Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2018/323 E. 2018/930 K. 27.09.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA N : 2018/323
KARAR NO : 2018/930
KARAR TARİHİ : 27/09/2018
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İSTANBUL 18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/10/2017
NUMARASI : 2014/959 Esas- 2017/837 Karar
DAVANIN KONUSU : Tespit
Taraflar arasındaki yönetim kurulu kararının batıl olduğunun tespiti istemli davanın yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendi, gereği konuşulup düşünüldü
TARAFLAR İDDİA VE SAVUNMA ÖZETİ Davacılar vekili, müvekkili şirketin dava dışı …Holding AŞ ile birlikte eşit ve aynı pay oranında (%33,33) davalı şirkette ortak olduğunu, müvekkilinin sermaye miktarı 4.365.840,36 TL ve hisse adedi 436.584.036 iken, davalı şirketin 31/10/2013 tarihli olağanüstü genel kurulunda alınan sermaye artışı kararı sonrasında sermaye miktarının 204.365.839,76 TL, hisse adedinin ise 20.436.583.976 çıktığını, sözkonusu olağanüstü genel kurul kararı hakkında açtıkları iptal davasında talepleri üzerine mahkemece icranın geri bırakılması kararı verildiğini, davalı şirket tarafından müvekkili şirkete gönderilen 08/04/2014 tarihli noter ihtarnamesinde; davalı şirkettin.. Holding … AŞ ve müvekkili şirketten olmak üzere hissedar başına 25.000.000 TL ve 25.000.000 Amerikan Dolarına kadar toplamda 75.000.000 TL ve 75.000.000 Amerikan Doları olmak üzere borç alınması talebinde bulunduğunu, bu talebe dayanak olarak 01/4/2014 tarihli 12 sayılı ve 07/4/2014 tarihli 14 sayılı yönetim kurulu kararlarının gösterildiğini, aynı ihtarnamede borç tutarlarına faiz olarak TL için yıllık %15,25, USD için yıllık %5,75 sabit faiz ve borç vadesi olarak da 2 (iki) yılın ifade edildiğini, bu talebin müzakere edilmesi amacıyla TTK 411. maddesi uyarınca yönetim kurulunun genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırmasına ilişkin taleplerine olumsuz yanıt verildiğini, 08/04/2014 tarihli “Teklif Mektubu” başlıklı noter ihtarnamesinde borç alım talebine gerekçe olarak şirketin yatırım kararlarının uygulanması ve şirketin likidite rasyolarının güvence altına alınmasının gösterildiğini, bu bağlamda aynı ihtarnamede “I.. . AŞ lehine temin edilen davalı şirket ile … a.s’nin garantörü olduğu, kredinin sürekliliğinin temini davalı şirketin konsolide cari oranının 1.2 olması gerekli kıldığı gerekçesi ile borç alım talebinde bulunduğu ve likitide rasyolarının güvence altına alınmasının sermaye artırımı veya uzun vadeli borçlanma yoluyla mümkün olabileceği ” nin ifade edildiğini, ancak bu gerekçenin hukuki ve somut herhangi bir dayanağının bulunmadığını, borç alım talebinin davalı … gereksiz yere borç yükümlülüğü altına sokacağını, alımına gerekçe gösterilen yatırımın ne olduğu, yapılıp yapılmayacağın da belli olmadığını, borç tutarının şirket sermaye tutarı nazara alındığında çok yüksek olduğu gibi belirlen faiz oranlarının da fahiş olduğunu, sermayenin korunması ilkesinin gözetilmediğini, borç alım talebinin sadece hükmü şahıs ortaklardan talep edildiğini, diğer özel şahıs paydaşlardan talep edilmediğini, genel kurulda müzakere edilerek karara bağlanması gerekirken yönetim kurulu tarafından alınan karar, organ yetkisinin gasbı, eşit işlem ilkesine aykırı ve ortakların vazgeçilmez haklarını kısıtlayıcı nitelikte olduğunu, İstanbul 34. