbın açık veya gizli olmasına bakılmaksızın ayıp ihbar süresinin makul süre olarak belirlenmiş olduğunu, yani mahkemenin hatalı şekilde yaptığı “açık ayıp” tespiti doğru addedilse bile, müvekkilinin ayıbı ihbar etme yükümlülüğünün her halükarda “makul süre” içinde yerine getirildiğini, 3 ve 5 nolu bilirkişi raporlarında açıkça müvekkiline gönderilen mal içerisindeki değerli metallerin “kasten” alınmış olduğunun belirtildiğini, müvekkilinin 165 Bin USD parasını peşin alan davalının, ürünlerin içindeki değerli metalleri kasten alarak adeta “çöp niteliğindeki” malı Japonya’ya gönderdiğini, Bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, satın alınan emtianın ayıplı olduğu iddiasıyla, TBK’nın 227/1.maddesi uyarınca satımın feshi ve satış bedelinin iadesi davasıdır.İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı, davacı vekili tarafından, yasal süresi içerisinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Dosya içerisindeki Beyoğlu … Noterliğine ait … yevmiye numaralı 10 Haziran 2013 tarihli ihtarnamenin incelenmesinde; ihtar edenin … Ltd., muhatabın … Şti. olduğu, söz konusu ihtarname içeriğinden taraflar arasındaki satıma konu katalitik konvantörleri Japonya’da iki farklı rafineride yaptırılan muayenesinde gönderilen malın kesinlikle satıcı tarafından beyan ve taahhüt edilen özelliklerde olmadığı, konvantörlerin satım öncesi verilmiş numunelerle ilgisi olmadığı, dolayısıyla sözleşmeden dönülerek satım bedeli olarak ödenen 162.785 USD ile 2.000 USD nakliye ve sair masraf bedelinin iadesinin talep edildiği, ayıplı mallar nedeniyle müvekkili tarafından toplamda yapılan 1.9998.221 Japon yeni bedelinin ihtarnamenin tebliğinden itibaren 7 gün içinde ödenmesinin ihtar edildiği anlaşılmaktadır.Dosya içerisindeki e-mail çıktılarının incelenmesinde; 11.06.2013 tarihinde davalı çalışanı tarafından davacı çalışanına gönderildiği, içerik olarak katalitik konvantörlerden kaynaklı zararlar için üzgün olunduğunu, metalyerin kontrol ve analiz edilmesinin hatalı bir davranış olduğunu ve davalının bu şekilde kişisel bir hatayı telafi edemeyeceğini, karşı tarafın istediği taktirde dava açabileceğini bildirir mahiyette olduğu anlaşılmaktadır. Davacı çalışanı tarafından davalı çalışanı … deney sonucu başlığı altında 01.11.2012 gününde gönderilen e mail çıktısın incelenmesinde; ”bu laboratuvarların doğru analiz yaptığına inanmıyoruz, sadece gümrükten geçirmek içindir, onun metodları bunun için iyi değil ve hakikaten bu analizi yapmış olduklarına inanmıyoruz, ” şeklinde ifadelerin mevcut olduğu, yine davacı taraf çalışanından davalı çalışanı … 02.11.2012 günü gönderilen e-mail çıktısının incelenmesinde; “Umarım ki ürün düşündüğümüz gibi olsun ve herşey yolunda gitsin, bunun şubat ayındaki Japonya’daki analizlerde öğreniriz.” şeklinde ibarelerin bulunduğu, 03.12.2012 tarihinde davacı taraf çalışanından davalı çalışanı … gönderilen e-mail çıktısının incelenmesinde; ”Seramik konvantörlerin o kadar kolay kırılmaması lazım, … … Şti’nin ürünün zaten kimyasallarla kirletilmiş olup olmadığını söylemesi gerektiğini,” şeklinde ibarenin bulunduğu; davacı çalışanı tarafından davalı çalışanın 19.02.2013 tarihinde gönderildiği anlaşılan e-mail çıktısının incelenmesinde; “Ekte … ve … alınan konvantörlere ilişkin analiz raporunun bulunduğunu, Türkiye’deki şirketin kendilerine 0 değeri olan 155.000 USD’ye sattığını, analiz masraflarının da kendilerine çok pahalıya maal olduğunu, katalitik konvantörler için fatura keşide edildiğini ancak satıma konu edilip kendilerine teslim edilenin bu konvantörlerden olmadığını, ödediği paranın eksiksiz iadesi karşılığında nakliye masraflarını