Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/891 E. 2023/1563 K. 19.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/891
KARAR NO: 2023/1563
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: BAKIRKÖY 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 10/09/2020
DOSYA NUMARASI: 2019/562 Esas – 2020/455 Karar
DAVA: Ticari Şirket (Pay Defteri Kaydına İlişkin)
KARAR TARİHİ: 19/10/2023
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı davacı vekili ve davalılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Merkezi … Park Blk. Bakırköy/İstanbul adresinde bulunan davalı şirketin 22.12.1981 tarihinde İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu’nda tescil edilerek kurulmuş bir şirket olduğunu, müvekkilin davalı şirketin dava dışı … ile kurucu ortağı olup halihazırda ortaklığının devam ettiğini, davalı şirketin paylarının, davalı şirket ana sözleşmesi madde 8’de belirtildiği üzere, nama yazılı olup halihazırda senede bağlanmamış çıplak pay durumunda olduğunu, müvekkil ile davalı … ve diğer ortak … arasında imzalanan 11.07.2014 tarihli sözleşme uyarınca müvekkil ve diğer ortak …’ın %16,50 oranındaki hisselerini davalı …’ya devir edeceğini taahhüt ettiğini, buna karşılık davalı …’nın da her %16,50 hisse için 250.000-Euro’yu 5 yılı içinde müvekkil ve …’a ayrı ayrı ödemeyi kabul ve taahhüt ettiğini, diğer bir ifadeyle söz konusu sözleşmede dava konusu şirket paylarının davalı …’ya devredildiğine dair ifade bulunmadığını, bu sözleşmede ayrıca ödeme 5 yıl içinde yapılacağından sözleşmenin 6. Maddesi uyarınca hisseler üzerinde rehin tesis edileceğinin de kararlaştırıldığını ancak müvekkile bu sözleşme kapsamında hiçbir ödeme yapılmadığını ve sözleşmenin gereklerinin davalı … tarafından yerine getirilmediğini, müvekkil ile davalı … arasında sözü edilen 11.07.2014 tarihli sözleşme dışında pay devri için gerekli olan TBK m.183 vd. hükümlerine uygun şekilde payların devredildiğine dair temlik beyanını içeren herhangi bir pay devri sözleşmesi akdedilmediği gibi söz konusu payları devraldığı gerekçesiyle davalı …’nın pay defterine ortak olarak kaydedilmesi yönünde bir yönetim kurulu kararı da alınmadığını, müvekkilin daha önce yaptığı beyan ve taleplere rağmen sonuç alınamaması üzerine yanlış yapılan kaydın düzeltilmesi için davalılara ihtarname göndermişse de sonuç alınamadığını, dava konusu şirket paylarının üçüncü kişilere devrinin engellenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilerek dava konusu paylar ile ilgili kayyım atanmasının talep edildiğini, davalı şirkete kayyım atanmasına, davalı şirket pay defterinde … adına olan %16,50 oranındaki hissenin müvekkile ait olduğunun tespiti ile batıl hisse kaydının terkin edilerek müvekkil adına kayıt ve tesciline, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle şartları oluşmamış ihtiyati tedbir talebi ile kayyum atanması talebinin reddinin gerektiğini, uyuşmazlık konusu hisse devrine ilişkin pay defterine kayıt işleminin 02.04.2014 tarihinde yapıldığını, söz konusu bu tarihten başlamak üzere davanın ikame edildiği 25.07.2019 tarihine kadar beş yıl geçmiş olduğundan davanın zamanaşımına uğradığını, 11.07.2014 tarihli hisse devir sözleşmesinin imzalandığı aynı gün yapılmış genel kurulda müvekkilin yönetim kurulu üyesi seçilmiş olup 06.08.2016 tarihli sicil gazetesinde bu hususun tescil ve ilan edildiğini, bu genel kurula davacı tarafın bizzat oy toplama memuru olarak katıldığını, davacı tarafın her ne kadar 11.07.2014 tarihli sözleşmede hisse devir iradesinin bulunmadığını iddia etse de aynı gün yapılmış genel kurula bizzat katılarak ve bu genel kurulda oy toplama memuru olarak görev alarak müvekkil davalının yönetim kurulu üyesi olması yönünden yapılan oylamada olumlu oy kullanarak sürece iştirak ettiğini, 22.11.2016 tarihli Yönetim Kurulu kararının altının davacı ile birlikte müvekkil tarafından imzalandığını, 02.12.2016 tarihli Olağan Genel Kurul toplantı tutanağının davacı ile birlikte müvekkil davalı tarafından imzalandığını, 02.12.2016 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısı için düzenlenen hazirun cetveline davacı batıl olduğunu iddia ettiği hisse devir işlemine göre kurulmuş pay oranlarına göre imza attığını, davacıların yıllar önce hisse devir işlemi gerçekleştiği halde, yıllardır hazırlanan her genel kurulda hazirun cetvellerine bizzat imza attığı halde hisse devir işleminin gerçekleşmediğini öne sürdüğünü, davacı tarafın hisse devir sözleşmesinin geçersiz olduğunu ve yine hisse devir iradesini içermediğini iddia ettiğini, ancak hisse devir sözleşmesinin 6 numaralı bendinde davacı tarafın hisse devir işleminden doğan alacaklarını teminat altına almak üzere uyuşmazlık konusu şirket hisseleri üzerinden rehin tesisi edileceğinin düzenlendiğini, davacı tarafından hangi işlemin yok hükmünde olduğuna ilişkin tek bir somut açıklama bulunmadığını, davacı tarafın müvekkil şirkete olan borçlarını ödememesi, müvekkil şirket ortakları arasında yarattığı ticari etiğe aykırı davranışlarının, müvekkil şirket içerisinde sürekli şekilde çıkardığı huzursuzluklar nedeniyle neticeten müvekkil şirket yönetim kurulundan azlinin gerçekleştirildiğini, davanın reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 10/09/2020 tarih ve 2019/562 Esas – 2020/455 Karar sayılı kararı ile; ” İşbu davanın davalı … San. Ve Tic. A.Ş’nin pay defterinde davalı … adına kayıtlı bulunan %16,50 oranındaki hissenin davacıya ait olduğunun tespiti ve söz konusu hisse kaydının terkini ile davacı adına tescili talebine ilişkindir. Dosyada mübrez bulunan davalı şirketin ticaret sicil kayıtları uyarınca; davalı şirketin nama yazılı paylar için pay senedi bastırmadığı, bu payların çıplak pay olarak pay defterinden takip edildiği, her ne kadar davalı şirketin 2016 yılına ait genel kurulunda yeni nama yazılı pay senedi bastırılarak eskilerinin toplatılması kararı alınmış ise de bu kararın yerine getirilmediği, dolayısıyla davalı şirketin paylarının çıplak pay olduğu kabul edilmiştir. TTK’da çıplak payların devrine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından, çıplak payların hisse senedi gibi devri mümkündür. Hukukumuzda bedeli tamamen ödenmiş çıplak paylar alacağın temliki hükümlerine göre devredilebilir, dolayısıyla anonim şirketlerde çıplak payların devri, alacağın temlikinde olduğu gibi yazılı şekil şartına tabidir. Dosyaya sunulan hisse devir sözleşmesi başlıklı sözleşme incelendiğinde davacıya ait çıplak payların ivaz karşılığında devrinin konu edildiği ve devrin geçerliliği için aranan yazılı olma koşulunu yerine getirildiği bir başka anlatımla taraflar arasında geçerli bir alacağın temliki sözleşmesi yapıldığı anlaşılmaktadır. Anılan sözleşme ile davacı paylarını devretmeyi, alıcı ise kararlaştırılan tutarı davacıya ödemeyi kabul etmiştir. O halde anılan sözleşme davacının çıplak paylarının dava dışı alıcıya geçirilmesi bakımından geçerli ve yeterlidir. Davalı şirketin esas sözleşmesinde payların devri şirketin onayına tabi kılınmadığından TTK md. 494’ün burada uygulama imkanı yoktur. Bir başka ifade ile payların devri için şirket onayı gerekmediğinden payın mülkiyetin ve paydan doğan hakların davacıda kaldığı ileri sürülemez. Bu noktada pay bedelinin ödenmemiş olmasının pay devrine etkisi sorgulanabilir. Yukarıda yapılan incelemelerde payı devralan dava dışı … tarafından taahhüt edilen ivazın davacıya ödenmediği tespit edilmiş olmakla birlikte bu durum payın geçerli bir biçimde devredildiği olgusunu etkilemez. Dava konusu payların bedelinin ödenmemiş olması sözleşmeye aykırılık teşkil eder; ancak payın devrini geçersiz kılmaz. Bu noktada irdelenmesi gereken diğer bir husus ise pay defterindeki kaydın pay sahibine etkisidir. Aynen nama yazılı hisse senetlerinde olduğu gibi, çıplak nama yazılı paylarda da anonim şirkete karşı pay sahipliği, devrin pay defterlerine kaydı ile kazanılır. (TTK md. 499/IV eTTK md. 416/II). Diğer bir ifade ile, anonim şirkete karşı ancak pay defterinde kayıtlı bulunan kimse ortak sıfatını haizdir. Yargıtay da bir çok kararında bu hususa değinmiştir. Gerçekten de Yargıtay, bir kararında ”Anonim ortaklığın çıplak paylarının devri biçime bağlı olmayıp, alacağın temliki suretiyle de mümkündür. Ayrıca pay devri, ortaklığa karşı ancak pay defterine kayıtla hüküm ifade eder. O halde devrin TTK’nın 416 ve devamı maddeleri ile ana sözleşmeye uygun bulunup bulunmadığı, çıkarılmamış ise, dosyada bulunan sözleşmenin alacağın temliki hükmünde olup olmadığı” demiştir. Bugün için gerek İsviçre doktrininde gerekse Türk doktrininde pay defterine kaydın bildirici etkiye sahip olduğu tartışmasız bir biçimde kabul edilmektedir. Şirkete karşı nama yazılı payların sahibi pay defteri kayıtlarına göre tayin edildiğinden, usulüne uymasa da bir pay devrinin pay defterine kaydedilmiş