Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2022/236 E. 2022/427 K. 17.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/236 Esas
KARAR NO: 2022/427 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ:İSTANBUL ANADOLU 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 22/06/2017
NUMARASI: 2015/393 Esas 2017/809 Karar
DAVANIN KONUSU: Tespit
KARAR TARİHİ: 17/03/2022
Dairemizden verilen 03/10/2019 tarih ve 2019/1732 Esas – 2019/1314 Karar sayılı karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 25/11/2021 tarih ve 2020/62 Esas – 2021/6548 Karar sayılı ilamı ile bozulmakla; dosyanın Dairemizin yukarıdaki esasına kaydı yapılıp duruşmalı olarak yapılan incelenmesi sonucunda;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesi ile, Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2005/703 esas sayılı dosyası üzerinden verdiği kararda davacılar … ve …’ın davalı şirkette mevcut olan ortaklık payları üzerindeki hak ve yetkileri kullanmak üzere …’ın kayyım olarak atanmasına karar verildiği, kararda görev süresinin dava sonuçlanıncaya kadar olduğunun belirtildiği davanın henüz sonuçlanmadığını, davacıların davalı şirkette %39,50 oranında hissesi bulunduğunu, davalı şirketin yöneticilerinin amacının davacıların hissesini ele geçirmek olduğunu, davalı şirketin yönetim kurulunun 12/02/2015 tarihli toplantısında 11 yıl önceki sermaye artırımıyla ilgili davacılar hakkında ıskat işlemi başlatılması kararı aldığını, bu konuda davacılara 12/02/2015 tarihinde ayrı ayrı ihtarname keşide edildiğini ve 1 aylık ödeme süresi verildiğini, bu ihtarnamelerin muhatabının davacılar olmadığını mahkeme kararına göre kayyım atandığını, davalının temerrüt faizi hesabı yaptığını ve diğer ortakların bu faizi ödediğini belirttiğini, bu nedenlerle 11 yıl önceki bir olaya dayanan işleme ilişkin zamanaşımı itirazlarının kabulüne, hisse temsil kayyımı olduğu halde asillere gönderilen ihtarnamelerin hükümsüz olduğunun tespitine davalı şirketin 12/02/2015 tarihli yönetim kurulu kararının hükümsüz olduğunun tespiti ve iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davacılara ihbarname gönderildiğini, davacı asillerin sermaye koyma borcunu yerine getirmediğini, eksiksiz ve tam bir ödeme yapmadığını, sermaye koyma borcunun temerrüt faizinin de ödenmesinin gerektiğini, ödenmediği takdirde ıskat kararı alınabileceğini, Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/184 Esas, 2012/753 Karar sayılı kararının davacıya sermaye koyma borcundan kurtarmayacağını savunarak davanın reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 22/06/2017 tarih 2015/393 Esas 2017/809 sayılı kararında; “Kadıköy 2. ATM.nin 2007/184 Esas, 2012/753 Karar sayılı dosyası uyap üzerinden celp edilerek incelenmiştir. Davacılar adına kayyım olarak dava açan …’ın, Kadıköy 2 ATM.nin 2005/703 Esas sayılı doyasında 16.08.2007 tarihli kararla davacıların davalı … AŞ’deki mevcut hak ve yetkilerini kullanmak üzere temsil etmek üzere kayyım olarak atandığı anlaşılmıştır. Bu atama kararının dava tarihi itibariyle ve yargılama boyunca mevcut olduğu görülmüştür. Anonim şirkette yönetim kurulu kararlarının nasıl alınacağı 6102 sayılı TTK.nun 390. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre ” (1) Esas sözleşmede aksine ağırlaştırıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde, yönetim kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alır. Bu kural yönetim kurulunun elektronik ortamda yapılması hâlinde de uygulanır. (2) Yönetim kurulu üyeleri birbirlerini temsilen oy veremeyecekleri gibi, toplantılara vekil aracılığıyla da katılamazlar. (3) Oylar eşit olduğu takdirde o konu gelecek toplantıya bırakılır. İkinci toplantıda da eşitlik olursa söz konusu öneri reddedilmiş sayılır. (4) Üyelerden hiçbiri toplantı yapılması isteminde bulunmadığı takdirde, yönetim kurulu kararları, kurul üyelerinden birinin belirli bir konuda yaptığı, karar şeklinde yazılmış önerisine, en az  üye tam sayısının çoğunluğunun yazılı onayı alınmak suretiyle de verilebilir. Aynı önerinin tüm yönetim kurulu üyelerine yapılmış olması bu yolla alınacak kararın geçerlilik şartıdır. Onayların aynı kâğıtta bulunması şart değildir; ancak onay imzalarının bulunduğu kâğıtların tümünün yönetim kurulu karar defterine yapıştırılması veya kabul  edenlerin imzalarını içeren bir karara dönüştürülüp karar defterine geçirilmesi kararın geçerliliği için gereklidir.