Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2018/787 E. 2018/1568 K. 20.12.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/787
KARAR NO : 2018/1568
KARAR TARİHİ: 20/12/2018
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/11/2017
NUMARASI : 2017/313 -2017/1255 E.K
DAVANIN KONUSU: Şirket Ortaklığından Çıkma ve Ayrılma Akçesinin Tahsili
Taraflar arasındaki şirket ortaklığından çıkma ve ayrılma akçesinin tahsili istemli davanın yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde taraflar vekilleri tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLAR İDDİA VE SAVUNMA ÖZETİ
Davacı vekili, müvekkilinin 01/09/2004 tarihinde, kardeşi olan davalı gerçek kişilerin %90 oranında hissedar oldukları davalı şirkette %10 oranında pay iktisap etmek suretiyle ortak olduğunu, bu tarihten itibaren tüm mesaisini şirket menfaatleri için harcadığını ve şirketin başarılı bir şekilde faaliyetine devam edebilmesi için elinden gelen tüm gayreti gösterdiğini, müvekkilinin ortaklığın devamı süresince tüm iyi niyetli çabalarına rağmen 2010 yılının sonlarında şirketle ilgili olarak bazı işlemlerin usulsüz yapıldığına ilişkin şüphelerin ortaya çıkması üzerine şirketin hakim ortaklarına bu konuda sorular yönelttiğinde, ortaklar arasında huzursuzluk çıkmaya başladığını ve şirketin hakim ortakları olan davalı şahıslar tarafından tehdit edilmek suretiyle müvekkilinin şirketten uzaklaştırıldığını, müvekkili tarafından şirketin zarar görmemesi için defalarca davalı şahıslar ile görüşmeler yapıldığını ve paylarının kendileri tarafından devralınması için görüşüldüğünü, bir sonuç alınamadığını, Beyoğlu …Noterliğinin, 03/02/2011 tarih ve … yevmiye nolu ihtarname gönderildiğini, davalılardan …’in şirket hesabından 100.000,00 TL’yi müvekkilinin banka hesabına transfer ettiğini ve diğer davalı …’in kendi el yazısı ile hazırladığı bir belgeyi imzalayarak davacıya ısrarla imzalatmak istediğini, bu belgenin hukuki olmadığının anlaşılması üzerine, müvekkili tarafından payın devrine ilişkin bir sözleşme imzalanması ve buna ilişkin ödemenin planlanması istenildiğinde kendisine hakaret edilerek uzlaşmanın sonlandırıldığını, davalı şirketin hakim ortakları olan davalı şahıslar tarafından şirketin çeşitli şekillerde zararda gösterilerek davalı şahısların diğer iştirakleri olan şirketlere para aktarıldığını, bu durumun müvekkili açısından oldukça büyük bir zarar meydana getirdiğini, kar dağıtımlarının usulüne uygun yapılmadığını, davalı gerçek kişiler tarafından 20/01/2011 tarihinde çalışanlara yapılan bildirim ile müvekkilinin şirketteki görevlerinden ve ortaklıktan ayrıldığının bildirildiğini, kendisine açıkça şirkete gelmemesinin söylendiğini, böylece şirketten çıkmak için haklı sebeplerin davalıların kusuruyla oluştuğunu belirterek müvekkilinin davalı şirketten çıkmasına izin verilmesine ve ortaklık payının tespiti ile kendisine ödenmesine, ortaklıktan çıkmanın kabulü mümkün olmazsa müvekkilinin haklarının tesisi maksadıyla davalı şirketin feshi ve tasfiyesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hiçbirisini kanıtlayamadığını, davacının ortaklıktan çıkma talep edebilmesi için gerekli haklı nedenlerin olup olmadığı konusunda ise; incelemenin davanın açıldığı tarihten (2011 yılı) öncesi defter kayıtları üzerinde yapılması gerektiğini, kendisine bilgi verilmediğini, şirket faaliyetlerinden bihaber olduğunu ve şirketten uzaklaştırıldığını iddia eden davacının bu davada ibraz ettiği ortaklar kurulu kararlarından, tapu kayıtlarından, diğer bilgilerden şirket hakkında her türlü bilgi ve belgeye sahip olup, bu iddiasının asılsız olduğunu, bu davada verilebilecek hükmün ortaklıktan çıkma kararı olup, haklı sebep mevcut değil ise her iki talebin de reddine karar verilmesi gerektiğini, bu yönü ile davanın esasen ortaklıktan çıkma davası olduğundan, bu davanın ortaklara değil şirkete karşı yöneltilmiş olması gerektiğini, ortaklara davada husumet düşmediğini, davacının ileri sürdüğü haklı sebeplerin mevcut olmadığını, davacının kendi kusurlu davranışlarına dayanarak çıkma talep edemeyeceğini, davacının geçici hukuki koruma taleplerinin de haksız olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARI
