Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2018/664 E. 2019/302 K. 28.02.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/664
KARAR NO : 2019/302
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İstanbul Anadolu 7.Asliye Ticaret Mahkemesi
NUMARASI : 2013/843 Esas – 2017/958 Karar
TARİHİ : 19/10/2017
DAVA : Alacak
Taraflar arasındaki çıkma payı alacağı davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ilişkin karara karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya içerisindeki tüm belgeler okunup, incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı şirketin eski ortağı olan müvekkilnin, Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/367 esas sayılı dosyasında verilen hükümle ortaklıktan çıkarıldığını, kesinleşen kararla müvekkiline de % 22,5 hissesinin parasal karşılığının ödenmesine hükmedildiğini, ancak bu paranın davalıca ödenmemesi üzerine İstanbul …. İcra müdürlüğünün …sayılı dosyasıyla ilamlı icra başlattıklarını, davalı şirketin takibin iptali için İstanbul 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/1023 esas sayılı dosyasında dava açtığını, mahkemece hükümde para miktarın yazılı olmadığı, bu durumda İİK’nın 32. maddesine göre ilamlı takip yapılamayacağı gerekçesiyle takibin iptal edildiğini belirterek, davalının açtığı “ortaklıktan çıkarma” davasının dava tarihi olan 21/04/2011 tarihi itibarıyla % 22,5 hissesinin parasal değerinin bulunmasını, ancak şirket yetkililerinin şirketin içini boşalttıkları ve buna halen devam ettikleri nazara alınarak, hissenin gerçek değerinin bulunmasını, bu değere o dosyanın karar tarihi olan 09/05/2012 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle tahsilinin hüküm alıtına alınmasını talep etmiş, bu çerçevede fazlaya dair haklarını saklı tutarak şimdilik 50.000,00 TL üzerinden dava açmış, bilahare ıslah yoluyla talebini 358.838,79 TL’na çıkarmış, ıslah harcını da karşılamıştır. Davalı vekili savunmasında özetle; şirketin 2006 yılında kurulduğunu, Kadıköy 2. ATM’nin 2011/367 esas sayılı davanın müvekkilince açıldığını, dava sonunda …’in şirketten çıkarılmasına, kendisine payının parasal değerinin ödenmesine karar verildiğini, ancak hükümde parasal değerin bir miktar şeklinde bildirilmediğini, davacı yanın başlattığı ilamlı icra takibinin İcra Hukuk Mahkemesince iptal edildiğini, kararın karşı yanca temyiz edildiğini, sonucunun bekletici mesele kabul edilmesi gerektiğini, ayrıca çıkma kararının 20/06/2012 tarihinde kesinleştiğini, davacı yanın o tarihten sonraki şirket işlerinin incelenmesini talep edemeyeceğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesi 19/10/2017 tarihli, 2013/843 Esas – 2017/958 Karar sayılı kararında, “…Davacımızın, çıkarma kararına dayanarak alacağının tespiti ve tahsilini isterken; bu hakkı ‘çıkarma davasından’ ötürü doğmuş olduğu için, kararın kesinleşme tarihindeki parasal değeri talep etmesi elbette mümkündü. Ancak, Davacımız dava dilekçesinde ‘çıkma davasının açılma tarihindeki hissesinin parasal değeri’ ile davasını SINIRLANDIRMIŞTIR. Bunu zaten bilerek yapmış olup; dava dilekçesinde, şirket yöneticilerinin çıkarma davası açıldıktan, özellikle çıkarma karşılığı kendi hisesinin parasal karşılığına hükmedilmesinden sonra; şirketin yöneticileri tarafından şirket içinin boşaltıldığını; şirketin malvarlığının eksiltildiğini belirtmek suretiyle özellikle bundan etkilenmemek için o davanın dava tarihi itibarıyla talepte bulunmuştur. Davacının, bu sebeple, daha sonra alacağını ‘çıkarma kararının kesinleşme tarihine’ taşıması ancak HMK 180. madde gereği yapacağı tamamen ıslahla mümkündür. Tamamen ıslah (kamilen ıslah) için davacının ayrı bir dava dilekçesi vermesi gerekip; davacının bu tür bir dilekçe vermeksizin yaptığı kısmen ıslahla, kararın kesinleşme tarihindeki hisse bedelini