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/317 esas sayılı dava dosyasında sermaye artırımına esas teşkil eden yönetim kurulu kararının icrasının durdurulmasına yönelik ihtiyati tedbir kararı alındığını, bunun üzerine sermaye artışının durdurulduğunu, bu tedbir kararını dolanmak amacıyla sermaye artırımını konu olan genel kurul kararına itiraz etmeyen paydaşların sermaye taahhütleri kapsamında ödedikleri şirketin sermayesi haline gelen bedellerin davalı şirketçe iade edildiğini, akabinde aynı meblağa denk gelen bir borç alım talebinde bulunulduğunu, dava konusu yönetim kurulu kararlarının TTK.’nun 391/1.maddesi hükmüne açıkça aykırı olduğunu, ayrıca borç alma yoluyla TTK.’nun 480 ve 509. maddelerinin dolanıldığını, tefeciliği düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesine de aykırılık taşıdığını, diğer müvekkili …’ün ise dava konusu karara muhatabı olmamakla beraber müvekkili şirketin temsilcisi olarak dava konusu yönetim kurulunda haberdar olduğunu, dava konusu kararın müvekkili …’ün de haklarının ihlal ettiğinden davada davacı sıfatıyla yer aldığını ileri sürerek, davalı şirketin belirli ortaklardan borç alım talebine ilişkin 01/04/2014 tarihli, 12 nolu ve 07/04/2014 tarihli, 14 nolu yönetim kurulu kararlarının TTK.’nun 391. maddesi uyarınca batıl olduklarının tespiti ile butlanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, dava konusu yönetim kurulu kararları uyarınca işlemlerin gerçekleştirildiğini, davacının borç isteğini reddettiğinden bu davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını, öz sermaye miktarının istenen borç tutarından büyük olduğunu, örtülü sermayeden sözedilemeyeceğini, borç para işleminin suç teşkil etmediğini, müvekkili şirketin yatırım kararlarını uygulayabilmek ve rasyolarını güvence altına alabilmek yani faaliyetlerine devam edebilmek amacıyla üç büyük pay sahibinden borç istenmesine karar verildiğini, herhangi bir zorlamanın ya da pay sahiplerinin borçlandırılmasının sözkonusu olmadığını, bunun yerine finans kuruluşlarından kredi alınması halinde yüksek faiz oranlarına, çeşitli teminatlara, komisyon ve masraflara katlanılması gerektiğini, kaldı ki pay sahiplerine önerilen faizin piyasa koşullarına uygun olarak belirlenmediğini, bu hususta bağımsız denetim ve mali müşavirlik şirketinden rapor alındığını, davacının açmış olduğu İstanbul 34. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/317 E. sayılı dosyasında verilen tebdir kararın şirkete tebliğinden önce sermaye taahhütlerinin tamamının ödemiş pay sahiplerinin ödedikleri miktarın %75’ini tedbir kararı uyarınca pay sahiplerine zorunlu olarak iade edildiğini, bunun üzerine ihtiyaç duyulan nakdin en az seviyede karşılanması için bu yola başvurulduğunu, dava konusu yönetim kurulu kararlarının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARAR ÖZETİ
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davalı şirketin 31/10/2013 tarihli genel kurulunda sermaye artırımı kararı aleyhine karara muhalif kalan azınlık ortakları tarafından iptal davasının yanısıra rüçhan haklarının kullanılmasına ve bakiye sermaye taahhüdü borçlarının ödenmesine ilişkin davalı şirketin yönetim kurulunun 31/10/2013 tarih ve 27 sayılı kararının butlanının tespiti ve yürütülmesinin tedbir yoluyla durdurulması istemli dava açıldığı, anılan davada bakiye %75 sermaye borçlarının ödenmesinin tedbir yoluyla durdurulmasına karar verildiği, bunun üzerine davalı şirket yönetim kurulunun sermaye artırımı ile amaçladığı nakit ihtiyacını karşılamak üzere işbu davanın konusu olan 01/4/2014 tarih 12 ve 7/4/2014 tarih 14 sayılı yönetim kurulu kararlarını alarak borç talebiyle şirketin üç büyük ortağına başvurmayı