Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2022/1691 E. 2023/882 K. 25.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/1691 Esas
KARAR NO: 2023/882 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEME: İSTANBUL 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 21/04/2022
DOSYA NUMARASI: 2016/586 Esas – 2022/325 Karar
DAVA: Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan), Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
BİRLEŞEN İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
2016/592 ESAS SAYILI DOSYASI
KARAR TARİHİ: 25/05/2023
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Asıl dava dosyasında davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkil şirket ile davalı şirket arasında Kayseri ili, Melikgazi ilçesi, tapuda 2586 parselde kayıtlı taşınmaz üzerinde kurulu otoğaz satış ve servis istasyonunda otogaz satışı yapılması amacıyla 06.05.2012 tarihli ve 5 yıl süreli … Standart Bayilik Anlaşması akdedildiğini, davalı taraf keşide ettiği Kayseri … Noterliği’nin 02.09.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile müvekkili şirket ile akdettiği bayilik anlaşmasını tek taraflı olarak feshettiğini, davalı tarafın münakit Bayilik Anlaşması’nı süresinden önce tek taraflı olarak feshetmesi üzerine müvekkili şirket tarafından keşide edilen Kadıköy … Noterliği’nin 18.09.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarı ile müvekkilinin fesihten kaynaklı kar kaybı alacağı olan 231.394,00 TL +KDV’nin ve 50.000,00 USD cezai şart alacağının 7 gün içerisinde müvekkili şirkete ödenmesi ihtaren davalı şirkete bildirildiğini, davalı şirketin bayilik anlaşmasını süresinden önce tek taraflı olarak feshetmesi nedeniyle müvekkili şirketin muaccel hale gelen kar kaybı ve cezai şart alacağı davalı şirket tarafından müvekkili şirkete ödenmediğini, bu nedenle davacının 50.000,00 USD tutarındaki cezai şart alacağının şimdilik 5.000,00 USD’sinin temerrüt tarihi olan 05.10.2015 tarihinden itibaren yabancı paraya işleyecek en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalının üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Asıl dava dosyasında davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; … A.Ş.ve … A.Ş ile müvekkili arasında müvekkile ait Kayseri İli Melikgazi İlçesi … pafta, … parsel nolu alanda kurulu akaryakıt istasyonunda akaryakıt ve otogaz satışı yapılması konusunda … Standart Bayilik Sözleşmesi imzalandığını, açılan dava dilekçesinden anlaşılacağı üzere dava bu sözleşemeye ilişkin kar kaybı ve cezai şart talep ve iddiası olup dolayısıyla davanın açılacağı yer mahkemesi Kayseri olduğunu, davaya yetki yönünden itiraz ettiklerini, dava bayilik sözleşmesine dayalı olarak ve belirli tarihler çerçevesinde olduğu için dava dilekçesindeki talepler açıkça belirlenebilir nitelikte olduğunu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 10.000 TL kar kaybı+5.000 USD’nin TL karşılığı cezai şart için harç yatırmış ancak 231.394TL+50.000 USD zararının olduğunu hem dava dilekçesinde hem de noter ihtarında iddia ve talep etmekle davanın belirsiz alacak davası olarak açılabilmesi mümkün olmadığını, davalının sözleşme başlangıcından yürürlüğün sona erdirilmesine kadar her aşamada tüm edimlerini eksiksiz yerine getirdiğini, sona erdirmeden önce de mali yükümlülükleri yerine getirmiş ve en önemlisi de çok öncesinde ihtar yolu ile ihbar ederek karşılıklı kabul ile aralarındaki ilişkiyi bitirdiklerini, davacı tarafça alınan mal bedelinin doğan borçlar kapatılması halinde sona erdirilmesinde sorun olmayacağı bildirilmekle ihbardan sonra cevap verilmemesi de zımnen kabulün ispatı olduğunu, müvekkili firmanın mali sıkıntılar çekmesi sebebiyle, sektörsel uygulama olan bayilik yılı basına ödenen intifa bedelini talep etmişse de talebi 2011 yılından sonraki dönemlerde hep reddedildiğini, yine bu tarihten sonra sektörsel ortalamanın çok çok altında kalan karlılık esasına dayalı olarak bayilik devamına zorlandığını, kota prim ve ek prim uygulamalarından da faydalandırılmadığını, akaryakıt sektöründe dağıtıcı ile perakende bayisi arasında 5 yıllık sözleşme imzalanması durumunda 1-1.5 milyon USD intifa bedeli ise ödenmediği için, belli bir süre sonuna kadar sözleşmeyi bağlayan yükümlülüğün müvekkilinde olmadığını, davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Birleşen dava dosyasında davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkil şirket ile davalı şirket arasında Kayseri ili; Melikgazi ilçesi, tapuda … parselde kayıtlı taşınmaz üzerinde kurulu akaryakıt satış yeri ve müştemilatının işletmeciliğinin yapılması amacıyla 06/06/2012 tarih ve 5 yıl süreli … A.Ş.Bayilik Anlaşması akdedilmiş ve Satış Yeri Çerçeve Protokolü imzalandığını, Davalı taraf, keşide ettiği Kayseri ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile müvekkil şirket ile akdettiği bayilik anlaşmasını tek taraflı olarak feshettiğini, Davalı tarafın münakit Bayilik Anlaşmasını süresinden önce tek taraflı olarak feshetmesi üzerine,müvekkil şirket tarafından keşide edilen Kadıköy … Noterliği’nin 18.09.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarı gönderildiğini, Müvekkil Şirketin ihtarına rağmen, davalı şirketin Bayilik Anlaşmasını süresinden önce tek taraf 11 olarak feshetmesi nedeniyle muaccel hale gelen kar kaybı ve cezai şart alacağı dav ah şirket tarafından müvekkil şirkete ödenmediğini, Davalı taraf bayilik sözleşmesinin süresinden önce feshi nedeniyle müvekkilin uğradığı kar kaybını ve anlaşma ile düzenlenen cezai şart alacağını müvekkili şirkete ödemekle yükümlü olduğunu belirterek davanın kabulünü talep etmiştir. Birleşen dava dosyasında davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı ile yapılan sözleşmeden sonra yürürlüğünden sona erdirilmesi aşamasına kadar müvekkilinin tüm edimlerini ekiksiz yerine getirmiş ve sona erdirmeden öncesinde de mali hükümleri tamamıyla yerine getirerek, çok öncesinde ihbar ederek karşılıklı kabul içinde bu iş bitirildiğini, öncesinde uzunca süre görüşmeler yapıldığını ve bu görüşmelerde davacı tarafça alınan mal bedelinden doğan borçlar kapatılması halinde sona erdirilmesinde sorun olmayacağının belirtildiğini, buna rağmen müvekkilinin bir ihbar ile bunu davacıya bildirdiğini, bu ihbardan sonra cevap verilmeyerek zımnen kabul edildiğini ve yine davacı bu görüşmelerde şu an işletmecisi bulunan firma ile de görüşmeler yaptığını, el değiştirmeden sonra kendileri ile çalışmasına dair irtibat içinde olduklarını ancak şartlarda anlaşılamadığı için bir akit imzalanmadığı, müvekkilinin davacı ile ticari ilişkisi kurulmasından sona kadar sürede tüm edimleri yerine getirdiğini, müvekkil firmanın Kayseride mali olarak sıkıntı çekmesi sebebiyle, sektördeki geleneksel uygulamalar olan bayilik yılı başına ödenen intifa bedeli talebi davacı tarafından 2011 yılından sonraki dönemlerde devamlı reddedildiğini, yine bu tarihten sonra, sektör ortalamaların çok altında bir karlılık esasına dayalı olarak bayilik devamına zorlanlandığını, kota primi ve ek prim uygulamalarından da faydalandınlmadığını, akaryakıt sektöründe dağıtıcı ile perakende bayisi arasında 5 yıllık sözleşme imzası durumunda ortalama 1 ila 1,5 milyar USD intifa bedeli ise ödenmediğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. Davacı vekili 13/11/2019 tarihli ıslah dilekçesi ile talep sonucunu artırdığını bildirmiş, Asıl davada; 89.338,71 TL tutarındaki kar kaybı alacağını temerrüt tarihi olan 05.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte,50.000,00 USD cezai şart alacağını temerrüt tarihi olan 05.10.2015 tarihinden itibaren yabancı paraya işleyecek en yüksek mevduat faizi ile birlikte;Birleşen davada; 164.483,74 TL tutarındaki kar kaybı alacağını temerrüt tarihi olan 07.