Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2022/2018 E. 2022/1634 K. 10.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/2018
KARAR NO: 2022/1634
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN DOSYANIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİH: 09/03/2022
NUMARASI: 2017/910 Esas – 2022/191 Karar
DAVA: Tazminat (Özel Sigorta Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 10/11/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkili bankanın Çağlayan şubesinin … no.lu kredili hesap müşterisi … Tic. Ltd. Şti.’nin de aralarında bulunduğu … bünyesindeki grup şirketi Panama menşeli … ve … şirketlerinin, … isimli satıcı firmadan … (Eski ismi …) ve … isimli gemileri satın aldıklarını, bu satın alma işlemi ve genel işlemler için müvekkili bankadan kredi kullandıklarını ancak bu krediyi kullandırım aşamasında ve sonrasında bir takım usulsüzlükler yapılmak suretiyle müvekkili bankanın zarara uğratılmış olduğunun Banka Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 09/10/2013 tarih ve S-4383-003 sayılı raporuyla tespit edildiğini, bunun üzerine 09/09/2013 tarihli dilekçe ile ilgililer hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğunu ve söz konusu dava halen derdest olup İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/89 Esas sayılı dosyasında görülmekte olduğunu, müvekkili bankanın davalı sigorta şirketi nezdinde 31/12/2012-31/12/2013 tarihleri arası … no.lu, 15.000.000 USD limitli dövizli … (…) & … (…) Sigorta Poliçesi (Bankacılık Mesleki Sorumluluk Sigortası (Bankers Blanket Bond) poliçesi yaptırdığını ve primlerini ödediğini, bu poliçenin … nolu poliçenin yenilenmesi olarak tanzim edildiğini, başka bir ifadeyle davalı sigorta şirketinin işbu poliçeyi 2009 tarihinden itibaren sürekli yenilediğini, … & … (…) Sigorta poliçesinin ekonomik sonuçlar doğuran rizikoların olumsuz sonuçlarının, bir bedel karşılığında sigortacı tarafından üstlenilmesini amaçlayan bir sözleşme olduğunu, kapsamlı suç sigortasının “sigorta klozları” başlıklı bölümünde teminat kapsamında olan durumlar olarak “çalışanların sadakatsizliği”nin düzenlendiğini, bu düzenlemede belirtilen fiillerin teminat kapsamında olduğu konusunda tarafların mutabık kaldığını, banka çalışanı …’in ilgili firmalara kredi verilmesine ve sonrasında sigorta poliçesinin teminatı kapsamında sayılan eylemleriyle müvekkili bankayı zarara uğrattığını, bu zarar ve hasarın davalı sigorta şirketince hasar ihbarına rağmen bugüne kadar karşılanmadığını, müvekkilinin zararının poliçe limitlerinin çok çok üstünde olduğunu beyanla fazlaya dair tüm hak ve alacakları saklı kalmak kaydıyla davanın kabulüne ve davalı sigorta şirketince … no.lu 15.000.000 USD limitli … & … Sigorta poliçesi (Bankacılık Mesleki Sorumluluk Sigortası [Bankers Blanket Bond] poliçesi) kapsamında 05/11/2013 tarihinde yapılan hasar ihbarına rağmen ödenmeyen müvekkili şirket zararı olan 15.000.000 USD’nin hasar ihbar tarihi olan 05/11/2013 tarihinden itibaren işletilecek/işleyecek 3095 Sayılı Kanunun 4/A maddesine göre kamu bankalarınca bir yıl vadeli Amerikan Doları döviz mevduat hesabına uygulanan en yüksek faiz oranı üzerinden hesaplanacak faiziyle birlikte fiili ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığının hüküm altına alınarak davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davacı …’nın, huzurdaki dava kapsamında müvekkili ile arasındaki Bankacılık Mesleki Sorumluluk Sigortası Poliçesi kapsamında ileri sürdüğü sigorta tazminat talebinin zamanaşımına uğradığını, davacının davaya konu talebini dayandırdığı poliçe tahtında teminat kapsamında olduğunu