Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2022/2170 E. 2022/2024 K. 29.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/2170 Esas
KARAR NO: 2022/2024 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2020/610 Esas – 2021/753 Karar
TARİHİ: 20/12/2021
DAVA: Alacak (İnanç Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 29/12/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkillerinin Tasfiye Halinde …A.Ş.bünyesinde çalıştığını, müvekkillerinin işçilik hak ve alacaklarının tahsili amacıyla borçlu şirkete karşı İstanbul 17.İş Mahkemesinin 2015/296 E.ve 2015/295 E.sayılı dosyaları ile davalar açtıklarını, davalar sonucunda yerel mahkemece hüküm kurulduğu ve icra dosyaları ile takibe geçildiğini, İstanbul …İcra Müdürlüğü … E.sayılı takip dosyası ve İstanbul …İcra Müdürlüğünün … E.sayılı takip dosyasında takibin kesinleştiğini, davalı şirketin uzun yıllar sağlık sektöründe hizmet veren bir şirket olduğunu, şirketin işleri yolunda giderken hayatın olağın akışına aykırı biçimde işlerde kasten düşüşler yaşandığını, personelin maaşlarının ödenmediği işten çıkarmalar yapıldığı ve müvekkilleri dahil personelin mağdur edildiğini, …A.Ş.hakkında İstanbul 3.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/361 E.sayılı dosyası ile 13/06/2019 tarihinde iflas kararı verildiğini, iflasın İstanbul …İflas Müdürlüğünün … sayılı dosyası ile takip edildiğini, müvekkillerine ait işçilik alacaklarının tahsili için 21/11/2019 tarihinde iflas masasına alacak kaydının yapıldığını belirterek, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla davalı şirket yöneticilerinin basiretli tacir gibi davranmamaları, şirket öz kaynaklarını ve sermayesini şahsi menfaatleri doğrultusunda ve şirket malvarlığını azaltmaları sonucunda doğmuş olan 10.000,00 TL belirsiz alacağın/zararın dava tarihinden işleyecek faizi ile birlikte şirket tüzel kişilik perdesinin aralanması ile şirket ortaklarının/yöneticilerinin sorumluluğuna gidilerek tazminine, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin davalılara yükletilmesini ayrıca davanın neticesinde verilecek kararın tahsilinin sağlanması ve takibin semeresiz kalmaması için davalıların taşınır ve taşınmaz malvarlıkları üzerinden teminatsız veya takdir edilecek teminat dahilinde ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep ve dava etmişlerdir.Davalılar …, …, …, … ve … vekili cevap dilekçesinde özetle, Ticaret Mahkemeleri’nin, mutlak ticari işlerden doğan uyuşmazlıkları (doğrudan Ticaret Kanunu’nda düzenlenen veya aynı Kanunu’nun 4/1 maddesinin alt bendinde yer alan düzenlemelerden kaynaklanan) ve Ticaret Kanunu’nda düzenlenmemiş olsa bile davanın tarafları olabilecek her iki tacirin ticari işletmesiyle ilgili hususlardan kaynaklanan uyuşmazlıkları çözmekle görevli olduğu açık ve tartışmasız olduğunu, Dava dilekçesi incelendiğinde, davacının iddialarının Kanunlarımızda düzenlemeyen “tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi” kapsamında kaldığı, tüzel kişilik perdesinin aralanması suretiyle işçilik alacaklarının tahsilinin istendiği ve fakat bu hususları hiçbirinin yukarıda izah edilen Türk Ticaret Kanunu’nun 4 ve 5.maddesleri kapsamında olmadığı dikkate alındığında dava konusu olayda Ticaret Mahkemeleri’nin görevli olmadığını, davacının bu iddialarını İş Mahkemesi önünde ileri sürmesi gerektiğinden davanın dava şartı yokluğu (görevsizlik) nedeniyle evvela esasa girilmeksizin usulden reddine karar verilmesini talep ettiklerini, Davacıların Zararlarının İşçilik Alacaklarının Tahsil Edilemediği İddiasına Dayandığı, İşçilik Alacaklarının İse İş Mahkemeleri Nezdinde Tespit Edilip Tahsiline Karar Verildiği, Bu Durumda Davacılarının Zarara Yönelik İddialarının Belirlenebilir Olduğu Dikkate Alındığında, Huzurdaki Davanın Belirsiz Alacak Davası Olarak İkamesinde Hukuki Yarar Bulunmadığını, davacılardan …’in İstanbul 17. İş Mahkemesi’nin 2015/296 E. sayılı dosyasıyla işçilik alacaklarının tespitine ve bunun tahsiline karar verildiği, ayrıca bu ilamın İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı icra takip dosyası ile takibe konulduğu ve takibin kesinleştiğini, diğer davacı …’un yine İstanbul 17. İş Mahkemesi’nin 2015/295 E. sayılı dosyasıyla işçilik alacaklarının tespitine ve bunun tahsiline karar verildiği, ayrıca bu ilamın İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı icra takip dosyası ile takibe konulduğu ve takibin kesinleştiği, davacıların işçilik alacaklarının tespit edildiği ve hatta bunların icra takibine konu edildiği, davacıların zarara yönelik iddialarının işçilik alacaklarının tahsil edilememesine dayandığı ve bu suretle zarara yönelik iddialarının esas itibariyle belirlenebilir ve hatta belirlenmiş olduğu dikkate alındığında, huzurdaki davanın belirsiz alacak davası olarak ikamesinde hukuki yarar bulunmadığını davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle yine esasa girilmeksizin usulden reddine karar verilmesini talep ettiklerini, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1(ğ) maddesinde, dava dilekçesinde talebin açık olmadığını bu nedenle davacı tarafa, HMK’nın 119/2 maddesi uyarınca açık bir şekilde talep sonucunu