Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2023/1381
KARAR NO: 2023/1954
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL ANADOLU 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 13/03/2023
DOSYA NUMARASI: 2019/799 Esas – 2023/205 Karar
DAVA: İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 07/12/2023
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı, davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin, davalıdan 04.08.2009 tarihli ödeme planını içeren sözleşme gereğince alacaklı olduğunu, davalının, sözleşmede taahhüt ettiği ödeme vadelerine uymadığını ve borcunu ödemediğini, davalının, borcunu çeşitli tarihlerde kısmen ödediğini ve kısmi ödemelerinde de ödeme vadelerine uymadığını, bakiye alacağın ödenmesi konusunda yapılan görüşmelerde de herhangi bir netice alınamadığını, davalının yapmış olduğu kısmi ödemelerin öncelikle ilk taksitten başlamak üzere anapara ve faizlere mahsup edilerek, bakiye alacak ve faiz için davalı aleyhinde İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğünün … E sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığını, davalının borca itiraz ettiğini, dava konusu alacakla ilgili olarak İstanbul Anadolu Adliyesi Arabuluculuk Bürosuna başvurulduğuru ve tarafların anlaşamadığına dair 09.10.2019 tarihli Hukuk Uyuşmazlıklarında Dava Şartı Arabuluculuk Son Tutanağı düzenlendiğini ileri sürerek takibe konu 226.795,42 TL yönünden itirazın iptali ve takibin devamına, bakiye asıl alacak miktarı 206.230,35 TL’ ye 18.09.2019 takip tarihinden itibaren avans faizi işletilmesine, davalının % 20′ den az olmamak üzere icra İnkar tazminatına mahıkum edilmesine, Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalıya yüklenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkili şirketle karşı taraf arasında herhangi bir mal alışverişi ya da hizmet sunumu olmadığını, bu sebepten taraflar arasında fatura ve sevk irsaliyesi olmadığını, buna ilişkin de ticari kayıtlar söz konusu olmadığını, davaya konu sözleşmenin dayanağı olan alacağın karşı tarafla bir dönem yapılan ortaklık sebebiyle, ortaklıktan ayrılırken şirket üzerinden ortaklık alacağına istinaden imzalandığını, ortaklar arasındaki alacakların 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu, işbu sebepten karşı tarafı bir an alacaklı kabul etseler bile bu alacağın 5 yıllık zamanaşımı süresi dolduğundan talep edilemeyeceğini ve zamanaşımına uğradığını, zira sözleşme tarihi 04.08.2009 olduğunu, son taksitin ödeme tarihinin 01.08.2012 olduğunu, karşı tarafın 04.08.2009 tarihli sözleşmeye istinaden 206.230,35 TL bakiye alacağı olduğu iddiasıyla İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’ nün … Esas sayılı dosyası üzerinden ilamsız icra takibi başlattığını, bu borcun ödendiğini, buna ilişkin dekont ve makbuzları dilekçeleri ekinde sunduklarını, karşı tarafın, 04.08.2009 tarihli sözleşmeye istinaden taksitle ödenmesi gereken borç üzerinden asıl alacak olarak talep ettiği bakiye alacağın 206.230,35 TL’ yi nasıl ve ne şekilde hesapladığının belli olmadığını, hangi aya ilişkin taksitlerin ödenmediği ve bu taksitlerin tarih ve miktarlarının da belli olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesi beyan ve talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 13/03/2023 tarih ve 2019/799 Esas – 2023/205 Karar sayılı kararı ile; ” Dava; davacı tarafça davalı aleyhine başlatılan İstanbul Anadolu … İcra Dairesinin … Esas sayılı dosyasına vaki itirazın iptali talebine ilişkindir.Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2. maddesinde; Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevi düzenlenmiş olup, bu hükme göre “Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.” Ancak aynı maddenin ikinci fıkrasında istisna öngörülerek “Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.” ifadesine yer verilmiştir. Türk Ticaret Kanununun 4. Maddesinde; nispi ve mutlak ticari davalar düzenlenmiş olup her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları nispi ticari dava olup, tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın maddenin ilk fıkrasında a, b, c, d, e ve f bentlerinde sayılan hususlardan doğan hukuk davaları ise mutlak ticari dava niteliğindedir. TTK m. 5 uyarınca aksine hüküm bulunmadıkça dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın Asliye Ticaret Mahkemesi, tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir. Aynı kanunun 12.maddesine “bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir. Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimse, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır.” Anılan Yasanın 11.maddesinde “Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak kararnamede gösterilir.”; 15.maddesinde de “İster gezici olsun ister bir dükkanda veya sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedeni çalışmasına dayanan ve geliri 11.maddenin 2.fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişi esnaftır.” düzenlemeleri bulunmaktadır. Bir kimsenin Vergi Usul Kanunu’na göre esnaf sayılması, TTK yönünden de esnaf kabul edilmesini gerektirmez. Ticaret siciline ya da Oda’ya kayıtlı olmamak da tacir olmamanın kesin bir kanıtı olmadığı gibi, vergi mükellefi olup olmamak da tacir ve esnaf ayrımında kesin bir ölçüt olarak kabul edilemez. 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanun’unun 3’üncü maddesinde; Esnaf ve sanatkâr, ister gezici ister sabit bir mekânda bulunsun, Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkâr meslek kollarına dahil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseler olarak ifade edilmiştir. Ayrıca TTK’nun 1463.maddesinde de, önce 17. maddeye gönderme yapılarak, Bakanlar Kurulunun bu konuda kararname çıkarması halinde onlarda gösterilen miktardan aşağı gayrisafi geliri bulunan sanat ve ticaret erbabından başka hiç kimse kanunun 17.maddesinde tarif edilen esnaftan sayılamaz denmek suretiyle tacir veya esnafın hangi kriterlere göre saptanacağı açık bir biçimde gösterilmiştir. Gerçekten, 19.02.1986 tarih 19024 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 25.01.1986 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile T.T.K.’nun 1463.maddesine göre esnaf ve küçük sanatkar ile tacir ve sanayicinin ayrımına dair esaslar tespit edilmiştir. Buna göre; Koordinasyon kurulunca tespit ve yayınlanacak esnaf ve küçük sanatkar kollarına dahil olup da gelir vergisinden muaf olanlar ile kazançları götürü usulde vergilendirilenler ve işletme hesabına göre, defter tutanlardan iktisadi faaliyetleri nakdi sermayesinden ziyade, bedeni çalışmalarına dayanan ve kazançları ancak geçimlerini sağlamaya yetecek derecede az olan ve Vergi Usul Kanunu’nun 177.maddesinin 1.fıkrasının 1 ve 3 nolu bentlerinde yer alan limitlerin yarısını, iki numaralı bendinde yazılı nakdi limitin tamamını aşmayanların esnaf ve küçük sanatkar, Vergi Usul Kanunu’na istinaden birinci sınıf tacir sayılan ve bilanço esasına göre defter tutanlar ile işletme hesabına göre defter tutan ve birinci madde de belirtilenlerin dışında kalanların tacir ve sanayici sayılmaları kararlaştırılmıştır.(Yarg.3HD. E: 2019/3674 -K: 2019/7113 Görev itirazı bakımından yapılan incelemede; mahkememizce davacı tarafın uyuşmazlık konusu olayın gerçekleştiği iddia edilen 2009 yılına ait vergi kayıtlarının ilgili vergi dairesinden istendiği, davacıya ait vergi kayıtlarının incelenmesinde 1987 yılında faaliyete başladığı ve gerçek usulde gelir vergisi mükellefi olduğu bu haliyle davacının tacir olduğu huzurdaki davanın nisbi ticari dava olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla davalının görev itirazı yerinde görülmemiştir.”Dava, taraflar arasındaki cari hesap ilişkisi kapsamında faturalardan kaynaklanan alacağa karşılık verilen kambiyo senetlerinin vadesi beklenmeden faturalara dayanılarak girişilen icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir. Kural olarak, mevcut bir borç için kambiyo taahhüdünde bulunulması tecdit (yenileme) sayılamaz.