Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/927 E. 2023/1566 K. 19.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/927
KARAR NO: 2023/1566
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL ANADOLU 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 15/12/2020
DOSYA NUMARASI: 2018/961 Esas – 2020/714 Karar
DAVA: Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 19/10/2023
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirket ile davalı şirket arasında ticari ilişkinin mevcut olduğunu, taraflar arasında 30/12/2016 tarihli iki yıl süreli Personel Servisi ve Araç Kiralama Hizmet Sözleşmesi akdedildiğini, akdedilen iş bu s özleşme gereğince müvekkili şirketin davalı şirketin personellerini taşıma işini üsteleneceğini, davalı şirketinde bu hizmete ilişkin ödemeleri gerçekleştireceğini, taraflar arasındaki sözleşmenin IV maddesi gereğince tarafların anlaşmaları halinde sözleşmenin bir yıl daha uzatılacağını, müvekkili şirketin sözleşme tarihinden sözleşmenin feshi tarihine kadar davalı şirketin servis taşımacılığını layıkıyla yaptığını, taraflar arasında bu sözleşmeden öncede ticari ilişki bulunduğunu, müvekkili şirketin 01/01/2014 tarihinden bu yana davalı şirketin servis işini yürütmekte olduğunu, taraflar arasında sözleşme 30/12/2018 tarihinde sona ereceğini, yapılan ikili görüşmelerde sözleşmenin bir yıl daha uzatılacağı sözünün verildiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin devam ediyor olması ve uzatılacağı sözü karşısında bulunmadığını, başka iş almadığını, keza kendi araçlarının dışında davalı şirketin talepleri gereğince sekiz adet … marka araç satın almak zorunda bırakıldığını, bu araçların banka kredilerinin halen devam etmekte olduğunu, müvekkili şirketin sözleşme gereği edimlerini eksiksiz yerine getirmekte iken davalı şirketin hiçbir sebep göstermeksizin 02/07/2018 tarihinde müvekkili şirkete şifahi olarak taraflar arasındaki sözleşmeyi tek taraflı olarak fesih ettiklerini, işten el çektireceklerini beyan ettiklerini, bu fesih beyanından sonrada müvekkili şirkete işten el çektirdiklerini, servis işini 3.şahıs … şirketine yaptırmaya başladıklarını, müvekkili şirketin bunun üzerine davalı şirkete Kartal …Noterliği 13/07/2018 … yevmiye nolu ihtarnamesini keşide ederek müvekkili şirketin uğramış olduğu zararların kazanç kaybının ve yapmak zorunda olduğu masrafların tazminini talep ettiğini, ancak davalı şirketten herhangi bir geri dönüş ve zarar, kazanç kaybı ve masraf tazminin yapılmadığını, öncelikle 8 adet … marka aracın aylık 21.687,46 TL kredi borcunun devam etmesi nedeniyle bir zarar oluştuğunun muhakkak olduğunu, yapılacak bilirkişi incelemesi ile zararın ortaya çıkacağını, müvekkili şirketin taraflar arasındaki işin ifası için çalıştırdığı personel ve şoförlerin maaşını ödemek zorunda olduğunu, bu şekilde oluşan zararların bilirkişi marifetiyle ortaya çıkacağını, davalı işverenin taraflar arasındaki sözleşme sonuna kadar 236.500 TL kazanç kaybına uğrayacağını, taraf ticari defterleri incelendiğinde haklılıklarının kanıtlanacağını, müvekkili şirket ile davalı şirket arasındaki personel servisi ve araç kiralama hizmet işi sözleşmesinin davalı tarafından haksız feshi nedeniyle müvekkilinin uğramış olduğu kazanç kaybı ve yapmak zorunda kaldığı masraf bedeli olarak belirsiz alacak davası mahiyetinde ve fazlaya ilişkin alacaklarının talep ve dava etmek haklarının saklı kalmak kaydıyla şimdilik 120.000,00 TL’sinin sözleşmenin haksız feshi tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte tahsili ile müvekkili şirkete ödenmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dilekçesinin davalı şirkete tebliğ edildiği, davalı şirket tarafından cevap dilekçesi sunulmadığı anlaşılmıştır.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 15/12/2020 tarih ve 2018/961 Esas – 2020/714 Karar sayılı kararı ile; ” Dava, taraflar arasındaki personel servisi ve araç kiralama hizmet işi sözleşmesinin haksız feshedildiği iddiasıyla davacının uğradığı zarar, kazanç kaybı, yapmak zorunda olduğu masrafların tazmini talebine ilişkindir. Dilekçeler aşaması tamamlanmakla, mahkememizin ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar incelenmiş, tarafların sulh olma imkanının bulunmadığının tespiti ile uyuşmazlık noktaları belirlenerek tahkikat aşamasına geçilip, deliller toplanmıştır. Davacı vekilinin sözleşmenin davalı tarafından haksız feshi nedeniyle uğradığı zarar nedeniyle hakkında birçok icra takibi başlatıldığı beyanı kapsamında ilgili icra dosyaları celp edilerek incelenmiştir.İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün …E. Sayılı Dosyası; … Finansman A.Ş. tarafından, davacı ve kefili aleyhine 5 adet araç kapsamında 409.579,58 TL’nin tahsili için rehinin paraya çevrilmesi yoluyla 28.11.2018 günü takip başlatıldığı, akıbetinin dosyaya yansımadığı; İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı Dosyasında; … A.Ş. tarafından, dava dışı … aleyhine 16.439,48 TL’nin tahsili için 29.08.2018 günü genel haciz yoluyla takip başlatıldığı, takibin kesinleştiği; bir takım haciz talepleri olduğunun görüldüğü, akıbetinin dosyaya yansımadığı, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. Sayılı Dosyasında; … Bankası A.Ş. tarafından, davacı ve dava dışı … aleyhine 19.12.2018 günü 35.421,87 TL’nin tahsili için genel haciz yoluyla takip başlatıldığı, takibin kesinleştiği; bir takım haciz talepleri olduğunun görüldüğü, akıbetinin dosyaya yansımadığı; İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı Dosyasında; … Bankası A.Ş, tarafından, davacı ve dava dışı … aleyhine 08.03.2019 günü 9,757,59 TL’nin tahsili için genel haciz yoluyla takip başlatıldığı, takibin kesinleştiği; bir takım haciz talepleri olduğunun görüldüğü, akıbetinin dosyaya yansımadığı; İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı Dosyasında; … Bank A.Ş. tarafından, davacı şirket hakkında 181.192,21 TL’nin tahsili için ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatıldığı, akıbetinin dosyaya yansımadığı; İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı Dosyasında; … tarafından, davacı şirket hakkında 2.111,97 TL’nin tahsili için genel haciz yoluyla takip başlatıldığı; takip borçlusunun itirazı üzerine takibin durduğu,
İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı Dosyasında; … A.Ş. tarafından, davacı şirket hakkında 16,437,51 TL’nin tahsili için rehinin paraya çevrilmesi yoluyla 29.08.2018 günü başlatılan takip olduğu, Pamukova İcra Müdürlüğü’nün … Talimat saydı dosyasından yapılan ihale sonucu … plakalı aracın 02.11.2018 günü yapılan ihale sonucu 16.060.00 TL bedelle …’ a İhale edildiğinin görüldüğü,