belirtmesi için mehil tayinine karar verilmesini Sayın Mahkeme’den talep ettiklerini, davacıların ayrı ayrı İş Mahkemelerinde dava ikame ettiği ve yine ayrı ayrı alacaklarını takibine konu ettiği, dikkate alındığında, HMK’nın 57.maddesi kapsamında birlikte görülmesi mümkün olmayan davaların tefrikine karar verilmesini talep ettiklerini, şirket malvarlığının kasten zarara uğratıldığı, şirket malvarlığının şahsi malvarlığına aktarıldığı, şirket araçlarının ortakların menfaatine kullanıldığı gibi soyut beyandan öteye gitmeyen iddiaların ileri sürüldüğü ve bunları tevsik eden hiçbir belgenin dava dilekçesine eklenmediği ve hatta hiçbir somut belgeye atıf dahi yapılmadığını Bu durumda, huzurdaki davanın esas itibariyle “ya tutarsa” mantığı ile ikame edildiğini ve hukuken hiçbir zemini bulunmadığını, bununla beraber, davacılardan Dr. … ve eşi …’nun Tasfiye Halinde … AŞ de dahil olmak üzere, … Grubu’nun borçlarına ve kullandığı kredilere şahsen kefil olduğu ve hatta bu borçların şirket tarafından ödenememesi üzerine şahsi senetlerini tanzim etmiş kimseler olup, işbu şahsi kefaletleri sebebiyle 136 adet ŞAHSİ gayrimenkulünü salt şirketlerin borcundan kaynaklı olarak cebri icra marifetiyle kaybettiklerini ve şirketlerin kamu borçları sebebiyle miktarı on milyonlarca lirayı geçen vergi ve SGK borçlarıyla karşı karşıya kaldıklarını, Bu bağlamda, … Grubu’nun 2012 yılında gerçekleştirmiş olduğu yabancı ortaklık sebebiyle 2012 yılından bu yana şirketlerin yönetiminde fiilen yer almayan, şirketlerin zarara uğraması ve iflasa sürüklenmesi sebebiyle en çok zararı kendileri gören müvekillerimin, davacıların işçilik alacaklarının tahsil edilememesinden sorumlu olduğunu söylenebilmesinin mümkün olmadığını, diğer davalılardan …, … ve …, sabit maaşla çalışanlar olduğunu, şirketin malvarlığı ile zenginleşmeyi, bir dönem yönetim kurulu üyesi olmaları sebebiyle miktarı yine on milyonlarca lirayı bulan vergi ve SGK borçları ile karşı karşıya kaldıklarını ve sabit maaşlarıyla bunları ödemeye çalışan şahıslar olduklarını, davalıların tamamının şirketi zarara uğratarak bundan menfaat temin etmesini; … Hizmetleri AŞ’nin de içinde bulunduğu … Grubu’nun amme borçları ve müvekkillerimin şahsi kefaletleri sebeibyle, şahsi malvarlıklarını kaybettiğini ve on milyonlarca lirayı bulan vergi ve SGK borçları ile karşı karşıya kaldığı tüm resmi kayıtlarla sabit olduğunu, talep edilen alacaklar yönünden zamanaşımı taleplerinin olduğunu, üniversitelere para aktarılmasının mümkün olmadığını, Talep Edilen Faiz Türünun hatalı olduğunu belirterek, , usule ve esasa ilişkin savunmaları doğrultusunda davanın reddine, muhakeme masrafları ve ücreti vekaletin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle, davacıların işçilik alacakları olduğundan bahisle iş mahkemelerinde ayrı alacak davası açtıkları ve bu davalarda verilen hükümleri birbirlerinden farklı icra takiplerine konu ettiklerini icra emrinde belirtilen tutarların ödenmediğinden bahisle huzurdaki dava ile maddi zararın şirket tüzel kişilik perdesinin aralanması yolu ile şirket ortakları ve yöneticilerinin sorumluluğuna gidilerek tazmini talep edildiğini, ancak davacılar arasında zorunlu ya da ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusu olmadığından dosyanın tefriki gerektiğini, davacıların işçilik alacaklarının ödenmediklerinden bahisle ayrı iş mahkemelerinde alacak davası açmışlar ve bu davalardan verilen ilamları yine ayrı icra takiplerine konu yaptıklarını, kısacası davacıların açtığı 2 farklı davadan verilen 2 farklı ilam ile bu ilamların konu edildiği 2 ayrı icra takibinin mevcut olduğunu, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, davacı tarafın, dava dilekçesinde davasının “belirsiz alacak davası” olduğunu belirterek 10.000 tl tutarlı huzurdaki davayı açtığını, davanın belirsiz alacak davası olarak açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesinin gerektiğini, ancak davacı tarafın, talep konusu yaptığı alacağını çok net bir şekilde belirleyebileceğini, belirsiz alacak niteliğinde olmadığı, bu sebeple davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesini talep ettiklerini, müvekkilinin şirketi zarara soktuğu, kişisel ihtiyaçlarını şirketin gelirinden karşıladığı, hesaplarına şirketin malvarlığını geçirdiği, şirketin parasıyla yatırım yaptığı iddialarının hiçbir temeli olmadığını, müvekkili …’in müflis şirket … nezdinde bulunan mal varlığını değil hesabına geçirmek, kendi hesabından şirketin zararlarını kapatmaya yönelik eylemlerde bulunduğunu, şirketin sgk ve vergi borçları ile karşı karşıya kalan müvekkilinin kendi mal varlığından borçları karşılamaya çabaladığını, davacının talep ettiği faiz oranı fahiş ve hatalı olduğunu, ihtiyati tedbir talebinin reddi gerektiğini belirterek, dava arkadaşlığı koşulları oluşmayan davacıların açtığı davanın tefrikine, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine, aksi halde, davacı tarafça ispatlanamayan davanın esastan reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Müflis … iflas idaresi vekili cevap dilekçesinde özetle, Müflis … hakkında İstanbul 1.