isteyemeyeceği mahkememizce belirlenmiş; bu sebeple 158.705,26 TL üzerinden hüküm oluşturulmuş; ancak, yukarıda da izah edildiği üzere, davamıza konu alacak bir mahkeme hükmü ile doğmuş bulunduğundan; faize hükmün kesinleşme tarihinden itibaren hükmedilmiş; alacağın ticari bir iş niteliğinde olan şirket hissesine yönelik bulunması sebebiyle davacının talep ettiği gibi ticari faize hükmedilmiş; davada ret olunan kısım usul hukuku nedeniyle ret edildiği ve usulden ret niteliğinde olduğu içinde davalı yarrarına sadece maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği…” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 158.705,26 TL’nin çıkma kararının kesinleştiği 20/06/2012’den itibaren ticari faiziyle davalıdan tahsiline davacıya verilmesine, fazlaya dair talebin reddine, Bu karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle: İlk derece mahkemesi kararının salt bir tarafı korumak maksadıyla verilmiş bir karar olduğunu, bilirkişi ek raporunda davacının çıkma payının 358.838,79 TL olarak hesaplandığını, mahkemenin salt davayı kısmen reddetmek için dayanaksız bir gerekçe ile davayı kısmen kabul ettiğini, uluslararası ticaret alanında uzman bilirkişi ek raporda görüş yazsaydı durumun daha da netleşeceğini ve davacının alacağının 358.838,79 TL’den çok daha yüksek olduğunun tespit edileceğini, İlk derece mahkemesinin ıslah konusundaki değerlendirmesinin hatalı olduğunu, müvekkilinin ıslahının kamilen ıslah yani davanın tamamen ıslahı niteliğinde olmayıp neticei talebin artırılmasına ilişkin kısmi ıslah olduğunu, bu yanlış hukuki değerlendirmeyle müvekkilinin alacak hakkının sona erdirilmeye çalışıldığını, müvekkilinin davayı açarken 50.000,00 TL üzerinden açıp daha sonra ıslah ile alacak talebini 358.838,79 TL’ye çıkardığını, Mahkemenin kararının kendi içinde de çeliştiğini çünkü temerrüt faizinin başlangıcı yönünden çıkma kararının kesinleştiği tarihi esas alan mahkemenin çıkma payının hesabında bu tarihi esas almamasının çelişki yarattığını, eğer mahkeme ıslahı geçersiz görüyorsa dava dilekçesindeki 50.000,00 TL üzerinden hüküm vermesi gerektiğini, oysa ıslahı da dikkate alarak dava dilekçesindekinden daha fazlasına hükmetmesinin çelişki olduğunu, mahkemenin zımmen ıslahı geçerli saydığını, buna rağmen ıslahtaki talebin tümünü kabul etmesi gerekirken etmediğini, mahkemenin gerekçesini anlamanın mümkün olmadığını, Bir şirketin değerlendirilmesi yapılırken duran varlıkları, maddi varlıkları yanında, marka değerlerinin ve müşteri porfoyünün de dikkate alınması gerektiğini, kök rapora karşı yönelttikleri itirazlar üzerine alınan ek raporda bu hususların değerlendirildiğini ve müvekkilinin payının buna göre hesaplandığını, bu anlamda davacının hangi tarih itibariyle talep yaptığının önemli olmayıp o tarihin sadece faizin başlangıç tarihi açısından önem taşıyacağını, müvekkilinin payının gerçek değerine hükmedilmesi gerektiğini, Bilirkişi kurulunca payın gerçek değerinin 358.838,79 TL olarak hesaplandığını, gerçekte bu değerin çok daha fazla olduğunu, bu hususu da istinaf ettiklerini, uluslararası ticaret bilirkişisinden rapor alınarak karar verilmesi gerektiğini, bilirkişi kurulunun eksik hesaplama yaptığını, bu nedenle yeniden inceleme yapılması gerektiğini, sadece ticari defterler ve kayıtlar esas alınarak dar bir çerçevede yapılan incelemenin yetersiz olduğunu, davalı şirketin yabancı şirketlerle yaptığı büyük miktarlı işlerin de dikkate alınması gerektiğini, şirket yöneticilerinin yabancı şirketlerle yapılan işlerden elde edilen gelirleri şirket kayıtlarını iptal ettirmediklerini, bu konudaki ceza soruşturmasının ve bunun sonucunda açılan İstanbul Anadolu 57.Asliye Ceza Mahkemesinin 2017/324 esas sayılı dosyasının sonucunun da beklenmesi gerektiğini, buna göre bilirkişi raporunda tespit edilen 358.838,79 