Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/954 E. 2023/1324 K. 21.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/954 Esas
KARAR NO: 2023/1324 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: KOCAELİ 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2017/933 Esas – 2020/526 Karar
TARİHİ: 27/11/2020
DAVA: Alacak (Ticari İşletmenin Satılması Veya Devrinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 21/09/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesi ile; davalı … ve müvekkillerinin, …’nın mirasçısı olduklarını, …’nın 21/06/2017 tarihinde vefat ettiğini, … Sanayi Ve Tic. Ltd. Şti. ‘nin bir aile şirketi olduğunu, müvekkillerinin babalarının vefatı ile miras payları oranında şirkete hissedar olmaları gerektiğini, ancak murisin hisse devir işlemleri ile hisselerini davalı …’ya devrettiğini, şirket hisselerinin öncelikle şirket muhasebecisi …’ya, … tarafından da …’ya devredildiğini, devir işleminin müvekkillerinden mal kaçırmak için yapıldığını, ticari defterler incelendiğinde şirketin iş hacmindeki azalmanın açıkça görülebileceğini, bu nedenle şirket yönetimine kayyım atanmasını talep ettiklerini beyanla davalı adına olan şirket hisselerinin iptali ile müvekkilleri adına miras payları oranında tesciline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davalı müvekkili şirketin Ticaret Sicil Gazetesi’nin 26/02/1985 yılında yayınlanan nüshasında da belirtildiği üzere 21/01/1985 yılında …, …, … ve … tarafından eşit hisseler ile kurularak faaliyetine başladığını, bir aile şirketi olmadığını, kuruluştan sonraki zamanda şirket ortağı olarak devam etmek istemeyen kurucu ortaklardan …’un %25’lik hissesini 09/09/1985 yılında şirket ortakları dışından …’a devrettiğini, …’ın hissesini 25/09/1986 yılında …’ya devrederek şirket ortaklığından ayrıldığını ve davalı müvekkilinin ilk kez şirket ortağı olarak pay sahibi haline geldiğini, bu devir işlemi karşılığında …’a kendi birikimleri ile ödeme yaparak pay sahibi olduğunu, muris …’nın şirketteki %25 hissesini şirketin mali müşaviri …’ya devrettiğini, …’nın şirketin hem ortağı hem de muhasebecisi olarak görev yaparken şirketten muhasebe ücreti almak istediğini şirkete ilettiğini, şirket ortakları ise kendisinin şirket ortağı olması nedeniyle ayrı bir ücret verilmesinin uygun olmayacağını ilettiğini, bu aşamadan sonra …’nın şirketten ayrılma isteğini şirket ortaklarına beyan ettiğini, davalı müvekkili … tarafından hisseler satın alınarak …’nın ortaklıktan ayrılmasına müsaade edildiğini, …’nın hisse devri yaparken ki gayesi ve devir tarihleri birlikte değerlendirildiğinde işlemlerin hukuka uygun olduğunu ve muvazaa iddiasının temelsiz olduğunu beyanla davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi’nin 27/11/2020 tarih ve 2017/933 Esas 2020/526 Karar sayılı kararında; “…. Tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın kendisine yapıldığı kişi, irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse, muvazaadan söz edilir. Muvazaada, gizli işlem şekle bağlıysa ve bu gizli işleme ilişkin irade açıklamaları şekle uygun yapılmamışsa, görünüşteki işlem yapılırken yasaların öngördüğü şekle uyulmuş olması, gizli işlemdeki şekle aykırılığı gidermez. Bu durumda, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından her hangi bir sonuç doğurmadığı gibi, gizli işlem dahi şekle aykırılıktan dolayı geçersizdir. Nitekim bu ilke, 07.10.1953 gün ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında çok açık bir şekilde dile getirilmiş; tapuda kayıtlı taşınmaz malın muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimselerin dava hakkına ilişkin uyuşmazlığın irdelendiği 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da, tüm mirasçıların görünüşteki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri sonucuna varılmıştır. Hemen belirtilmelidir ki; taşınmaz mallar dışındaki değerlerde, eş söyleyişle taşınır mal, alacak ve haklarda, zilyetliğin geçişi yollarından olan kısa elden teslim, zilyetliğin havalesi ve hükmen teslim ile bağışlama yapılabileceği, burada özel olarak bir biçim öngörülmediği kuşkusuzdur. Nitekim 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 237/1. maddesi, “Elden bağışlama, bağışlayanın bir şeyi bağışlanana teslim etmesiyle vücut bulur.” hükmünü amirdir.