Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/848 E. 2023/1051 K. 22.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/848 Esas
KARAR NO: 2023/1051 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2017/545 Esas – 2020/348 Karar
TARİHİ: 22/09/2020
DAVA: Denkleştirme Tazminatı
KARAR TARİHİ: 22/06/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin davalı iki şirketle imzalamış olduğu 21/04/2009 tarihli acentelik sözleşmesi gereğince Ankara Bölgesinde acentelik faaliyetini yerine getirdiğini, müvekkili ile karşılıklı olarak imzalanmış olan 21/04/2009 tarihli acentelik sözleşmesinin davalılar tarafından Beyoğlu …Noterliğinin 16/12/2016 tarihli … yevmiye numaralı fesih ihbarı ile tek taraflı olarak feshedildiğini ve müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını, müvekkilinin davalı şirketlere müşteriler ve önemli menfaatler kazandırdığını ve işletmesine portföyün geliştirilmesi ile de davalı şirketlere değer artışı sağlayarak pozitif olay zincirini ortaya çıkardığını, sözleşme yılından bu yana davalılar adına özen ve titizlikle sürekliliğin sağlanarak portföyü geliştirmek için gereken çabayı gösteren bir acente olarak ani ve mesnetsiz gerekçelerin sözlü olarak bildirilmesinin hemen akabinde sözleşmenin tek taraflı olarak feshedilmesinin hukuki zeminde koruma alanı bulamayacağını, davalılar tarafından yapılan haksız ve hukuka aykırı uygulamanın düzeltilmesi için müvekkili adına, davalı şirketlere keşide edilen Beyoğlu … Noterliğinin … yevmiye numaralı ve 02/01/2017 tarihli ihtarname ile haksız feshin ve bu fesihten kaynaklı haksızlıkların giderilmesi için süre verdiğini ancak herhangi bir değişikliğin olmadığını beyanla haksız fesih neticesinde TTK’nun 122.maddesi hükmüne göre dava tarihi itibariyle işleyecek avans faizi ile birlikte hesaplanacak denkleştirme tazminatının davalılardan alınarak davacıya verilmesine, haksız fesih nedeniyle sona eren acentelik sözleşmesinden kaynaklı olarak davalı şirketlerce tahsil edilen feshe ilişkin her türlü fesih bildirim, azilname, ihtarname ve ticaret siciline tescil masraflarının davalılardan alınarak ödeme tarihleri itibariyle işleyecek yasal faizi ile birlikte müvekkiline iadesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalılar vekili cevap dilekçesi ile; davacının 2016 yılı içinde kendilerine branş bazında verilen hedeflerin tamamına yakınını yapılan yazılı uyarılara rağmen gerçekleştirememiş olması nedeniyle, 21/04/2009 tarihli acentelik sözleşmesinin Beyoğlu … Noterliğinin 16/12/2016 tarih ve … yevmiye numaralı ve 31/01/2014 tarih … yevmiye numaralı acentelik sözleşmesinin ihtarnamenin tebliğ tarihinden itibaren geçecek 3 ayın sonunda feshedileceğinin bildirildiğini ve 27/03/2017 tarihinde feshedildiğini, davacı acentenin müvekkili şirket tarafından kendisine verilen hedefleri gerçekleştirememiş olması ve acentenin gerekli çabayı gösteremediğinin tespiti halinde davalının sözleşme feshinde haklı nedenler oluşturacağı nedeniyle davacının portföy tazminatı alacağı talebinin bir dayanağının bulunmadığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla, davacı tarafın taleplerinin portföy tazminatına hükmedilebilmesi için öncelikle TTK’nın ilgili maddesinde sayılan şartların meydana gelip gelmediğinin tespit edilmesinin gerektiğini beyanla davanın usulden reddine, aksi halde haksız ve mesnetsiz olarak açılan davanın esastan reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili 06/12/2019 havale tarihli ıslah dilekçesi ile; 45.000,00 TL harca esas bedel ile açılan belirsiz alacak davasında talep edilen alacak bedellerini, bilirkişi raporu doğrultusunda 117.256,00 TL arttırarak, dava değerini toplam 162.256,00 TL olarak neticelendirmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarih ve 2017/545 Esas – 2020/348 Karar sayılı kararında; “Dava, sigorta acentelik sözleşmesinin haksız sebeple feshi nedenine dayalı maddi tazminatın (denkleştirme) (portföy tazminatının) davalı sigorta şirketlerinden ayrı ayrı tahsili istemine ilişkindir. Davalı … Sigorta A.Ş yönünden; 6102 Sayılı TTK’nın 122/4. maddesinde denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıl içerisinde ileri sürülmesi gerektiği düzenlenmiş, sözleşme davalı tarafından 16.12.2016 tarihinde 3 ay içerisinde sözleşmenin feshedileceği bildirilerek feshedilmiş, dava bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde 12.06.2017 tarihinde açılmıştır. Davacı vekilinin portföy tazminatı talebini ileri sürüş biçimine göre davanın 6100 Sayılı HMK’nın 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak davası olarak nitelendirmek ve talep arttırımı 06.12.2019 tarihinde gerçekleşmiş ise de, hak düşürücü sürenin ilk dava açılış tarihine göre değerlendirilmesi gerektiği, portföy tazminatı talebinin tümünün ilk davanın açıldığı 12.06.2017 tarihine göre hak düşürücü süre içerisinde açıldığı kabul olunmuştur. Davacı, haksız fesih nedeniyle portföy tazminatı talep etmektedir. Taraflar arasında 21.04.2009 tarihli acentelik sözleşmesinin düzenlendiği, davalı tarafından sözleşmenin karşılıklı mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilememesi ve bu konudaki uyarıya rağmen iyileştirme görülmemiş olması nedeniyle tek taraflı olarak feshedildiği ve davacının azledildiği anlaşılmaktadır. Portföy tazminatı acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra bu ilişkinin devamı boyunca acentenin kişisel gayreti ile yarattığı müşteri çevresinden akidinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanması nedeni ile uğradığı kaybın karşılığıdır. 6102 Sayılı TTK’nın 122. maddesi ile 5684 Sayılı Sigorta Kanunun 23/16. maddesi uyarınca sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra sigorta şirketi acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ediyor ve hakkaniyet gerektiriyorsa sigorta acentesi, sigorta şirketinden tazminat talep edebilecektir. TTK’nın 121(1) maddede belirsiz bir süre için yapılmış olan acentelik sözleşmesinin, taraflardan her birinin üç ay önceden ihbarda bulunmak şartıyla feshedebileceği, ancak sözleşme belirli bir süre için yapılmış olsa bile, haklı sebeplerden dolayı her zaman fesholunabileceği hükmü düzenlenmiştir. Somut olayda, sözleşme belirsiz süreli olup, davalı sözleşmeyi kararlaştırılan hedeflerin gerçekleştirilmemesi nedeniyle feshettiğini ileri sürmüş ise de, sözleşmede yıllık veya sözleşme süresince hedef belirlendiğine ilişkin bir hüküm yer almadığı, bu nedenle davalının sözleşmeyi feshinin haksız ve geçersiz nedene dayalı olduğu anlaşılmıştır. Davacı yanın talep ettiği portföy tazminatı talebi TTK’nın 122(1) – a – c maddeleri ve (2) maddesine dayanmaktadır. Acentenin denkleştirme bedeline hak kazanabilmesi için “sözleşmenin denkleştirme talebine İmkân verecek biçimde sona ermesi”, “acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da davalının önemli menfaatler elde etmesi”, “acentenin ücret kaybına uğraması” ve “denkleştirme bedeli ödenmesinin hakkaniyete uygun olması” şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Denkleştirme talebi için kanunun aradığı bu şartlar kümülatiftir. Bu bağlamda, öncelikle yeni müşteri çevresinin yaratıldığını, var olan müşterilerle ilişkinin pekiştirilip genişletildiğini ve bu müşteriler sebebiyle davalının önemli menfaatler elde ettiğini ispat yükü acente üzerinde İken davalı da denkleştirme talebinin hakkaniyete uygun olmadığını veya bedelin indirilmesi gerektiğini ispat yükü altındadır.