(TBK. m.133/2) Ancak taraflar açıkça bu kambiyo taahhüdünün borcun yenilenmesi niteliğinde olduğunu kararlaştırdıkları takdirde, temel borç düşer yerine kambiyo borcu geçer. Kambiyo taahhüdünün ifa uğruna girişilmesi halinde, tarafların yenileme konusunda anlaştıkları kesin bir şekilde belli değilse ya da şüpheli bir durum varsa veya bu hususta herhangi bir anlaşma ve iddia yoksa TBK. md. 133/2.hükmü gereğince, kambiyo taahhüdü ifa yerine değil ifa uğruna girilmiş olduğunun, temel borç ilişkisinden doğan talep hakkının ortadan kalkmayıp bu hakka paralel ve mütelâhik ( yarışan) bir kambiyo talep hakkının doğduğunun kabulü gerekir. Bu durumda alacaklı iki türlü talep hakkında bulunabilir. Alt ilişkiden doğan talep hakkı, kambiyo hakkı kullanılıncaya kadar donmuş ve böylece vadesi, kambiyo alacağının vadesine kadar uzatılmış kabul edilir. Kambiyo senedine dayalı başvurma mümkün olunca, adi alacağa da dayalı talep hakkı doğar. Alacaklı bu haklardan birini veya ötekini kullanmak zorunluluğunda değildir ve seçim yapmakta serbesttir. Fakat adi alacağı talep ederse, kambiyo senedini borçluya geri vermekle yükümlüdür. Mevcut bir borç için kambiyo senedi düzenlendiğinde, bu büyük bir çoğunlukla ödeme amacıyla olmaktadır. Ayrıca gözden de kaçırılmamalıdır ki, senedin verilmesiyle henüz ödeme gerçekleşmiş değildir; hatta belki de gerçekleşmeyecektir. Bu sebeple, mevcut borç ilişkisini sona erdirmez. Biri asıl borç münasebetinden, diğeri kambiyo münasebetinden doğan iki ayrı talep hakkının (dolayısıyla iki ayrı borcun) birbirine paralel ve aynı yöndeki bu durumları sebebiyle hakların telâhukundan (yarışmasından) söz edilir. Burada hamil alacağını dilerse kambiyo ilişkisine, dilerse asıl borç ilişkisine dayanarak talep edebilir. Zira her iki talep hakkının da amacı birdir ve borçlu ancak bir defa ödemekle yükümlüdür. Borç için kambiyo senedi düzenlenmiş olması dolayısıyla ortaya çıkan hakların yarışmasında, iki hakkın birbiriyle olan karşılıklı durumları şu şekilde belirtilebilir. Alacaklı mevcut bir borcun ödenmesi için verilen kambiyo senedini aldığında, işin mahiyeti icabı, alacağını ilk önce kambiyo senedine dayanarak talep etmeyi kabullenmiş olur. Asıl borç münasebetinin vadesi, kambiyo borcunun vadesine kadar uzatılmış sayılır. Başka bir deyişle asıl borç münasebetine ilişkin talep hakkı, kambiyo ilişkisinden doğan talep hakkı kullanılıncaya kadar, yani onun vadesine kadar, donmuş vaziyettedir, kambiyo taahhüdünün vadesinden önce talep olunamaz. Dolayısıyla, asıl borç ilişkisine dayanılarak yapılan bir talep veya açılan bir dava, o borç dolayısıyla bir “kambiyo senedi verilmiş olduğu” def’iyle karşılanır.Kambiyo senedinin verilmesi suretiyle yapılan ödeme teşebbüsü, alacaklının nihai şekilde tatmini ile sonuçlandığı takdirde, asıl borç ilişkisi nihayet bulur. Senedi alan, bu senet vasıtasıyla alacağını elde etmek imkânını bulamazsa, senedin iadesi şartıyla, asıl borç ilişkisine yönelebilir. Bu açıklamaların, verilen kambiyo senedinin daha önce taraflar arasında mevcut temel alacak-borç ilişkisi dairesinde verildiğinin alacaklı tarafından kabul edilmesi yahut işin mahiyeti icabı veyahut yapılan ek bir sözleşmedeki hüküm nedeniyle bu durumun tartışmasız olması halinde geçerli olacaktır. Hal böyle olmasına rağmen, bir başka sözleşmedeki açık hüküm nedeniyle yahut alacaklının bu konudaki açık kabulü nedeniyle verilen kambiyo senedinin, temel borç ilişkisi dairesinde verildiği sabit ise; bu durumda sözleşmede aksine bir hüküm yoksa kambiyo senedinin ifa uğruna -mevcut borcu ödemek amacıyla- verildiğinin kabul edilmesi gerekecektir.Somut olaya gelince; taraflar arasında uzun yıllar cari hesap şeklinde yürüyen ticari ilişki kapsamında faturaya dayalı teslim alınan mal bedeli karşılığı kambiyo senedi düzenlenerek vadesinde tahsili suretiyle yürüyen bir ticari ilişki bulunmaktadır. Taraflar arasındaki bu ilişkiye rağmen davacı vekili faturaların karşılığı olarak verilmiş olan henüz vadesi gelmemiş senetler yerine asıl alacağa dayanak toplam 171 adet 99.432,65TL bedelli açık faturayı takibe ve davaya konu etmiştir. Davacının toplam 99.432,65TL faturaya dayalı alacağına karşılık; 25.03.2015 vade tarihli 36.947,61TL bedelli, 30.04.2015 