Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2022/722 E. 2023/615 K. 06.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/722 Esas
KARAR NO: 2023/615 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2019/475 Esas – 2021/986 Karar
TARİHİ: 15/12/2021
DAVA TÜRÜ: Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 06/04/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının dava dilekçesi ekinde sunduğu Yönetim Sözleşmesi gereğince davalı şirket bünyesinde profesyonel yönetim hizmetleri 9 ay boyunca sunduğunu, davacının davalı şirket ile imzalanan 31/03/2017 tarihli sözleşme öncesinde davalı şirketin bordrolu çalışanı olup İş Kanuna göre taraflar arasında yazılı olmayan sözleşme ilişkisi feshedilerek taraflar arasındaki ticari ilişki Borçlar Kanununda tanımlı bulunan hizmet sözleşmesine dönüştürüldüğü ve bu şekilde devam ettiğini, taraflar arasında yapılan Yönetim Sözleşmesi 2/5 madesinde davacıya ödenecek ücretin ve ödeme şekli düzenlendiğini, davacının bu hüküm gereğince sözleşme ilişkisinin feshedildiği günü kadar yüzde yüz hissedarı ve mesul müdürü olduğu … İnşaat A.Ş.isimli şirkette davalıya hizmet faturaları kesildiğini, bu faturaların tamamının gerek davalı şirketin gerekse de müvekkiline ait şirketin ticari kayıtlarına işlenerek vergi dairesinde her türlü vergilendirilmesinin yapıldığını, davalı şirket ile davacıya ait şirketin ticari kayıtları incelendiğinde bu hususun teyit edileceğini, davalı şirketin davacı ile olan yönetim sözleşmesini 13/12/2017 tarihinde e posta adresinden davacının kullanımında olan e-posta adresine fesih bildirimi ile feshedildiğini, yapılan bu fesih bildirimine karşılık davacının sahibi olduğu … İnşaat A.Ş. ile davacı şahsın namına Beyoğlu … Noterliği 22/12/2017 tarihli …692 yevmiye sayılı ihtarname ile davacının tahakkuk etmiş oludğu ve sözleşmeden kaynaklı tahakkuk edecek tüm hak ve alacaklarını ödenmesi konusunda temerrüt ihtarı gönderildiği, bu ihtara karşılık davalı tarafın Beşiktaş … Noterliği aracılığıyla davacının alacaklarını kabul etmediklerini, Yönetim Sözleşmesine aykırı davrandığı gerekçesi ile davacıya herhangi bir ödeme yapılmayacağını cevaben ihtar ettikleri, davalı tarafın davacının taraflar arasındaki 2/10 madde gereğince erken fesih nedeniyle hak ettiği bakiye 36 aylık alacak hakkını inkar ettiği gibi aktif çalışma süresi içesinde ve taraf şirket yetkilileri ile hesap mutabakıtına varılan ve davacının sahibi olduğu şirket adına faturalandırılan alacaklarının 122.440,00 TL’lik kısmını da kabul etmeyerek inkar ve itirazlarını sunduğunu, davalı tarafın davacının alacaklarına dair bu yöndeki itirazları üzerine taraflarca hesapta mutabakata varılan 122.400,00 TL alacak yönünden davacıya ait şirket nam ve hesabına İstanbul … İcra Müdürlüğüne… Esas sayılı takip dosyası ile ilamsız takip başlatıldığını, davalı tarafın bu takibe haksız şekilde itirazı sonucunda itirazın iptali ve takibin devamı için İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/61 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığı ve davanın halen derdest olduğunu, davalı taraf ile davacı arasında imzalanan 31/03/2017 tarihli Yönetim Sözleşmesinin ücret kısmını düzenleyen 2/5 maddesine istinaden davacının ücret miktarının ve ne şekilde ödeneceğinin sözleşmenin feshi halinde davacıya ödenecek tazminatın tartışmaya yer vermeyecek şekilde kayıt altına alınmasına rağmen davalı taraf gönderilen ihtara vermiş olduğu cevapta davacının alacağını kesin bir dille inkar ederek mevcut davaların açılmasını sebebiyet verdiğini, mevcut davada taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin feshedilmesi nedeniyle davacının hak ve alacaklarının hüküm ve kayıt altına alınması için işbu davayı sözleşmenin tarafı olarak görünen … adına açma zaruretinin doğdunu belirterek taraflar arasındaki erken fesih nedeni ile faturaya bağlanmamış olan davacının sözleşmeden kaynaklı alacaklarının tespit edilerek hüküm altına alınması için işbu belirsiz alacak davasını açtıklarını ve davanın kabulünü talep etmiştir. Davacı vekili vermiş olduğu 24/12/2021 tarihli dilekçesi ile dava değerini HMK’nun 107/2 fıkrası uyarınca 725.000,00-TL olarak arttırdıklarını beyan etmiş, 2. işbu tutarın davalıdan en yüksek banka mevduat faiziyle tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde: davalının TTK’da tanımlanan sözleşme uyarınca tüzel kişi olduğunu, davanın dayanağını oluşturan yönetim sözleşmesinin de davalı ile alakalı bulunduğundan davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmasının hukuka aykırı olduğunu, TTK’nın 3. Maddesi hükmüne göre bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiilerin ticari iş kapmasında olduğundan iş alanı itirazlarının kabulü ile dosyanın İstanbul Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmesini, davacı tarafın bu davaya açmadan önce aynı sözleşmeyi dayanak almak suretiyle İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/61 Esas sayılı dosyası kayıtlı itirazın iptali davası açıldığını, bu davaya karşı taraflarınca karşı dava açıldığını, davacının davanın dayanağını oluşturan sözleşmeden dolayı edimlerini ifa etmediği belirtilerek daha önce yapılan ödemelerin geri alınması talebinde bulunulduğunu, her ne kadar anılan dava dosyasında davacı … Tic A.Ş. … olarak görünmekte ise de şirket ünvanı taraflar arasındaki sözleşmenin 2.6 maddesi hükmüne dayalı olarak kurulmuş olan şirket adına fatura tanzim edildiğinden bu şekilde davacı adının farklılık arz ettiği dikkate alınması gerektiğini, netice itibariyle her iki davanın dayanağının taraflar arasındaki 31/03/2017 tarihli yönetim sözleşmesi olduğundan hukuki ve fiili irtibat sebebiyle davaların birleştirilmesi gerektiğini, zira her iki davanın akıbeti birbirini etkileyecek mahiyette olduğunu, davanın dayanağını oluşturan sözleşmenin 2. Maddesinde davacı …’un … isimli ticari gayrimenkulün kiralama, kiracı ilişkileri ve belediye parselerde yer olan …’a ait gayrımenkullerin satış ilişkilerinin ve finansal ilişkilerin yönetilmesini üstlendiğini, aynı maddede aylık bazda yapılan işlere dair her ay için bir sonraki ayın ilk haftasında rapor verilmesi görevinin de …’a ait olmakla birlikte bu maddede yazılı olan ödevlerini hiçbir şekilde ifa edilmediğinin açık olduğunu, davacının dava dilekçesinde sözleşmenin erken feshedildiği bildirilmiş ise de davalı şirketin hizmet almamış olması nedeniyle davacıya yapılan ödemeleri kestiğini ve sözleşmeden doğan ödevlerini ifa etmeyen davacıdan önceki dayanaksız ödemelerini iadesini istediğini, burada temerrüde düşenin davacı olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesine talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 18/04/2022 tarih 2020/209 Esas – 2022/399 Karar sayılı kararında; “İstanbul 10.