(5) Kararların geçerliliği yazılıp imza edilmiş olmalarına bağlıdır”. Yönetim Kurulu kararlarının ne şekilde batıl olacağı ise 391. maddeisnde düzenlenmiştir. TTK.nun 391. maddesine göre “Yönetim kurulunun kararının batıl olduğunun tespiti mahkemeden istenebilir. Özellikle; a) Eşit işlem ilkesine aykırı olan, b) Anonim şirketin temel yapısına uymayan veya sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen, c) Pay sahiplerinin, özellikle vazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren, Diğer organların devredilemez yetkilerine giren ve bu yetkilerin devrine ilişkin, kararlar batıldır.” Genel hukuk kurallarından biri olan eşit işlem ilkesi, dürüstlük, ahlak, hakkaniyet ve akte vefa gibi şirketler hukuku bakımından büyük önem arz eden genel hukuk ilkelerinden biridir. Tüm pay sahiplerine eşit işlem yapma/ eşit davranma yükümülülüğü getiren bu ilke, keyfiliği ve subjektif uygulamaları önler. Somut olayda eşit işlem kuralına uyulup uyulmadığı incelenmiştir. Ortakların şirketteki sermaye koyma borcu bakımından, kural olarak, ortaklık devam ettiği sürece sermaye koyma borcu zaman aşımana uğramaz. Ancak yine, eşit işlem ilkesi kuralı gereği ortakların sermaye borçlarını ödeme şekli ve şartları da eşit olmalıdır. Eldeki davada bilirkişi marifetiyle incelenen ve mahkememizce de denetlenerek benimsenen rapora göre ortakların tümü için sermaye koyma borcunun aynı şekilde hesaplandığı, biri için yapılan eksik hesaplamanın diğerleri için de yapıldığı, eksik faiz ödemesinin tüm ortaklar için geçerli olduğu anlaşılmıştır. TTK.nun 482. maddesine göre, sermaye koyma borcunu süresi içinde yerine getirmeyen pay sahibi, ihtara gerek olmaksızın, temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür. Davacı tarafın bu yönden de sermaye koyma borcunu ödediği iddiasına itibar edilememiş, temerrüt faizi de ödenmeden sermaye koyma borcunun yerine getirildiğinden söz edilemeyecektir. Bir diğer mesele, asıl borç ödendiği halde temerrüt faizi ödenmeyerek eksik ödeme yapıldığı halde ıskat kararı alınıp alınamacağına ilişkindir. TTK.nun 128. maddesiniin 7. fıkrasında ” Şirket, her ortağın sermaye koyma borcunu yerine getirmesini isteyebileceği ve dava edebileceği gibi, yerine getirmede gecikme sebebiyle uğradığı zararın tazminini de isteyebilir. Tazminat istemi için ihtar şarttır. Şahıs şirketlerinde bu davayı ortaklar da açabilir”.hükmü yer almaktadır. Bu bakımdan davalı şirketin TTK.nun 483. maddesinde belirtilien usul içinde karar aldığı anlaşılmıştır. Açıklanan sebeplerle, ıskat kararının alındığı YK kararının hükümsüzlüğünün tespiti, veya bu mümkün olmazsa iptali şeklindeki talepli davada, davanın reddine karar vermek gerekmiştir. Davacı tarafın, ortaklardan …’a menfaat sağlandığı, …’ın şirkete borçlu olduğu, zimmet suçunu işlediği şeklindeki iddiaları bu davanın konusu olmayıp ayrı bir dava konusu olduğundan bu itirazlara itibar edilmemiştir…”gerekçesi ile, Davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesi ile, … ve …’ın, davalı şirkette toplam % 39,5 oranında hissesi bulunmakta olup, davaya konu olan sermaye artırımının 10/06/2004 tarihinde tescil edildiği ve davacıların sermaye artırımına iştirak ettiklerini, …’ın taahhüt ettiği 35.486,00.TL’lik apel borcunun tamamını 29/12/2006 tarihine kadar ödediği ve taahhüdünü yerine getirdiğini, …’da taahhüt ettiği 226.- TL’lik apel borcunun tamamını 29/12/2006 tarihine kadar ödediği ve taahhüdünü yerine getirdiğini, Davacıların sermaye taahhüt borçlarını ödediklerinin bilirkişi raporunda da tespit edildiğini, Asıl borç ödenmiş olmasına rağmen, davalı şirketin yönetim kurulunun 14/02/2007 tarihli kararı ile davacıların ıskatına karar verdiğini, Iskat müeyyidesinin asıl amacının temerrüde düşen pay sahibinin vakit geçirmeksizin paydan ıskat edilmesi değil, anonim şirket esas sermayesinin temin edilmesi olduğunu, olayda da davalı şirketin sermayesi temin edildiği ve davacılar tarafından ödendiğini, Davalı şirketin, daha önceki ıskat kararında olduğu gibi, ne şekilde yapıldığı belli olmayan bir temerrüt faizi hesapladığını, davalı şirketin yönetim kurulunun da, dava konusu yapılan kararında; “bu temerrüt faizinin ödenmemesi halinde ıskat işleminin uygulanacağına” karar verdiğini, Davalı şirketin savunmasına göre; diğer ortakların temerrüt faizini ödedikleri, bu şekilde eşit işlem ilkesine aykırılığın ortadan kalktığını, bilirkişi heyetinin de raporunda bu görüşü benimsediğini, bu görüşün eksik incelemeden ve hatalı yorumdan kaynaklandığını, Davalı şirketin en büyük hissedarı, yönetim kurulu başkanı, tek imza yetkilisi …’ın, davalı şirketin 174.450.TL parasını zimmetine geçirdiği ve parayı kullandığını, İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, Esas No:2008/376, Karar No:2015/443 olan 13/05/2015 tarihli kararında; “174.450.