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 17.07.2012 tarih, 2011/168 E sayılı kararı ile saat 10.40’da şahsi iflas kararı verilmiş olup İflas tasfiye işlemlerine 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 11. maddesinin yollaması gereği, mülga 4389 sayılı Kanunun 16. ve 17. maddelerine göre alacaklılar toplantısı, iflas dairesi, iflas idaresi görev ve yetkilerine haiz olmak üzere Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından Hukuk İşleri Daire Başkanlığının 2012/2 sayılı dosyasından başlandığını, … hakkında verilen İstanbul 1.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 17.07.2012 tarih, 2011/168 E. sayılı iflas kararı 12.05.2014 tarihinde kesinleştiği, ayrıca ikinci alacaklılar toplantısı 07.08.2014 tarihinde gerçekleştirilmiş olup Müflis …’un iflas tasfiye işlemlerinin devam ettiğini, davanın Husumet Yönünden Reddi gerektiğini, Davalı taraf olarak gösterilen …’un şirket ortaklarından olmayıp şirkette belli sürelerde yönetim kurulu üyeliği yaptığını, Anonim şirketlerde amme alacağı dışındaki diğer borçlardan dolayı şirketin organlarına sorumluluk yüklenemeyeceğini, Müflis … iflas idaresi olarak açılan davayı kabul etmediklerini, davalı … iflas etmiş olduğundan davacılar tarafından müflis … iflas masasına alacak kayıt talebinde bulunulması gerektiğini, davada davalı olarak gösterilen …’a doğrudan alacak davası açılması yerine alacaklı davacıların alacaklarını Müflis … İflas Masasına kaydını talep etmeleri gerektiğini beyan ederek, müflis … hakkındaki davanın öncelikle husumet yönünden reddine karar verilmesini, işbu talebimizin kabul görmemesi halinde esasa ilişkin itirazlarımızın dikkate alınarak haksız ve mesnetsiz davanın reddi ile yargılama giderleri ve ücreti vekaletin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 20/12/2021 tarih 2020/610 Esas – 2021/753 Karar sayılı kararında; “Davanın yönetici sorumluluğuna dayalı tazminat davası olduğu olduğu görüldü. Taraflar arasındaki ihtilafın; davacıların işçi statüsünde çalıştıkları davalı şirketteki çalışmaları dolayısıyla, alamadıklarını iddia ettikleri işçilik alacaklarının alınamamasında davalı olan şahısların yönetici olarak sorumluluklarının bulunup bulunmadığı noktalarında toplandığı görülmüştür. Mahkememizce … A.Ş. Yönünden dosyanın tefrikiyle ayrı bir esasa kaydedilmesine karar verilmiş ise de bu ara karardan rücu edilmesine karar verilmiştir. Emsal nitelikteki İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin: 2019/650 esas, 2020/249 karar sayılı ilamında “Davacı davalı şirkette oluşan işçilik alacakları nedeniyle şirkete ve şirket tüzel kişiliğine karşı açtığı dava da şirket hakkında ki dava tefrik edilerek İş Mahkemelerine görevsizlik kararı verilmiş ,elde ki dava şirketten tahsil edilemeyen işçilik alacaklarının davalı şirket yöneticisinin muvazalı işlemlerle zarar veren davalıdan tahsiline ilişkindir. TTK nun 553(1) maddesi uyarınca şirket yöneticileri yasanın , ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde bu yüzden oluşan zararlar nedeniyle ortaklığa, ortaklara ve ortaklık alacaklılarına karşı sorumludur.6100 sayılı TTK’un 553-555 maddeleri gereğince, şirket alacaklılarının şirket yöneticileri hakkında sorumluluk davası açmaları imkanı mevcuttur. Buna karşın söz konusu davanın açılıp görülebilmesi için oluştuğu iddia olunan zararın doğrudan ya da dolaylı zarar niteliğinde olup olmadığının tespiti önem arzetmektedir. Bu kapsamda, şirket alacaklısı konumunda olan üçüncü şahısların sorumluluk davası yolu ile kendileri adına istemde bulunabilmelerinin koşulu, oluştuğu ileri sürülen zararın, doğrudan zarar niteliğinde olmasıdır. Şirket yöneticilerinin, şirketin almış olduğu borcu ya da başkaca edim yükümlülüklerini yerine getirmemek amacıyla şirketi atıl kılarak acz içine düşürmeleri hali; üçüncü kişiler yönünden doğrudan zarar niteliğinde olup, bunun dışında kalan ve dolaylı zarar olarak nitelendirilebilecek hususlarda alacaklı konumundaki üçüncü şahısların, ancak yöneticilerin ödeyeceği tazminatın şirkete verilmesi yönünde istemde bulunmaları mümkündür. Yöneticinin ortaklığın mal varlığını azaltan veya kötüleştiren yasa ve ana sözleşme hükümlerine aykırı davranışları, ortaklar ve alacaklıların da dolaylı zarar görmesine yol açar. Başka bir anlatımla, ortaklığın doğrudan doğruya zarar görmesi, ortakların ve alacaklıların dolaylı zararı olarak sonuç doğurur. Uyuşmazlık konusu olayda şirket alacaklısı olan davacının dava dilekçesinde yaptığı açıklamalar değerlendirildiğinde, ileri sürülen maddi olguların tamamen davalı yöneticinin dava dışı anonim şirketin zararına neden olan eylemleridir. Başka bir anlatımla, açıklanan zararlar, dava dışı anonim şirketin doğrudan, davacı alacaklının, dolaylı zararı kapsamındadır. Bu durum karşısında, davacının açtığı davanın TTK’nın 553 ve 555. maddeleri kapsamında açılan bir dava olduğu, böyle bir davanın, hükmedilecek tazminatın ancak dava dışı şirket lehine hüküm altına alınması istemli olarak açılabileceği, davacının kendi adına tazminatın hüküm altına alınmasını istediği, bu şekilde dava açılamayacağı dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmemiştir.” şeklinde karar verilmşitir.Mahkememiz dosyasında da, davacılar