ispatlayamadığını, ilgililer hakkında İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/89 Esas sayılı dosyasındaki yargılamanın halen devam ettiğini, henüz ortada hükme varılmış bir aldatıcı, hileli veya kasıtlı cezai davranış olmadığı gibi ilgili banka çalışanın kendisi veya kendisi ile aldatıcı, hileli ya da cezai olarak danışıklılık halinde olan başka bir kişi veya kuruluş için “yolsuz kişisel mali kazanç” sağlayıp sağlamadığının da belirsiz olduğunu, bu durum karşısında, poliçenin “Çalışanların Sadakatsizliği” başlıklı hükmünün 2. paragrafı kapsamında teminat için aranan şartların gerçekleşmediğini, teminat dahilinde olduğu ispatlanamayan talebin reddi gerektiğini, diğer yandan ilgili poliçe hükmü kapsamında aranan şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespitinin ancak ceza yargılaması sonucunda varılacak kesin bir hükmün varlığı ile belirlenebilir olduğunu, dolayısıyla yukarıdaki açıklamalar tahtında, ilgili poliçede teminat için aranan koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi açısından ceza yargılamasının sonucunun beklenmesi gerektiğini, davacı tarafın talebinin poliçedeki istisna hükmü kapsamında olduğunu, bu bağlamda davacının talebinin, talebini ileri sürdüğü 2012-2013 Poliçesi tahtında teminat kapsamında olmadığını, 2011 Soruşturma Raporu tahtındaki tespitlerin, … firmalarına Bakış … aracılığıyla sağlanan tüm kredilerde usulsüzlük olma ihtimalinin olduğunu ortaya koyduğunu, poliçede tanımlandığı haliyle “Keşif” için aranan “zarara sebebiyet vereceği makul bir şekilde öngörülebilen olgular” şartının gerçekleştiğini, davacının somut olaydaki talebinin teminat harici olduğunu, davacı tarafın varlığını iddia ettiği alacakların tahsil kabiliyeti varken müvekkilinden talep edilmesinin mümkün olmadığını, davacı tarafın talep ettiği 15.000.000,00 ABD Doları tutarındaki zararın varlığını ve bu miktarın gerçek zarar tutarını yansıttığını ispatlayamadığını, yanı sıra, davacı tarafın talebini dayandırdığı poliçe tahtında, 200.000 USD muafiyet bedeli öngörüldüğünü, söz konusu 200.000 USD tutarındaki muafiyet bedelinin müvekkilinden talep edilemeyeceğini beyanla öncelikle davanın zamanaşımı sebebiyle reddine, davacı tarafından ispatlanamayan davanın reddine, talebin sigorta teminatı dışında kalması nedeniyle reddine, her halukarda davacının haksız taleplerinin tenziline, karar verilmesini talep etmiştir.
LK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 09/03/2022 tarih ve 2017/910 Esas – 2022/191 Karar sayılı kararı ile;
” Dava, davacı bankanın müşterisi olan dava dışı … Tic. Ltd. Şti.’nin gemi satın alma işlemi nedeniyle Çağlayan şubesinden kredi kullandığı, kredi işlemleri sırasında 09/10/2003 tarihli teftiş kurulu raporu ile usulsüzlüklerin olduğu ve bankanın zarara uğratıldığı gerekçesiyle Bankacılık Mesleki Sorumluluk Sigortası kapsamında davalı sigorta şirketinden tahsili talebidir. Davacı banka ile davalı sigorta şirketi arasında 31/12/2012- 31/12/2013 tarihleri arasında 15.000 USD bedelli sigorta poliçesi mevcut olup bahse konu poliçe uyarınca uğradığı zararı sigorta şirketinden talep etmektedir. TTK’nun 1420. maddesi uyarınca sigorta sözleşmesinden doğan bütün işlemlerin alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren 2 yıl, TTK’nun 1482. maddesi uyarıncada her halükarda rizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren 10 yıl içinde zaman aşımına uğrayacağı belirtilmiştir. TTK’nun 1420. maddesi uyarınca 2 yıllık zaman aşımı hem mal sigortaları hem de sorumluluk sigortaları için geçerlidir, yine aynı kanun uyarınca mal sigortaları için rizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren 6 yıllık bir çatı zaman aşımı belirlenmiştir, TTK’nun 1482. madde belirtilen 10 yıllık zaman aşımı ise mal sigortalarında uygulanması gereken bir zaman aşımı süresidir. Zaman aşımı süreleri belirlenirken taraflar arasındaki sigorta poliçesinin mal sigortası mı sorumluluk sigortasının olduğunun tespiti gerekmektedir. Ancak öncelikle zaman aşımının başlangıç tarihinin tespit edilmesi önem arz etmektedir. Hem mal sigortalarında hem de zorunluluk sigortalarında TTK’nun 1427/2 maddesi uyarınca sigorta tazminatının veya bedeli rizikonun gerçekleşmesine müteakip ve riziko ile ilgili belgelerin sigortacıya verilmesinden sora sigortacının edimine ilişkin araştırmaları bitince ve halde 1446. Maddeye göre yapılacak ihbardan 45 gün sonra muaccel olacağı hüküm altına alınmıştır. Somut olayda, davacı banka çalışanı …’in davacı bankayı zarara uğrattığı iddia edile işlemlerin tarihi 2007 ve 2008yıllarına ait olup 19/01/2009 tarihinde de davacı çalışanı … görevinden istifa etmiş ve hakkında 31/05/2012 tarihinde davacı banka tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur. Davacı banka ile davalı sigorta şirketi arasındaki poliçe tarihi ise 31/12/2012- 31/12/2013 tarihleri arasındadır. Teftiş raporu ile zararın doğduğu yıllar 2007-2008 olmasına rağmen poliçe tarihi 31/12/2012- 31/12/2013 tarihleri aralığında olup yapılan poliçenin geçmişe etkili olacağına dair herhangi bir madde yer almamaktadır. Hasar bildirimi 05/11/2013 tarihinde mail yolu ile davalı şirkete bildirilmiş olup TTK’nun 1427/2 maddesi uyarınca 45 günlük sürenin bitim tarihi 20/12/2013 tarihi olduğundan bu tarih itibariyle hasar muaccel hale geldiğinden 2 yıllık zaman aşımı süresi 20/12/2015 tarihinde dolmuştur. Taraflar arasındaki TTK’nun 1420. Maddesinde yer alan 2 yıllık zaman aşımı süresi tüm zarar sigorta türleri bakımından geçerli kabul edilmektedir. Dava tarihi 17/08/2017 olup 45 günlük sürenin bitim tarihi 20/12/2013 tarihinden itibaren 2 yıllık temel zaman aşımı süresinin her halükarda dolduğu tespit edilmiştir. Taraflar arasındaki sigorta türü ise yapılan teknik incelemeler ve alınan bilirkişi raporu ile sonucu Mal Sigortası olarak tespit edilmiş olup uygulanacak zaman aşımı da 1420 madde yer alan çatı zaman aşımıdır. Zaman aşımının başlangıç tarihi de rizikonun gerçekleştiği 2007-2008 baz alındığından dava tarihi olan 17/08/2017 tarihi itibariyle her halükarda 6 yıllık çatı zaman aşımının dolduğu tespit edilmiştir. Taraflar arasındaki sigorta türü Sorumluluk Sigortası kabul edilse dahi TTK’nun 1482. Maddesi uyarınca 10 yıllık zaman aşımı mevcut olup yine rizikonun ilk gerçekleştiği tarih 2007 tarihinden itibaren dava tarihi olan 17/08/2017 tarihi itibariyle her halükarda 10 yıllık zaman aşımı süreside dolmuştur. Ancak mahkememiz tarafından TTK’nun 1420. Maddesinde yer alan 6 yıllık çatı zaman aşımı süresi esas alınarak rizikonun ilk gerçekleştiği tarih olan 2007-2008 yıllarından dava tarihi olan 17/08/2017 tarihine kadar her halükarda 6 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğu tespit edilmiştir. Davacı banka beyanlarında, dava sigorta şirketinin inceleme işlemlerinin uzun yıllar sürmesi nedeniyle bahse konu davanın geç açıldığı beyan etmiş ise de TTK’nun 1427. Madde emredici nitelikte olup rizikonun gerçekleşmesinden sonra rizikoyla ilgili belgelerin sigortacıya verilmesinden sonra sigortacının araştırmaları bitince ve herhalde yapılacak ihbardan sonra 45 günün sonunda muaccel olacağı belirtilmiş olup sigorta şirketinin araştırmalarının uzun sürüp sürmemesi veya bitip bitmemesi, hasar ihbarını takip eden 45 günün