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2018/63 esas 2019/149 karar sayılı 16/04/2019 tarihli görevsizlik kararı verilmiş, kararın istinafı üzerine İstanbul BAM 19.Hukuk Dairesinin 2019/1668 esas 2019/1522 karar sayılı 28/06/2019 tarihli ilamı ile görevsizlik kararının hukuka uygun olduğu anlaşıldığından istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş, dosya mahkememizin 2019/475 esas sırasına kaydedilmiş ve taraflara usulune uygun davetiye tebliğ edilmiş olup, İstanbul 18 Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/61 esas sayılı dosyasının UYAP sureti, yönetim sözleşmesi, cari mutabakat, ihtarnameler, Ba-Bs formları, vergi dairesi kayıtları, bilanço, beyanname, ticari defter ve kayıtlar celp olunmuştur. İstanbul 18 Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/61 esas sayılı dosyasının incelenmesinde, davacı … Tic AŞ tarafnıdan davalı … AŞ aleyhine davalının İstanbul …İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyasına yapmış olduğu itirazın iptali talebine ilişkin olduğu görülmüştür. Tarafların iddia ve savunmaları, dosyada toplanan deliller nazara alınarak dosya rapor tanzimi için bilirkişiye gönderilmiş, bilirkişi SMMM … tarafından tanzim olunan 19/11/2020 tarihli bilirkişi raporunda; davacının icra takibine ve dayaya konu etmiş olduğu faturaların ticari defterlerinde, tek düzen hesap planına ve muhasebe sistemi uygulama tebliğlerine uygun olarak kısa vadeli alacak olarak kayıtlı olduğu, davalı nezdindeki davacının cari hesap hareketlerine göre ise davalının davacıyı Diğer Ticari Borçlar hesabında takip ettiği ve 122.400,00TL borçlu olduğunun görüldüğünü, davalının 8 günlük yasal süresi içerisinde faturaya itiraz ve iade etmediğini, davalı tarafın 2017 yılı hesap dönemine ilişkin tutulması zorunlu ticari defterlerinin, kanuna uygun eksiksiz olarak tutulduğunu, açılış ve kapanış onaylarının yetkili makamlarca zamanında yapıldığını, davacı vekilinin defter ve belge ibrazının söz konusu olmadığını, sözleşme feshinden kaynaklı bir alacağın ve davalı tarafın gelirinde prim şeklinde bir dava olduğunu ifade ettiğini, dolayısıyla davacının yerinde incelemelik bir durumunun söz konusu olmadığını, davalı şirketin sahibi lehine delil niteliğinde bulunun 2016 yılı ticari defterlerine göre, davalı şirketin takip tarihi itibariyle davacı şirkete 123.900TL borçlu olduğu, davacı tarafın dava dilekçesinde erken fesih için 9.000,00TL talep ettiği, davacının, tek taraflı fesih bildiriminin mahkemece kabul edilmesi halinde fesih bildirim tarihi olan 13/12/2017 tarihi itibariyle 36 ay – 7 ay= 29 ay üzerinden 29 x 25.000TL = 725.000TL almayı hak ettiğini, davacı tarafından hak edilen prim alacağının verilip verilmeyeceği hususunun mahkemenin takdirinde olduğunu belirtmiştir. Bilirkişi raoporu taraflara tebliğ edilmiş olup, rapora karşı beyanlar ve itirazlar dosyaya ibraz edilmiş, itirazlar üzerinde tanzim olunan ek raporda ise; davacının fesih bildirimi ve cezai şart sebebiyle 13/12/2017 itibariyle 36 ay – 7 ay = 29 ay üzerinden 725.000TL alacaklı olduğunu, davalı tarafın mali tablolarından tespit edildiği üzere davalı şirketin öz kaynaklarının artıda olup, herhangi bir borca batıklığın söz konusu olmadığını, davacı ile davalı arasında akdedilmiş olan sözleşmede yer alan cezai şartın, bahsi geçen yıllardaki öz kaynakların 0,007’sine tekabül ettiğini, aktif büyüklüğünde ise 0,002 gibi bir orana tekabül ettiğini, taraflar arasında akdedilmiş olan sözleşmedeki cezai şart isteminin, davalı tarafın mali tablolarındaki tutarlar ve büyüklüklere oranlandığında, şirketin ekonomik olarak mahvına sebep olmasının mümkün olamayacağını belirtmiştir. Bilirkişi ek raporu taraflara tebliğ edilmiştir. Dava; hizmet sözleşmesinden kaynaklanan alacak davası niteliğindedir.Yapılan yargılama, davacı tarafın iddiaları, davalının savunmaları, tanzim olunan bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacı ile davalı şirket arasında 31/03/2017 tarihinde yönetim sözleşmesi imzalanarak, davalı şirket bünyesinde profesyonel yönetim hizmetlerinin sunulması hususunda anlaşıldığı, taraflar arasındaki uyuşmazlığın, davalı tarafın sözleşmeyi feshi nedeniyle davacının sözleşmeden doğan prim alacaklarının ve erken fesih nedeniyle ödenmesi gereken ücret alacaklarının davalıdan tahsili noktasında toplandığı tespit edilmiştir. Taraflar arasında davacının davalı şirkete profesyonel yönetim hizmeti verdiği ve bu konuda sözleşme yaptıkları konusunda uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, davacının bu sözleşmenin feshedilmesi sebebiyle davacının davalı şirketten alacağının bulunup bulunmadığı, faturaya bağlanmamış ve davacının sözleşmeden kaynaklı alacağının bulunup bulunmadığı hususudur. 31/03/2017 tarihli yönetim sözleşmesinin incelenmesinde, Sözleşmenin 2.5.maddesinde; davalının, davacı tarafından sözleşme öncesinde sağlanan/verilen hizmetler ve her türlü işçilik alacakları da içerisinde olmak üzere ve ayrıca işbu sözleşme süresince verilecek olan hizmetlerin de karşılığı olmak üzere oluşan/oluşacak olan davacının alacağının karşılığı olmak üzere, 01/04/2017’den başlamak üzere aylık yönetim ücreti tanımlaması ile davacıya 25.000,00TL + KDV tutarında ödeme yapmayı kabul ve taahhüt ettiği, davacının ödenecek bu bedel için her ayın sonunda fatura düzenleyeceği, Sözleşmenin 2.6.maddesinde; davacının davalıya vereceği yönetim hizmetlerini dilerse kendisi tarafından kurulacak şirket üzerinden ve/veya ortağı olduğu bir şirket üzerinden faturalayabileceği, Sözleşmenin 2.10.maddesinde ise; sözleşmenin taraflarca 36 ay boyunca tek taraflı olarak fesih edilemeyeceği, buna rağmen işbu sözleşmenin davalı tarafından 36 aylık sürenin öncesinde fesih edilirse 2.5.maddede belirtilen ödeme hükümleri dikkate alınarak, davalının, fesih tarihinden 36 ay sonuna kadar kalan süreye dair davacının hak edeceği aylık yönetim bedeli tutarlarının toplamını