vade tarihli 26.689,20TL bedelli bonolar ile 27.03.2015 keşide tarihli ve 36.947,61TL bedelli çekin davacıya verildiği toplam tutarının ise 100.584,42TL olduğu taraflar arasında çekişmesizdir. Nitekim yargılama sırasında vadesi dolan 27.03.2015 tarihli çekin bedelinin de ödendiği ve icra dosyasına bildirildiği de sabittir. Oluşa ve dosya içeriğine göre; faturalardan kaynaklanan borca karşılık olarak kambiyo senetlerinin verilmesinde taraflar arasında yenileme iradesi ya da yenileme sözleşmesi bulunduğu yönünde herhangi bir kanıt bulunmadığı anlaşılmakla senetlerin ifa uğruna verildiğinin kabulü ile takibe ve davaya konu alacağın ancak senetlerin vadesinde talep edilebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir yön bulunmadığı,…”(Ankara BAM . 22.HD. 2017/168 Esas 2017/616 Karar)Tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde; taraflar arasında akdedilen ve imzası inkar edilmeyen 04/08/2009 tarihli sözleşme içeriği ödeme planının her iki tarafın da kabulünde olduğu, her ne kadar davalı tarafça dava konusu alacağın taraflar arasındaki ortaklık sözleşmesinden kaynaklandığı ve bu nedenle somut olaya 5 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği iddia edilmiş ise de davalının bu yöndeki iddialarını ispata yarar herhangi bir delili dosyaya ibraz edemediği anlaşılmakla somut olaya 818 s. BK’nun 125 ve 6098 s. TBK’nın 146. maddesi gereği 10 yıllık zamanaşımı uygulanması gerektiğinden davalının zamanaşımı definin yerinde olmadığı, Tarafların dosyaya sundukları ödeme belgeleri ve sözleşme içeriğinde yer alan ödeme planı birlikte değerlendirildiğinde, taraflar arasındaki sözleşme tarihinin 04.08.2009, ilk ödeme vadesinin 01.09.2009 olduğu, davalı tarafça sözleşme tarihinden öncesine ait 10.02.2009 tarihli 5.000 TL bedelli ödeme dekontu sunulduğu, davacı tarafça dosyaya ibraz edilen 01.06.2020 tarihli dilekçe ile işbu ödemenin dava konusu borca istinaden ödendiğinin ikrar edildiği, Bununla birlikte davalı tarafça dava konusu ödemelerin bir kısmının çek ile yapıldığı ve çeklere ilişkin vadelerin ödeme planında belirtilen tarihlerden sonrasına denk geldiği bu nedenle çeklerde belirtilen vade tarihleri doğrultusunda faiz hesaplaması yapılması gerektiği yönünde davacı tarafça itiraz ileri sürülmüş ise de, yukarıda yer verilen BAM kararında ve bilirkişi raporunda belirtildiği üzere alacaklı mevcut bir borcun ödenmesi için verilen kambiyo senedini aldığında, işin mahiyeti icabı, alacağını ilk önce kambiyo senedine dayanarak talep etmeyi kabullenmiş ve asıl borç münasebetinin vadesi, kambiyo borcunun vadesine kadar uzatılmış sayılacağından, başka bir deyişle asıl borç münasebetine ilişkin talep hakkı, kambiyo ilişkisinden doğan talep hakkı kullanılıncaya kadar, yani onun vadesine kadar donmuş vaziyette olacağından kambiyo taahhüdünün vadesinden önce talep olunmasının mümkün olmadığı, bu haliyle davacı tarafın bu yöndeki itirazlarının yerinde olmadığı, anlaşılmakla 17/12/2021 tarihli bilirkişi kök raporunun sonuç kısmının 5.b.2 bendi gereği davacı tarafın dava tarihi itibariyle davalı taraftan 191.751,23 TL asıl alacak ve 25.469,25 TL işlemiş faiz alacağının bulunduğu ancak takip talebinde 206.203,35 TL asıl alacak ve 20.565,06 TL işlemiş faiz alacağı talebinde bulunulduğu anlaşılmakla taleple bağlı kalınarak 191.751,23 TL asıl alacak ve 20.565,06 TL işlemiş faiz alacağı üzerinden davanın ve alacağın likit olması nedeniyle icra inkar tazminatı talebinin kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davanın KISMEN KABULÜ ile davalı borçlununİstanbul Anadolu …. İcra Dairesinin … Esas sayılı icra takip dosyasına yaptığı İTİRAZIN KISMEN İPTALİ ile takibin 191.751,23 TL asıl alacak ve 20.565,06 TL işlemiş faiz alacağı üzerinden takibin devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine, -Davalının takibe itirazı haksız görüldüğünden hüküm altına alınan 212.316,29-TL’nin % 20 si olan 42.463,25 TL icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,…” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