- T.L. sının 25-06-2010 tarihinden itibaren değişen ve değişecek avans faiz oranları uygulanmak suretiyle hesaplanacak faizi ile birlikte davalı …’tan tahsiline, dava dışı … Anonim Şirketi’ne ödenmesine” karar verildiğini, Yargıtay’ın, davayı açan kayyımın görevinin devam edip etmediği araştırılmadan hüküm tesis edildiği gerekçesi ile kararı bozduğunu, Dolayısıyla …’ın 174.450.TL’lik borcunu, faizi ile birlikte davalı şirkete ödemediği sürece, 52.890.TL’lik apel borcunu ve faizini bu para ile ödemiş olduğu sonucunun ortaya çıktığını, …’ın bir yandan şirketin parasını alarak, diğer yandan bunun bir kısmı ile apel borcunu ve faizini ödemiş olmasının, eşit işlem ilkesine temelden aykırılık teşkil ettiğini, Davalı şirketin kayıtlarında 174.450.TL’sinin faizi ile birlikte ödenip ödenmediği, ödenmedi ise kimin adına gözüktüğünün araştırılması gerektiğini, Bilirkişi raporunun sonuç kısmında; “faizin eksik hesaplandığı, ancak eksik hesaplamanın tüm ortakları kapsadığından eşit işlem ilkesine aykırılık olmadığı kanaatine varılmıştır” dendiğini, bu kanaatin isabetsiz olduğunu, tüm ortakların hissesinin eşit olmadığını, eksik faiz hesaplanması ile şirketin en büyük hissedarı olan …’a büyük menfaat sağlandığını, bunun da eşit işlem ilkesine aykırılığın devam ettiğinin en temel göstergesi olduğunu, Usulüne uygun temerrüde düşürülmeden, ıskat ihtarı çekilemeyeceğini, apel çağrısının ortaklardan ilân suretiyle istenmesi gerektiğini, raporda bu hususun araştırılmadığını, Yargıtay kararlarına göre; ıskatın sadece pay taahhüdünden doğan borcun yerine getirilmemesi halinde uygulanabilecek bir müeyyide olduğunu, diğer yan edimlerin yerine getirilmemesinde ıskat müeyyidesi uygulanamayacağını, TTK’nın pay sahibinin sermaye borcunu zamanında veya hiç ifa etmemesi halinde doğacak sonuçları ve uygulanacak yaptırımları m. 407‘de, yaptırımlardan biri olan ıskatın usulünü ise m. 408’de gösterdiğini, Pay borcunu zamanında veya hiç ifa etmemesi halinde pay sahibine karşı uygulanabilecek yaptırımların TTK. m.407’ de açıkça sayılmış olmasına karşın davalı şirket yönetim kurulunun ısrarla müvekkillerinin ıskatı için çabalamasının iyiniyetle bağdaşmadığını ve TMK. m.2 uyarınca hukuk düzeni tarafından da korunmaması gerektiğini, Bilirkişi raporunun davalı şirket kayıtları esas alınarak düzenlendiğini, davalı şirket kayıtlarına ve rapora göre diğer ortaklar faiz ödemelerini 26/08/2010 tarihinde yaptıklarını, yine rapora göre davalı şirketin 2010 senesine ait envanter defterine kapanış tasdiki yaptırılmadığını, 2010 senesi defterlerinin kesin delil vasfına haiz olmadığının raporda belirtildiğini, bu durumda 2010 senesi ödemelerinin defter kayıtları nazara alınarak tespit edilmesinin doğru olmadığını, Bütün bunların haricinde davalı şirketin 11 sene önceki işleme dayalı faiz talebinin zaman aşımına uğradığını, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucu kaldırılmasına, yeniden yargılama yapılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DAİREMİZİN İLK KARARI: Dairemiz 31/01/2018 tarih 2017/758 Esas 2018/90 sayılı ilk kararı ile; “Dava hukuki niteliği itibariyle davacılar … ve …’ın davalı şirket ortaklığından TTK 482-483 maddeleri uyarınca ıskatına dair yönetim kurulunun 12/02/2015 tarihli kararının geçersiz olduklarının tespiti ile iptallerine karar verilmesi istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yukarıdaki gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ve davacı vekilince karar istinaf edilmiştir. Yargılama sürecinde dava dosyasına celb edildiği anlaşılan Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2005/703 Esas sayılı dava dosyasında 16.08.2007 tarihli celse 1/A nolu ara karar ile “… ve …’ın davalı … A.Ş’de mevcut olan ve işbu dava ve birleşen davalara konu olan ortaklık payları üzerinde şirket ortaklarına ait hak ve yetkileri kullanmak ve bu davanın sonuçlanmasına kadar geçerli olmak üzere bağımsız mali müşavir …’ın kayyım olarak atanmasına” karar verilmiş, 17.12.2007 tarihli gerekçeli kararda ise “… ve …’a …’ın kayyım atanmasına dair kararın işbu hükmün kesinleşmesinden 10 gün sonrasına kadar devamına” karar verildiği anlaşılmıştır. Yine İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2010/412 E. 2015/555 K. 18/06/2016 tarihli ilamında da kayyım olarak atanan …’ın görevinin hükmün kesinleşmesinden 10 gün sonrasına kadar sürmesine karar verilmiş, kararın Yargıtay 11. HD 2015/11831 E. 2016/9196 K. 29/11/2016 Tarihli kararı ile onandığı ve ilgili mahkemeye yazılan müzekkere cevabıyla dosyanın karar düzeltme talebi ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesinde olup henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır. İstinafa konu İDM