TL’nin de düşük olup yeniden hesaplama yapılmasını talep ettiklerini, davacının ek rapora yönelik itirazlarının mahkemece karşılanmadığını, Açıklanan tüm bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve ıslah doğrultusunda davanın tümünün kabulüne karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacı tarafın istinafına karşı cevaplarını ve kendilerinin istinaf taleplerini içeren dilekçesinde özetle:Davacının ileri sürdüğü istinaf sebeplerinin yerinde olmadığını, ilk derece mahkemesinin kararının esas yönünden usule uygun olduğunu, çünkü davacının talebiyle bağlı olduğunu, mahkemenin talepten fazlasına karar veremeyeceğini, davacının ortaklıktan çıkarma davasının açıldığı tarihteki pay değerini istediğini, mahkemenin de buna hükmettiğini, davacının bilinçli bir tercih yapıp bununla bağlı olduğunu, mahkemenin de HMK’nın 26. maddesi uyarınca taleple bağlı olduğunu, yine HMK’nın 33. maddesi uyarınca Türk hukukunun mahkemece resen uygulanacağı ve TTK’nın 642. maddesi uyarınca çıkma payı alacağının ayrılma tarihinde muaccel olduğunu, ayrılmanın ise çıkarma kararının kesinleştiği tarihte yani 20.06.2012 tarihinde kesinleştiğini, temerrüt faizinin de bu tarihten yürütülmesinin isabetli olduğunu, 12.12.2016 tarihinde ek raporda bilirkişi kurulunun şirketin marka değerini ve müşteri porföyünü dikkate almak suretiyle şirketin 5-10 yıllık geleceğini dikkate alarak varsayımsal bir hesaplama yaptıklarını, bu yöntemin soyut bir yöntem olup gerçek bir değerleme olarak kabul edilemeyeceğini, davalı şirketin en büyük varlığının yurt dışı firmaların üretici temsilciliği ve servis hizmetleri olduğunu, davacının rekabet yasağını ihlal eden davranışları nedeniyle müvekkili şirketin 2011 yılından sonra çok zor günler yaşadığını ve faaliyetine neredeyse sıfırdan başladığını, şirketin bundan sonra ortaya çıkan değerinden davacının yararlanma hakkının bulunmadığını, bu nedenle ek rapordaki bu hesaplamanın kabul edilemeyeceğini, davacının, davalı şirkete zarar veren eylemleri nedeniyle tazminat davası açtıklarını ve bu hususların orada tespit edildiğini ve davacının tazminata mahkum edildiğini, şirketin yurt dışından elde ettiği gelirlerin şirket kayıtlarına intikal ettirilmediği yönündeki iddiaların doğru olmadığını belirterek, davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili istinaf başvurusunda özetle;İlk derece mahkemesince davacı yararına hükmedilen nispi vekalet ücretinin 15.446,40 TL olması gerekirken 22.390,50 TL’ye hükmedilmesinin hatalı olduğunu, kararın bu yönden düzeltilmesini talep ettiklerini, İlk derece mahkemesinin istinafa konu kararında davalı şirket yararına hükmedilen maktu vekalet ücretinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, çünkü müvekkili lehine, davanın reddedilen bölümü için nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirterek, İlk derece mahkemesinin istinafa konu kararının her iki taraf hakkındaki vekalet ücretine ilişkin bölümlerinin düzeltilmesine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Dava, hukuki niteliği itibariyle TTK’nın 641 vd. maddeleri uyarınca çıkma payı (ayrılma akçesi) alacağının tahsili istemiyle açılmış bir alacak davasıdır. İlk derece mahkemesince, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı, her iki taraf vekillerince süresinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, taraflarca ileri sürülen istinaf sebepleri ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı vekilinin istinaf sebeplerinin incelenmesinde; Öncelikle davacı vekilinin 25.05.2015 tarihli ıslah dilekçesi hakkındaki ilk derece mahkemesinin değerlendirmesinin incelenmesi ve bu konudaki istinaf sebeplerinin karşılanması gerekmektedir. Islah kurumu HMK’nın 176 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Yine HMK’nın 141. maddesinde iddia