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davanın, şirket ortaklığından çıkma davası olup şirket tüzel kişiliğine yöneltilmesinin yeterli olduğu, davalı gerçek kişilere dava yöneltilemeyeceği gerekçesiyle davalı gerçek kişi ortaklar aleyhindeki davanın pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine; davalı şirket aleyhindeki çıkma davasının kabulüne, ayrılma payı talebinin kısmen kabulüne, haklı sebeplerin mevcut olması nedeniyle davacının davalı şirket ortaklığından çıkmasına izin verilmesine, 873.024,25 TL ortaklık payının davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Bu karara karşı her iki taraf vekilleri tarafından yasal süreler içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
A-Davalılar vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle:
Davacının ortaklıktan çıkma hakkının mutlak ve bertaraf edilemeyecek bir hak olmakla birlikte bu hakkın kullanılmasının yasal koşullara tabi olduğunu, emsal Yargıtay içtihadında da vurgulandığı üzere, davacının dayandığı haklı sebeplerin varlığını ve bu haklı sebeplerin diğer ortaklardan kaynaklandığını kanıtlamakla yükümlü olduğunu, davacının bu kanıt yükünü yerine getirmediğini, ilk derece mahkemesinin kararına dayanak yaptığı İstanbul Anadolu 1.Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/844 E.sayılı dosyasında verilen hükmün henüz kesinleşmediğini, mahkemenin kesinleşmemiş bir kararı hükme esas almasının usule aykırı olduğunu, mahkemece bekletici mesele yapılarak ondan sonra karar verilmesi gerekirken dosyanın mevcut haliyle, çıkma sebepleri yönünden haklı sebeplerin oluştuğu gerekçesiyle karar vermiş olmasının hukuka aykırı olduğunu,
İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde 2012 yılından sonra şirketin mali tablolarında hızla zarar gösterilerek çıkma payının düşürülmeye çalışıldığı, şirket ortaklarının kötü niyetli olduğu yönünde yapılan tespitlerin gerçeği yansıtmadığını, çünkü bilirkişi raporlarında farklı sonuçlara ulaşılmasının sebebinin raporlarda hatalı değerlendirme yapılması olduğunu,
Davacının ayrılma payının hesaplanmasında, birinci raporda ödenmiş sermaye miktarının esas alındığını, ikinci raporda davacının ödenmiş sermayeye göre %5 oranında pay sahibi olduğunun kabul edildiğini, hesaplamalarda davacının şirkete olan sermaye borcunun ve 466.812,00 TL cari hesap borcunun düşülmesi gerekirken düşülmediğini,
Bilirkişi raporunda şirket mal varlığında olağanüstü bir azalma tespit edildiğini ve bu durumun ticari hayatın olağan akışına ters bir durum olarak nitelendirildiğini, oysa raporlara yansıyan bu olgunun 6552 sayılı Yasa’nın 74.maddesi kapsamında 24.11.2014 tarihinde yapılan işlemle, 601.162,96 TL’si davacı ortağın borcu olmak üzere toplam 6.921.468,87 TL’nin 207.644,07 TL gelir vergisi ödenmek suretiyle şirket aktifinden çıkarılması sonucu oluştuğunu, bu işlemin yasaya uygun olup ortakların şirkete olan borçlarının sıfırlandığını, bu nedenle şirket öz varlığında azalma görüldüğünü,
Bilirkişi raporunda davacının 31.12.2012 tarihi itibariyle 466.812,85 TL borcu göründüğü halde raporun başka bir bölümünde davacının borcu olmadığının ifade edildiğini, borcun işte bu yasal uygulama ile sona erdirildiğini, bilirkişi kurulunun 6552 sayılı Yasa kapsamında yapılan bu işlemi dikkate almadan sonuca gittiğini,
2012 yılından itibaren davalı şirketin mal varlığının hızla azaltıldığının ve davalının kötü niyetli olduklarına ilişkin tespitin gerçeğe uygun olmadığını, çünkü uygulamanın 6552 sayılı Yasa’ya uygun olduğunu, şirketin mal varlığındaki azalmaya karşın ortakların şirkete olan borçlarından kurtulduklarını, bu işlemlerin hileli olmayıp 6552 sayılı Yasa’nın 74.maddesine uygun olduğunu, bunun dışında davalıların kötü niyetli olduklarına dair hiçbir somut olgu bulunmadığını,