DAVACI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; İlk derece mahkemesi tarafından davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olduğunu, Davanın kısmen reddedilen ana para tutarı yönünden kararı istinaf ettiklerini, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/542 E, 2016/688 K – 2016/937 E, 2016/666 K ve 2017/1346 E, 2017/730 K sayılı kararları ile çok sayıda yerleşik içtihatta “…Maktu harca tabi dava hakkında verilen her türlü karar ile nispi harca tabi davanın reddine dair kararı temyiz eden taraftan temyiz tarihindeki 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca yayınlanan Harçlar Tarifesine göre belirlenmiş maktu temyiz ilam harcı ve temyiz başvuru harcının alınması gereklidir. Nispi harca tabi davanın kısmen reddine/kısmen kabulüne ilişkin kararın davalı tarafından temyizi halinde ise, mahkemece hüküm altına alınan miktar üzerinden hesaplanacak nispi karar harcının dörtte biri oranındaki temyiz ilam harcı ve temyiz başvuru harcı alınmalıdır. Nispi harca tabi davanın kısmen reddine/kısmen kabulüne ilişkin kararın davacı tarafından temyizi halinde ise, maktu temyiz ilam harcı ve temyiz başvuru harcı alınmalıdır” denilmiş olduğunu, Davanın kısmen reddi nedeniyle kararı istinaf etmekte olduklarını, maktu istinaf karar harcının yatırılmış olduğunu, Davacı müvekkilin, davalıdan 04.08.2009 tarihli Ödeme Planını içeren Sözleşme gereğince alacaklı olduğunu, davacı müvekkilin davalıya dava konusu sözleşme öncesinde de simsarlık hizmeti vermiş olduğunu, simsarlık hizmeti neticesinde tarafların alacak-borç bakiyesinde mutabakata vararak dava konusu 04.08.2009 tarihli sözleşmeyi imzaladıklarını ve bakiye 525.000,00 TL alacağın taksitler halinde ödenmesini kararlaştırdıklarını, davalının sözleşmede taahhüt ettiği ödeme vadelerine uymadığını ve borcunu ödemediğini, (delilinin: 04.08.2009 tarihli Ödeme Planını içeren Sözleşme, Davalının Kayıtları ile Ticari Defter ve Belgeleri, PTT Kayıtlar olduğunu) Davalının, borcunu çeşitli tarihlerde kısmen ödediğini ve kısmi ödemelerinde de ödeme vadelerine uymadığını, bakiye alacağın ödenmesi konusunda yapılan görüşmelerde de herhangi bir netice alınamadığını, Davalının yapmış olduğu kısmi ödemelerin, öncelikle ilk taksitten başlamak üzere faizlere ve anaparaya mahsup edilerek, bakiye alacak ve faiz için davalı aleyhinde İstanbul Anadolu …. İcra Müdürlüğü’ nün … E sayılı dosyası ile icra takibi yapılmış olduğunu, davalının borca itiraz etmiş olduğunu (delilinin: İcra Dosyası olduğunu) Davacı müvekkilin 04.08.2009 tarihli sözleşme ve ödeme planına göre alacaklı olup, sözleşmeye göre ilk taksitin ödemesinin 01.09.2009 tarihi olarak kararlaştırılmış olduğunu, Davalının, cevap dilekçesinde mahkemeyi ve kendilerini yanıltmak amacı ile sözleşme öncesi döneme ait bilirkişi raporunda değinilen dava konusu sözleşmede belirlenen bakiye 525.000,00 TL bedelden çok önce ödenen 10.02.2009 tarihli 5.000,00 TL bedelli ödeme makbuzu ile birlikte bir kısım ödeme makbuzlarını fotokopi yoluyla çoğaltarak sanki çok fazla ödeme yapmış gibi mükerrer makbuzları dosyaya sunmuş olduğunu, Davalının, dosyaya sunduğu mükerrer kopya makbuzları incelediklerini, mükerrer makbuzların ayrıştırılarak, diğer makbuzların 01.06.2020 tarihli cevaba cevap dilekçelerinde tarih sırasına göre alt alta yazılmış ve bedellerinin toplanmış olduğunu, davalının ödeme belgesi adı altında dosyaya sunduğu mükerrer makbuzlar ayrıştırılırken dava konusu olmayan sözleşme öncesi döneme ait 10.02.2009 tarihli ve 5.000,00 TL bedelli makbuzun da sehven dilekçelerinde oluşturdukları listeye yazıldığını ve toplama dahil edilmiş olduğunu, bunun bir ikrar/ kabullenme olmayıp, davalının ilgili ilgisiz onlarca evrak sunmak suretiyle oluşturduğu kargaşadan kaynaklı basit/ adi bir hata olduğunu, Bu nedenle bilirkişi raporunda davalının dosyaya sunduğu, sözleşmenin imzalandığı tarihten 6 ay, sözleşmedeki ilk taksit ödeme tarihinden ise 7 ay öncesine ait, dava konusu sözleşme ve dönemle ilgisi olmayan cevaba cevap dilekçelerindeki listeye sehven dahil edilen 10.02.2009 tarihli ve 5.000,00 