İstanbul Anadolu … İcra Müdürlüğü’nün … E. Sayılı Dosyasında; … tarafından, davacı şirket hakkında 10.502,19 TL’nin tahsili için genel haciz yoluyla 11.03.2019 günü başlatılan takip olduğu, takibin kesinleşmesi üzerine … ve … plakalı araçlara haciz konulduğu; sonrasındaki akıbetinin yansımadığı, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2018/205590 Soruşturma sayılı dosyasında, görüşüne başvurulan bilirkişi …’nin 03.01.2019 tarihli raporunda; “Şüpheli …’in müşteki şirketteki meslek ve hizmet ilişkisini kötüye kullanarak 2015 – 2018 yılları arasında müşteki şirketin banka hesabından kendi şahsi banka hesabına gönderdiği toplam 4.756.514,50 TL’nin bordrolardaki maaş tutarları düşüldükten sonra 4.535.497,16 TL haksız kazanç sağladığı, şüphelinin kendi hesabından tespitler kısmında detayları verilen kışı ve şirketlere yaptığı büyük meblağlı ödemeler olduğu şeklinde tespitte bulunulduğu, Sanığın sabit olan emniyeti suiistimal suçundan eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 155/2 maddesi uyarınca, 6 yıl hapis ve 2600 gün adli para cezasıyla cezalandırılmasına; TCK. m. 62 uyarınca 1/6 oranında indirim yapılarak, 5 yıl hapis 2166 gün adli para cezasıyla cezalandırılmasına” karar verildiği görülmüştür. Mahkememizce taraf ticari defterlerinin incelenmesi ve davacının takip tarihi itibariyle davalıdan alacağının bulunup bulunmadığı varsa miktarının belirlenmesi açısından mali müşavir bilirkişiden rapor alınmıştır. Mali müşavir … tarafından hazırlanan bilirkişi kök raporunda özetle: davacı şirketin 2017-2018 yılları arası ticari defterinin usulüne uygun olduğu, taraflar arasındaki servis hizmet alım/satım işinin 2017 yılı öncesinden süre geldiği ve haziran/2018 ayına kadar sürdürüldüğü, davacı şirketçe davalı şirkete aylık periyotlar halinde olmak üzere; 2017 yılında, 12 aylık periyotta aylık olarak ortalama KDV dâhil 120.884,75 TL, 2018 yılında, 6 aylık periyotta aylık olarak ortalama KDV dâhil 138.157,00 TL hizmet satışı yapıldığı, hizmet satışı nedeniyle davacı şirketçe düzenlenmiş işbu faturaların davalı şirket tarafından muhtelif tarih ve tutarlar halinde çekler keşide etmek suretiyle ödendikleri, davacı şirketin davalı şirketten faturalara dayalı açık cari hesap bakiyesinden kaynaklanan 997,04TL bakiye alacağı kaldığı, davalı tarafın defterlerinin usulüne uygun olduğu, Mahkemece Taraflar arasındaki yazılı hizmet sözleşmesinin varlığı ve sözleşmenin süresinden önce davalı şirketçe tek taraflı olarak haksız feshedildiği ve bu fesih nedeniyle davacı şirketin davalı şirketten mahrum kalınan kar talep edebileceği yönünde hüküm kurması halinde, davacı şirketçe talep edilebilecek mahrum kalınan kâr tutarı aylık bazda olmak üzere, (97.739,00 TL + 96.356,00 TL=) 194.095,00 TL / 6 ay= 32.350,00 TL/AY düzeyinde hesaplanmakta olup, mahkemece davacı şirketçe talep edildiği gibi sözleşmenin normal koşullarda sonlanacağı 2018 yıl sonuna kadar geçecek 6 aylık süre için mahrum kalınan kâr talebinde bulunulabileceğinin benimsenmesi halinde, davacı şirketçe talep edilebilecek toplam kar mahrumiyeti miktarının 194.095,00 TL düzeyinde olabileceği belirtilmiştir. Davacı vekili bilirkişi kök raporuna karşı 04.11.2.019 tarihli dilekçesinde; Davalının sözlü olarak 1 yıl uzatılacağı sözüne güvenerek başka ihalelere girmediğini, talebiyle satın alınan araçlar için başlatılan kredilerin ödenememesi nedeniyle icra takibine maruz kalarak zarara uğradığını, icra takipleri sebebiyle de elindeki araçları kaybettiğini, bu zarar kalemlerinin raporda dikkate alınmadığını, müvekkilinin müspet zararları yanında menfi zararlarının da hesap edilmesi gerektiğini, krediler ve yasal süreç kapsamında başlatılan takipler sebebiyle, faiz masraf ve ücreti vekalet ödemek durumunda kaldığını, ticaret hayatında bahse konu hizmet sözleşmelerinin genel anlamda yılbaşı dönemlerinde birkaç yıllık akdedildiğini, uzun dönemli sözleşmelerin sene başında ve çok önceden imzalandığını, benzeri bir işi 6 ay gibi bir süre içinde bulmasının mümkün bulunmadığını, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin haksız olarak feshedildiğinden bahisle, mahrum kaldığı kârın yanı sıra uğradığı menfi zararların tespiti için ek rapor alınmasını beyan ve talep etmiştir. Davalı vekili kök rapora karşı 30.10.2019 tarihli dilekçesiyle; bilirkişinin raporda uzmanlık alanı dışında kaldığını, 30.12.2016 tarihli sözleşmenin müvekkili şirket eski çalışanı … tarafından imzalandığını, ancak adı geçenin parasal işlem yapma ve sözleşmeye imza atma yetkisi bulunmadığını, müvekkili şirkette insan kaynakları müdürü olarak görev yapan adı geçenin tebligatları ve diğer evrakları şahsen alarak ya da çalışanı vasıtasıyla aldırarak, şirketten sakladığını, söz konusu şahsın kasten zarara sokmak amacıyla hareket ettiğini, haciz ihbarnamelerinden banka hesaplarına haciz ve araştırma ve incelemenin derinleştirildiğini, şahsın zimmetine para geçirdğinin anlaşılarak İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2019/59 Sayılı dosyasıyla açılan davada hapis cezası verildiğini, bağlayıcı olmayan bu sözleşmenin haksız feshinden söz edilemeyeceğini, dolayısıyla bu sözleşmeye dayalı taleplerin kabulünün mümkün bulunmadığını, temmuz – aralık tarihleri için mahrum kalınan satış hasılatı olarak hesaplanan tutarın fahiş olduğunu, davacının kâr düşüşünden müvekkilinin sorumluluğu bulunmadığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2006/12430 Esas, 2007/14950 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere; “Dava, taşıma sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle uğranılan zararın tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin dava konusu dönem itibariyle yenilendiği, ve aynı dönem içerisinde ek taşıma sözleşmesi yapıldığı, davalının bu sözleşmeyi neden göstermeksizin haksız şekilde feshettiği dosya kapsamıyla sabittir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının sözleşmenin haksız feshi nedeniyle uğradığı zararın tespiti noktasındadır. Mahkemece, sözleşmenin haksız feshinden sonra iş yapamadığı yılın kârı üzerinden bilirkişiye zarar hesabı yaptırılarak hüküm kurulmuştur. Ancak, davacının zararının aynı veya benzer şekilde sözleşme yapması için gereken makul süre tespit edilip, bu süre itibariyle elde edeceği gelir hesaplanıp, anılan süre itibariyle yapmadığı giderler mahsup edilmesi suretiyle belirlenmesi gerekmektedir. O halde, açıklanan şekilde hesaplama yaptırılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.” Bilirkişi raporuna taraf vekillerinin itiraz ve