İlk derece mahkemesinin, davalı tarafın kötü niyetli olduğu gerekçesiyle 2012 yılı değerlerini esas alarak davacının öz varlık payını tespit etmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, çünkü bu tespitin karara en yakın tarih itibariyle tespit edilen mal varlığı değerleri üzerinden yapılması gerektiğini, yerleşik Yargıtay içtihadının bu yönde olduğunu,
6762 sayılı TTK’nın 553.maddesi gereğince çıkma payı miktarı belirlenirken çıkan ortağın borçlarının özvarlık değerinden mahsup edilmesi gerektiğini, buna göre davacının 466.812,85 TL borcunun alacağından düşülmesi gerektiğini, mahkemenin hesaplama hatası yaptığını, davacının ayrıca 263.000,00 TL sermaye taahhüdünden kaynaklanan borcunun bulunduğunu, davacının iki borç kalemi toplamının 864.162,96 TL olduğunu, bu tutarların mahkemece belirlenecek çıkma payı alacağından düşülmesi gerektiğini, aksi takdirde davacının haksız menfaat sağlamış olacağını,
Açıklanan bu gerekçelerle ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek kararın kaldırılmasına, davanın reddine ve geçici hukuki koruma taleplerinin reddine karar verilmesini istemiştir.
B-Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle:
İlk derece mahkemesince ihtiyati tedbir talebinin reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, çünkü dava sonunda hüküm altına alınacak çıkma payının tahsil edilebilmesi için ihtiyati tedbir kararı verilmesinin zorunlu olduğunu, nitekim davanın devamı sırasında tedbir taleplerinin kabul edilmemiş olması sebebiyle, ticari hayatın olağan akışına aykırı şekilde şirketin 8.115.844,11 TL zarara uğratıldığını,
Davalı gerçek kişilerin İstanbul Anadolu 1.Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/844 E. -2014/649 K.sayılı ilamıyla özel belgede sahtecilik suçundan iki yıl hapis cezasıyla cezalandırıldıklarını, ayrıca aynı davalılar hakkında İstanbul Anadolu 9.Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/543 E.sayılı dosyasında dolandırıcılık suçundan açılmış bir derdest dava bulunduğunu, böylece çıkma için haklı sebeplerin oluştuğunun sabit olduğunu, mahkemece de bu hususun isabetli olarak değerlendirilmiş olmakla birlikte davacının ortaklık payının yani çıkma payının hatalı ve yasaya aykırı şekilde hesaplandığını, çünkü davacının ayrılma payının şirket öz varlığı esas alınarak yapılan hesaplamada 2012 tarihi rayiç değerlerine göre 1.377.683,84 TL olarak hesaplandığını, bunun tamamının kabul edilmesinin gerektiğini, mahkemenin aldığı ikinci ek raporda 873.024,25 TL çıkma payı hesabı yapıldığını, iki rapor arasında oldukça büyük bir fark olduğunu ve bunu kabul etmediklerini, şirketin tüm mal varlığının gerçek değer üzerinden bir belirleme yapılarak tüm taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerektiğini,
Ayrıca müvekkilinin davalı şirketten 299.864,57 TL kâr payı alacağının mevcut olup bunun kendisine ödenmediğini, dosyaya sunulan belgenin davalıların bu ödemeyi yaptığını kanıtlamak için yeterli olmadığını, alacak miktarı dikkate alındığında ödemenin banka dekontu gibi bir belgeyle ispatı gerektiğini, mahkemenin kararında bu kalemi dikkate almamasının hukuka aykırı olduğunu,
İlk derece mahkemesince müvekkilinin çıkma payının tahsiline karar verildiği halde dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken faize hiç hükmedilmemesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiğini,
İlk derece mahkemesinin ortaklıktan çıkmaya izin vermesine rağmen kararda ortaklıktan çıkma tarihini göstermediğini, bu konuda ek karar taleplerinin reddedildiğini, oysa dava tarihinden itibaren çıkmanın gerçekleştiğinin kararda gösterilmesi gerektiğini,
Açıklanan bu gerekçelerle ilk derece mahkemesi kararının kısmen usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek kararın kaldırılmasına ve davadaki tüm taleplerin kabulüne, ihtiyati tedbir taleplerinin kabulüne karar verilmesini istemiştir
İNCELEME VE GEREKÇE
Dava, hukuki niteliği itibariyle 6762 sayılı TTK (eTTK)’nın 551/2, 6102 sayılı TTK’nın 638/2. maddeleri uyarınca limited şirket ortaklığından çıkma ve ortaklık payının (çıkma payının) tahsili isteğine ilişkindir.