tazminat olarak davacıya ödeyeceği düzenlenmiştir. Davacının kurmuş olduğu … İnş AŞ tarafından davalıya 22/12/2017 tarihinde ihtarname gönderilerek davacının alacağının ödenmesinin istendiği, davalı tarafın 02/01/2018 tarihinde davacının sahibi olduğu … İnşaat AŞ’ye gönderdiği ihtarnamede ise davalının borçlu bulunmadığını ve sözleşmenin feshi nedeniyle davacının kullanımında bulunan aracın iadesinin istendiği, davacı tarafından davalıya hizmet karşılığı düzenlenen faturaların davalı tarafından itiraza uğramadığı, taraflar arasındaki yönetim sözleşmesinin 31/03/2017 tarihinde imzalanarak 36 ay boyunca fesih edilemez nitelikte olduğunun düzenlendiği ancak davalı tarafından sözleşmenin 36 aylık süre dolmadan feshedildiği, mahkememizce yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu tanzim olunan ve mahkememizce de kabul gören bilirkişi raporuna göre, davacının 13/12/2017 tarihi itibariyle 36 ay – 8 ay= 28 ay üzerinden 28 ay x 25.000TL = 700,000TL alacaklı olduğu (her ne kadar raporda bakiye süre 29 ay alınmış ise de sözleşme süresinin toplam 36 ay süreli olduğunu, bu süreden 8 aylık kısmının sözleşme feshettirilmeden geçtiği ve sözleşme feshedilmeden geçen sürede ki davacı tarafın hizmet bedellerinin bir kısmının davalı tarafından ödendiği, bir kısmının ise İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/61 Esas sayılı dosyasından davacının sahibi olduğu … Ticaret A.Ş tarafından davalı …Ş aleyhine düzenlenen faturalara istinaden İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyasında yapılan takibe ilişkin açılmış bulunan itirazın iptali davasında dava konusuyla ilgili ve bu mahkemece bu kalan aylara ilişkin hüküm tesis edildiği dolayısıyla mahkememizdeki davanın fesihden sonraki 28 aylık dönem için ön görülen cezai şart alacağına yönelik olduğu, davacı ve davalının tacir oldukları, her iki tarafı tacir olan bu sözleşmede ön görülen cezai şart tutarının davalıyı bağladığı, öngörülen bu cezai şartın davalı şirketin ekonomik olarak muafına da sebep olmasının mümkün olmadığı, ancak davacı tarafca herhangi bir emek sarf edilmeden cezai şartın tamamına hükmedilmesinin de hakkaniyete aykırı olduğu, bu bağlamda sözleşmeye göre davacı ödemekle yükümlü olduğu 700.000,00 TL’lik cezai şart tutarından takdiren 200.000,00 TL’lik indirim yapılması gerektiği anlaşıldığından bu kısım için davanın kabulüne karar vermek gerekmiş, her ne kadar davacı tarafca prim alacağı için dava açılmış ise de davacının sözleşme gereği, gerek sözleşmenin ayakta kaldığı süre içerisinde prim alacağını hakettiğini ispatlayamamış olması, gerekse sözleşmenin feshinden sonra prim alacağını hakedeceğine yönelik dosyaya bir delil sunulmaması sebebiyle prim alacağı istemiyle açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş, yine cezai şart alacağına dair açılan dava da hakkaniyet indirimi gereği davacı alacağından takdiri indirim yapıldığından, takdiri indirim yapılan 200.000,00 TL için davalı vekili lehine nispi vekalet ücreti yerine maktu vekalet ücreti takdir edilmiş ve aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.” gerekçesi ile “1-Davacının davasının KISMEN KABUL – KISMEN KABULÜ ile, 500.000,00TL’nin dava tarihi olan 07/02/2018 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, 2-Prim alacağı ve kalan kısımlar yönünden davanın REDDİNE, ” karar verilmiş, karar karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacı ile davalı firma arasında imzalanan yönetim sözleşmesinin 2.5 maddesinde, davalının davacı tarafından sözleşme öncesinde sağlanan/verilen hizmetler ve her türlü işçilik alacakları da içerisinde olmak üzere ayrıca sözleşme süresince verilecek hizmetlerin de karşılığı olmak üzere 01/04/2017 tarihinden başlamak üzere davacıya aylık 25.000,00 TL+ KDV tutarında ödeme yapmayı kabul ve taahhüt ettiğini, ayrıca sözleşmenin 2.10. maddesinde sözleşmenin 36 ay boyunca tek taraflı olarak fesih edilemeyeceğinin, buna rağmen iş bu sözleşmenin davalı tarafından 36 aylık süre öncesinde feshedilmesi halinde 2.5. maddede belirtilen ödeme hükümleri dikkate alınarak, davalının fesih tarihinden itibaren 36 ay sonuna kadar kalan süreye kadar müvekkilinin hak edeceği aylık yönetim bedeli tutarının toplamını tazminat olarak ödemeyi kabul eve taahhüt ettiğini, Davalının 36 aylık süre dolmadan haksız ve hukuka aykırı olarak sözleşmeyi fesih etmesi nedeni ile açılan davada yerel mahkeme tarafından yaptırılan bilirkişi incelemesinde 700.000,00 TL alacaklı olduklarının tespit edildiğini ve iş bu bedelin ödenmesi halinde davalı şirketin mahvına neden olmayacağının tespit edildiği ek rapor alındığını, hal böyle iken yerel mahkemenin yüksek oranda 200.000,00-TL takdiri indirim yapılmasının hatalı olduğunu, İleri sürerek; yerel mahkemece verilen davanın kısmen reddine ilişkin kararın kaldırılarak, davamızın tümden kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, Sözlü yargılama duruşması öncesi tahkikata ilişkin beyanda bulunma süresi dolmadan yerel mahkemenin karara çıkmasının hatalı olduğunu, 01/12/2021 tarihli duruşmada tahkikat aşamasının tamamlandığı bildirilerek sözlü yargılamaya geçilmesine karar verildiğini, bunun üzerine taraflarınca esasa ilişkin beyanda bulunmak üzere süre talep edildiğini, mahkemece de taraflarına esasa ilişkin sözlü beyanlarını sunmak üzere 2 haftalık kesin süre verildiğini, ancak yerel mahkemenin verdiği kesin sürenin dolmasını beklemeksizin sürenin son günü olan 15/12/2021 tarihine duruşma günü verdiğini ve sürenin dolmasını beklemeksizin sözlü yargılama duruşmasını yaptığını, 15/12/2021 tarihli duruşmada da davalı vekili olarak sürenin beklenmesi talep edilmişse de, mahkemece HMK m. 186 uyarınca sözlü yargılama için beyanda bulunmak üzere 2 haftadan az süre verilemeyeceği belirtilerek 2 hafta verilmesinin kanuna uygun olduğu gerekçesiyle taleplerinin 1 nolu ara kararla reddedildiğini, taraflarınca alınan kesin süreye rağmen yazılı beyanda bulunulması beklenmeksizin yerel mahkemenin alelacele karara çıkmış olmasının hatalı olup HMK m. 186’da belirtilen süreyi dahi kullandırmayan yerel mahkemenin usule açıkça aykırı davrandığını ve savunma sürelerini kısıtlayarak, müvekkilinin savunulma hakkı ve adil yargılanma hakkı açıkça ihlal edildiğini, Tahkikata ilişkin beyanda bulunulamadığından yerel mahkemece de hatalı karar verildiği