uygun gördüğü, davalı şirketin finansman ihtiyacını sağlamak üzere ortaklarından ödünç para alma işleminde konuyla ilgili ceza yargılamasında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Ceza Dairesinin kararında da bahsedildiği üzere, BK.’ nun 386-392. maddelerine göre şirketin ödünç para alabileceği, TTK.’ nun 358. maddesinde de şirketin kendi ortaklarından borç para alabileceği, yine TTK.’nun 395/3. maddesinde ise şirketler topluluğuna dair şirketlerin birbirine kefil olup garanti verecekleri hükmünün yer alması nedeniyle, alınan kararın şirketin sermaye yapısını bozmayacağı ayrıca borç para veren ortakların kredi kurumu yada finansman kurumu olmamaları nedeniyle dolar bazında borç vermelerini engelleyen yasa maddesi bulunmadığı, dava konusu kararların batıl olmadığı, bu borç para alışverişinde şirket zarara uğramış ise uygulanacak maddelerin TTK.’nun 553 ve devamı maddeleri olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davacılar vekilinin istinaf sebeplerinden özetle;
1-Dosyada yer alan ve müvekkili lehine olan 21.10.2016 tarihli ayrık görüş içerir bilirkişi ek raporu ve gerekse 15.06.2017 tarihli 2. ek bilirkişi raporunda belirtilen hususlar ile uzman görüşleri gözetilmeden karar verildiğini,
2-Döviz cinsi borç alımının Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki 32 Sayılı Kararının 17. maddesine aykırı olduğu gibi dava konusu yönetim kurulu kararlarının temsilcinin kendi kendisiyle işlem yapma yasağı kapsamında geçersiz, batıl olduğunu, başka bir ifadeyle davalı şirket üzerinde hakim ortak olan …A.Ş.’nin hakim ortakları …ve … aynı zamanda davalı şirketin yönetim kurulu üyeleri olup, davalı … ve …. A.Ş.’den borç alım talebi/önerisi adı altında zorladığını,
3-Finansman ihtiyacının banka yerine ortaklardan sağlanması nedeniyle şirketin yüksek faiz oranları üzerinden fazladan ödeme yapmasına neden olduğunu, bir başka ifadeyle borç alma işleminin esasen davalı şirketin özkaynaklarının müvekkili aleyhine olacak biçimde …gruplarına haksız aktarımı niteliğinde olduğunu, ortaklardan borç alınma nedeninin gerekçesinin kabul edilebilir olmadığını,
4-Davalı şirketin borç alım talebini yalnızca tüzel kişi pay sahiplerine yönelttiğini, gerçek kişi pay sahiplerine yöneltmediğini, kararların eşit işlem ve sermayenin korunması ilkelerine aykırı olduğunu,
5-Dava konusu kararlar alınırken TTK.’nun 393. maddesinde öngörülen müzakereye katılma yasağının ihlal edildiğini,
6-Ceza mahkemesince verilen beraat kararlarının dava konusu yönetim kurulu kararlarına ilişkin bağlayıcılığının bulunmadığını belirterek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasını, davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekilinin istinafa cevap dilekçesinde özetle; davacıların iddialarının mahkemece alınan bilirkişi raporlarında karşılandığını, dava konusu kararlarının batıl olmadığının açıkça tespit edildiğini, ortaklardan düşük faiz oranından ödünç para alındığını, kredi işleminin sözkonusu olmadığını, ceza yargılamasının beraat kararıyla sonuçlandığını, dava konusu kararların nisaba uygun olarak alındığını, kaldı ki, yargılama sırasında ileri sürülmeyen bu hususa iddianın genişletilmesi yasağı kapsamında muvafakat edilmediğini belirterek istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini istemiştir.
GEREKÇE
Dava, davalı şirketin 01/04/2014 tarih 12 ve 07/04/2014 tarih 14 sayılı yönetim kurulu kararlarının TTK.’nun 391.maddesi gereğince batıl olduğunun tespiti ile butlanına karar verilmesini talebine ilişkindir.