işçilik alacakları olduğunu, bunu şirketten alamadıklarını, davalı olan yöneticilerin de tüzel kişilik perdesinin aralanması ile şirket ortaklarının/yöneticilerinin sorumluluğuna gidilerek alacaklarının tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.Yukarıda belirtilen ve birebir mahkememiz dosyası ile uyumlu olan istinaf kararı gözetilerek mahkememiz dosyası değerlendirildiğinde, davacılar tarafından işçilik alacaklarını şirketten alamadıklarına ve bunun ortakların sorumluluğuna gidilerek tahsil edilmesi talebine konu ettikleri dava konusu zararlar, dava dışı anonim şirketin doğrudan, davacı alacaklıların, dolaylı zararı kapsamındadır. Bu durum karşısında, davacının açtığı davanın TTK’nın 553 ve 555. maddeleri kapsamında açılan bir dava olduğu, böyle bir davanın, hükmedilecek tazminatın ancak dava dışı şirket lehine hüküm altına alınması istemli olarak açılabileceği, davacının kendi adına tazminatın hüküm altına alınmasını istediği, bu şekilde dava açılamayacağı dikkate alınarak davanın reddine karar verilmşitir.”gerekçesi ile, Davanın reddine, karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İlk Derece Mahkemesi 11/10/2022 tarih 2020/610 Esas – 2021/753 Karar sayılı Ek Kararında; “Mahkememiz tarafından verilen 20/12/2021 tarih 2020/610 Esas Esas 2021/753 sayılı karar, davacılar vekili tarafından 13/09/2022 tarihinde istinaf edilmiş ve 2022/265 istinaf sırasına kayıt edilmiş ise de; dosyanın yapılan incelemesinde; gerekçeli kararın davacılar vekiline 23/08/2022 tarihinde tebliğ edildiği, davacılar vekilinin mahkememiz kararını 13/09/2022 tarihinde istinaf ettiği anlaşılmakla davacılar vekilinin süresinde yapılmamış olan istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerektiği anlaşılmakla” gerekçesi ile; Davacılar vekilinin Mahkememiz kararına karşı kanuni süresi içinde istinaf başvurusunda bulunmamış olduğundan İSTİNAF BAŞVURUSU DİLEKÇESİNİN SÜRE YÖNÜNDEN REDDİNE, karar vermiş verilen karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle, öncelikle yerel mahkemece verilen kararın müvekkillerden yalnızca biri adına taraflarına tebliğ edilmiş olduğunu, diğer müvekkili … adına herhangi bir evrağın taraflarına tebliğ edilmediğini; taraflarınca diğer müvekkili … adına yerel mahkeme ilamına dayalı başlatılan icra takibi başlatıldığı için istinaf kanun yoluna başvuruda bulunulduğunu; fakat yerel mahkemece istinaf kanun yoluna başvurularının, süresi içerisinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedildiğini; işbu kararın da hukuka aykırı olduğunu; Yerel mahkemece gerekçeli karar evrakının müvekkili … adına usulüne uygun tebliğ edilmediğini; yerel mahkeme tarafından gerekçeli kararın 18.08.2022 tarihinde e-tebligat zarfında “… ve Diğerleri” şeklinde (EK-1: … Adına Gelen Tebligat Mazbatası) taraflarına tebliğ edildiğini, Dava dosyasında birden fazla davalı bulunmakta olduğunu, davalılardan … ve …nin vekillerinin Av. … olduğunu; gerekçeli karar evrakının da “… ve Diğerleri” ve “… ve Diğerleri” denilerek Av. …’e iki ayrı tebligat olarak tebliğ edildiğini, (EK-2: Av. … Özçetine Çıkan Tebligat Mazbataları).Dosyada iki davacı bulunmakta olduğunu, taraflarının her iki davacının da vekili olduğunu; her iki davacı için de UYAP sisteminde birden çok vekilin kayıtlı olduğunu; diğer davalı … ve … vekili Av. …’e gerekçeli karar evrakının ayrı ayrı tebligat yapıldığını; davacı müvekkillere birlikte tebligat yapılmış olduğu iddiasının çelişkili olduğunu, Gerek Tebligat Kanunun gerekse yerleşmiş uygulama gereği yapılan tebligatlarda tebligat yapılacak kişinin adı-soyadı ile adres bilgilerinin bulunmasının zorunlu olduğunu, aksi halde tebligatın usulsüz olacağını; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesinin 3.6.2020 tarih ve 2019/1750 E. – 2020/915 K. Sayılı ilamında “…Tebligat Kanununun 23/3. Maddesinde tebliğ olunacak şahsın adını, soyadını ve adresinin tebligat zarfı üzerinde bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Yine Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 35/1-c maddesine göre muhatabın adının, soyadının ve adresinin zarf üzerinde yer almalıdır. Davacı borçlu vekiline gönderilen tebligat zarfında …A.Ş ve diğerleri vekili yazmakta, öteki borçlu K1 ın ismi yer almamaktadır. Davacı vekili açısından bu tebligatın tüm borçluları mı kapsadığı yoksa zarf üzerinde ismi geçen borçlu yönünden mi olduğu sarih değildir. Davacı vekili diğer borçluların da vekilidir. Bu nedenle mazbatada diğer borçlular vekili yazmasında reel gerçeklik yönünden bir aykırılık yoktur. Mazbatada diğer borçlular yazması sonucu tüm borçlulara tebligat yapılmasının kastedildiği hukuki işlemin tüm muhatapları açısından aynı şekilde anlaşılmayabilir. Unutulmamalıdır ki idari işlemler herkes için aynı şekilde anlaşılmalı bunu sağlayacak sarihlikte bulunmalıdır. Nitekim borçlu vekili şikayetçi borçlu içinde itiraz edebileceği bunun için tüm şartlara sahip olduğu bir durumda sadece borçlu şirket yönünden itiraz etmiştir. Şikayet dilekçesinde de şikayetçi borçluya ödeme emri tebligatının yapılmadığı düşüncesi ile itiraz etmediği açık olmakla şikayetin kısmen kabulü ile icra müdürlüğüne K1 adına borçlu vekiline