(Yargıtay 11.H.D nin E:2017/2861 K: 2017/4477 sayılı ilamı), Davanın konusunu oluşturan şirket hisselerinin devri yönünden TBK’nın 19. maddesi kapsamında tanıklar dinlenilmiş, bilirkişi raporları alınmış olup, yargılama devam ederken davalı hissedar … dava konusu olan şirket hissesini …’a devretmiş olup, davacılar vekili davaya … yönünden devam edeceklerini belirtmiş olmakla , yapılan hisse devrinde rayiç değerler üzerinden inceleme yapılmış olsa da olayda ikinci temlikin yapıldığı ve hâlen hissedar olan davalı …’ın muvazaalı temliki bilen ya da bilmesi gereken kişi olduğu ispatlanamadığı, hisse senet bedelinin gerçek değerinin rayiç değerden düşük olsa sa salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağından (Yargıtay 1.H.D nin E: 2014/22602 K:2017/953 sayılı ilamı) davanın reddine karar verilmiş her kadar kısa kararda Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere karar verilmiş ise de yargı çevresinin değiştirilmesinden önce istinaf incelemesinden geçen dosyalar, yeniden istinaf incelemesine konu edilmesi halinde de ilk incelemeyi yapan bölge adliye mahkemesince sonuçlandırılacağından (Yargıtay 20. H.Dnin E: 2018/3612 K: 2018/5049 sayılı ilamı) İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf yasa yolu olarak düzeltilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ve verilen karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesi ile; Kocaeli 2. Asliye Ticaret Mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, miras bırakan …’nın, davalı şirketteki hisselerini önce muhasebecisi …’ya devrettiğini, …’nın da davalı …’ya devrettiğini, devir işleminin müvekkillerinden mal kaçırmak için yapıldığının açık olduğunu, o dönemde müvekkili … tarafından babalık davası açıldığını, bu hususun tanık beyanları ve dosyadaki belgeler ile ispat edildiğini, bu nedenle devir işlemlerinin muvazaalı olduğunu, davalıların, davacıların iddialarını ispat etmemeleri üzerine yine kötü niyetle hareket ederek, hisseleri bu kez …’a devretme işlemi yaptıklarını, …’ın 229,63 TL değerindeki bir hisseyi, 25,00 TL’ye devraldığını, müvekkilinden mal kaçırmanın amaçlandığını, Yerel Mahkemenin tedbir kararı vermeyerek, bu duruma sebep olduğunu, sonrasında …’ın “muvazaalı temliki bilen ya da bilmesi gereken kişi olduğu ispatlanamadığı” gerekçesiyle hakkındaki davayı reddettiğini, dosya kapsamında davalı …’ın kötü niyetli olduğunun ve muvazaalı temliki bilen kişi olduğunun ispat edildiğini, Yerel Mahkeme kararında, davada ispat ettikleri hiçbir hususun değerlendirilmediğini, Yerel Mahkemenin davalı şirket hakkında hiçbir değerlendirme yapmadığını; Davalı …’ın kötü niyetli olduğunu, muvazaalı temliki bildiğini, … ile birlikte hareket ederek, müvekkillerinden mal kaçırdıklarını, Yerel Mahkeme kararında, …’ın beyanının esas alındığını ve salt bedeller arasındaki farkın muvazaanın delili olamayacağının, …’ın muvazaalı temlik sözleşmesini bilen ya da bilmesi gereken kişi olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddedildiğini, tek iddialarının bedeller arasındaki fark olmadığını, muvazaalı işlem ve dayanaklarının sıralandığını, evlilik dışı çocuk, babalık davası, muhasebeciye hisse devri, muhasebecinin …’ya hisse devri, tanık beyanları, …’nın paraya ihtiyacı olmaması, son olarak da yargılama sırasında kötü niyetle hisse devri vb. iddialarının dosya içerisinde bulunduğunu, teknik bilirkişilerce hazırlanan raporlarda tespit edilen değer ile devir alınan değer arasında çok fazla fark olması nedeniyle bu hususa vurgu