sonunda muaccel olmasını engellemez, bu hali ile somut olayda TTK’nun 1420 de belirtilen temel zaman aşımı olan 2 yıllık zaman aşımı ile çatı zaman aşımı olan 6 yıllık zaman aşımı sürelerinin her halükarda dolduğu tespit edildiğinden açılan davanın zaman aşımı nedeniyle reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Vekalet ücreti yönünden yapılan inceleme sonucu ise ; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/4-3013 E 2018/47 K sayılı ilamı ile zamanaaşımı esasa ilişkin bir karar olduğundan davalı vekili yararına AAÜT uyarınca nispi vekalet ücreti takdir edilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. …”gerekçesi ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile; davalı … Sigorta Şirketi hakkında açmış oldukları sigorta tazminatı davası ile ilgili İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi ‘nin 09.03.2022 tarih, 2017/910 E., 2022/191 K. sayılı kararında davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiğini, Mahkeme kararının kendi içinde çelişkili ve hatalı olduğunu, gerekçeli kararda sigorta poliçesinin bedelinin 15.000,00 USD olarak yazıldığını ancak 15.000.000,00 USD olduğunu, gerekçeli kararda TTK’nın 1482. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin mal sigortalarında uygulanan bir zamanaşımı süresi olduğu belirtilmiş ise de, söz konusu sürenin sorumluluk sigortalarında uygulandığını, taraflar arasındaki poliçenin 2009 yılından beri aralıksız yapılmakta olduğunu, 2013 yılında davalıya hasar ihbarında bulunulduktan sonra dahi davalının poliçeyi yenilediğini ve davalıya toplam 3.700.000 USD prim ödendiğini, bu nedenle kararda belirtilen poliçe tarih bilgilerinin hatalı olduğunu, kararda zararın 2007-2008 yıllarında doğduğu şeklindeki ibarenin, hükmün soyut ve hatalı olması sonucunu doğurduğunu, zararın 2007 yılında doğması ile 2008 yılında doğması arasında 1 senelik süre mevcut olup, bu farklılığın zamanaşımı hesaplamasını değiştirecek nitelikte olduğunu, zararın 2008 yılında doğduğu kabul edildiği taktirde sorumluluk sigortalarındaki 10 senelik zamanaşımı süresinin dolmamış olacağını ancak zararın 2007 yılında doğduğu kabul edildiğinde 10 senelik zamanaşımı süresinin dolmuş olacağını, bu nedenle mahkemenin kararın gerekçe kısmındaki tespitinin yasaya aykırı olduğunun kabul edilmesi, hükme esas alınmaması gerektiğini, Mahkeme kararında TTK madde 1427’de düzenlenen 45 günlük sürenin emredici nitelikte olduğu belirtilmiş ise de, bu değerlendirmenin TTK madde 1452 hükmüne aykırı ve hatalı olduğunu, TTK’nın 1427. maddesinde rizikonun sigorta şirketine bildirilmesi ve sigortalıya tazminat ödenmesi ile ilgili hükümler yer almakta olup, anılan düzenlemeye göre sigortalı, rizikoyu sigorta şirketine bildirdikten 45 gün sonra alacağın muaccel hale geleceğini ve ödenmemesi durumunda sigorta şirketine karşı tazminat davası açılabilmesi için zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayacağını, maddede yer alan düzenlemelerin emredici nitelikte olmadığını, 45 günlük süre emredici nitelikte olmadığı halde mahkemece hatalı değerlendirme ile sürenin emredici nitelikte olduğunun belirtildiğini ve zamanaşımı süresinin dolduğu sonucuna varıldığını, sigorta poliçesinin geçmişe etkili olduğu hususu sözleşme görüşmeleri sırasında davalı sigorta şirketi tarafından müflis bankaya yazılı olarak beyan edildiğinden, gerekçeli kararda aksi kanaate varılmasının maddi ve hukuki yönden hatalı olduğunu, sigorta sözleşmesinin başlangıç anı TTK madde 1421(1)’de düzenlenmekte olup, buna göre sigorta şirketinin rizikoyu taşıma yükümlülüğünün primin veya ilk taksitinin ödenmesiyle