si gerekçeli kararında da kayyım atama kararının dava tarihi itibarıyla ve yargılama boyunca devam ettiğine işaret edilmiştir. Bu durumda Kadıköy … Noterliği eliyle 12/02/2015 tarihinde TTK 483/2 maddesi uyarınca davacılara yapılan ihtarın Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2005/703 E. sayılı dosyasında pay sahipliği yargılama konusu olan ortakların şirketteki payları üzerinde ortaklıklarına ait hak ve yetkileri kullanmak üzere atanıp görevi devam eden ve mahkemece tayin edilen kayyıma yapılmadığı, şirket ortaklarına yapıldığı anlaşılmaktadır. TTK 483/2. maddesindeki davet ve ihtar bildirim şekli emredici düzenleme olup, yapılan ihtarın şirket ortaklarının kendisine yapıldığı ve bu surette usule uygun yapılmadığının kabulü zorunludur. ” gerekçesi ile; Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile, İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 22/06/2017 tarih 2015/393 Esas 2017/809 sayılı kararının HMK 353/1-b2 maddesi gereğince ORTADAN KALDIRILMASINA ve dairemizce esas hakkında yeniden hüküm kurularak; DAVANIN KABULÜ İLE, Davalı şirketin 12/02/2015 tarihli ıskat kararının hükümsüzlüğünün (batıllığının) TESPİTİNE karar verilmiş, karara karşı davalı tarafından temyiz yoluna başvurulmuştur.
YARGITAY BOZMA İLAMI: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 26/06/2019 tarih 2018/1434 Esas 2019/4908 Karar sayılı ilamında; “1-Dava, sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen ortakların ıskat işlemlerinin başlatılmasına dair alınan yönetim kurulu kararı ve karara bağlı gönderilen ihtarnamenin hükümsüzlüğünün tespiti istemine ilişkin olup; ilk derece mahkemesince dava kabul edilmiş, bölge adliye mahkemesince yazılı gerekçe ile kabul kararı kaldırılarak davanın esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, davacılara yapılan ihtarın, Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2005/703 esas sayılı, davacıların, davalı şirketteki pay sahipliklerine ilişkin uyuşmazlıkla ilgili bir başka dava dosyası kapsamında, payların yönetimine ilişkin kayyım atandığı, kayyımın görevinin halen devam ettiği, bu durumda ihtarın da kayyıma yapılması gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin hükümsüz olduğu kabul edilmiş ise de, anılan dosya kapsamında atanan kayyımın, genel mahiyette bir yönetim kayyımı olmayıp o davaya özgü ve o davayla sınırlı temsil kayyımı olduğu gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp bu husus re’sen dahi bozma sebebi oluşturmakla davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın bozulması gerekmiştir. 2-Bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin yukarıdaki bent dışında sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.” gerekçesi ile; Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının re’sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Dairemizce duruşma yapılarak, usul ve yasaya uygun görülen bozma kararına uyulmasına karar verilmiştir.
DAİREMİZİN İKİNCİ KARARI: Dairemiz 03/10/2019 tarih 2019/1732 Esas 2019/1314 sayılı kararı ile; “Dava hukuki niteliği itibariyle, sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen davacı ortaklar … ve …’ın davalı şirket ortaklığından TTK 482-483 maddeleri uyarınca ıskatına dair yönetim kurulunun 12/02/2015 tarihli kararının geçersiz olduklarının tespiti ile iptallerine karar verilmesi istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yukarıdaki gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ve davacılar vekilince karar istinaf edilmiştir. Anonim şirketlerde sermaye koyma borcunda temerrüde düşülmesinin sonuçları TTK md. 482-483’te düzenlenmiştir. TTK md 482’de temerrüdün genel sonuçları, TTK md 483’te ise ıskat usulü düzenlenmiştir. Pay sahibinin belirlenen vadede sermaye borcunu ifa etmeyip temerrüde düşmesi halinde Şirket yönetim kurulu mütemerrit pay sahibini, kısmi ödemelerden doğan haklardan mahrum etmeye ve şirketten çıkarmaya yetkilidir (TTK 482/2). TTK.nun 482/1. maddesine göre, sermaye koyma borcunu süresi içinde yerine getirmeyen pay sahibi, ihtara gerek olmaksızın, temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür. Somut olayda, davalı şirketin 31/05/2004 tarihli 2003 yılına ilişkin olağan genel kurul toplantısında 100.000 TL olan sermayesinin 200.000 TL arttırılarak 300.000 TL’ye çıkarılmasına, artılacak sermayenin 79.453 TL’sinin dağıtılmamış karlardan kalanının nakit olarak, nakit kısmının 1/4’ünün tescil tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanının ise 31/12/2004 tarihine kadar ödeneceği karar altına alınmıştır. Ortaklarca nakit ödenecek sermaye arttırımının 1/4’ü süresinde yatırılmış