TL bedelli ödeme makbuzunun sözleşmeye konu taksit ödemelerine mahsup edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, Ayrıca borçlunun 09.03.2011 tarihli makbuzdaki 116.000,00 TL’ yi aynı gün ödememiş olduğunu, bu makbuz içeriğinde de yazılı olduğu gibi; 09.03.2011 tarihinde 5.000,00 TL nakit ödeme yapıldığını, geri kalan kısmın ise; 15.06.2011 vadeli 15.000,00 TL bedelli çek, 13.07.2011 vadeli 20.000,00 TL bedelli çek, 17.08.2011 vadeli 19.000,00 TL bedelli çek, 14.09.2011 vadeli 19.000,00 TL bedelli çek, 12.10.2011 vadeli 19.000,00 TL bedelli çek, 15.12.2011 vadeli 19.000,00 TL bedelli çek, Yine 09.03.2011 tarihli diğer makbuzdaki 15.000,00 TL’nin de nakit ödeme olmayıp, 18.05.2011 vadeli 15.000,00 TL bedelli çek olarak verilmiş olduğunu, Bu ödemelerin, çeklerin ödendiği vadelerine göre kayda girilmesi ve hesaplama yapılması halinde, davacı müvekkilin hem bakiye ana para alacağı hem de buna bağlı olarak bakiye faiz alacağının 30.03.2022 tarihli bilirkişi ek raporunun sonuç kısmı 3.b.2 maddesindeki hesaplamada belirlendiği gibi olacağını, çeklerin ileri vadeli düzenlenip, kredi aracı olarak verilmiş olduğunu, bu nedenle verildikleri tarihte değil ödendikleri tarihte ödenmiş sayılacaklarını, ana para ve faiz hesabının da ödendikleri tarihe göre yapılması gerektiğini, Davalının, sözleşmede taahhüt ettiği ödeme vadelerine uymadığını, vadelerden sonra çeşitli tarihlerde kısmi ödemeler yapmış olduğunu, davalının yapmış olduğu kısmi ödemelerin, sözleşmedeki vadelere göre öncelikle ilk taksitten başlamak üzere işleyen faizlere ve anaparalara mahsup edilerek, bakiye alacak ve faiz alacağı için davalı aleyhinde İstanbul Anadolu … İcra Dairesi’ nin … E sayılı icra takibinin yapılmış olduğunu, 30.03.2022 tarihli bilirkişi ek raporunun sonuç kısmı 3.b.2 maddesindeki hesaplamanın, dava konusu asıl alacak ve faiz hesabı yönünden dosyada mevcut somut delillere ve hukuka uygun olduğunu, ilk derece mahkemesindeki hesaplamaya göre 205.665,74 TL Asıl Alacak ve taleple bağlılık ilkesi gereği İstanbul Anadolu …. İcra Dairesi’ nin … E sayılı dosyasında talep ettikleri 20.565,06 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 226.230,80 TL üzerinden davanın kabulüne karar vermesi gerekirken, 17.12.2021 tarihli bilirkişi kök raporunun sonuç kısmının 5.b.2 bendine göre 191.751,23 TL asıl alacağa karar verilmesinin dosyada mevcut somut delillere, bilirkişi ek raporuna ve hukuka aykırı olduğunu, açıklanan nedenlerle; davanın kısmen reddi ile ilgili istinaf taleplerinin kabulüne, itirazın iptaline, avans faizi ve % 20’ den az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine, 30.03.2022 tarihli bilirkişi ek raporunun sonuç kısmı 3.b.2 maddesindeki hesaplamaya göre 205.665,74TL Asıl Alacak ve taleple bağlılık ilkesi gereği İstanbul Anadolu … İcra Dairesi’ nin … E sayılı dosyasında talep ettikleri 20.565,06 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 226.230,80 TL üzerinden davanın kabulüne davalının istinafına cevaplarının kabulü ile istinaf talebinin reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yüklenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DAVALI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Yerel mahkemenin 13/03/2023 tarihli kararının usul ve esasa aykırı olup kaldırılması gerektiğini, Göreve İlişkin Olarak; Dava konusu olan 04/08/2009 tarihli sözleşmedeki ihtilaf konusu olan alacağın kaynağının, karşı tarafın iddia ettiği gibi simsarlık hizmetinden kaynaklanmadığı bilakis iddialarımızı doğrular nitelikte müvekkil ile aynı sektörde (… Ticareti) bir dönem fiili ortaklık alacağından kaynaklandığı sabittir.Dolayısıyla ihtilaf konusu alacak TİCARİ nitelikte olmayıp adi alacak hükmünde olduğunu, bu nedenle ihtilaf konusu alacağın çözümü için Ticaret Kanunu’nun değil Borçlar Kanunu’nun uygulanması, bu nedenle de görev hususunun Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkisinde olduğunu, gerek ilk itirazlar gerekse her aşamada yapmış oldukları görev itirazlarının mahkemece dikkate alınmadığını, görev meselesi kamu hukukunu