Dava, 01.06.2011 tarihinde açılmış olup eTTK hükümlerine tabi ise de 6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulanma Şekli Hakkındaki Kanun’un 3. Maddesi uyarınca tarafların iradelerinden bağımsız olarak kanunla düzenlenen hukuki ilişkilere yeni TTK hükümleri uygulanır. Haklı sebeplerle limited şirket ortaklığından çıkmaya ilişkin TTK hükümleri bu kapsamda olup gerek haklı sebeplerin değerlendirilmesinde, gerekse çıkma payının hesaplanmasında ve ödenmesinde yeni TTK hükümleri uygulanmalıdır.
İstinaf incelemesi HMK’nın 355.maddesi uyarınca, taraflarca ileri sürülen istinaf sebepleri ve kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılmış, istinaf konusu edilmeyen hususlar incelenmemiştir.
İlk derece mahkemesince davalı gerçek kişiler hakkındaki davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiş olup, kararın bu kısmına ilişkin ileri sürülen bir istinaf sebebi bulunmamaktadır. Davacının istinaf sebepleri içinde bu husus yer almamaktadır. İleri sürülen istinaf sebeplerinin tamamı davalı şirketle ilgilidir. İlk derece mahkemesince davalı gerçek kişiler hakkındaki davanın pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesiyle yetinilmesi gerekirken pasif husumet ehliyetinin dava şartlarıyla karıştırılarak usulden reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olmakla birlikte bu hususun eleştirilmesiyle yetinilmiştir. Bu davalılar hakkındaki davanın husumet yönünden reddi sonucu itibariyle isabetlidir.
Davalılar vekilinin istinaf sebeplerinin incelenmesinde:
Öncelikle ortaklıktan çıkmayı talep edebilmek için haklı sebeplerin oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerekir. eTTK 551/2 ve TTK 638/2.maddelerinde her ortağın haklı sebeplerin mevcudiyeti halinde mahkemeden ortaklıktan çıkmasına karar verilmesini isteme hakkı bulunduğu belirtildiği halde, haklı sebeplerin ne olduğu konusunda herhangi bir tanım yapmamıştır. Bu konuda kanun koyucunun haklı sebepten ne anladığının tespiti için kollektif şirketlere ilişkin TTK’nın 245.maddesinden yararlanılabilir. Buna göre haklı sebep, şirketin kuruluşuna yol açan fiili veya kişisel sebeplerin şirketin işletme konusunun elde edilmesini imkansız kılacak veya güçleştirecek şekilde ortadan kalkmış olmasıdır. Bu tanım genel bir tanım olup, Kanun’un “haklı sebep”e sonuç bağladığı tüm hallerde bu tanımdan yararlanılabilir.
Somut olayda şirket ortaklarının aralarındaki ilişki itibariyle davacı yönünden, şirketten çıkmayı talep edebilmek için haklı sebeplerin oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerekir. İlk derece mahkemesince bu konu tartışılmış ve Kartal 1.Asliye Ceza Mahkemesinin ( İstanbul Anadolu 1.Asliye Ceza Mahkemesinin) 2012/844 E. – 2014/649 K.sayılı kararında davalı ortakların özel belgede sahtecilik eyleminden mahkum olmaları, dinlenen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı itibariyle haklı sebeplerin oluştuğu gerekçesiyle çıkma talebinin haklı olduğu sonucuna varılmıştır. Anılan ceza mahkemesinin gerekçeli kararının yapılan incelemesinde, sanık olarak yargılanan … ve …’in davalı şirketin ortaklar kurulu defterine işledikleri 02.09.2010 tarihli kararın altındaki davacı imzasını sahtecilik oluşturacak şekilde başka bir kişiye attırmak suretiyle oluşturdukları bu sahte belgeyi kullandıkları ve bu karara göre işlem yaptıkları, her iki sanığın doğrudan doğruya birlikte hareket etmek suretiyle özel belgede sahtecilik suçunu işlediklerinin sabit olduğu belirtilmektedir.