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte,200.000,00 USD cezai şart alacağını temerrüt tarihi olan 07.10.2015 tarihinden itibaren yabancı paraya işleyecek en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsili talep edilmiş, dilekçesi davalı vekiline usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 21/04/2022 tarih ve 2016/586 Esas – 2022/325 Karar sayılı kararı ile; “…… Asıl dava, otagaz satışı nedeniyle kar kaydı alacağı ve cezai şart talebine ilişkin olup birleşen dava ise, akaryakıt satışına ilişkin kar kaybı alacağı ve cezai şart alacağı taleplerine ilişkindir. Talimat yazılarak makul sürenin tespiti açısından rapor da aldırılmıştır. Davalı taraf bilirkişi raporlarına kar dağıtımında … tarafından yapılan yasal ve zorunlu giderler adı verilen bir kalemin taraflar arasındaki taahhütteki formülde bulunduğu ve bilirkişi heyetinin bu gideri düşmeden hesaplama yaptığı, cezai şart açısından sadece öz kaynak verileri üzerinden değerlendirme yapılmasının doğru olmadığı, cezai şart miktarının davacının uğradığı zararın kat ve kat üstünde olduğu itirazlarını ileri sürmüştür. Davacılar asıl ve birleşen davayı ıslah etmişlerdir. Taraflar arasındaki sözleşmenin XIII maddesindeki yetki şartı nedeniyle yetki itirazının reddine karar verilmiştir. Sözleşmelerin feshine ilişkin Kayseri … Noterliğinin … yevmiye saylı ihtarnamesinde fesih gerekçesi belirtilmemiştir. Nedensiz sözleşme feshedilmesi yanında bayilik sözleşmesinde anlaşma hükümlerinin ihlali başlıklı 6 maddesinde sözleşmenin herhangi bir neden gösterilmeksizin bayi tarafından feshi halinde bayinin sözleşmede kararlaştırılan cezai şartı ödemekle yükümlü olduğu, davalı taraf sektör ortalamasının çok altında kalan karlılık, kota, prim ve ek prim ödemesinin yapılmaması, intifa bedeli ödenmemesi iddialarına dayalı olarak savunmada bulunmuş ise de davalı tarafından sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanması karşı taraftan talep edilmesine rağmen buna yanaşılmamasının bilirkiişi kurulunun da tespit ettiği üzere bayilik sözleşmesinin devamını çekilmez hale getiren olgular olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, kota prim, ek prim ödemesinin ve intifa bedeli ödenme sözleşmede bulunmadığı, buna göre sözleşmeyi haklı bir nedene dayalı olarak davalının sona erdirmediği ve bu nedenle cezai şartların koşullarının oluştuğu anlaşılmıştır.Taraflar arasındaki sözleşme ve eki taahütnamelerden kar kaybının net olarak nasıl hesaplanacağına dair herhangi bir düzenleme bulunmamakta olup, bilirkişi tarafından bu hesaplamanın davacı şirketin yıllık net satış tutarları sonucu elde ettiği faaliyet karının davalıya satmış olduğu tutara oranlanması sureti ile hesaplanması mahkememizce de hakkaniyete uygun görüldüğü, bu kapsamda bürüt kar tutarından faaliyet giderlerinin düşülmesi gerektiği, faaliyet giderleri kapsamında değişken giderler yanında sabit giderlerinde bulunduğu ancak davacı tarafın ibraz edilen ticari defterlerinde bu ayrıma ilişkin verilerin bulunmadığı, bu nedenlerle söz konusu giderlerden ortalama %50 oranında bir payın bürüt satış karından düşülmesine ilişkin bilirkişi hesaplamasının ticari hayatın gerekliliklerine uygun görüldüğü, asıl davada talimat bilirkişisi aracılığıyla da tespit edilen 3 aylık makul süre göz önünde tutulduğunda kar kaybının ve 3 aylık süre açısından istenebileceği ve bu miktarın 23.960,40 TL olduğu, birleşen davada benzin ve motorin açısından talimat bilirkişisi aracılığıyla da tespit edilen 3 aylık makul süre göz önünde tutulduğunda kar kaybının ve 3 aylık süre açısından istenebileceği ve bu miktarın 33.037,53 TL olduğu anlaşılmış makul süresinin belirlenmesinde 30/11/2020 tarihli ek rapordaki istasyon bölgesinin sınırının il çapı olarak belirlenmesine ilişkin sektörel değerlendirmenin mahkememizce de yerinde görülmüştür.Asıl ve birleşen dosyada talep edilen 250.000 USD cezai şart açısından işin değeri, cezai şartın kabul edildiği tarihteki davalı şirketin iktisadi durumu , davalı şirketin ticaret sicil dosyası, toplam sermaye miktarı dikkate alınarak söz konusu cezai şartın tahsili yoluna gidilmesi halinde borçlunun eskisi gibi ticari hayatını sürdürmesinin mümkün olup olmayacağı, mümkün olmayacak ise bu durumun onun iktisaden mahvına neden olup olmayacağının, mahfıvına neden olacak ise ne kadarlık bir tenkis halinde cezai şartın davalıların mahfına neden olmayacağının tespiti için bilirkişi kurulundan ek rapor aldırılmıştır. Ekonomik mahfın hesaplanması açısından bu miktarın cezai şartın kararlaştırıldığı 2012 yılı şirketin öz varlığı değerine göre hesaplanması gerektiği, cezai şartların kararlaştırıldığı 06.06.2012 tarihinde yürürlükte bulunan E. TTK’nun 324. Maddesindeki şirketin esas sermayesinin 2/3’ünün karşılıksız kaldığının anlaşılması halinde şirketin aciz haline düşmüş olduğuna ilişkin düzenlemenin esas alınmasının yerinde olduğu, her ne kadar bilirkişiler ekonomik mahfa nedeni olma açısından doğal olarak TL olarak miktar belirlemişse de cezai şartın kararlaştırıldığı, sözleşme tarihi olan 06.06.2012 tarihi itibariyle Merkez Bankası efektif satış kuru olan 1,8427 TL dolar kuruna göre 1.737,808,95 TL’nin 943.077,52 dolara tekamül edeceği, buna göre toplamda 250.000 USD’nin talep edilmesinin ekonomik mahfa neden olmayacağı anlaşılmıştır. Davacıların ihtarnamesinin tebliğ evrakına göre, ihtarnamede verilen 7 günlük süreni sonu olan 05.10.2015 tarihinden itibaren davalının temerrüde düştüğü anlaşılmıştır.Sonuçta tüm bu nedenlerle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Asıl davada;a-23.960,40 TL kar kaybı alacağının 05.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek 3095 sayılı Yasa’nın 2/2 maddesi gereğince değişen oranlarda avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, b-50.000 USD cezai şart alacağının 05.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek 3095 S.K.nun 4/a maddesi gereğince Devlet Bankalarının USD ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranında temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, 2-Birleşen davada, a-33.037,53 TL kar kaybı alacağının 07.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek 3095 sayılı Yasa’nın 2/2 maddesi gereğince değişen oranlarda avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,b-200.000 USD cezai şart alacağının 07.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek 3095 S.K.nun 4/a maddesi gereğince Devlet Bankalarının USD ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranında temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: A) Asıl ve birleşen davada davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Müvekkil şirketin aynı bölgede başka bir bayilik tesis edemediği dosya kapsamı ile sabit olmasına rağmen kar kaybı alacaklarının 3 ay süreyle sınırlandırılmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, Davaya konu istasyonun Kayseri İli, Melikgazi İlçesi’nde bulunmakta olup, Melikgazi İlçe sınırlarında müvekkil şirket ile; – … Tic. Ltd. Şti. arasında “… Mah. … Cad. … Ada, … Parselde (No:…)” kayıtlı taşınmaz üzerinde kurulu akaryakıt istasyonun işleticiliği için 01.09.2020 tarihli Bayilik Anlaşması; – … İnş. Kuy. İç Ve Dış Tic. Ltd. Şti. arasında “… Mah. … Bulv. … Ada, … Parselde (No:…)” kayıtlı taşınmaz üzerinde kurulu akaryakıt istasyonunun işleticiliği için 03.01.2019 tarihli Bayilik Anlaşması akdedilmiş olduğunu (03.11.2020 tarihli dilekçe Ek 1 EPDK Lisans sorgulama İnternet sayfasından alınan sorgu çıktısı), EPDK Lisans sorgulama İnternet sayfasından alınan sorgu çıktısında da görüleceği üzere, davalı tarafından Bayilik Anlaşması’nın feshedildiği 02.09.2015 tarihinden sonra aynı ilçe sınırları içinde 03.01.2019 ve 01.09.2020 tarihlerinde Bayilik Anlaşması akdedildiğinden, kar kaybı alacaklarının tamamını talep hakkını haiz bulunduklarının ortada olduğunu, Yerel Mahkemenin – istasyon bölgesinin sınırının il çapı olarak belirlenmesine ilişkin sektörel değerlendirmenin yerinde olduğu yönündeki- kararının aksine Kayseri il sınırlarının oldukça büyük olduğundan ‘İl’ değil, ‘semt’ bölge olarak kabul edilmesi gerektiğini, davaya konu taşınmaz adresi olan Melikgazi İlçesi’nde sınırlı sayıda akaryakıt istasyonu vasfını haiz taşınmaz bulunduğundan 3 ay gibi kısa bir sürede bayilik tesis edilemeyeceğini, Yine bir taşınmazda akaryakıt ve otogaz istasyonu tesis edilebilmesi için anılan taşınmazın Nazım ve Uygulama İmar Planları’nda işaretlenmiş olması gerekmekte olduğunu, bu işaretlemelerin ise imar planı ve tadilat planı yapılması ile mümkün olduğunu, ancak plan tadilatı ve imar planının yapılması uzun bir prosedür ve zaman gerektirdiği gibi; plan değişikliklerinin onay, askı, onaya itiraz, itirazların değerlendirilmesi ve dağıtım konularında da mevzuata göre belirli süreler öngörüldüğünü, yeni istasyon tesisi için her türlü izin, ruhsat, lisans ve belgelerin alınması için 3 aylık sürenin yeterli olmadığını, Öte yandan Petrol Piyasası Lisans Yönetmeliği’nin 45. maddesinin “İki akaryakıt ve/veya LPG istasyonu arasındaki mesafe, aynı yönde olmak üzere; şehirler arası yollarda on, şehir içi yollarda bir kilometreden az olamaz.” hükmü uyarınca dava konusu istasyonda yeni bir akaryakıt istasyonu tesis edilebilmesi