başlayacağını, aynı maddede belirtildiği üzere taraflar aralarında anlaşarak sigorta sözleşmesinin yapılmasından önce meydana gelmiş olabilecek olayların sigorta korumasından yararlandırılmasını kararlaştırabileceklerini, davalı sigorta şirketi tarafından müvekkili müflis Banka’ya gönderilen mübrez e-posta yazısından, somut olaydaki sigorta poliçesinin geçmişte meydana gelmiş olan rizikoları da kapsadığını, davalının hukuki uyuşmazlık oluştuktan sonra sorumluluktan kaçınmak için sigortanın geçmişe etkili olmadığını ileri sürmesinin geçerli bir itiraz olmadığını, ayrıca TMK madde 2’de yer alan dürüstlük kuralına da aykırı olduğunu, poliçelerin her sene yenilendiğini, poliçenin bankanın kuruluş tarihine kadar geçmişe etkili olduğu sonucuna varılması gerektiğini, gerekçeli kararda “poliçe tarihinin 31/12/2012- 31/12/2013 tarihleri aralığında olup yapılan poliçenin geçmişe etkili olacağına dair herhangi bir madde yer almamaktadır..” şeklinde maddi gerçeğe aykırı bir tespit yapıldığını, gerekçeli kararda rizikonun gerçekleştiği tarihin 2007 olarak belirlenmesi, usul ve yasaya aykırı olup, kararın bu nedenle kaldırılmasına karar verilmesi gerektiğini, zamanaşımının hesaplanabilmesi için öncelikle somut olayda riziko-keşif anının belirlenmesi gerektiğini, riziko kavramının kanunda tanımlanmayan, sigortanın türüne ve maddi olayın özelliklerine göre değişen bir kavram olduğunu, kararda rizikonun 2007 yılında gerçekleştiğinin belirtildiğini ancak riziko anı olarak herhangi bir somut olaydan bahsedilmediğini, somut olayın kredi ilişkisinin kurulması olduğunu, kredi ilişkisinin başladığı anda rizikonun da gerçekleştiği tespitini yapmanın sigorta hukuku anlamında hatalı olduğu gibi borçlar hukuku anlamında da zarar ve illiyet bağı ilkelerine aykırı olduğunu, müvekkili bankanın davalı sigorta şirketine gönderdiği hasar (riziko) ihbar yazısı incelendiğinde, hasarın … Dış Tic. Ltd. Şti.’ne 2007-2009 yıllarında kullandırılan kredilerden kaynaklandığı ancak hasarın ne zaman oluştuğuna ilişkin ihbar metninde bir bilgiye yer verilmediği hususlarının görüldüğünü, gerekçeli kararda riziko anına ilişkin detaya yer verilmediğinden, bu konuda bulgu içerebilecek mahkemenin dayandığı bilirkişi raporunun incelendiğini ve raporda rizikonun ne olduğu belirlenmeden sadece rizikonun ilk kredi tahsisi anında meydana geldiği tespitine rastlanıldığını, zarar anı hakkında kanaat belirtilmesine rağmen, sadece sorumluluk kavramından bahsedildiğini, sorumluluktan bahsederken ise kişilere somut bir isnatta bulunulmadığını, sorumluluk ve zarar kavramları birbirinden farklı kavramlar olup, çoğu zaman zararın, eylemden sonra ortaya çıktığını, bu nedenle bu bölümde riziko anı hakkında kanaat bildirilecekse kimin sorumlu olduğunun ötesinde, zararın ne zaman doğduğunun-keşfedildiğinin açıklanması gerektiğini, bu konuda herhangi bir değerlendirme içermeyen bilirkişi raporuna ve raporu esas alan mahkeme kararına ilk olarak bu yönden itiraz ettiklerini, bilirkişi raporunda yanlış değerlendirilen diğer bir hususun, kredi tahsis kararında firmadan riskin %50 fazlası oranında yani yeterli miktarda teminat alınmasına karar verildiği halde, sanki eksik teminat alınmasına karar verilmiş ve tahsis kararında bir hata yapılmış gibi değerlendirme yapılması olduğunu, … firmasına ilişkin kredi kullandırım koşullarını içeren tahsis kararlarında, firmaya kredi kullandırım koşulu olarak riskin %50 fazlası oranında taşınmaz ve gemi ipoteği alınmasına karar verildiğini, yani teminat açığı oluşmaması için yönetim kurulu/tahsis komitesi tarafından gereken adımların atıldığını, tahsis kararında bundan