üstlenmeye hazır olduklarınının” bildirildiği görülmektedir. Davalı çalışına … davacı çalışanına 20.02.2013 tarihinde gönderildiği anlaşılan e-mail çıktısının içeriğinden “Katalitik konvantör sonuçları için üzgün olduklarının” bildirildiği anlaşılmaktadır. Davacı çalışanından davalı çalışanı … gönderildiği anlaşılan 22.02.2013 tarihli e-mail çıktısının incelenmesinde; “riski beraber bölüşmek istediklerini, ancak ardı ardına sıkıntılar yaşadıklarını, kendi depolarındaki ürünleri kontrol ettiklerini, ancak başka tedarikçilerin ürün içeriklerini kontrol edemediklerini, tüm ürünleri … Çevresinin deposuna alıp tasnifleyip, yabancı malzemeleri temizleyerek ürünleri zenginleştirmeye çalıştıklarını, ancak finansal nedenlerle yapılmadıklarını, tek şanslarının satın alıp doğrudan satmak olduğunu, Akademi’den bu üç konteyneri aldıktan sonra ürün bedeli, nakliyat, italat harçları, seyahat ve arıtma bedeli olmak üzere şirketin zararının 200.000 USD olduğunu ” bildirdiği görülmüştür.İlk derece mahkemesince dosyaya kazandırılan SMM bilirkişisinin hazırladığı 14.03.2014 tarihli bilirkişi raporunun incelenmesinde; davalı tarafın 2012 yılı ticari defterlerinin incelendiği, envanter defterleri dışındaki diğer defterlerinin delil niteliği taşıdığı, davalı tarafın davacı tarafa davaya konu katalitik konvantör hurdası ürünü 12.10.2012 tarihinde ihraç ettiği, davacı tarafın ödemeyi yaptığı, … yapılan tek alımın 24.11.2012 tarihli 205909 nolu faturaya dayandığı, bu faturada da ürünün cinsinin katalik konvantör hurdası değil fabrika söküntüsü makine aparatı olduğunun görüldüğü, davalı tarafı davacıya teslim ettiği ürünleri Ada Metal’den satın almış olsa dahi buna ilişkin herhangi bir ticari kaydın davalı ticari defterlerinde yer almadığı, taraflar arasındaki e-mail yazışmalarının incelenmesi ile davalı tarafın …den yaptığı alım işini kayıt dışı yani fatura düzenlenmeksizin ve nakit ödeme şekilde gerçekleştirdiği, ticari defter ve kayıtlarda yer alan kayıtların davacı firmanın davalı firmanın alıcısı dava dışı … ise davalı firmanın tedarikçisi olduğunu gösterdiği değerlendirilmiştir.Dosya içerisindeki 05.01.2015 tarihli bilirkişi raporunda ise, somut olayda satım sözleşmesinin davacı ve dava dışı … arasında kurulduğu ve davalını bu satım ilişkisinde dava dışı … temsilcisi sıfatıyla hareket ettiği, taraflar arasında 03.10.2012 tarihli mailde davalının … kendisini ortağı olarak seçmiş olduğunu belirtmiş olduğu, dolaylı temsilin varlığı sebebiyle davalının dava dışı …. acentesi olduğu, somut olayda davacının alıcı, davalının acente, dava dışı …l’in ise satıcı konumunda olduğu yönünde görüş belirtmiştir.Makine Mühendisi, hukukçular ve hesap bilirkişilerinden oluşan heyetten alınan 05.12.2016 havale tarihli bilirkişi raporunda; davalının davacı firmaya gönderdiği katalitik konvantör hurdasının ayıplı olduğu, analiz yapılmadan söz konusu ayıp anlaşılamayacağından ayıbın gizli ayıp olduğu, daha önceki hukukçu bilirkişi … tarafından düzenlenen raporda dava konusu satım sözleşmesinin akdedilmesi hususunda dava dışı … şirketi tarafından davalıya yetki verildiği anlaşılmadığından davalı acentenin yetkisi olmaksızın akdettiği satım sözleşmesini daha sonradan icazet verilip verilmediği de belli olmadığından söz konusu satım sözleşmesinin ayıplı ifasında davalı acentenin sorumlu olacağı, satım sözleşmeden dönen davacı alıcının satım bedelinin faizi ile birlikte iadesine hak kazandığı gibi yapmış olduğu nakliye masraflarının iadesine hak kazandığı, davacının hak kazandığı talebe hak kazandığı masraf tutarının 164.785 USD olduğu, bu tutar içinde yer alan 2000 USD’lik nakliye masrafı tutarının kadri