gibi, faizin başlangıcı ve nev’inde dahi yanılındığını, Dava dilekçesinin konu kısmında davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının bildirildiğini ve harca esas değerin 10.000 TL gösterildiğini, bu tutarın 1.000 TL’sinin prim alacağı, 9.000 TL’sinin erken fesih nedeniyle ücret alacağı olarak talep edildiğini, davacının daha sonra 24/12/2020 tarihli dilekçesiyle HMK 107/2 uyarınca talebini artırdığını belirtip, alacak talebini 725.000 TL’ye çıkardığını, ancak davacının hangi alacak kalemini 725.000,00-TL’ye çıkardığını beyan etmediğini, bu hususta ibraz edilen talep arttırım dilekçesinin usule aykırı olduğu gibi davacı tarafından belirlenebilir olan alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinin de hatalı olduğunu,Yerel mahkemenin, belirsiz alacak davası açılamayacağına dair itirazlarına karşı bir değerlendirme yapmadığını, gerekçeli kararda alacağın belirsiz alacak olup olmadığı hakkında herhangi bir değerlendirme bulunmadığını, ancak kararın hüküm kısmında davacının talep arttırım dilekçesinin ıslah olarak dikkate alınmaması sonucu artırılan talep sonucu üzerinden dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesiyle yerel mahkemenin de davacının belirsiz alacak iddiasını kabul ettiğinin anlaşıldığını, Halbuki, HMK m. 107/1; maddesi uyarınca, belirsiz lacak davasının ancak alacağın miktarının tam ve kesin olarak belirlenememesi halinde açılabileceğini, Cezai Şarta ilişkin bir başka ihtilafta İstanbul BAM, 14. HD., E. 2019/2583 K. 2020/1292, 26.11.2020 tarihli kararında hangi hallerde belirsiz alacak davası açılabileceğinin belirtildiğini, buna göre şartları bulunmadığı halde açılan belirsiz alacak davasının hukuki yarar dava şartı yokluğundan reddi gerektiğini, somut olayda, davacının erken fesih nedeniyle bakiye ücretini 700.000,00-TL olarak hesaplayıp müvekkile dava öncesi çektiği ihtarnamede belirleyip talep ettiğini, davaya konu bakiye süre alacağına dair davaya konu yönetim sözleşmesinin 2.10. maddesinde sözleşmenin müvekkili tarafından 36 aydan önce feshedilmesi halinde kalan süreye dair aylık yönetim bedelinin toplamının tazminat olarak ödeneceğinin belirtildiğini, sözleşmenin feshedildiği tarihin, davacının aylık ücret alacağının ve bakiye sürenin belli olduğunu, bakiye süreye ilişkin tutarın alacaklı tarafından hesaplanamayacağını söylemenin mümkün olmadığını, davacının varlığını iddia ettiği cezai şart alacağı için belirsiz alacak davası açılmasının mümkün olmadığını, davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunmadığını, bu nedenlerle cezai şart alacağı bakımından davanın hukuki yarar yokluğundan reddinin gerektiğini, dairece aksi kanaatte olunması ve davaya konu alacağın kısmi davaya konu edilebileceği sonucuna varılması halinde dahi, faizin artırılan alacak tutarından başlatılmasının hatalı olduğu, dava açıldığında 9.000 TL erken fesih tazminatı isteyen davacının talebini 725.000 TL olarak ıslah ettiği tarihte bakiye tutar açısından faize hükmedilmesi gerektiğini, dava tarihinden itibaren tüm tutar üzerinden faize hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, ıslah öncesi ve sonrası tutarlara ayrı ayrı faiz işletilmesine karar verilmesi gerektiğini, Yerel mahkeme ilamının gerekçesiz olduğunu, tüm itirazlar değerlendirmeden eksik inceleme ile oluşturulduğunu, Anayasanın 141. Maddesi ve HMK’nın 27. Maddesi uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının ve iddia ve savunmayı değerlendirecek somut olgulara dayanmasının gerektiğini, yerel mahkemenin gerekçeli kararı incelendiğinde, itirazlarının değerlendirmediğini, alacağın belirsiz alacak davasına konu edilip edilemeyeceği noktasında herhangi bir değerlendirme olmadığı halde hükümde verilen faiz başlangıç tarihinden bu çıkarımın yapılabildiğini, Taraflar arasındaki sözleşmenin hukuki niteliği noktasında ayrıntılı bir gerekçe sunulmamış olduğu gibi kararın gerekçe kısmının son paragrafında, davacının prim alacağını hakettiğini ispatlayamamış olması nedeniyle prim alacağınının reddedildiğinin belirtildiğini, bu talep reddedilirken erken fesih nedeniyle tazminat davasının nasıl ispatladığının anlaşılamadığını, mahkemece müvekkilinin haklı sebeple sözleşmeyi feshettiği savunmasına hiç değinilmemesinin yeterli bir inceleme yapılmadığını ortaya koyduğunu, Davacı ile olan sözleşmenin haklı sebeple feshedilip edilmediği, davacının sözleşmedeki ana edimlerini (aylık rapor hazırlama vs.) yerine getirip getirmediği hususunda yeterli inceleme yapılarak davacının davasını ispat edip etmediğine göre karar verilmesinin gerektiğini, sözleşmede erken fesih edilemeyeceğine dair hüküm bulunuyor diye bu hüküm her durumda geçerli kabul edilemeyeceğini, feshin haklı olup olmadığına bakılmadan sözleşmeyi fesheden aleyhine ceza koşulu uygulanmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu, gerekçeli kararda da feshin haklı olup olmadığı yönünde tek cümle değerlendirme dahi bulunmadığını, Dosyaya mübrez bilirkişi raporları hükme esas alınabilir ve denetime elverişli nitelikte olmamalarına rağmen hükme esas alınmalarının hatalı olduğunu, ilk bilirkişi raporunun sonuç kısmında 4.3. maddesinde davacı şirkete müvekkilin 123.900 TL borçlu olduğu sonucuna varıldığını, öncelikle davacının şirket olmadığını, dava dışı … A.Ş.’ye müvekkilin cari hesapta gözüken borcunu huzurdaki davada borç olarak nitelendirip rapora dayandırıldığını, kaldı ki bu alacak tespitinin dahi hatalı olduğunu, bilirkişi incelemesi yapıldığı tarihten bir yıl öncesinde borcun ödendiğini, raporda bir cümle ile davacının erken fesih alacağı olarak 29 ay üzerinden 725.000 TL almayı hak ettiği sonucuna varıldığını, ancak yerel mahkemece de yapılan bu hesaplamanın hatalı olduğu belirtilerek davacının 700.000 TL üzerinden alacağa hak kazandığı sonucuna varıldığını, hesaplamayı bile yanlış yapan bir rapora dayanılarak karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, raporda somut ve delillere dayanan bir tespit bulunmamakla birlikte savunmalarının da hiçbir şekilde değerlendirilmediğini, davacının verdiği hizmeti ispata dair incelenen bir belge olmamasına rağmen, davacının sözleşmedeki edimlerini yerine getirip getirmediğine bakılmadan akdedilen sözleşme ile bu alacağa hak kazanmasının hayret verici olduğunu, yine raporda prim alacağı iddiasına dair de hiçbir inceleme yahut tespit