ilgilendirdiğinden öncelikle bu hususun düzeltilmesi gerektiğini, Zamanaşımı Sorununa İlişkin Olarak; Taraflar arasındaki ihtilaf konusu alacağın, bir dönem fiili adi ortaklığa dayanmakta olduğunu, bu nedenle TBK 147/4 gereği alacak üzerinden 5 yıldan fazla bir zaman gerçtiğinden karşı tarafın alacak iddiasının zamanaşımına uğramış olduğunu, zira sözleşme tarihinin 04/08/2009 olup son ödeme tarihinin 01/08/2012 olduğunu, oysa ki karşı tarafın icra takip tarihinin 18/09/2019 olduğunu, Esasa İlişkin Olarak; Mahkemenin kararına esas aldığı 17/12/2021 tarihli bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere taraflar arasında ihtilaf konusu olan sözleşme bedelinin 525.000 TL olduğunu ve yine bilirkişinin kök raporda tespit ettiği üzere kendilerine ait toplam ödeme tutarının 443.145,00TL olduğunu, mahkeme hükmüne dayanak olan bilirkişi raporunda hesaplamada yanlış çıkartım yapılarak 191.751,23 TL bakiye bulunmuş olduğunu, sözleşme bedelinin 525.000 TL olup müvekkilin ödemesinin toplam 443.125 TL olduğunu, dolayısıyla bakiyenin 81.855 TL olduğunu, İhtilaf konusu alacak simsarlık hizmetinden dolayı değil adi ortaklığın tasfiyesinden kaynaklandığından BK. m.147/4 gereği bakiye çıkacak asıl alacağın da zamanaşımına uğramış olduğunu, Mahkemece asıl alacak olarak hükmedilen 191.751,23 TL ye işletilen 20.565,06 TL faizin de yasal dayanaktan yoksun olduğunu, zira TBK m.117/1 gereği karşı tarafın müvekkil tarafa icra takibi başlatmadan önce ihtar çekerek temerrüde düşürmesi gerektiğini, bu nedenle karşı taraf lehine asıl alacağa temerrüt faizi işletilemeyeceğini ve hükmedilemeyeceğini beyanla; Açıklanan ve re’sen dikkate alınacak sebeplerle; Yerel mahkeme kararının kaldırılmasını ve netice itibariyle öncelikle usule ilişkin bilahare esasa ilişkin hususların düzeltilerek davanın reddine yönelik karar verilmesini ve yargılama giderlerinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; 04/08/2009 tarihli sözleşme ve ödeme planına dayalı bakiye alacağın tahsili için başlatılan icra takibine itirazın iptali talebine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı vekili, taraflar arasında akdedilen 04/08/2009 tarihli sözleşme ve ödeme planına göre davalının alacağın bir kısmını ödeyip, icra takibine konu bakiye kısmını ödemediğini, bakiye alacağın tahsili için başlatılan icra takibine haksız itiraz edildiğini, haksız itirazın iptaline ve davacı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, taraflar arasındaki sözleşmenin adi ortaklığın tasfiyesi sözleşmesi olduğunu, iş bu yargılamada Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğunu, alacağın zamanaşımına uğradığını, borcun ödendiğini ve alacak talebinde bulunulamayacağını, takipten önce davalının temerrüte düşürülmediğini, bu sebeple işlemiş faiz talep edilemeyeceğini, icra inkar tazminatı koşullarının oluşmadığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili tarafından karara karşı iş bu yargılamada Asliye Ticaret Mahkemesi’nin görevli olmadığı ve Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğu istinaf sebebi olarak ileri sürülmüş ise de; Mahkemece yapılan araştırmada davacının tacir olduğu tespit edilmiş olup, davalının da tacir olduğu açıktır. Her iki tarafından tacir olduğu ve davanın nispi ticari dava olduğu dikkate alındığında iş bu yargılamada Asliye Ticaret Mahkemesi görevli olup, Mahkemenin bu yöndeki kabulü yerinde olup, davalı vekilinin aksi yöndeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Davalı vekili tarafından taraflar arasındaki uyuşmazlığın adi ortaklığın tasfiyesi sözleşmesinden kaynaklandığı, alacağın 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve dava tarihi itibariyle zamanaşımının dolduğu istinaf sebebi olarak ileri sürülmüş ise de; somut uyuşmazlığın taraflar arasında akdedilen ve iki tarafında kabulünde olan 04/08/2009 tarihli sözleşme ve ödeme planından kaynaklandığı, söz konusu sözleşmede hukuki nitelendirme ve borcun sebebinin belirtilmediği, davalı tarafından da borcun adi ortaklıktan kaynaklandığını ispatlar delil sunulmadığı dikkate