Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi 2017/975 E. 2018/485 K. 10.05.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2017/975
KARAR NO : 2018/485
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/05/2017
NUMARASI : 2013/442 2017/422
DAVANIN KONUSU : Alacak (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin Türkiye’de önde gelen birçok TV kanalı tarafından, Avrupa ülkelerinde ve İsrail’de faaliyet gösteren operatör dağıtıcılarla, kablo, uydu, dijital yayınlar platformlar üzerinden dağıtım ve yayımının sağlanması hususunda acente olarak tayin edildiğini, bu bölgelerde bulunan operatörler ile müvekkilinin sözleşme imzalaması için görüşmeler yapmak üzere davalı ile aralarında ayrıca sözleşme imzalandığını, üçüncü şahıslarla imzalanacak sözleşme konusunda müvekkili adına davalıya para tahsil etme yetkisi verildiğini, tahsil edilecek miktarın %50’sinin müvekkiline, %50’sinin ise davalıya ait olacağını ve müvekkiline düşen miktarın fatura karşılığında ödeneceğinin kararlaştırıldığını, 2004 yılından 2012 yılının sonuna kadar elde edilen gelirlerin davalı tarafından müvekkiline ödendiğini, ancak 2012 yılının son üç aylık dönemi ile 2013 yılının 1.ve 2.üçer aylık dönemlerine ait ücretlerin davalı tarafından tahsil edilmesine rağmen müvekkiline ödenmediğini, bu dönemlere ilişkin müvekkilinin davalıdan 658.140,13 Euro ve 18.261,50 USD alacağının bulunduğunu belirterek bu miktarın davalının temerrüde düştüğü tarihten itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile; müvekkili ile davacı arasındaki ilişkinin 2004 yılında başladığını, Türkiye’de faaliyet gösteren kanalların avrupa ülkeleri ve İsrail’deki kablo TV üzerinden yayınlanması için ortaklık ilişkisi kurulduğunu, hak edilecek ücretin yarı oranında paylaşılacağını, 2013 yılı içerisinde davacının yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve kusurlu davranması sebebiyle ilişkinin çekilmez hale geldiğini, ortaklık ilişkisini geliştirmek amacıyla ABD ile Avustralya’da birlikte yatırım yapma konusunda anlaştıklarını, ancak davacının tutumu sebebiyle bu işten zarar ettiklerini, davacının bu iki ülkedeki masraflara katılmaması sebebiyle ticari ilişkinin 08.10.2013 tarihinde feshedildiğini, davanın alacak davası olmayıp adi ortaklığın feshi neticesinde tasfiye payına ilişkin olduğunu, davacının kusurlu davranışı sebebiyle bir kısım TV kanallarının davacıyla sözleşmesini feshettiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin 7. maddesi gereğince, Brüksel Mahkemelerinin yetkili olduğunu, bu sebeple yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, bu taleplerinin kabul görmemesi halinde uyuşmazlığa Hollanda Hukukunun uygulanmasını talep ettiklerini, davacının gösterdiği fatura içeriklerine itiraz ettiklerini belirterek taraflar arasındaki ilişkinin adi ortaklık ilişkisi olması sebebiyle öncelikle davanın bu sebeple reddine, ortaklığın feshine, Amerika’da ve Avustralya’da adi ortaklık adına müvekkili tarafından gerçekleştirilen yatırımlar için yapılan harcamaların göz önüne alınmasına ve alacaktan düşülmesine, tasfiye payının bu şekilde belirlenerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemenin iş bu dava dosyası ile birleşen 2017/612 Esas sayılı dava dosyasında davacı vekili dava dilekçesi ile; 2017/975 Esas sayılı dosyasındaki iddialarını tekrarlayarak, taraflar arasındaki sözleşmenin 08.11.2013 tarihli ihtarnameyle feshedildiğini, fesih tarihinden sonra davalı tarafından müvekkilinin bazı operatörlerden tahsil ettiği miktarları müvekkiline ödemediğini, bu sebeple 16.05.2014 tarihli faturanın tanzim edilerek davalıya gönderildiğini, ancak davalının faturayı hiçbir gerekçe göstermeden iade ettiğini belirterek bu miktarın temerrüt tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili iş bu dosyadaki cevap dilekçesi ile; taraflar arasındaki ilişkinin gelir paylaşımı esasına dayandığını ve