için, istasyonun tesis edileceği taşınmazın bulunduğu aynı yön ve güzergahta (taşınmazdan önce ve sonra olmak üzere) 1 km dahilinde hali hazırda faaliyette olan akaryakıt istasyonunun bulunmaması gerektiğini, aksi halde istasyonun EPDK’dan bayilik lisansı almasının mümkün olmadığını, tüm bu yasal izinler tamamlandıktan sonra akaryakıt istasyonunun faaliyete geçmesi için Sorumlu Müdür ve Yetkili Personel Belgesi sahibi çalışanların istihdam edilmesi gerektiğini, yine yeni kurulacak satış ve servis istasyonunun davalının satışlarını yakalayabilmesi için de ayrıca zaman gerekeceğini, açılan yeni bayinin, davalı bayinin satışlarına ulaşacağı tarihe kadar müvekkilin büyük kar kaybına uğrayacağının tartışmasız olduğunu, Açıklanan nedenlerle, müvekkilin aynı bölgede yeni bir bayilik tesis edemediği gözetilerek yerel Mahkeme’nin kar kaybı alacaklarının reddine ilişkin kısmının kaldırılarak, asıl ve birleşen davada kar mahrumiyeti alacaklarının tamamı yönünden davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiklerini, Bir an için makul süre için hesaplama yapılacağı kabul edilse dahi Yargıtay aynı bölgede yeni bir bayilik tesisi süresini 6 ay olarak belirlediğinden, yerel mahkemenin bu sürenin yarıya indirilme gerekçesini ortaya koymadan tesis ettiği kararın bu açıdan da kaldırılması gerektiğini, Yargıtay tarafından akaryakıt sektörüne ilişkin aynı bölgede yeni bir bayilik tesisi süresi 6 ay olarak belirlendiğinden, makul süre için hesaplama yapılacağı varsayılsa dahi bu sürenin 6 ay olarak kabul edilmesi gerektiğini, “…. davacının aynı şartlarda yeni bir bayilik oluşturması için makul süre olan 6 ay için kâr mahrumiyeti alacağı oluştuğu, davalının teminat mektubunun geç olarak paraya çevrilmesi sebebiyle davacıdan 6.128,339 TL faizli alacağı bulunduğu, davalının ekonomik durumuna göre talep edilen cezai şart tutarının fahiş olmadığı gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne, .. 154.144,66 TL kâr mahrumiyeti alacağının dava tarihinden işleyecek avans faizi ile, davacının 250.000,00 USD cezai şart alacağının dava tarihinden 3095 Sayılı Kanun’un 4/a maddesi uyarınca işleyecek faizi ödeme günündeki… döviz satış kuru üzerinden hesaplanacak TL. karşılığının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya dair istemlerin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
SONUÇ: .. taraf vekillerinin bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA .. oybirliğiyle karar verildi.” ( Yargıtay 19. Hukuk Dairesi E.2014/12755 K. 2015/9842 T. 6.7.2015 ) Yerel Mahkemenin dosyaya sundukları Taahhütnamede kar kaybının nasıl hesaplanacağına dair düzenleme olmadığı gerekçesiyle bilanço verilerine göre yapılan bilirkişi hesabını hükme esas almasının Taahhütname kapsamına aykırı olduğunu, Yerel Mahkeme kararının aksine aşağıda yer alan Taahhütname metninde (2. syf) ; “…’nin yukarıda yazılı tanımlara ve formülasyona uygun belirlenmiş “Toplam Dağıtım Kar”ının; a. Kurşunsuz Benzin 95 Oktan ürününde %12, b. Katkılı Kurşunsuz Benzin 95 Oktan ürününde %12, c. Kurşunsuz Benzin 98 Oktan ürününde %12, d. Motorin ürünlerinde ise %12’sini “Dağıtıcı kar”ı olarak uhdesinde tutmak üzere, Bayiye “ÜRÜN” bedelini fatura edecektir. Bayi, tayin ve tespit edilen tavan fiyatı aşmamak kaydıyla dilediği bedel ve şartlarla satış yapma hakkını haizdir.” denilmek suretiyle …’nin Toplam Dağıtım Karı’nın tüm ürünler için %12 olarak belirlendiğinin açıkça ortaya konulduğunu, Müvekkil tarafından davalıya tedarik edilen ürün ile davalı tarafından satışı yapılan ürün miktarlarının da müvekkil şirketin ticari defterleri ve otomasyon kayıtlarında belli olduğunu, hal böyle iken yerel mahkemenin taahhütnamede kar kaybının net olarak nasıl hesaplanacağına ilişkin düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle bilançoya göre yapılan ve hiçbir maddi dayanağı olmayan satış karından %50 oranında indirime gidilen bilirkişi raporuna göre hüküm tesis etmesinde hukuka uyarlık bulunmadığını, Aşağıda özetlenen Yüksek Mahkeme kararında da faaliyet dönemine ilişkin genel karlılık oranından yola çıkılarak kar kaybı hesabı yapılamayacağının kabul edildiğini, “… davacının uğradığı kar kaybına ilişkin zararın hesabında sözleşmede kar oranı belirtilmediği gerekçesiyle davacının 2007, 2008 ve 2009 faaliyet dönemine ilişkin genel karlılık oranlarının dikkate alınması sonucu bulunan faaliyet karlılık ortalamasına göre kar kaybı hesaplanarak bulunan miktar hüküm altına alınmış ise de davacı, feshedilen sözleşmeden dolayı uğradığı kar kaybı zararının tazminini istemiş olmasına göre hesaplama yapılırken feshedilen sözleşme uyarınca elde edilmesi gereken kar miktarı göz önüne alınarak hesaplama yapılması gerekmektedir. Bu durumda, sözleşmede kar oranı belirlenmemiş olsa da bilirkişilerce bu konuyla ilgili olarak davacı defter ve kayıtları üzerinde inceleme yapılarak davacının bu sözleşmeye konu işten dolayı elde ettiği ve/veya etmesi gereken karın belirlenerek, buna göre kar kaybı hesabının yapılması gerekirken yazılı şekilde davacının tüm faaliyetleri nazara alınarak bulunan ortalama karlılık hesabına göre tazminat tayin edilmesi de doğru görülmemiş, kararın bu yönden de taraflar yararına bozulması gerekmiştir…” YARGITAY 11. H.D. E. 2012/10547 K. 2014/1508 T. 23.1.2014 Asıl ve birleşen davada, kabul edilen cezai şart bedellerinin karar tarihindeki kura göre belirlenecek değeri esas alınarak vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken dava tarihindeki kura göre değerlendirme yapılarak vekalet ücreti tutarının belirlenmesinin açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yerel mahkeme tarafından asıl davada 23.960,40 TL kar kaybı ve 50.000,00 USD cezai şart alacağının, birleşen davada 33.037,53 TL kar kaybı ve 200.000,00 USD cezai şart alacağının temerrüt tarihinden itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verildiğini, karar tarihindeki (21.04.2021) USD kurunun:14,7089 olup; asıl davada kabul edilen tutarın (50.000 USD X 14,7980) + 23.960,40 TL= 759.405,40 TL; birleşen davada kabul edilen tutarın (200.000 USD X 14,7980) + 33.037,53TL= 2.992.637,53 TL olduğunu, Buna göre asıl dava için 55.020,27 TL, birleşen dava için 117.692,48 TL vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken asıl davada 20.291,94 TL, birleşen davada 48.313,88 TL vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığını, Yargıtay’ın vekalet uyuşmazlıklarına bakan 3. Hukuk Dairesi’nin yabancı para alacağına ilişkin davalarda vekalet ücretinin karar tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası efektif satış kuru üzerinden Türk Lirası karşılığı esas alınarak belirleneceğini kabul etmekte olduğunu, “…Mahkemece, hükümde tahsiline karar verilen yabancı para alacağının, karar tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası efektif satış kuru üzerinden Türk Lirası karşılığı esas alınarak davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken, bu kurala uyulmadan yapılan vekalet ücreti hesabı doğru olmayıp bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması HUMK’nın 438/7. maddesi hükmü gereğidir…” ( Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2021/4522 K. 2021/12777 T. 9.12.2021 ) “…Davacının vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; hükümde tahsiline karar verilen yabancı para alacağının, karar tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası efektif satış kuru üzerinden TL’ye çevrilerek hesaplanacak vekalet ücretine karar verilmesi gerekirken, davacı lehine eksik vekalet ücreti takdir edilmesi hatalı olup yerinde görülmemiştir…” ( Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2020/11940 K. 2021/2295 T. 4.3.2021 ) “…Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olmakla, reddedilen 608.629,28 USD yabancı para alacağının karar tarihi olan 22/6/2017 tarihi itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Efektif Satış Kuru (1 USD = 3,5296 TL) üzerinden TL’ye çevrilerek hesaplanacak vekâlet ücretine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmedildiği bu defa yapılan incelemeden anlaşılmakla, davalı yanın karar düzeltme isteminin bu yönleriyle kabulüyle dairemizin onama kararı kaldırılarak, yerel mahkeme kararının belirtilen nedenlerle düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir…” ( Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2020/8750 K. 2021/429 T. 25.1.2021 ) Yukarıda açıklanan ve re’sen gözetilecek nedenlerle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; – Öncelikle asıl ve birleşen davada davalı yararına hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri yönünden hükmün icrasının geri bırakılmasına; – Neticede istinaf taleplerinin kabulü ile İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/586E. 2022/325K. sayılı ilamının asıl ve birleşen davada kar kaybı alacaklarının reddine ve lehlerine hükmedilen vekalet ücretine dair kısmının kaldırılarak, asıl davada 89.338,71 TL kar kaybı alacaklarının 05.10.2015 tarihinden, birleşen davada 164.483,74 TL kar kaybı alacaklarının 07.10.2015 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