ve savunmasının genişletilmesi yasağının bir istisnası olarak ıslah kurumu gösterilmiştir.Islah, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde yaptığı usul işlemlerini, kanunda öngörülen sınırlar içinde düzeltmesine yarayan, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya genişletilmesi yasağının istisnası olan bir hukuki imkandır (Prof.Dr. Hakan Pekcanıtez/ Prof.Dr. Muhammet Özekes/ Doç.Dr. Mine Akkan/ Doç.Dr. Hülya Taş Korkmaz, Medeni Usul Hukuku, C:II, 15.Basım, İstanbul-2017, s.1487). Bu tanıma göre, davada iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı başlatıldıktan sonra Kanun, taraflara bir kez, yaptıkları usul işlemlerini düzeltme, değiştirme hakkı tanımıştır. Bu hakkın kullanılması mahkemenin veya karşı tarafın onayına bağlı değildir. Islah suretiyle davadaki neticei talep artırılabileceği gibi yeni bir talep de davaya eklenebilir. Islah, tahkikat sona erene kadar yapılabilir. HMK’nın 177. maddesi uyarınca ıslah beyanı yazılı veya sözlü olarak yapılabilir. Somut olayda davacı ıslah talebini 25.05.2015 tarihli dilekçe ile yaparak neticei talebini bilirkişi raporu doğrultusunda artırmıştır. Islah HMK’nın 180. maddesi anlamında davanın tamamen ıslahı niteliğinde olabileceği gibi 181. maddesi anlamında kısmen ıslah şeklinde de olabilir. Tamamen ıslahta, davanın açıldığı andan itibaren talep veya davanın sebebi değiştirilir. Tamamen ıslahta talep sonucu veya dava sebebinin, davayı temelden etkileyecek şekilde değiştirilmesi söz konusudur. Dava, açıldığı andan itibaren değişikliğe uğrayacak bir nitelik kazanmaktadır. Örneğin mal bedelini isteyen davacının ıslah suretiyle bedel yerine malın iadesini talep etmesi şeklindeki bir ıslah davanın tamamen ıslahıdır. Buna karşılık talep sonucu veya dava sebebi muhafaza edilmekle birlikte, bunların genişletilmesi veya kısmen değiştirilmesi talebini içeren ıslah, davanın kısmen ıslahı olarak kabul edilmelidir. Davacının aynı davada müddeabihi artırması ve davasını genişletmesi hallerinde kısmi ıslahtan söz edilir (Pekcanıtez/ Özekes/Akkan/Taş Korkmaz, a.g.e., s. 1537-1538). Talep sonucunun veya dava sebebinin genişletilmesi veya kısmen değiştirilmesi amacıyla yapılan ıslah, kısmi ıslahtır. Davacının dava dilekçesindeki talep sonucunu artırması kısmen ıslah yoluyla mümkündür (Prof.Dr. Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku- Ders Kitabı, Ankara 2017, s. 432-434.).Bu hukuki açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin davalı şirketteki %22,5 hissesinin ortaklıktan çıkarma davasının dava tarihi olan 21.04.2011 tarihindeki değerinin parasal karşılığının tespiti ile alacak miktarının belirlenmesi teknik inceleme ve hesaplamayı gerektirdiğinden, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000,00 TL’nin, ortaklıktan çıkarma davasının karar tarihi olan 09.05.2012 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalı şirketten alınıp davacıya verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesince bilirkişiden alınan ek rapor sonrasında verilen 25.05.2015 tarihli ıslah dilekçesiyle, bilirkişi raporu doğrultusunda davayı ıslah ettiklerini bildirerek alacağı ıslah yoluyla artırdıklarını belirtip sonuçta 358.838,79 TL alacağın ortaklıktan çıkarma davasının tarihi olan 09.05.2012 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davacı vekilinin ıslah dilekçesindeki talebine konu miktar, bilirkişi kurulunun 13.12.2016 tarihli ek raporunda, çıkarma kararının kesinleştiği 20.06.2012 tarihi itibariyle hesaplanan çıkma alacağıdır. Yani, ıslahla talep edilen 358.838,79 TL çıkma payı, çıkarma kararının kesinleştiği tarih için hesaplanan tutar olup, davacı taraf bu rapor doğrultusunda davasını ıslah ederek alacak talebini bu miktara çıkarmıştır. Yukarıda açıklanan hukuki değerlendirmeler ışığında, davacının bu ıslah