Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/852
KARAR NO : 2019/722
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/06/2017
NUMARASI : 2013/360 2017/444
DAVANIN KONUSU: Tazminat
Taraflar arasında görülen tazmina davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, ilamda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hükme karşı her iki taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı şirketin “…” marka araçların Türkiye Disribütörü olduğunu, taraflar arasında 14.04.2009 tarihli bayilik sözleşmesi ve yedek parça satış-servis sözleşmesi bulunduğunu, müvekkilinin … Bayisi olarak faaliyete başladığını, davalının grup şirketlerinden olan ….’ nin aynı cadde üzerinde 28.06.2011 tarihinden itibaren … Bayisi olarak faaliyete başladığını, bu sebeple müvekkilinin sözleşmeden beklediği yararın önemli ölçüde azaldığını ve sözleşmeyi noter kanalıyla feshettiğini, müvekkilinin kazanç kaybına uğradığını, ayrıca müvekkili tarafından edinilmiş olan müşteri portföyünden davalı taraf yararlanmaya devam edeceğinden, portföy tazminatı hakkının doğduğunu belirterek, kazanç kaybından dolayı 30.000,00 TL ve portföy tazminatı olarak 10.000,00 TL olmak üzere toplam 40.000,00 TL maddi tazminatın, dava tarihinden itibaren işletilecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline ilişkin belirsiz alacak davası ikame etmiştir.Davacı vekili 30.01.2017 tarihli dilekçesi ile dava değerini belirlemiş, kazanç kaybına ilişkin olarak toplam 415.000,00 TL, portföy tazminatına ilişkin olarak toplam 500.000,00TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte tahsilini istemiştr.Davalı vekili savunmasında özetle; davacı tarafından aynı konuda İst. 7. ATM’nin 2012/163 esas sayılı dosyasında dava açıldığını ve usulden reddedilerek kesinleştiğini, davacıya herhangi bir tekel hakkı tanınmadığını, ….’nin … Servisi olarak atanması konusunda müvekkilinin hakkı olduğunu, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 4. maddesinde de bu konuda düzenleme olduğunu, yedek parça stoklarının davacının talebi ile geri alındığını, kısmi dava açmakta davacının hukuki yararının bulunmadığını, gösterilen fesih gerekçelerinin haklı sebeple feshi gerektirecek nitelikte olup olmadığının inceleme sonucu belirleneceğini, çekilmezlik unsurunun gerçekleşmediğini, davacının bu durumun öğrenilmesinden itibaren 2 yıl daha sözleşme ilişkisini devam ettirdiğini, 2011 yılı öncesinde aldığı araçları satan davacının müvekkilinden prim aldığını, davacının … Bayisi olarak da çalıştığını, %10 iskonto ile yedek parçaların satın alınması isteminin davacıdan kaynaklandığını, bunun zarar olarak ileri sürülemeyeceğini, mahrum kalınan karın belirsiz bir tarihe kadar hesaplanması istenildiğinden portföy tazminatı istemi ile çeliştiğini, taraflar arasındaki sözleşmede rekabet yasağı getirtilmediğinden istemin haksız olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda;” …Taraflar arasında 14.04.2009 başlangıç tarihli 5 yıl süreli bayilik ve servis sözleşmeleri uyarınca davacının belirtilen adreste, davalı şirketin … Bayisi olarak faaliyete başladığı ve sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Dava dışı …AŞ’nin davalı şirketin grup şirketi olduğunu ve aynı cadde üzerinde, … Bayii olarak faaliyete başlaması üzerine davacı tarafından ihtarname ile sözleşmenin fesh olunduğunu, davalı firmanın kendi grup şirketine 4.5 km mesafede bayilik vermiş olmasının taraflar arasındaki sözleşmeyi çekilmez hale getirdiğini, davacının bu nedenle araç satış ve servis gelirlerinde azalma olduğunu, bu sebeplerle sözleşmenin feshinde haklı neden oluştuğu kabul edilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmede yasaklanmamış olduğundan, davalı tarafından kendi grup şirketi adına davacıya yakın mesafede bayilik açması ve bu durumun davacının kazancında önemli ölçüde azalmaya neden olması, sözleşmenin