Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2018/1003 E. 2019/397 K. 14.03.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2018/1003
KARAR NO : 2019/397
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi
NUMARASI : 2014/1181 Esas- 2018/183 Karar
KARAR TARİHİ:16/02/2018
DAVA : Alacak
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı süresi içinde davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı …’in, İstanbul Ticaret Odası’nın … sicil numarasında kayıtlı … San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin ortakları olduğunu, şirket ortakları arasındaki ticari ilişki sebebiyle 21.11.2008 tarihinde şirket ortaklarınca alınan 9 nolu karar ile müvekkilin davalıya 70.000 USD verdiğini, davalı tarafından alınan 70.000,00 USD müvekkiline geri ödendiğinde tekrar karar ve imza altına alınacağı belirtildiğini, karar tarihinden itibaren aradan uzun bir süre geçmesine rağmen davalı tarafın müvekkilinden aldığı bedeli iade etmediğini, davalı tarafa ilgili bedelin iadesinin yapılması için bildirimde bulunulmasına rağmen iade işleminin gerçekleştirilmemesi üzerine Gaziosmanpaşa …. İcra Müdürlüğünün …E. sayılı dosyası ile icra takibine geçildiğini, gönderilen ödeme emrine davalı tarafça süresi içinde itiraz edilerek takibin durdurulduğunu, belirterek, müvekkiline iade edilmesi kararlaştırıldığı halde iade edilmeyen 70.000,00 USD’nin icra takip tarihi olan 15.10.2010 tarihinden itibaren devlet bankalarınca bir yıllık USD mevduatına uygulanan en yüksek faizi ile birlikte tahsiline, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili savunmasında özetle; müvekkilinin 2003 yılında….San. ve Tic. Ltd. Şti.’yi kurduğunu, davacının 2008 yılında müvekkilinin şirketine ortak olmak için müvekkiline teklifte bulunduğunu, müvekkilin de davacının talebini olumlu karşılamış olup davacıyı şirketine % 50 ortak ettiğini, davacının ortak olması üzerine müvekkilinin diğer ortağı … ortaklıktan çıktığını, davacı yan şirkete ortak olmanın karşılığı olarak şirkete 70.000 USD’yi 28.11.2008 tarihinde ortaklık bedeli olarak ödediğini, iş bu paranın şirkete sermaye olarak koyulduğunu, karşılığında şirketin %50’sini satın almış ve şirkete ortak olduğunu, yani verilen iş bu bedelin iddia edildiği gibi müvekkiline borç olarak verilmediğini, davacının verdiği paranın karşılığı olarak mal (şirket hissesi-ortaklık) aldığını, verilen paranın karar defterine yazılma sebebinin de bundan olduğunu, verilen iş bu bedelde davacı ile birlikte şirketin mevcut harcamalarına kullanıldığını, davacı yanın eğer bir alacağı var ise- ki kesinlikle kabul etmediklerini- davayı müvekkiline değil de şirkete yöneltmesi gerektiğini, şahıslar arasında alacak borç münasebetlerinde senet düzenleneceğini, sözleşme yapılacağını, şahısların alacak ve ödemelerinin şirket karar defterine kesinlikle yazılmayacağını, karar defterine geri ödendiğinde denmesinin sebebi ise davacının ortaklıktan vazgeçmesi durumunda (45 gün cayma süresi kararlaştırılmıştır) almış olduğu %50 hisseyi geri verecek olup ödediği bedeli şirketten geri alabilmesi için geri ödendiğinde ibaresi yazıldığını, davacının şirket ortaklığını sona erdirmeyip ortaklığını devam ettirdiğini, daha sonra müvekkili ile birlikte şirketi tasfiye ettiklerini, davacının Azeri vatandaşı olup şirket tasfiye olmadan önce Rusya’da pazarı olduğunu, müvekkilinin mal göndermesi halinde büyük kâr edileceği vaadinde bulunarak şirketin 130.000 USD civarında gönderilen malını Bakü’de uhdesinde tutup müvekkiline vermediğini, bunun üzerine bir de