beyan dilekçesi sundukları, raporda; sözleşme hükümleri değerlendirilmediğinden mahkememizce kök rapor alınan bilirkişiyle birlikte heyete bir sektör bilirkişisi ve hesap uzmanı eklenmek suretiyle taraflar arasındaki sözleşmenin değerlendirilmesi, sözleşme feshinin haklı olup olmadığı, sözleşmenin feshi haksız ise davacı tarafın ne kadar sürede yeni bir iş alacağı hususunun belirlenmesi bu hususta makul sürenin hesaplanması, davacının zarar taleplerinin tek tek değerlendirilmesi ve hesaplanması amacıyla ek rapor alınmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından alınan bilirkişi ek raporunda özetle; Personel taşımacılığı işlerinde müşterilerin personel taşımacılığı ihalesine çıkması, teklif toplaması, tedarikçiye karar vermesi, tedarikçilerle sözleşmeyi istişare etmesi ve sözleşmeyi imzalaması arasında geçen süre ortalama olarak 1 ay sürdüğü, tedarikçi ile mutabık kalındıktan sonra tedarikçiye araç ve personel organizasyonunu yapması için zaman verildiği, genellikle bu süre 1 ay olduğu, davacı şirketin sektördeki piyasa araştırması ve potansiyel müşterilerini belirlemesi süresi (1 ay) göz önünde bulundurulduğunda toplamda 3 aylık bir sürenin makul olduğu, yeniden benzeri bir kiralama/taşıma akdi için benimsenen 90 günlük devrede, kök rapordaki tespitlere nazaran, davacının uğradığı kâr kaybının 17.562.32 TL olarak hesaplandığı; davacının sözleşmenin yürüyeceği inancına bağlı olarak kredi kullandığı, yeni araçlar aldığı ve bu bağlamda, faiz yükü ve takipler ile karşı karşıya kaldığına yönelik tazmin talebinin yukarıda değerlendirme başlığı altında (5) sayılı bentte yapılan irdelemesine, mevcut delil durumuna nazaran iştirak edilmediği belirtilmiştir. Tüm dosya kapsamından, taraflar arasında 30.12.2016 tarihli Personel Servisi ve Araç Kiralama Hizmet İşi sözleşmesi” başlıklı sözleşme bulunduğu, her ne kadar davalı taraf şirkette sözleşme imzalamaya yetkili şahıs tarafından sözleşmenin imzalanmadığını bildirmiş ise de taşıma ilişkisi kapsamında, her ay düzenli fatura kesilerek ödemeler yapıldığının görüldüğü; sözleşmenin de şekle bağlı olmadığı, dolayısıyla fiilen söz her ne kadar yazılı sözleme yerine fiili sözleşmede süre yönünden bir kararlaştırma bulunmadığı ileri sürülebilirse de personel taşımacılığının en azından yıllık olarak devam edeceği esasının teamül olarak benimsendiği; dolayısıyla taraflar arasında geçerli bir sözleşme olduğunun kabul edildiği, Taraflar arasında 30/12/2016 tarihinde Personel Servisi ve Araç Kiralama Hizmet İşi Sözleşmesi bulunduğu, davacının yüklenici, davalının işveren olup “Sözleşmenin Süresi” kenar başlıklı 4. Maddesinde; sözleşmenin 01/01/2017 tarihinden 31.12.2017 tarihine kadar geçerli olduğu ve sözleşme süresinin 2 yıl olup götürü bedel olarak bağlanacağı, tarafların anlaşmaları halinde, sözleşmenin bitiminden 1 ay önce karşılıklı anlaşma ile süresinin 1 yıl daha uzatılabileceği ya da l ay önceden haber vermek suretiyle sözleşmenin tek taraflı olarak feshedilebileceği, yenileme halinde sözleşme bedelinin yeni duruma uygulanacağı hususlarının belirtildiği, davacı şirket tarafından davalıya Kartal … Noterliği’nden 13.08.2018 günü keşide edilen ihtarnameyle; “İçeren tarafından hiçbir sebep gösterilmeksizin 02.07.2018 tarihinde tek taraflı olarak işten el çektirildiği; haksız fesih sebebiyle, dava dilekçesinde bildirilen zarar kalemlerinin oluştuğundan bahisle, tazmininin talep edildiğinin” görüldüğü; Davacının talebinin değerlendirilebilmesi için öncelikle feshin haksız olup olmadığının belirlenmesi gerektiği, bu tespitten sonra sözleşme feshedilmeseydi (davacı açısından sözleşme sürdürülseydi) sağlayacağı karın belirlenmesi gerekmektedir. Davalı tarafın sözleşmenin haklı nedenle feshedildiği konusundaki ihtarnamelerdeki açıklamalarına karşı olmak üzere davacı taraf dava dilekçesinde bu konuyu kabul etmekte ve bu hususun davalı şirket yetkililerinin talepleri doğrultusunda gerçekleştiğini ve bu durumun kendilerini de mağdur ettiğini belirterek kısa bir süre sonra buna son verildiği beyan edilmiş olup, davacı şirketin dava dilekçesine yansıyan bu beyanı fesih nedeninin tevil yollu bir ikrarı sayılmak durumundadır. Bu durumda davalının taraflar arasındaki sözleşmeyi davacının servis araçlarında davalı çalışanlarını istihdam etmesi nedeniyle feshetmiş olduğu kabul edilmelidir. BK 112 maddesi uyarınca borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu kendisine hiç bir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.TBK 114 gereği, borçlu genel olarak her türlü kusurdan sorumludur. Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerinde de uygulanır. Feshin haklı olduğunun ispat yükünün, davalı şirkette olduğu; bu yönde herhangi bir delil ikame etmediği; sadece sözleşmenin şirketin bağlamadığının savunulduğu, yukarıda fiili sözleşme ilişkisi dikkate alındığında ve Sektörel bazda yıllık olarak bu ilişkinin devam ettiği esası benimsenmekle, mevcut delil durumuna nazaran, feshin haklı olduğunun sübuta ermediği kanaatine varılmıştır. Davacı, taraflar arasında düzenlenen iki yıl müddetli sözleşmenin süresinden önce feshedildiğini; ayrıca ikili görüşmelerde şifahen 1 yıl daha uzatılacağı sözü verildiğini; bu kapsamda 8 adet … marka araç satın alındığını; yeni personel istihdam edildiğini, araçların aylık kredi tutarının 21.68 7,46 TL olduğunu; çalıştırdığı personel ve şoförlere maaş ödemek durumunda kaldığını, kâr kaybına uğradığından bahisle, şimdilik bu zararların tahsili amacıyla 120.000,00 TL’nin tahsilini istediği; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2016/14741 Esas 2017/2648 Karar sayılı ilamına göre; “Dava, personel taşıma sözleşmesinin haksız feshi nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin olup mahkemece davacının kazanç kaybı, sözleşmenin düzenlenmesi sırasında verilen damga vergisi alacağı, bir kısım araçlarını piyasa fiyatları altında satmasından kaynaklanan tazminat olmak üzere toplam 309.475,86 TL maddi tazminatın tahsiline karar verilmiştir. Ancak davacı vekilince, yeni araçlar satın alınarak davacının davalı ile arasındaki sözleşme uyarınca taşıma yaptığı, sözleşmenin feshi nedeniyle zararın artmaması, yeni iş de bulunamaması nedeniyle davacının altı adet aracını zorunlu olarak piyasa değerinin altında sattığı ileri sürülmüşse de davacı vekilinin bu iddialarını ispatlayamadığı anlaşılmaktadır. Davada taraflar arasındaki sözleşmenin imzalanmasıyla davacı tarafından ödenen damga vergisinin de davalıdan tahsili istenmektedir. Müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi ya da vaktinde ifa edilmemesinden doğan