olması, bu devrin yapıldığına ve şekil şartlarının yerine getirildiğine dair bir karine teşkil eder. Ancak burada bir noktaya dikkat çekmek gerekir. Pay defterine kayıt hakkın devri sonucunu doğurmaz, bilakis devrin yapılmış olmasını zorunlu kılar. Diğer bir anlatımla, ortaklık vasfı pay defterine kayıt ile değil, geçerli bir devir sözleşmesi ile kazanılır. Pay sahipliği sıfatının ortaklıkça kubulü ve ispatı açısından sadece pay defterine dayanılırsa, defterin bulunmaması, düzenli kayıt yapılmaması ve yazımın gerçek dışı yahut hatalı olması hallerinde ona mutlak bir anlam tanınmış olur. Oysa yazım aksi ispat edilene kadar bir karine oluşturur. Huzurdaki davada ibraz edilen pay defterinde dava dışı …’ya ilişkin olarak 02/04/2014 tarihinde pay devrine ilişkin işlem yapıldığı görülmekle ancak kaydın kim ya da kimler tarafından yapıldığı anlaşılamamaktadır. Bunun da ötesinde devrin işlendiği tarihte henüz bir devir sözleşmesi yapılmış değildir. Taraflar arasındaki devir sözleşmesinin tarihi 11/07/2014 olup pay defterinden sonraki bir tarihtir. Oysa pay defterine kayıt için hakkın devrinin gerçekleşmiş olması gerekirdi. Bu durum karşısında davalı şirketin pay defterine kayıt için hakkın devrinin gerçekleşmiş olması gerekirdi. Bu durum karşısında davalı şirketin pay defterindeki kayıt geçersiz olup, dava dışı … şirketine karşı pay sahibi konumunda değildir. Dava dışı …’nın yönetim kurulu üyesi olarak seçilmiş olması da sonucu değiştirmez. Zira 6102 s. TTK ile yönetim kurulu üyelerinin şirkette pay sahibi olmaları şartı kaldırılmıştır. Bu durum karşısında her ne kadar dava dışı … davacıdan 11/07/2014 tarihli sözleşme ile çıplak payların mülkiyetini kazanılmış ise de şirket pay defterlerindeki mevcut kayıt geçersiz olduğundan şirkete karşı pay sahibi sıfatı hali hazırda davacıdadır. Öte yandan bahsi geçen hisse devir sözleşmesinde kararlaştırılan tutarın yani hisse bedellerinin diğer davalıya ödeneceğine dair davacının imzasını içermeyen … ve … arasındaki 11/07/2014 tarihli muvaffakatname başlıklı yazıda davacı alacaklının bu ödemeye rızasını içeren bir beyan bulunmayıp söz konusu belge pay bedelinin ödediği hususunu ispatlamamaktadır. Bu açıklamalar ışığında TTK 499 uyarınca davalı …’nın devir sözleşmesinden kaynaklı bedeli ödememiş olması ve devrin usulsüz olması nedeni ile pay sahipliği sıfatını kazanamadığı anlaşılmakla davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davanın KABULÜ ile, Davalı …’nin pay defterinde davalı … adına kayıtlı görünen %16,50 oranındaki payın davacıya ait olduğunun tespiti ile pay defterinin davacı adına kaydına, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davalılar vekili tarafından ve katılma yolu ile de davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
DAVALILAR VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2019/562 Esas – 2020/455 Karar Sayılı dosyası ile yapılan yargılama neticesinde; “… devrin geçerliliği için aranan yazılı olma koşulunu yerine getirildiği bir başka anlatımla taraflar arasında geçerli bir alacağın temliki sözleşmesi yapıldığı anlaşılmaktadır. … O halde anılan sözleşme davacının çıplak paylarının dava dışı alıcıya geçirilmesi bakımından geçerli ve yeterlidir. Davalı şirketin esas sözleşmesinde payların devri şirketin onayına tabi kılınmadığından TTK md. 494’ün burada uygulama imkanı yoktur. Bir başka ifade ile payların devri için şirket onayı gerekmediğinden payın mülkiyetin ve paydan doğan hakların davacıda kaldığı ileri sürülemez. Bu noktada pay bedelinin ödenmemiş olmasının pay devrine etkisi sorgulanabilir. Yukarıda yapılan incelemelerde payı devralan dava dışı … tarafından taahhüt edilen ivazın davacıya ödenmediği tespit edilmiş olmakla birlikte bu durum payın geçerli bir biçimde devredildiği olgusunu etkilemez. Dava konusu payların bedelinin ödenmemiş olması sözleşmeye aykırılık teşkil eder; ancak payın devrini geçersiz kılmaz. … Bugün için gerek İsviçre doktrininde gerekse Türk doktrininde pay defterine kaydın bildirici etkiye sahip olduğu tartışmasız bir biçimde kabul edilmektedir. … Diğer bir anlatımla, ortaklık vasfı pay defterine kayıt ile değil, geçerli bir devir sözleşmesi ile kazanılır. … her ne kadar dava dışı … davacıdan 11/07/2014 tarihli sözleşme ile çıplak payların mülkiyetini kazanılmış ise de şirket pay defterlerindeki mevcut kayıt geçersiz olduğundan şirkete karşı pay sahibi sıfatı hali hazırda davacıdadır. Bu açıklamalar ışığında TTK 499 uyarınca davalı …’nın devir sözleşmesinden kaynaklı bedeli ödememiş olması ve devrin usulsüz olması nedeni ile pay sahipliği sıfatını kazanamadığı anlaşılmakla davanın kabulüne, davalı …’nin pay defterinde davalı … adına kayıtlı görünen %16,50 oranındaki payın davacıya ait olduğunun tespiti ile pay defterinin davacı adına kaydına” şeklinde hüküm kurulmuş olduğunu, Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2019/562 Esas – 2020/455 Karar Sayılı, 10.09.2020 Tarihli İlamı ile verilen kararın usul ve yasaya aykırı olup, kaldırılması/bozulması gerektiğini, Yerel mahkeme kararında yer alan çelişkili beyanların ilk derece mahkemesi tarafından yapılan incelemenin uyuşmazlığı aydınlatmakta yetersiz olduğunu açık şekilde ortaya koymakta olduğunu, Yerel mahkemenin gerekçeli kararında taraflar arasında geçerli bir alacağın temliki sözleşmesi yapıldığının anlaşıldığını, o halde anılan sözleşmenin davacının çıplak paylarının dava dışı alıcıya geçirilmesi bakımından geçerli ve yeterli olduğunu, payların devri için şirket onayı gerekmediğinden payın mülkiyetin ve paydan doğan hakların davacıda kaldığının ileri sürülemeyeceğini, payı devralan … tarafından taahhüt edilen ivazın davacıya ödenmediği tespit edilmiş olmakla birlikte bu durum payın geçerli bir biçimde devredildiği olgusunu etkilemeyeceğini, dava konusu payların bedelinin ödenmemiş olması sözleşmeye aykırılık teşkil edeceğini ancak payın devrini geçersiz kılmayacağını, gerek İsviçre doktrininde gerekse Türk doktrininde pay defterine kaydın bildirici etkiye sahip olduğunun tartışmasız bir biçimde kabul edildiğini ileri sürmüş ise de, kararının devamında şirket pay defterlerindeki mevcut kayıtın geçersiz olduğunu şirkete karşı pay sahibi sıfatının davacı olduğunu, devrin usulsüz olması nedeni ile davalı …’nın pay sahipliği sıfatını kazanamadığını belirtmiş olduğunu, Söz konusu kararın içeriğinde davanın esasını etkileyecek önemli ve göz ardı edilemeyecek ölçüde çelişkilerin olduğunu, gerekçeli kararın üst kısmında yapılan devir sözleşmesinin usulüne uygun olduğu, hisse devir işleminin gerçekleştiği hususlarının ileri sürüldüğünü, kararın alt kısmında ise usulsüz devir sözleşmesi nedeniyle müvekkilin pay sahibi sıfatına haiz olmadığı yönünde kanaate varıldığını, yerel mahkemenin gerekçeli kararında dayanak oluşturduğu gerekçesi ile dosyanın esasına ilişkin yeterli inceleme ve araştırma yapmadığı, çelişkili beyanları ile hüküm kurduğu hususlarının sabit olduğunu, yapılacak inceleme ile öncelikle bu çelişkili kararın kaldırılmasını ve yeniden yargılama yapılmasını talep ettiklerini, Davacının haksız ve de mesnetsiz taleplerinin zamanaşımına uğramış olup; zamanaşımı noktasından davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne şeklinde hüküm kurulmasının usule aykırı olduğunu, Davaya konu hisse devrine ilişkin pay defterine kayıt işleminin 02.04.2014 tarihinde yapılmış olduğunu, söz konusu bu tarihten başlamak üzere davanın ikame edildiği 25.07.2019 tarihine kadar beş yıl geçmiş olduğundan huzurdaki davanın zamanaşımı noktasından reddine karar verilmesi gerektiğini, Pay devir işleminin yapıldığı bu tarihten sonra yapılmış olan tüm genel kurullarda bizzat davacı ve diğer ortaklar tarafından imzalanmış hazirun cetvellerinin söz konusu pay defterine işleme kaydına davacının muvafakat ettiğini açık şekilde ortaya koymakta olduğunu, yine davacı tarafın söz konusu bu tarihten bugüne kadar pay defterine kayıt işlemine karşı hiçbir dava açmadığını ve keşide ettiği ihtarnameler ile de pay devir işlemlerini bizzat kabul etmiş olduğunu, bu nedenle de 25.07.2019 tarihine kadar hisse devrine ilişkin hiçbir itirazı olmayan davacı tarafın zamanaşımına uğramış mezkûr iddialarının usulden reddi gerekirken yerel mahkeme tarafından yüzeysel bir inceleme ile usule ve esasa ilişkin itirazlarının değerlendirilmemiş olmasının kabul edilemez bir durum olduğunu, 11.07.2014 tarihli sözleşme gereği uyuşmazlık konusu şirket hisselerinin müvekkil davalıya devredilmiş olduğunu, taraf iradelerinin bu yönde birleşmiş olup, davacı tarafın aksi yöndeki iddialarının mesnetsiz olduğunu, Davacı …’ün, dava dışı … ve müvekkil … arasında 11.07.2014 tarihinde hisse devir sözleşmesi imzalanmış olduğunu, bu devir sözleşmesi ile davacı …’den şirketin %16,5 hissesine karşılık gelen 13.000 adet pay ve nominal değeri 660.000-TL olan hisselerin 