bulunmadığını, bu hususun bilirkişi tarafından doğrudan mahkemeye bırakıldığını, bu haliyle ortada hükme esas alınabilir bir bilirkişi raporu bulunmadığını, İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/61 E. sayılı davası işbu dava ile bağlantılı ve irtibatlı olduğundan söz konusu davanın huzurdaki dava bakımından bekletici mesele yapılması gerekirken yapılmamasının hatalı olduğunu, Bilirkişi kök raporunda, müvekkilİ şirketin davacının sahibi olduğu dava dışı … firmasına cari hesapta 123.900 TL borçlu olduğu tespitinin bulunduğunu, bu hususta davacı tarafça kesilen faturalar hizmet alınmadığı gerekçesiyle ödenmemiş olup, davacının sahibi olduğu dava dışı … firmasının da işbu sözleşmeden kaynaklı olarak kestiği faturaların bedelini açtığı dava ile talep ettiğini, söz konusu davanın İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/61 E. Sayılı dosyası ile derdest olup halihazırda temyiz incelemesinde olduğunu, söz konusu dava da huzurdaki davaya konu sözleşmeden kaynaklandığından ve davacının faturaya konu hizmetleri verip vermediği söz konusu davada ortaya çıkacağından, bu davanın sonucunun eldeki davayı etkileyeceğinin açık olduğunu, birleştirme talepleri kabul edilmediği gibi, bekletici mesele taleplerinin de kabul edilmediğini, Taraflar arasındaki yönetim sözleşmesinin hukuken bir vekalet sözleşmesi olduğunu, TBK m.512 hükmü emredici nitelikte olup buna aykırı şekilde yapılan anlaşmaların geçersiz olduğunu, 31/03/2017 tarihli yönetim sözleşmesinin 2.2. maddesi ile ile davacının, müvekkil adına müvekkil şirketin tüm banka ve finans kurumları nezdinde temsil edilmesi, tüm finansal ilişkinin yönetilmesi, müvekkilin gayrimenkul satış ilişkilerinin yönetilmesi, Ataşehirde yer alan … isimli gayrimenkulun tüm kiralama faaliyetleri ve kiracı ilişkileri ile belediye ilişkilerinin yürütülmesi işlerini üstlendiğini, yerel mahkemenin davaya konu sözleşmenin “hizmet sözleşmesi” olduğu yöndeki nitelendirmesinin hatalı olduğunu, TBK’nun 512. Maddesi uyarınca, Vekâlet veren ve vekilin, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilcekleri, fesih hakkını ortadan kaldıran anlaşmaların geçersiz olduğunu, taraflar arasındaki sözleşmenin 2.10 maddesinde belirlenen feshedilemezlik maddesinin de bu nedenle geçersiz kabul edilmesi gerektiğini, somut olayda taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi 8 ay sürmüş olup 8 ay hizmet verdiğini iddia eden davacının temsil faaliyeti sonucu ayda 25.000 TL’ye vekillik işini yürütmekte iken vekillik akdinin feshi akabinde davacının çalışmadığı geriye kalan 28 ay boyunca toplam 700.000 TL ödeme talep etmesinin hukuka ve hakkaniyete açıkça aykırı olduğunu, bu talebin kabulü halinde, davacının hiçbir iş yapmadan 3 yıllık ücretinin peşinen ödenerek sebepsiz zenginleşmesine neden olunmuş olacağını, davacının 36 ay boyunca elde etmeyi umduğu alacağı 8 ayın sonunda elde edemeyecek hale gelmesi makul bir süre için tazminatı düşündürebilecekse de bu tutarın hiçbir şekilde bakiye sürenin tamamının ücreti olamayacağını, Davacı sözleşmeden kaynaklı edimlerini yerine getirmemiş olduğundan sözleşmenin müvekkili tarafından haklı sebeple feshedildiğini, davacı tarafça davaya konu sözleşmeden doğan edimlerini ifa ettiğini gösterir herhangi bir delil sunulmamış olduğu halde sözleşmedeki lafza bağlı kalınmaya devam edildiğini, halbuki, davanın başından beri savunmalarının; davacı tarafça müvekkili adına anlaşılan işlerin yapılmadığı ve müvekkile sözleşmenin 2.2. Maddesi gereğince aylık rapor verilmeyerek hesap verme yükümlülüğünün yerine getirilmediği, bu nedenle sözleşmenin haklı sebeple feshedildiği yönünde olduğunu, fesih ihtarnamesinde bu hususun belirtildiğini, davada ispat yükü davacı üzerinde olmasına rağmen davacı sözleşmede kendisine yüklenen edimlerini yerine getirdiğini ispat edememişken müvekkilden edimini yerine getirmesini beklemenin hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu,
TBK’nun 508/3 fıkrası uyarınca; vekilin, vekâlet verenin istemi üzerine yürüttüğü işin hesabını vermek ve vekâletle ilişkili olarak aldıklarını vekâlet verene vermekle yükümlü olduğunu, Nitekim, taraflar arasındaki sözleşmenin 2.2.(son) bendinde de aylık yapılan işlere dair her ay için bir sonraki ayın ilk haftasında rapor verilmesi gerektiği düzenlenmiş olup davacı tarafça müvekkil adına yürütülen işlemlere dair hazırlanan bir rapor bulunmadığını, davacı tarafça dosyaya da sunulmadığını, normal koşullarda haklı bir sebep olmadan sözleşmenin feshedilemeyeceği düzenlenebilecekse de, davacı tarafça edimlere uyulmadığı durumda geçerli bir feshedilemezlik hükmünden bahsedilemeyeceğini, TBK’nun ifada sırayı düzenleyen 97 maddesi uyarınca, davacının yönetim sözleşmesinin feshi nedeniyle bakiye sürenin alacaklarını tazminat olarak talep edebilmesi için kendi edimlerini yerine getirmiş olmasının gerektiğini, sözleşmeye uygun şekilde edimlerini ifa etmeyen davacının müvekkilden feshedilen sözleşmesi için 36 aylık ücreti peşinen isteme hakkı olmadığını, Fahiş ceza koşulunun her halukarda indirilmesi gerektiğini, somut olayda TBK m.512 gereğince sözleşmenin erken feshi ceza koşuluna bağlanamayacağı ve davanın reddi gerektiği kanaatini taşımakla birlikte, dairenin aksi kanaate olması halinde, sözleşmenin devamı halinde davacıya aylık 25.000 TL ödenmesi gerekirken davacıya erken fesih nedeniyle kalan 28 aylık sürenin ücreti 700.000 TL ödenmesinin fahiş ve hakkaniyete olacağını, yerel mahkemece de davacının herhangi bir emek sarf etmeden cezai şartın tamamına hak kazanmasının hakkaniyete aykırı olacağı gerekçesiyle 700.000 TL’lik ceza tutarın 200.000 TL’sinin takdiren indirilmesine karar verilmişse bu indirimin yeterli olmadığını, davacı tarafça 8 ay verildiği dahi şüpheli olan hizmete ilişkin olarak bakiye 28 ayın tazminat olarak ödenmesinin istenmesi hakkaniyete ve dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu, yine gerekçeli kararda yerel mahkeme tarafların tacir olduğunu belirterek cezai şart tutarının davalıyı bağladığı sonucuna varılmışsa da, bu ilişkide müvekkili şirket tacir ise de davacı gerçek kişi tacir olmadığından ve sözleşmeye konu işlemler tarafların ticari işletmelerinden kaynaklanmadığından burada TBK’nun 182 maddesinin uygulama alanı bulacağını, davacının gerçek kişi olup vekili sıfatıyla müvekkili belirtili