beyanı kısmi ıslah niteliğindedir. Davacı bu ıslah dilekçesiyle, bilirkişi tarafından, çıkarma kararının kesinleştiği tarih itibariyle hesaplanan tutarın tahsilini istemiştir. Kısmi ıslah suretiyle neticei talebin genişletilmesinin mümkün olduğu yukarıda hukuki değerlendirme bölümünde açıklanmıştır. Buna göre davacı hem tazminatın hesabında esas alınacak tarihi ıslahen değiştirmiş hem de talep tutarını artırmıştır. Kısmi ıslahta talebin genişletilmesi ve neticei talebin artırılması mümkün olup bu talep kısmi ıslah niteliğindedir. Buna göre ilk derece mahkemesinin ıslah konusundaki değerlendirmeleri hatalı olmuştur. Dosyada geçerli bir kısmi ıslah mevcut olup ıslah doğrultusunda değerlendirme yapılıp sonuca gidilmesi gerekirdi. Davacı vekilinin bu konudaki istinaf nedenleri yerinde bulunmuştur. Diğer taraftan davalı vekili bilirkişi kök raporuna itirazlarını içeren dilekçesinde bilirkişi kurulunun değerlendirmesini çıkma kararının kesinleştiği tarih itibariyle yapması gerektiğini, bunun hukuki bir zorunluluk olduğunu ifade etmiştir. HMK’nın 33. maddesi uyarınca hakim Türk kanunlarını resen uygular. TTK’nın 642. maddesi uyarınca çıkma payı alacağı ayrılma ile muaccel olur. Şirket ortaklığından çıkarma kararı, şahsın hukukunu ilgilendirmesi nedeniyle, kesinleşmedikçe infaz edilemeyeceğinden; ayrılma, çıkarma kararının kesinleşmesiyle gerçekleşmiş olur. Bu nedenle ortağın çıkma payının, ortaklığın sona erdiğinin kesinleştiği tarih itibariyle hesaplanması gerekir. Tarafça talep edilmese bile hakim, bu hukuk kuralını uygulamalı ve davacının alacak talebini buna göre hesaplamalıdır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihadı uyarınca da çıkma payı alacağının, çıkma kararının kesinleştiği tarih itibariyle hesaplanması gerekir (Yargıtay 11.HD’nin 2015/4748 E. – 2015/11693 K.sayılı, 09.11.2015 tarihli kararı).Tüm bu açıklamalara göre, ilk derece mahkemesince gerek olaya uygulanması gereken hukuk kuralları gerekse davacı vekilinin usulüne uygun kısmi ıslah beyanı dikkate alınarak, davanın ıslah doğrultusunda görülüp sonuçlandırılması gerekir. Davacı tarafın talep edebileceği ayrılma payı miktarının hesaplanması konusundaki istinaf sebeplerinin incelenmesinde; ilk derece mahkemesi bilirkişi kurulundan öncelikle 14.09.2015 tarihli kök raporu almış, bu raporda, davacının dava dilekçesindeki talebi doğrultusunda 21.04.2011 tarihi itibariyle ve “Düzeltilmiş öz varlık yöntemi”ne göre davacının payı karşılığı talep edebileceği alacağın 158.705,26 TL olduğu hesaplanmıştır. Bu hesaplama sadece bilanço verilerine göre yapılmıştır. Aynı kök raporun 3. maddesinde, çıkarma payının, çıkma kararının kesinleştiği 20.06.2012 tarihi itibariyle hesaplanması gerektiğinin kabulü halinde ise bu çerçevede yapılacak inceleme, tespit ve hesaplamaların anılan tarih itibariyle rapor kapsamında tespit edilen çelişki ve eksiklikler ile ilgili açıklama ve dayanaklarının sunulması halinde değerlendirme yapılabileceği belirtilmiştir. Kök rapora karşı tarafların itiraz ve beyanları ile sunulan kayıtlar değerlendirilmek suretiyle düzenlenen 12.12.2016 tarihli ek raporda ise şirketin marka değeri ve müşteri portföyünün etkileri dikkate alınmak suretiyle yapılan değerlendirme sonucunda, çıkma kararının kesinleştiği 20.06.2012 tarihi itibariyle davacının talep edebileceği alacak miktarı 358.838,79 TL olarak hesaplanmış, davacı vekili bu hesaplamaya göre davadaki neticei talebini ıslah etmek suretiyle artırmıştır.TTK’nın 641. maddesi uyarınca, şirket ortaklığının sona ermesi halinde ortak, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir. Kanun, ayrılan ortağın payının gerçek değerini isteyebileceğini belirtmekle birlikte, gerçek değerin nasıl hesaplanacağı konusunda bir hüküm getirmemiştir. Anılan Kanun maddesinin Hükûmet gerekçesinde, “6762 sayılı Kanun, ayrılan ortağın ayrılma payını açıkça düzenlememiştir. 