ihlali olarak kabul edilemeyecektir. Ancak; sözleşmenin başlangıcında önemli olan koşulların değişmiş olması ve sözleşme kurulurken sahip olunan avantajlarda davacı aleyhine durum yaratılması halinde işlemin temelinin çöktüğü kabul edilmelidir. Bu nedenle sözleşmenin davacı tarafından haklı nedenle fesh olunduğu kabul edilmelidir. Fesih sonrası davacı tarafından, davalı şirkete devredilen yedek parçalara ilişkin olarak toplam 898,68 TL iskonto uygulanmış olup, bu uygulama davacının mal varlığında azalma oluşturacağından zarar olarak davalıdan istenebilecektir. Taraflar arasındaki sözleşmede davacıya “münhasırlık hakkı” tanınmadığından, davalı tarafından yeni bayi açılması sözleşme ihlali değildir. Ancak davacının bu nedenle zarara uğradığının kabulü ve hesaplanacak olan kazanç kaybının giderilmesi gerekmektedir. Fesih öncesi döneme ilişkin olarak elde edilen gelirler ile fesih sonrası oluşan kazanç kayıplarının bir kısmı yatırım giderlerinin karşılığı olacağından ayrıca yatırım giderlerinden amorti edilmeyen kısmın istenemeyeceği sonucuna varılmıştır. Fesih öncesi döneme ilişkin olarak zarar hesabı yapılmasına yarar somut bilgi ve belge olmadığından bu hususta açılan dava rededilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşme 5 yıl süreli olup, fesih tarihi itibariyle geriye kalan süre 10.5 aydır. Fesih sonrası dönemle ilişkin zarar hesabında bu sürenin dikkate alınması gerekir. Davacı aynı zamanda Nissan bayii olarak faaliyet gösterdiğinden, … Bayiiliğinden elde ettiği net kazancın belirlenmelidir. Alınan bilirkişi raporunda davacının fesih tarihinden sözleşmenin sona ereceği tarihe kadar 10.5 aylık dönemdeki net kazanç kaybı maddi zararı oluşturmakla ortalama 415.000,00 TL olarak belirlenmiştir.Dava belirsiz alacak davası olarak açıldığından faizin başlangıç tarihi olarak dava tarihi esas alınmalı ve taraflar tacir olduğundan avans faizi yürütülmesi gerekmektedir. Davacının davalı şirketin bayilerinden birisi olduğu, tek satıcı olmadığının sabit olduğu, denkleştirme tazminatının bayilik sözleşmelerinde uygulanma imkanının bulunmadığı sonucuna varılmakla davacının portföy (denkleştirme) tazminatı isteyemeyeceği sonuç ve kanaatine varılarak buna ilişkin istemin reddine.. ” karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, kazanç kaybına dayalı 415,000,00 TL maddi tazminatın, dava tarihinden itibaren yürütülecek avans faiziyle birlikte davacı yararına davalıdan tahsiline, portföy (denkleştirme) tazminatı isteminin reddine karar verilmiştir.Bu karara karşı davacı vekili ile davalı vekili istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde; Portföy tazminatı talebinin reddine dair kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, bu talebin de kabulü gerektiğini, Davacı tarafından davalı tarafa devredilen yedek parçaların maliyet bedeli üzerinden uygulanmış iskontadan kaynaklanan ve gerekçeli kararda hüküm altına alınması unutulmuş bulunan 8.198,68 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren yürütülecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken bu konuda karar verilmemesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının aleyhe kısımlarının kaldırılmasına ve yukarıdaki taleplerinin de kabulüne karar verilmesini istemiştir.Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde;Somut olayda davacının sırf yargılama giderlerinden tasarruf etmek için davasını belirsiz alacak davası olarak açtığını, halbuki, davacının iddia ettiği kazanç kaybına dayalı zarar ve portföy tazminatı hem kök hem de ek raporda sadece davacının defter, kayıt ve belgelerine göre belirlendiğini, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını,Davacı, kazanç kaybına dayalı tazminat talebi açısından davasını 30.000,00TL üzerinden açmış ardından, 30.01.2017 tarihli dilekçesi ile kazanç kaybı açısından talebini 385.000,00TL artırarak dava