ödeme emri tebliğ edilmesi için talimat kararı verilmesi gerektiğinden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına oy birliği ile karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir” denilerek, “ve diğerleri” şeklinde yapılan tebligatın usulsüz olduğunun ortaya konulduğunu, Davalı tarafından Yerel Mahkeme ilamına dayalı olarak İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. Sayılı icra takip dosyasında diğer müvekkili … aleyhine de takip başlatıldığını; hatta işbu icra takibinde her iki müvekkili borçlu için ayrı ayrı ödeme emrinin tebliğ edildiğini,Dava ikame edilirken davacı ve davalı sayısına göre masraf yatırıldığı göz önüne alındığında yerel mahkeme tarafından tek tebligatla tüm davacılara tebligat yapılmış sayılacağının kabulü ile istinaf başvurularının reddedilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu; bu nedenle yerel mahkemece verilen ek kararın ortadan kaldırılarak, … adına yapılan başvurunun kabulünün gerektiğini, Tüm bu sebeplerle ve aşağıda ayrıntılı olarak izah edecekleri, haksız ve hukuka aykırı olarak verildiğini düşündükleri yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılarak davalarının kabulüne karar verilmesi gerektiğini, Taraflarınca açılan işbu davanın sebebini ve bu davadaki taleplerini detaylıca izah etmek istediklerini, TTK m. 553’te “Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar” denilerek pay sahibi ve alacaklılara, yönetim kurulu üyelerinin kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal etmeleri sebebi ile uğradıkları zararlardan dolayı dava açma hakkı tanındığını; taraflarınca açılan davalarının asıl dayanağının bu kanun maddesi olduğunu, Davanın taraflarınca açılma sebebinin, davacı müvekkilin, davalı şirket bünyesinde işçi olarak çalışmış olduğunu, müvekkillerin işçilik hak ve alacaklarının tahsili amacıyla borçlu şirkete karşı İstanbul 14. İş Mahkemesi 2015/298 ve 2015/296 E. sayılı dosyaları ile dava açıldığını, işbu dava dosyalarında hüküm kurulduğunu, İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. Ve İstanbul … İcra Müdürlüğü … Esas sayılı dosyaları ile ilamlı icra takibinin başlatıldığını ve takiplerin kesinleştiğini, Müvekkilinin davalı şirketten alacağı müvekkilinin hak etmiş olduğu işçilik hak ve alacaklarından kaynaklandığını; davalı şirketin uzun yıllardır sağlık sektöründe hizmet veren bir şirket olduğunu; müvekkili …’in davalı şirkette satın alma ve sigorta uzmanı olarak, diğer müvekkili …’un ise bütçe ve raporlama uzmanı olarak çalıştığını; müvekkilinin alacaklarının temelini iş kanunu oluşturduğundan iş hukukunda işçinin korunmasının öncelikli olarak anayasal hükümler ile güvence altına alındığını, İşçi lehine yorum ilkesi gereğince müvekkillerinin, davalı şirkette çalışırken hak etmiş olduğu ve tahsil edemediği alacakları bakımından işin esasına girilerek herhangi bir araştırma yapılmadan verilen ret kararının hatalı olduğunu, Davalı şirketin işleri yolunda giderken, hayatın olağan akışına aykırı biçimde işlerde kasten düşüşler yaşandığını, önce çalışanların maaşlarının ödenmediğini ardından çalışanların işten çıkarıldığını ve müvekkilleri dahil bütün personellerin mağdur edildiğini; aşağıda belirtecekleri, davalı şirket aleyhine iş davaları açılınca davalı şirketin planlarcasına hareketler ederek şirketin hisselerinin tamamını şirketin iştigal konusu ile alakasız birisine devrettiğini; davalıların kötü niyetli ve basiretsiz davrandığını gösteren emarelerden yine kısaca bahsetmek gerektiğini; Borçlunun sağlık sektöründe yaklaşık olarak 40 yılı aşkın süredir faaliyet göstermekte olduğunu, bu şirketin zarara uğramasının mümkün olmadığını, bu şirketin ancak kasten zarara uğratılabileceğini; borçlu şirketin Alman Hastanesini işletmiş olduğunu, bu hastanenin tüm Türkiye çapında bilinen bir hastane olduğunu; bu hastanenin A sınıf hizmet veren bir hastane olduğunu, bu hastanenin müşterilerinin ise Türkiye’nin üst düzey geliri olan insanlar olduğunu; bu hastanenin başka yerlerde şubesi olduğunu, gelir düzeyi ve karlılığı çok yüksek bir hastane olduğunu; bu sebeple yabancı ortaklıkların kurulduğunu ve bu hastanenin uluslar arası sermayeye konu olduğunu; böylesi bir hastanenin kapanmasının ancak kötü niyetle, şirketin içinin boşaltılmasıyla, şirket sermayesinin şahsi menfaatler doğrultusunda kullanılmasıyla olabileceğini, Davalı …’na ait … Grubu’nun bünyesinde birçok şehirde 80’den fazla sağlık kuruluşu kurduğunu, Türkiye’nin birçok şehrinde hastaneneler açıldığını; bunun yanı sıra Grup’un yurt dışına yatırımlarda bulunarak, ilk hastanesini Arnavutluk Tiran’da açtığını; Sudan’daki hastanenin yapım çalışmalarının sürdüğünün, Makedonya, Azerbaycan, Rusya gibi ülkelerde yeni hastaneler açmayı planladıkları dönemin gazetelerinde yer bulduğunu, Davalıların sağlık sektöründe yoğun bir şekilde faaliyet gösterirken bir anda işlerde düşüş görüldüğünü ve iflas sürecine girdiğini; bu durumun hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davalıların basiretli iş adamı olmadıklarını, kendi kusur ve davranışları ile şirketi pasif hale getirdiğini, şirketi zarara uğrattığını, basiretli bir tacir gibi davranmayarak şirketi