yapıldığını, iddialarının sadece bedel düşüklüğü olmadığını; Davalı …’ın, dilekçelerinde hissesine düşen rayiç bedeli fazlasıyla ödediğini iddia ettiğini, buna göre davalının gerekli piyasa araştırması yaptığını, rayiç bedeli tespit ettiğini ve şirket hissesini devraldığını, davalının 1 milyon 906 bin 250 TL vererek şirket hissesini devraldığını, davalının tacir olduğunu ve basiretli bir şekilde davranmak zorunda olduğunu, dosyada bulunan Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere, “şirketi devralırken şirketin ilgili defter ve kayıtlarını inceleyerek devralması gerektiğinin, basiretli tacir olmanın gereklerinden olduğunun” vurgulandığını, dosyada bulunan makalede de aynı vurgunun yapıldığını, …’ın 2 milyona yakın ödeme yaptığını, kendi iddiasına göre, şirketin 711.000,00 TL borcunu ödeyerek bankanın alacağını temlik aldığını, ayrıca şirketin müdürü olduğunu, şirketi temsil edeceğini, tüm bu durumlar göz önüne alındığında basiretli olmasa da en azından tedbirli ve özenli hareket etmesi gerektiğinin tartışmasız olduğunu; Davalı …’ın şirketin bankalara borcu olduğunu bildiğini, davalının, davalı şirkete karşı işçi alacağı davası olduğunu bildiğini, buna göre, şirket hissesini devralmadan bu işlemi yaptığını ve davalı şirketin açtığı ve aleyhine açılan davaları öğrenmiş olması gerektiğini, neredeyse 2 milyona yakın para ödeyen, UYAP sistemini bilen kişinin, şirket hakkındaki davayı sorgulamasının hayatın olağan akışı gereği olduğunu, aslında iş davalarının olduğunu söyleyerek, davalarını sorguladığını kendisinin de kabul ettiğini, hem hissesini devraldığı kişi hem de hissesini devraldığı şirket hakkında, hissenin devir aldığı kişinin kardeşleri tarafından açılan davayı bilmediğini söyleyemeyeceğini, bu savunmanın kabul edilemeyeceğini, bilerek devraldığı için de iyi niyetinden söz edilemeyeceğini, davalı …’ın kötü niyetli olduğunu, muvazaalı temliki bildiğini kendisinin de aynı şekilde hareket ettiğini; Yerel Mahkemede devam eden yargılama sırasında şirketin kayıtlı olduğu Ticaret Sicil Müdürlüğüne pek çok yazı yazıldığını, Ticaret Sicil Müdürlüğü’nden de cevap verildiğini, bu yazıların şirketin ticaret sicil dosyasında ve sistemde bulunduğunu, davalı …’ın şirket hissesini devralırken, ticaret sicildeki işlem dosyasını incelemesinin hayatın olağan akışı gereği olduğunu, 2 milyona yakın ödeme yapılırken, şirket dosyasının incelenmemesinin de kabul edilemeyeceğini, davalının, bile bile müvekkillerinin hakkını elde etmesini engellemek amacıyla hisseyi devraldığını, iyi niyetin Medeni Kanunun 3. maddesinde; “Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz” şeklinde tanımlandığını, 2 milyon TL ödeme yapan davalının, şirket ve hisseyi devralan kişi hakkında dava olup olmadığını araştırmamış olmasının kendisinden beklenen özeni göstermediğini, bu yüzden iyi niyet iddiasında bulunamayacağını; Davalı … tarafından, hisse devrinin iptali davası devam ederken, müvekkili … aleyhine İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/632 E. sayılı dosyası ile itirazın iptali davası açıldığını, müvekkiline 03.12.2020 tarihinde dava dilekçesinin tebliğ edildiğini, davanın 20.11.2020 tarihinde açıldığını, dosya dayanağının İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyası olup, bu icra dosyasında …’ın …’dan da alacak talep ettiğini, müvekkilinin takibe itiraz ettiğini, davalı …’nın itiraz etmediğini, buna göre, …’ya 1.906.250,00 TL ödeyerek hissesini devir alan davalı …’ın, onun kefil olduğu borcu ödediğini iddia ederek, …’dan alacak talep ettiğini, bu kişiler arasındaki ilişkinin niteliğinin ortada olduğunu, kötü niyetli olduklarını, davalı …’ın 12.09.2019 tarihinde, … Tesis Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.’nin hisselerini devraldığını, bu tarih itibariyle, hisselerin çoğunluğuna sahip olan ortak olup, şirketi temsil etme yetkisine sahip şirket müdürü olduğunu, hisseleri …’dan devralmış olup, ticaret sicil kayıtlarına göre 1.906.250,00 TL bedel ödediğini, ödemeleri elden yapmış olup, banka kayıtlarında yer almadığını, bankadan yapmış olsa da …’nın hesaplarında haciz bulunmakta olup, ödemenin alacaklılara gideceğini, davacının, nedense satış bedeli ile …’nın kefil olduğu şirket borcunu bankaya ödemeyi hiç düşünmediğini, şirketin bankalara borcu olduğunu bildiğini ve borca kefil olan en büyük hissedardan hisse aldığını ödemeyi elden yaptığını, sonrasında davalı …’ın ekteki temliknameye göre, … Bank A.