öncelikle yeni müşteri çevresinin yaratıldığını, var olan müşterilerle ilişkinin pekiştirilip genişletildiğini ve bu müşteriler sebebiyle davalının önemli menfaatler elde ettiğini ispat yükü acente üzerinde İken davalı da denkleştirme talebinin hakkaniyete uygun olmadığını veya bedelin indirilmesi gerektiğini ispat yükü altındadır. Somut olaydaki acentelik sözleşmesi TK 121/1-son cümlesine göre, fesih yoluyla sona erdirildiğine ve feshin haksız ve geçersiz sebebe dayanmış olmasına göre bu gibi bir sona erme denkleştirme bedelinin ilk şartını karşılamaktadır. Belirsiz süreli acentelik sözleşmesinin TK 121/1-c.l kapsamında sona erdirilmesi, denkleştirme talebine imkân veren bir sona erme hâlidir ve bu bakımdan denkleştirme bedeli için aranan ilk şartı sağlar. Denkleştirme bedelinin ikinci koşulu, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da davalının önemli menfaatler elde etmesidir. [SigK 23/16; TK 122/(l)-a] Yeni müşteri, acentenin sözleşme süresi içindeki faaliyetleri (aracılık veya sözleşme yapması) neticesinde, davalıya doğrudan veya dolayısıyla (temsilci aracılığıyla) bağlanan müşterileri ifade eder. Öte yandan acentenin eski/mevcut müşterilerle olan ilişkileri önemli ölçüde genişletmesi de “yeni müşteri” kapsamında değerlendirilmektedir. Yeni müşterinin denkleştirme bedelinde bir unsur olarak kabulü, bu ilişkinin sürekli olmasına yani sözleşme ilişkisi sona erdikten sonra da davalı tarafından müşteriden menfaat sağlanmasına bağlıdır. TK 122/(2)’de, “Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz. Sözleşme ilişkisi daha kısa bir süre devam etmişse, faaliyetin devamı sırasındaki ortalama esas alınır.” düzenlemesi yer almaktadır. Somut olayda; mahkememizce alınan 02.10.2019 tarihli bilirkişi raporu ile, davalı sigorta şirketinin davacı acente tarafından bildirilen ve acentenin feshinden sonra ilgili acentenin 97 müşterisine ait toplam 339 poliçenin davalının diğer acenteleri tarafından yenilendiği, acentenin feshinden sonra yenilenen bu poliçeler nedeniyle davalı sigorta şirketinin toplam 431.981,00 TL net prim geliri elde ettiği, bu poliçeler için düzenlenen acentelere 55.043,00 TL komisyon tahakkuk ettirildiği tespit edilmiş, buna göre davalı sigorta şirketinin fesihten sonra önemli menfaat elde ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Bilirkişilerin 02.10.2019 tarihli kök raporlarında davalı şirketin ticari kayıtlarının incelenmesi sonucunda, yaklaşık 8 yıl süren acentelik sözleşmesine göre son 5 yıllık net komisyonların 1 yıllık ortalamasına göre basit aritmetik ortalama hesabı yapılarak 162.472,00TL tazminat miktarına ulaşılmış , 2012 ve 2017 yılı faaliyetleri bir yıllık faaliyet dönemleri altında kaldığından hesaplama gün hesabına göre de yapılmış ve buna göre davacının talep edebileceği portföy tazminatı 162.256,00 TL olarak belirlenmiş olup, bu hesaplama yönteminin 6102 Sayılı TTK’nın 122/2. maddesindeki düzenlemeye uygun olduğu anlaşılmıştır. Denkleştirme bedelinin üçüncü koşulu, acentenin ücret kaybına uğramasıdır. Burada sözü edilen ücret kaybı, yeni müşterilerle acenteye ücret hakkı kazandıracak sözleşmelerin acentelik sözleşmesinin sona ermesi sebebiyle acente tarafından yapılamamasından dolayı ortaya çıkan ücret kaybıdır. Zira sözleşme İlişkisi devam etseydi, acente, yeni müşterilerle yapılan/yapılacak sözleşmeler sebebiyle ücret isteyebilecekken sona erme nedeniyle bu imkândan mahrum kalmaktadır. İşte TK 121/l-(b)’de sözü edilen “ücret isteme hakkının kaybı” ile kast edilen budur. Denkleştirme bedeli ödenmesinin son koşulu ile “somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesinin hakkaniyete uygun düşmesi”dir [SigK 23/16; TK 122/l-(c)]. Acente, hakkaniyet gerektirdiği takdirde ve oranda denkleştirme talep edebilir. Denkleştirme talebinin hakkaniyet ölçüsü bakımından değerlendirilmesi için diğer koşulların öncelikle bulunması gerekir. Dolayısıyla diğer koşullar var olmakla birlikte talebin hakkaniyete uygun olmaması durumunda acenteye denkleştirme bedeli ödenmez. Bizatihi içeriğinden de anlaşıldığı üzere hakkaniyet ölçütü, hâkimin doğrudan doğruya takdir yetkisi ile ilgilidir.Denkleştirme bedelinden önceden vazgeçilmesine ilişkin anlaşmalar geçersizdir (TK 122/(4)).Somut olayda, taraflar arasındaki süresiz acentelik sözleşmesinin davalı tarafından geçersiz sebeple feshedildiği, sözleşmenin feshinden sonra davacı acentenin 97 müşterisine ait 339 adet poliçenin davalının acenteleri tarafından yenilenmesi sonucunda davalının bilirkişilerin 02.10.2019 tarihli raporlarında tespit edildiği üzere 431.981,00 TL net prim geliri elde ettiği, davalının sözleşmenin feshi nedeniyle davacı acentesinin portföyü sayesinde elde ettiği menfaatin önemli menfaat olarak değerlendirilmesi gerektiği ve denkleştirme tazminatı talebinin hakkaniyete uygun olduğu anlaşılmıştır. Bu doğrultuda davacı tarafından 162.256,00 TL olarak neticelendirilen davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir.(Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/2068 Esas 2019/760 Kararı )…”gerekçesi ile davalı … Sigorta A.Ş’ye yöneltilen davanın kabulüne, davalı … A.Ş’ye yöneltilen davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davalı … Sigorta A.Ş. vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı … Sigorta A.Ş. vekili istinaf dilekçesi ile; Yerel mahkemece verilen kararın taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine, genel hükümlere ve sigortacılıkta portföy tazminatı ile ilgili tüm düzenlemelere aykırı olduğunu, kararda birçok kavram kargaşası yaratıldığını ve işin özünden tamamen uzaklaşıldığını, Mahkemenin; … Sigorta A.Ş. yönünden davanın 162.256 TL üzerinden kabulüne, … A.