alacaklının mal varlığının mevcut durumuyla, borç ifa edilseydi alacağı durum arasındaki farkı; menfi zarar ise sözleşmenin geçerli olarak kurulduğu inancının boşa çıkmasından doğan zararı ifade eder. Somut olayda sözleşmenin süresinden önce davalı tarafından feshi nedeniyle uğranılan zararların tazmini istenebilecek olup, davalının karşılamakla sorumlu olduğu zarar, alacaklının müspet zararıdır, davacı menfi zararını isteyemez. Dolayısıyla sözleşmenin kurulması için yapılan giderlerden olan damga vergisi menfi zarar kapsamında olup talep edilmesi yerinde değildir.Bu suretle, davacının sözleşmenin düzenlenmesi sırasında verilen damga vergisinin davalıdan tahsili talebi ile bir kısım araçlarını piyasa fiyatları altında satmasından kaynaklanan tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir. “Mahkememizce alınan ek raporda davacı şirketin 3 aylık bir sürede yeni iş bulabileceği, bu sürenin makul olduğu, davacının uğradığı kâr kaybının 17.562.32 TL olarak hesaplandığı; ek rapordaki belirlenen sürenin ve yapılan hesabın mahkememizce de uygun görüldüğü, hükme esas alındığı, her ne kadar davacı vekili kök rapor ile ek rapor arasında ciddi çelişki olduğunu ileri sürmüşse de; kök raporda yalnızca mali müşavir bilirkişiden rapor alındığı, mali müşavir bilirkişinin taşıma alanında uzman olmadığı, sözleşmenin kalan süresi için bedel hesabı yaptığı, ek raporda taşıma alanında uzman bilirkişi de eklenmek suretiyle rapor alındığından ayrıca makul süre belirlenerek davacının müspet zarar kapsamında kar kaybı belirlendiğinden esasen raporlar arası çelişki olmadığından yeniden rapor alınmasına gerek görülmediği, davacının sözleşmenin yürüyeceği inancına bağlı olarak kredi kullandığı, yeni araçlar aldığı ve bu bağlamda, faiz yükü ve takipler ile karşı karşıya kaldığına yönelik iddialarının ise davacı tarafın delil listesi ekinde sunduğu 8 adet araç satım sözleşmelerinde yer alan araç modellerinden hareket ile en yenisinin 2016 model olduğu; dolayısıyla feshedilen yıl kapsamında alınmış herhangi bir araç bulunmadığı gibi, araçlardan 5 tanesini 2019 yılı şubat ayında … Ltd. Şti.’ne sattığı; diğer 3 tane aracı ise 17.08.2018 günü …’ ya sattığı; davalı hakkında takip başlatılmasının aldığı ticari karara bağlı krediler sonucu oluştuğu; dolayısıyla hakkında başlatılan takiplerde sözleşmenin feshedilmesine bağlı uğradığı zarar olarak değerlendirilmediği ve zarar ile sözleşmenin feshi arasında illiyet bağı kurulamadığından bu taleplerinin reddine karar vermek gerekmiştir. (Emsal Yargıtay 15. Hukuk Dairesi ‘nin 19.06.2014 gün 2013/3885 E. 2014/4268 K. sayılı kararı) ” gerekçeleri ile; ” Davanın KISMEN KABULÜNE, 1-17.562,32 TL’nin temerrüt tarihi olan 24/07/2018 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye talebin reddine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
DAVACI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Mahkemenin, eksik inceleme ile verilen bilirkişi raporuna itibar etmiş olup hatalı ve itiraz görmüş bilirkişi raporu baz alınarak kurulan hükmün kaldırılması gerektiğini, Yargıtay içtihatlarının da bu yönde olduğunu, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin E 2019/5678 – K 2019/20807 T. 11/11/2019 sayılı kararda; ” … Davacının bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde bilirkişi tarafından olayın yanlış değerlendirildiği, yapılan tespitlere dosya kapsamındaki veriler değerlendirilmeden ulaşıldığı, yapılan itirazların değerlendirilerek yeniden bilirkişi raporu alınması talep edilmiştir. Bozma sonrası Yapılan yargılama sırasında da davacı vekili yeni bir bilirkişi raporu alınmasını talep etmiştir. Davacının bilirkişi raporuna itirazlarını karşılar mahiyette inceleme yapılmaksızın, itiraza uğramış bilirkişi raporuna değer verilerek sonuca gidilmesi isabetli değildir. Bu durumda, dosyada bulunan tüm bilgi ve belgeler ile birlikte davacının bilirkişi raporuna karşı yaptığı itirazları da gözetilmek suretiyle kotusunda uzman olan bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulundan rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…. ” denilmekte olduğunu, bu kapsamda bilirkişi raporuna yaptıkları itirazların değerlendirilmesi ve yeni oluşturulacak heyetten rapor alınması gerekirken hatalı bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulmasının kabul edilemeyeceğini, Dosyada alınan kök bilirkişi raporunda müvekkilin zararı 194.095,00 TL olarak belirlenmiş iken, çelişkili bir şekilde ek raporda müvekkilin zararının dar kapsamda değerlendirilerek sadece kardan zarar olarak ele alındığını ve 17.562,32 TL olarak kabul edilerek bu eksik rapora göre hüküm kurulmuş olduğunu, her iki rapor arasındaki çelişki giderilmeden hüküm kurulmasının da başlı başına hukuka aykırı olduğunu, Yargıtay içtihatlarında da belirtildiği şekilde dosyaya sunulan bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi için yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması, konusunda uzman kişiler arasında seçilecek bilirkişi ya da bilirkişi kurulundan gerçek zarar miktarının belirlenmesi gerektiğini, dosyaya sunulan her iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi için gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınması, toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğini, mahkemece bilirkişi raporları arasındaki çelişki giderilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2015/5286 E – 2016/5231 K sayılı ve 05/04/2016 tarihli kararında; “…..Dava, GSM operatörünün değiştirilmesi nedeniyle telefon hattında kalan bedelin tahsili talebine ilişkindir. Bilirkişi raporları arasında çelişki varsa, çelişki giderilmeden karar verilemez, Eldeki davada, uyuşmazlığın çözümünün, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği ve bilirkişinin görüşünün alınmasının gerektiği açıktır. Mahkemece, davacının…hattında kalan TL bakiyesinin iadesi için Yaptığı başvuru tarihi net olarak saptanmak ve bu tarih göz önüne alınmak sureti ile tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda, ilgili mevzuat hükümlerine göre tereddüte yer vermeyecek şekilde, Yargıtay ve taraf denetimine elverişli ayrıntılı ve açıklayıcı bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir. … ” denilmekte olduğunu, Aynı şekilde Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2017/492 E. , 2017/2026 K sayılı kararında da; ” … Dosyaya ibraz edilen uzman görüşünde bilirkişi raporu ile tespit edilen görüşlerin aksine tespit ve görüşler ileri sürülmüş olup, bilirkişi raporu ile uzman görüşü hesaplama ve paylaşım oranı yönünden ciddi yekilde çelişkiler içermektedir. Alınan