Ş.’ye, 12.06.2020 tarihinde, 711.000,00 TL ödeyerek, bankanın açtığı icra dosyalarında taraf haline geldiğini iddia ederek …, müvekkilleri ve diğer mirasçılardan alacak talep ettiğini, …’ya 1.906.250,00 TL ödeyerek hissesini devraldığını sonrasında ise, onun adına bankaya borç ödeyerek şimdi …’dan alacak talep ettiğini, müvekkilinin söz konusu takibe itirazda bulunduğunu, …’nın itirazının ise bulunmadığını, Yerel Mahkemeye göre …’ın hiçbir şeyi bilmeyen bilmesi gerekmeyen iyi niyetli biri olduğunu, bu tespitin hukuk bir yana hayatın olağan akışına ne denli aykırı olduğunun açık olduğunu; Yerel mahkemeye göre, tek başına yeterli olmasa bile bedel düşüklüğünün dikkate alınması gereken hususlardan biri olduğunu, davalı …’ın bir hisseyi 25,00 TL ye devir almışken, tespit edilen bir hisse bedelinin 229,63 TL olduğunu, aradaki fahiş farkın ortada olduğunu, yerleşik Yargıtay kararları gereği, muvazaada iyi niyetli gözükenin değil, gerçekten iyi niyetli olan kişinin korunması gerektiğini, bu konuda ayrıntılı araştırma yapılması gerektiğini, aksi halde büyük mağduriyetlerin yaşanacağını, davalı şirketin, hissesini devreden … ve hisseyi devir alan …’ın tek amacının müvekkillerinin şirkette hissedar olmasını engellemek olduğunu, en başından itibaren bu amaçla hareket edildiğini, Yerel Mahkemedeki yargılama sırasında tedbir kararı verilmiş olsaydı, bu durumun önüne geçileceğini, ancak tedbir olmadığı için dosyanın bu hale geldiğini, davalının, iddia ettiği kadar borcu olan şirketi, yeri de tarım arazisi olan şirketi, hakkında dava ve icralar olan şirketi neden kendisine göre rayiç değerinde aldığını, miras bırakanın müvekkillerine masraf yaptığı, okuttuğu, düğünlerini yaptığı iddiasının da yerinde olmadığını, bu olsa bile mal kaçırma kastının olmadığının göstergesi olmadığını, bir tarafta, 23 milyon değerinde şirket, diğer tarafta okul ve düğün masraflarının bulunduğunu, yapılan işlemlerin muvazaalı ve geçersiz olduğunu beyanla Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, limited şirket hisse devrinin muris muvazaası iddiasına dayalı olarak miras payı oranında iptali ile tescili talebine ilişkindir. Davacılar, murisleri …’nın davalı şirkette bulunan hissesini öncelikle dava dışı …’ya, ardından da davalı …’ya kendilerinden mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak devrettiğini, davacı … tarafından 1992 yılında murise karşı babalık davası açıldığını ve davanın kabulüne karar verildiğini, bir kişinin şirket hissesini önce muhasebecisine ardından da oğluna devretmesinin hayatın olağan akışı içerisinde kabul edilemeyeceğini beyanla yapılan devir işleminin miras payları oranında iptalini talep etmiş, davalı taraf şirket hisse devir işlemlerinin bedelleri ödenerek yapılmış gerçek devirler olduğunu, davalı şirketin aile şirketi olmadığını, ortaklık yapısının değişkenlik gösterdiğini beyan ederek davanın reddini savunmuş, yargılama sırasında … davalı şirkette bulunan hissesini davalı …’a devretmiş, davacılar tarafından davaya devralan … yönünden devam edilmiş, devralan davalı … yapılan hisse devrinin gerçek bir devir olduğunu, şirket hisselerini bedelini ödeyerek satın aldığını beyan ederek davanın reddini savunmuş, Mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, verilen karara karşı davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dosya kapsamından; davacılar