olup, kalan miktarın süresinde ödenmediği sabittir. Davalı şirket yönetim kurulu tarafından davacılara gönderilen ihtarnameler ile taahhüt etmiş oldukları sermaye tutarından bakiye kalan borçlarını işlemiş faizi ile birlikte bir ay içinde ödenmesi ihtar edilmiş ancak davacılar tarafından ödenmemiş sermaye borcuna karşılık kısmi ödeme yapılmıştır. Bunun üzerine davalı şirket yönetim kurulu tarafından 14/02/2007 tarihli 23 ve 24 nolu kararla davacıların şirketten iskatına karar verilmiş, bu karara karşı İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan dava sonucunda 2007/184 E., 2012/753 K. sayılı kararla iskat işleminin eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesi ile iptaline karar verilmiş, mahkeme kararı Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Bunun üzerine davalı şirket yönetim kurulu tarafından 12/02/2015 tarihli ihtarname ile davacılara ödenmemiş sermaye borçlarını ödemeleri için 1 ay süre verildiğine ve aksi halde iskat işlemi yapılacağına ilişkin ihtarname gönderilmiş, ödeme yapılmaması üzerine davaya konu iskat kararları alınmıştır. TTK’nın 482/1 (6762 sayılı TTK 407/1) maddesine göre sermaye koyma borcunu süresinde yerine getirmeyen ortak ihtara gerek olmaksızın temerrüde düşeceğinden ve şirket sermaye borcunun temerrüt faizi ile birlikte ödenmesini talep edebileceğinden, temerrüt faizinin ödenmemesi halinde sermaye koyma borcunun yerine getirildiğinden bahsedilemeyecektir. Davacılarda genel kurulda kabul edilen ve katıldıkları sermaye arttırımı nedeniyle taahhüt ettikleri sermaye bedelini süresinde yatırmadıklarını temerrüde düştüklerini kabul etmektedir. İhtar üzerine yaptıkları ödeme kısmi ödeme olup sermaye koyma borcu tamamen yerine getirilmediğinden sermaye taahhütlerini yerine getirdikleri yönündeki davacılar istinaf sebebi yerinde değildir. Yine anılan maddede, süresinde borcunu yerine getirmeyen ortağın temerrüde düşeceği, mütemerrit pay sahibinin yönetim kurulu kararı ile ıskat edilebileceği 483. maddede de bunun usulü düzenlenmiş olup, sermaye koyma borcunun tamamı ferileri ile birlikte yerine getirilmedikçe ortak mütemerrit olmaktan kurtulamaz. Iskatın sadece pay taahhüdünden doğan borca ilişkin olduğu ferilerinin ödenmemesi halinde ıskat usulüne başvurulamayacağına ilişkin davacı istinaf sebebinin yasal temeli bulunmamaktadır. Maddede mütemerrit ortağın ıskat edilebileceği belirtildiğinden ve borcun tamamı ferileri ile birlikte yerine getirilmedikçe temerrüt hali sona ermeyeceğinden maddeden sadece ana para borcuna ilişkin olarak ıskat kararı alınabileceği sonucuna varılamayacaktır. Bu nedenle davacıların bu yöne ilişkin istinaf sebebi de yerinde değildir. Davacılar usulüne uygun temerrüde düşürülmeden ıskat ihtarı çekilemeyeceğini, apel çağrısının ilan suretiyle yapılması gerektiğini, bu usule uyulmadığını, bilirkişilerin de bu hususu araştırmadıklarını istinaf sebebi olarak ileri sürmüşler ise de, TTK’nın 481/1. (6762 sayılı TTK 406) maddesi uyarınca payların bedelleri anasözleşmede başkaca hüküm yoksa pay sahiplerinden ilan suretiyle istenir. Bununla birlikte, 481. maddede yazılı olduğu şekilde ilan suretiyle değil de ortaklara taahhütlü mektupla çağrıda bulunulması halinde tebliğ edilen bu çağrı, gazetede ilandan daha kuvvetli bir bildirme yolu olduğundan, bunun da geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. (Yargıtay 11. HD 2014/10338 E., 2015/6915 K.). Davacılara ödenmemiş sermaye borcunu ödemeleri için 12/02/2015 tarihli noter ihtarnameleri çekilmiştir. Davacıların apel çağrısının usulüne uygun yapılmadığına ilişkin istinaf sebebi yerinde değildir. TTK’nın 482 ve 483. maddelerine göre (6762 sayılı TTK’nun 407 – 408 ) sermaye borcundan dolayı temerrüt hali tahakkuk etmişse yönetim kurulu isterse, bu borcun ifası ile birlikte tahakkuk eden faizini, tazminat veya cezai şartın birlikte ödenmesini talep eder, isterse ortağı “ıskat” etme yolunu tercih eder. Bu konudaki takdir hakkı şirket yönetim kuruluna ait olup, davalı şirket yönetim kurulu da ıskat usulünü seçmiş olup, bunun TMK’nın 2. maddesine aykırılığından bahsedilemeyecektir. Yine, ortakların şirketteki sermaye koyma borcu bakımından, kural olarak ortaklık devam ettiği sürece sermaye koyma borcu zaman aşımana uğramaz. Bu nedenle davacıların bu yönlere ilişkin istinaf sebepleri de yerinde değildir. Bilirkişi raporuna göre, sermaye arttırımı kararına katılan ve taahhütte bulunan tüm ortaklardan, taahhütlerinde gecikmeleri nedeniyle temerrüt faizi talep edilmiş, davacılar dışında diğer ortaklar borçlarını temerrüt faizleri ile birlikte yerine getirmiştir. Diğer ortakların sermaye koyma borcu