alacak talebinde bulunduğunu, davacının, davalıyı ciddi şekilde mağdur ettiğini belirterek, davanın reddine, mahkeme masraflarıyla ücreti vekaletin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ İlk Derece Mahkemesi 16/02/2018 tarihli, 2014/1181 Esas- 2018/183 Karar sayılı kararında, “…Bilirkişi raporu tüm dosya kapsamı itibariyle birlikte değerlendirildiğinde bilirkişi raporu mahkememizce yeterli görülüp itibar edildiği, davanın açıldığı tarihte zamanaşımının dolmadığı, davacı tarafın alacağının varlığını senet ile ispat ettiği, davalının borç taahhüdünde bir vadenin bulunmaması sebebiyle ödemeden kaçınabileceği yönündeki iddialarının dayanaksız olduğu, bu kapsamda davalı taraf aksini gösterir bir delil sunmadığından yazılı borç taahhüdü esas alınarak davanın kabulüne, 70.000,00 USD nin 15/10/2010 tarihinden itibaren 3095 sayılı yasanın 4/a maddesi gereğince işleyecek faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle, davanın kabulüne, 70.000,00 USD nin 15/10/2010 tarihinden itibaren 3095 sayılı yasanın 4/a maddesi gereğince işleyecek temerrüt faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.Bu karara karşı davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle: Davanın, şirket ortakları arasındaki hukuki ilişkiden kaynaklandığını, dolayısıyla davacının, davayı müvekkiline değil de şirkete yöneltmesi gerektiğini, bu konudaki haklı itirazın kabul edilmemiş olması nedeniyle mahkeme kararı açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, zamanaşımı itirazına rağmen mahkemenin bu konudaki red kararının isabetli olmadığını, davacının da hukuki ilişkinin şirket ortaklığından kaynaklandığını dava dilekçesinde kabul ettiğini, yasa gereği beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu konudaki itirazlarının reddedilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, İddia olunan alacağın şekil şartının mevcut olmadığını, mahkemenin, şirket ortaklığına ilişkin bir kararı, şahsi borç sonucunu doğuran bir senet hükmünde kabul etmesinin hukuki olmadığını, borç taahhüdünün belli bir meblağın üzerinde olması durumunda senet ile ispatını öngören yasal zorunluluğu yerine getirilmediğini, bilirkişinin hukuki değerlendirmesi hakim açısından bağlayıcı olmadığını, mahkemenin, bilirkişinin yanlış tespitine uyarak karar vermiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, ortada hukuken geçerli bir yazılı borç taahüdü bulunmadığını, esasen bir borçlandırıcı işlem de olmadığını, şirket ortakları arasında, şirket ilişkisi sebebi ile, şirket ile ilgili, şirket karar defterine bağlı bir hukuki işlem olduğunu, hukuken var olmayan bir yazılı borç taahüdüne karşı aksini gösterir bir delil istemenin mümkün olmadığını, buna rağmen konunun şirket hisse devrine ilişkin olduğunu, hisse devir tarihi ile şirketin kuruluşundaki sermaye miktarı arasındaki artan değerin gözetilmesi gerektiğinin taraflarınca dile getirildiğini, ancak mahkemenin bilirkişinin hatalı hukuki değerlendirmesini tek başına yeterli gördüğünü ve neticede isabetsiz bir hüküm kurduğunu, vade belirlemenin yasal bir zorunluluk olduğunu kastetmediklerini, bu anlamda vadenin belirlenmemiş olması da ortada esasen şahsi borçlandırıcı bir işlemin olmadığını gösterdiğini, şirket ortaklığını ilgilendiren bir hukuki işlem olduğundan karar defteri ile tespiti edildiğini,Açıklanan bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE Davacı tarafından davalıya borç olarak verildiği ileri sürülen 70.000 USD’nin davalıdan tahsili istemli açılan alacak davasında, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın kabulüne karar verildiği, karara karşı davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulduğu anlaşılmaktadır. İstinaf incelemesi HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır. Davacı, alacağın dayanağı ve delili olarak taraflar arasında 21.01.2008 tarihinde imzalanan dava dışı şirketin 9 nolu ortaklar kurulu karar içeriğini göstermektedir. Davalı ise kararda belirtilen ve davacı tarafından verilen tutarın dava dışı şirkete verildiğinin ve hisse devir bedeli olarak kabulünün gerektiğini ileri sürmektedir. 21.08.2008 tarihli ortaklar kurulu kararının 9 maddesinde yapılan incelemede, bilirkişi rapor içeriğinde de vurgulandığı üzere; davalının şirket müdürü olup (şirketi temsile yetkili) davalı tarafından atılan imzanın dava dışı şirket adına atılı imza olmadığı, karar metninde mevzuun mahiyeti ve hulasası yazılan bölümünde, davacının davalıya nakit ödemesi hakkında şeklinde belirlemenin yapılmış olduğu, buna göre davacı tarafından şirkete yapılan bir ödemeden bahsedilmediği, kaldı ki dava dışı şirket defter ve kayıtlarında yapılan incelemede de buna ilişkin bir tespit ve bulguya rastlanmadığı, davacıya davalı tarafından İstanbul …. Noterliğinin 21.11.2008 tarihli yapılan hisse devir sözleşmesi içeriğinden, davalının davacıya devrettiği hisse bedelinin nakten ve defaten ödendiği, bir borcun kalmadığının belirtildiği gözetildiğinde, davalı vekilinin dava konusu tutarın şirket hisse devir bedeli olarak ve şirkete verilen tutar olup, uyuşmazlığın şirket ve şirket ortakları arasındaki hukuki ilişkiden kaynaklı olduğu, müvekkilinin borçtan şahsen sorumlu görülemeyeceği yönündeki istinaf nedenleri yerinde değildir.Davacının alacağına dayanak ve delil olarak gösterdiği 21.08.2018 tarihli ortaklar kurulu kararı altındaki imza davalı yanın kabulünde olmakla senetle, yazılı ispat zorunluluğunun yerine getirilmiş olduğu anlaşılmakla, bu yönündeki davalı istinafı da yerinde değildir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın yukarıda açıklamalar ışığında şirket ve şirket ortakları arasında ortaklık ilişkisinden kaynaklı olmadığı, karz sözleşmesinden kaynaklı olup on yıllık zamanaşımı süresi içinde davanın açıldığı, kaldı ki somut uyuşmazlıkta bilirkişi raporundaki tespitler ışığında karar gerekçesinde açıklandığı üzere, davacının davalı aleyhine 15.10.2010 tarihinde dava konusu alacak için icra takibi başlattığı, bu takiple zamanaşımı süresinin kesildiği de dikkate alındığında, eski BK’nın 125-133-135, yeni TBK’nın 146-154/2-156. maddeleri uyarınca davanın zamanaşımı süresinde açıldığı sonucuna ulaşılmakla, davalı vekilinin zaman aşımına ilişkin istinaf nedeni yerinde değildir.İlk derece mahkemesi karar ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;1-HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davalının istinaf başvurusunun esastan reddine, 2-Davalı tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının Hazineye irad kaydına,3-Bakiye 8.137,96 TL nispi istinaf harcının davalıdan tahsiline, Hazineye irad kaydına, 4-Davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvuru için yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,5-Duruşma açılmadığından avukatlık ücreti tayinine yer olmadığına,6-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,7-Dosyanın, karar kesinleştikten sonra, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;HMK’nın 3531.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 14.03.2019 tarihinde, oy birliğiyle ve temyizi kabil olmak üzere karar verildi.