değerini 415.000,00TL’sına yükseltmiş olduğunu, ıslahla artırılan kısma ancak ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesinin mümkün olduğunu, İlk derece mahkemesinin portföy tazminatı talebini reddettiğini, diğer taraftan sanki davacıya baştan itibaren münhasır bir bölge tanınmış gibi dava dışı … Otomotiv’in açılmasını münhasırlık hakkının davalı şirket tarafından ihlali olarak kabul edilerek kâr kaybına hükmedildiğini, bunun çelişkili olduğunu, sözleşmenin feshinde haklı olunup olunmadığı ve fesih sonucu bir zararın ortaya çıkıp çıkmadığı hususlarının ilk derece mahkemesinin yeterince irdelemediğini,Davacı tarafça, Haziran 201l’de dava dışı … Otomotivin açılmasından sonra iki yıl boyunca sözleşme ilişkisine devam edilerek üstelik prim alınmaya devam edilmesi ve iki yıl sonra, Mayıs 2013’te fesih hakkının kullanılmasının, işlem temelinin çökmediğinin bir göstergesi olduğunu, 13.11.2015 tarihli Bilirkişi raporda, … Otomotivin açılmasının davacı gelirlerinde düşmeye neden olduğu ve bu düşüşün sözleşmeyi çekilemez hale getirdiği gerekçesi ile davacı iddiaları kabul edilerek hesaplama yapıldığını, Bilirkişi raporunun 15. sayfasında yer alan davacının brüt ve net gelir dökümüne bakıldığında, aksine, … Otomotivin açılışını izleyen yıllarda davacının hem net hem de brüt gelirinin bir önceki yıla göre artış gösterdiğinin belli olduğunu, yani esasen ortada düşüş olmamasına rağmen bilirkişilerce hatalı olarak bu düşüşün sözleşmeyi çekilemez hale getirdiği ve davacının sözleşmeyi fesihte haklı olduğu sonucuna ulaşıldığını, halbuki 2011 yılında 421 adet araç satarak 269.860 TL net kâr elde eden davacının, 2012 yılında 153 araç satmasına rağmen toplam net gelirinde 790.348 TL artış sağlayarak, 1.060.208 TL net gelir elde ettiğini, gerçekleşen fiili durum araç satışlarındaki düşmenin olumsuz bir sonuca yol açmadığını, Bilirkişi heyetinin açıkça davacı taraf lehine olacak şekilde sadece 2012 yılına ilişkin kaydı düzelterek rapor oluşturduğunu, kayıtların bu şekilde bilirkişiler tarafından düzeltilmesine muvafakat etmediklerini, yerinde inceleme sırasında tutanağa itirazi kayıt konulduğunu,Davacının yedek parçaları iade etmeyi kendisinin teklif ettiğini, bu nedenle alacak talep etmesinin dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, taraflar arasında yedek parçaların nasıl ve ne şekilde geri alınacağına ilişkin Sözleşmenin 32. maddesinin yok sayıldığını,Bu nedenlerle, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın kaldırılmasına ve davanın tüm talepler yönünden reddine karar erilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, hukuki niteliği itibariyle bayilik ve yedek parça sözleşmesinin haklı sebeplerle feshedildiği iddiasına dayalı yoksun kalınan kârın tahsili ve portföy tazminatının tahsili istemine ilişkindir.İlk derece mahkemesince davacının kâr kaybına ilişkin tazminat talebinin kabulüne, yasal koşulları oluşmayan portföy tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı her iki taraf vekilleri, yasal süreler içinde istinaf kanun yoluna başvurmuşlardır.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355.maddesi uyarınca, taraflarca ileri sürülen istinaf başvuru nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.Davacının istinaf başvurusu yönünden;Taraflar arasındaki ilişki ister acentelik isterse bayilik olarak kabul edilsin, TTK’nın 122. maddesi uyarınca denkleştirme (portföy) tazminatı talep edebilmek için davacıya sözleşmede tekel hakkı verilmiş olması şarttır. Oysa, taraflar arasındaki sözleşmede davacıya tekel hakkı verilmediği anlaşılmaktadır. Yine, aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere, davacını sözleşmeyi süresinden önce feshetmesinin haklı bir sebebinin bulunduğu kanıtlanmadığından, portföy tazminatı talep koşulu bu açıdan da gerçekleşmemiştir. Portföy tazminatının reddine ilişkin ilk derece mahkemesi