bilirkişi asıl ve ek raporları ile uzman görüşü arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdit edilmesi yerine esaslı itiraza uğrayan rapora dayanılarak uzman görüşü kararda gerekçeli olarak değerlendirilip tartışılmadan karar verilmiş olması doğru olmamıştır. O halde mahkemece yapılması gereken iş, maddi gerçeğin ortaya çıkması için 6100 sayılı HMK’nın 266 ve devamı maddeleri ite 281/3. maddesi hükümlerine uygun olarak yeniden oluşturulacak kotusunda uzman bilirkişi kurulundan, dosya kapsamında mevcut delillere, iddia ve savuntmaya göre tarafların ve özellikle davalının önceki bilirkişi raporuna ve uzman görüşüne dayalı teknik ve ayrıntılı itirazları değerlendirilip karşılanmak suretiyle gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınmasından, alınacak raporun önceki raporla çelişkili olması halinde oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor alınıp değerlendirilmek suretiyle oluşacak kanaate göre hüküm kurmaktan ibaret olmalıdır. ” denilmekte olduğunu, bu kararlarda da zikredildiği gibi raporlar arasındaki çelişki giderilmeden hüküm kurulduğu cihetle verilen kararın hukuka ve kanuna aykırı olduğunu, Bilirkişiler tarafından dosyaya sunulan 26/10/2020 tarihli bilirkişi raporunun tamamen yanlış tespitlere dayalı olarak hazırlandığını, eksik ve hatalı bir rapor olduğunu, bilirkişi raporunun tamamen sığ bir şekilde salt müvekkil şirketin kar durumunu baz alarak hazırlandığını, ” şirketin aylık ortalama kar durumu budur, o halde zararı da budur ” mantığı ile tanzim edildiğini, bunun tamamen yanlış bir düşünce olup itibar edilmesi mümkün değil iken mahkemenin yaptıkları itirazları hiç dikkate almadığını ve hatalı rapor doğrultusunda hüküm kurmuş olduğunu, Öncelikle müvekkil şirketin 3 ay içinde yeni bir iş bağlantısı yapabileceğini öngörmenin abesle iştigal olduğunu, ticaret hayatında davacı ile davalı arasında akdedilen hizmet sözleşmelerinin genel anlamda yıl başı dönemlerinde ve birkaç yıllık olarak akdedileceğini, servis hizmeti alacak şirketlerin bu sözleşmelerini uzun dönemli olarak genelde sene başında ve çok önceden, aylar öncesinden yaptıklarını, bu nedenle müvekkil şirketin benzer bir işi 6 ya da 3 ay gibi bir süre içinde bulmasının mümkün olmadığını, sene ortasında bütün şirketler hizmet sözleşmelerini yapmış olduklarından böyle bir sözleşme imzalanmasının da mümkün olmadığın, bu açıdan bilirkişinin yeni bir iş bulmak için 3 ay gibi bir süreyi yeterli görmesinin büyük yanılgı olduğunu, servis hizmeti alan şirketlerin yıl sonunda ihale açıp yıl başında başlamak üzere yeni hizmet alımı yaptıklarını, o halde yılın ortasında müvekkil şirketin 3 ay gibi bir sürede yeni bir iş bağlantısı yapmasının mümkün olmadığını, bu yönden bilirkişi raporu dolayısı ile mahkeme kararının tamamen hatalı olduğunu, Davalı ile müvekkil arasında akdedilen sözleşmenin 30.12.2018 tarihinde sona erecek olup yapılan ikili görüşmelerde müvekkile sözleşmenin 1 yıl daha uzatılacağı sözü verildiğini, taraflar arasındaki işbu sözleşmenin devam ediyor olması ve uzatılacağı sözü karşısında müvekkilin başka ihalelere girmediğini, başka iş almadığını, müvekkilin iş bu sözleşmeye güvenerek yeni ihale ve iş arayışında bulunmadığını, bu nedenle 3 ay içinde yeni bir iş bulmasının hayatın olağan akışına, ticaret hayatına ve servis piyasasına ve işin işleyişine uygun olmadığını, Bir sözleşmenin haksız feshi edilmesinden dolayı zarara uğrayan şirketin zararı hesap edilirken bu kadar dar düşünülmesi ve salt kar durumuna bakılmasının mümkün olmadığını, zira şirketin zararının salt kardan zarar olmadığını, o şirketin haksız fesih edilen sözleşmeden kazandığı para ile ödediği şirket giderleri, çalışanların maaşları, kredileri, şirket için aldığı araç ve ekipmanlar için yaptığı ödemeler, araç tamir bedelleri ve benzeri tüm ödemelerin zarar kapsamında olduğunu, zira şirketin bu tüm ödemelerini yaptıktan sonra geriye şirketin karının kalmakta olduğunu, davacı müvekkil şirketin de davalı ile arasında bulunan sözleşmenin ifası ile elde edeceği paradan çalışanların maaşlarını, vergilerini, sigorta primlerini, işin ifası için satın aldığı arabaların kredi taksitlerini, arabaların bakım ve tamir giderlerini, yine şirket için çektiği diğer kredi taksitlerini, kirasını velhasıl tüm giderleri ödemekte, kalanının ise kar olmakta olduğunu, o sözleşme haksız feshedildiği cihetle artık bu giderlerin de ödenemediğini, yani müvekkil şirketin zararının salt kar baz alınarak belirlenemeyeceğini, bilirkişi heyetinin bunu hesap edemediğini, yanlış tespitlerle rapor tanzim ettiğini, mahkemenin de bu yanlış tespitlere dayalı olarak hüküm kurmuş olduğunu, Oysa bilirkişi raporuna yaptıkları itiraz dilekçesinde de dile getirdikleri üzere müvekkil şirketin davalı ile arasında bulunan ve haksız fesih edilen sözleşme gereğince; – 30.04.2018 tarihinde … sayılı fatura ile 127.501,36 TL’lik, – 30.05.2018 tarihinde … sayılı fatura ile 120.070,00 TL’lik, – 30.06.2018 tarihinde … sayılı fatura ile 124.899,99 TL’lik, – 30.06.2018 tarihinde … sayılı fatura ile 80.753,95 TL’lik ( Zam farkı ) fatura kesmiş olduğunu, Müvekkilin geçmiş dönemde aylık bu miktarlarda fatura kesmiş olduğunu, davalı tarafından taraflar arasındaki sözleşme haksız fesih edilmemiş olsa müvekkil şirketin bu sözleşmenin ifası ile aylık ortalama 150.000,00 TL fatura kesmeye ve para tahsil etmeye devam edecek olduğunu, altı ayda 900.000,00 TL fatura kesmiş olacağını, bu gelecek paradan müvekkilin yukarıda bahis ettikleri giderleri de ödeyecek olduğunu, sonrasında kalanının kar olacağını, bu durumda salt kardan zararı olduğu düşünülerek basit bir hesaplama ile ” … O halde zararı 17.562,32 TL zararı vardır … ” şeklinde bir hesaplama şekli olamayacağını, müvekkil şirketin tüm giderleri ödemeye devam ettiği düşünülecek olur ise zararı sadece kara indirgemenin abesle iştigal olduğunu, müvekkilin davalı ile arasında bulunan ve haksız fesih edilen sözleşmeden dolayı verdiği hizmet karşılığı aylık 150.000,00TL tahsil ettiği ve gelen bu paradan tüm giderlerini karşıladığı düşünülecek olursa zararının salt kar kaybı olarak kabul edilmesinin mantığa, ticarete ve hukuka aykırı olduğunu, Müvekkil şirketin davalı tarafından aralarındaki sözleşme faksız fesih edilmemiş olsa toplam yaklaşık 6 ayda 900.000,00 TL bedelli fatura kesecek olduğunu, bu bedelden sadece arabaların mazot gideri düşüldükten sonra kalanın hepsinin müvekkilin zararı olduğunu, zira müvekkilin sözleşmenin ifade edilmemesi ile sadece yakıt ( mazot ) giderini yapmadığını, geriye kalan tüm giderlerin ( maaş, sigorta primleri, kredi