zarara uğrattıklarının açık bir göstergesi olduğunu; davalı …’nin İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/1098 E sayılı dava dosyası ile 30.12.2021 tarihinde iflasına karar verildiğini; İflasın İstanbul … İflas Dairesi … İflas sayılı dosyası ile takip edildiğini; müvekkillerine ait işçilik alacaklarının tahsili için 24.6.2022 tarihinde iflas masasına alacak kaydının yapılması talebi ile başvurulduğunu, Yıllarca kazanç sağlayan ve bulunduğu ilin öncü firması olan davalı şirketin davalı şirket yöneticilerinin kusurlu davranışları nedeniyle zarara uğradığını; davacılara ait hastanelerin birer birer elden çıkarıldığını; son olarak müvekkillerinde bünyesinde çalıştığı davalı …’de olmak üzere … bünyesindeki birçok şirketin iflas sürecine girdiğini; bunun sonucunda müvekkili dahil birçok çalışanın 2013 yılında şirkete bağlı hastanelerin kapanması ile işten çıkarıldığını; bu suretle müvekkilleri gibi birçok çalışanın mağdur edildiğini; dolayısıyla müvekkillerininde yıllarca emek verdiği şirketten hak etmiş olduğu kıdem, ihbar tazminatları ve diğer işçilik alacaklarını tahsil edemediğini,Davalıların basiretsiz davranmalarından dolayı şirket malvarlığında azalma olduğunu, aktifin azalıp pasifin arttığı bir döneme girildiğini; davalıların şahısların davalı şirketin mallarını ve paralarını şahsi işlerinde harcadıklarını, şirketin araç ve gereçlerini şahsi menfaatleri için kullandıklarını, şirketin öz sermayesinden harcama yaptıklarını, şirket gelirlerinden kendi şahsi giderlerini karşıladıklarını; bu davranışlarla şirketin zarar ettiğini ve müvekkilinin hak kazanmış olduğu işçilik alacaklarına kavuşmasının ortadan kaldırıldığını; bu nedenle müvekkilinin ciddi hak kaybına uğradığını, Şirketin henüz faal halde iken ve hastaneler çalışır iken şirkete ait birçok kaynağır yurt dışındaki hastanelere ve … Vakfı’na aktarıldığını; daha sonra vakıf (…) tarafından 2009 yılında … Üniversitesi’nin kurulduğunu; Üniversitenin kuruluşundan 3-4 yıl sonra 2013 yılında şirkete ait birçok hastaneye kilit vurulduğunu, bir kısmının devredildiğini, bir kısmının ise kalıcı olarak kapatıldığını; kurulan bu üniversitenin 2010-2011 eğitim – öğretim döneminde ilk öğrencilerini alarak eğitim ve öğretime başladığını; Üniversitenin ana yerleşkesinin İstanbul Avrupa Yakası Topkapı’da bulunan ‘Dr. … Yerleşkesi’ olarak belirlendiğini; Cevizlibağ Yerleşkesi’nin yanı sıra Sütlüce’de bir yerleşkesi bulunan üniversitenin, … Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi’ni de uygulama hastanesi olarak kullandığını; Üniversite’nin mütevelli heyeti başkanının davalı … olduğunu; ayrıca diğer davalı …’nun mütevelli heyet başkan yardımcılığı görevini sürdürdüğünü; Üniversite bünyesinde … Konferans Salonunun bulunduğunu, Davalılardan …’nun ise 1997-2014 yılları arasında … Hastanesi göz kliniği direktörlüğünü yaptığını, hastanelerin kapanmasının hemen akabinde 2014 yılından itibaren kendisine ait “… Mah. … Cad. No:… Kat:… … Nişantaşı, Şişli/İstanbul” adresinde yer alan muayenehanesinde çalışmaya başladığını; ayrıca 2014 -2018 yılları arasında … Üniversitesi göz kliniğinde öğretim görevlisi olarak görev yaptığını, Burada mahkemenin dikkatini çekmek istediklerini; davalılara ait şirkete ait hastanelerin kapanmasından sonra borçlu şirketin ortaklarından/davalılarıdan …’nun üniversite kurmasının ve bu üniversitenin çalışmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını; batan bir şirketin ortağının bir üniversite kurmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını; şirketin batması ile ortağınında maddi ve ekonomik yapısının kötüye gitmesi gerektiğini ama neticeye bakıldığında ortakların maddi ve manevi koşullarında değişiklik olmadığını, bilakis maddi durumlarının daha da iyi olduğunu, üniversite kurduklarını ve refah seviyelerinin düşmediğini; tüm bu hususlar düşünüldüğünde davalıların iyi niyetli olmadığını, kötü niyetle ve bilerek şirketi batırdıklarını, şahsi menfaatlerini geliştirdiklerini, davalıların bu eylemlerinin ardından binlerce işçiyi hak ve alacaklarından yoksun bırakmalarının açıkça haksızlık ve hakkaniyete aykırı olduğunu, Şirket tüzel kişiliğinin aralanmasını gerektiren amacın hakkaniyet olduğunu, buna ortam oluşturabilecek hallerin ise; yetersiz sermaye, kurumsal kötüye kullanma, şirket ortak ve üyelerinin basiretsiz davranması, mal kaçırma gayesiyle şirket sermayesinin boşaltılması, malvarlıklarının ya da tüzel kişi ile ortakların alanlarının karışması şeklinde görülebileceğini, Davalarına konu şirket ortaklarının şirketin içini boşaltmaya başladıklarını; şirket adına kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların elden çıkarıldığını, şirketin bütün mal varlıklarının yok edildiğini; buradan da davalıların müvekkile ve diğer alacaklılara olan borcundan kurtulmak/kaçmak için böyle bir yola başvurduklarının anlaşılacağını, Gerçek kişilerin yaşam süresi ve finans kaynaklarının sınırlı oluşu ile belli bir amaca hizmet etmek gibi özel statüye kavuşma düşüncesi ile şirket fikrinin ortaya çıktığını; şirketlerin hak sahibi olması borç altına girip işlem yapabilmesi için de tüzel kişilik tanındığını; şirket tüzel kişiliğinin