641 inci madde bu konudaki kanun boşluğunu bir hüküm ile doldurarak hem tartışmalara son vermeyi hem de adalete uygun bir çözüm getirmeyi amaçlamıştır. Ayrılma her çeşidi ile çıkma ve çıkarılma ile doğal çıkma hali olan ölümü de kapsar. Ayrılma özellikle çıkarma, elkoyucu (müsadere edici) ve cezalandırıcı bir yaklaşıma olanak vermemelidir. Tasarının kuralı ayrılan ortağa esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesinin ödenmesidir. ‘Gerçek değerine uyan’ ibaresini kanun tanımlamamıştır. Bu ibarenin yorumu öğreti ve yargı kararlarınca yapılacaktır, ancak ibarenin en azından ‘bilanço değeri’ni ifade ettiği şüphesizdir”. Görüldüğü üzere Kanun, ayrılma akçesinin nasıl hesaplanacağı konusunda susmuş ve bu hususu yargısal ve ilmi içtihada bırakmıştır.Öğretide bu hususta benzer değerlendirmeler mevcuttur. “TK 641. maddenin 1.fıkrasına göre: ‘ortak şirketten ayrıldığı takdirde esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini isteme hakkını haizdir’. Görüldüğü gibi Yasa ayrılan ortağa ayrılma payının ‘gerçek değeri’nin ödenmesini amirdir. Gerçek değer, ayrılma payının çıkma tarihindeki adil, diğer bir anlatımla payın yaşayan işletme içindeki piyasa değeridir (Tekinalp, 2005) Yeni Hukuk N 21-54; Yargıtay 11.HD’nin 03.04.2008 t. E.12035 K.14459 = Eriş (2013) s.3953 N.11;Çamoğlu, Lit.s.252 dpn.7; Sönmez, Lit.s.119; Erdil, Lit.s.64-65; Taşdelen, Lit.s.161;Öztürk Dirikkan, Lit.s109)…TK 641. maddenin gerekçesinde, yeni düzenlemenin bu bağlamda adaleti gerçekleştirmek amacıyla yapıldığı ve ayrılan ortak açısından cezaladırıcı bir yaklaşıma olanak vermemesi” gerektiği vurgulanmaktadır.” (Poroy/Tekinalp/Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku II, 13.Basım, İstanbul 2017, s.447).Aynı eserde 448. sayfada anılan İsviçre Federal Mahkemesinin 26.07.1994 tarihli kararında, payın gerçek değerinin, payın yaşayan işletme içindeki değerine göre belirlenmesi gerektiği yönünde içtihat geliştirdiği belirtilmiştir. Buna göre şirket değerinin belirlenmesinde şirketin yaşayan ve devam eden bir sistem olduğu gözönünde tutulmalı ve şirketin devamı halinde beklenen gelir tablosu da şirket değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır. Pulaşlı’ya göre, ayrılma akçesi esas sermaye payının gerçek değerine uygun olmalıdır. Gerçek değer hesaplanırken, düzenlemenin temel amacı (ratio legisi) dikkate alınarak yaşayan bir şirketin esas alınması gerektiği görüşündedir (Prof.Dr.Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuk Genel Esaslar, 5.Basım, Ankara 2017, s.822-823). Bu hukuki açıklamalara göre, ayrılma payının hesabında davalı şirketin yaşayan bir şirket olduğu dikkate alınarak, şirketin faaliyet alanı, müşteri portföyü, marka değeri, gelecekte yapacağı iş potansiyeli gibi olguların dikkate alınması gerekir. Burada söz konusu olan ayrılma kararının kesinleşmesinden sonraki verilerin dikkate alınması değil; ayrılma kararının kesinleştiği an itibariyle şirketin mevcut potansiyelinin değerlendirilmesidir. Bu bağlamda ilk derece mahkemesince alınan 12.12.2016 tarihli ek raporda, şirketin faaliyeti, marka değeri, müşteri portföyü, yakın gelecekteki iş kapasitesi gibi olgular dikkate alınarak, gelir bazlı yöntemle yapılan hesaplamanın hükme esas alınması gerektiği, buna göre çıkma kararının kesinleştiği tarih itibariyle davacının talep edebileceği ayrılma payının 358.838,79 TL olduğu, davanın bu tutar üzerinden kabulü gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı vekili bilirkişi kuruluna uluslararası şirketler hukukundan anlayan bir bilirkişinin eklenmesi suretiyle rapor alınması halinde çıkma payının daha yüksek hesaplanacağını ileri sürerek istinaf talebinde bulunmuş ise de mahkemece alınan ek rapordaki tutar üzerinden