Ş. yönünden ise tümden reddine hükmettiğini, her iki davalı yönünden verilen kararın hatalı olduğunu, Mahkeme kararında portföy tazminatı ile ilgili bazı unsurlardan söz etmiş ise de, bu nitelendirmelerin doğru olmadığını, bu bakımdan karar ile ilgili görüşlere ve istinaf gerekçelerine geçmeden önce portföy tazminatının temel unsurlarına değinmek istediklerini, kendilerine göre 5684 sayılı kanunun 23. maddesindeki yazılıma göre portföy tazminatının temel 4 unsurunun bulunduğunu; 1-Ortada gerçekten acentenin malı/portföyü olduğu söylenebilecek, onunla özdeşleşmiş, yıllardır onu izleyen, süreklilik arzeden, sigorta şirketinden çok acenteyi izleyen bir üretimin mevcut olması, 2-Feshin haksız olması, 3-Acenteliğin feshinden sonra da şirketin (aslında acenteye ait) bu portföyden acenteye komisyonunu ödemeksizin yararlanmaya devam etmesi, 4-ve aslında acenteye ait olup sigorta şirketi tarafından acente dışlanarak yararlanılmaya devam edilen bu üretimden sigorta şirketinin önemli menfaat elde etmesi gerektiğini, işin özüne uygun düşecek gerçek nitelendirmenin böyle olması gerektiğini, bu 4 temel unsur bir arada olmadan herhangi bir portföyden ve portföy tazminatından söz edilemeyeceği inancında olduklarını;
Ekte sundukları Yargıtay kararındaki “genel olarak portföy tazminatı, acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra, bu ilişkinin devamı boyunca acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresinden akidinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanmaması nedeniyle uğradığı kaybın karşılığıdır.” tarifinin portföy tazminatı açısından en iyi tarifi sunduğunu, işbu davada bu tarifin yanına dahi yaklaşılmadığını ve davacının her üretiminin portföy tazminatına konu olabilecek üretim olarak kabul edildiğini, davaya ilişkin özel istinaf gerekçelerine geçmeden önce Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ekte sundukları 04.10.2018 tarih ve 2016/12570 E., 2016/481 E. Sayılı çok yeni tarihli bir kararındaki portföy tazminatının özü ile ilgili bir tarife bakmakta yarar gördüklerini, Dairenin sözü edilen kararda portföy tazminatını; “Genel olarak portföy tazminatı, acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra, bu ilişkinin devamı boyunca acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresinden akidinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanmaması nedeniyle uğradığı kaybın karşılığıdır.” şeklindeki tarif ile doğru, işin özüne uygun ve yasal açıdan istenen biçimi özetlediğini, portföy tazminatının bundan daha doğru, daha esaslı, daha işin özüne ve ruhuna uygun bir tarifi olamayacağını, bu tarifte söylenmek istenen hususun portföy tazminatının; “Acentenin partajından çıkan her üretimin portföy tazminatına konu olamayacağı, sadece kişisel gayretiyle yarattığı bir müşteri çevresine dayanan bir üretimin portföy tazminatına konu olabileceği”nin açık ve net bir biçimde belirtildiğini, portföy tazminatının temelinde; acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresinden, acentelik sözleşmesi sona erdikten sonra, akidinin halen yararlanması, acentenin ise yararlanmaması nedeniyle uğradığı kaybın karşılığından söz edildiğini, Yargıtay 11. HD’nin bu kararındaki cümleye bakıldığında, sigortacılıkta portföyünü; “ilişkinin devamı boyunca acentenin kişisel gayretiyle yarattığı müşteri çevresi” olarak tarif ettiğinin görüleceğini, işin doğasının da, portföy tazminatı talebinin mantığının da bunu gerektirdiğini, İnşaat Sigortalarını, Endüstriyel Sigortalarını, Nakliyat Abonman Sigortalarını, hele hele büyük kurumların bu tür sigortalarını bağlamanın, gerçekleştirmenin çok zor bir iş olduğunu ve acentenin ciddi bir çabasını, birikimini, tecrübesini ortaya koymasını gerektirdiğini, böylesi bir çaba sarf edilmiş üretim için portföy denilebileceğini, yada bir poliçe/bir sigortalı/bir grup yıllardan beri aynı acentede olduğunu ve onun verdiği hizmeti esas alarak, onun önerilerini kabul ederek yıllardan beri aynı acente ile çalışıldığını, bu koşullarda oluşturulmuş bir üretimin, acentenin kendisine ait üretim/portföyüne bir mal olarak kabul edilebileceğini ve ancak bu koşulardaki bir portföy için diğer şartlar da oluşmuşsa tazminat talebinde bulunulabileceğini, işbu dosyada bu cümleye, bu önermeye, bu yasal gerekliliğe tek kelime ile dahi değinilmediğini, bu hususun dikkate dahi alınmadığını, ilk düğmenin yanlış iliklendiğini, sonrakilerin tümünün yanlış olduğunu, sadece bu durumun bile başlı başına bir kaldırma sebebi olduğunu, portföy tazminatı için kanunda son 5 yılın komisyon ortalaması limit olarak esas alınmışsa da asıl limitin fesihten sonra devam eden üretime isabet eden komisyon bedeli olduğunu, gerçek ve asıl dikkate alınması gereken limitin bu olduğunu, davanın özü ile ilgili istinaf gerekçelerine geçmeden önce önemli bir kavrama işaret etmekte yarar gördüklerini, bilindiği üzere TTK 122. maddesi 2. bendinin; “Tazminat, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamaz.” biçiminde olduğunu, bu hüküm nedeniyle bu tür davalarda gerek bilirkişilerin, gerekse mahkemelerin bu limite göre değerlendirme yaptığını, 122. maddedeki bu limitin bir üst limiti ifade ettiğini, bu konuda bir ihtilaf olmadığını, işin içine girildiğinde portföy tazminatı ile ilgili tek limitin bu olmadığının görüleceğini, asıl ve fiili limitin TTK 122/1 maddesi (b) bendindeki; “b) Acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa” ve 5684 sayılı kanunun 23. maddesinin 15 ve 16. maddelerindeki; “Sigorta acentesi, acentelik sözleşmesinin sona ermesi halinde, sigorta ettirenlerle yaptığı veya kısa bir süre içinde yapacağı işlerle ilgili sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği komisyona hak kazanır. Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra sigorta şirketi sigorta acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ediyorsa….. ” hükümlerde yer alan limit olduğunu, bu hükümlerdeki yazılım gereği asıl ve fiili limitin fesihten sonra devam eden üretime isabet eden komisyon bedeli olması gerektiğinin tartışmasız olduğunu, esas alınması gereken fiili limitin bu olduğunu, acentelerin portföy tazminatı açısından dikkate alınabilir gerçek zararlarının fesihten sonra sigorta şirketlerinde kaldığını ve sigorta şirketlerinin haksız olarak yararlanmaya devam ettikleri üretime isabet eden komisyonlar olduğunu, acentelerin beraberlerinde götürdükleri, kendi portföylerinde olmadığı için ellerinde tutamadıkları üretime isabet eden komisyonları olmadığını, bunlardan dolayı müvekkili şirketin (veya sigorta şirketlerinin) hiçbir sorumluluğu olamayacağını, çoğu yargılamada hep “son 5 yıl komisyon ortalaması” ön planda tutulmakta ve değerlendirmelerde hep bu limitin esas alındığını, bunun kabul edilebilir tek bir yanı olmadığını, her ne kadar portföy tazminatı için TTK 122. maddesindeki son 5 yılın komisyon ortalaması limit olarak esas alınıyorsa da, asıl limitin fesihten sonra devam eden üretime isabet eden komisyon bedeli olduğunu, gerçek zararın bu esasa göre ve buradaki limite göre belirlenmesi gerektiğini, bunun işbu davaya etki ettiğini, Mahkemenin dosyayı Bilirkişi Heyetine tevdi ettiğini, heyetin yaptığı inceleme sonucunda ;”davacı acentenin fesihten sonra sadece 97 müşterisinin/ sigortalısının, 339 adet poliçesinin devam ettiği ve devam eden bu poliçelere isabet eden komisyon bedelinin yalnızca 13.547,- TL. olduğunu” saptatığını, bunun anlamının; işbu davada davacı acentenin, acentelik ilişkisi sırasındaki ve dolayısıyla fesihten sonra devam eden üretiminin, portföy tazminatının tüm unsurlarını % 100 sağlamış olduğu tespit edilse bile, kesinlikle bunun bile sağlanmamış olduğu kanaatinde olduklarını, davacının talep edebileceği maksimum portföy tazminat bedelinin 13.547 TL olduğunu, bunun dışında belirlenecek her bedelin mevcut olmayan varlığı kanıtlamamış gerçekleşmemiş hayali bir zarara ilişkin bedel olacağını, bunun hem portföy tazminatının amacına hem de genel tazminat ilkelerine aykırı düşeceğini, müvekkili şirketin (ve dolayısıyla sigorta şirketleri) ancak fesihten sonra kendilerinde kalan, fesihten sonra devam etmiş üretime ilişkin komisyonlardan diğer bütün unsurları taşımış olmak kaydıyla sorumlu tutulabileceğini, fesihten sonra müvekkili şirkette devam etmemiş bir poliçeden menfaat elde edilemeyip kazanç sağlanamayacağını, fesihten sonra müvekkili şirkette devam etmiş olduğu saptanan komisyon bedeli ve gerçek zarar 13.547TL olarak saptanmışken kalan bu üretimin de portföy tazminatının tüm unsurlarını taşıyıp taşımadığını irdelemeden bunu yaklaşık 13 mislini aşan ve hiçbir zarar/tazminat ölçüsüne uymayan bir belirleme ile 162.256 TL tazminata hükmedilmesinin hiçbir biçimde açıklanabilir bir durum olmadığını, bunun neyin karşılığı, neyin tazminatı, neyin zararı olduğunu anlayamadıklarını, portföy tazminatının genel ilkelerine ve dosya kapsamına aykırı Mahkemenin kararının sadece bu açıdan bile kaldırılması gerektiğini; Mahkemenin kararının sigortacılığın ne olduğunun bilinmediği anlamına geldiğini, primin; komisyon olarak algılandığını, sigorta şirketlerinin net kazancı olarak kabul edildiğini, son 5 yılın komisyon ortalamasının üst limit olarak değil gerçek zarar olarak kabul edildiğini, bu üç önemli hatanın çok vahim hatalı sonuca yol açtığını; Mahkemenin, kararının 4. Sayfasında; “Somut olayda; mahkememizce alınan 02.10.2019 tarihli bilirkişi raporu ile, davalı sigorta şirketinin davacı acente tarafından bildirilen ve acentenin feshinden sonra ilgili acentenin 97 müşterisine ait toplam 339 poliçenin davalının diğer acenteleri tarafından yenilendiği, acentenin feshinden sonra yenilenen bu poliçeler nedeniyle davalı sigorta şirketinin toplam 431.981,00 TL net prim geliri elde ettiği, bu poliçeler için düzenlenen acentelere 55.043,00 TL komisyon tahakkuk ettirildiği tespit edilmiş, buna göre davalı sigorta şirketinin fesihten sonra önemli menfaat elde ettiği sonucuna ulaşılmıştır. şeklinde tespitte bulunduğunu, sonuca ulaşılmasında önem arz eden bu cümlenin ne anlama geldiğini tam olarak anlayamadıklarını, Mahkemenin; Prim ile komisyonu bir kabul ettiğinin, primi komisyon olarak algıladığının, primi, sigorta şirketlerinin net kazancı olarak kabul ettiğinin, son 5 yılın komisyon ortalamasını üst limit olarak değil gerçek zarar/gerçekleşmiş zarar olarak kabul ettiğinin anlaşıldığını, bunun kabul edilemeyecek ve sigortacılığın özü ile bağdaştırılamayacak kabuller içerdiğini, primin, sigorta şirketlerinin akdettikleri poliçeler dolayısıyla üstlendikleri riskler için belirledikleri bedel olduğunu, komisyonun bu poliçeler dolayısıyla acentelere ödenen komisyonlar olduğunu, riski üstlenenin sadece sigorta şirketleri olduğunu, acentelerin üstlendikleri hiçbir risk olmadığını, onların sadece aracılık yapıp işin içinden çıktıklarını, primin hiçbir zaman net kazanç olmadığını, bir acentenin toplam üretimi dolayısıyla tahsil edilen primden, o üretim için ödenen hasar bedellerinin düşüldüğünü, o üretim için acenteye ödenen komisyonun düşüldüğünü, o üretim için yapılan genel giderin düşüldüğünü, geriye bir şey kalırsa bunun kazanç olduğunu, bu bakımdan yeri gelirse (örneğin çok verimsiz bir üretimde, Hasar/prim oranı bozuk bir üretimde), acentenin şirketten bile daha fazla kazanç sağlayabileceğini, son 5 yılın komisyon ortalaması her halükarda uygulanacak/uygulanması gerekecek bir bedel/tazminat değil, sadece bir üst limiti öngören değer olduğunu, mahkemenin bunu bir üst limit olarak değil gerçek zarar/gerçekleşmiş zarar olarak kabul ettiğini, bu kabullerden anlaşıldığı kadarıyla sigortacılığın ve sigortacılıkta portföy tazminatının özünün anlaşılamadığını; Bilirkişi raporunda ve bunu esas alan Mahkeme kararında yeni müşteri kavramı üzerinde çok durulduğunu, TTK’nın 122. maddesinde yer alan bu kavramın sigortacılık kanununda yer almadığını ve yeni müşteri kavramının sigortacılık uygulamasında yeri ve önemi olmayan bir kavram olduğunu, Mahkemenin, kararının 4. sayfasında; Denkleştirme bedelinin ikinci koşulu, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da davalının önemli menfaatler elde etmesidir. [SigK 23/16; TK 122/(l)-a] Yeni müşteri, acentenin sözleşme süresi içindeki faaliyetleri (aracılık veya sözleşme yapması) neticesinde, davalıya doğrudan veya dolayısıyla (temsilci aracılığıyla) bağlanan müşterileri ifade eder. Öte yandan acentenin eski/mevcut müşterilerle olan ilişkileri önemli ölçüde genişletmesi de “yeni müşteri” kapsamında değerlendirilmektedir. Yeni müşterinin denkleştirme bedelinde bir unsur olarak kabulü, bu ilişkinin sürekli olmasına yani sözleşme ilişkisi sona erdikten sonra da davalı tarafından müşteriden menfaat sağlanmasına bağlıdır.” şeklinde belirleme yaptığını ve gerekçenin önemli bir bölümünü Bilirkişi Raporundaki görüşlere bakarak yeni müşteri olgusuna dayandırdığını, yeni müşteri kavramının sadece TTK’nın 122. maddesinde yer alan ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanununda hiçbir biçimde yer almayan bir kavram olduğunu, TTK’nın 122. maddesinin “genel anlamda portföy tazminatını”, 5684 sayılı Kanunun 23. maddesinin ise “sigortacılıkta portföy tazminatını” esas aldığını, işbu dava sigortacılık faaliyetlerinden kaynaklanan portföy tazminatına dayandırılmış olduğundan esas itibariyle 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun ve 23. maddenin esas alınacağından kuşku bulunmadığını, bu hükümde “yeni müşteri” kavramının olmadığını, bu ayırımın anlamının; diğer sektörlerdeki portföy tazminat esaslarında ilgili kuruluşa sağlanan yeni müşteriler önem arz ediyorken ve temel hedef iken sigortacılıkta “fesihten sonra kalan müşterilerin/sigortalıların/ve poliçelerin” önem arz etmesi ve temel hedef olarak kabul edilmesi olduğunu, sigortacılıkta portföy tazminatında yeni müşteri kavramının hiçbir önemi olmadığını, asıl önemli olanın ve hesaplamalarda temel dayanak olarak alınacak hususun “fesihten sonra kalan üretim” olduğunu, mahkeme kararının daha çok yeni müşteri kavramı üzerine kurulduğunu, bu açıdan işbu dava açısından yanlış sonuçlar doğurduğunu, kararın bu yanlış kurgu sebebiyle kaldırılması gerektiğini, haksız fesihten kaynaklanan tazminat ile portföy tazminatının birbirine karıştırıldığını; Dava dilekçesi incelendiğinde görüleceği üzere daha çok acentelik ilişkisinin uzun süreli olmasından, sağlanan başarılardan söz edildiğini, dilekçenin neredeyse önemli bir bölümünün feshin haksızlığına dayandırıldığını, portföy tazminatı kavramına sadece konu ve sonuç kısmında değinildiğini, bu yaklaşımdan asıl üzerinde durulanın/asıl istenenin haksız fesihten kaynaklanan tazminat olduğunun anlaşıldığını, haksız fesihten kaynaklanan tazminat ile portföy tazminatı kavramlarının bambaşka kavramlara ve bambaşka sonuçlara yol açan tazminat türleri olduğunu, feshin haksızlığının portföy tazminatının önemli bir unsurunu oluşturduğunu, bu unsurun diğer 4 unsurdan sadece birisi olduğunu, haksız fesihten kaynaklanan tazminatta tek unsurun feshin haksız olması olduğunu; Kavram ve nitelik olarak, zararın hesaplanma biçimi açısından birbirlerinden bambaşka tazminat türleri olduğunu, davacı tarafın bu yanlış kurgusunun mahkemeye yansıdığını ve haksız fesihten kaynaklanan tazminat talebinin, portföy tazminat talebine dönüştürüldüğünü, diğer unsurlara bakılmaksızın (ya da tamamen yanlış değerlendirilerek) sadece feshin haksızlığı unsuru dikkate alınarak sonuca ulaşıldığını, bunun da kararın kaldırılmasını gerektirir bir başka sebep olduğunu, sigortacılıkta portföyün; ne anlama geldiğinin, portföy kavramının ne olduğunun, her üretimin portföy olarak kabul edilip edilemeyeceğinin, özellikle trafik üretiminin porföy olarak kabul edilip edilmeyeceğinin hiç irdelenmediğini, işbu dava ile istenen tazminat portföy tazminatı olduğuna göre ilk irdelenmesi gereken hususun; portföyün ve özellikle “Sigortacılıkta Portföyün” ne demek olduğu, ne anlama geldiği, bu konuda ciddi ve akademik bir irdeleme yapılması gerektiğini, tek bir irdeleme yapılmadığını, Portföyün yeni bir kavram olduğunu, sigortacılıkta portföyün ise daha yeni ve unsurları henüz yerli yerine oturtulmamış bir kavram olduğunu, (sigortacılıkta) portföy tazminatı davasında ilk yapılması gereken işin; portföyün ve özellikle de sigortacılıkta porföyün ne anlama geldiğinin, içeriğinin ne olduğunun olduğunu, böyle bir tanımlama yapılmadan acentelik ilişkisinin devamı sırasında oluşan ve doğal olarak fesihten sonra devam eden her üretimin sorgusuz sualsiz acentenin portföyü sayılması halinde, ortaya çok yanlış, işin doğasına son derece aykırı bir sonuç çıkacağını, böyle bir tanımlamanın kabul edilemeyeceğini, bir ölçümleme değerlendirme yapılmadan acenteden çıkmış her poliçeyi her sigortalıyı acentenin portföyünde kabul etmenin işin özü ile bağdaşmayacak bir kabul olduğunu, söz gelimi trafik sigortalarının zorunlu sigortalardan olduğunu ve sigortalının değil zarar görenlerin zararını karşıladığından tek ölçünün fiyat (prim bedeli) olduğunu, o gün hangi şirket daha ucuz poliçe yaparsa o şirketin tercih edildiğini, acentelerin önünde ekranın acenteliklerini yaptıkları 7-8 şirketin fiyatlarını alıp hangi şirket en ucuz fiyatı veriyorsa o şirketten poliçe çıkarıp sigortalılara verdiklerini, ağırlıklı poliçelerin de işbu davadaki acentede olduğu üzere bu poliçeler olduğunu, böyle poliçelerin acentenin portföyünde sayılmasının imkansız olduğunu, bu üretimin tamamen o gün ucuz fiyatı veren şirketin portföyünde sayılması gerektiğini, burada acentenin hiçbir fonksiyonu, hiçbir çabası, hiçbir katkısı olmadığını, şirket o gün poliçeyi 3 kuruş daha pahalı satsa acentenin o poliçeyi ucuz veren bir başka şirketten çıkaracağını, bu tür poliçelerin bir yıl bir şirketten, ertesi yıl başka bir şirketten çıkan türden poliçeler olduğunu, bu tür poliçeler ve sigortalıların tamamen ve yalnızca sigorta şirketinin portföyünde sayılması gereken poliçeler ve sigortalılar olduğunu, sigortacılıkta acentenin portföyü olarak tanımlanabilecek üretimin; acente ile özdeşleşmiş, gerçekten onun malı sayılabilecek, yıllardır onu izleyen, acentenin özel çabalarıyla oluşturulmuş, İnşaat Sigortaları/Nakliyat Sigortaları/Mühendislik Sigortaları/uzun süreli proje sigortaları/ ürün sorumluluk sigortaları gibi teknik, uzun süreli, yıllara sarkan poliçeleri/sigortaları, ya da yıllardan beri aynı acenteden çıkan aynı acente ile devam eden ve en azından onunla bütünleşecek kadar bir süre acentede kalmış sigortalılara ait üretim olarak görüldüklerini, şirketle sadece bir defa sözleşme yapan/poliçe alan ve ikinci bir sözleşme ilişkisine girmesi beklenmeyen müşterilerin acenta tarafından şirkete/sigortacıya kazandırılmış olsa bile, denkleştirme talebi açısından dikkate alınamayacağını; Davacı acenteliğin üretimine bakıldığında üretimin % 80-85 oranında trafik/dask gibi zorunlu sigortalara ve sorumluluk sigortalarına dayandığının görüleceğini, dolayısıyla ne acentelik ilişkisinin sürdüğü dönemdeki üretimin, ne de fesihten sonra devam etmiş üretimin; acentenin portföyünde sayılması veya portföy tazminatına konu üretim olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını, bilirkişi heyetinin (ve doğal olarak sayın mahkeme) tüm kurguyu herhangi bir irdeleme yapmadan davacının üretiminin her yönü ile portföy tazminatına konu olabilecek üretim olduğu esası üzerine oturttuğunu, feshin, TTK ve acentelik sözleşmesindeki öngörülere dayalı olarak yasal açıdan uygun ve geçerli nedenlere dayalı olarak yapıldığını, böyle bir feshin haksız fesih olarak kabulünün son derece yanlış olduğunu, portföy tazminatının temel unsurlarından birinin feshin haksız olması olduğunu, bu unsurun gerek TTK 122. maddesinde, gerekse 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 23. maddesinde çok açık ve net bir biçimde belirtildiğini, bu konuda tartışma olmadığını, feshin haksızlığının ve yasallığının da çok iyi irdelenmesi gerektiğini, TTK’nın 121. maddesinin; “Belirsiz bir süre için yapılmış olan acentelik sözleşmesini, taraflardan her biri üç ay önceden ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilir.”