250.000 Euro bedel karşılığında satın alınmış olduğunu, Sözleşmenin “Amaç ve Konu” başlıklı maddesi incelendiğinde birebir aynı ifadelerle “Satıcılar, uzun zamandır şirkette genel müdürlük görevini yürüten alıcının, şirkete aynı zamanda ortak olmasını, yönetim ve karar mekanizmasında yer almasını gerçekleştirmek istemektedirler.” yazmakta olduğunu, söz konusu beyanın, taraf iradelerinin uyuşmazlık konusu şirket hisselerinin her iki satıcı tarafından müvekkil davalıya devir edilmesi yönünde olduğunu açık şekilde ortaya koymakta olduğunu, yine benzer şekilde “Sözleşme”nin “Hisse Devir Oranı-Bedeli” başlıklı (3.) maddesinde de birebir aynı ifadelerle “Yukarıda belirlenen amaç doğrultusunda, Satıcılardan … sahibi olduğu … hisselerinin %16,5 oranındaki 13.000 adetten oluşan 660.000,-Türk Lirası tutarındaki kısmını 250.000,-EURO bedeller alıcıya devredecektir. … sahibi olduğu … hisselerini %16,5 oranındaki 250.000,00-EURO bedeller alıcıya devredecektir.” yönünde taraf iradelerinin birleşmiş olduğunu, söz konusu bu düzenlemelerin açık şekilde 11.07.2014 tarihli sözleşme taraflarının ortak iradesinin uyuşmazlık konusu hisselerin müvekkil davalıya devredilmesi yönünde olduğunu ortaya koymakta olduğunu, 11.07.2014 tarihinde yapılan hisse devir sözleşmesinin tarafların yer aldığı genel kurul kararı ile 06.08.2014 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesinde yayınlandığını, sermaye kaydının da 06.08.2014 tarihinde 34694 madde numarası ile müvekkil şirket kayıtlarına alınmış olduğunu, ancak bu tarihten önce tarafların 31.12.2013 tarihinden itibaren müvekkile hisse devri gerçekleştireceğini kararlaştırdıkları için müvekkilin, hisse devir sözleşmesinin yapıldığı 11.07.2014 tarihini beklemeden Nisan 2014 tarihinden itibaren şirket cari hesaplarına nakit enjekte etmeye başladığından müvekkil tarafından şirkete ödenen nakit girişinin resmi defterlerde 02.04.2014 tarihi olarak geçmiş olduğunu, yani şirketin pay defterine 02.04.2014 tarihinde satın alma olarak işlenmiş olduğunu, Müvekkilin şirkete dahil olduğu 31.12.2013 yılından itibaren şirketin özkaynakları ve sermaye artışlarına değinmek gerekirse; – 31.12.2013 tarihli şirket bilançosundaki özkaynaklar toplamının 3.852.948,98 TL olduğunu, şirketin ödenmiş sermayesinin 4.000.000-TL olduğunu, – 30.06.2014 tarihli ara bilançoda özkaynaklar toplamının 4.573.431,86 TL olduğunu, şirketin ödenmiş sermayesinin 4.000.000-TL olduğunu, – 30.09.2016 tarihli bilançoya göre özkaynaklar toplamının 2.775.903,40-TL olup, sermayede büyük oranda bir düşüş yaşandığından şirket sermayesinin 4.000.000-TL’ den tarafların katılımı ile yapılan 14.12.2016 tarihli Genel Kurul Kararı ile 5.800.000-TL’ ye çıkartılmış olup, 31.12.2016 tarihli bilançoda özkaynaklar toplamının 4.143.272,40-TL olduğunu, – 30.09.2020 tarihli bilançoya göre ise yine sermaye artışına gidilerek öz kaynakların 6.658.543,81-TL’ ye çıkartıldığını, Hisse Devir Sözleşmesinin yapıldığı tarihten işbu davanın açılış tarihi olan 25.07.2019 tarihine kadar, davacı …’ün tüm Genel Kurul Toplantılarına iştirak etmiş olup, tüm kararların altında imzası bulunmakta olduğunu, bugüne kadar tesis edilen işlemlere, alınan kararlara herhangi bir itirazı söz konusu olmayıp, yapılan tüm işlemlerin bilgisi dahilinde yapıldığını, Hiçbir suretle kabul etmemek kaydı ile birlikte bir an için davacının işbu davayı açmakta haklı yararı olduğu kabul edilse dahi davaya konu yapılan uyuşmazlığın konusunun yüzde 16,5 şirket hisse payı olmayıp, 660.000 Adet pay dava konusu edilebileceğini, nitekim şirket değeri ve pay miktarları sürekli değişkenlik gösterdiğinden ve müvekkilin bu süre içerisinde şirketin iyileşmesi ve toparlanması için sürekli nakit sermaye koyduğundan gelir – gider tablosunda sürekli değişkenlik söz konusu olduğunu, Devamla davacı tarafın, uyuşmazlık konusu hisse devir işleminin TBK md 183 vd. hükümlerinde düzenlenmiş alacağın temliki hükümlerine tabi olduğuna işaret ettiğini ve “Sözleşme”nin temlik beyanına havi bir sözleşme imzalanmadığını kendisi ile çelişir şekilde öne sürmekte olduğunu, “Sözleşme” incelendiğinde görüleceği üzere taraf iradeleri uyuşmazlık konusu hisselerin müvekkil davalıya devri konusunda birleştiği gibi işbu hususun “Sözleşme” içerisine de derç edilmiş olduğunu, dolayısıyla davacı tarafın aksi yöndeki beyanlarının mesnetsiz olduğu gibi dosyada mübrez olan ve davacı tarafından keşide edilen ihtarnamelerde de hisse devir sözleşmesinin yapıldığı hususunun açıkça kabul edilmiş olduğunu, – Davacı tarafından 20.11.2018 tarihinde göndermiş olduğu ihtarname ile 200.000 Euro isteyerek hisse devir sözleşmesini kabul ettiğini, – Davacı tarafından 28.12.2018 tarihinde göndermiş olduğu ihtarname ile 200.000 Euro isteyerek hisse devir sözleşmesine atıf yaptığını, – Davacı tarafından 28.07.2019 tarihinde göndermiş olduğu ihtarname ile hisse devir sözleşmesinden kaynaklı hiçbir ödemenin yapılmadığı ve gerekli teminatların verilmediği belirtilip, hukuka aykırı olarak müvekkil …’ya hisselerin devrine ilişkin kayıt ve tescil edildiği yönünde ihtarname keşide edilmiş olduğunu, Davacının, 11.07.2014 tarihli hisse devir sözleşmesine atıfta bulunarak müvekkilden ödemeler talep etmiş olup, bu süre içerisinde şirketin dar boğazda olduğu dönemde müvekkil tarafından şirketin cari hesabına nakit sermayeler konulduğunu, yine müvekkile ait taşınmazın ipotek verildiğini, aracının üzerine rehin kurulduğunu görmezden gelerek müvekkilin katkıları ve maddi desteği ile kara geçen şirketten haksız menfaat temin etmeye çalıştığını, Hiçbir suretle kabul anlamına gelmemek kaydı ile birlikte bir an için davacının müvekkile devredilen hisse payına ilişkin alacağı olduğu düşünülse dahi müvekkilin 2013 yılından itibaren şirkete sürekli nakit paralar koymakta olup, şirketin kara geçmesi için taşınmazını ipotek ettiğini, şahsi aracı üzerinde rehin kurduğunu, şirket adına yapılan kredi sözleşmelerinde şahsi kefalet verdiğini, davacının bu süre zarfında müvekkilden kendisi ve aile bireyleri için sürekli para talep etmiş olup, müvekkil tarafından sürekli davacıya ödemeler yapıldığını, ilgili ödemelerin yapıldığı dekontların bir kısmını işbu dilekçeleri ekinde sunduklarını, dolayısıyla hiçbir suretle kabul etmemekle birlikte davacının hisse devrinden kaynaklı bir alacağı düşünülse dahi 2014 yılından itibaren müvekkilin davacıya ve davacının aile bireylerine gönderdiği karşılıksız ödemeler ve sermaye artışlarında müvekkil tarafından şirkete yapılan ödemeler dikkate alınarak davacının alacağından mahsup edilerek bir alacak miktarı belirlenmesi gerektiğini, zira davacının bu sürede müvekkilden sürekli maddi destek almış olup şirkete hiçbir katkısı ve desteği olmadığını, şirketin dar boğazdan çıkmasının, kar elde etmeye başlamasının tamamen müvekkilin maddi desteği ile sağlanmış olup davacı tarafından hiçbir katkıda bulunulmadığını, aksine davacıya ödemeler yapılmaya devam edilmiş olduğunu, Diğer yandan, bir an için davacı tarafından iddia edildiği şekilde farazi olarak “Sözleşme” kapsamında temlik beyanının yazmadığı kabul edilse dahi bu durumda yapılması gereken işin TBK md 19 anlamında taraf iradelerinin ortaya konulması olduğunu, sözleşmelerin yorumunu düzenleyen TBK m.19’un; “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmünde olup, metnin içerisinde kullanılan anlam ve terimlere bağlı olmaksızın, fakat tarafların gerçek ve ortak iradesini/ amacını göz ardı etmeksizin çözüm yolları bulunmasını emretmekte olduğunu, dolayısıyla bir an için farazi bir şekilde davacı tarafın iddialarının hukuka uygun olduğu düşünülse de “Sözleşme”nin (2) ve (3) numaralı maddeleri incelendiğinde taraf iradelerinin “Sözleşme” konusu hisselerin devrine yönelik olduğu hususunun tartışmasız olduğunu, işbu sebeple de davacı tarafın TBK md 183’e atıf yapar şekilde ortaya attığı alacağın temliki şartlarının işbu dava bakımından gerçekleşmiş olduğu hususunun ortaya çıkmakta olduğunu, taraflar arasında akdedilmiş olan sözleşmenin yasa koyucunun işaret ettiği yönde adi yazılı şekilde yapılmış olup devir iradesini tartışmasız şekilde havi olduğunu, Öte yandan, yine dosyada mübrez olan 11.07.2014 tarihli mutabakat ile davacıya ait hisselerin müvekkil davalı …’ya devredilmesi yönünde gerçekleşecek ödemenin de nasıl yapılacağı hususunun adi yazılı şekilde hükme bağlanmış olduğunu, işbu mutabakat metninde görüleceği üzere (3) numaralı maddede birebir aynı ifadelerle “… Bey’i hisse bedelinin … Bey’e ödenmesi…” şeklinde hüküm konulmuş olduğunu, söz konusu bu düzenlemenin, o güne değiş şirket ortaklığı olmayan müvekkil davalıya devredilen payların nasıl ve ne şekilde ödeneceği yönünde taraf iradelerinin birleşmiş olduğunu da açık şekilde ortaya koymakta olduğunu, böylece uyuşmazlık konusu hisselerin devir bedelinin davacı tarafından şirketin diğer