kendisini meydana getiren gerçek kişi ve organlarının üyelerinden bağımsız bir kişiliğe ve kendilerine ait malvarlığına sahip olduğunu; şirket tüzel kişiliğinin kendisini oluşturan kişi, organ ve üyelerinden bağımsız bir kişiliğe ve ayrı bir malvarlığına sahip olduğunu; kural bu olmakla beraber hakkaniyet gerektirdiğinde tüzel kişi perdesinin kaldırılıp sorumluluk alanının ortakları içine alacak şekilde genişletilmesinin mümkün olması gerektiğini, Hakkaniyet gerektirdiğinde şahıs ve mal ayrılığı kuralından vazgeçmesi gerektiğinin hukuk düzenlerinde ve Türk hukuk sisteminde de son mevzuat değişikliği ile kabul gördüğünü; MK 2.maddesinde düzenlenen durumda belirtildiğini, herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken iyi niyet kurallarına uymakla yükümlü olduğunu; evrensel kabul görmüş hakkaniyet ilkesi ile MK 2.maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının amaç ve kanunun ruhu dikkate alındığında şirket tüzel kişilik perdesinin aralanabilmesinin ve şirket tüzel kişiliğinin ardında kalıp görünmeyip gizlenen kişilerin sorumluluğuna gidilmesinin mümkün kılındığını; aksi takdirde şirket tüzel kişiliği ardına gizlenmiş şirket ortaklarının alacaklılarından istedikleri gibi mal kaçırabileceklerini ve borçlarını ödemeden kaçınmış olacaklarını, Borçlar kanunun 49.maddesinde “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kimse bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde belirtildiğini; TTK 18. maddesinde “tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerektiğinden” söz edildiğini; dava konusu olaya bakıldığında ise davalı şirket yöneticilerinin basiretsiz davrandığını, şirketi zarara soktuğunu ve şirketin artık işlemez hale geldiğini; davaya konu şirketin yıllardır faaliyette olan bir şirket olduğunu, bu şirketin zarara sürüklenmesinin ancak kasten, kötü niyetle hareket eden basiretsiz bir tacirin eli ile olabileceğini; şirket yöneticileri davalıların şirketi zarara sokmakla kalmadığını ayrıca şirketin içini boşaltmak ve takipleri semeresiz bırakmak için şirketin malvarlığını kendi kişisel hesaplarına geçirdiklerini; kendi kişisel ihtiyaçlarını şirketin gelirinden karşıladıklarını ve şirketin parasını kendi parası gibi harcadıklarını; dahası şirketin parası ile yatırımlar yaptıklarını; kısacası davalıların şirketin her türlü olanaklarını kendi menfaatlerine ve şahsi ihtiyaçlarına göre kullandıklarını; bu durumun banka ve şirket kayıtlarının incelenmesi ile ortaya çıkacağını; İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünden davaya konu şirket kayıtları, davalı taraf ve borçlu şirketin banka kayıtları celp edildiğinde ve incelendiğinde yukarıdaki açıklamalarının daha net biçimde görüleceğini, Türk Medeni Kanunu’nun 50/3, tüzel kişiyi oluşturan Organlar, kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumludurlar şeklinde düzenlemesi olduğunu; tüzel kişilik perdesinin ardında kalan ortak ve üyelerin tacir olmanın gerektirdiği dikkat ve özeni gösterme yükümlülüğü altında olup basiretli davranmak zorunda olduklarını; tacirin basiretli davranmayıp dikkat ve özen göstermede ihmal gösterilmesi halinde oluşacak zararların da meydana gelen hak kayıplarını BK 49 maddesi kapsamında giderme sorumluluğunun söz konusu olduğunu; bu sorumluluğa mevzuat ve Yargıtay kararları doğrultusunda Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ile gidileceğini, Bu hususların Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2015/9375 Esas, 2015/13938 Karar nolu ilamında; “…Bu anlamda; tüzel kişilik hakkının kötüye kullanılması, kanuna karşı hile, işçiye zarar verme(haklarının alınmasını engelleme), tarafta muvazaa(hizmeti kendisine verdiği halde başka bir kişiyi kayıtta işveren olarak gösterme) ve namı müstear yaklaşımı nedeni ile dolaylı temsil söz konusudur. Bu durumların söz konusu olduğu halde tüzel kişilik perdesinin aralanması sureti ile gerçek işveren veya organik bağ içinde olan tüm işverenler sorumlu tutulmaktadır.” şeklinde belirtildiğini, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2016/904 Esas, 2018/17954 Karar 25.10.2018 tarihli kararında “Uygulamada, sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü yükümlülükler ile borçlardan ve sorumluluklardan kurtulmak için tüzel kişiliğin bir araç olarak kötüye kullanıldığı ve kişilerin tüzel kişilik perdesinin arkasına sığındığı görülmektedir. Perdeyi aralama teorisiyle birlikte tüzel kişinin borcundan üyelerin, üyelerin borcundan tüzel kişinin ya da ana ortaklıkla yavru ortaklıkların özdeş kılınarak sorumlu tutulmasına olanak sağlanmaktadır. (…..Yayını s.h.58) Somut olayda,hakim ortak olan borçlu, tüzel kişiliğin perdesine sığınarak alacaklılarına karşı borçlarını ödemekten kaçınmaktadır. Bu durumda, davacı 3. kişi şirket ile borçlu arasında, alacaklıdan mal kaçırmaya yönelik danışıklı işlemler yapıldığından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmeyerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.” şeklinde belirtildiğini, Müvekkili davacı …’in satın alma ve sigorta uzmanı olarak, diğer müvekkili …’ın ise son bütçe ve raporlama uzmanı olarak çalıştığını; müvekkillerinin çalıştıkları süre boyunca bir kısım