kurumlar nezdinde temsil ettiğini, davacı kendi adına da fatura kesmediğine göre bu ilişkide tacir olduğu sonucuna varılamayacağını, TBK’nun 182 maddesi uyarınca; 8 ay süreyle devam eden ilişkinin 36 ay devam etmemesi nedeniyle kalan sürede davacının hizmet vermeden kalan bakiyenin süresini istemesi hukuka aykırı olup, dairece tazminata hükmedilmesine karar verilmesi halinde hükmedilecek tazminatın hakkaniyete ve çalışma süresine uygun makul bir tutara indirilmesi zarureti bulunduğunu, aksi durumda müvekkilinin davacıyı 36 ay çalıştırsa vereceği parayı peşinen hiçbir emek sarfetmeden ödemek durumunda kalmış olacağını, bunun da davacının sebepsiz zenginleşmesine neden olacağını, Ceza koşulu belirlenirken hizmet süresine ve davacının elde etmeyi umduğu faydaya bakılması gerektiğini, feshedilemezlik koşulu kira sözleşmesi hükümlerinde dahi geçerli kılınmamışken ve taşınmazın kiralanacağı makul sürenin ve iş uyuşmazlıklarında işçinin boşta geçirdiği sürenin ortalama 4 ay olarak belirlendiği sabit iken davacının başka firmalara hizmet vermeye /iş akdiyle çalışmaya devam edeceği gerçeği dikkate alınarak davanın reddedilmemesi halinde erken fesih nedeniyle davacının başka firmalara hizmet veremeyeceği makul sürenin 4 ay olabileceği dikkate alınarak bu süreye ilişkin tazminata hükmedilmesi makul kabul edilebileceğini, bu tutar üzerindeki hükümlerin hakkaniyete aykırı olacağını ve davacının sebepsiz zenginleşmesine yol açacağını, Kabul anlamına gelmemek üzere mahkemece avans faize hükmedilmesinin de hatalı olduğunu, mahkemece 500.000 TL’nin dava tarihi olan 07/02/2018 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verildiğini, tacir olmayan gerçek kişi davacının huzurdaki davada isteyebileceği faizin ancak kanuni faiz olabileceğini, taraflar arasında yönetim sözleşmesi akdedilmişse de, ödemelere ilişkin bir faiz oranı da belirlenmediğini, dolayısıyla, gerçek kişi ile şirket arasında akdedilen bu sözleşmeden dolayı davacı davaya konu alacağını bir faturaya bağlamadığından, davacı gerçek kişinin ancak yasal faiz talep edebileceğini, kararın faizin türü ve başlangıç tarihi bakımından da hatalı olup dava edilen alacağın artırım öncesi ve sonrası tutarlarına göre yasal faiz işletilmesi gerekirken bu şekilde hüküm kurularak kısmi açılan davada tam rakam üzerinden faize hükmedilmesinin hatalı olduğunu, Yerel mahkeme, davanın kısmen kabul kısmen reddine karar vermişse de müvekkil lehine kısmen reddedilen tutar üzerinden nispi vekalet ücretine hükmetmeyip, maktu ücrete hükmettiğini, halbuki, konusu para olan hukuki yardımlara ödenecek ücretin AAÜT’nin 13. maddesi uyarınca tarifenin 3. kısmında nispi olarak belirtildiğini, mahkemenin davanın kısmen reddine karar verdiği durumda red gerekçesi ne olursa olsun reddedilen tutar üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, bu bakımdan da hatalı kararın kaldırılması gerektiğini, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, davacının prim alacağı ve erken fesih tazminatı talebiyle ikame ettiği davada talep ettiği tutarlar belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğinden, hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın öncelikle usulden reddine, dairece aksi kanaatte olunması halinde, usuli eksiklikler sonucu verilen yerel mahkeme ilamının istinaf incelemesi sonucu kaldırılarak dosyanın yerel mahkemeye iade edilerek usuli eksikliklerin giderilmesine ve neticesinde davanın reddine karar verilmesine, aksi durumda istinaf nedenlerimiz uyarınca davanın esastan reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa tahmiline karar verilmesi talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; taraflar arasındaki 31/03/2017 tarihli yönetim sözleşmesinin 2.10 maddesine dayalı, sözleşmenin süresinden önce feshi nedeniyle cezai şartın tahsili ve sözleşmenin 2.11 maddesine dayalı olarak sözleşmenin devamı süresince ödenmeyen prim alacaklarının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece cezai şart talebinin takdiri indirim uygulanarak kısmen kabulüne, prim alacağına ilişkin talebin ispatlanamaması nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasındaki sözleşme ile davalının davacıya aylık 25.000,00-TL + KDV ücret ödeyeceğinin, ayrıca belirli koşullarda ücret haricinde prim ödemesi yapılacağının kararlaştırıldığını, davalı tarafından 36 ay süreli sözleşmenin, süresinden önce feshedildiğini, sözleşmenin 2.10 maddesi uyarınca fesih tarihinden sözleşmenin süresinin biteceği tarihe dek hesaplanacak ve sözleşmede belirlenen aylık ücretin toplu halde davacıya ödeneceğinin kararlaştırıldığını, buna göre davacının aylık ücreti üzerinden sözleşmenin devam etmesi gereken bakiye süresi boyunca hesaplanacak tutarı kendisine ödemesi gerektiğini, yine davacının davalıdan prim alacağı da bulunduğunu ileri sürmüş; 1.000,00-TL prim alacağı ile 9.000,00-TL cezai şart alacağının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla tahsili için belirsiz alacak davası açtıklarını beyan etmiştir. 24/12/2021 tarihli talep arttırım dilekçesi ile; bilirkişi raporunda prim alacaklarına ilişkin bir değerlendirme yapılmadığını, yalnızca cezai şart alacaklarının 725.000,00-TL olarak tespit edildiğini beyan ederek, dava değerini HMK’nun 107/2 fıkrası uyarınca 725.000,00-TL olarak arttırdıklarını bildirmiş, bu tutarın davalıdan en yüksek banka mevduat faiziyle tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili; davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, sözleşmenin davacının edimlerini yerine getirmemesi nedeniyle haklı nedenle feshedildiğini, kararlaştırılan cezai şartın aşırı yararlanma teşkil ettiğini, prim alacağı da bulunmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. Davalı vekilinin esasa ilişkin beyanda bulunmak üzere kendilerine verilen iki haftalık kesin süre dolmadan duruşma yapılıp karar verilmesinin savunma hakkını kısıtladığı yönündeki istinaf sebebi incelendiğinde; mahkemece 01/12/2021 tarihli duruşmada tahkikatın bitirildiği ve sözlü yargılamaya geçildiği, davalı vekilinin esas hakkın beyanlarını sunmak üzere süre talep ettiği, mahkemece davalı vekiline HMK’nun 186/1 fıkrası uyarınca iki haftalık kesin süre verildiği ve duruşmanın 15/12/2021 tarihine bırakıldığı, her ne kadar duruşmanın bırakıldığı tarih, beyanda bulunmak için verilen iki haftalık kesin