ortağına ödeneceği hususunun açık şekilde hükme bağlanmış olduğunu, (Ek: 11.07.2014 Tarihli Hisse Devir Sözleşmesi’nin dosyada mübrez olduğunu ) (Ek: 11.07.2014 Tarihli Mutabakatın dosyada mübrez olduğunu ) (Ek: Hisse devir bedelinin …’a ödendiğini gösterir belgenin dosyada mübrez olduğunu ) 11.07.2014 tarihli hisse devir sözleşmesinin imzalandığı aynı gün yapılmış genel kurulda müvekkilin davalı yönetim kurulu üyesi seçilmiş olup 06.08.2016 tarihli sicil gazetesinde bu hususun tescil ve ilan edilmiş olduğunu, bu genel kurula davacı tarafın bizzat oy toplama memuru olarak katılmış olduğunu, davacı taraf her ne kadar 11.07.2014 tarihli sözleşmede hisse devir iradesinin bulunmadığını iddia etse de aynı gün yapılmış genel kurula bizzat katılarak ve bu genel kurulda oy toplama memuru olarak görev alarak müvekkil davalının yönetim kurulu üyesi olması yönünde yapılan oylamada olumlu oy kullanarak sürece iştirak etmiş olduğunu, söz konusu bu fiilinin gerçekte “Sözleşme” kapsamında müvekkil davalıya hisse devir işlemi yapılması yönünde ortak iradenin varlığına işaret ettiği gibi başından beri sürecin içinde olan davacı tarafından hukuku dolanmaya çalıştığını da ortaya koymakta olduğunu, (06.08.2014 tarihli ticaret sicil gazetesi örneği dosyada mübrez olduğunu ) Öte yandan yine dosyada mübrez olan 22.11.2016 tarihli Yönetim Kurulu kararının altının davacı ile birlikte müvekkil davalı tarafından imzalandığını, 02.12.2016 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantı Tutanağının davacı ile birlikte müvekkil davalı tarafından imzalandığını, 02.12.2016 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul toplantısı için düzenlenen hazirun cetveline davacının batıl olduğunu iddia ettiği hisse devir işlemine göre kurulmuş pay oranlarına göre imza atmış olduğunu, dosyada mübrez olan 02.12.2016 tarihli hazirun cetvelinde görüleceği üzere 11.07.2014 tarihli Sözleşme şartlarına uygun şekilde hisse devir işleminin yapıldığını ve taraflara ait şirket payları ile sermaye miktarlarının buna göre şekillendiğini, bu tarihte yapılan sermaye artışında müvekkilin davalıdan sahip olduğu pay miktarı kadar da nakit alındığını, dolayısıyla 11.07.2014 tarihinden beri müvekkil davalıya “Sözleşme”de yazan şartlar oranında pay sahibi gibi davranan davacı tarafından pay devrinin batıl olduğu yönünde huzurdaki davayı ikame etmesinin açık şekilde abes olduğunu, Pay devir işleminin pay defterine kaydedilmesi için yönetim kurulu kararı alınmasına gerek bulunmadığını, işbu sebeple de davacı tarafın aksi yöndeki iddialarının nazara alınmasının mümkün olmadığını, Dosyada mübrez olan 11.07.2014 tarihli sözleşme kapsamında şirket hisselerinin müvekkil davalıya devredildiği açık olmakla birlikte, davacı tarafından da işaret edildiği üzere şirket hisselerinin müvekkil davalıya devredilmiş olduğu hususunun şirket pay defterinden de açık şekilde anlaşılmakta olduğunu, davacı tarafın şirket hisselerinin pay defterine kayıt edilmesi yönünde yönetim kurulu kararı alınmasını iddia etmekte ise de bu yönde herhangi bir yasal zorunluluğun bulunmamakta olduğunu, bu yönde şirket ana sözleşmesinde bir hüküm bulunmadığı gibi TTK anlamında da pay devrinin pay defterine işlenebilmesi yönünde yönetim kurulu alınması yönünde bir düzenleme yer almadığını, zira anonim şirketlerde pay devri serbestisinin kural, pay devri sınırlamasının ise istisna olduğunu, esas sözleşmede kanuna uygun şekilde öngörülmüş bir pay devir sınırlaması (esas sözleşmesel bağlam) olmadıkça, şirketin ilgili pay devir işlemine onay vermesine gerek bulunmadığını, işlem anında müvekkilin pay sahibi olduğunu, pay defterine yapılan kaydın ise bu hususu açıklama işlevine haiz olduğunu, dolayısıyla 02.04.2014 tarihinde yapılmış pay defteri kayıt işleminde davacı tarafından iddia edildiğinin aksine, yönetim kurulu kararının varlığının aranmamakta olduğunu, bu nedenle yönetim kurulunun onay ya da ret yönünde bir kararının olmasının, pay devri işleminin geçerliliğini etkilemeyeceğini, yönetim kurulu tarafından yapılması gereken yegâne işlemin pay devrinin, pay defterine işlenmesi olduğunu, devir yönetim kurulunun onayına bağlı olmadığı için, pay defterine kayıt işleminin bir yönetim kurulu kararına dayanmasının aranmamakta olduğunu, diğer yandan uyuşmazlık konusu hisse devrine gerek davacı gerekse diğer davalı tarafından onay verilmiş olduğu hususunun da somut fiili gerçeklik kapsamında açık şekilde anlaşılmakta olduğunu, Diğer yandan hisse devir işleminin kronolojik yapısına bakıldığında 02.04.2014 tarihinde pay devir işleminin pay defterine işlendiği; 11.07.2014 tarihinde hisse devir işlemi yapıldığı ve 02.04.2014 tarihinden sonra yapılan tüm genel kurullarda hazirun cetvelinin bizzat davacı tarafından devredilmiş paylara göre imzalandığı hususlarının görülmekte olduğunu, bir an için farazi olarak 11.07.2014 tarihli hisse devir sözleşmesinin var olmadığı düşünülse dahi davacı tarafından hazirun cetvellerine atılan imzaların yazılı devir iradesi olarak kabul edilmesi gerektiğini, davacının hisse devir oranlarını bile bile bu hazirun cetvellerine imza atmış olduğunu, diğer bir anlatımla uyuşmalık konusu hisselerin davacı tarafından devredilmiş olduğu yönündeki iradenin varlığının tartışmasız olduğunu, üstelik hazirun cetvelini hazırlamak yönetim kurulunun görevi olduğundan; hazirun cetvelini hazırlayan davacının yönetim kurulu üyesi sıfatıyla bu işlemi yaptığını ve pay sahibi sıfatıyla da ilgili listeleri imzalamış olduğunu, bu nedenle pay sahibi olarak temlik beyanını yazılı olarak teyit ettiğini, yönetim kurulu üyesi olarak da yönetim kurulunun pay defterine kayıt işlemini şahsen onaylamış olduğunu, aksi halde ilgili hazirun cetvellerine muhalefet şerhi düşmesi ve yönetim kurulu üyesi sıfatıyla bu belgelere itiraz etmesi gerektiğini, Eski Türk Ticaret Kanunu uyarınca hazirun cetvelinin hazırlanmasının, Eski Türk Ticaret Kanunu madde 375/1 ile yönetim kuruluna yüklenen “pay sahiplerinin toplantıya ve müzakerelere iştirak etmek ve rey haklarını kullanmak salahatiyle bulunup bulunmadığının tespiti için gereken tedbirleri almak” şeklindeki görevin doğal bir gereği olduğunu, hazirun cetvelinin amacına ilişkin kanunun bu yaklaşımının, onun aynı zamanda pay sahipliği sıfatının ispatı konusunda rol oynayacak bir belge olduğunu açıkça ortaya koyacak olduğunu, hazirun cetveli içerisinde yer alacak bilgileri düzenleyen Eski Türk Ticaret Kanunu madde 376 göz önünde bulundurulduğunda bu belgenin pay sahipliği sıfatının ispatı bakımından lüzumlu olan bilgileri içerdiği hususunun görüleceğini, bu kapsamda hazirun cetvelinde yer alan bilgilerin şirketin başka herhangi bir belgesinden çok daha ayrıntılı bir şekilde pay sahipliği konusundaki güncel durumu ortaya koyacak nitelikte olduğunu (Alıntı: Prof. Dr. Abuzer Kendigelen Mahkeme Kararları ile Birlikte Hukuki Mütalaalar Cilt XV : 2017 – 2018, Sayfa 183 – 184 ), bu noktada belirtmek gerekir ki pay defterinin pay sahipliğinin ispatı konusunda mutlak bir otoritesi olmadığı gerçeği bir tarafa, hazirun cetveli ile pay defterinin pay sahipliği konusunda birbirlerinden farklı kayıtlar içermesi durumunda da esasen hazirun cetveline öncelik tanınması gerektiği kanaatinde olduklarını, …’ ın bu yönde açıklamalarını belirtmek gerekirse çoğu defa pay sahiplerinin incelemesine tabi olmaksızın yalnızca yönetim kurulu eliyle tutulan pay defterinin aksine, hiç değilse genel kurul toplantısında hazır bulunan pay sahiplerinin görebilecekleri şekilde düzenlenen ve TTK’ nın madde 378/2-c 2 gereği genel kurul toplantı tutanağına bağlanması, dolayısıyla yine TTK madde 378/c-1′ in TTK madde 297 hükmüne yaptığı atıf gereği pay sahiplerince de imzalanması gereken bir kayıt olması dolayısıyla pay sahipliği sıfatının ispatı bakımından hazirun cetvelinin pay defterine oranla daha kuvvetli bir delil niteliğinde olduğunu (Alıntı: Prof. Dr. Abuzer Kendigelen Mahkeme Kararları ile Birlikte Hukuki Mütalaalar Cilt XV : 2017 – 2018, Sayfa 186 – 187 ) Hazirun cetvelinde imzası olan ve tüm toplantılara katılan davacının pay devrine veya yapılan işlemlere ilişkin herhangi bir itirazı olmadığı gibi dava tarihine kadar hisse paylarının ödenmesine ilişkin herhangi bir girişimi de olmadığını, davacının hisse pay devrinin gerçekleşmediği yönündeki iddiasını ispat yükü kendisinde olmasına rağmen hiçbir suretle ispat edemediğini, yukarıda yer verilen doktrinsel görüşlerden de hazirun cetvelinin pay defterine oranla daha önem verilen deliller arasında yer almakta olduğunun görüleceğini, dosyada mübrez olan hazirun cetvelinden de sabit olduğu üzere davacının ileri sürdüğü hususlara dayanak teşkil edecek ve delillerimize karşılık davasını ispat edecek hiçbir delili dosyaya sunamadığını, davacının davasını ispat edemediğini, Müvekkilin hisse bedellerini davacının da