B) ASIL VE BİRLEŞEN DAVADA DAVALI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Davacının, eldeki asıl ve birleşen davaları ile müvekkil ile aralarında akdedilen sözleşmelerin müvekkil tarafından süresinden önce -haklı bir nedene dayanmaksızın- feshedildiğini öne sürdüğünü ve taraflar arasındaki her iki sözleşme için ayrı ayrı kar kaybı ve cezai şart alacağı talep ettiğini, 6 sene süren tahkikat sonunda yerel mahkemenin; asıl dava bakımından 23.960,40 TL kar kaybı alacağı ile 50.000,00 USD cezai şart alacağının, birleşen dava bakımından ise 33.037,53 TL kar kaybı alacağı ile 200.000,00 USD cezai şart alacağının müvekkilden alınarak davacıya verilmesine karar verdiğini, ne var ki; Bütün tahkikat boyunca kendilerinin haklı itiraz ve savunmaları göz ardı edilerek verilen bahse konu kararın açıkça hukuka ve hakkaniyet aykırı olup, ortadan kaldırılmasının zorunluluk arz etmekte olduğunu, Sözleşmeleri feshe sürükleyen sürenin göz ardı edildiğini, feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı hakkında doğru ve yeterli inceleme yapılmadığını, Eldeki dava konusunun ”haksız fesih” sebebine dayalı kar kaybı ve cezai şart alacağı olması nedeniyle, dava konusu talepler hakkında doğru karar verebilmek için her şeyden evvel feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığının detaylı ve hakkaniyete uygun bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini, Yerel mahkemenin gerekçeli kararında özetle; bilirkişi heyetinin görüşlerinin yerinde olduğunu, intifa bedeli, ek prim, kota prim ödemelerinin sözleşmede bulunmadığını, sözleşmenin yeni koşullara uyarlanma talebinin kabul edilmemesinin de sözleşmenin devamını çekilmez hale getiren olgular olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla feshin haklı sebebe dayanmadığını ifade ettiğini, ne var ki yerel mahkemenin bu kanaatinin son derece isabetsiz olup kabulünün mümkün olmadığını, Öncelikle yerel mahkemenin ”feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı” hususunu bizzat kendisi hakkaniyete uygun bir biçimde değerlendirmek yerine bilirkişi heyetinin takdirine bıraktığını, bilirkişi heyetinin bu konuda görüş bildirdiğini ve nihayetinde bilirkişi heyetinin görüşlerinin ” gerekçe ” adı altında hükme esas teşkil ettiğini, ne var ki; ”Bir sözleşmenin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği” hususunun hukuki bir mesele olup, hukuki meselelere bilirkişiye başvurulmasının mümkün olmadığını, eldeki kararın her şeyden önce bu sebeple kabul edilemez nitelikte olduğunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 266: ”Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. (Değişik cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.” Eldeki dava için son derece hayati bir hukuki meselede bilirkişi heyetine başvurulması ve heyet görüşünün hükme dönüşmesi kadar, söz konusu görüşlerin kendisinin de hukuka ve hakkaniyete açıkça aykırı olduğunu, çünkü; İntifa bedeli ödenmesinin ve kota prim-ek prim uygulamalarının sözleşmelerde yazılmamış olmasının somut uyuşmazlık özelinde hiçbir önemi bulunmadığını, gerçekten gerek intifa bedeli ödemelerinin (”Bayrak hakkı” olarak da bilinir), gerekse kota prim-ek prim uygulamalarının akaryakıt sektöründeki bayilik sözleşmelerinde ticari örf ve adet haline gelmiş teamüller olduğunu, sektörde herkes tarafından bilinen ve benimsenen, akaryakıt bayilik sözleşmelerinin olmazsa olmazı haline gelen ve genellikle de sözleşmede yazılmaksızın uygulanan bu örf ve adetlerin ”sözleşmede yazmaması” nedeniyle göz ardı edilmesinin mümkün olmadığını, TMK m. 1 gerekse TTK m. 1 ve 2 hükümleri uyarınca, ticari sözleşmelerde -aksi öngörülmediği sürece- ticari örf ve adetlerin dikkate alınması ve/veya uygulanmasının zorunlu olduğunu, buna bağlı olarak; 1.2.2. ”Sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması talep edilmesine rağmen davalı tarafça buna yanaşılmamasının haklı sebep olarak nitelendirilemeyeceği” yönündeki gerekçenin de son derece isabetsiz ve hatalı olduğunu, Müvekkilin taleplerinin sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması olmayıp, -hemen yukarıda bahsedildiği üzere- ticari örf ve adet niteliğinde olan ayrıca davacı tarafça vaat edilip yerine getirilmeyen sektörel uygulamalardan müvekkilin faydalandırılması olduğunu, Davacı tarafça buna yanaşılmamasının; hem davacının vaatlerine hem de ticari örf ve adetlere aykırılık teşkil etmiş olduğunu, o dönem başkaca faktörlerin de (sözleşmeden kaynaklı olarak kar payının sektör ortalamasının çok altında kalması, mali sıkıntılar, istasyon önündeki yol yapım çalışmaları vs.) etkisinde olan müvekkil bakımından sözleşmeyi çekilmez hale getirdiğini, ayrıca; 1.3. Kendileri tarafından davanın başında beri izah edildiği üzere; sözleşmeleri müvekkil bakımından çekilmez hale getiren tüm bu konuların fesih öncesi taraflar arasında yapılan görüşmelerde masaya yatırıldığını, davacının müvekkil lehine gerekli adımları atmaması üzerine taraflarca sözleşmenin feshi ve tasfiyesi müzakere edildiğini, davacı firma ilgililerinin ”mali yükümlülüklerin yerine getirilmesi sonrasında sözleşmelerin sonlandırılmasında bir problem olmadığı” hususunu müvekkil firma ilgililerine ilettiğini, müvekkil firmanın da buna uygun olarak mevcut borçlarını ödeyerek sözleşmeyi haklı sebebe dayalı olarak feshettiğini, hatta sözleşmeler gereği müvekkil tarafından davacıya verilen teminat mektuplarının da iade edildiğini, ne var ki; Yerel mahkemenin fesih öncesi cereyan eden bu süreci dikkate almadığını, bu konudaki delillerini toplamadığını, özellikle de tanıkları dinlemediğini, 1.4. Özetle; davacının ticari örf ve adet niteliğindeki vaatleri olan intifa bedeli ödemesini yapmaması, ek prim-kota prim uygulamalarından müvekkili faydalandırmaması, akaryakıt istasyonu önünde Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nce hafif raylı ulaşım projesi kapsamında başlatılan inşaat çalışmaları ve bu çalışmaların beklenenden uzun sürmesi, müvekkilin bu süre içerisinde akaryakıt istasyonunda hiçbir faaliyet gösterememesi hususlarının sözleşmeyi müvekkil yönünden çekilmez hale getirdiğini, tüm bunların ise sözleşmenin feshi için ”haklı sebep” niteliğinde olduğunun aşikar olduğunu, buna rağmen Yerel mahkemenin ”feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı” konusunda gerekli ve detaylı incelemeyi yapmadığını, delilleri toplamadığını, bu konuda takdiri bilirkişi heyetine bıraktığını, bilirkişi heyetinin maddi gerçekten, ticari örf ve adetlerden, hakkaniyetten son derece uzak görüşlerini hükmüne esas aldığını, kararın her şeyden önce bu nedenle kaldırılmasının zorunluluk arz etmekte olduğunu, Hükmedilen kar kaybı alacağının, yerel mahkemenin dosyadan bihaber olduğunu göstermekte olduğunu, Kar kaybı alacağına ilişkin olarak gerekçeli kararda özetle; ” taraflar arasındaki sözleşmede kar kaybının net olarak nasıl hesaplanacağına dair bir hüküm olmadığı, bilirkişi tarafından bu hesaplamanın davacı şirketin yıllık faaliyet karının davalıya satmış olduğu tutara oranlanması ve faaliyet gideri olarak %50 oranında satış karından indirim yapılması sureti ile yapıldığı, nihayetinde bunun mahkemece uygun görüldüğü ” husuunun ifade edildiğini, ne var ki; 2.1. Bir önceki paragrafta izah edildiği üzere, sözleşmelerin haklı sebebe dayalı olarak feshedilmiş olup, dolayısıyla müvekkilden kar kaybı talep edilmesinin zaten mümkün olmadığını, kesinlikle kabul anlamına gelmemekle birlikte bir an için aksi düşünüldüğünde ise mahkemece hükmedilen kar kaybı alacağının kabulünün yine mümkün olmayacağını, 2.2. Mahkemenin gerekçeli kararda atıf yapmış olduğu hesaplama usulünün ilk olarak 22.11.2018 tarihli bilirkişi raporunda yapılmış olup, söz konusu raporda bilirkişinin ”taraflar arasındaki sözleşmede kar kaybı hesabının nasıl yapılacağının kararlaştırılmadığı” gerekçesiyle davacının yıllık faaliyet karı üzerinden bir hesaplama yaptığını, bu