fazlasının da yapılamayacağını, zira tahsis kararı kredinin kullandırım koşullarını belirleyen genel bir karar olup, kredi kullandırımının ise bundan sonraki operasyonel süreç olduğunu, bilirkişi raporunun yukarıda alıntılanan bölümünde tahsis ve kullandırım süreçlerinin birbirinden ayrılmadan yönetim kurulu/ tahsis komitesine kusur izafe edilmesinin raporun yeterli özen ve vukufiyet ile hazırlanmadığını gösterdiğini, bu şekilde zararın tahsis anına çekilmesinin hiçbir doğruluğunun ve geçerliliğinin olmadığını, yukarıda açıklandığı üzere tahsis sürecinde zarar doğmadığı gibi, kullandırıldıktan sonraki ilk döneminde de zararının doğmadığını, bankalarca kredi kullandırım koşullardan bazılarının müşteri tarafından yerine getirilememesi durumunda, bu eksikliğin ileride giderilmesi amacıyla banka tarafından banka sisteminde uyarıcı nitelikte “farklılık kaydı” açıldığını, farklılık kaydı neredeyse tüm kredi süreçlerinde tüm bankalar tarafından uygulanan mutad bir işlem olup, bankanın zarara uğradığı yani rizikonun gerçekleştiği anı ifade etmediğini, bilirkişi raporunda bu görüşü destekleyecek bir bulgu ve değerlendirmenin yer almadığını, somut olayda kredi koşullarının müşteri tarafından ileride karşılanması amacıyla birden fazla farklılık kaydı açıldığı ve bu şekilde personel yönünden gerekli özen gösterildiği halde bilirkişi raporunda bu detaya yer verilmediğini, bilirkişi raporunda farklılık kaydına ilişkin bahsedilmeyen diğer bir hususun, …’in bankadaki görev nüfuzunu kullanarak farklılık kayıtlarını sildirmiş olduğu hususu olduğunu, raporda bu detaylardan bahsetmeden toptancı bir yaklaşımla …’in dışındaki banka çalışanlarının bir usulsüzlüğe iştirak ettiği iddiasında bulunmanın eksik ve hatalı inceleme yapıldığının göstergesi olduğunu, belirtmiş oldukları rapordaki eksikliklerin ve hatalı tespitlerin itirazen yerel mahkemeye beyan edildiğini fakat dikkate alınmaksızın ek ya da yeni bir rapor alınmadan hüküm verildiğini, riziko ve hasarın 2013 yılında düzenlenen banka teftiş raporu ile keşfedildiğini ve 2013 tarihli sigorta poliçesi kapsamında olduğunu, bu sebeple davanın süresinde açıldığını, zamanaşımı süresinin dolmadığını, … hakkında müflis Banka tarafından 2009 ve 2011 yıllarında farklı şirketler ve farklı eylemleri nedeniyle teftiş raporları düzenlenmiş olup, bunların … firması ile ilgisinin bulunmadığını, buna rağmen davalı tarafından ısrarla bu raporların dava konusu hasara ilişkin olduğu iddia edilerek zararın 2009 yılında doğduğunun savunulduğunu ve konunun çarpıtılmaya çalışıldığını, bilirkişi raporunda da hasarın 2007 yılında doğduğunun iddia edildiğini, oysa hasarın 2013 yılında doğduğu hususunun dosyadaki belgeler ile kayden sabit olduğunu, müvekkili müflis Banka’nın Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan 20.01.2009 tarihli rapor itibariyle rizikonun henüz meydana gelmediğini, müvekkili müflis Banka tarafından bu rapora dayanılarak … hakkında yapılan şikayetin … firmasına yani farklı bir firmaya kullandırılan krediden kaynaklı zarara ilişkin olduğunu, … firmasına ilişkin herhangi bir hasardan ise bahsedilmediğini, hazırlanan iddianamede de … firmasına ilişkin herhangi olumsuz bir tespit ve değerlendirmeye yer verilmediğini, müvekkili müflis Banka Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan 18.02.2011 tarihli raporda dava konusu hasar ile ilgili olmadığı halde, davalı tarafından bu raporun hasara ilişkin olduğunun ileri sürüldüğünü, raporun hiçbir yerinde … firması ile ilgili bir zarardan bahsedilmediğini, raporun sadece … firmasına ilişkin olduğunun açıkça görüldüğünü, müvekkili müflis bankaya 