muvafakatiyle dava dışı …’ a ödemiş olduğunu, davacının müvekkilden herhangi bir alacağı söz konusu olmayıp, aksine müvekkilin davacıdan ve davalı şirketten alacaklı konumda olduğunu, Davacının, yıllar önce hisse devri işlemi gerçekleştiği halde, yılardır hazırlanan her genel kurulda hazirun cetvellerine bizzat imza attığı halde haksız ve de kötü niyetli şekilde hisse devir işleminin gerçekleşmediğini öne sürmekte olduğunu, bu yönde verilmiş yüksek mahkeme kararında “Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, ticari şirketlerde çıplak payın devrinin alacağın temliki hükümlerine ve yazılı şekle tabi olduğu, davacı …’nin aldığı 3.302,106 adet pay için yazılı bir devir yapılmadığı, 23/06/2006 tarihli …’nun hisselerini …’a devrinde pay defterine geçerli bir pay devri sözleşmesine göre kayıt yapılmadığı, …’da bu kişiden pay aldığı, sözlü olarak devrin kararlaştırıldığı, yönetim kurulu kararı alınmadan devirler pay defterine işlendiği, birleşen davanın davacısı olan …’ın 3.302,106 adet payla ilgili 28/11/2007 tarihinden 15/05/2012 tarihine kadar alınan bir çok kararda sükut ettiği, tespit davasın da hukuki yararının bulunmadığı, davalı … yönünden pasif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.Kararı, asıl davada davalı vekili, birleşen davada davacı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, takdir olunan 1.350,00 TL duruşma vekalet ücretinin asıl davada davalı ile birleşen davada davacıdan alınarak asıl davada davacı-birleşen davada davalıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 01,50 TL temyiz ilam harcının temyiz eden asıl davada davalı-birleşen davada davacıdan ayrı ayrı alınmasına, 14.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” yönünde içtihat kurularak pay defterine işlem işlemi sonrasında alınan kararlarda hisse devri karşısında sessiz kalınmasının devre muvafakat olarak yorumlandığının görülmekte olduğunu (Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2015/8558 K. 2016/4154 T. 14.4.2016) Davacı taraf her ne kadar hisse devir işleminin yapılmadığını iddia ediyor olsa da bu iddiasının bizzat kendi imzası ile imzaladığı sözleşmede yer alan hükümle çelişmekTE OLDUĞUNU, Davacı tarafın, hisse devir sözleşmesinin geçersiz olduğunu ve yine hisse devir iradesini içermediğini iddia etmekte olduğunu, ancak hisse devir sözleşmesinin (6) numaralı bendinde davacı tarafın hisse devir işleminden doğan alacaklarını teminat altına almak üzere uyuşmazlık konusu şirket hisseleri üzerinden rehin tesisi edileceğinin düzenlenmiş olduğunu, söz konusu bu hususun taraf iradelerinin hisse devri üzerinde uyuştuğuna bir kez daha karine oluşturmakta olduğunu, zira davacı tarafın devir iradesi taşımadığı hisseler üzerinde rehin hakkı tesis etmeyi düşünmesinin hayatın olağan akışına tamamen aykırı olduğunu, Davacı tarafından hangi işlemin yok hükmünde olduğuna ilişkin tek bir somut açıklama bulunmamakta olduğunu, davacının taraflar arasında imzalanmış 11.07.2014 tarihli sözleşmenin hangi sebeplerle yok hükmünde olduğuna ilişkin tek bir iddia ortaya atmamakta olduğunu, taraflar arasındaki sözleşmenin geçerli olduğu hususunun ortada olup hisse devir işleminin usul ve yasaya uygun şekilde yapılmış olduğunu, davacı tarafın ortağı olduğu ve bizzat kendi kontrolü altında yapılmış 02.04.2014 tarihli pay defterine kayıt işlemine karşı işlemin yapıldığı tarihten bugüne herhangi bir dava açmadığı gibi bu tarihten sonra yapılan tüm genel kurullarda ortak sıfatıyla hareket eden müvekkil davalının iş ve işlemlerine karşı herhangi bir dava da ikame etmemiş olduğunu, Davacı tarafından hisse devir işleminin gerçekleşmediği yönündeki iddiasının MK anlamında hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, MK md. 2’nin “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne havi olduğunu, bu düzenlemenin TTK ve bu kanundan doğan uyuşmazlıklar bakımından da uygulama alanı bulan genel nitelikli bir hukuk kuralı olduğunu, yüksek mahkeme tarafından verilmiş bir kararda “Davacılar ile davalı banka arasındaki kredi borcunun, yeniden yapılandırılması çerçevesinde taksitlere bağlandığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. 30.06.2010 tarihli 1. taksidin ödenmemesi üzerine davalı banka davacılar ile dava dışı … arasında yapılan garanti sözleşmesi uyarınca garantörden 22.07.2010 tarihinde 750.000 TL tahsilat yapmış ve bunun 315.112,28 TL’lik kısmını ödenmeyen ilk taksit, gecikme faiz ve eklerine, 243.047,41 TL’lik kısmını ise henüz muaccel olmayan 2. taksit kredi alacağına mahsup ettiğini bildirmiştir. Bu işlemlerden sonra davalı banka tarafından hesap kat edilerek tüm borç davacılardan istenmiş olup, sözleşmede bu konuda bir hüküm bulunsa da henüz 3. taksidin vadesi gelmeden ve davalı bankanın ilk iki taksit ile ilgili garantörden tahsil ettiği bedeli mahsup ettiği de gözetildiğinde hesabı kat yetkisinin kabul edilebilir sebep bulunmaksızın kullanmasında TMK’nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralına uygun davranmadığının kabulü gerekir.” yönünde içtihat oluşturularak kabul edilebilir bir nedene dayanmadan bir hakkın kullanılmasının iyi niyet kuralına aykırı olarak kabul edilmiş olduğunu (Yargıtay Kararı – 19. HD., E. 2016/1466 K. 2016/10553 T. 13.6.2016) Yine benzer şekilde yüksek mahkeme tarafından verilmiş bir başka kararda da “Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.” yönünde içtihat oluşturularak TMK ‘nin 2. maddesinin hâkim tarafından nazara alınarak bu yönde inceleme yapılması ve ona göre bir karar verilmesi gerektiği hususunun vurgulanmış olduğunu (Yargıtay Kararı – 1. HD., E. 2014/16061 K. 2016/4251 T. 7.4.2016) Her iki yüksek mahkeme kararında da ortaya koydukları üzere bir hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumamakta olduğunu ve hâkimin bir hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını araştırmak külfeti altında olduğunu, uyuşmazlık konusu olaylara bakıldığında ise davacı tarafın iyi niyet kurallarına aykırı davrandığı hususunun açık olduğunu, davacının devri gerçekleşen hisselerinin devredilmediğini beş sene sonra iddia etmenin de haksız şekilde müvekkil davalıyı zarara uğratmaya çalışmakta olduğunu, Davacı tarafın, şirkete karşı olan toplam borcunun 1.200.000,00-EURO civarında olduğunu kabul etmekte olduğunu, ki kendisi tarafından gönderilmiş ve dosyada mübrez olan e-postanın davacı tarafın bu yöndeki ikrarını ortaya koymakta olduğunu, davacı tarafın şirkete olan borçlarının ödenmesi taraflar arasında imzalanacak sözleşmeye derç edilmek istendiği için ancak bu yönde bir türlü bir mutabakat sağlanamadığı için bir an önce şirket işlerinin yürütülmesi amacıyla müvekkil davalının şirket ortaklığının kabul edildiği şekilde pay defterine işlenmiş olduğunu, ortaklar arasındaki güven ilişkisine dayanılarak bizzat davacı tarafın muvafakati ile pay defterine işleme işleminin gerçekleştirildiğini ve yeni pay oranlarına göre yeni yönetim kurulunun Mayıs/2014 ayında şekillenerek tüm şirket işlemlerinin bu yeni ortaklık payı üzerinden gerçekleştirilmiş olduğunu, akabinde de pay devri sonrasındaki ilk genel kurulun 11.07.2014 tarihinde yapıldığını ve aynı tarihli hisse devir sözleşmesinin yapılmış olduğunu, tüm bu işlemlerin bizzat davacı tarafın bilgi ve taraf olması ile yapılmış olduğunu, tüm hazirun cetvellerinde davacının bizzat imzası olduğunu ve davacının bu zamana kadar pay devri yapılmadığını da iddia etmediğini ve hatta keşide ettiği ihtarnamelerde pay devri yapıldığını dahi kabul etmiş olduğunu, davacı tarafın bizzat kendi bilgisi, görgüsü ve talimatı ile dâhil olduğu pay devri sürecinin şimdi geçersiz olduğunu öne sürmesinin açık şekilde kötü niyetli olduğunu, Öte yandan, davalı şirketin iflas erteleme süreci de dâhil olmak üzere ekonomik anlamda oldukça zor günlerden geçmiş olduğunu, bu zor günlerde müvekkilin sahip olduğu şirket ortaklığının verdiği tüm sorumlulukları aldığını ve elini taşın altına sokarak yüklü miktarda kredilerin altına imza attığını, müvekkil davalının ayrıca şirket sermayesinde yapılan artıştan dolayı şirkete nakit enjekte ettiğini, yaşanılan dar boğazlardan geçiş sürecinde banka kredilerine müteselsil şekilde kefil olduğunu ve şahsına ait evini ve aracını ipotek dahi ettiğini, müvekkil davalının pay devrinin yapıldığı 02.04.2014 tarihinden beri şirkete nakit enjekte ettiği, şirketin dar boğazdan kurtulması için elinden geleni ardına koymadığı hususları şirket kayıtlarında yapılacak basit bir inceleme ile kolayca anlaşılacak ise de yerel mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporunda bu hususların hiçbirinin değerlendirilmediğini, müvekkil tarafından şirkete ve davacı ile davacının aile bireylerine yapılan ödemelerin hesaplamaya konu dahi edilmediğini, cari hesap kayıtları, kredi sözleşmeleri, yapılandırma sözleşmeleri, şirket kayıtlarının