hesaplamada davacının yıllık faaliyet karının, müvekkile yaptığı satışlara oranlandığını, ne var ki; Gerek kendileri tarafından gerekse davacı tarafça bahse konu hesaplama usulüne itiraz edildiğini ve taraflar arasındaki sözleşmelerde kar paylaşımının nasıl yapılacağının kararlaştırıldığı, buna göre bir hesaplama yapılması gerektiği hususunun ifade edildiğini, Sonraki aşamalarda nihayet bilirkişi heyetinin 30.11.2020 tarihli raporunda; hem ”davacının yıllık faaliyet karı” üzerinden yapılan değerlendirmeye göre, hem de taraflar arasındaki taahhütlere göre alternatifli bir hesaplama yaptığını ve: – Yıllık faaliyet karı üzerinden yapılan hesaplamaya göre davacının: – Asıl dava açısından 12.504,64 TL, – Birleşen dava açısından 35.636,52 TL kar kaybı olacağını, – Taraflar arasındaki taahhütler doğrultusunda yapılan hesaplamaya göre davacının: – Asıl dava açısından 23.960,40 TL, – Birleşen dava açısından 33.037,53 TL kar kaybı olacağını ifade ettiğini, Söz konusu rapor ile mahkemenin hükmü birlikte incelendiğinde görüleceği üzere, yerel mahkemenin taraflar arasındaki taahhütlere göre yapılan hesaplama doğrultusunda hüküm kurduğunu, ancak taraflar arasındaki taahhütlere göre hüküm kuran yerel mahkemenin, gerekçeli kararda diğer hesaplama yöntemine atıf yaptığını ve söz konusu hesaplamayı hükme esas aldığını belirttiğini, bu durumun ilginç olduğunu, bir başka deyişle yerel mahkemenin hükümde farklı gerekçede farklı hesaplama yöntemlerini benimsediğini, 2.3. Eldeki davada kar kaybına ilişkin yapılacak herhangi bir hesaplamanın taraflar arasındaki sözleşme eki taahhütler doğrultusunda yapılmasının zorunlu olduğunu, zaten davacının kendisinin de bu kanaatte olduğunu, ancak her ne kadar bilirkişi heyeti mezkur taahhütnamelere göre hesaplama yapmış ve mahkeme de bu hesaplamayı hükmüne esas almışsa da, söz konusu hesaplama -ve dolayısıyla hükmün- taahhütlere uymamakta olduğunu, Şöyle ki; Bilirkişi heyetinin taahhütlere göre yaptığı hesaplamada; …’ın davacıya yaptığı satışta uyguladığı birim fiyat ile davacının müvekkile yaptığı satışta uyguladığı birim fiyat arasındaki farkı davacı kârı olarak nitelendirdiğini ve bu fark üzerinden kar kaybı hesaplaması yapıldığını, ne var ki taraflar arasındaki taahhütlere bakıldığında: – Davacının; …’ın kendisine uyguladığı satış fiyatını ”… ÜRÜN SATIŞ FİYATI”; kendisinin müvekkile uyguladığı satış fiyatını ”BAYİYE SATIŞ FİYATI”; kendi kârını ise ”DAĞITICI KÂRI” olarak adlandırdığı, – BAYİYE SATIŞ FİYATI’nın ”ÜRÜN EDİNME BEDELİ + DAĞITICI KARI” formülüyle hesaplandığı, – ÜRÜN EDİNME BEDELİ adı verilen tutarın ise ”… ÜRÜN SATIŞ FİYATI + … TARAFINDAN ÖDENEN YASAL VE ZORUNLU GİDERLER”den oluştuğu, – Bu nedenle ”BAYİYE SATIŞ FİYATI = … ÜRÜN SATIŞ FİYATI + … TARAFINDAN ÖDENEN YASAL VE ZORUNLU GİDERLER + DAĞITICI KARI” olduğu, – Dolayısıyla ”BAYİYE SATIŞ FİYATI – … SATIŞ FİYATI = … TARAFINDAN ÖDENEN YASAL VE ZORUNLU GİDERLER + DAĞITICI KARI” olduğu hususlarının gözükmekte olduğunu, yani, -Amiyane ve basit tabirle- Davacının, …’tan satın aldığı ürünleri müvekkile; aldığı fiyatın üzerine giderlerini ve kârını ekleyerek sattığını ve bunu da son derece açık bir biçimde imzalanan taahhütnamelere yazdığını, bu nedenle davacının müvekkile yaptığı satışlarda uyguladığı birim fiyat ile …’ın davacıya yaptığı satışlarda uyguladığı fiyat arasındaki farkın yalnızca davacının karından ibaret olmayıp, davacı tarafından yapılan yasal ve zorunlu giderleri de içermekte olduğunu, bu nedenle yapılacak bir kar kaybı hesaplamasında da taahhütlerde sözü geçen ”… TARAFINDAN ÖDENEN YASAL VE ZORUNLU GİDERLER”in dikkate alınması ve brüt karın bulunması, devamında ise brüt kardan genel faaliyet giderlerinin düşülerek net kara ulaşılması gerekmekte olduğunu, Tüm bunlar gözetilmeden yapılan hesaplamanın davacı lehine haksız kazanca yol açmış olduğu hususunun ise her türlü izahtan vareste olduğunu, hal böyle iken, Mahkemece hasbelkader hükmedilen kar kaybı alacağına dayanak teşkil eden ”taraflar arasındaki taahhütlere göre” yapılan hesaplamanın; ”… TARAFINDAN ÖDENEN YASAL VE ZORUNLU GİDERLER” ile genel faaliyet giderlerinin düşülmemesi nedeniyle açıkça hatalı olduğunu, kararın bu nedenle de ortadan kaldırılmasının zorunluluk arz etmekte olduğunu, Hiçbir varsayımda davacı lehine cezai şarta hükmedilmesinin mümkün olmadığını, Cezai şarta ve cezai şartın ekonomik mahva sebep olup olmayacağına ilişkin olarak gerekçeli kararda özetle; ” fesih haklı sebebe dayanmadığı için cezai şart koşulları oluştuğu, ekonomik mahva ilişkin değerlendirmenin cezai şartın kararlaştırıldığı 2012 yılı öz varlığı değerine göre yapılması gerektiği, bilirkişi heyetinin Mülga Ticaret Kanunu 324. Maddesi çerçevesinde yaptığı değerlendirmenin yerinde olduğu, ancak her ne kadar bilirkişiler TL üzerinden değerlendirme yapmışlarsa da değerlendirmenin o tarihteki dolar kuru gözetilerek yapılması gerektiği, anlaşma tarihinde 1.737.808,95 TL’nin 943.077,52 USD’ye tekabül ettiği, dolayısıyla 250.000,00 USD talep edilmesinin ekonomik mahva neden olmayacağı ” hususunun belirtilmiş olduğunu, kesinlikle kabulü mümkün olmayan bir gerekçeye dayalı olarak hükmedilen, müvekkil nezdinde hukuka ve hakkaniyete aykırı bir şekilde akıl almaz bir mağduriyete yol açan cezai şartın kesinlikle kabulünün mümkün olmadığını, 3.1. Öncelikle 1 numaralı paragraftaki izahatları doğrultusunda feshin haklı sebebe dayandığı hususunun açık olup, dolayısıyla davacının müvekkilden cezai şart talebinde bulunmasının zaten mümkün olmadığını, kesinlikle kabul anlamına gelmemekle birlikte bir an için aksi düşünüldüğünde ise -hiçbir varsayımda- davacı lehine 250.000 USD tutarında cezai şarta hükmedilmesinin hukuken imkan dahilinde olmadığını, dolayısıyla yerel mahkemece verilen kararın açıkça hukuka aykırı olduğunu, 3.2. Talep edilen cezai şartın ahlaka aykırı olması nedeniyle batıl durumda olduğunu, Taraflar arasındaki taahhütlere göre yapılan hesaplamada davacının iki sözleşme bakımından toplamda 56.997,93 TL kar kaybı talep edilebileceğinin belirtildiği, yerel mahkemece de bu doğrultuda karar verildiğini yukarıda izah ettiklerini, bu noktada yapılan hesaplamanın hatalı olması nedeniyle sözü geçen tutarın olması gerekenden fazla olduğunu, Hükmedilen cezai şartların toplamının 250.000,00 USD olup, bu tutarın işbu dilekçenin yazım tarihinde (Döviz kuru: 17,29) 4.322.500,00 TL’ye tekabül etmekte olduğunu, görüldüğü üzere davacının uğradığı varsayılan 56.997,93 TL’lik zararla, cezai şart arasındaki farkın 4.265.000,00 TL’den fazla olduğunu, başka bir açıdan bakıldığında; hükmedilen cezai şart toplamının, davacının uğradığı varsayılan zararın 75 katından fazla olduğunu, Yargıtay’ın birçok kararında ifade edildiği üzere, muhtemel zararın çok ötesinde olan cezai şartın, sözleşme tarafının ekonomik mahvına neden olmasa bile ahlaka aykırı olması nedeniyle batıl olduğunu, aksi takdirde, etik yönden toplumu rahatsız eden, angaryayı meşrulaştıran bir sonuç doğuracağını, – Örneğin Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 11.05.2000 tarihli 1999/4655 Esas 2000/2324 sayılı kararında konuya ilişkin olarak (EK-1): ”Gerçi geciken ifa nedeniyle iş sahibinin de zararı söz konusu olursa da, sözleşmedeki bu ceza hükmü, muhtemel zararın çok ötesinde, onu aşan, etik yönden toplumu rahatsız eden, adeta angaryayı meşru sayan bir hükümdür. Yüklenicinin iktisadan mahvına neden olmasa da, taşıdığı bu sakıncalarından dolayı Anayasa’nın 18. ve BK.nın 19.maddelerine aykırı olup, BK.nın 20/Il.maddesi uyarınca butlan ile batıldır. Bu itibarla, reddi gereken ceza isteminin kabulü isabetli bulunmamış, kararın açıklanan nedenle de bozulması gerekmiştir.” denilmekte olduğunu, Hal böyle iken, sözleşmenin haksız bir biçimde feshedilmiş olduğu varsayımında 56.997,03 TL zarara uğradığı düşünülen davacının, güncel döviz kuruna göre zararın 75 katından daha fazlaya tekabül eden 250.000,00 USD cezai şart talep etmesinin mümkün olmadığı, çünkü söz konusu cezai şartın ahlaka aykırı olması nedeniyle batıl olduğu hususlarının aşikar olduğunu, dolayısıyla, Ahlaka aykırılık nedeniyle batıl olan cezai şart talebinin; ekonomik mahva sebep olup – olmama konusunda ayrıca bir değerlendirme yapılmasına dahi gerek kalmaksızın reddi zorunlu iken, yerel mahkemece aksi yönde verilen kararın hukuka ve hakkaniyete son derece aykırı olduğunu, 3.3. Ekonomik mahva neden olup – olmama bakımından yapılan incelemenin teknik bakımdan son derece yetersiz ve yerleşik içtihatlara aykırı olduğunu, Bir an