bulunmamaktadır. Şirketçe temerrüt faizinin hesaplanmasında yanlışlık yapılmış ise de yapılan bu yanlışlık tüm ortaklara aynı şekilde uygulanmıştır. Bu nedenle eşit işlem ilkesine aykırılık söz konusu değildir. Her ortak kendi taahhüt ettiği sermaye payı borcundan ve kendi temerrüdünden dolayı sorumludur. Şirket ortaklarından bir kısmının taahhüt ettiği sermaye borcu miktarının diğerlerinden fazla olmasına rağmen her ortağa aynı oranda temerrüt faizi uygulanması eşit işlem ilkesine aykırılık teşkil etmemektedir. Ortaklardan …’ın şirket parasını zimmetine geçirdiği hususunda ilgili mahkemede şirket yöneticisinin sorumluluğu davası açılmış olup, dava henüz sonuçlanmadığından bu ortağın şirkete karşı ödemekle yükümlü olduğu tazminat borcu olup olmadığı henüz netleşmemiştir. Borcunun olması halinde tahsili ayrıca şirket tarafından her zaman talep edilebilecektir. Bu ortağın şirket parasını zimmetine geçirdiği hususu henüz kesinlik kazanmadığından, apel borcunu şirket parası ile yerine getirdiği ispatlanamamıştır. Ayrıca ortakların apel borçlarını ve temerrüt faizlerini hangi tarihte ne şekilde yerine getirdikleri şirket kayıtlarında yazılı olup kayıtların doğru olmaması halinde kayıtları tutan yöneticilerin bundan dolayı sorumluluğu söz konusu olacaktır ki bu hususta gerek ortaklar gerekse şirket ve şirket alacaklılarının yönetici aleyhine sorumluluk davası açması imkanı bulunmaktadır. Bu nedenlerle davacıların bu yönlere ilişkin istinaf sebepleri de yerinde değildir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, göre mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan…” gerekçesi ile, Davacıların istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, karar verilmiş, karara karşı davacıların hisse temsil kayyımı … vekili tarafından temyiz yoluna başvurulmuştur.
YARGITAY İKİNCİ BOZMA İLAMI: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 25/11/2021 tarih 2020/62 Esas 2021/6548 Karar sayılı ilamında; “6100 sayılı HMK’nın 373. maddesinin 1. bendi “Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren İlk Derece Mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.” 2. bendi “Bölge Adliye Mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir Bölge Adliye Mahkemesine gönderilir.” şeklinde düzenlenmiş olup, Dairemizin yerleşik uygulamalarına göre Bölge Adliye Mahkemesinin, İlk Derece Mahkemesi kararını kaldırıp yeniden esas hakkında karar vermesi ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının Yargıtay’ca bozulması halinde bozmaya karşı gerek direnme, gerekse bozmaya uyarak yeniden karar verme hak ve yetkisi Bölge Adliye Mahkemesine aittir. Bölge Adliye Mahkemesi’nin hüküm mahkemesi sıfatıyla verdiği yeniden esas hakkındaki karar sonrasında HMK’nın 360. maddesinin atfıyla ilk derece mahkemelerinde uygulanan yargılama usulüne göre yargılama yapıp öncelikle Yargıtay bozma kararına karşı HMK’nın 373/3. maddesi gereğince uyma veya direnme konusunda bir karar verir; bu kararı yine hüküm mahkemesi sıfatıyla vermektedir. Bozmaya uyduğu takdirde artık yargılamaya hüküm mahkemesi sıfatıyla devam etmekte olduğundan bozma kararına uygun olarak yeniden esas hakkında karar vermelidir. Somut olayda, İlk Derece Mahkemesi’nin 22.06.2017 tarihli davanın reddine dair kararına karşı davacılar vekilince istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 31.01.2018 tarihli kararla davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bu kararın davacı vekilince temyizi üzerine Dairemizin 26.06.2019 tarihli kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Dairemizin bozma ilamına uyulmuştur. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince hüküm mahkemesi sıfatıyla bozmaya uyulduğundan artık davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulması gerekirken bundan zuhulle bu kez denetim mahkemesi sıfatıyla HMK’nın 353/1-b1 maddesi uyarınca davacının istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verilmesi yerinde olmamış, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bu yönden re’sen bozulması gerekmiştir. 