ödemeleri, kira, araç bakımları vb tüm giderler ) ödenmeye devam edildiğini, o halde salt kar odaklı zarar hesabının külliyen hatalı olduğunu, müvekkilin davalı ile arasında bulunan sözleşmeden kaynaklı 6 aylık alacağının 900.000,00 TL olduğunu, bu bedelden harcanmayan mazot gideri düştükten sonra kalanın müvekkilin zararı olduğunu, zararı hesabı bu kadar basitken bilirkişilerin bunu görmemesi ve hesap edememesinin, mahkemenin de buna ilişkin yaptıkları itirazları dikkate almadan hüküm kurmasının tam anlamı ile hukuk katliamı olduğunu, Bilirkişi heyeti tarafından müvekkilin davalı ile arasında bulunan servis hizmeti sözleşmesinin ifası için satın aldığı , hatta davalı şirket tarafından şart koşulması nedeniyle satın almak zorunda bırakıldığı araçların bedel ve ödemelerinin, dolayısıyla bilahare sözleşmenin haksız feshi nedeniyle maruz kaldığı icra takiplerinin dikkate alınmamasının da kabul edilemeyeceğini, bilirkişi heyetinin raporunda “…davalı hakkında takip haşlatılmasının aldığı ticari karara bağlı krediler sonucu oluştuğu; dolayısıyla hakkında başlatılan takiplerde sözleşmenin feshedilmesine bağlı uğradığı zararı olarak değerlendirilmediği “demiş olduğunu, oysa müvekkilin bu kredileri davalı ile arasında akdedilen sözleşmeyi ifa etmek için çektiği, bu krediler ile sözleşmenin ifası için talep edilen araçların satın alındığı ve tahsil edilen hizmet bedeli ile de kredilerin ödendiği hususlarının göz ardı edildiğini, yine davalı ile müvekkil şirket arasındaki sözleşme devam ediyor olsa elde edilecek kazançtan kredilerin ödenmeye devam edileceği, geçmiş dönemde elde edilen kazançtan bu kredilerin ödendiği hususlarının yine göz ardı edildiğini, bütün bu açılardan dahi bilirkişi raporu tamamen hatalı iken mahkemenin bu hataları da görmediğini, Davalı ile müvekkil şirket arasında bulunan ve 30.12.2018 tarihine kadar devam etmesi gereken sözleşme nedeniyle müvekkil şirketin yeni araçlar almak zorunda kaldığını, ticaret hayatının bir gereği olarak müvekkilin bu araçları kredili olarak aldığını, aylık kredi ödemelerinin davalının sözleşmeyi fesih ettiği tarihe kadar düzenli ödenmiş olmasına karşın davalının sözleşmeyi haksız yere fesih etmesinden sonra kredilerin ödenemediğini ve müvekkilin krediler sebebiyle icra takiplerine uğrayarak elindeki araçları kaybettiğini, sözleşme fesih edilmemiş olsa kredi ödemelerinin düzenli devam edeceğini müvekkilin de mağdur olmayacağını, yapılan icra takipleri ile müvekkilin fazladan icra masraf ve icra harçları, faiz ve vekalet ücretleri ödemek zorunda kaldığını, bu açıdan müvekkilin zararının salt mahrum kaldığı kar değil mahrum kaldığı karın yanı sıra aynı zamanda uğradığı bu zararlar da olduğunu, davalının taraflar arasındaki sözleşmeyi haksız fesih etmesinden kaynaklı bu zararların da hesap edilerek tazmini, müvekkile ferileri ile birlikte ödenmesi gerektiğini, Yargıtay içtihatlarında da bu tür, yani haksız eylem nedeniyle uğranılan icra takibi ya da dava masraflarının da tazmini gerektiğinin belirtilmekte olduğunu, bu açıdan bilirkişinin aksi yöndeki görüşüne itibar olunamayacağını, Davacının mahrum kaldığı kar yanında davalının sözleşmeyi haksız feshinden kaynaklanan zararlarının da tazmin edilmesi gerektiğini, sözleşmelerin tarafların karşılıklı irade beyanlarına dayanan ve belli bir hukuki sonucu gerçekleştirmek için yaptıkları işlemler olduğunu, karşılıklı borç doğuran sözleşmelerin bir tarafça haksız olarak feshedildiği hallerde diğer tarafın 6098 sayılı TBK’nın ilgili hükümlerinde düzenlenen temerrüt hükümleri gereğince doğan haklara başvurarak uğranılan zararın tazminini talep edebileceği hususunun, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/14-244 Esas – 2010/260 Karar sayılı ve 12/05/2010 tarihli kararında da belirtilmiş olduğunu, Tarafların karşılıklı irade beyanlarına dayanan sözleşmelerden doğan ifa borcunun gereği gibi yerine getirilmemesi sonucu sözleşme taraflarının belirli ölçüde zarara girmelerinin söz konusu olduğunu, bu zararın bazen sözleşmenin ifa edilmesi ile elde edilecek menfaatten yoksun kalınması şeklinde olabileceği gibi bazen de başlı başına sözleşmeye aykırı davranıştan doğan bir zarar olarak ortaya çıkmakta olduğunu, bu zarar biçimlerinin müspet ve menfi zarar olarak ifade edilmekte olduğunu, davada müvekkilin müspet zararlarının yanı sıra menfi zararlarının da oluştuğunu, bu nedenle müvekkilin hem müspet zararlarının hem de menfi zararlarının hesap edilerek tazmini gerektiğini, Gerek bu dilekçelerinde gerekse dosyaya daha önce sundukları dilekçelerde de beyan ettikleri şekilde davalı tarafın hiçbir gerekçe göstermeden taraflar arasındaki sözleşmeyi haksız olarak fesih etmesi nedeniyle müvekkilin mağdur olduğu, zarara uğradığı hususlarının aşikar olduğunu, müvekkilin mahrum kaldığı karın yanı sıra uğradığı zararların da tazmini gerektiğini, tüm zararların tazmini gerektiğini, müvekkilin sözleşmenin haksız feshi nedeniyle büyük zarara uğradığını, mahkemenin yargılamanın her aşamasında yaptıkları bu itirazları hiç dikkate almadığını, Davalının taraflar arasındaki sözleşmeyi haksız fesih etmesinden dolayı müvekkilin büyük zarara uğradığını, gerek ek raporu tanzim eden bilirkişi heyetinin gerekse mahkemenin hatalı bir tespit ile müvekkilin zararını sadece 3 aylık ettiği kardan mahrum kalmak olarak ele alarak hataya düştüğünü, yukarıda izah edildiği üzere müvekkilin zararını mahrum kalınan kar düzeyine indirgemenin büyük yanılgı olduğunu, müvekkilin aylık ortalama 150.000,00TL fatura kestiği ve bu gelen paradan kira, maaş, vergi, sigorta, kredi vb tüm giderleri ödedikten sonra kalanın kar olduğu hali ile müvekkilin aylık ortalama 150.000,00 TL fatura bedelinin gelmemesi nedeniyle bu giderleri ödeyemediği, bu şekilde de zararının katlandığının aşikar olduğunu, müvekkilin zararını sadece kara göre değil verilen hizmet karşılığı alınan fatura bedeline göre hesap edilmesi gerektiğini, bu açıdan mahkeme kararının tamamen hatalı olduğunu, yerel mahkeme kararının kaldırılarak dosyanın mahkemesine iade edilmesi gerektiğini beyanla; – Yargılamanın duruşmalı yapılarak taraflara duruşma günü tebliğ edilmesini, – İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/961 Esas – 2020/714 Karar sayılı ve 15/12/2020 tarihli kararının davacı müvekkil lehine kaldırılarak dosyanın yerel mahkemesine iadesine, müvekkilin gerçek zararının tespiti yönünden yeniden oluşturulacak uzman bilirkişilerden rapor alınması ile neticeten davanın kabulüne karar verilmesini, – İstinaf ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı tarafa yüklenmesini talep etmiştir.