için yukarıdaki izahatlarının aksi düşünüldüğünde ise; talep edilen cezai şartın müvekkilin ekonomik mahvına sebep olacak düzeyde olması nedeniyle ciddi oranda tenkise tabi tutulması gerekmekte olup, bu hususun kendileri tarafından tahkikat aşamasında defalarca dile getirilmiş olduğunu, Tahkikat aşamasında bu hususta alınan bilirkişi raporunda; Mülga Ticaret Kanunu m. 324 hükmü çerçevesinde ve fesih tarihindeki verilere göre bir değerlendirme yapıldığını, sonrasında yerel mahkemenin sözleşme tarihindeki verilere göre bir değerlendirme yapılmasını istediğini, bu doğrultuda yapılan değerlendirmede bilirkişi heyetinin 1.737.808,95 TL’ye kadar bir cezai şart talebinin mümkün olduğunu fazlasının ise müvekkili ekonomik olarak mahvedeceğini belirttiğini, buna karşılık yerel mahkemenin talep edilen cezai şart miktarının tamamına hükmettiğini, ne var ki, Cezai şartın ekonomik mahva sebep olup olmayacağı hususunda yapılan değerlendirmenin teknik açıdan yetersiz olup, ayrıca bu değerlendirmenin 2012 verilerine göre yapılmasının son derece hatalı olduğunu, bununla birlikte yerel mahkemenin bilirkişinin – zaten hatalı olan- görüşünden dahi ayrılarak kabulü mümkün olmayan birtakım gerekçelerle talep edilen cezai şartın tamamına hükmetmesinin açıkça hakkaniyete aykırı olduğunu, Şöyle ki; 3.3.1. Öncelikle, bir cezai şartın ekonomik mahva neden olup olmayacağı hususu değerlendirilirken sözleşme tarihi veya fesih tarihi değil; değerlendirmenin yapıldığı tarihin, yani bir başka deyişle karar tarihine en yakın tarihin esas alınması gerektiğini, Uyuşmazlık konusu cezai şart ödenecekse karar tarihinden sonra ödeneceğini, dolayısıyla ”ekonomik mahva sebep olup – olmama” bakımından tüm sonuçların karar tarihinden sonra doğacağını, bu yüzden cezai şartın sözleşme ve/ veya fesih tarihinde ekonomik mahva neden olup olmamasının pratikte hiçbir önemi bulunmadığını, eldeki uyuşmazlıkta sözleşmenin yaklaşık 10 sene önce akdedildiğini, feshin yaklaşık 7 sene önce gerçekleştiğini ve davanın da yaklaşık 6 sene önce açılmış olduğu göz önünde bulundurulduğunda, aradan geçen bunca zamandan sonra güncel verilere göre değerlendirme yapılmamış olmasının kabul edilebilir gibi olmadığını, Sözleşme tarihindeki verilere göre değerlendirme yapılması gerektiğini ifade eden mahkemenin bu kanaatinin gerekçesinin de belli olmayıp, kararın bu yönüyle denetime son derece elverişsiz olduğunu, öte yandan, 3.3.2. Bu konuda yapılan değerlendirmenin Mülga Ticaret Kanunu m. 324 hükmü uyarınca, sadece özkaynak miktarına bakılarak yapılması ve nihayetinde özkaynağın 2/3’üne tekabül eden tutarda cezai şartın talep edilebileceği yönündeki bilirkişi heyeti kanaatinin de son derece isabetsiz olduğunu, nitekim, Bir cezai şartın ekonomik mahva sebep olup olmayacağı araştırılırken, cezai şartı ödemekle yükümlü kişinin -deyim yerindeyse- iktisadi anlamda röntgeninin çekilmesi gerektiğini; bu doğrultuda tüm ticari defter ve kayıtlar, bilançolar, toplam sermaye tutarı, vergi beyannameleri, şirketin alacaklı ve borçlu olduğu tüm icra dosyaları vb. ekonomik durumu gösteren ve/veya etkileyen tüm unsurların incelenmesi gerektiğini; nihayetinde denetime elverişli, akla yatkın ve hakkaniyete uygun bir değerlendirme yapılması gerektiğni, yalnızca özkaynak ve verilere bakılarak yapılan bir değerlendirmenin ise ne denli yüzeysel olduğunun izahtan vareste olup, Yargıtay’ın da yerleşik içtihatlarında bu şekilde yapılan bir incelemenin yeterli olmayacağını belirtmekte olduğunu, örneğin; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 30.11.2017 tarihli 2016/6257 Esas 2017/6784 Karar sayılı ilamında (EK-2) yalnızca özkaynaklardan yola çıkarak yapılan değerlendirmenin yeterli olmadığını ”Mahkemece tarafların bu iddia ve savunmaları yönünden bir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın, sadece şirketin kurumlar vergisi beyannamesi ve bilanço kayıtları esas alınarak ilgili dönem itibariyle davacı acentenin öz kaynak miktarı ve bu miktarın 2010 yılında da korunduğu belirlemesi ile yetinilerek, cezai şartın ekonomik mahva sebebiyet vermediği ve tenkis koşullarının oluşmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, davacı şirketin ekonomik durumu yönünden konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bir heyet marifetiyle davacının ticari defter ve kayıtları, bilançoları, verilen vergi beyannameleri, icra takip dosyaları, şirket sicil dosyası vs. gibi kayıtlar üzerinde inceleme yaptırılarak yukarıda belirtilen indirim koşullarının bulunup bulunmadığı konusunda ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi amacıyla eksik incelemeye dayalı kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.” sözleri ile ifade etmiş olduğunu, – Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 18.10.2016 tarihli 2016/4271 Esas 2016/5998 Karar sayılı ilamında (EK-3): ”Bu nedenle Mahkemece yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler kapsamında, davalıya ait tüm ticari defter ve kayıtlar ile belgeler getirtilerek, ticari defter ve kayıtları, bilançosu ve ekonomik durumunu etkileyen diğer unsurlar üzerinde bilirkişi incelemesi yapılması, yapılan inceleme sonucunda sözleşmede belirlenen cezai şartın ödenmesinin, davalının ekonomik açıdan mahvına sebebiyet verdiğinin anlaşılması halinde cezai şartın makul bir miktara indirilmesi, ne miktar cezai şart ödenebileceği hususunda … denetimine elverişli uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken…” denilmekte olduğunu, – Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 05.10.1999 tarihli 1999/1865 Esas 1999/3481 Karar sayılı ilamında (EK-4): ”… davalının tacir olduğu saptansa bile, TTK’nin 24. madde hükmünün, her sözleşme için uygulama imkanı bulunan BK’nin 20. madde hükmü ile sınırlı olduğu düşünülerek, ticaret sicil dosyası getirtilip, toplam sermaye tutarı tespit edilerek söz konusu cezanın tahsili halinde, davalının eski’den olduğu gibi ticari hayatını sürdürüp sürdüremeyeceği, şayet mümkün olmazsa bu dunımun onun iktisaden mahvına sebep olup olmayacağı, yine bilirkişiye incelettirilmeli, bu durum davalının ekonomik mahvına sebep olacaksa, BK’nin 20. maddesine göre, bu seviyedeki cezai şart ahlaka ve adaba aykın olacağından, yine cezai şartta indirim gerekeeeği düşünülmelidir” denilmekte olduğunu, – Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18.06.2019 tarihli 2017/922 Esas 2019/706 Karar sayılı ilamında (EK-5): ”Ticaret Hukukumuzda cezai şart, miktarı yönünden sadece, BK’nın 20. maddesindeki “ahlâka aykırılık” kavramı ile sınırlanmış bulunmaktadır. TTK’nın 24. maddesi uyarınca tacirin, borçlu olduğu cezai şartın tenkisini istemesi mümkün değildir (Günay, C.İ: Cezai Şart, Ankara 2002,s:216). Ancak, TTK’nın 24. maddesi ile tacir olan şahsa ve onun âkidine tanınmış olan bu (akit serbestisi) ilkesi, bütün akitler için sınırlayıcı bir hüküm mahiyetinde olan TTK’nın birinci maddesi hükmünün atfı nedeniyle BK’nın (butlan) matlabını taşıyan 20. maddesi hükmü ile, tahdit edilmiştir. Şayet, taraflarca sözleşme ile tespit edilmiş olan (cezaî şart) miktarı, borçlu durumda olan tacirin, iktisaden mahvını mucip olacak ve onun eskisi gibi ticarî faaliyetini devam ettirmesine imkân tanımayacak derecede (ağır) ve (yüksek) ise, o zaman, böyle bir (cezaî şartı) ahlâk ve adaba aykırı bir şart olarak kabul ederek, (kısmen) veya (tamamen) iptali cihetine gitmek mümkündür. Çünkü, ahlâk ve adaba aykırılık dolayısıyla sözleşmede yer alan (cezai şart)’ın (butlanı), hukukun genel bir ilkesidir. TTK’nın 24. maddesi hükmünün, bu genel müeyyidenin dışında kalacağını düşünmek mümkün değildir. Bir borçlunun, iktisadî ve ticarî faaliyet ve mevcudiyetinin tehlikeye girmesini veya yıkılmasını mucip olacak bir nisbete ulaşan her (cezaî şart), ahlâk ve adaba aykırıdır. Mahkemenin bu hususta karar verirken, borçlu bir şirket ise, bu şirketin ticaret sicilindeki (ana sözleşmesi)’ni celp ederek ne miktar bir sermaye ile ticarî faaliyette bulunduğunu, mal varlığının neye baliğ olduğunu ve kararlaştırılan cezaî şartın tahsili cihetine gidilmesi hâlinde o şirketin eskisi gibi ticarî hayatını devam ettirmesinin mümkün olup olmadığını gerekirse bilirkişiden de mütalâa alarak araştırması icap eder, aynı incelemeyi gerçek kişi olan (tacir) için de yapması icap eder (Doğanay, 237).” denilmekte olduğunu, Hal böyle iken, hükme esas alınan değerlendirmenin uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmadığı hususunun son derece açık olduğunu, tüm bunların yanı sıra, 