2- Bozma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.” gerekçesi ile; Yukarda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, Bölge Adliye Mahkemesi kararının resen BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Dairemizce duruşma yapılarak, usul ve yasaya uygun görülen bozma kararına uyulmasına karar verilmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: Dava hukuki niteliği itibariyle, sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen davacı ortaklar … ve …’ın davalı şirket ortaklığından TTK 482-483 maddeleri uyarınca ıskatına dair yönetim kurulunun 12/02/2015 tarihli kararının geçersiz olduklarının tespiti ile iptallerine karar verilmesi istemine ilişkindir. Anonim şirketlerde sermaye koyma borcunda temerrüde düşülmesinin sonuçları TTK md. 482-483’te düzenlenmiştir. TTK md 482’de temerrüdün genel sonuçları, TTK md 483’te ise ıskat usulü düzenlenmiştir. Pay sahibinin belirlenen vadede sermaye borcunu ifa etmeyip temerrüde düşmesi halinde Şirket yönetim kurulu mütemerrit pay sahibini, kısmi ödemelerden doğan haklardan mahrum etmeye ve şirketten çıkarmaya yetkilidir (TTK 482/2). TTK.nun 482/1. maddesine göre, sermaye koyma borcunu süresi içinde yerine getirmeyen pay sahibi, ihtara gerek olmaksızın, temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür. Somut olayda, davalı şirketin 31/05/2004 tarihli 2003 yılına ilişkin olağan genel kurul toplantısında 100.000 TL olan sermayesinin 200.000 TL arttırılarak 300.000 TL’ye çıkarılmasına, artılacak sermayenin 79.453 TL’sinin dağıtılmamış karlardan kalanının nakit olarak, nakit kısmının 1/4’ünün tescil tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanının ise 31/12/2004 tarihine kadar ödeneceği karar altına alınmıştır. Ortaklarca nakit ödenecek sermaye arttırımının 1/4’ü süresinde yatırılmış olup, kalan miktarın süresinde ödenmediği sabittir. Davalı şirket yönetim kurulu tarafından davacılara gönderilen ihtarnameler ile taahhüt etmiş oldukları sermaye tutarından bakiye kalan borçlarını işlemiş faizi ile birlikte bir ay içinde ödenmesi ihtar edilmiş ancak davacılar tarafından ödenmemiş sermaye borcuna karşılık kısmi ödeme yapılmıştır. Bunun üzerine davalı şirket yönetim kurulu tarafından 14/02/2007 tarihli 23 ve 24 nolu kararla davacıların şirketten iskatına karar verilmiş, bu karara karşı İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan dava sonucunda 2007/184 E., 2012/753 K. sayılı kararla iskat işleminin eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesi ile iptaline karar verilmiş, mahkeme kararı Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Bunun üzerine davalı şirket yönetim kurulu tarafından 12/02/2015 tarihli ihtarname ile davacılara ödenmemiş sermaye borçlarını ödemeleri için 1 ay süre verildiğine ve aksi halde iskat işlemi yapılacağına ilişkin ihtarname gönderilmiş, ödeme yapılmaması üzerine davaya konu iskat kararları alınmıştır. TTK’nın 482/1 (6762 sayılı TTK 407/1) maddesine göre sermaye koyma borcunu süresinde yerine getirmeyen ortak ihtara gerek olmaksızın temerrüde düşeceğinden ve şirket sermaye borcunun temerrüt faizi ile birlikte ödenmesini talep edebileceğinden, temerrüt faizinin ödenmemesi halinde sermaye koyma borcunun yerine getirildiğinden bahsedilemeyecektir. Davacılarda genel kurulda kabul edilen ve katıldıkları sermaye arttırımı nedeniyle taahhüt ettikleri sermaye bedelini süresinde yatırmadıklarını temerrüde düştüklerini kabul etmektedir. İhtar üzerine yaptıkları ödeme kısmi ödeme olup sermaye koyma borcu tamamen yerine getirilmediğinden sermaye taahhütlerini yerine getirdikleri yönündeki davacıların iddiası yerinde değildir. Yine anılan maddede, süresinde borcunu yerine getirmeyen ortağın temerrüde düşeceği, mütemerrit pay sahibinin yönetim kurulu kararı ile ıskat edilebileceği 483. maddede de bunun usulü düzenlenmiş olup, sermaye koyma borcunun tamamı ferileri ile birlikte yerine getirilmedikçe ortak mütemerrit olmaktan kurtulamaz. Iskatın sadece pay taahhüdünden doğan borca ilişkin olduğu ferilerinin ödenmemesi halinde ıskat usulüne başvurulamayacağına ilişkin davacı iddiasının yasal temeli bulunmamaktadır. Maddede mütemerrit ortağın ıskat edilebileceği belirtildiğinden ve borcun tamamı ferileri ile birlikte yerine getirilmedikçe temerrüt hali sona ermeyeceğinden maddeden sadece ana para borcuna ilişkin olarak ıskat kararı alınabileceği sonucuna varılamayacaktır. Davacılar usulüne uygun temerrüde düşürülmeden ıskat ihtarı çekilemeyeceğini, apel çağrısının ilan suretiyle yapılması gerektiğini, bu usule uyulmadığını, bilirkişilerin de bu hususu araştırmadıklarını istinaf sebebi olarak ileri sürmüşler ise de, TTK’nın 481/1. (6762 sayılı TTK 406) maddesi uyarınca payların bedelleri anasözleşmede başkaca hüküm yoksa pay sahiplerinden ilan suretiyle istenir. Bununla birlikte, 481. maddede yazılı olduğu şekilde ilan suretiyle değil de ortaklara taahhütlü mektupla çağrıda bulunulması halinde tebliğ edilen bu çağrı, gazetede ilandan daha kuvvetli bir bildirme yolu olduğundan, bunun da geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. (Yargıtay 11. HD 2014/10338 E., 2015/6915 K.). Davacılara ödenmemiş sermaye borcunu ödemeleri için 12/02/2015 tarihli