davanın ıslah edildiği, ikinci bir ıslah hakkının bulunmadığı, Dairemizce de ıslah edilen tutar üzerinden davanın kabulü gerektiği kanaatine varıldığından, davacının bu konudaki istinaf sebep ve gerekçeleri yerinde görülmemiştir. Davacının çıkma payı alacağı, çıkma kararının kesinleştiği tarihte muaccel hale geldiğinden, bu tarihten itibaren temerrüt faizi hesaplanmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Tüm bu açıklamalara göre ilk derece mahkemesince davanın ıslah doğrultusunda asıl alacağın tümü yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, usul ve yasaya aykırı gerekçelerle kısmen kabulüne karar verilmesi isabetsiz olup davacı vekilinin istinaf başvurusu yerinde görülmüştür.Yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın asıl alacağın tümü yönünden ıslah doğrultusunda kabulüne karar verilmekle davalı vekilinin istinaf talebine konu hususlar konusuz kalmıştır. Çünkü davalı vekili istinaf sebepleri her iki taraf yararına hükmedilen vekalet ücretleriyle ilgilidir. Mahkememiz, yeni verdiği hükme göre vekalet ücreti ve yargılama giderini hükme bağlamıştır.Bu gerekçelerle HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında dairemizce yeniden hüküm verilmesine, kararımızın mahiyetine göre davalı tarafın istinaf sebepleri konusuz kaldığından, davalının istinaf başvurusu hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;A-Davacının istinaf başvurusu yönünden; HMK’nın 353/1.b.2. maddesi uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına, davanın esası hakkında Dairemizce yeniden hüküm verilmesine, bu doğrultuda; 1-Davanın ıslah doğrultusunda asıl alacak yönünden kabulü ile 358.838,79 TL alacağın 20.06.2012 tarihinden itibaren işleyecek ve 3095 sayılı Kanun’un 2/2. maddesi uyarınca avans esasına göre hesaplanacak temerrüt faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, 2-Temerrüt faizinin başlangıç tarihine ilişkin fazla talebin reddine,3-a)Alınması gerekli 24.513,64 TL harçtan, peşin yatırılan 853,88 TL ve ıslah ile yatırılan 5.276,94 TL olmak üzere toplam 6.130,82 TL harcın mahsubu ile bakiye 18.382,82 TL harcın davalıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına, b)Davacı tarafından sarf edilen 128,00 TL posta ve tebligat gideri ile 6.000,00 TL bilirkişi giderinin toplamı olan 6.128,00 TL yargılama giderlerinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, c)Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden, yürürlükte bulunan …..’ndeki esaslara göre belirlenen 27.481,53 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,e) Artan gider avanslarının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,B-Kararımızın mahiyetine göre davalı tarafın istinaf sebepleri konusuz kaldığından, davalının istinaf başvurusu hakkında karar verilmesine yer olmadığınaC-İstinaf yargılama giderleri yönünden;1-a)Davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru harcı olarak yatırılan 98,10 TL’nin Hazineye gelir kaydına, 31,40 TL harcın talep halinde davacıya iadesine, b)Davacı tarafından sarfedilen 98,10 TL istinaf harcı ile 43,50 TL istinaf dosya gideri toplamı olan 141,60 TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, c)Bakiye 21.839,26 TL nispi istinaf harcının davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına.d)Duruşma açılmadığından, istinaf yargılaması için ayrıca avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına,e)Davalı tarafından yatırılan 2.674,38 TL istinaf peşin harcının talep halinde iadesine,f)Davalı tarafından yapılan istinaf giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,2-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine dair; HMK’nın 353/1.b.1-2. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 28/02/2019 tarihinde oybirliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.