kararı yerinde olduğundan, davacının istinaf başvurusunun esastan reddi gerekir.Davacının dava dilekçesindeki taleplerinin kâr kaybı ve portföy tazminatına yönelik olduğu, davacının yedek parçalara ilişkin olarak uygulanmış bulunan 898,68 TL iskonto bedelini de sözleşmeyi haklı şekilde feshetmesinden ötürü ortaya çıkan kâr kaybı içerisinde talep ettiği anlaşılmakla, bu noktada davacının sözleşmeyi feshinde haklı olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Aşağıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, davacının sözleşmeyi fesihte haklılığı kanıtlanmadığından, davacının bu konudaki talebi yerinde değildir. Davalının İstinaf Talebi Açısından Her ne kadar 6100 sayılı HMK’nun 107. maddesinde belirsiz alacak davası düzenlenmiş ise de, belirsiz alacak davası, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tüm ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde açılabilir (HMK madde 107-1). Somut olay açısından kar mahrumiyetinden kaynaklı zararın olup olmadığı ve denkleştirme nedeniyle talep edebilecek tazminat varsa miktarı ancak yargılama aşamasında ticari defterler ve belgeler üzerinde yapılacak inceleme neticesi ortaya çıkacağından davacının taleplerini belirsiz alacak davası şeklinde ileri sürmesinde hukuki yararı bulunmaktadir. Belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse, dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Somut olay açısından dava tarihinden itibaren faiz talep edilmekle dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetli ise de davacının tazminat talep hakkının bulunup bulmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerekir. Taraflar arasındaki yetkili satıcılık ve servis sözleşmeleri 14.04.2009 başlangıç tarihli olup 5 yıllık süre için yapılmıştır. Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi olağan koşullarda 13.04.2014 tarihinde sona ermektedir. Bu ilişki davacı tarafından gönderilen ihbarname 25.05.2013 tarihinde tebliğ edilmesiyle sona ermiştir. Hesaplanacak kar kaybı geriye kalan 10.5 aylık süreye ilişkindir. Davacının şirket keşide ettiği ihtarname ile olağan fesih hakkını kullanmıştır. Müspet zarar, kusursuz olan tarafın temerrüde düşen taraftan sözleşme yürürlükte kaldığı sürece isteyebileceği bir tazminat türüdür. Sözleşmeden kusurlu olarak dönen taraftan istenebilir. Kâr kaybı ise kârdan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Fesih hakkı, başka bir kimseye zarar vermek, zora sokmak veya yasa dışı bir yarar sağlamak için kullanıldığı taktirde bu hakkın kötüye kullanılması söz konusu olmaktadır. Fesih hakkının hakkın kötüye kullanılmasını teşkil etmeyecek şekilde kullanılması gerekir. Yani dürüstlük kurallarına uygun olarak kullanılmalıdır. Dürüstlük kuralına aykırı davranarak fesih hakkının açıkça kötüye kullanılması hukuken korunamaz. Somut olayda taraflar arasındaki sözleşmede münhasırlık hakkı tanınmayan bir bayilik tanındığı için davalı tarafından yeni bayi açılması sözleşme ihlali olarak görülmemektedir. Buna göre, davalının aynı semtte yeni bir bayilik vermesi, sözleşmeye aykırı bir davranış olarak değerlendirilemez. İlk derece mahkemesinin tespiti de bu yöndedir. Ancak ilk derece mahkemesince işlem temelinin çökmüş olduğu gerekçesiyle, feshin haklı olduğu benimsenerek sonuca gidilmiştir. Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişmeler yüzünden alt üst olması, bu durumun borcun ifasını güçleştirmesi durumunda “işlem temelinin çökmesi” gündeme gelir. Bu durumda hakim, sözleşmenin koşullarına müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar. İşlem temelinin çökmesi kavramının uygulanabilmesi için, sonradan meydana gelen değişikliklerin önceden teşhis ve tahmin edilememiş olması ve ayrıca bu sebeplerin sözleşmenin taraflarından kaynaklanmamış olması gerekir.Bu hukuki kurum, TBK’nın 138. maddesinde, “Aşırı ifa güçlüğü” başlığı altında