murisi …’nın davalı …’nde bulunan %25 hissesini Kocaeli … Noterliği’nin 22.11.1993 tarihli ve … yevmiye sayılı hisse devir senedi ile 5.000 TL bedel mukabilinde dava dışı …’ya devrettiği, dava dışı … tarafından devralınan %25 hissenin Kocaeli … Noterliği’nin 15.11.1994 tarihli hisse devir senedi ile 5.000 TL bedel mukabilinde davalı …’ya devredildiği, davalı …’nın devir tarihinden önce davalı şirkette %25 oranında pay sahibi olduğu ve davadan sonra 12.09.2019 tarihinde toplam 76.250 payını 1.906.250 TL bedelle davalı …’a devrettiği, davacı … tarafından muris …’ya karşı Kocaeli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1992/113 Esas sayılı dosyası ile babalık ve nafaka davası açıldığı ve 15.10.1992 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verildiği, Mahkemece muris tarafından 1993 yılında yapılan devir tarihinde davalı şirketin hisse değerinin tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, alınan 10.12.2019 tarihli bilirkişi raporunda şirketin 1993 yılına ait ticari defterlerinin ve beyannamelerinin saklanma sürelerinin geçmesi sebebiyle bulunmadığı ve herhangi bir belge sunulmaması nedeniyle değer tespitinin yapılamadığının beyan edildiği, alınan 20.08.2020 tarihli bilirkişi ek raporunda davalı … tarafından yapılan devir tarihinde devredilen toplam pay değerinin 17.510.045,11 TL olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, muris tarafından yapılan devir tarihi itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” hükmüne yer verilmiştir. Davacılar murisi … tarafından dava dışı …’ya ve … tarafından da davalı …’ya yapılan devir tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nın 520. maddesi uyarınca; bir payın devri, şirket hakkında ancak şirkete bildirilmek ve pay defterine kaydedilmek şartiyle hüküm ifade eder. Devir hususunun pay defterine kaydedilebilmesi için, ortaklardan en az dörtte üçünün devre muvafakat etmesi ve bunların esas sermayesinin en az dörtte üçüne sahip olması şarttır….Payın devri veya devir vadi hakkındaki mukavele yazılı şekilde yapılmış ve imzası noterce tasdik ettirilmiş olmadıkça ilgililer arasında dahi, hüküm ifade etmez. Davalı … tarafından yapılan devir tarihinde yürürlükte olan 6102 sayılı TTK’nın 595/1. maddesi uyarınca; esas sermaye payının devri ve devir borcunu doğuran işlemler yazılı şekilde yapılır ve tarafların imzaları noterce onanır. 595/2. maddesi uyarınca da şirket sözleşmesinde aksi öngörülmemişse, esas sermaye payının devri için, ortaklar genel kurulunun onayı şarttır. Devir bu onayla geçerli olur. Görüldüğü üzere limited şirket hisse devri, özel bir düzenleme ile yazılı geçerlilik koşuluna bağlanmıştır. Bunun sonucu olarak, alıcı ancak satış senedinde belirtilen hukuki neden gereğince hisse senedinin mülkiyetini kazanabilecektir. O nedenle, satış ise satış, bağış ise bağış sözleşmesinin yazılı olarak düzenlenmesi sonucunda devir gerçekleşebilecektir. Eğer bu konuda yanlar arasında bir danışıklık varsa, gerçekte bağış yapıldığı halde görünürde geçerli olarak yazılı devir sözleşmesi ile satış gibi gösterilmişse, tarafların gerçek iradeleri yazılı olarak düzenlenen senette birleşmemiş olacağından hissenin mülkiyeti de devralan alıcıya geçmeyecektir. Tarafların gerçek iradeleri ile senede yansıyan görünürdeki iradeleri birleşmediğinden, geçerli hukuki bir sonuç ortaya çıkmış sayılmayacak ve delil durumuna göre 818 sayılı TBK’nın 18. maddesi anlamında danışıklı bir işlemin varlığının kabul edilmesi gündeme gelebilecektir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi; 2017/2861 Esas, 2017/4477 Karar, 18.09.2017 T.) Buna göre somut dosyaya dönüldüğünde; davacılar tarafından dava ve cevaba cevap dilekçesi ile muris tarafından yapılan devrin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve davacı … tarafından babalık davasının açılmasının bu devre sebep olduğu iddia edilmiş olup, babalık davasının 1992 