alındığında bu haliyle sözleşmeden kaynaklanan alacağın TBK’nın 146/1 maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve dava tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmakla Mahkemece davalının ileri sürdüğü zamanaşımı definin reddine karar verilmesi isabetli olup, davalı vekilinin aksi yöndeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Taraflar arasında 04/08/2009 tarihli sözleşme ve ödeme planının akdedildiğine ve davalı tarafından kısmi ödeme yapıldığına ilişkin bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki ihtilaf taraflar arasında akdedilen sözleşme kapsamında davalı tarafından dava konusu borcun ödenip ödenmediği, davacının davalıdan alacaklı olup olmadığı, alacaklı ise miktarı hususlarındadır. Mahkemece dosya kapsamı ve taraflar tarafından sunulan ödeme belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış, davalı tarafından yapılan ödemelerin mahsubu sonrasında davacının davalıdan 191.751,23 TL asıl alacak ve 25.469,06 TL işlemiş faiz talep edebileceği tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda TBK’nın 100 maddesi dikkate alınarak davalı tarafından yapılan tüm ödeme makbuzları gözetilerek ve mükerrer sunulan makbuzlar çıkarılmak suretiyle usul ve yasaya uygun olarak asıl alacak hesaplanmış ve ödeme planında vade belirli olduğundan TBK 117/2 maddesi uyarınca davalının temerrüte düşürülmesi için ihtarname gönderilmesine gerek olmayıp, borçlu bu günün geçmesi ile temerrüte düşmüş olacağından icra takibinden öncesi için işlemiş faiz hesabı da yerinde olarak yapılmıştır. Mahkemece bu miktarlar üzerinden davanın kısmen kabulüne karar verilmesi isabetli olup, davalı vekilinin aksi yöndeki istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Davacı vekili tarafından Mahkeme kararına karşı red edilen asıl alacak miktarına ilişkin olarak istinaf başvurusunda bulunulmuştur. 29906 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak 02/12/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı kanunun 41.maddesi ile değişik HMK’nın 341/2 madde hükmü uyarınca miktar ve değeri 3.000,00 TL’yi geçmeyen mal varlığına ilişkin davalar kesin olup, yeniden değerleme oranındaki artış sonucu yerel mahkeme hükmünün verildiği 2023 yılı için HMK’nın 341/2. maddesindeki kesinlik sınırı 17.830,00 TL olmuştur. Harcı yatırılmış dava değeri 226.795,42 TL olup, mahkemece davanın kısmen kabulü ile asıl alacak ve işlemiş faiz toplamı 212.316,29 TL’ lik kısım yönünden kabulüne karar verilmiştir. Davacı tarafından istinafa konu edilen ve red edilen miktar 14.479,13 TL olduğundan, karar tarihi itibariyle 17.830,00-TL kesinlik sınırı altındaki ilk derece mahkemesi kararı da miktar itibariyle kesin niteliktedir. Bu sebeple kesin karara yönelik davacı vekilinin istinaf başvurusunun usulden reddine karar verilmiştir. Açıklanan nedenlerle dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere göre, Mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davalının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacının istinaf başvurusunun HMK’nın 341. ve 352/1 maddesi gereğince usulden reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nın 341, 352/1 maddeleri gereğince USULDEN REDDİNE, 2-Davalının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davacıdan alınması gereken 269,85TL maktu istinaf karar harcından, davacı tarafından istinaf aşamasında peşin olarak yatırılan 179,90 TL harcın mahsubu ile bakiye 89,95 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 14.503,32 TL nispi istinaf karar harcından, davalı tarafından istinaf aşamasında peşin olarak yatırılan toplam 3.625,9 TL harcın ( 179,90 TL + 3.446,00 TL ) mahsubu ile bakiye 10.877,42 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 6-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf edenler üzerinde bırakılmasına, 7-Artan gider avansı bulunması halinde yatıran tarafa iadesine, 8-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 07/12/2023 tarihinde HMK’nın 341., 352/1. ve 362/1-a maddeleri gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.