noter ihtarnameleri çekilmiştir. Davacıların apel çağrısının usulüne uygun yapılmadığına ilişkin iddiası yerinde değildir. TTK’nın 482 ve 483. maddelerine göre (6762 sayılı TTK’nun 407 – 408 ) sermaye borcundan dolayı temerrüt hali tahakkuk etmişse yönetim kurulu isterse, bu borcun ifası ile birlikte tahakkuk eden faizini, tazminat veya cezai şartın birlikte ödenmesini talep eder, isterse ortağı “ıskat” etme yolunu tercih eder. Bu konudaki takdir hakkı şirket yönetim kuruluna ait olup, davalı şirket yönetim kurulu da ıskat usulünü seçmiş olup, bunun TMK’nın 2. maddesine aykırılığından bahsedilemeyecektir. Yine, ortakların şirketteki sermaye koyma borcu bakımından, kural olarak ortaklık devam ettiği sürece sermaye koyma borcu zaman aşımana uğramaz. Bu nedenle davacıların bu yönlere ilişkin talepleri yerinde değildir. Bilirkişi raporuna göre, sermaye arttırımı kararına katılan ve taahhütte bulunan tüm ortaklardan, taahhütlerinde gecikmeleri nedeniyle temerrüt faizi talep edilmiş, davacılar dışında diğer ortaklar borçlarını temerrüt faizleri ile birlikte yerine getirmiştir. Diğer ortakların sermaye koyma borcu bulunmamaktadır. Şirketçe temerrüt faizinin hesaplanmasında yanlışlık yapılmış ise de yapılan bu yanlışlık tüm ortaklara aynı şekilde uygulanmıştır. Bu nedenle eşit işlem ilkesine aykırılık söz konusu değildir. Her ortak kendi taahhüt ettiği sermaye payı borcundan ve kendi temerrüdünden dolayı sorumludur. Şirket ortaklarından bir kısmının taahhüt ettiği sermaye borcu miktarının diğerlerinden fazla olmasına rağmen her ortağa aynı oranda temerrüt faizi uygulanması eşit işlem ilkesine aykırılık teşkil etmemektedir. Ortaklardan …’ın şirket parasını zimmetine geçirdiği hususunda ilgili mahkemede şirket yöneticisinin sorumluluğu davası açılmış olup, dava henüz sonuçlanmadığından bu ortağın şirkete karşı ödemekle yükümlü olduğu tazminat borcu olup olmadığı henüz netleşmemiştir. Borcunun olması halinde tahsili ayrıca şirket tarafından her zaman talep edilebilecektir. Bu ortağın şirket parasını zimmetine geçirdiği hususu henüz kesinlik kazanmadığından, apel borcunu şirket parası ile yerine getirdiği ispatlanamamıştır. Ayrıca ortakların apel borçlarını ve temerrüt faizlerini hangi tarihte ne şekilde yerine getirdikleri şirket kayıtlarında yazılı olup kayıtların doğru olmaması halinde kayıtları tutan yöneticilerin bundan dolayı sorumluluğu söz konusu olacaktır ki bu hususta gerek ortaklar gerekse şirket ve şirket alacaklılarının yönetici aleyhine sorumluluk davası açması imkanı bulunmaktadır. Bu nedenlerle davacıların bu yönlere ilişkin iddiaları yerinde değildir. Dairemizce usul ekonomisi gözetilerek Yargıtay bozma ilamına uyulduğundan bozmanın mahiyetine göre, davacının istinaf sebepleri değerlendirilip istinaf talebine ilişkin olarak ayrıca karar verilmeksizin, davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulmak suretiyle, davacıların davasının reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-DAVANIN REDDİNE, 2-İhtiyati tedbir kararının karar kesinleşinceye kadar devamına, 3-Karar tarihi itibariyle alınması gereken 80,70.TL harçtan dava açılırken peşin olarak yatırılan 27,70.TL harcın mahsubu ile bakiye 53,00.TL’nin davacılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-Davacılar tarafından sarf edilen yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, 5-Davalı tarafından sarf edilen yargılama gideri bulunmadığından bu hususta bir karar verilmesine yer olmadığına, 6-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca hesap ve takdir olunan 5.100,00.TL vekalet ücretinin davacılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davalıya verilmesine, 7-Bakiye gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, 8-İstinaf yönünden Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan 85,70.TL istinaf başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 9-İstinaf yönünden dairemiz karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70.TL istinaf karar harcından istinaf edenler tarafından yatırılan 31,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 49,30.TL’nin davacılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile hazineye gelir kaydına, 10-İstinaf yönünden davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT 2. Kısım 2. Bölüm 17/b maddesine göre hesap ve takdir olunan 2.550,00.TL vekalet ücretinin davacılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davalıya verilmesine, 11-Bakiye gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine, Dair olarak, hazır olan taraf vekillerinin yüzlerine karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 17/03/2022