3. şahıs tarafından 28.01.2013 tarihinde gönderilen ihbarname ile 3. kişinin kendisi ile birlikte bankanın da dolandırıldığı iddiası üzerine kredi alacağının tahsil imkânını tamamen yitirmemesi düşünülerek, kredi risklerinin 11.02.2013 tarihinde yasal takip hesaplarına aktarıldığını, bu aşamada borçlu ile yapılandırma görüşmeleri yapıldığını ayrıca iddianın araştırılması için Banka Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen soruşturma raporu ile kredi zararının doğduğu hususu tespit edilmiş olup, hasarın keşif anının sigorta hukuku açısından bu tarih olarak kabul edilmesi gerektiğini, Mahkeme kararında ise herhangi bir gerekçeye yer verilmeden zararın en başta kredi tahsis anında doğduğunun belirtilmesinin dosya kapsamındaki bilgiler ile çeliştiğini, Mahkemece zamanaşımının başlangıcı yanlış hesaplandığı gibi, olayda zamanaşımını kesen nedenlerin varlığının da göz ardı edildiğini, davalı tarafından hasar dosyasının 4 sene boyunca sonuçlandırılmadığını ve müflis bankaya sürekli incelemenin devam ettiğinin bildirildiğini, davalının, kendisine ulaşan hasar ihbarını 45 günlük yasal sürenin çok üzerinde 4 sene boyunca sonuçlandırmadığını, hasar incelemesini pratikte reasüröre devrederek inceleme yükümlülüğünü yerine getirmediğini ve 4 senelik inceleme süresi sonunda müvekkiline ödeme teklifinde bulunduğunu, bu nedenle 2 ve 6 senelik zamanaşımı sürelerinin kesildiğini, somut olayda hasar ihbarı ve sonrasında yaşanan gelişmeler incelendiğinde, davalı sigorta şirketinin hasar ihbarının yapıldığı 2013 yılından 2017 yılına kadar tazmin talebini sonuçlandırmadığını ve bu yükümlülüğünü pratikte reasürörlere devrettiğini, dosyaya sunulan e-posta yazışmalarının tamamının müvekkili banka ile davalı sigorta şirketi arasında yapılan ve dava konusu hasar ihbarına ilişkin olan yazışmalar olduğunu, mezkur yazışmaların 2013 yılında ilk ihbar ile başlayıp, 4 sene sonra 2017 yılında davalının kısmi ödeme teklifi ile sona erdiğini, aradaki periyotta davalının hasarı değerlendirme görevini reasürörlere devrettiğini ve sürecin 45 günlük yasal sürenin çok ötesinde 4 sene boyunca sonuçsuz kaldığını, buna rağmen mahkemece davanın zamanaşımından reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, davalı sigorta şirketi, 24.02.2017 tarihli e-posta ile müvekkili müflis bankaya ödeme teklifinde bulunmuş olup, bu hususun da zamanaşımını kesen diğer bir neden olduğunu, mahkeme kararında bu husus da göz ardı edildiğinden kararın kaldırılması gerektiğini beyanla açıklanan nedenlerle İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 09.03.2022 tarih ve 2017/910 E – 2022/191 K. sayılı kararının istinaf yoluyla kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davacı banka lehine, davalı sigorta şirketi nezdinde 31.12.2012 ila 31.12.2013 tarihlerini kapsar şekilde düzenlenen, 15.000.000 USD limitli bankacılık mesleki sorumluluk sigorta poliçesi kapsamında, banka çalışanının eylemleri nedeniyle davacının uğradığı iddia edilen zararın tazmini talebine ilişkindir. Mahkemece yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Taraflar arasında düzenlenen bankacılık mesleki sorumluluk sigorta poliçesi; kapsamlı suç sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası olmak üzere iki kısımdan oluşmakta olup davacının; bankanın müşterisi olan …. Tic. Ltd. Şti.’nin aralarında bulunduğu … bünyesindeki grup şirketlerinin satın aldıkları gemiler için davacı bankadan kullandıkları kredilerin kullandırım aşamasında ve sonrasında, banka çalışanı …’in bir takım usulsüzlükler yapmak suretiyle davacı bankayı zarara uğrattığına dair iddiası kapsamında