Ceza mahkemesinin bu kararı kesinleşmemiş olmakla birlikte sahteliği iddia edilen ortaklar kurulu kararının yapılan incelemesinde 02.09.2010 tarihinde oluşturulan karara göre davalı ortaklara ait iki adet taşınmazın davalı şirkete satışının yapıldığı, taşınmazların ipotekli veya ipoteksiz olarak satın alınmasının kararlaştırıldığı, taşınmazlardan bir tanesi için 534.500,00 TL diğeri için 499.500,00 TL değer biçildiği ve bu değerler üzerinden taşınmazların şirkete satışının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Ceza mahkemesi davacı adına atılan imzanın davacının eli ürünü olmadığını belirlemiştir. Anılan ceza mahkemesi kararı kesinleşmemiş olmakla birlikte davalı gerçek kişilerin kendi adlarında kayıtlı bu taşınmazları davalı şirkete satarak bedelini aldıkları satış bedeli kadar tutarların davalılara geçirildiği, bilirkişi raporunda tespit edildiği üzere bu taşınmazlar üzerinde ipotekler bulunduğu anlaşılmaktadır. Şirkete alınan taşınmazların davalı şirket ortaklarına ait oluşu, üzerlerinde ipotek bulunması, davacıdan habersiz işlemlerin yapılmış olması dikkate alındığında bu durumun davacı ortak açısından şirket ortaklığı bağlamında güvenini sarsacak nitelikte olduğu kanaatine varılmaktadır. Ayrıca dosyaya sunulan taraf beyanları, tanık beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde ve şirketin faaliyet konusu da dikkate alındığında tarafları bir şirketin ortağı olmaya sevk eden ortak amacın ortadan kalktığı, davacının ortaklığı devam ettirmesinin kendisinden beklenemeyeceği, böylece davacı ortak yönünden şirket ortaklığından çıkmayı talep hakkının doğduğu kanaatine varılmış, davalı vekilinin bu konudaki istinaf sebep ve gerekçeleri yerinde görülmemiştir.
Davalı vekili, davacının ayrılma payının hatalı hesaplandığını, borçlarının düşülmediğini, ilk derece mahkemesinin bilirkişinin hatalı raporlarını dikkate alarak sonuca ulaştığını, 6552 sayılı Yasa’ya dayalı uygulamanın bilirkişilerce dikkate alınmadığını, şirket mal varlığındaki azalmanın bilirkişi kurulunca yanlış değerlendirildiğini, ayrılma payının hesabında 2012 yılının esas alınmasının yanlış olduğunu ileri sürmüştür.
Dosyada yapılan bilirkişi incelemeleri değerlendirildiğinde, ilk olarak 21.05.2013 tarihli mali müşavir bilirkişi raporunun alındığı anlaşılmaktadır. Bu raporda sadece şirketin kayıtları ve dosyaya sunulan deliller incelenmiş, kaydi değerlere göre davacının ortaklık payının 681.806,24 TL olduğu hesaplanmıştır. Davacının şirket kayıtlarına göre şirkete 39.079,84 TL borçlu olduğu belirtilmiştir.
Daha sonra mahkemece şirketin sahibi olduğu taşınmazların tapu kayıtları, sigorta şirketinden tahsil ettiği ödemelere ilişkin belgeler celp edildikten sonra oluşturulan dört kişilik bilirkişi kurulundan 26.08.2015 tarihli rapor alınmıştır. Bu raporda şirket mal varlığının rayiç değerler de esas alınarak davacının çıkma payı 1.377.683,84 TL olarak hesaplanmıştır. Yine bu raporda şirket kayıtlarına göre davacının davalı şirkete 466.812,85 TL borçlu olduğuna dair kayıt bulunmakla birlikte davacıya bu ödemelerin yapıldığına dair banka dekontu veya makbuz bulunmadığı belirtilmiştir. Yine aynı raporda davacının 02.05.2009 tarihinde 299.864,57 TL’lik kâr payını tahsil ettiğine ilişkin belge bulunduğu belirlenmiştir. Taraf itirazlarının değerlendirilmesi için aynı bilirkişi kurulundan 29.03.2016 ek rapor alınmıştır. Bu raporda şirketin mali durumu yeniden incelenmiş, davacının ve diğer ortakların ödenmiş sermaye miktarları esas alınarak davacının ödediği sermaye payının %5 olduğu