dosyaya sunulmuş olup, işbu belgelerin dosyada mübrez olduğunu, Müvekkil davalı gerek şirketin, gerek ortağı olduğu dönemde gerek şirket ortağı olmadan önce var gücüyle davalı şirket için çalıştığını ve taşın altına elini sokarak her türlü zorluğa göğüs germekten kaçınmadığını, bu sırada nedense davacı tarafın müvekkil davalının pay sahibi olmadığı hususunun bir an için aklına gelmediğini, müvekkil davalı şirket için tüm mal varlığı ile çalışırken davacının şirkete karşı olan borçlarının ise günden güne katlanarak artmış olduğunu, Davacı tarafın müvekkil şirkete olan borçlarını ödememesi, müvekkil şirket ortakları arasında yarattığı ticari etiğe aykırı davranışları, müvekkil şirket içerisinde sürekli şekilde çıkardığı huzursuzluklar nedeniyle neticeten müvekkil şirket yönetim kurulundan azlinin gerçekleşmiş olduğunu, davacı tarafın iyi niyet kurallarına aykırı söz konusu davranışları nedeniyle alınmış yönetim kurulundan azil kararının genel kurulda oylanmış olup söz konusu bu hususa ilişkin genel kurul tutanağının da dosyada mübrez olduğunu, Yerel mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporunda eksik ve hatalı inceleme yapılmış olup, mahkeme tarafından rapora itirazları değerlendirilmeden eksik ve hatalı rapor doğrultusunda hüküm kurulmuş olduğunu, Bilirkişi raporunda özetle; “pay defterinde dava dışı …’ya ilişkin olarak 02.04.2014 tarihinde pay devrine ilişkin işlem yapıldığı görülmekte ancak kaydın kim ya da kimler tarafından yapıldığı anlaşılmadığı, devrin işlendiği tarihte henüz bir devir sözleşmesi yapılmadığı, taraflar arasındaki devir sözleşmesinin 11.7.2014 tarihli yani pay defterine yapılan kayıttan sonraki tarihli olduğu, pay defterine kayıt için hakkın devrinin gerçekleşmiş olması gerektiği, davalı şirketin pay defterindeki kaydın geçersiz olduğu, dava dışı …’nın şirkete karşı pay sahibi konumunda olmadığı, dava dışı …’nın yönetim kuruluna seçilmiş olmasının sonucu değiştirmeyeceği, dava dışı …’nın davacıdan 11.7.2014 tarihli sözleşme ile çıplak payların mülkiyetini kazanmış ise de şirket pay defterindeki mevcut kayıt geçersiz olduğundan şirkete karşı pay sahibi sıfatı hali hazırda davacıda olduğu” yönünde eksik ve hatalı değerlendirme ile rapor tanzim edildiğini, yerel mahkeme tarafından da bu rapor doğrultusunda itirazları değerlendirilmeden usul ve yasaya aykırı hüküm kurulduğunu, Pay defterine kaydın kurucu değil, açıklayıcı nitelikte olduğunu, söz konusu bu hususun ilk derece mahkemesi tarafından göz ardı edilmiş olduğunu, işbu sebeple de yerel mahkeme kararının kaldırılması gerektiğini, Halka kapalı anonim şirketlerde; hisse senedi bastırılması zorunluluğu olmadığı için, senede bağlanmamış çıplak payın, hisse senetleri gibi devre konu olabileceğini, nitekim anonim şirkette pay sahipliği sıfatının kazanılmasının, hisse senedi bastırılmasına bağlı olmadığını, TTK’da, çıplak payların devredilmesine ilişkin olarak açık bir hüküm olmadığını, ancak bunun çıplak payın devrine engel olmadığını, buna göre çıplak payın alacağın temliki TBK md. 162 hükümlerine göre devredilebileceğini, Yargıtay’ın da çıplak pay devrinin mümkün olduğunu muhtelif kararlarında belirtmiş olduğunu, yazılı olarak yapılan ve tasarrufi niteliği olan alacak temliki işlemi ile çıplak payın devredilebileceğini, senede bağlanmamış paylar için de bir pay defteri tutulması gerekmekte olduğunu, nitekim çıplak pay da olsa, devrin şirkete karşı ileri sürülebilmesinin (genel kurula katılma, kâr payı alma vb. mali ve yönetimsel ortaklık hakları için) yegâne yolunun payın, pay defterine kaydedilmiş olması olduğunu, Yargıtay’ın da aynı görüşte olduğunu (Y. 11. HD., 15.11.1990 T., 1989⁄6746 E., 1990⁄7294 K., Narbay Şafak, Anonim Ortaklıkta Pay Defteri ⁄ Batider C.XV, S.2, s.121 vd. ) Çıplak payın devrinin 6098 sayılı TBK temlik hükümlerine tabi olduğunu, TBK 183 vd ile TTK nama yazılı paylara ilişkin hükümlerin uygulanacağını, buna göre bedeli tamamen ödenmiş ancak senede bağlanmamış çıplak payın devrinin alacağının temliki hükümlerine göre yapılması gerektiğini, bu anlamda pay defterine kaydın TTK 499 md. gereğince kurucu değil açıklayıcı nitelikte olduğunu, bu nedenle müvekkil şirket tarafından yapılan pay defteri kaydının kurucu nitelik taşımamakta olduğunu, devir keyfiyetinin pay defterine yazılmasının, pay sahipliğinin kazanılmasında ya da kaybedilmesinde etkili olmayan bir usul işlemi olduğunu, devrin pay defterine kaydının, hisse derinin mutlaka geçerlilik şartı olmayıp, pay defterine tescilin etkisinin izhari nitelikte olduğunu (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 03.05.2001 gün, E. 2011/1607 K. 2001/3872, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 16.12.2004 gün ve E. 2004/3023, K. 2004/12406 sayı), kısacası, devralanın kayıttan önce ortak sıfatını kazanmış olduğunu ve ortaklıkta devralana ortak olarak davranma hakkına sahip olduğunu, bu doğrultuda senede bağlanmamış payların da her türlü satım sözleşmesine konu olabileceğini, bu paylar üzerinde alım, önalım, geri alım haklarının kurulabileceğini, payın senede bağlanmamış olmasının, pay sahipliğinden doğan hakların devrine engel olmadığını (BAHTİYAR, Anasözleşme Hükümleri s. 83; GÖKSOY, s. 51; AKIN, Nama Yazılı Hisseler, s.33
) Raporda, “Davacı uhdesinde bulunan davalı şirketin çıplak paylarının yazılı bir sözleşme ile dava dışı …’ya devretmiş ve mülkiyeti geçmiştir.” denilmiş olduğunu, taraflar arasındaki hisse devir sözleşmesi gereğince müvekkil davalının, davacıya ait hisselerin mülkiyetini kazanmış olduğunu, bu durumda müvekkil şirketteki payından doğan hakları kullanma konusunda herhangi bir engel bulunmadığını, şirket pay defterindeki kayıt her ne kadar hisse devir sözleşmesinden önce yapılmışsa da, gerek davacı gerekse diğer şirket ortakları tarafından şirket pay defterine yapılan kayıttan sonra müvekkilin şirket ortağı olarak hareket etmesine ve bu minvalde hakları kullanmasına uzun yıllar itiraz edilmediğini, bu durumda kayıttan önce ortaklık sıfatının kazanılabileceği dikkate alındığında da raporda şirket pay defterine yapılan kaydın geçersiz olduğu yönündeki tespitin tamamen hatalı olup, kabulünün mümkün olmadığını, 22.11.2016 tarihli Yönetim Kurulu kararının, davacı ile birlikte müvekkil davalı tarafından imzalandığını; 02.12.2016 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantı Tutanağının davacı ile birlikte müvekkil davalı tarafından imzalandığını, 02.12.2016 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısı için düzenlenmiş olan hazirun cetveline davacı tarafın imza atmış olduğunu, 02.12.2016 tarihli hazirun cetveli cevap dilekçeleri ile birlikte sunulmuş olmasına rağmen raporda bu hususa ilişkin herhangi bir değerlendirme de yapılmamış olduğunu, ancak hazirun cetveli incelendiğinde 11.7.2014 tarihli hisse devir sözleşmesine göre hazırlandığının da anlaşılacağını, ancak söz konusu bu hususlara raporda hiç değinilmediğini ve şirket pay defterindeki kaydın silinmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiş olduğunu, davacı tarafın söz konusu toplantılara katılarak diğer davalı …’nın şirketteki payına ilişkin herhangi bir itirazda bulunmamasının şirket paylarının devredildiğinin açık bir göstergesi olduğunu, …’nın şirketin iflas erteleme sürecinde yüklü miktarda kredilerin altına imza attığını ve şirket ortaklığı gereği üzerine düşen tüm sorumlulukları aldığını, şirkete sürekli nakit sermaye koyduğunu, ancak bilirkişi tarafından müvekkilin şirkete ödediği nakit paraların, kredi sözleşmeleri hiçbir suretle incelenmeyerek tek yönlü bir rapor tanzim edilmiş olduğunu, Taraflar arasındaki pay devrinin yapıldığı tarihten sonra müvekkil şirketin 02.12.2016 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısında “Hazır bulunanlar listesinin tetkikinden şirketin toplam 4.000.000 TL’lik sermayesine tekabül eden 80.000 adet payın tamamının asaleten olmak üzere toplantıda temsil edildiğini…” denilmiş olduğunu, akabinde aynı olağan genel kurulun 9 numaralı maddesinde “Şirketin 4.000.000 TL olan sermayesinin 970.000 TL’sinin dağıtılmayan kardan geri kalan 830.000 TL’nin de ortakların şirketten olan alacaklarından olmak üzere iç kaynaklardan alınarak şirket sermayesinin 5.800.000 TL’e çıkarılmasına oy birliği ile karar verildi.” şeklinde karar verilmiş olduğunu, davalı …’nın şirket ortaklığına ilişkin hiçbir itirazın olmamasının, taraflar arasında hisse devrinin yapıldığının büyük bir göstergesi olduğunu, yine 2.12.2016 tarihli olağan genel kurulda alınan 9 numaralı karar ile …’nın şirket ortaklığının verdiği yetkiler doğrultusunda sermaye artışının yapıldığı genel kurula katılmış olduğunu, genel kurulda alınan karar doğrultusunda da sermaye artışı konusunda şirketi finanse ederek, yüklü miktarda nakit sermaye koyduğunu, fakat bu süreçte dahi davacı …’ün şirketten para