yılında açıldığı, muris tarafından yapılan devrin 1993 yılında olduğu ve kısa bir süre içerisinde de dava dışı … tarafından aynı bedelle hisselerin murisin oğlu olan davalı …’ya devredildiği, davalı … tarafından davadan sonra hisselerin devredildiği, her ne kadar Mahkemece yalnızca yargılama sırasında yapılan devir üzerinden gerçek hisse değerinin satış bedelinden yüksek olmasının tek başına muvazaayı ispat etmeyeceği ve devralan davalı …’ın muvazaalı temliki bildiği ve bilmesi gereken kişi olduğunun ispat edilemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de, muris tarafından yapılan ilk devirden itibaren devir iradeleri ve gerçekte yapılan işlemlerin satış olup olmadığı, davacılardan mal kaçırma amacı ile yapılıp yapılmadıkları noktasında yapılan inceleme ve araştırma ve verilen kararın gerekçesi yetersizdir. İlk Derece Mahkemesince; murisin nüfus kaydının dosya içerisine alınması, HMK’nın 31. maddesinde düzenlenen hakimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında hisse senetlerinin devir tarihinde (ilk devir) murisin tüm malvarlığının, adına kayıtlı taşınır, taşınmaz mal, başkaca şirket hissesi, mevduat vs olup olmadığının, aynı tarihlerde başka bir malvarlığını da devredip devretmediğinin, devir tarihinde ne ile geçimini sağladığının, kiminle yaşadığının, toplu bir paraya ihtiyacı olup olmadığının, devirden sonra yüksek bir meblağda harcama yapıp yapmadığının, şirket hisse devir bedelinin malvarlığına dahil olup olmadığının, bu minvalde adına kayıtlı bir banka mevduat hesabı olup olmadığı ve paranın banka hesabına yatırılıp yatırılmadığının, devralan …’nın şirketin sigortalı çalışanı olup olmadığının, hisse devir tarihindeki sosyal ve ekonomik durumunun nasıl olduğunun, şirket hissesi satın alacak bir gelire sahip olup olmadığının, davalı …’nın hisseleri dava dışı …’dan devraldığı tarihte kaç yaşında olduğunun, sosyal ve ekonomik durumunun, muris ile olan yakınlığının, yargılama sırasında devralan …’ın hisse devir tarihinde yargılamadan haberdar olup olmadığının, sosyal ve ekonomik durumunun, davalı … ile olan yakınlığının, davacı ve davalılar hakkında başlattığı ve devam eden takip dosyalarının, şirketin aktif ve pasif malvarlığının detaylı şekilde araştırılması, gerekli olması halinde bu hususlarda daha önce dinlenen tanıkların yeniden dinlenilmesi, bilirkişi heyetince şirket hisselerinin ilk devir tarihindeki değerinin belirlenemeyeceği beyan edilmiş ise de, bilirkişi heyetinden yargılama sırasında yapılan devir tarihindeki değerin geriye uyarlanması suretiyle önceki devir tarihlerindeki değer tespitinin mümkün olup olmadığı ve bir hissenin dava tarihindeki değerinin tespiti yönünden ek rapor alınması, bundan sonra tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek yapılan tüm devirlerin gerçek bir satış olup olmadığı, devrin tarafları arasında gerçek bir para alışverişi olup olmadığı, devirlerin davacılardan mal kaçırma iradesi ile yapılıp yapılmadıkları ve bu minvalde muvazaalı olup olmadıklarının takdiri ile sonucuna göre bir karar verilmesi, ayrıca davacıların dava tarihinde miras paylarına göre iptalini istedikleri hisse bedeli belirlenerek eksik peşin harcın ikmal ettirilmesi gerekmektedir. HMK’nın (Değişik:22/07/2020-7251/35md.)353/1-a6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması” hali kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun KABULÜ ile; Kocaeli 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 27/11/2020 tarih ve 2017/933 Esas – 2020/526 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacılar tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, istinaf karar harcının talep halinde davacılara iadesine, 3-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 4-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 5-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 21/09/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.