şeklinde olduğunu, Acentelik Sözleşmesinin 23. maddesinde tamamen aynı olacak şekilde 3 ay önceden ihbarda bulunmak kaydıyla acentelik sözleşmesinin herhangi bir gerekçe olmaksızın her zaman sözleşmenin feshedilebileceğinin öngörüldüğünü, her iki hükme göre de; 3 ay önceden ihbarda bulunulması koşuluyla acentelik sözleşmesinin hiçbir neden gösterilmesine dahi gerek olmaksızın feshedilebileceğini, müvekkili şirketin davacı acenteliğe 04.10.2017 tarihinde; “verilen hedeflerin tutturulamadığı, bu süreç devam ettiği takdirde 3 ay sonra acenteliğin feshedileceği” ihbarı yapıldığını, bu ihbara rağmen herhangi bir iyileşme sağlanamayınca 27.03.2017 tarihinde (yani neredeyse 6 ay sonra) feshin gerçekleştirildiğini, müvekkili şirketin, hem mevzuatta herhangi bir neden gösterilmesini öngörmezken haklı bir gerekçe ileri sürdüğünü, hem de mevzuatta 3 aylık ihbarı öngörmüş iken 6 ay sonra fesih yaptığını, bu koşullarda gerçekleşmiş bir feshin haklı, yasal ve hiçbir şekilde itiraz edilemeyecek ölçüde geçerli bir fesih olacağında en ufak bir tereddüt olamayacağını, bu yasal uygunluğa rağmen sanki acentelik sözleşmeleri sonsuza dek sürmek zorundaymış gibi bir kabul ile feshin yasal ve haklı olmadığının kabulünün hiçbir yasal dayanağı olmayan bir görüş olduğunu; Yasal öngörülerin uygunluğu bir yana yapılan feshin esas açısından da son derece haklı bir fesih olduğunu, Mahkemenin buna aykırı tespitlerinin hiçbir yasal dayanağı olmadığını, bir acente bir taahhütte bulunmuş ise buna uymamasının sonuçlarına katlanması gerektiğini, bu yükümlülüğün hem acentenin tacir olmasından hem de akdedilen sözleşmesindeki hükümlerden kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuç olduğunu, portföyün verimli olmamasının haklı nedenle fesih sayılamayacağı görüşünün sigortacılıkta hiçbir anlamı ve karşılığı olmadığını, sigorta şirketi ile acentenin, ortak bir iş yapmak ve yaratılacak iş hacminden kazanç sağlamak üzere bir araya geldiğini, bu işbirliğinde bir tarafın sürekli zarar etmesi, diğer tarafın sürekli kazançlı çıkması halinde, sürekli zarara uğrayan açısından ilişkinin devam ettirilmesinin beklenemeyeceğini, bu bakımdan sigorta şirketleri açısından en önemli unsurun acentenin verimli portföy getirmesi, ürün yelpazesinin geniş olması, hasar/prim oranının uygun olması olduğunu, bilirkişi raporu incelendiğinde davacı acentenin üretiminin son yıllarda gittikçe düştüğünün, son yılda % 56 ‘ya düştüğünün ve hedef gerçekleştirme oranlarının çok gerisinde kaldığının görüleceğini, kendisine verilen hedefin ancak yarısını gerçekleştiren bir acentenin “ben nasıl olursa olsun/ne yaparsam yapayım sektör lideriyle çalışmanın sağladığı özeltüm avantajları ve kazanımları alıyorum, bir kez bu avantajları aldım gerisinin önemi yok, kötü işlerimi buradan çıkarayım, iyi işlerimi de diğer şirketlerden çıkarırım” anlayışına girdiğini gösterdiğini, bunun sigortacılıkta ve başka herhangi bir sektörde kabul edilemeyecek bir anlayış olduğunu, hedef gerçekleştirmenin her sektörün uyguladığı bir motivasyon olduğunu ve sağlanan tüm avantajların bu hedeflere göre belirlendiğini, hiçbir çabanın sarfedilmediği bir ortamda avantajlardan yararlanımların, hele acentenin de bir tacir olduğu düşünüldüğünde hiçbir hukuki ve mantıki bir nedeni olamayacağını, feshin haklı olup yasal öngörülere dayalı olarak yapıldığını, heyetin Kök Raporun 7. sayfasında (sonrasında farklı sonuçlara varmakla birlikte) feshin uygun ve yasal olduğunu açık ve net bir biçimde ifade ettiğini, bu kabule rağmen sırf Hazine Müsteşarlığının yazısı dolayısıyla tam tersi sonuca varılmasının hiçbir hukuki dayanağı olmadığını, heyetin bu yanlış ve hukuksal dayanaktan yoksun görüşünü esas alan mahkeme kararının hukuksal dayanaktan yoksun kaldığını; TTK ve 5684 sayılı kanunda portföy tazminatının önemli unsurlarından biri olan haksız fesih unsurunun bu olayda gerçekleşmemiş olduğunun tartışmasız olduğunu, bu fiili tespite rağmen daha ilk unsur olan feshin haksız olması unsuruna aykırı düşecek şekilde davacıya portföy tazminatı hükmedilmesinin tam bir çelişki olduğunu, kararın bu açıdan da kaldırılması gerektiğini, portföy tazminatının bir diğer önemli unsurlarından birinin fesihten sonra devam eden üretimin mevcut olması olduğunu, portföy tazminatının temel malzemesinin bu olduğunu, bu olgu üzerinde hiç durulmadığını, fesihten sonra hangi branşta kaç poliçenin devam ettiği saptanmamış olmasına rağmen bunun anlamı ve önemi üzerinde durulmadığını, temel inceleme konusu değerlendirilmeden varılacak her sonucun eksik ve işin özüne aykırı olacağını, önemli bir kavram üzerinde durmak gerektiğini, portföy tazminatının yukarıda saydıkları 4 unsurundan biri olan acenteliğin feshinden sonra da şirketin (aslında acenteye ait) bu portföyden yararlanmaya devam etmesi olgusunun tamamen fesihten sonra devam etmiş bir üretimin bulunması şartına bağlı olduğunu, yararlanmadan söz edilebilmesi için ortada fesihten sonra devam eden bir üretim olması gerektiğini, fesihten sonra devam etmiş bir üretim yoksa, acente gittiği şirkete üretimini aynen götürmüşse ortada herhangi bir zarar bulunmadığı sonucunun kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağını, kalan bir üretim yoksa zarardan ve tazminattan da söz edilemeyeceğini, bütün hesaplamanın fesihten sonra şirkette kalmış üretim ve bu üretimin özellikleri üzerinden yapılması gerektiğini, tazminat hesaplamasının temel malzemesinin fesihten sonra kalmış üretim ve kalan bu üretim portföy tazminatının tüm unsurlarını bire bir taşıyor olsa bile hükmedilecek tazminatta kalan bu üretime isabet eden komisyon ile sınırlı olduğunu, bu sınırın üzerindeki her bedelin, haksız ve işin özüne aykırı bir bedel olacağını; Olaya bakıldığında heyetin fesihten sonra devam eden üretim konusunda kök raporda hiçbir saptama yapmadığını, itirazları üzerine verdiği ek raporda fesihten sonra 97 müşterinin/sigortalının 339 adet poliçesinin devam ettiğini ve devam eden bu poliçelere isabet eden komisyon bedelinin yalnızca 13.547 TL olduğuna tek bir satırla değindiğini, bu saptamanın ne anlama geldiğini, bunun işbu dava açısından ne önem taşıdığı konusunda hiçbir irdeleme yapmamış olduğunun görüleceğini, bu konuda hiçbir değerlendirme yapılmamasının heyetin (ve dolayısıyla Sayın Heyetin görüşünü aynen benimseyen Sayın Mahkemenin) işin özünü kavrayamamış olduğunu ortaya koyduğunu, fesihten sonra devam eden üretime isabet eden komisyon bedelinin 13.547 TL olarak saptanmasından