DAVALI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; İstanbul Anadolu 8. Ticaret Mahkemesi’nin 2018/961 Esas- 2020/714 Karar Sayılı kararı ile müvekkil şirket aleyhine 17.562,32 TL hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan karara karşı süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurmakta olduklarını, yerel mahkeme kararının kaldırılarak davacının taleplerinin tamamının reddine karar verilmesi gerektiğini, 30.12.2016 tarihli “Personel Servisi ve Araç Kiralama Hizmet İşi Sözleşmesi ” davaya konu sözleşmenin, müvekkil şirketi temsile ve sözleşme imzalama yetkisi olmayan müvekkil şirketin eski insan kaynakları çalışanı … tarafından imzalanmış olduğunu, sözleşmenin müvekkil şirket açısından bağlayıcı olmadığından haksız fesih de söz konusu olmadığını, müvekkil şirketin eski çalışanı olan … tarafından imza atılmış olduğu hususunun çıplak gözle yapılan inceleme ile tespit edilmiş olduğunu, imza atan …’in parasal işlem yapma ya da sözleşmelere imza atma yetkisinin hiçbir zaman olmadığını, Müvekkil şirkette insan kaynakları müdürü olarak görev yapan …’in, evrakları posta memurundan teslim alan görevli çalışanın amiri olması sebebiyle, gelen tebligatları ve diğer evrakları şahsen alarak şirketi kasten zarara uğratma amacıyla hareket ettiğini, şirkete gelen evrakları gizleyip bir kısmını da yok ederek, tebligatlar hakkında şirket yönetimine ve avukatlarına haber vermediğini, söz konusu şahsın kötü niyetli bu davranışlarından şirketlerinin, bir takım İİK icra 89/1,89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamesine itiraz sürelerinin geçtikten ve şirketin banka hesaplarına haciz ve blokelerin konulmasıyla haberdar olduğunu, hesaplara konan haciz ve blokelerin nedeni araştırılınca insan kaynakları müdürünün, gelen tebligatları şirket yetkilisine bildirmediği hususunun ortaya çıktığını, bunun üzerine şirketleri tarafından insan kaynakları müdüründen savunma istendiğini, konuyla ilgili araştırma ve incelemenin derinleştirildiğini ve daha bir çok mahkeme ve icra dairesi evrakının cevap ve itiraz sürelerinin kasten geçirildiği, gelen evrakların şirket yetkililerine haber verilmediği, şirketin yüklü miktarlarda zarara uğratıldığı ve şahsın zimmetine para geçirdiğinin tespit edildiğini, şahıs hakkında şikayetçi olunduğunu ve İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2018/205590 soruşturma nolu dosyası ile şüphelinin gözaltına alınmış ve Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesince de tutuklanmış olduğunu, şahıs hakkında İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2019/59 esas sayılı dosyası ile dava açıldığını ve sanığın hapis cezası ve para cezası ile cezalandırılmış olduğunu, kendileri tarafından karara karşı istinaf başvurusu yapıldığını ve başvuruları neticesinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 2019/1521 Esas- 2019/1162 Karar sayılı ve 30.04.2019 tarihli kararı ile 6 yıl 3 ay hapis ve 2708 gün adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş olduğunu, Dolayısıyla sözleşmedeki imzanın müvekkil şirket tarafından bağlayıcı olmadığını, davacı tarafın bu sözleşmeye dayalı olarak müvekkilden talepte bulunmasının da kabul edilemeyeceğini, sırf bu nedenle haksız davanın reddedilmesi gerekirken kısmen kabul edilmesinin hukuka aykırı bir karar olduğunu, bu sebeple işbu hukuka aykırı kararın kaldırılması gerektiğini, Davacının herhangi bir zararı oluşmadığını, Davacının uğramış olduğu bir zarar kalemi mevcut olmamakla birlikte müvekkil şirketin herhangi bir sorumluluğu da olmadığını, davaya konu sözleşmenin davalı şirkette yetkili olmayan kişi tarafından imzalanmış olup, bu sözleşme müvekkil şirketi bağlamadığı gibi hukuki sorumluluğu da doğmayacağını, sözleşme yetkisiz kişi tarafından imzalandığı halde sözleşmenin haklı nedenle feshedilmiş olup davalının herhangi bir alacağı ya da mahrum kalınan bir karı söz konusu olmadığını, davacının yapmış olduğu kar kaybının müvekkil şirket ile ilişkilendirilmesinin herhangi hukuki dayanağı bulunmadığını, Gerekçeli kararda; “Feshin haklı olduğunun ispat yükünün, davalı şirkette olduğu; bu yönde herhangi bir delil ikame etmediği; sadece sözleşmenin şirketin bağlanamadığının savunulduğu, yukarıda fiili sözleşme ilişkisi dikkate alındığında ve sektörel bazda yıllık olarak bu ilişkinin devam ettiği esası benimsemekle, mevcut delil durumuna nazaran, feshin haklı olduğunun sübuta ermediği ” kararı verilmiş olup, bu kararın gerçeği yansıtmamakta olduğunu, davanın kısmen kabul edilmesinin açıkça hukuka aykırı olduğunu, Aleyhe kabul anlamına gelmemek kaydıyla hükme esas teşkil eden bilirkişi ek raporunda yapılan hesaplamanın fahiş olduğunu, davacı tarafın basiretli bir tacir gibi davranması gerektiğini, işi almak için gereken makul sürenin 90 gün ve bu doğrultuda kar kaybının 17.562,32 TL olarak kabul kararı verilmesinin hatalı olup bu kararın bozulması gerektiğini, İşbu rapora karşı tüm itiraz ve beyanlarını 23.11.2020 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde sunduklarını, mahkemece bilirkişi raporuna itirazlarının değerlendirilmemiş olup, rapor doğrultusunda davacı lehine 17.562,32 TL alacağa hükmetmiş olduğunu, bu kısmi kabul kararının hatalı olup davanın tümden reddi gerektiğini, Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme tarafından müvekkil şirket aleyhine verilen işbu kararın, istinaf incelemesi neticesinde kaldırılmasını ve davacının tüm taleplerinin reddine karar verilmesini talep ettiklerini beyanla; Açıklanan ve re’sen nazara alınacak tüm sebeplerle; – İstinaf başvurularının kabulü ile, İstanbul Anadolu 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15/12/2020 tarih ve 2018/961 E- 2020/714 K sayılı kararının istinaf incelemesi neticesinde kaldırılmasına ve davanın reddine, – Yargılama giderleri ile avukatlık ücretlerinin davacı üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; taraflar arasında akdedilen 30/12/2016 tarihli personel servisi ve araç kiralama hizmet işi sözleşmesinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiği iddiası ile davacının müspet ve menfi zararının davalıdan tahsili talebine ilişkindir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı vekili, taraflar arasında 30/12/2016 tarihli personel servisi ve araç kiralama hizmet işi sözleşmesinin akdedildiğini, davacının sözleşme kapsamındaki edimini yerine getirmesine rağmen davalının sözlü olarak sözleşmeyi 02/07/2018 tarihinde feshettiklerinin kendilerine bildirildiğini, taraflar arasında yapılan sözlü anlaşmaya rağmen sözleşmenin 1 yıl daha uzatıldığını, sözleşmenin ifası için davalı tarafın talebi üzerine sekiz adet yeni araç alındığını ve bu araçlar için bankalardan kredi çekildiğini, araçlarda çalıştırılmak üzere personel ve şoför görevlendirildiğini ve bu kişiler maaşlarının ödendiğini, sözleşmenin haksız feshi sebebiyle kazanç kaybına uğradıklarını, kazanç kaybı ve masrafların davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili tarafından cevap dilekçesi sunulmamış, yargılama aşamasındaki yazılı ve sözlü beyanlarında; davacı ile davalı şirketin dava konusu sözleşmeyi akdetmediğini, sözleşmenin davalı şirkette insan kaynakları müdürü olarak görev yapan …’in imza ve temsil yetkisi olmaksızın şirketten habersiz olarak imzaladığını, bu sebeple sözleşmenin kendileri açısından geçerli ve bağlayıcı olmadığını, …’in şirketi zararlandırıcı işlemleri sebebiyle şikayetleri üzerine yapılan ceza yargılamasında mahkum olduğunu, davacının dava dilekçesinde belirttiği zarar kalemlerini talep edemeyeceğini ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Taraflar arasında akdedilen 30/12/2016 tarihli personel servisi ve araç kiralama hizmet işi sözleşmesi incelendiğinde; işverenin davalı, yüklenicinin davacı olduğu, sözleşmenin konusunun işverenin personelinin işe geliş ve gidişlerinin sağlanmak amacıyla servis kiralanması işini kapsadığı, sözleşmenin “Kapsam ve Genle Şartlar” başlıklı V. maddesinde servis araçlarının, şoför, personel ve sözleşmede diğer belirtilen masrafların yüklenici davacıya ait