Yönetim kurulu kararlarının batıl olduğu iddiası batıl yönetim kurulu kararı sebebiyle menfaati zedelenen herkes tarafından ileri sürülebilir. Başka bir ifadeyle yönetim kurulu kararlarının hükümsüzlük sebeplerinin etki alanı içerisinde bulunan ve söz konusu yönetim kurulu kararı sebebiyle menfaatleri zedelenen herkes butlan iddiasını ileri sürebilir. Bu bağlamda davacı gerçek kişininde de işbu davayı açmakta hukuki menfaatinin dolayısıyla aktif husumet ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekir.
Somut olayda, davalı şirketin sermaye artırımına konu genel kurul kararı hakkında iptal davası açıldığı, ayrıca rüçhan hakların kullanılmasına ve bakiye sermaye taahhüdü borçlarının ödenmesine ilişkin davalı şirketin yönetim kurulunun 31/10/2013 tarih ve 27 sayılı kararının butlanının tespiti ve yürütülmesinin tedbir yoluyla durdurulması istemli davada bakiye %75 sermaye borçlarının ödenmesinin tedbir yoluyla durdurulması karar verildiği, bunun üzerine davalı şirkete sermaye artırımı sonucunda beklenen nakit girişinin karşılanması amacıyla davalı şirket yönetim kurulunca alınan 01/04/2014 tarih 12 ve 07/04/2014 tarih 14 sayılı kararlarıyla şirketin hakim üç büyük tüzel kişi ortağına borç alımı önerisinde bulunulmuş, bu öneri davacı şirket dışındaki diğer iki ortak tarafından kabul edilmiştir.
HMK.’nun 266. maddesine göre, mahkeme taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. HMK.’nun 282. maddesi uyarınca ise, hakim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. Dolayısıyla, bilirkişi incelemesi ve raporu takdiri delillerden olup hakimi bağlamamaktadır.
Davaya konu 01/04/2014 tarih 12. nolu yönetim kurulu kararında; “… (1) Şirketimizin yatırım kararlarını uygulayabilmek ve Şirketimizin likitide rasyolarını güvence altına almak amacıyla iki yıl vadeli borç alınmasına, (2) Anılan borcun bir banka yerine ana hissedarlarımız … Holding AŞ’den her bir hissedarın şirketimiz sermayesindeki pay oranında ve her bir hissedardan 25.000.000 TL ve 25.000.000 Amerikan Doları olmak üzere toplam 75.000.000 TL ve 75.000.000 Amerikan Doları borç alınması yolu ile temin edilmesine; (3) Şirketimizin erken geri ödeme hakkı da saklı kalmak kaydıyla yukarıda 2. maddede anılan borç vadesinin 2 yıl olmasına; uygulanacak adil ve makul faiz oranının belirlenmesi için … A.Ş.’nin emsal faiz oranını değerlendirilmek üzere yetkilendirmesine” karar verilmiştir.
07/04/2014 tarih 14.nolu yönetim kurulu kararında ise; “…(1) Yönetim Kurulumuzun 1 Nisan 2014 tarih ve 12 sayılı kararına istinaden ana hissedarlarımızdan Şirketimiz sermayesindeki payları oranında talep edilecek toplam 75.000.000 Amerikan Doları ve 75.000.000 Türk Lirası borç tutarına uygulanacak adil ve makul faiz oranının … AŞ tarafından belirlenen emsal sabit fiyat faiz aralığında kalınarak TL borç tutarları için yıllık 15,25 ve Amerikan Doları borç tutarları için yıllık 5,75 sabit faiz oranının belirlenmesine, (2) Şirketimizin erken geri ödeme hakkı da saklı kalmak kaydı ile anılan borç vadesinin 2 yıl olmasına ve tahakkuk edecek faizin anapara geri ödeme tarihinde ödenmesine, (3) Ana hissedarlarımız … A.Ş. ve …’den şirketimiz sermayesindeki payları oranında be her bir hissedardan 25.000.000 TL ve 25.000.000 Amerikan Dolarına kadar olmak üzere borç alınmasına, (4) işbu karara konu borç talebimizin ve koşullarının anılan hissedarlarımıza yazılı olarak bildirilmesine ve en geç 1 Mayıs 2014 tarihine kadar bu talebimize karşı şirketimize borç verip vermeyeceklerinin şirketimize bildirilmesinin, ayrıca anılan borç tutarının en geç 9 Mayıs 2014 tarihine kadar şirketimize ödenmesinin talep edilmesine, (5) Şirketimize yukarıda anılan miktarda ve yine yukarıda anılan koşullarda borç vermek isteyen ana hissedarlarımızın yerine diğer ana hissedarlara müracaat edilmesine” karar verilmiştir.