adi ortaklık ilişkisi kurulduğunu, mahkemenin yetkisine itiraz ettiklerini, Brüksel Mahkemesinin yetkili olduğunu, uyuşmazlığa Hollanda Hukukunun uygulanması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemenin iş bu dosyası ile birleşen 2013/518 Esas sayılı dava dosyasında davacı vekili dava dilekçesi ile; ana dosyadaki iddialarını tekrar ederek, sözleşmenin feshi tarihinden sonra 2013 yılının 3. aylık dönemine ilişkin alacaklarının ödenmemesi üzerine alacaklarına karşılık 215.224,77 Euro ve 6.335,75 Usd değerinde fatura keşide ederek davalıya gönderdiklerini, 2013 Yılının 4. çeyreğine ilişkin doğmuş alacaklarının da bulunduğunu, bunun da ödenmediğini belirterek 2013 yılının 3. aylık dönemine ilişkin 215.224,77 Euro ve 6.335,75 Usd’nin ve 2013 Yılının 4. çeyreğine ilişkin alacaklarının ise fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla 10.000,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 24.06.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile, 2013/518 Esas sayılı dava dosyasında müvekkilinin davalıdan olan alacağının tam olarak belirlenememesi sebebiyle 10.000,00 TL üzerinden belirsiz alacak davası açtıklarını, bu miktarın açıklığa kavuştuğunu, dava tarihi olan 31.12.2013 itibariyle davalı tarafından tahsil edilen ancak müvekkiline ödenmeyen 339.395,93 Euro alacaklarının bulunduğunu belirterek, bu konudaki alacak miktarını 989.848,23 TL’ye yükseltmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARI
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunucunda; taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin içeriği ve uygulanış biçimi dikkate alındığında, sözleşmenin acentelik sözleşmesi olduğu, taraflar arasındaki ticari ilişkinin adi ortaklık şeklinde tezahür etmediği, davalı, Avustralya’da yapılan yatırım masraflarına davacının katlanması gerektiğini ileri sürmüş ise de, sözleşmede her iki tarafın yapacağı masraflara kendilerinin katlanacağının belirlendiği, bu sebeple davalının savunmasına itibar edilmediği, Avustralya’da yatırım için masraf yapmış ise bu alacağı için dava açabileceği, davalının bu masraf kaleminin sözleşme kapsamında kalmadığı gerekçesiyle herhangi bir araştırma yapılmadığı, davalının yurt dışındaki abonelerden tahsil ettiği ücretin %50’lik kısmının davacıya ait olduğu, dosyadaki fatura ve belgeler ile son bilirkişi heyetinin raporunda da belirtildiği üzere davacının davalıdan alacaklı olduğu, davalı söz konusu borcun ödendiğine dair dosyaya bir delil sunmadığı gerekçesiyle ASIL VE BİRLEŞEN DAVALARIN KABULÜNE karar verilmiştir.
Bu karara karşı davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle;
Türkiye’deki kanalların yurt dışında yayın yapabilmesi için bu ülkelerdeki operatörlerle anlaşma yapmakta ve bu kanalların temsilcisi sıfatıyla yurt dışındaki operatörler ile sözleşme imzaladıklarını, davacı ile davalı arasındaki uyuşmazlığın taraflar arasındaki ilişkinin mahiyetinin ne olduğu konusunda toplandığını,
Davalının, yabancı televizyon kanallarının, kablo şirketi, uydu işletmecileri ve yayın kuruluşlarına dağıtım alanında, 1997 yılından itibaren kanalların sinyallerinin yurt dışındaki abonelerine aktarımı işini yaptığını, davacının ise Türkiye’de .. ….’yi temsil etttiğini,
Tarafların görüşmeleri sonucunda dosyada mübrez imzasız yazılı sözleşme koşulları üzerinde anlaşmaya varıldığını, davacının Türk kanallarını temsil ettiğini, Avrupa pazarında dağıtım sözleşmesi yapılması hakkının ise müvekkiline verildiğini ve bunun şart olduğunu, hangi TV kanalının, hangi ülkede, hangi fiyata pazara sunulacağının taraflarca kararlaştırıldığını, ödemelerin ise ortak hesaba yatırıldığını ve ilgili Türk kanalına ödeme yapıldıktan sonra bakiye miktarın taraflar arasında eşit bir şekilde paylaşıldığını,