belirlenmiş ve ayrılma payının hesabında ödenmiş sermaye esas alınarak değerlendirme yapılmıştır. Şirket öz varlığının yapılan incelemesinde şirketin 31.12.2012 tarihi itibariyle aktifindeki kaydi değere göre 7.500.858,64 TL tutarındaki gayrimenkullerin teknik bilirkişiler tarafından değerinin 14.068.836,25 TL olarak değerlendirilmiş olup 31.12.2012 tarihi itibariyle kaydi değerlere göre öz varlığı 7.208.860,82 TL olan davalı şirketin aynı tarih itibariyle rayiç değerinin 13.776.838,43 TL olduğu, 31.12.2015 tarihli mali tablolarına göre ise bu gayrimenkullerin tamamının elden çıkarılmış olduğu ve aktiften düşüldüğü, davalı şirketin öz varlığında 5.971.211,80 TL azalma olduğu, bu azalışın 2014 yılındaki gelir tablosunda olağan dışı giderler hesabındaki artıştan kaynaklandığı, davalı şirketin 2014 yılı gelir tablosuna göre 1.022.014,11 TL olağan kâr elde etmesine karşın 8.115.844,11 TL olağan dışı gider ve zarar göstermek suretiyle şirketin dönem sonunda -7.0005.054,35 TL zarar ettiğinin gösterildiği, yerleşik Yargıtay içtihadı uyarınca çıkma payının hesabında hüküm tarihine en yakın tarihteki rayiç değerlerin esas alınması gerekmekte ise de, davalı şirketin dava açıldıktan sonraki üç yıllık süreçte satışlarında, brüt satış kârında ve olağan kârında artışlar olmasına rağmen öz varlığında 5.971.211,80 TL azalış olması şirket öz varlığının bu süre içinde erimiş olması ve davacının ortaklık payının 31.12.2015 tarihi itibariyle 61.921,64 TL düşmesi karşısında bilirkişi kurulu tarafından, ticari hayatın olağan akışına ters olan bu durum karşısında davacının ortaklıktan ayrılma payının 31.12.2012 tarihindeki bilanço verilerine göre hesaplanması gerektiği sonucuna varılmış ve ödenmiş sermaye itibariyle davacının talep edebileceği çıkma payının 873.024,25 TL olduğu sonucuna varılmıştır. İlk derece mahkemesi bu bilirkişi raporunu hükme esas almıştır.
Gerçekten de yerleşik Yargıtay içtihadı uyarınca, çıkma payının hesabında karar tarihine en yakın bilanço verilerinin ve gerçek piyasa değerlerinin esas alınması gerekir. Ancak somut olayda olduğu gibi, davanın açılmasından sonra davalı şirket yönetiminin davacının ayrılma payını azaltmak amacıyla şirket özvarlığını azalttığı durumlarda bu prensibin uygulanması haksız sonuçlara neden olabilecektir. Nitekim TTK’nın 641/1.maddesi uyarınca, ortak şirketten ayrıldığı takdirde esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir. Bu yasal düzenlemeye göre her somut olayın özelliği dikkate alınarak davacının talep edebileceği gerçek pay değerinin hesaplanması gerekir.
Somut olayda davanın açılmasından sonra şirkete ait olup piyasa rayiç değeri teknik bilirkişi kurulu tarafından 14.068.836,00 TL olarak tespit edilen gayrimenkullerin tamamının elden çıkarılmış olması, şirketin gelir kalemlerinde artış olmasına rağmen olağanüstü giderlerdeki artış sebebiyle zarar ettirilmiş olması gibi olgular dikkate alındığında davalıların, davacının ayrılma payının düşürülmesi yönünde işlem tesis ettiği kanaatini uyandırmaktadır.
Davalılar vekili olağanüstü giderlerdeki artışın ve şirket öz varlığındaki azalmanın 6552 sayılı Yasa’nın 74.maddesinin uygulanmasından kaynaklandığını, bu uygulamanın yasal olduğunu, bu uygulamayla şirket ortaklarının şirkete olan borçlarının sıfırlandığını, bu bağlamda davacının da şirkete olan 601.162,96 TL borcunun kapatılmış olduğunu, bu yasa kapsamında yapılan işlem sonucunda gelir vergisi dahil şirket öz varlığının 7.129.112,94 TL azaldığını, müvekkilinin bu nedenle kötü niyetli sayılamayacağını savunmuştur.