olduğu, sözleşme bedelinin 1.500.000,00 TL götürü bedel olarak kararlaştırıldığı, “Sözleşme Süresi” başlılı IV. maddesinde, sözleşmenin 01/01/2017 tarihinden 31/12/2017 tarihinde kadar geçerli olduğu, sözleşme süresinin 2 yıl olduğu ve götürü bedel olarak bağlanacağının belirtildiği, tarafların anlaşmaları halinde sözleşme bitiminden 1 ay önce karşılıklı anlaşma ile sözleşme süresinin 1 yıl daha uzatılabileceği ya da 1 ay önce haber vermek suretiyle sözleşmenin tek taraflı olarak feshedilebileceğinin, “Sözleşmenin Feshi” başlıklı XI. maddesinde işverenin bildirime gerek kalmaksızın haklı sebeple, yüklenicinin servisleri kasten ve bilerek yapmaması ve yüklenicinin yükümlülüğünü başkasına devretmesi halinde sözleşmeyi feshedebileceğini düzenlemiştir. Davalı tarafından davacı ile davalı şirketin dava konusu sözleşmeyi akdetmediğini, sözleşmenin davalı şirkette insan kaynakları müdürü olarak görev yapan …’in imza ve temsil yetkisi olmaksızın şirketten habersiz olarak imzaladığını, bu sebeple sözleşmenin kendileri açısından geçerli ve bağlayıcı olmadığı savunulmuştur. Ancak tarafların ticari defter ve kayıtlarının incelenmesine ilişkin bilirkişi raporunda; davacı ile davalının ticari ilişkinin 2017 yılı öncesinden geldiğini ve 2018 yılının Haziran ayına kadar devam ettiği, davacı tarafından düzenlenen faturaların davalı ticari defter ve kayıtlarına kaydedildiği ve karşılığında ödemeler yapıldığı dikkate alındığında davalının sözleşmeden haberdar olduğu ve sözleşmeyi kabul ederek sözleşme kapsamında ticari ilişkiyi sürdürdüğü, bu sebeple sözleşmenin yetkili temsilci tarafından imzalanmadığı gerekçesi ile kendileri açısından geçerli ve bağlayıcı olmadığı savunmasının ileri sürülmesi TMK’nın 2.maddesi kapsamında dürüstlük kuralı ile bağdaşmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin bu yöndeki savunması ve istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Davacı vekili tarafından sözleşmenin haksız sebeple feshedildiği iddia edilmiş, davalı vekili tarafından sözleşmenin IV. maddesi kapsamında fesih bildirimine uyulmak suretiyle veya XI. maddesi kapsamında haklı sebeple ve maddede belirtilen sebeplerle feshedildiğine ilişkin savunma ve delil sunulmamıştır. Bu durumda Mahkemece feshin haksız olduğunun kabulü isabetli olup, aksi yöndeki davalı vekilinin istinaf sebebi yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili, taraflar arasındaki sözleşmenin süresinin 1 yıl daha uzatılacağı hususunda tarafların sözlü olarak anlaştıklarını, zararlarının bu süre dikkate alınarak hesaplanmasını talep etmiştir. Ancak davacı vekili tarafından sözleşmenin 1 yıl süre ile daha uzatıldığı iddiasına ilişkin dosyaya geçerli ve kesin bir delil sunulmamış ve ispat edilmemiştir. Bu sebeple davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Taraflar arasında akdedilen sözleşme taraflara karşılıklı borç yükleyen sözleşme olup, davacının borcu; davalı işverenin personelinin işe geliş ve gidişlerinin sağlanmak, davalının borcu sözleşmede kararlaştırılan bedeli ödemektir. Davacı sözleşmenin haksız feshedilmesi sebebiyle uğradığı olumlu (müspet) ve olumsuz (menfi) zararlarını talep etmiştir.Olumlu zarar (müspet zarar), alacaklının borcun ifasındaki çıkarın gerçekleşmemesi yüzünden uğradığı zararı ifade eder. Diğer bir deyişle, alacaklının malvarlığının borcun ifası halinde alacağı durum ile, borcun ifa edilmemiş olması halindeki durum arasındaki fark olumlu zarardır. Olumsuz zarar (menfi zarar), hüküm doğurduğu güvenilen bir sözleşmenin geçersiz olması veya kurulacağına güvenilen bir sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zarardır. Güvenen kimsenin sözleşmenin ifade etmemesi veya kurulmaması halinde malvarlığının aldığı durum ile, bu olay hiç gerçekleşmese idi malvarlığının içinde bulunacağı durum arasındaki fark, olumsuz zarardır. Olumlu zararın ve olumsuz zararın tazmini birlikte talep edilemez. Yoksun kalınan kazanç kaybı olumlu zarar, sözleşmenin kurulması için yapılan masraflar, ifa sırasında yapılan masraflar tipik olumsuz zarar kalemleridir. Sözleşmenin ifa edilmemesi sebebiyle alacaklı olumlu zararını, sözleşmeden dönülmesi sebebiyle alacaklı olumsuz zararını talep edebilir. (Prof Dr. M. Kemal Oğuzman, Prof. Dr. Turguz Öz Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1 18. Bası 2020 yılı sayfa 412-415, 562-563) Menfi zarar kavramına, sözleşmenin yapılmasına ilişkin giderler, sözleşmenin yerine getirilmesi ve karşılık edanın kabulü için yapılan masraflar, sözleşmenin yerine getirilmesi dolayısıyla (gönderilen şeyin kaybolması gibi) uğranılan zarar, sözleşmenin geçerliğine inanılarak başka bir sözleşme fırsatının kaçırılması dolayısıyla uğranılan zarar, başka bir sözleşmenin yerine getirilmemesi dolayısıyla uğranılan zarar ve dava masrafları, noter masrafı, karar pulu, KİK payı, gerçekleştirilen imalat bedeli, personel gideri vb kalemler örnek olarak verilebilir. (Yargıtay 15. HD. 17/06/2021 tarih, 2020/1406 esas ve 2021/2835 karar sayıl ilamı), Davacı vekili, davalı tarafından sözleşmenin süresinden önce feshedilmesi sebebiyle sözleşmenin ifası için aldığı sekiz araç bedelinin ödenmesi için çektiği krediler ve çalıştırdığı şoför ve personel giderlerinden dolayı uğradığı zararın tazminini talep etmiştir. Davalı tarafından talep edilen zararlar olumsuz zarar ( menfi zarar) olup, sözleşme feshedildiğinden menfi zararın talep edilmesi mümkün değildir. Ayrıca dava konusu araçlar taraflar arasında akdedilen sözleşme tarihinden sonra alınmamış ve önceki tarihte alınmıştır. Bunun yanında taraflar arasındaki sözleşmenin “Kapsam ve Genle Şartlar” başlıklı V. maddesinde servis araçlarının, şoför, personel ve sözleşmede diğer belirtilen masrafların yüklenici davacıya ait olduğu kararlaştırıldığından ve bu bedellerin götürü bedel içerisinde olduğu anlaşıldığından sözleşmenin feshi sebebiyle davacının bu zararların tazminini talep etme hakkı bulunmamaktadır. Mahkemece bu yönler gözetilerek menfi zarar talebinin reddine karar verilmesi yerinde olup, aksi yöndeki davacı vekilinin istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Davacı vekili, davalı tarafından sözleşmenin süresinden önce feshedilmesi sebebiyle kazanç kaybı zararına ilişkin olumlu (müspet zararı) talep edilmiştir. Sözleşme davalı tarafından haksız olarak feshedildiğinden davacının müspet zararını talep etmesi yerindedir. Aksi yöndeki davalı vekilinin istinaf sebebi yerinde değildir. Mahkemece davacının defter ve kayıtları incelettirmek suretiyle mali müşavir bilirkişiden kök ve bilirkişi heyetinden ek rapor alınmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından davacının sözleşmenin feshinden sonra üç aylık makul sürede iş bulabileceği dikkate alınarak kazanç kaybının 17.562,32 TL olduğu tespit edilmiş ve Mahkemece usul ve yasaya ve dosya kapsamı ile uyumlu bilirkişi raporuna itibar ederek bu miktar üzerinden hüküm kurulması yerinde olup, aksi yöndeki davacı vekili ve davalı vekilinin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle; ilk derece mahkemesi karar ve gerekçesi usul ve yasaya uygun olup, kamu düzenine aykırılık da tespit edilmediğinden, davacı vekilinin ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun ayrı ayrı 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Tarafların istinaf başvurularının ayrı ayrı 6100 sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Dairemiz karar tarihi itibariyle ve Harçlar Kanunu gereğince davacıdan alınması gereken 269,85TL istinaf karar harcından, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 210,55 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-Dairemiz karar tarihi itibariyle ve Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 1.199,69 TL istinaf karar harcından, davalı tarafından peşin olarak yatırılan 299,92TL harcın mahsubu ile bakiye 899,77 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep edenler üzerinde bırakılmasına, 6-Artan gider avansı bulunması halinde yatıran tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 19/10/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.