2004 yılından itibaren ortaklar ilişkisinin sona erdiği döneme kadar davacının, korsanla mücadele konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmediğini, davacının usulüne uygun fatura kesmediğini, davacının başka adımlar da atması sebebiyle akabinde sözleşmenin feshedildiğini,
5718 sayılı Yasa’nın 47.maddesi gereğince, taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan veya borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabileceklerini, yetki anlaşmasının yazılı bir şekilde ispatının yeterli olduğunu, imzasız yazılı sözleşme ile Büksel Mahkemesinin yetkili kılındığını, yazılılık şartının geçerlilik şartı olmayıp ispat şartı olduğunu, başka belgelerle de bu durumun ispat edilebileceğini, tarafların uzun süre bu sözleşme hükümlerine riayet ettiklerinden sözleşmenin yazılı bir hale geldiğini, böylece yazılılık şartının ispat edilmiş olduğunu, bu kapsamda ilk derece mahkemesinin yetkisizlik kararı vererek dosyayı, Brüksel Mahkemelerine göndermesi gerektiğini,
Yetki itirazının reddi halinde dahi uyuşmazlığa Hollanda Hukukunun uygulanması gerektiğini, MÖHUK’un 24. maddesinde seçimlik hak tanındığını, taraflar arasındaki sözleşmenin 7. maddesi gereğince tarafların Türk Hukuku dışında başka bir hukuk seçimi yapmak istediklerinin açık olduğunu, bu sebeple uyuşmazlığa Hollanda Hukuku’nun uygulanması gerektiğini,
Cevap dilekçelerinin ıslahı için süre talep etmelerine rağmen taleplerinin hükme bağlanmadığını, savunma haklarının ihlal edildiğini, ıslah hakkının kullanımının izne veya hakimin onayına tabi olmadığını, ıslahla mahsuba yönelik hesaplama için müvekkilinin alacakları konusunda daha detaylı belge sunmayı amaçladıklarını,
Mahkeme kararında delillerin tartışılmadığını, kararın gerekçesiz olduğunu, bilirkişi raporuna atıf yapıldığını,
Taraflar arasındaki ilişkinin acentelik olarak kabul edildiğini, oysa ki taraflar arasındaki ilişkinin adi ortaklık olduğunu, müvekkilinin davacı tarafından yetkilendirilmesinin söz konusu olmadığını, müvekkilinin taraf olmadığı sözleşmeler kapsamında yapılan tüm ödemelerin müvekkili şirketin kontrolündeki ortak hesaba aktarıldığını ve daha sonra %50-50 gelir paylaşımı yapıldığını, dolayısıyla taraflar arasındaki ilişkinin adi ortaklık olduğunu,
Müvekkilinin Avustralya’da yaptığı masraflarını talep etme hakkına ilişkin sundukları delillerin dikkate alınmadığını, Avustralya’da yapılan masraflardan kaynaklı alacaklarının ayrı bir dava konusu olacağına yönelik mahkeme gerekçesinin yerinde olmadığını, müvekkilinin davacıdan olan alacaklarını ileri sürebileceğini belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını, davaların reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE
Dosya kapsamına göre, davacı, Türk TV kanallarının Avrupa ülkelerinde ve İsrail’de yayın haklarına sahip müşteri bulması ve bu müşteriler ile sözleşme yapma konusunda münhasır yetkiye sahiptir. Davalı ise, Türk TV kanallarının, yayın haklarını satın alabilecek yurt dışı yayın operatörleriyle ticari ilişki içerisindedir. Davalı, davacının dağıtımını yapacağı yayın hizmetlerinin alıcılarını bulmayı ve bunlarla sözleşme kurulmasını sağlamayı üstlenmiştir. Yani davalı bu ülkelerde sözleşme yapılacak operatörleri bularak davacı ile sözleşme yapmasına aracılık etmektedir.
Taraflar arasında sözleşme yapılması kararlaştırılmış ise de imzaları içerir bir sözleşme bulunmamaktadır. İmzasız olan 2005 tarihli bu sözleşme tarafların kabulündedir.
Davacı, 2013 ve 2014 yıllarında yapılan sözleşmelerden tahsil edilen gelirin hissesine düşen miktarın davalı tarafından kendisine ödenmediği gerekçesiyle iş bu davaları açmıştır.
5718 sayılı Yasa’nın 47.maddesinde, “Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde, taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi halinde geçerli olur”.
Aynı Yasa’nın 24/1.maddesinde, “Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tabidir. Sözleşme hükümlerinden veya halin şartlarından tereddüte yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir” düzenlemesi yer almaktadır.