Öncelikle davacının davalı şirkete borcunun olup olmadığı, şirketin davacıdan alacaklı olduğu hususundaki iddianın kanıtlanıp kanıtlanmadığı üzerinde durmak gerekir. İlk alınan mali müşavir bilirkişi raporunda davacının davalı şirkete 39.079,84 TL borçlu olduğuna dair kayıt bulunduğu belirtilmiş olmakla birlikte bu borcun dayanakları davalı tarafça ortaya konulmamıştır. Davacıya şirket tarafından bu ödemenin yapıldığına dair herhangi bir makbuz sunulmamıştır. Salt defterlere borç kaydedilmiş olması davalı şirketin böyle bir alacağının bulunduğunun kabulüne yeterli değildir. Daha sonra alınan bilirkişi raporlarındaki tespitlere göre, şirketin davacıdan 466.812,85 TL alacaklı olduğuna dair kayıt bulunduğu, ancak bu paraların davacıya ödendiğine dair herhangi bir belge sunulmadığı, şirket kayıtlarında “giden havale” açıklamasıyla davacının borçlandırıldığı, ancak bu havalelerin yapıldığına ve ödemelerin yapıldığına dair banka dekontu veya makbuz sunulmamıştır. Bu durumda davacının davalı şirkete borcu olduğuna dair iddia kanıtlanmamıştır. O halde davacının bu borcunun ayrılma payı hesabında dikkate alınması gerektiği yönündeki savunma sebepleri yerinde olmadığı gibi, 6552 sayılı Yasa dayanak yapılarak yapılan savunmaya da itibar edilmemiştir. Çünkü davacının davalı şirkete bir borcunun bulunduğu kanıtlanamadığına göre, 6552 sayılı Yasa’nın sağladığı imkanın davacıyı borçtan kurtarmak amacıyla yapıldığı da kanıtlanmamış durumdadır. Bu uygulamayla davalı ortakların borçları sıfırlanmış olsa bile bu husus davacının ayrılma payında azalma yaratacak bir olgu olarak kabul edilemez. Şirket kayıtlarında yer alan ortaklardan alacak kayıtlarının gerçeği yansıttığı kanıtlanamadığından 6552 sayılı Yasa’ya dayalı uygulamanın gerçeğe uygunluğunun denetlenmesi imkansız hale gelmektedir. Sonuç olarak, davacının davalı şirkete herhangi bir borcunun varlığı kanıtlanamadığına göre 6552 sayılı Yasa’nın uygulandığına ve ortakların şirkete olan borçlarının sıfırlandığına ilişkin savunmaya da itibar edilemez. Bu konudaki istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.
Davalı vekili, davacının şirkete sermaye borcu bulunduğunu ve bu hususun bilirkişi raporlarında tespit edildiğini ve bu nedenle davacının 263.000,00 TL’lik sermaye koyma borcunun ayrılma payından düşülmesi gerektiğini savunmuştur. Oysa hükme esas alınan bilirkişi heyeti ek raporunda tüm ortakların yaptığı sermaye ödeme miktarları esas alınarak öz varlık içindeki payları yapılan bu sermaye ödemelerine göre yeniden belirlenmiş ve bunun sonucunda davacının %10 olan sermaye payı, %5’e düşürülmüş ve ayrılma payı %5 üzerinden hesaplanmıştır. Davacının ayrılma payı ödenen sermaye oranında yapıldığına göre, sermaye borcunun ayrılma payından ayrıca düşülmesine gerek bulunmamaktadır. Bu konudaki istinaf sebebi yerinde değildir.
Yukarıda yapılan tespitlere göre, davalı ortakların, dava açıldıktan sonra şirket öz varlığını ticari hayatın olağan akışına aykırı şekilde azalttıkları, şirketin envanterinde yer alan tüm gayrimenkulleri elden çıkardıkları, diğer muhasebe uygulamalarının samimiyetini ispatlayacak delilleri gösteremedikleri dikkate alındığında, hakkaniyet ilkesi gereği ve TTK’nın 641.maddesindeki gerçek değerin talep edilebileceğine dair ilke dikkate alındığında ayırma payının hesaplanmasında 2012 yılındaki bilançoda ve şirket kayıtlarında yer alan mal varlığının esas alınarak öz varlık hesabının yapılması Dairemizce isabetli bulunmuş, bu konudaki istinaf sebep ve gerekçeleri yerinde görülmemiştir.
Açıklanan tüm bu gerekçelerle davalı vekilinin tüm istinaf sebepleri yerinde görülmediğinden, davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmelidir.