marufunda bulunduğu, ne var ki davacının satılan malların ayıplı olması nedeniyle 1.998,221 Japon Yeni masraf yaptığını iddia etmiş olsa da bu iddiasını ispatlayamadığı görüşü bildirilmiştir. Bu rapora ek olarak hesap bilirkişisi ve makine mühendisi bilirkişi tarafından 13.02.2017 tarihli rapor dosyaya ibraz edilmiştir. Söz konusu raporun incelenmesinde, her ne kadar davalı şirketin ticari defterlerinde dava konusu ürünün … şirketin satın alındığına ilişkin bir fatura giriş kaydı yok ise de satış faturası doğrudan davalı şirket tarafından davacı adına düzenlenerek ticari defterlere kaydedildiği, ayrıca dosyada mübrez 31.10.2012 tarihli 58864 sayılı Gümrük Beyannamesinde gönderici firma isminin davacı firma olduğunun anlaşıldığı, sonuç olarak, davalı alıcı ile dava dışı mal satıcısı … şirketi arasındaki ilişkinin komisyonculuk ilişkisi olamayacağı, zira davalının satıştan dolayı … firmasına herhangi bir komisyon faturası kesmediği, dolayısıyla malın ayıplı olmasından kaynaklı sorumluluğunun doğrudan davalı satıcıda olduğu ve bu bağlamda kök raporda yapılan değerlendirmelerde bir değişiklik olmayacağı yönünde kanaat bildirilmiştir. Dosya içerisinde davalı vekilinin başvurusu üzerine Prof. Dr. … tarafından düzenlenen hukuki mütalanın olduğu, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin alım satım komisyonculuğu olduğu, davalının davacının ihtiyaç duyduğu malları davacının verdiği bilgiler ve talimatlar doğrultusunda … satın aldığı ve ardından bu malları davacıya gönderip teslimini sağladığı, sonuç olarak davalı tarafın komisyoncu, davacının alıcı, dava dışı … satıcı olduğu, dava konusu malların davacıya tesliminin sağlanmasıyla davacı ile davalı arasındaki komisyonculuk sözleşmesi gereği davalı tarafın borcunu ifa etmiş olduğu, bu bağlamda davacının artık ayıba ilişkin iddialarını dava dışı satıcı … yöneltmesi gerektiği, taraflar arasındaki yazışmalardan davacı tarafın uyuşmazlığa konu mallara ilişkin davalı tarafın tecrübeli olmadığını bilmesine rağmen işe devam ettiği, davacının işten vazgeçmesi veya davalı tarafından garanti taahhütü alması yönünde eylemlerde bulunması gerekirken yapmadığı, bir an için davacı ile davalı arasında alım satım ilişkisi kabul edilse dahi davalı tarafın sorumluluğuna gidilemeyeceği, davacı tarafın malların aradığı standartları taşıyıp taşımadığına ilişkin ön inceleme test yaptırmadığı, davalının da uzmanı olmadığını bilmiş olmasına rağmen sipariş vermiş olduğu yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Dosya içerisinde Meteoroloji ve malzeme mühendisi ve Kimya Mühendisi bilirkişiler tarafından düzenlenen ve bu rapordaki analizin dava konusu ürüne ait olduğuna dair şüphe bulunmadığı belirtilmiştir. Analiz raporundaki tespit edilen oranların normal bir katalitik konvantörde bulunması gereken değerlerden çok az olduğu, dava konusu hurdalara 19.02.2013 ve 09.04.2013 tarihlerinde Japonya’da yapılan labaratuar testlerinde de Türkiye’deki testlere benzer sonuçlara ulaşıldığı görülmüştür. Sonuç olarak ürünlerin renginde kaynaklı olarak üründeki ayıbın gözle açık bir şekilde görülebildiği, normalde siyah renkte olması gereken renklerinin beyaz olduğu, dolayısıyla ayıbın açık ayıp olduğu tespiti yapılmıştır.Dosya içerisindeki mali müşavir, Gümrük İthalat Uzmanı, Meteoroloji ve Malzeme Mühendisi ve Kimya Mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 15.10.2018 tarihli raporun incelenmesinde; dosyadaki kapsamındaki bütün raporlar değerlendirilmiş, davacının ithalatçı, davalının ise komisyoncu ya da davacının temsilcisi ya da aracısı değil ihracatçı konumunda olduğu, somut olaydaki uyuşmazlığın davacının peşin ödeme