sonra ilk yapılması gereken değerlendirmenin, bu değerin ne ifade ettiğinin irdelenmesi/değerlendirilmesi olması olduğunu, portföy tazminatının temel malzemesinin fesihten sonra şirkette devam etmiş üretim olduğu olgusunu/temel unsurunu kabul ediyorsak o zaman portföy tazminatı olarak kabul edilebilecek bedelin diğer unsurları da taşıyor olması koşuluyla 13.547 TL’yi aşamıyor olması gerektiğini, bütün unsurları taşıyor olduğunu varsayılsa bile verilebilecek maksimum tazminatın 13.547 TL olabildiğini, portföy tazminatı bir cezai tazminat veya farklı statüde bir tazminat olarak görülüyosa o zaman bambaşka bir tazminattan söz edilmiş olacağını; Bilirkişi heyetinin saptamasına göre davacı acentenin fesihten sonra, üretiminin neredeyse tamamını birlikte götürdüğünü, iş yaptığı başka sigorta şirketlerinden artık her acentenin en az 5-6 şirketle çalışması bulunmakta sonucunu çıkardığını, 1’li rakamlarla ifade edilecek düzeyde kalmış bu üretime isabet eden komisyon bedelinin sadece 13.547 TL olduğunu, bu koşullar altında her unsuru tamamen taşıdığı varsayılsa bile en fazla 13.547 TL alabilecek birine (13 misli bir bedel olan) 162.256 TL tazminat verilmesinin mantığını ve hukuksal dayanağını anlayabilmenin mümkün olmadığını, bilirkişi raporunda ve mahkemenin kararında farklı farklı rakamların yer aldığını, hükmedilen bedelin nasıl belirlenmiş olduğunun belli olmadığını, bilirkişi raporu incelendiğinde görüleceği üzere heyetin fesihten sonra kalan üretimin 55.043 TL olduğunu bildirdiğini, bu belirlemeye rağmen Mahkemenin 162.256 TL’ye hükmetmesinin yasal dayanağını anlamanın mümkün olmadığını, son beş yıl ortalamasının feshedilen her acenteye otomatik olarak ödenmesi gereken bedel olarak kabul edildiğini, kararın bu açıdan da kaldırılması gerektiğini, denkleştirme tazminatının en önemli unsuru olarak kabul edilen önemli kazanımın ne olduğu sigortacılıkta önemli kazanımın nasıl sağlanabileceği konusunda da tek bir saptama ve değerlendirme yapılmadığını; Yukarıda da belirtildiği üzere portföy tazminatının en önemli unsurlarından birinin; “aslında acenteye ait olduğu kanıtlanmış bir üretimden, acentenin feshinden sonra sigorta şirketinin yararlanmaya devam etmesi ve bundan da önemli bir menfaat elde etmiş olması” olgusu olduğunu, bu unsur ile ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapılmadığını, sigortacılıkta menfaatin ne olduğu, nasıl olduğu, önemli bir menfaatin nasıl sağlandığı olguları üzerinde durulmadığını ve yok sayıldığını, acentelik ilişkisi devam ettiği sıradaki her üretimin istisnasız acentenin portföyü olarak kabul edilmiş olduğunu, fesihten sonra şirkette kalmış her üretimin istisnasız olarak portföy tazminatına konu üretim olarak kabul edidiğini ve orada durulduğunu, devam olgusunun bile başlı başına bir hesaplama konusu yapıldığını, bunun da üzerine çıkılarak menfaat elde edilmiş olup olmadığına dahi bakılmadığını, bir sigorta şirketinin önemli menfaat sağlamasının şu şekilde belirlendiğini; Bir dönem (örneğin 1 yıl) içinde acente kanalı ile gelen üretime ilişkin primlerin bir kenara konulduğunu, sonra gelen bu üretim için yine aynı dönemde ödenmiş toplam hasar bedeli + acente komisyonları + o üretime isabet eden genel giderler toplamının bir kenara konulduğunu, gelen prim ile ödenenler arasında artı (+) bir değer oluşuyorsa bundan menfaat elde etmiş olduklarını, bu artı değerin fazlalığının da “önemli menfaat” ölçüsünü oluşturduğunu, bu değer ne kadar yüksekse o oranda önemli menfaat elde etmiş olacaklarını, 100 TL prim yazmış bir acentenin bu üretimi için 150 veya 200 TL (hasar+komisyon+genel gider) ödeme yapılmışsa bundan menfaat değil zarar etmiş olduklarını, bir yılda 100 TL prim yazmış bir acentenin bu üretimi için 50 veya 60 TL (hasar+komisyon+genel gider) ödeme yapılmışsa bundan menfaat elde etmiş sayıldıklarını, hasar/prim oranı % 60 -70’lerde olan acentenin verimli acente olarak kabul edildiğini, bu yüzdendir ki acentelerin performansının her zaman hasar/prim oranı ile ölçüldüğünü, işbu davada bu konunun yakınından dahi geçilmediğini, bunun kabul edilemez bir eksiklik olduğunu, burada çok önemli bir ayrıntıya değinmekte yarar bulunduğunu, dikkat edilirse 5684 sayılı kanundaki yazılımda “menfaat”ten değil, “önemli menfaat”ten söz edildiğini, bunun, öyle laf olsun diye oraya konmuş bir sözcük olmadığını, tam tersine portföy tazminatının öyle sıradan bir değerlendirme ile hesaplama ile tanımlanabilecek bir tazminat olmadığını özellikle vurgulamak üzerine konulmuş bir tazminat olduğunu, aksi takdirde feshedilen her acentenin son 5 yıllık üretiminin ortalaması alınarak bir hesaplama yapılacağını, dosyanın bilirkişiye gitmesine gereksinim duyulmayacağını, menfaat olgusuna bakılmadan doğrudan sonuca gidileceğini, ama öyle yapılmadığını; portföy denildiğini, haksız fesih denildiğini, fesihten sonra devam eden üretim denildiğini, devam eden bu üretimden yararlanma denildiğini, bundan da önemlisi “önemli menfaat elde etmekten” söz edildiğini, en sonunda da bu kadar zor unsurdan sonra bir de denkleştirmeden söz edildiğini, bu kadar zor koşulların bir arada arandığı bir oluşumun böyle basit bir değerlendirme ile geçiştirilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle portföy tazminatının özel bir tazminat ve her önüne gelen acentenin hak edemeyeceği bir tazminat olarak belirlendiğini, ağır koşullara bağlandığını, her bir unsurun tek tek irdelenmesi ve dikkate alınması gerektiğini, bu özelliklere/unsurlara hiçbir biçimde uymamış değerlendirmelerin ve buna göre oluşturulmuş mahkeme kararının bu açıdan da kaldırılması gerektiğini, portföy tazminatı hesaplamasında bir oranlama yapılmasının doğru bir yöntem olmadığını, doğru yöntemin gerçek zararın belirlenmesi olduğunu, heyetin, fesihten sonra devam eden sigortalıların adedini, poliçelerin adedini, bu poliçelerin prim bedelini ve en sonunda devam eden bu üretime isabet eden komisyon bedelini eksik de olsa belirlediğini, buraya kadarki süreçte ciddi bir problem olmadığını, bunların somut değerler ve somut belirlemeler olduğunu, bu somut belirlemeler yapıldıktan sonra her nedense, nasıl bir hesaplama mantığına dayandığını anlamadıkları bir biçimde fesihten sonra devam eden bu üretimin acentenin son 5 yıllık prim ortalamasına oranının (aynı şekilde komisyonlarında oranı) bulunduğunu ve bir değer olarak rapora geçirildiğini, işin garip yanının tazminat bedelinin de bu oran üzerinden yapılmadığını, tam olarak belirleyemedikleri mantığını kavrayamadıkları bir oranlamaya dayalı tazminat belirlemesi yapıldığını; Bu kadar karmaşık ve yanlış bir hesaplama