3.3.3. Güncel veriler yerine 2012 yılı verileri doğrultusunda ve teknik anlamda son derece yetersiz bir değerlendirme yapıldığı yetmezmiş gibi, bir de yerel mahkemenin bilirkişi heyeti görüşünden ayrılarak talep edilen cezai şartın tamamına hükmetmiş olmasının ise kabul edilemez nitelikte olduğunu, Yerel mahkeme hakkaniyete aykırı bu tutumuna buna gerekçe olarak 2012 yılındaki döviz kuruna ve müvekkil firma özkaynağının -2012 yılındaki- döviz karşılığına işaret etmişse de, bu gerekçenin akla ve vicdana yatkın bir tarafı bulunmadığını, keza, Her ne kadar 2012 yılındaki döviz kuruna göre 250.000 USD tutarındaki cezai şart o tarihteki müvekkil firma özkaynağının altında kalmaktaysa da, davacının söz konusu cezai şartı hala döviz üzerinden talep etmekte olduğunu, şu anki döviz kuruna göre ise 250.000 USD’nin 2012 yılındaki özkaynağın çok üzerinde olduğunun şüphesiz olduğunu, hal böyle iken, Yerel mahkemenin 2016 yılında ikame edilip 2022 yılında karar aşamasına anca gelebilen bir davada yabancı para üzerinden talep edilen bir cezai şart hakkındaki bütün değerlendirmelerini 2012 yılı verilerine göre yapmasının hakkaniyete ve vicdana sığmadığını,3.4. Yerel mahkemenin uyarlama talepleri hakkında tek bir değerlendirme dahi yapmadığını, Yukarıdaki izahatlara ilaveten tahkikat aşamasında, feshin haklı sebebe dayanmadığı, cezai şartın ahlaka aykırı olmadığı ve ekonomik mahva da sebep olmadığı kanaatine varılması durumunda, TBK m. 138 hükmü çerçevesinde uyarlama talep ettiklerini, ne var ki, Yerel mahkemenin söz konusu taleplerini görmezden geldiğini, gerekçeli kararda bu taleple ilgili hiçbir değerlendirme yapmadığını, neden değerlendirme yapmadığını dahi belirtmediğini, yerel mahkemenin bu tutumunun müvekkilin hukuki dinlenilme ve gerekçeli karar haklarını açıkça ihlal ettiği hususunun son derece açık olup, uyarlama taleplerinin dikkate alınmasının zorunluluk arz etmekte olduğunu, nitekim, Taraflarca dava konusu cezai şartların kararlaştırıldığı tarih olan 06.06.2012 tarihinde TCMB dolar kurunun 1.83 TL seviyesinde olup, işbu dilekçenin dosyaya sunulduğu 14.06.2022 tarihinde 17,29 TL seviyesinde olduğunu, buna göre dolar kurunun 10 senede 9 kattan fazla artmış olduğu, kararlaştırılan cezai şartın tarafların iradesinin çok ötesine geçtiği, bu artışın özellikle son 6 senede dolar artışını tetikleyen öngörülemez olaylar sonucu ve öngörülemez bir hızda gerçekleştiği hususlarının rahatlıkla söylenebilmekte olduğunu, TBK m. 138 hükmünün, sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi beklenmeyen olağanüstü bir durumun mevcut olguları değiştirmesi halinde kendisinden ifanın istenmesi dürüstlük kuralına aykırı olan tarafa sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme hakkını bahşetmiş olduğunu, – Türk Borçlar Kanunu m. 138’in; ‘’ Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.’’ şeklinde olduğunu, -Dilekçenin en arka sayfasında yer alan- Son 20 yıllık USD/TRY grafiğine bakıldığında, ülkemizde 2000 ile 2016 yılları arasındaki kur hareketlerinin belirli bir seviyede seyrettiği ancak 2016 yılından sonra öngörülemez bir artışın söz konusu olduğu; bu olağanüstü durumun sözleşmenin yapıldığı 2012 yılında öngörülmesinin mümkün olmadığı, gelinen aşama itibarıyla cezai şartın -güncel döviz kuru- üzerinden ifasının istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olacağı hususlarının şüphesiz olup, TBK m. 138 hükmü uyarınca uyarlama yapılması gerektiğinin aşikar olduğunu, dolayısıyla, Cezai şartın ahlaka aykırı ve ekonomik mahva sebep olmadığı kanaatine varılması durumunda, uyarlama talepleri doğrultusunda karar verilmesi gerekmekteyken yerel mahkemece söz konusu talep hakkında en ufak bir değerlendirme yapılmamış olmasının hukuka ve hakkaniyete açıkça aykırı olduğunu, hal böyle iken, 3.5. Talep edilen ve hükmedilen cezai şartın her şeyden evvel ahlaka aykırı olması nedeniyle batıl olduğunun, aksi düşünüldüğünde ise müvekkili ekonomik olarak mahvedeceğinin, yine aksi düşünüldüğünde ise TBK m. 138 hükmü çerçevesindeki uyarlama taleplerinin yerel mahkeme tarafından göz ardı edildiği ve müvekkilin hakkaniyete aykırı bir biçimde mağdur edildiği hususlarının açık olduğunu beyanla; Açıklanan nedenlerle; – İstinaf başvurularının kabuüne, – İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/586 Esas – 2022/325 Karar sayılı hukuka ve hakkaniyete aykırı kararın ortadan kaldırılmasına, – Duruşmalı olarak esas incelemesi yapılarak eldeki dayanaktan yoksun asıl ve birleşen davaların ayrı ayrı külliyen reddine, – Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Asıl Dava, taraflar arasında 06/06/2012 tarihinde imzalanan … Bayilik sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle oluşan cezai şart ve mahrum kalınan kâra ilişkin alacakların tazmini istemine ilişkindir. Birleşen dava ise; taraflar arasında 06/06/2012 tarihinde imzalanan … A.Ş. Bayilik sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle oluşan cezai şart ve mahrum kalınan kâra ilişkin alacakların tazmini istemine ilişkindir.Mahkemece, asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve verilen karara karşı taraf vekillerince asıl ve birleşen dava yönünden istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.Asıl davaya konu sözleşme incelendiğinde, Davacı … A.Ş. (birleşme sonucu unvanı … A.Ş. Olarak değişmiştir.) ile davalı şirket arasında Kayseri İli, Melikgazi İlçesi, tapuda … parselde kayıtlı taşınmaz üzerinde kurulu otogaz satış ve servis istasyonunda otogaz satışı yapılması amacıyla 06.06.2012 tarihli ve 5 yıl süreli … Standart Bayilik Anlaşması ve ek Taahüttname akdedilmiştir.Birleşen davaya konu sözleşme incelendiğinde; Davacı … A.Ş. ile davalı şirket arasında aynı taşınmaz üzerinde kurulu akaryakıt satış yeri ve müştemilatının işleticiliğinin yapılması amacıyla aynı tarih ve süreli … A.Ş. Bayilik Anlaşması akdedilmiş ve Satış Yeri Çerçeve Protokolü ve Taahhütname imzalanmıştır. Davalı taraf Kayseri … Noterliği’nden keşide ettiği 02.09.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtar ile … A.Ş. Ve … A.Ş. ile akdettiği her iki bayilik anlaşmasını da tek taraflı olarak süresinden önce herhangi bir sebep bildirmeksizin feshettiği anlaşılmıştır. Davalının Bayilik Anlaşmaları’nı tek taraflı feshetmesi nedeniyle … A.Ş. Ve … A.Ş. tarafından Kadıköy … Noterliği’nden keşide edilen 18.09.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtar ile fesihten kaynaklanan …’ın 231.394,00 TL +KDV kar kaybı ve 50.000,00 USD cezai şart alacağı ile …’nin 139.393,00 TL +KDV kar kaybı ve 200.000,00 USD cezai şart alacağının ödenmesi davalı şirkete ihtaren bildirildiği anlaşılmıştır. Davalı şirketin gönderilen ihtara rağmen ihtarnamede belirtilen alacakların ödememesi üzerine; davacı … tarafından (birleşme sonucu unvanı … A.Ş. Olarak değişmiştir.) … Standart Bayilik Anlaşması’ndan kaynaklanan 231.394,00 TL +KDV kar kaybı alacağının şimdilik 10.000 TL’si ile 50.000,00 USD cezai şart alacağının şimdilik 5.000,00 USD’sinin faiziyle birlikte tahsili için İstanbul 14. Asliye Mahkemesi’nin 2016/586E. Sayılı asıl dava dosyasından; … Petrolleri tarafından … Petrolleri A.Ş. Bayilik Anlaşması’ndan kaynaklanan 139.393,00 TL +KDV kar kaybı alacağının 10.000 TL’si ile 200.000,00 USD cezai şart alacağının şimdilik 5.000,00 USD’sinin faiziyle birlikte tahsili için birleşen İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/592E. sayılı dosyasından alacak davası açıldığı, İstanbul 7. Asliye Mahkemesi’nce 05/12/2017 tarih ve 2016/592 E. , 2017/872 K. Sayılı kararı ile; Mahkeme dosyasının İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/586E. sayılı dosyası ile HMK 166. Maddesi uyarınca birleştirilmesine karar verilmesi üzerine dosyanın İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/586 E. Sayılı dosyası içerisine konulduğu ve yargılamanın bu dosya üzerinden yapılarak istinafa konu kararın verildiği anlaşılmıştır.Davalı tarafın 06/06/2012 tarihinde imzalanan 2 ayrı bayilik sözleşmesi ile 5 yıl süre ile bayilik yapmayı kabul ve taahhüt etmesine rağmen Kayseri … Noterliği’nden keşide ettiği 02.09.2015 tarih ve … yevmiye numaralı ihtar ile … A.Ş. Ve … A.