sürenin son gününe denk düşse de; davalı vekilince 01/12/2021 tarihli celsede verilen yeni duruşma gününe itiraz edilmediği gibi, 15/12/2021 tarihli celseye dek de bu konuda herhangi bir itiraz ileri sürülmediği, bu nedenle davalı yanın savunma hakkının kısıtlandığı yönündeki istinaf sebebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır.Davalı vekilinin davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı yönündeki istinaf sebebi incelendiğinde; davacı vekilinin taraflar arasındaki 31/03/2017 tarihli sözleşmenin 36 aylık süre dolmadan feshedilemeyeceğine dair sözleşmenin 2.10 maddesine rağmen, süresinden önce feshedilen sözleşme için aynı maddede kararlaştırılan ve sözleşmenin feshedildiği 13/12/2017 tarihinden sonraki bakiye süreye tekabül eden tüm aylar için, aylık 25.000,00-TL ücret üzerinden hesaplanacak cezai şart alacağının tahsilinin istendiği, şimdilik 9.000,00-TL cezai şart alacağı için belirsiz alacak davası açıldığı, davalıya fesih sonrası ve dava tarihinden önce gönderilen ihtarnamede 700.000,00-TL cezai şartın ödenmesinin talep ve ihtar edildiği, bilirkişi tarafından sözleşmenin bakiye süresinin 29 ay olduğu ve toplam cezai şartın 29×25.000=725.000,00-TL olduğunun, bu cezai şartın davalının ekonomik yönden mahfına sebep olmayacağının tespit edilmesi akabinde, cezai şart alacağı yönünden dava değerinin HMK’nun 107/2 fıkrası uyarınca 725.000,00-TL ye yükseltildiğinin beyan edildiği anlaşılmıştır. HMK’nun 107/1 maddesinde; belirsiz alacak davası açılabilmesi, uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi şartına bağlanmıştır. Davacının cezai şart alacağına yönelik talebi, belirsiz alacak davası olarak ileri sürülmüş olup, dava dilekçesindeki açıklamalar ve dosyaya sunulan sözleşme içeriğinden, cezai şart alacağının davacı bakımından belirlenebilir nitelikte olduğu, bu alacak bakımından belirsiz alacak davası koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan davacının alacağına kavuşmak için dava açmaktan başka bir yola müracaat etmesi mümkün olmadığından eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı mevcut olup, davanın türü başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmayacaktır. Koşulları oluşmadığı halde belirsiz alacak davası olarak açılan bir dava, usul ekonomisi ilkesi gözetilerek hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile hemen usulden reddedilmemeli, davanın kısmi dava olarak açılabilmesi mümkün ise, mahkemece açılmış olan dava doğrudan bir ara kararla kısmi dava olarak görüp karara bağlanmalıdır(bkz. Yargıtay 11 Hukuk Dairesi, 2021/5368 esas, 2022/9506 karar sayılı, 27/12/2022 tarihli; 2021/4318 esas, 2022/5118 karar sayılı, 21/06/2022 tarihli ilamları ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2016/22-1166 esas, 2019/576 karar sayılı,16/05/2019 tarihli ilamı). Somut olayda; belirsiz alacak davası olarak ileri sürülen cezai şart alacağı bakımından kısmi dava koşullarının mevcut olduğu tespit edilmiş olup, hakimin hukuku re’sen uygulayacağı ve taraflarca gösterilen hukuki sebeplerle bağlı bulunmadığı ilkelerinden hareketle cezai şart alacağına yönelik talebin kısmi dava olarak açıldığı kabul edilmek gerekir. İzah edilen gerekçelerle, davalı vekilinin belirsiz alacak davası ile talep edilen cezai şart alacağı yönünden davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiği yönündeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin başlangıç tarihinin 31/03/2017 olduğu, 36 aylık sürenin sona erdiği tarihin 31/03/2020 olduğu, davalının sözleşmeyi 13/12/2017 tarihinde feshettiği, taraflar arasındaki sözlemenin 2.5 maddesinde davacının aylık ücretinin 25.000,00-TL + KDV olacağının kararlaştırıldığı, sözleşmenin 2.10 maddesinde ise sözleşmenin taraflarca 36 ay boyunca tek taraflı olarak fesih edilemeyeceğinin, sözleşmenin davalı tarafından 36 aylık süre öncesinde feshedilmesi halinde, 2.5.maddede belirtilen ödeme hükümleri dikkate alınarak, davalının, fesih tarihinden 36 ay sonuna kadar kalan süreye dair davacının hak edeceği aylık yönetim bedeli tutarlarının toplamını tazminat olarak davacıya ödeyeceğinin düzenlendiği, şu halde davacının 31/03/2017-13/12/2017 tarihleri arasındaki sekiz aylık süreden, sözleşmenin sona ereceği tarihe dek geriye kalan yirmi sekiz aylık cezai şart alacağının 28×25.000,00-TL=700.000,00-TL olduğu, taraflar arasındaki sözleşmenin vekalet sözleşmesine ilişkin unsurları da barındırmakla birlikte, bu unsurların ağır basmadığı atipik bir iş görme sözleşmesi olduğu, bu nedenle davalının TBK’nun 512 maddesi uyarınca sözleşmenin 36 ay boyunca feshedilemeyeceğine dair hükmünün geçersiz olduğuna dair istinaf sebebinin yerinde olmadığı, basiretli bir tacir gibi davranması gereken davacının, sözleşmenin anılan hükmü ile bağlı bulunduğu ve aşırı yararlanma iddiasının dinlenemeyeceği, davalı tarafından davacıya gönderilen ihtarnamede yer alan ve cevap dilekçesinde de ileri sürülen, davacının edimlerini yerine getirmediği bu nedenle sözleşmenin haklı nedenle feshedildiği yönündeki savunmanın, davalı tarafından ispatının gerektiği; ancak bu yönde bir delilin dosyaya sunulmadığı, kaldı ki sözleşmenin 2.10 maddesinde, anılan cezai şartın haklı nedenle fesih halinde ödenmeyeceğine dair bir koşul bulunmadığı, davalı yanın sözleşmenin haklı nedenle feshedildiği yönündeki istinaf sebebinin yerinde olmadığı, mahkemece alınan mali bilirkişi raporu sonucunda davacının prim alacağının ispat edilemediğinin tespit edildiği, cezai şart alacağı hesabı bakımından ise mahkemece raporun hükme esas alınmadığı, bu nedenle hatalı bilirkişi raporuna dayalı olarak hüküm kurulduğu yönündeki davalı istinaf sebebinin de yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Davalı vekilinin; faizin türüne ve başlangıç tarihine yönelik istinaf sebebi değerlendirildiğinde, cezai şart alacağı bakımından davanın kısmi dava olarak açıldığı yönündeki dairemiz tespiti ve davacının bu alacak kalemi için davasını 9.000,00-TL üzerinden açıp daha sonra netice-i talebini 725.000,00-TL ye yükseltmiş olması karşısında, hükmedilen alacağın 9.000,00-TL’sine dava, kalan kısmına ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken hüküm altına alınan tüm alacağa dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesinin yerinde olmadığı anlaşılmış faizin başlangıcına yönelik istinaf sebebi