Davacı vekilinin istinaf sebeplerinin incelenmesinde:
Dava 2011 yılında açılmış olup aradan geçen süre dikkate alındığında bu aşamada geçici hukuki koruma kararı verilmesinin sonuca etkili olmayacağı kanaatine varıldığından, istinaf aşamasında tedbir kararı verilmesine dair istek yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili bilirkişinin hesapladığı ayrılma payının 1.377.683,84 TL olduğunu, mahkemenin daha sonra alınan ek rapora göre daha aza hükmetmesinin doğru olmadığını ileri sürmüştür. HMK’nın 282.maddesi uyarınca mahkeme bilirkişi raporlarını serbestçe takdir eder. İlk derece mahkemesince alınan bilirkişi heyeti ilk raporunda, davalı şirketin gerçek piyasa rayiç değerlerine göre öz varlık değeri belirlenmiş ve davacının taahhüt ettiği sermaye miktarına göre ayrılma payını 1.377.683,84 TL olarak hesaplamıştır. İlk derece mahkemesinin hükme esas aldığı ek raporda ise bu kez bilirkişi kurulu isabetli olarak ödenen toplam sermaye miktarını ve her bir ortağın ödediği sermaye miktarını esas alarak öz varlık içindeki paylarını yeniden belirlemiştir. Buna göre davacının ödediği sermaye miktarına göre öz varlık içindeki payı %5’tir. Bilirkişi heyeti kök raporundaki rakamla ek rapor arasındaki fark bundan kaynaklanmaktadır. İlk raporda davacının taahhüt ettiği sermaye miktarı %10 olduğundan bu oran üzerinden hesap yapılmış, ek raporda ise fiilen ödenmiş olan sermaye miktarı esas alınarak belirlenen oranlara göre hesaplama yapılmıştır. Ayrılma payının ortağın ödediği sermaye oranına göre hesaplanması isabetli olup ödenen sermaye miktarına göre davacının talep edebileceği çıkma payı 873.024,25 TL’dir. Davacının bu konudaki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili ilk derece mahkemesinin kararında dava tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi gerektiğini belirtmiş ise de ilk derece mahkemesindeki yargılama aşamasında faiz talebinde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacının dava dilekçesinde ortaklık payının hesaplanarak kendisine ödenmesini istediği, miktar göstermediği gibi faiz de talep etmediği anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesinin 21.09.2016 tarihli 2014/513 E. – 2016/66 K.sayılı kararı verilmeden önce davacının talep ettiği alacak miktarını gösterip harçlandırmadığı, ilk derece mahkemesinin anılan kararının Dairemizin 2017/85 E. – 2017/86 K.sayılı 07.03.2017 tarihli kararıyla kaldırılmasından sonra davacı vekilinin 02.06.2017 tarihli dilekçesiyle talep ettiği çıkma payı miktarının 1.073.024,25 TL olarak belirlemiş bu miktar üzerinden harç tamamlamış, daha sonra 07.07.2017 tarihinde verdiği ikinci bir dilekçe ile çıkma payı talebinin 1.377.683,84 TL olduğunu belirterek harcı ikmal etmiş, bu dilekçelerinde de temerrüt faizi talebinde bulunmamıştır. Çıkma davalarında temerrüt faizinin hangi tarihten itibaren yürütüleceği ayrı bir konu olmakla birlikte somut olayda davacı ilk derece mahkemesindeki yargılama sırasında temerrüt faizi talep etmediğinden ve HMK’nın 355.maddesi uyarınca istinaf aşamasında yeni talep ileri sürülmesi mümkün olmadığından, ilk derece mahkemesinin temerrüt faizine karar vermemiş olması isabetli olup bu konudaki istinaf sebep ve gerekçeleri yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili ilk derece mahkemesi kararında çıkma tarihinin gösterilmemiş olmasının usule aykırı olduğunu, davanın açıldığı tarihten itibaren çıkmanın gerçekleştiğinin kararda gösterilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Oysa çıkma kararları, kararın kesinleşmesiyle sonuç doğurur. Kararda ayrıca çıkma tarihinin gösterilmesi hukuken mümkün değildir. Bu konudaki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir.
İlk derece mahkemesince davacının lehine olarak 2012 yılındaki şirket mal varlığının 2015 yılı itibariyle piyasa rayiç değerleri esas alınarak sonuca gidilmiş olması karşısında davacı vekilinin diğer istinaf sebepleri de yerinde değildir.
Açıklanan tüm bu gerekçelerle HMK’nın 353/1.b.1.maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, her iki taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine,
2-Taraflarca yatırılan istinaf harçlarının Hazineye gelir kaydına,
3-Bakiye 44.726,29 TL istinaf nispi harcının davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına,
4-Taraflarca istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerlerinde bırakılmasına,
5-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraflara tebliğine,
6-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;
HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 20/12/2018 tarihinde oy birliğiyle temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU:HMK’nın 361. maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açıktır.