Ş. ile akdettiği her iki bayilik anlaşmasını da tek taraflı olarak süresinden önce herhangi bir sebep bildirmeksizin feshettiği, tarafların tacir olduğu dikkate alınarak davalı tarafça fesih iradesini haklı kılacak şekilde bir sebebin ihtarnamede bildirilmediği, her iki bayilik sözleşmesinde herhangi bir sebep bildirmeksizin süresinden önce bayilik sözleşmesinin bayi tarafından feshi halinde bayinin sözleşmede kararlaştırılan cezai şartı ödemekle yükümlü olduğunun düzenlendiği, davalı taraf cevap dilekçesinde; ek prim-kota prim uygulamalarından faydalandırılmaması, akaryakıt istasyonu önünde Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nce hafif raylı ulaşım projesi kapsamında başlatılan inşaat çalışmaları ve bu çalışmaların beklenenden uzun sürmesi, bu süre içerisinde akaryakıt istasyonunda hiçbir faaliyet gösterememesi hususlarının sözleşmeyi çekilmez hale getirdiğini, bu nedenle sözleşmeden dönme hakkının mevcut olduğunu iddia etmiş ise de Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığından gelen 14/07/2017 tarihli cevabi yazıda 05/07/2013 tarihinden itibaren yaklaşık 1 ay süre ile bildirilen adresin taşıt trafiğine kapatıldığı belirtilmiş olup bu sürenin uzunca bir süre olmadığı, davalı tarafından sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanması karşı taraftan talep edilmesine rağmen buna yanaşılmamasının mahkemece alınan bilirkişi kurulunun da tespit ettiği üzere bayilik sözleşmesinin devamını çekilmez hale getiren olgular olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, taraflar arasında akdedilen her iki bayilik sözleşmesinde de kota prim, ek prim ödemesinin ve intifa bedeli ödenmesine ilişkin hüküm bulunmadığı, buna göre sözleşmeyi haklı bir nedene dayalı olarak davalının sona erdirmediği ve davalı tarafça yapılan feshin haksız olduğu anlaşılmıştır.Bununla birlikte asıl davaya konu taraflar arasında akdedilen … Bayilik Anlaşması’nın VI. maddesinde, bayilik anlaşması ve eki niteliğindeki protokollerin bayi tarafından feshedilmesi halinde bayinin cezai şart olarak sırasıyla 50.000,00 USD tutarında cezai şartı, ifa tarihinde uygulanmakta olan T.C. Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden hesaplanacak Türk Lirası karşılığı olarak ödeyeceği ve bayinin anlaşmayı süresinden önce feshetmesi durumunda …’ın maruz kaldığı zarar , ziyan tutarı ile anlaşma süresinin sonuna kadar hesap edilmek üzere mahrum kaldığı kar karşılığı tazminatın talep edilebileceği düzenlenmiştir.Birleşen davaya konu taraflar arasında akdedilen … A.Ş. Bayilik Anlaşması’nın 17. maddesinde, bayilik anlaşması ve eki niteliğindeki protokollerin bayi tarafından süresinden önce feshedilmesi halinde bayinin cezai şart olarak sırasıyla 200.000,00 USD tutarında cezai şartı, ifa tarihinde uygulanmakta olan T.C. Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden hesaplanacak Türk Lirası karşılığı olarak ödeyeceği, …’nin iş bu anlaşmanın diğer hükümlerinde yer alan cezai şart ve tazminat hakları saklı tutulduğu ve Bayi’nin, iş bu madde de yazılı cezai şartın …’nin fesih sebebiyle uğradığı/uğrayacağı zararlardan mahsup edilmeyeceğini kabul ettiği düzenlenmiş olup bu düzenlemeler uyarınca sözleşmenin davalı tarafından haksız feshi halinde, davalı cezai şart yanında, sözleşmenin vaktinden önce sona ermesi nedeniyle davacının kâr mahrumiyetini tazmin etmeyi kabul ve taahhüt etmiştir. Bayiinin sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle sözleşmenin feshine sebebiyet vermesi halinde yukarıda yazılı sözleşme maddelerinde belirtildiği üzere sözleşmede yer alan yükümlülükten (mahrum kalınan kar karşılığı tazminat) ayrı olarak cezai şart da talep edilebileceği açıkça hükme bağlanmıştır. Bu durumda davalının sözleşmeyi fesihte haksız olduğu tesbit edildiğinden haksız fesih sebebiyle davacının kar mahrumiyetinden ayrı olarak cezai şart da istenebileceği anlaşılmıştır. ( Yargıtay HGK’nın 2016/19-496 esas 2016/574 karar sayılı ilamı da benzer mahiyettedir.) Kâr mahrumiyeti süresinin hesabında, öncelikle davacının dava konusu taşınmaz için yeni bir bayilik sözleşmesi yapıp yapmadığı ve yeni bir istasyon kurup kurmadığı tespit edilmeli, yeni bir bayilik ilişkisi kurulmamış ise kâr mahrumiyeti süresinin, fesihten sözleşmenin sonuna kadar olan bölüm için değil, davacının aynı bölgede benzer bir bayilik kurabilmesi için gerekli makûl süre belirlenerek ve brüt kâr değil net kâr dikkate alınarak hesaplanması gerekir. (Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 11.04.2019 tarihli 2018/2661 E., 2019/2508 K. sayılı ve 15.12.2015 tarihli 2015/3689 E., 2015/16904 K. sayılı emsal kararları). Somut olayda, sektörel bilirkişinin de yer aldığı bilirkişi heyetince yapılan inceleme sonucu düzenlenen raporlarda mahrum kalınan kâr alacağına ilişkin olarak, hem sözleşme süresinin sonuna kadar mahrum kalınan kâr, hem de davacının aynı bölgede benzer bir bayilik kurabilmesi için gerekli makûl süre 3 ay olarak tespit edilip 3 ay için mahrum kalınan kâr hesaplanmıştır. Dava konusu istasyonun bulunduğu bölge dikkate alındığında davacının objektif kriterlere göre belirlenen bu 3 aylık süre içinde yeni bir bayilik kurabileceği açık olup, davacının henüz bir bayilik kurmamış olduğu yönündeki subjektif değerlendirmesine itibar edilmemiştir. O halde ilk derece mahkemesince 3 aylık makûl süre dikkate alınarak hesaplanan mahrum kalınan kâr alacağına hükmedilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ekonomik mahfın hesaplanması açısından bu miktarın cezai şartın kararlaştırıldığı 2012 yılı şirketin öz varlığı değerine göre hesaplanması gerektiği, Davalı şirketin sözleşmenin imzalandığı 2012 yılı itibariyle öz varlığının 2.606.713,42 TL. olduğu,cezai şartların kararlaştırıldığı 06.06.2012 tarihinde yürürlükte bulunan E. TTK’nun 324. Maddesindeki şirketin esas sermayesinin 2/3’ünün karşılıksız kaldığının anlaşılması halinde şirketin aciz haline düşmüş olduğuna ilişkin düzenlemenin esas alınmasının yerinde olduğu, buna göre öz varlığı hesaplandığında 1.737.808,95 TL. Olduğu, hesaplanan cezai şartın davalının ekonomik mahvına neden olmayacağı değerlendirilmiş olup, mahkemece bu değerlendirmeye göre ceza-i şarta hükmedilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. HMK’nın 146.maddesine göre hakim delillerden davanın yeterince aydınlandığı kanaatine varırsa tahkikatı bitirebilir. İlk derece mahkemesince gerekçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulduğu da gözetildiğinde, davalı vekilinin eksik ve yetersiz inceleme sonucu karar verildiğine yönelik istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. HMK 282 maddesindeki “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir,” yasal düzenlemeleri de gözetildiğinde; Davacı vekili ve davalı vekili tarafından mahkemenin kabulüne yönelik ileri sürülen istinaf sebepleri yargılama aşamasında verilen beyan dilekçeleri ile de ileri sürülmüş, ilk derece mahkemesince alınan bilirkişi heyet raporunda bu iddialar değerlendirilmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, ilk derece mahkemesince gerekçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulduğu da gözetildiğinde; mahkemenin kabul ve gerekçesine göre taraf vekillerinin mahkemenin kabulüne yönelik tüm istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Sonuç itibariyle, asıl ve birleşen dosyada davacı vekili ve davalı vekilinin asıl ve birleşen davaya yönelik istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Asıl ve Birleşen dosyada davacı ve davalının asıl ve birleşen davaya yönelik istinaf başvurularının 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE, Asıl dava yönünden; 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davacıdan alınması gereken 179,90.TL istinaf karar harcından davacı tarafından peşin olarak yatırılan 80,70.TL harcın mahsubu ile bakiye 99,20.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 11.750,71.TL.istinaf karar harcından, istinaf eden davalı tarafından peşin olarak yatırılan 2.937,67.TL harcın mahsubu ile bakiye 8.813,04.TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, Birleşen dava yönünden; 5-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davacıdan alınması gereken 179,90.TL istinaf karar harcından, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 80,70.TL harcın mahsubu ile bakiye 99,20.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 6-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 42.712,70.TL istinaf karar harcından, davalı tarafından peşin olarak yatırılan 10.678,18.TL harcın mahsubu ile bakiye 32.034,02.TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 7-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf edenler üzerinde bırakılmasına, 8-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere 25/05/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.