şekli ile ithal ettiği emtianın bedelini ihracatçı konumundaki şirketten geri talep edebilmesi için gerekli şartların oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerektiği, bu bağlamda ürünün istenilen standartta yahut sipariş evsafına uygun olup oladığının tayin edilmesi gerektiği, Japonya’da 04.10.2012 ve 05.10.2012 tarihlerinde yapılan analizlerin dava konusu emtia 31.10.2012 tarihli Gümrük Beyannamesine kayden ihraç edildiğinden bu raporların analiz tarihleri itibariyle dava konusu hurda konvantörlerle ilgilisinin olmadığı, 19.02.2013 ve 09.04.2013 tarihlerinde yapılan iki tahlilin varış ülkesinde millileşmiş olan dava konusu emtianın sipariş evsafına uygun olup olmadığını tesvik ettiği var sayılsa bile, bu raporlarda kayıtların mahrece iadesi ile ilgili herhangi bir işlem başlatılmadığı, ihracatın gerçekleştiği ve taşımanın da tamamlandığı tarihten yaklaşık sekiz ay sonra ihracatçıya yapılan bir ihbardan bahsedilse bile malların kısmen veya tümü ile mahrecine iade edilip davalıya geri gönderilmediği, tamamen davacının uhdesinde kaldığı anlaşıldığından, davacının davalıdan talep edebileceği bir alacağı bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Somut deliller ışığında olayın değerlendirilmesinde; davalı tarafın davacı tarafa davaya konu katalitik konvantör hurdası ürünü 12.10.2012 tarihinde teslim ettiği, davacı tarafın ödemeyi yaptığı, her iki tarafın da kabulündedir. Davalının dava dışı bir firmadan sözkonusu emtiayı alarak ihracatçı sıfatıyla davacıya satmış olduğu anlaşılmakla, bu bağlamda davalının asıl sorumlunun dava dışı firma olduğu yönündeki savunmasının dinlenmesi mümkün değildir. Zira ticari ilişkide, her iki tarafın da kabulünde olduğu üzere, satış faturası doğrudan davalı şirket tarafından davacı adına düzenlenerek ticari defterlere kaydedilmiştir. Davalının komisyoncu ya da simsar olduğuna dair bir savunma kanıtlanmadığından, ticari ilişkinin, yani uluslararası alım satım ilişkisinin davacı ve davalı arasında kurulduğunun kabulü gerekir. İlk derece mahkemesinin bu yöndeki tespiti isabetlidir.Bunun dışında uyuşmazlık, davacı tarafından teslim edilen emtialarda ayıp bulunup bulunmadığı, bulunuyorsa ayıbın niteliği ile bu niteliğine göre davalı tarafça süresinde ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı noktalarında hususlarına ilişkindir. TTK’nın 23/1-c maddesinde, malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde incelemek veya inceletmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür. Taraflar arasındaki ilişki ticari satım olup, TTK’nın 23/1-c maddesinde ayıplı mal hakkında alıcıya ihbar yükümlülüğü getirilmiştir. Alıcı muayene ve ihbar yükümlülüğünü yerine getirmeden ayıp nedeniyle satıcıdan mal bedeli ve zarar gideriminde bulunamaz. Davacı alıcı, ihbarda bulunduğunu yazılı belge ile kanıtlamak zorundadır (Yargıtay 19 HD 2015/5982 Esas 2015/15327 Karar 23/11/2015 T.) Satıcı, TBK’nın 219. maddesine göre, ayıptan genel olarak sorumludur. TBK’nın 223. maddesine göre, alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır. Alıcı gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal ederse, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması halinde, bu hüküm uygulanmaz. Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmelidir; bildirilmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Mal Satımına İlişkin Sözleşmenin çerçeve sözleşme niteliğinde olduğu, Türkiye ve Japonya’nın sözkonusu sözleşmeye taraf oldukları bilinmektedir. Bahsi geçen sözleşmenin 38. maddesinde, alıcıya, koşulların elverdiği ölçüde en kısa sürede ihbar yükümlülüğü getirilmiş olup süresinde ihbarda bulunulmadığı takdirde ayıba dayanılarak talepte bulunma hakkının kaybedileceği hükme bağlanmıştır. Somut olaydaki teslim tarihi ve ihbar tarihi dikkate alındığında makul ve en kısa süre içinde ihbarın yapılmış olduğunun kabulünden bahsetmek mümkün değildir. Sözleşmenin 39. maddesi uyarınca ayıp ihbarı süresinde yapılmadığı takdirde ayıba dayanılarak talepte bulunma hakkı kaybedilecektir. 