çekmeye, şirketi zarara sokmaya devam etmiş olduğunu, müvekkil …’nın bu zor günlerde taahhüt ettiği ve aldığı hisse bedellerini dava dışı …’a ödemiş olmasına rağmen, bir yandan da davacı …’ün bitmek bilmeyen para isteklerine karşılık ödemeler yapmış olduğunu, ancak yapılan bu ödemelerin şirket kayıtlarında gösterilmemiş olup, gayriresmi ödemeler halinde gerçekleştirilmiş olduğunu, davacıya yapılan bir kısım ödemelerin dekontlarından da görüleceği üzere 14.11.2016 tarihinde 25.000 Euro, 19.12.2016 tarihinde 10.000 euro olmak üzere müvekkil …’ dan toplamda 35.000 Euro Tahsilat yapılarak davacıya ödenmiş olduğunu, söz konusu ödeme dekontlarının dosyada mübrez olduğunu, bu ödemeler haricinde müvekkilin, davacı ve davacının ailesine 2014 yılından itibaren sürekli nakit ödemeler gönderdiğini, Müvekkil tarafından davacıya ve dava dışı …’a yapılan ve şirketin cari hesabına nakit enjekte ettiği ödemeler çerçevesinde şirketin hisse oranlarının sürekli değişkenlik göstermiş olduğunu, davacı … 4.000.000 milyon sermayeli şirkette %16,5 hisseye sahipken, davacı tarafın sermaye artışı sonrası 5.800.000 milyonluk yeni sermayede hisse oranları aynı kalmasına rağmen; sermaye artışından önceki oranların değişmiş olduğunu, davacı tarafın hisse devri yapıldıktan sonra şirket menfaatlerine yönelik herhangi bir eşlem içinde olmadığını, ancak şirket iflas etmekten kurtulduktan sonra şirket mal varlığına ve hisselerine saldırmaya başladığını, hatta davacı tarafın hisse devrini yaptıktan sonra şirketin ekonomik durumunun kötüye gitmesi nedeniyle şirketi finanse etmekten dahi kaçınmış olduğunu, ancak davalı şirketi diğer iki ortağın finanse etmekten kaçınmadığını, iflas erteleme sürecinin başarılı şekilde yürütüldüğünü ve şirketin dar boğazdan çıkarıldığını, bu süreçte …’nın şirket adına çekilen kredilere müteselsil kefil ve şirket ortağı olarak imzalar dahi attığını hatta kendi evini, aracını ipotek ettiğini, buna rağmen davacı tarafın söz konusu bu hususlara hiçbir zaman itiraz etmediğini, Bilirkişi raporunda her ne kadar taraflar arasındaki hisse devri sözleşmesinin bedelinin ödenip ödenmediği konusunda dosyada ödeme dekontu bulunmadığı yönünde görüş bildirilse de cevap dilekçelerinde belirtilen hisse devir bedelinin …’a ödenmiş olduğu hususunun göz ardı edildiğini, yerel mahkeme tarafından da delillerinin dikkate alınmadığını, Bilirkişi raporunda; “davalı şirkete ait pay defterinde davacının davalıya 02.04.2014 tarihinde beheri 50 TL olan 13.200 adet hisseyi …’ya devretmiş olduğu, bununla birlikte dava konusu taraflar arasında imzalanan 11.07.2014 tarihli …, … ve … arasında akdedilen sözleşmeye göre davacı “… sahibi olduğu … hisselerinin %16,5 oranındaki 13.000 adetten oluşan 660.000 TL tutarındaki kısmını 250.000 Euro bedelle, alıcıya devredecektir.” şeklinde devir maddesinin bulunduğu, ödemenin ise “Taraflar kural olarak, devir bedeli olarak belirlenen tutarın hisselerin devir tarihinden itibaren beş yıl içinde ve her yılın bilançosu kesinleştiği tarihte eşit taksitler halinde (her ödeme her bir satıcıya 50.000 Euro olmak kaydı ile) nakit olarak ödenmesini kabul etmişlerdir.” şeklinde olacağı kararlaştırılmış olup, sözleşmeye istinaden ödemenin yapıldığına ilişkin dosya içerisinde herhangi bir ödeme dekontunun ibraz edilmediği” şeklinde görüşünün tamamen hatalı olduğunu, Dosyaya sunmuş oldukları cevap dilekçelerinde belirtmiş oldukları şekilde, 11.7.2014 tarihli mutabakat ile davacıya ait hisselerin müvekkil davalı …’ya devredilmesi yönünde gerçekleşecek ödemenin de nasıl yapılacağının adi yazılı şekilde hükme bağlanmış olduğunu, işbu mutabakat metninin 3. maddesinde “… BEY’İ HİSSE BEDELİNİN … BEY’E ÖDENMESİ…” şeklinde hüküm oluşturulmuş olduğunu, söz konusu bu düzenlemenin o güne değin şirket ortaklığı olmayan müvekkil davalıya devredilen payların nasıl ve ne şekilde ödeneceği yönünde taraf iradelerinin birleşmiş olduğunu da açık şekilde ortaya koymakta olduğunu, böylece uyuşmazlık konusu hisselerin devir bedelinin müvekkil davacı tarafından şirketin diğer ortağına ödeneceği hususunun açık şekilde hükme bağlanmış olduğunu, söz konusu bu ödemenin de müvekkil davalı tarafından ifa edilmiş olup, hisse devir bedelinin …”a ödendiğini gösterir belgenin cevap dilekçeleri ile birlikte sunulduğunu ve dosyada mübrez olduğunu, dolayısıyla davacının müvekkile devrettiği hisse bedelinin ödenmediği iddiasının son derece mesnetsiz olup, müvekkile düşen hisse payı bedelinin davacının da kabulü ve 11.07.2014 tarihli mutabakat altına attığı imza ile dava dışı şirket ortağı …’ a ödenmiş olduğunu, Ancak, bilirkişi heyeti tarafından yukarıda anılan hususlar değerlendirilmeksizin rapor tanzim edildiğini, söz konusu rapora ilişkin mahkemeye sunmuş oldukları itirazlar değerlendirilmeden yerel mahkemece eksik ve hatalı bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm kurulmuş olduğunu, Yerel mahkeme tarafından müvekkile ait hisse payı üzerine konulan ihtiyati tedbir kararının yapılacak inceleme ile kaldırılması gerektiğini, Dava konusu şirket hisselerinin 3. kişiye devredilmemesi yönünde yerel mahkeme tarafından ihtiyati tedbir kararı verilmiş olup, ilgili tedbir kararının kaldırılması gerektiğini, zira 6100 sayılı HMK’nun 389. maddesi çerçevesinde belirtildiği üzere ihtiyati tedbirin ancak “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında…” verilebileceğini, söz konusu davada ise uyuşmazlık çerçevesinde davacı tarafın tedbir talebine ilişkin olarak tek bir somut iddia ve delil ortaya koyamadığını, işbu davanın pay defteri düzeltilmesi talepli açılmış bir dava olup, dava konusu ile yerel mahkeme tarafından konulan ihtiyati tedbir arasında herhangi bir bağ bulunmadığını, Öte yandan, müvekkil davalının diğer müvekkil davalı şirkette yıllardır çalıştığını, nihayetinde şirketin ortağı olduğunu ve bu ortaklık akabinde şirketin geçtiği dar boğazlarda birebir kredi yükleri altına girerek şirketin mali durumunun düzelmesi için savaşmış biri olduğunu, müvekkil davalının diğer davalı şirkete yıllarını vermiş olup kendisine hukuka uygun şekilde intikal etmiş payları 3. kişilere devir ve temlik edebileceği yönünde ne bir fiili durum ne de ibare bulunmadığını, bu nedenle yerel mahkeme tarafından müvekkilin sözleşme ve tarafların ortak mutabakatı ile almış olduğu hisse payları üzerinde tedbir kararı verilmesinin kabul edilemez bir durum olup, söz konusu ihtiyati tedbir kararının kaldırılması gerektiğini, Tüm bu hususlar kapsamında ve davalı müvekkilin halihazırda şirketin borçlarından dolayı şahsına ait bir taşınmazının ipotek verildiğini, yine şahsına ait bir aracı üzerinde rehin kurularak, şirketten yaklaşık 1.300.000-TL alacaklı konumunda olduğu hususları da dikkate alınarak Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2019/562 Esas – 2020/455 Karar sayılı ve 10.09.2020 tarihli ilamının yapılacak istinaf incelemesi ve yargılaması neticesinde bozulmasına/ kaldırılmasına, yargılamanın duruşmalı yapılmasına karar verilmesini istemek gerekliliği hasıl olduğunu, Yerel mahkeme tarafından eksik inceleme ile hüküm kurulduğundan dava konusu uyuşmazlığa ilişkin yeniden yargılama yapılmasını, dosyanın bilirkişiye gönderilerek inceleme yapılmasını, yargılamanın tüm usul ve esasa ilişkin süreçlerinin istinaf dairesi tarafından yapılmasını talep ettiklerini, eğer aksi kanaat oluşur ise dosyada yeterli inceleme yapılmadığından eksik incelenen ve itirazlarına konu hususların değerlendirilmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesini ve uyuşmazlık konusuna ilişkin yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep ettiklerini beyanla; Açıklanan ve re’sen gözetilecek hususlar kapsamında; – Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 10.09.2020 tarih ve 2019/562 Esas – 2020/455 Karar sayılı ilamının ve müvekkilin hissesi üzerine konulan ihtiyati tedbir kararının istinaf incelemesi ve yargılaması neticesinde bozulmasına/ kaldırılmasına, – Dosyanın yerel mahkemeye gönderilmeden ilk derece mahkemesi sıfatıyla yeniden inceleme yapılarak davanın reddine, – İşbu talepleri kabul edilmeyecek olursa Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 10/09/2020 tarih ve 2019/562 Esas – 2020/455 Karar sayılı ilamının ve müvekkilin hissesi üzerine konulan ihtiyati tedbir kararının istinaf incelemesi ve yargılaması neticesinde bozulmasına/ kaldırılmasına, yargılamanın duruşmalı yapılmasına ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine, – Yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DAVACI VEKİLİ KATILMA YOLU İLE İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Yerel Mahkemece verilen karar hukuka uygun ise de; gerekçe kısmında yer alan ve birçoğu bilirkişi raporundan alınan açıklamaların hukuka uygun olmadığını, bu sebeple söz konusu kararın gerekçesinin belli kısımlarında yer alan