ücretlerinin ödenmediğini; haftanın 6 günü çok yoğun bir tempoda çalışmalarını sürdürdüklerini, yıllık izinlerini kullanamadıklarını, resmi ve dini bayramlarda çalışmak zorunda kaldıklarını; müvekkillerinin tüm bu yoğun çalışmaya rağmen çalıştıkları süre boyunca işverenin talimatlarına uygun biçimde çalıştıklarını ve görevlerini yerine getirdiklerini; ancak müvekkillere hak etmiş olduğu alacakların ödenmediğini; bu durumdan ötürü müvekkillerinin mağdur olduğunu ve İstanbul 17 İş Mahkemesi 2015/295 Esas sayılı dosyası ve İstanbul 17 İş Mahkemesi 2015/296 Esas sayılı dosyası ile açılan alacak davaları ile haklılıklarının mahkeme ilamı ile de ortaya konulduğunu; ancak davalı şirketin mahkeme ilamı ile de ortaya konulan müvekkillerinin hak ve alacaklarını ödemeyerek müvekkillerini yeniden mağdur ettiğini, Yerel mahkemece yukarıda bahsettikleri hiçbir hususun değerledirilmeden, “…davanın TTK’nın 553 ve 555. Maddeleri kapsamında açılan bir dava olduğu, böyle bir davanın, hükmedilecek tazminatın ancak dava dışı şirket lehine hüküm altına alınması istemli olarak açılabileceği, davacının kendi adına tazminatın hüküm altına alınmasını istediği, bu şekilde dava açılamayacağı dikkate alınarak” denilerek davanın reddine karar verildiğini; bu şekilde karar verilmesinin ne hakkaniyete ne de hukuka uygun olmadığını; yukarıda detaylıca açıkladıkları üzere yerel mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması gerektiğini, İleri sürerek, yukarıda açıkladıkları ve resen gözetilecek nedenlerle; Usul ve yasaya aykırı olarak verilen İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 11.10.2022 tarih ve 2020/610 E. – 2021/753 K. Sayılı ek kararının ortadan kaldırılarak, istinaf kanun yoluna başvurularının KABULÜ ile, usul ve yasaya aykırı olarak verilen İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 20.12.2021 tarih ve 2020/610 E. – 2021/753 K. Sayılı ilamının ortadan kaldırılarak, davalarının kabulüne, aksi kanaat hasıl olursa yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yerel mahkemesine gönderilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; yönetici sorumluluğuna ilişkin tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine karşı verilen karara karşı ayrıca, davacılar vekilinin istinaf dilekçesinin süre yönünden reddine ilişkin ilk derece mahkemesi ek kararına karşı davacılar vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacılar vekilinin esasa yönelik istinaf başvurusundan önce ek karara yönelik istinaf başvurusunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Davacılar vekiline ilk derece mahkemesi gerekçeli kararının 23/08/2022 tarihinde tebliğ edildiği, HMK’nun 345 maddesi uyarınca istinaf başvurusu süresinin son gününün 07/09/2022 olduğu, davacılar vekilinin her iki davacı adına süresinden sonra 13/09/2022 tarihinde istinaf dilekçesi sunduğu, ilk derece mahkemesi tarafından 11/10/2022 tarihli ek karar ile istinaf başvurusunun süre yönünden reddine karar verildiği, ek kararın davacılar vekiline 18/10/2022 tarihinde tebliğ edildiği, davacılar vekilinin ek karara karşı 18/10/2022 tarihinde ve süresinde istinaf başvurusunda bulunduğu anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararının davacılar vekiline tebliğine ilişkin tebliğ zarfı ve mazbatasında; davacı … ve diğerleri vekili yazılı olduğu, davacılar vekilinin, her iki davacının tebliğ mazbatasında ayrı ayrı yazmaması nedeniyle davacı … yönünden gerekçeli kararın usulüne uygun tebliğ edilmiş sayılamayacağını, bu nedenle istinaf kanun yoluna başvuru süresinin başlamayacağını ileri sürerek ek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş ise de; dosyada iki davacı bulunduğu, davacılar vekilinin her iki davacı için vekaletinin mevcut olduğu, her iki davacı vekili aynı kişi olduğundan, her bir davacı için davacılar vekiline ayrı iki tebligat yapılmasına gerek bulunmadığı, her iki davacı için davacılar vekiline tek bir tebligat yapılmasında usule aykırılık bulunmadığı gibi, dosyada … dışında diğer tek davacının … olması karşısında, tebligat zarfında yer alan “davacı … ve diğeri ” ibaresinin her iki davacıyı da kapsadığının açık olduğu, gerekçeli kararın davacılar vekiline usulüne uygun tebliğ edildiği, HMK’nun 345 maddesinde düzenlenen istinaf kanun yoluna başvurusu süresinin her iki davacı yönünden 23/08/2022 tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, ilk derece mahkemesi tarafından davacıların istinaf başvurusunun süre yönünden reddine dair verilen ek kararda isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmış olup, davacılar vekilinin ilk derece mahkemesinin 2020/610 Esas – 2021/753 Karar sayılı ve 11/10/2022 tarihli ek kararına karşı ileri sürdüğü istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcı istinaf edenler tarafından peşin olarak yatırıldığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına, yatırılan harçların hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep edenler üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa talep halinde avansı yatıran taraflara iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 29/12/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.