05.12.2016 havale tarihli bilirkişi raporunda; davalı firmanın davacı firmaya gönderdiği katalitik konvantör hurdasının ayıplı olduğu, analiz yapılmadan söz konusu ayıp anlaşılamayacağından ayıbın gizli ayıp olduğu şeklinde tespite yer verildiği, 09.12.2017 tarihli raporda ise ürünlerin renginde kaynaklı olarak üründeki ayıbın gözle açık bir şekilde görülebildiği, normalde siyah renkte olması gereken renklerinin beyaz olduğu, dolayısıyla ayıbın açık ayıp olduğu tespit edilmiştir. Bu açıdan raporlar arasında çelişki bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak somut olayda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayan ve gizli ayıbın mevcudiyeti düşünülse bile, emtia 12.10.2012 tarihinde teslim alınmakla, yani davacının davalıya keşide ettiği ihtar tarihi olan 10.06.2013 tarihli itibari ile TTK’nın 223. maddesi kapsamında makul sürenin geçmesinden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.Tüm dosya kapsamında yapılan değerlendirme neticesi, somut olayda davacının davalıdan satın aldığı emtiayı 12.10.2012 tarihinde teslim aldığı, davacı yan çalışanınca davalı yana gönderildiği anlaşılan dosya kapsamındaki e-mail yoluyla internet ortamından gönderilen mesajlardan en erken tarihlisinin 01.11.2012 tarihli e-mail olmakla, davacı çalışanı tarafından davalı çalışanı …’a deney sonucu başlığı altında 01.11.2012 gününde gönderilen e mail çıktısın incelenmesinde; ”bu labrotauarların doğru analiz yaptığına inanmıyoruz, sadece gümrükten geçirmek içindir, onun metodları bunun için iyi değil ve hakikaten bu analizi yapmış olduklarına inanmıyoruz, ” şeklinde ifadelerin mevcut olduğu, dolayısıyla esasen bahsi geçen bu e-mail çıktısının içerik itibariyle ayıp ihbarı olarak kabul görmesinin zaten mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. 09.12.2017 tarihli bilirkişi raporunda, davalı tarafından … A.Ş.’ye yaptırılan analiz neticesi verilen 22.10.2012 tarihli rapordan bahsedildiği, hiç şüphesiz ki davalı tarafından yapılan başvuru neticesi aldırılan bu raporun davacının ihbar ve muayene yükümlülüğünün ortadan kaldırmayacağı, davacı tarafından yurt dışında 19.02.2013 ve 09.04.2013 tarihlerinde yapılan iki tahlil neticesinde de davacı tarafından sözkonusu emtianın ayıplı olduğu ve kabul edilmediği yönünde davalıya yöneltilmiş ihbar niteliğinde bir irade açıklamasında bulunulmadığı, kaldı ki dava konusu emtia 12.10.2012 tarihinde teslim alınmakla; bu tarihlerinde zaten yukarıda bahsi geçen makul süre kavramından uzak olduğu kanaatine varılmıştır. Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkemesinin gerekçesi ve vardığı sonuç isabetli olup davacı vekili tarafından ileri sürülen istinaf nedenleri yerinde görülmediğinden, istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davacı tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye irad kaydına; bakiye 14,90 TL istinaf karar harcının davacıdan tahsiline,3-Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,4-Duruşma açılmadığından avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına,5-Gerekçeli kararın, Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair;HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 29.04.2021 tarihinde, oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.