açıklamaların kabul edilemeyeceğini, bu yönü ile dosyaya daha önce sundukları dilekçelerinde yer alan açıklamalar ve aşağıda belirtilen sebeplerle kararın gerekçesinde yer alan belirli kısımlar yönünden istinaf yoluna başvurduklarını, Davalı …’nın mahkeme kararında bilirkişi raporundaki gibi dava dışı olarak nitelendirilmiş olmasının da hatalı olduğunu, Mahkeme kararında da bilirkişi raporunun birçok yerinde olduğu gibi davalı …’dan dava dışı olarak bahsedilmiş olup dava dilekçesinde ve diğer belgelerde …’nın davalı olarak gösterildiğini, dolayısıyla bu yöndeki ifadenin hatalı olduğunu, Mahkeme kararında da bilirkişi raporundaki ifadelerin alıntılanarak 11.07.2014 tarihli sözleşmenin pay devri için yeterli olduğu ve davalı …’nın dava konusu payların mülkiyetini kazandığı yönündeki ifadelerin açıkça hukuka aykırı olduğunu, 11.07.2014 tarihli sözleşme yazılı olarak yapılmışsa da içeriğinden payların mülkiyetinin belli şartlara bağlı olarak davalı …’ya geçeceği hususunun açıkça düzenlenmiş olduğunu, hal böyle iken pay devri için şartlar gerçekleşmeden pay devri taahhüdü beyanı içerir sözleşme ile davalı …’nın payların mülkiyetini kazandığı iddiasının kabul edilemeyeceğini, nitekim TBK m.184 uyarınca yazılı temlik beyanın bulunmasının zorunlu olduğunu, ancak 11.07.2014 tarihli söz konusu sözleşmede payların devredildiğine dair açık temlik beyanı bulunmadığını, şartlar gerçekleştiğinde payların devredileceğinin belirtilmekte olduğunu, diğer bir ifadeyle söz konusu sözleşmede ifade edilmiş bir edim bulunmayıp sadece ifa edilmesi vaad edilmiş bir edim söz konusu olduğunu, Alacağın temliki bir tasarruf işlemi olduğundan, ancak bununla çıplak payın devralana geçeceğini, ancak 11.07.2014 tarihli sözleşme metni incelendiğinde söz konusu payların devredildiğine dair bir beyan bulunmadığı gibi belli şartlar ve edimler yerine getirildiğinde payların devredileceği yönünde bir taahhütte bulunulduğunu, ortada kararda açıklandığı belirtilenin aksine tasarrufi bir temlik beyanı bulunmadığını, 11.07.2014 tarihli sözleşmede madde 5’te 7 gün içinde hisse devirlerinin gerçekleştirileceğinden söz edilmekte olduğunu, diğer bir ifadeyle bu sözleşme ile hisse devrinin gerçekleştirilmediğini, gerçekleştirileceğinin taahhüt edildiğini, ancak davalı tarafça sözleşme gerekleri yerine getirilmediğinden kendisine ihtarnameler keşide edildiğini ve hukuka aykırı şekilde pay defterine kayıt yapıldığından işbu davanın açılmış olduğunu, bu yönü ile verilen karardaki gerekçenin kabulünün mümkün olmadığını ve kabulü mümkün olmayan bu açıklamalar yönünden istinaf talebinde bulunduklarını, Son olarak yerel mahkeme kararında yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden de eksik bedele hükmedilmiş olup bu sebeple de kararı istinaf ettiklerini beyanla; Açıklanan nedenlerle, dava konusu paylara bağlı haklarla ilgili talepte bulunma ve diğer hakları saklı kalmak kaydı ile; – Davalı tarafın sonradan gerçeğe aykırı şekilde tanzim ederek dosyaya sunduğu yeni ve bir kısmı dava ile ilgisi olmayan belgelere ve davalı tarafın yeni iddialarına muvafakatleri bulunmadığından tüm bu iddialarının ve sunulan belgelerin dikkate alınmamasına, bu belgelerin dosyadan çıkartılmasına, – Haksız ve gerçek dışı iddialara dayalı olarak davalı tarafça yapılmış tüm istinaf taleplerinin ve tedbirin kaldırılması yönündeki taleplerin reddine, – Talepleri doğrultusunda gerekçesi değiştirilmek sureti ile davanın kabulü ile davalı şirket pay defterinde hukuka aykırı ve batıl şekilde davalı … adına kayıt edilmiş bulunan % 16,50 oranındaki hissenin müvekkiline ait olduğunun tespiti ile pay defterindeki … adına olan %16,50 oranındaki batıl hisse kaydı terkin edilerek müvekkili adına kayıt ve tesciline ve bu yönde verilmiş yere mahkeme kararının hüküm kısmı yönünden onanmasına, – Yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; anonim şirket pay devri sözleşmesinin geçersiz olduğu iddiası ile davalı adına pay defterine kaydedilen hissenin davacıya ait olduğunun tespiti ve davalı adına pay defterine kaydedilen hissenin terkini talebine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Somut dava, niteliği itibariyle nispi harca tabidir. 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesinde ”Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahalenin men’i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara alınır. Gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de bulunulduğu takdirde harç, gayrimenkulün değeri ile talep olunan tazminat ve ecrimisil tutarı üzerinden alınır. Değer tayini mümkün olan hallerde dava dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemişse davacıya tesbit ettirilir. Tesbitten kaçınma halinde, dava dilekçesi muameleye konmaz. Noksan tesbit edilen değerler hakkında 30’uncu madde hükmü uygulanır.” Aynı Yasa’nın 30. maddesinde de ”Muhakeme sırasında tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409’uncu maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” hükmü düzenlenmiştir.Davacı vekili tarafından dava dilekçesinde dava değeri bildirilmemiş, tevzi formunda davaya esas değer 9.570,00 TL olarak belirtilmiş ve bu miktar üzerinden harç alınmıştır. Mahkemenin 25/06/2020 tarihli celsesi 2 nolu ara kararında dava konusu % 16,5 hisse oranı bedeli 957.000,00 TL olarak belirtilmek suretiyle davalı adına kayıtlı hisseler üzerine ihtiyati tedbir konulmuş, dava konusu sözleşmede devredilen hisse oranındaki 13.000 adet hisselerin bedeli 660.000,00 TL olarak belirtilmiştir. Bu itibarla, mahkemece nisbi harca tabi işbu davada nisbi harcın dava konusu hisselerin dava tarihindeki değeri üzerinden hesaplanması gerektiği göz önünde bulundurularak, dosya kapsamında hisselerin bedelinin net olarak belirlenmediği anlaşılmakla hisselerin değeri tespit edilip, harç tamamlattırıldıktan sonra işin esasına girilmesi, harcın tamamlanmaması halinde Harçlar Kanununun 30. maddesi uyarınca işlem yapılması gerekirken, anılan husus nazara alınmaksızın tevzi formunda belirtilen bedel üzerinden harç alınmak suretiyle davanın görülüp sonuçlandırılması yerinde görülmemiştir. Bunun yanında davalılar vekili tarafından zamanaşımı defi ileri sürülmesine rağmen, Mahkemece 12/12/2019 tarihli ön inceleme duruşmasında zamanaşımı itirazının bulunmadığı şeklinde tutanağa geçildiği, Mahkemece davalılar vekilinin zamanaşımı defi hakkında ara kararlarda ve gerekçeli kararda değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Davalılar vekili tarafından zamanaşımı defi ileri sürülmesine rağmen ve Mahkemece bu konuda karar verilmesi gerekirken bu yönde olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi yerinde görülmemiştir. Kabüle göre de; Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar gerekçesinde dava konusu payların çıplak pay olduğunu, bedeli tamamen ödenmiş payların alacağın temliki hükümlerine göre yazılı devir sözleşmesine göre devredilmesi gerektiğini, buna göre dava konusu pay devri sözleşmesinin geçerli olduğunu, pay devrinin şirketin onayına tabi olmadığını, dava konusu pay devri bedelinin davalı tarafından davacıya ödenmediğini, ancak bu hususun payın geçerli bir şekilde devredildiği hususunu etkilemediğini, pay devrinin pay defterine kaydının kurucu unsur olmayıp, bildirici unsur olduğunu belirttikten sonra, dava konusu pay devrinin pay defterine usulüne uygun kaydedilmediğini, davalının pay devir bedelini ödememesi ve devrin usulsüz olması sebebiyle pay sahipli sıfatını kazanmadığı sonucuna varılarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme gerekçesinin kendi içerisinde çelişkili olduğu görülmüş ve Mahkemece çelişkili gerekçeye dayalı olarak hüküm kurulması yerinde olmamıştır. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin ve davalılar vekilinin istinaf başvurusunun yukarıda belirtilen sebeplerle kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 297, 353/1.a.6. maddeleri uyarınca kaldırılmasına, kararın kaldırılma sebebine göre davacı vekilinin ve davalılar vekilinin sair istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Tarafların istinaf başvurularının KABULÜ ile; Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 10/09/2020 tarih ve 2019/562 Esas – 2020/455 Karar sayılı kararının HMK’nın 297, 353/1-a6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Sair istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, istinaf karar harçlarının talep halinde ilgili taraflara iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Artan gider avansı bulunması halinde avansı yatıran tarafa iadesine, 6-Dairemizce verilen kararın mahiyeti gereği İİK’nın 36/5 maddesi uyarınca icranın geri bırakılması için yatırılan teminatın talep halinde teminatı yatıran ilgili tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 19/10/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.