düzenlenmiştir. Buna göre, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.”Yasal düzenlemeden de anlaşılacağa üzere, işlem temelinin çökmesi kurumunun uygulanabilmesi için, ortaya çıkan sebebin, borçludan kaynaklanmaması gerekir. Oysa, somut olayda davcının iddiası, davalının aynı bölgede ikinci bir bayilik vermesi olgusuna dayalıdır. O halde burada tartışılacak husus, işlem temelinin çökmesi değil, sözleşmeye aykırılık bulunup bulunmadığı olmalıdır. Kaldı ki, bir an için işlem temelinin çökmesi kurumu uygulansa bile, bu düzenleme davalının tazminat sorumluluğunu gerektirmez. İşlem temelinin çökmesi, tamamen tarafların iradelerinden bağımsız olarak ortaya çıkan objektif sebeplere dayanır ve bu nedenle karşı tarafı tazminat sorumluluğu altına sokmaz. Yukarıda açıklandığı üzere, sözleşme hükümlerine göre, davacıya münhasır yetki alanı verilmediği, aynı bölgede başka bir bayi yetkilendirme hakkının davalı tarafından saklı tutulduğu, bu durumda, başka bir bayilik verilmesinin sözleşmeye aykırı davranış olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Nitekim, davacının da sadece davalının bayisi olmadığı, başka bir markanın da bayiliğini aynı işletme içinde yürüttüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda, davalının, iddia edilen zarar yönünden bir kusur ve sorumluluğunun bulunduğundan söz edilemez.Bu açıklamalara göre, davacının sözleşmeyi haklı sebeple feshettiğinden yada feshin gerçekleşmesinde davalının sözleşmeye aykırı davranışının bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, davacının kâr mahrumiyetinden kaynaklanan tazminat talebinin, yani portföy tazminatı dışındaki tazminat talebinin de reddine karar verilmesi gerekirken, kabul kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı bulunmuş, bu nedenle davalı tarafın istinaf başvurusu kabul edilmiştir.Yukarıda açıklanan gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1-2. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davalı vekilinin istinaf başvurusunun başvurusunun kabulüne dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;A)Davacı vekilinin istinaf başvurusu yönünden;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine,2-Davacı tarafından yatırılan istinafa harçlarının Hazineye gelir kaydına,3-Davacı tarafından yapılan istinaf başvuru giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,B)Davalı vekilinin istinaf başvurusu yönünden;HMK.’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm verilmesine, bu doğrultuda;1-Davacının kazanç kaybı ve portföy tazminatına ilişkin tüm talepleri yönünden DAVANIN REDDİNE,2-Alınması gerekli 44,40 TL harcın, peşin yatırılan15.558,10 TL harçtan mahsubu ile artan 15.513,70 TL harcın talep halinde davacıya iadesine,3-Davacı tarafından sarf edilen yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,4-Davalı tarafından ilk derece mahkemesi aşamasında sarfedilen yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 5-Davalı kendisini avukatla temsil ettirdiğinden, A….T.’ne göre hesaplanan 50.550,00 TL nispi avukatlık ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, 6-Artan gider avanslarının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,7- İstinaf yargılaması yönünden;a) Davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvuru harcı olarak yatırılan 85,70 TL’nin Hazineye gelir kaydına,b)İstinaf kanun yoluna başvuran davalı vekili tarafından yatırılan 7.087,00 TL peşin istinaf harcının talep halinde davalı vekiline iadesine,c)Davalı vekili tarafından istinaf aşamasında sarfedilen 85,70 TL harç giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,8-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,9-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK 353/1.b.1-2. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 16/05/2019 tarihinde oybirliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.