Dosya içerisinde bulunan imzasız 2005 tarihli sözleşme başlıklı belgenin 7/1.maddesi uyarınca, iş bu sözleşmeye yalnızca Avrupa hukuku uygulanacaktır. Sözleşmenin 7/2. Maddesi uyarınca, sözleşmenin yorumu, uygulanması veya feshine ilişkin her türlü davalara bakmaya Brüksel Mahkemeleri münhasıran yetkilidir.
İş bu sözleşme tarafların imzalarını taşımadığından 5718 sayılı Yasa’nın 47.maddesi gereğince yetki sözleşmesi yazılı geçerlilik koşulunu taşımamaktadır. Zira yetki şartı ancak yazılı olarak yapılırsa geçerli olacaktır. Tarafların imzasız sözleşme kapsamında aralarındaki ticari ilişkilerini yürütmeleri yetki şartına geçerlilik kazandıramayacağı gibi taraflar arasında yapılan mail yazışmalarının da yetki sözleşmesine geçerlilik kazandırdığından söz edilemez.
Yine 5718 sayılı Yasa’nın 24.maddesi kapsamında taraflar arasında yazılı ve geçerli bir sözleşme bulunmamaktadır. Bu sebeple imzasız sözleşmesinin 7/1.maddesindeki “Avrupa hukuku uygulanacaktır” ifadesinin de somut olaya uygulanması mümkün değildir. Kaldı ki, sözleşme metninde Hollanda Hukuku’nun uygulanacağına dair bir ifade yer almayıp genel manada Avrupa Hukuku uygulanacaktır İfadesi kullanılmıştır. Avrupa Hukuku uygulanacaktır ifadesinden, Hollanda Hukuku’nun uyuşmazlığını çözümüne uygulanacağına dair bir hüküm çıkarılamaz. Bu sebeple davacının bu iki konuya (yetki ve uygulanacak hukuk) yönelik istinafı yerinde değildir.
Davalı, cevap dilekçesinin ıslahı için süre talep ettiklerini ancak ilk derece mahkemesince bu talepleri hakkında olumlu veya olumsuz karar vermediğini belirterek ilk derece mahkemesi kararını istinaf etmiştir. Davalı vekili 10.05.2017 tarihli celsede, savunmaları doğrultusunda bilançoların dayanağı olan hesapları sunmak üzere süre talep ettiği ve bu taleplerinin savunmanın genişletilmesi mahiyetinde olduğu için ıslah talebi olarak değerlendirilmesi gerektiği konusunda beyanda bulunmuştur. Davalı vekili bu celsede, açıkça ıslah için süre talep etmemiştir. Kaldı ki, istinaf dilekçesinde, davacının müvekkiline olan borçlarının alacaklarından mahsubu konusunda detaylı beyanda bulunmak ve mahsuba yönelik hesaplama için detaylı belge sunmak istediklerini beyan ettiğine göre, sözleşme kapsamında yaptığı masrafların ispatına yönelik belgeleri sunmak istemiştir. Zaten bu belgeler ve bilançolar davalı tarafından dosyaya sunulmuş ve bilirkişilerce incelenmiştir. Bu sebeple davalı vekilinin bu konudaki istinaf talebi de yerinde değildir.
Davalının aracılık ederek bulduğu operatörler ile davacı sözleşme yapmıştır. Bu sözleşmelerin bir kısmı dosyaya sunulmuş ve bilirkişilerce de incelenmiştir.
Davacı ile dava dışı üçüncü şirket arasında yapılan 16 Kasım 2012 tarihli sözleşmenin B.bendinde, davalı şirket, bu sözleşmeden doğan alacakları tahsil etmek üzere tek temsilci olarak yetkilendirilmiştir.
Davacı ile dava dışı üçüncü şirket arasında yapılan 24 Haziran 2009 tarihli sözleşmede, davalı şirket sözleşmenin hüküm ve şartlarını müzakere etmek için tek temsilci olarak yetkilendirilmiştir.
26 Mart 2008, 19 Ocak 2011, 01 Eylül 2010, 01 Mart 2008 ve 14 Ocak 2008 tarihli sözleşmelerde de davalı şirket davacının temsilcisi olarak yetkilendirilmiştir.
Davacının sözleşme yaptığı yurt dışı operatörleri, davalı tarafından aracılık edilerek bulunmuş ve davacı bu operatörler ile sözleşme yapmıştır. Bu sözleşmelerde davacı, sözleşmenin hüküm ve şartlarını müzakere etmek üzere davalıyı tek temsilci olarak yetkilendirmiştir.