yerinde bulunmuştur. Davacının tacir olup olmadığı dosya kapsamından anlaşılamamakla birlikte, davalının tacir olduğu, TTK’nun 19/1 fıkrası uyarınca bir tacirin borçlarının ticari olmasının asıl olduğu, hükmün ikinci fıkrasına göre taraflardan yalnız biri işin ticari iş niteliğinde olan sözleşmelerin, kanunda aksi öngörülmedikçe diğer taraf içinde ticari iş sayılacağı, bu nedenle ticari iş mahiyetindeki sözleşmeden doğan cezai şart alacağı için davacı lehine avans faize hükmedilmesinde isabetsizlik bulunmadığı, davalının faizin türüne yönelik istinaf sebebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Davacı vekilinin cezai şart alacağına takdiri indirim uygulanmasının hatalı olduğu yönündeki istinaf sebebi incelendiğinde; 6098 Sayılı TBK’nun 182/3 fıkrasında hakimin aşırı gördüğü ceza koşulunu kendiliğinden indireceğinin, 6102 Sayılı TTK’un 22 maddesinde ise tacir sıfatını haiz borçlunun TBK’nun 182/3 fıkrasına dayalı olarak ceza koşulunun indirilmesini talep edemeyeceğinin düzenlendiği, öte yandan; sözleşme serbestisi ilkesinin, tacir olan borçlunun cezai şart sorumluluğu bakımından, bütün sözleşmeleri sınırlandıran bir hüküm mahiyetindeki ve kesin hükümsüzlük düzenlemesini içeren TBK’nın 27 maddesi denetiminden müstesna olmadığı, bu denetimin mahkemece re’sen yapılmak durumunda olduğu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/(19)11-943 esas, 2021/984 karar sayılı ve 14/09/2021 tarihli ilamında da belirtildiği üzere; taraflarca sözleşme ile tespit edilmiş olan cezaî şart tutarı, borçlu durumda olan tacirin, iktisaden mahvına neden olacak ve onun eskisi gibi ticarî faaliyetini devam ettirmesine imkân tanımayacak derecede ağır ve yüksek ise, o zaman, böyle bir cezaî şartın, TBK’nun 27 maddesi uyarınca ahlâk ve adaba aykırı bir şart olduğu kabul edilerek, şartın kısmen veya tamamen iptali yoluna gitmenin mümkün olduğu, bir borçlunun, iktisadi ve ticari faaliyet ve mevcudiyetinin tehlikeye girmesine veya yıkılmasına sebep olacak bir nisbete ulaşan her cezaî şartın, ahlâk ve adaba aykırı olacağı, somut olayda, mahkemece aldırılan 23/06/2021 tarihli ek bilirkişi raporunda; sözleşmede kararlaştırılan cezai şartın, davalı şirketin 2016,2017,2018 yıllarındaki öz kaynakların 0,007’sine tekabül ettiğinin, aktif büyüklüğünde ise 0,002 gibi bir orana tekabül ettiğinin, cezai şart tutarının, davalı şirketin mali tablolarındaki tutarlar ve büyüklüklere oranlandığında ekonomik olarak mahvına sebep olmasının mümkün olamayacağının tespit edildiği, bu tespit karşısında cezai şart tutarının ahlaka aykırı kabul edilemeyeceği, davalı şirketin TBK’nun 182/3 fıkrasına göre de indirim talep edemeyeceği, mahkemece tespit edilen 700.000,00-TL cezai şartın tamamına hükmedilmesi gerekirken, yasal dayanağı bulunmayan gerekçe ile takdiri indirime gidilmesinin isabetsiz olduğu anlaşılmış, davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi yerinde bulunmuştur. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne; ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 355 ve 353/1-b2 maddeleri uyarınca kaldırılmasına, dairemizce esas hakkında yeniden hüküm kurularak; davacının cezai şart alacağı talebinin kısmen kabulü ile 700.000,00-TL cezai şart tutarının, 9.000,00-TL’sine dava, 691.000,00-TL’sine ıslah tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının prim alacağına yönelik talebinin reddine, kaldırma kararının mahiyeti gereği davalı vekilinin konusuz kalan vekalet ücretine yönelik istinaf başvurusu hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; 1-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜNE, davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE; İstanbul Anadolu 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2019/475 Esas – 2021/986 Karar sayılı, 15/12/2021 tarihli kararının 6100 Sayılı HMK’nın 355., 353/1-b2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, Dairemizce esas hakkında yeniden hüküm kurularak; 2-Davacının cezai şart alacağı talebinin kısmen kabulü ile, 700.000,00-TL cezai şart tutarının, 9.000,00-TL’sine dava, 691.000,00-TL’sine ıslah tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,3-Davacının prim alacağına yönelik talebinin reddine,
İLK DERECE MAHKEMESİ YÖNÜNDEN 4-Dairemiz karar tarihi itibariyle alınması gereken 47.817,00.TL nispi karar ve ilam harcının (170,78.TL peşin harç + 12.210,40.TL tamamlama harcı toplamı =) 12.381,18.TL alınan harçtan mahsubu ile bakiye 35.435,82.TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-Davacı tarafından yatırılan toplam: 211,88.TL harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 6-İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama sırasında davacı tarafından sarf edildiği anlaşılan 600,00.TL bilirkişi ücreti ile 1.305,60.TL tebligat gideri olmak üzere toplam: 1.905,60.TL yargılama giderinin davanın kabul/ ret oranına göre hesap ve takdir edilen (%97 kabul) 1.848,43.TL’sinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiyesinin davacı üzerinde bırakılmasına, 7-İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama sırasında davalı tarafından sarf edilen yargılama gideri bulunmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, 8-Davacı taraf yargılamada kendisini vekil marifetiyle temsil ettirmiş olmakla dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca kabul edilen miktar üzerinden hesaplanan 95.000,00.TL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacı tarafa verilmesine, 9-Davalı taraf yargılamada kendisini vekil marifetiyle temsil ettirmiş olmakla dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca reddedilen miktar üzerinden hesaplanan 9.200,00.TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı tarafa verilmesine, 10-Bakiye gider avansı bulunduğu takdirde, karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran ilgili tarafa iadesine,
İSTİNAF YÖNÜNDEN: 11-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, istinaf karar harçlarının talep halinde ve karar kesinleştiğinde iadesine, 12-İstinaf aşamasında sarf edilen yargılama giderlerinin tarafların üzerinde bırakılmasına, 13-Bakiye gider avansı bulunduğu takdirde, karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran ilgili tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 06/04/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.