Yönetim kurulu kararlarının butlanı halleri, sınırlı sayı ilkesine tabi olmamak üzere düzenlemiştir. TTK.m.391 incelendiğinde, yönetim kurulu kararlarının butlanına yol açacak hukuka aykırılıkların örnekleme yoluyla belirlendiği görülecektir. Anılan maddeye göre; eşit işlem ilkesine aykırı olan, anonim şirketin temel yapısına uymayan, sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen, pay sahiplerinin haklarını ihlal eden ya da bunların kullanılmasını güçleştiren veya kısıtlayan, diğer organların devredilmez yetkilerine giren konularda ya da bunların devrine ilişkin yönetim kurulu kararları batıldır. Bu anlamda, sözleşme özgürlüğünün genel sınırı niteliğindeki TBK.m.27 de göz önünde bulundurularak hukuki değerlendirme yapılmalıdır ( …, Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Kararlarının Butlanı, Eylül 2013, Vedat Kitapçılık, sf 69 vd.).
Yönetim kurulu, şirketi idare ve temsil ile vazifeli olduğundan kanun ve esas sözleşme uyarınca genel kurulun yetkisinde bulunanlar dışında, şirketin işletme konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli olan her çeşit işlem hakkında karar almaya yetkilidir (TTK m. 374). Bu bağlamda üretim, yatırım ve finans politikalarını belirleme yetkisi, şirketin ne zaman ve ne oranda borç alması gerektiğine karar verme yetkisi, kural olarak ve esas sözleşmede aksine bir düzenleme olmadığı sürece, yönetim kuruluna aittir.
Ortakların borçlanma yasağını düzenleyen 358. maddede, pay sahiplerinin yalnızca “şirkete borçlanmaları ”ndan söz edilmiştir. Dolayısıyla bu hükmün mefhumu muhalifinden , pay sahiplerinin “şirketten alacaklı” olduğu durumlarda bu yasağın gündeme gelmeyeceği sonucu çıkmaktadır (…r, Yeni Türk Ticaret Kanunu ile Getirilen Bir Yenilik: “Pay Sahiplerinin (Ortakların) Şirkete Borçlanma Yasağı” (TTK.m.358), sf 107 vd.).
Diğer taraftan Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17. maddesinde, şirketin kendi ortakları, ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek ve tüzel kişiler, idaresi, murakabesi veya sermayesi bakımından vasıtalı vasıtasız olarak bağlı bulunduğu veya nüfuzu altında bulundurduğu gerçek ve tüzel kişiler ile olan münasebetlerinde emsaline göre göze çarpacak derecede yüksek veya düşük faiz ve komisyonlarda ödünç para alır veya verirse, kazancın tamamen veya kısmen örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı açıklanmıştır. Kanun, bu tür faiz uygulamalarının yapılabileceğini, ancak fahiş faiz kararlaştırılması halinde, bunun vergilendirme açısından örtülü kazanç aktarımı kabul edileceğini öngörmüştür.
Bu açıklamalar ışığında pay sahipleri, ortağı oldukları şirkete borçlanamayacakları halde, şirketten alacaklı olabileceklerdir.