Taraflar arasında imzasız sözleşmeye göre de, bu sözleşmelerden elde edilecek gelirin yarı oranında paylaşılacağı kararlaştırılmıştır. Bu durum taraflar arasında ihtilafsızdır.
TTK 102. maddesi uyarınca, ”Ticari mümessil, ticari vekil, satış memuru veya işletmenin çalışanı gibi işletmeye bağlı bir hukuki konuma sahip olmaksızın, bir sözleşmeye dayanarak belirli bir yer veya bölge içinde sürekli olarak ticari bir işletmeyi ilgilendiren sözleşmelerde aracılık etmeyi veya bunları o tacir adına yapmayı meslek edinen kimseye acente denir”.
Davalı, davacının dağıtım hakkına sahip olduğu kanallar bakımından bu hakların pazarlanması ve dağıtımına aracılık etmesi, bu konuda müzakere yapması konusunda aracılık yapmaktadır. Diğer bir ifadeyle davalı, davacının sözleşme yapacağı müşterileri bulmakta ve davacı da bu müşteriler ile yayın hakkının pazarlanması konusunda sözleşme yapmaktadır. Bu durumda davalının acente sıfatı ile hareket ettiğinin kabulü gerekir. Bu sebeple ilk derece mahkemesinin, taraflar arasındaki ticari ilişkiyi acentelik kapsamında değerlendirmesinde isabetsizlik yoktur.
Davacı, ortaklık ilişkisi çerçevesinde Amerika ve Avustralya’da yaptığı masrafların, alacağın hesaplanmasında dikkate alınmasını talep etmiştir. TTK 117. maddesine göre, acente ancak olağanüstü giderlerin ödenmesi isteyebilir. Taraflar arasındaki ilişki acentelik ilişkisi olduğuna göre, davacı sadece yükümlülüklerini yerine getirmek için yaptığı olağanüstü giderleri isteyebilir. Öncelikle davacı, Amerika ve Avustralya’da acentelik ilişkisi kapsamında olağan dışı masraf yaptığını ispat edememiştir. Davalı, Amerika ve Avustralya için davacı ile ayrı bir sözleşme yaptığını da ispat edememiştir. Taraflar arasında süre gelen ticari ilişki imzasız 2005 tarihli sözleşme kapsamında yürütüldüğü dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu sözleşmenin 2. maddesinin hükümlerine göre, davalının yaptığı bütün masraflardan kendisinin sorumlu olduğu kararlaştırılmıştır. Dolayısıyla davalı yaptığını iddia ettiği masrafları davalıdan isteyemez. İlk derece mahkemesinin bu konudaki red gerekçesi de isabetlidir.
Bilirkişi raporlarına göre, davacının ticari defterleri usulüne uygun tutulmuş ve birbirini teyit etmektedir. Ana dava ve birleşen dava dosyalarında dava konusu olan faturaların tamamı davacının ticari defterlerine kayıtıldır. Dava konusu olan faturalardan bir kısmı davalı tarafından düzenlenen iade faturasında da yer almaktadır. Alacağın miktarı ve hesaplanması konusunda davalının açıkça bir istinafı söz konusu değildir. HMK.’nın 355.maddesi gereğince istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, istinaf başvurusunun esastan reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere :
1-HMK 353/1.b.1.maddesi uyarınca, davalı vekilinin asıl ve birleşen davalara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine,
2- Davalı vekili tarafından yatırılan istinaf başvuru harçlarının hazineye irad kaydına,
3-Asıl ve birleşen davaların toplam değeri üzerinden alınması gerekli 237.095,87 TL harçtan peşin alınan 59.087,00 TL’nin mahsubu ile bakiye 178.008,87 TL harcın davalıdan tahsiline, Hazineye gelir kaydına,
4-Davalı vekili tarafından yapılan istinaf kanun yolu masraflarının kendi üzerlerinde bırakılmasına,
5-Gerekçeli kararın Dairemiz Yazı İşleri Müdürlüğünce taraf vekillerine tebliğine,
6-Karar kesinleştikten sonra dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair;
HMK 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 10/05/2018 tarihinde oy birliğiyle ve temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi.
KANUN YOLU :HMK 361.maddesi uyarınca, iş bu gerekçeli kararın tebliğ tarihlerinden itibaren iki haftalık süre içinde temyiz yolu açıktır.