talebin poliçenin suç sigortası kısmına ilişkin olduğu ve buna göre uyuşmazlığa zarar sigortalarından olan mal sigortası hükümlerinin uygulanması gerektiği açıktır. Davacı bankanın Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 09.10.2013 tarihli raporu ile …’in usulsüz işlemler yaptığının tespit edilmesi üzerine, davacı tarafından adı geçen hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şikayette bulunulduğu ve yapılan soruşturma neticesinde açılan ceza davasının karar tarihi itibariyle derdest olduğu, davacı banka tarafından 05.11.2013 tarihinde davalıya gönderilen e posta ile hasar ihbarında bulunulduğu anlaşılmıştır. TTK’nın 1427. maddesi ile, sigorta tazminatı veya bedelinin rizikonun gerçekleşmesini müteakip ve rizikoyla ilgili belgelerin sigortacıya verilmesinden sonra sigortacının edimine ilişkin araştırmaları bitince ve her halde 1446. maddeye göre yapılacak ihbardan 45 gün sonra muaccel olacağı, aynı kanunun 1420. maddesi hükmü uyarınca sigorta sözleşmesinden doğan bütün istemlerin, alacağın muaccel olduğu tarihten başlayarak iki yıl ve 1482. madde hükmü saklı kalmak üzere, sigorta tazminatına ve sigorta bedeline ilişkin istemlerin her halde rizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren altı yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı kabul edilmiştir. Davacı vekilince, cevaba cevap dilekçesi ile davalı sigorta şirketinin ihbar tarihinden itibaren çok uzun bir süre incelemesini tamamlamadığı, başvuru hakkında bir karar vermediği, ihbar tarihinden 4 yıl sonra sulh teklif ettiği, bu nedenlerle açılan davada zamanaşımı def’inde bulunmasının TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olduğu iddia edilerek, bu konuda taraflar ile dava dışı Broker şirketi’nin yazışmalarının incelenmesi talep edilmiştir. Sigorta şirketinin, oyalama kastı ile sigorta tazminatını ödeyeceği konusunda sigortalısında bir inanç yaratarak, zamanaşımı süresinin bitimini müteakip zamanaşımı def’inde bulunmasının iyi niyet kurallarına aykırı bir davranış olduğu aşikar olduğu gibi, bunun varlığının tespiti halinde TMK’nın 2. maddesi uyarınca zamanaşımı def’ine dayanma hakkının da yitirilmesi sonucu doğacaktır. (Emsal; Yargıtay 4. HD. 13.10.2021 tarih ve 2021/10448 Esas – 2021/6731 Karar sayılı kararı, Yargıtay 11. HD 19.01.2021 tarih ve 2020/1537 E – 2021/130 Karar sayılı kararı, Yargıtay 17. HD 22/09/2016 tarih ve 2016/5515 Esas – 2016/8047 Karar sayılı kararları ) Buna göre, Mahkemece davacı vekilinin cevaba cevap dilekçesi ile ileri sürdüğü TMK’nın 2. maddesine aykırılık iddiası yönünden sunulan yazışmalar ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek; davacıda sigorta tazminatının ödeneceğine dair bir inancın yaratılıp yaratılmadığı, davalının ödeme konusunda alacağı zamanaşımına uğratma gayesiyle davacıyı oyalama kastı olup olmadığı ve talebi sürüncemede bırakarak ödeme yapmaktan kaçınıp kaçınmadığı konusunda inceleme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile davanın zamanaşımına uğradığından bahisle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, yukarıda belirtildiği şekilde işlem yapılmak üzere dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin09/03/2022 tarih ve 2017/910 Esas – 2022/191 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Davacı kurum harçtan muaf olduğundan, istinaf talebine ilişkin harçların tahsiline yer olmadığına, 3-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 4-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 5-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 10/11/2022 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.