Somut olayda, dava konusu yönetim kurulu kararlarıyla belirlenen koşul ve şartlarda şirketin üç hakim ortağından ödünç para alınmasına yönelik icapta bulunulmasının karara bağlandığı gözetildiğinde, şirkete borç vermenin ortaksal bir yükümlülük değil, ortak sıfatıyla rızai olarak oluşan bir işlem olduğundan, eşit işlem ilkesine aykırılıktan sözedilemez. Öte yandan nitelik veya nicelik itibariyle farklı pay gruplarının oluşturularak bu pay grupları için farklı uygulamalara gidilmesi eşit işlem ilkesine aykırılık oluşturmaz. Ancak bu farklı gruplara dahil olan pay sahipleri arasında eşit işlem ilkesine aykırılık sonucunu doğuracak şekilde kararlar alınamaz. Kaldı ki, alınan kararda, diğer pay sahiplerinden ödünç kabul edilmeyeceği anlamı da çıkarılamaz. Yönetim kurulu kararı bir icapta bulunmaktan ibarettir. Eşit işlem ilkesine aykırılık sebebi ile hakları zedelenen pay sahipleri ya da şirket alacaklıları butlanın tespitini dava edebilir. Bu durumda, ödünç para alınmasına yönelik teklifin davacı şirketin de içinde bulunduğu eşit pay oranlarına haiz hakim üç ortak şirkete yapılmış olmasından dolayı, bu yöndeki istinaf sebebi yerinde değildir.
Davalı şirket için ihtiyaç duyulan finansman kaynağının finans kuruluşları yerine ortaklardan karz akdi kurulması yoluyla faizle borç para alınarak sağlanmasının, şirketin cirosu, varlığı ve bilanço kârı gibi verileri ışığında, bir zarar olarak düşünülse de bu bağlamda TTK.m. 391(lb) anlamında sermayenin korunması ilkesini zedelemediği sonuç ve kanaatine varılmıştır. Şayet bu zarar yönetim kurulunun kusuruna bağlanabiliyorsa, TTK.m. 553 vd. hükümlerine göre, sorumluluk davasına konu yapılabilir.
Yönetim kurulu üyelerinin toplantı ve müzakerelere katılma yasağını düzenleyen kanun hükümleri, 6102 Sayılı TTK.’da aynı şekilde muhafaza edilmiştir. 6102 Sayılı TTK. m. 393 hükmüne göre, “Yönetim kurulu üyesi, kendisinin şirket dışı kişisel menfaatiyle veya alt ve üst soyundan birinin ya da eşinin yahut üçüncü derece dahil üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından birinin, kişisel ve şirket dışı menfaatiyle şirketin menfaatinin çalıştığı konulara ilişkin müzakere katılamaz”. Toplantı ve müzakere yasağına aykırılığın yaptırımı ise aynı maddenin bir somaki fıkrasında belirlenmiştir. TTK. m. 393/2 hükmü, “Bu hükümlere aykırı hareket eden yönetim kurulu üyesi ve menfaat çatışması nesnel olarak varken ve biliniyorken ilgili üyenin toplantıya katılmasına itiraz etmeyen üyeler ve söz konusu üyenin toplantıya katılması yönünde karar alan yönetim kurulu üyeleri bu sebeple şirketin uğradığı zararı tazminle yükümlüdürler” kuralını getirmiştir. Müzakerelere katılma yasağını düzenleyen hükümlerin amacı yalnızca anonim şirketin karşılaşması muhtemel bir zarardan korunması olup; alınan kararların butlan yaptırımına tabi tutulması değildir. Zira, kanun koyucu butlan yaptırımını uygulamak isteseydi tazminat sorumluluğunu öngören hükme kanunda yer vermezdi (…, Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Müzakerelere Katılına Yasağına (TTK 332) Aykınlığın Yaptırımı Nedir?”, Batider C. XXVI Sayı:4, Yıl: 2010. sf 11 vd.).
Açıklanan bu hususlar doğrultusunda dava konusu yönetim kurulu kararları yönünden butlan koşulları mevcut olmayıp ilk derece mahkemesi kararı ve gerekçesi yerinde görüldüğünden, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, davacılar vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmediğinden, HMK 353/1.b.1.maddesi uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
HÜKÜM :Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1-HMK 353/1.b.1.maddesi uyarınca, istinaf başvurusunun esastan reddine,
2-Davacılar tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye irad kaydına,
3-Davacılar tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,
5-Dosyanın, karar kesinleştiktensonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;
HMK 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 27/09/2018 tarihinde oybirliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.
KANUN YOL :HMK 361.maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın taraf vekillerine tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açıktır.