mantığı yerine çok basit ve işin doğasına son derece uygun bir hesaplama yönteminin uygulanabileceğini, fesihten sonra devam eden üretime isabet eden komisyon bedelinin olayda 13.547 TL ‘nin bütün şartları taşıyor olsa bile en fazla hükmedilecek tazminat bedeli olarak kabul edilmesi gerektiğini, bu üst limit belirlendikten sonra bunun ne kadarının portföy tazminatına konu olabileceğinin belirlenmesi gerektiğini, burada oranlamadan ziyade gerçek değerlerin önem arz ettiğini, oranın hiçbir önemi ve etkisi olmadığını, bu yüzden bir oranlamaya dayalı tazminat hesaplamasını kabul etmediklerini, bunun yanıltıcı ve gerçekçi olmayan, işin özüne aykırı sonuçlar oluşturacak bir yöntem olduğunu, kararın bu açıdan kaldırılması gerektiğini; Hak düşürücü süreden sonra yapılmış olan ıslah ile arttırılan bedelin ayrıca reddi gerekirken kabul edilmesinin kanuna aykırılık oluşturduğunu, davacı tarafın davayı önce 45.000 TL üzerinden açtığını, daha sonra da 09.12.2019 tarihli dilekçe ile 45.000 TL’lik talebe 117.256 TL daha ilave ederek müddeabihi 162.256 TL’ye çıkardığını, bilindiği üzere portföy tazminatının düzenlendiği TTK’nın 122. maddesinin 4. bendinin;”Denkleştirme istem hakkının sözleşme ilişkisinin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde ileri sürülmesi gerekir.” biçiminde olduğunu, bu maddeye göre portföy tazminatına konu her tür talebin fesihten sonra 1 yıl içerisinde ileri sürülmesi şartının koşulduğunu, bunun bir hak düşürücü süre olduğunu ve hiçbir biçimde uzatılması, durdurulması mümkün olmayan bir süre olduğunu; Davacı acenteliğin feshinin 27.03.2017 tarihinde yapıldığını, dolayısıyla TTK’nın 122. maddesine göre davacının portföy tazminatından kaynaklanacak her tür talebin en geç 27.03.2018 tarihine kadar yapılmasının şart olduğunu, bu tarihten sonra ileri sürülecek her tür talebin reddinin kaçınılmaz olduğunu, davacının ıslahını 09.12.2019 tarihinde (yani hak düşürücü sürenin bitmesinden neredeyse 2 yıl sonra) yaptığını, bu durumda ıslah ile arttırılan kısmın talep edilemez hale geldiğini, bu doğrultuda ıslah edilen bedelin tartışmasız bir biçimde reddi gerekirken ıslah edilen bedelin bir bölümünün de kabule konu yapılmasının doğru olmadığını, kararın bu açıdan da reddi gerektiğini, ekte ibraz ettikleri Yargıtay kararlarında yukarıda bildirdikleri tüm unsurların vurgulu bir biçimde belirlendiğini ve portföy tazminatının çok özel unsurlara sahip bir tazminat olduğunun özellikle belirtildiğini, ibraz ettikleri bu kararlarda bütün bu unsurların birarada gerçekleşmeden portföy tazminatına hak kazanılamayacağının belirlendiğini, davacının işbu davasının hukuksal hiçbir dayanağı bulunmadığını, sonuç olarak kararın; Yargıtay kararlarındaki portföy tazminat esasları ile ilgili gerekliliklere hiç değinilmemiş olması, acentenin üretiminden çıkan her poliçenin portföy tazminatı konu edilebilecek üretim olarak kabul edilmesi, fesihten sonra devam eden üretime isabet eden komisyon bedeli yerine bunu aşan bir anlayış ile yüksek bir bedel üzerinde tazminata hükmedilmesi, son 5 yılın komisyon ortalamasının bir üst limit değil de her halükarda ödenmesi gereken komisyon bedeli imiş gibi görülmesi, bütün kurgunun 5684 sayılı kanunun 23. maddesinde hiç yer almayan yeni müşteri kavramı üzerine oturtulmuş olması, talep portföy tazminatı olmasına rağmen haksız fesihten kaynaklanan tazminat talep edilmiş gibi değerlendirme yapılması, sigortacılıkta portföyün ne anlama geldiği, portföy kavramının ne olduğu, her üretimin portföy olarak kabul edilip edilemeyeceği, özellikle trafik üretiminin porföy olarak kabul edilip edilmeyeceği hususlarında hiç irdeleme yapılmamış olması, feshin TTK ve acentelik sözleşmesindeki öngörülere dayalı olarak yasal açıdan uygun ve geçerli nedenlere dayalı olarak yapılmış olmasına rağmen böyle bir feshin haksız fesih olarak kabulünün son derece yanlış olması, portföy tazminatının bir diğer önemli unsurlarından biri olan “fesihten sonra devam eden üretimin mevcut olması” olgusuna bakmadan, fesihten sonra hangi branşta kaç poliçenin devam ettiği saptanmadan yapılmış olan hesaplamanın eksik ve işin özüne aykırı olacağının dikkate alınmamış olması, son beş yılın komisyon ortalamasının otomatik olarak ödenmesi gereken tazminat olarak belirlenmesi, denkleştirme tazminatının en önemli unsuru olarak kabul edilen; “önemli kazanımın ne olduğu? sigortacılıkta önemli kazanımın nasıl sağlanabileceği?” konularında saptama ve değerlendirme yapılmamış olması, portföy tazminatı hesaplamasında gerçek zarar hesaplaması yerine bir oranlama yapılarak hesaplama yapılmış olması, hak düşürücü süreden sonra yapılmış olan ıslah ile arttırılan bedelin ayrıca reddi gerekirken ıslah ile arttırılan kısmın da kabul edilmiş olması ile ilgili bölümlerine katılmadıklarını beyanla İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 22.09.2020 tarih ve 2017/545 E., 2020/348 K. no.lu kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, Türk Ticaret Kanunu’nun 122. maddesi uyarınca acentelik sözleşmesinin haksız şekilde feshi nedeniyle denkleştirme (portföy) tazminatı talebine ilişkindir. Davacı, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin, davalı yanca haksız şekilde feshedildiğini iddia ederek sözleşmenin haksız feshi nedeniyle denkleştirme tazminatına hükmedilmesini talep etmiş, davalı taraf sözleşmenin 3 aylık fesih ihbar süresine uyularak ve davacının kendisine verilen üretim hedeflerinin altında kalması nedeniyle feshedildiğini, tazminat talep edilemeyeceğini, tazminatın diğer koşullarının da oluşmadığını beyan ederek davanın reddini savunmuş, Mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe davalı … Sigorta A.Ş. yönünden dava ve ıslah dilekçesi doğrultusunda davanın kabulüne, davalı … A.Ş. yönünden davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davalı … Sigorta A.Ş. vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Acentelik sözleşmesinin feshi ile ilgili olarak 6207 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 121/1. maddesi “Belirsiz bir süre için yapılmış olan acentelik sözleşmesini, taraflardan her biri üç ay önceden ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilir. Sözleşme belirli bir süre için yapılmış olsa bile haklı sebeplerden dolayı her zaman fesih olunabilir.” düzenlemesini haizdir. Buna göre, taraflardan birinin üç aylık ihbar süresine riayet ederek sözleşmeyi feshetmesi halinde acentenin denkleştirme tazminatı talep hakkı düşmez ancak sigortacı haklı nedenle sözleşmeyi feshetmiş ve haklı neden teşkil eden durum acentenin kusurundan kaynaklanmış ise, acentenin tazminat talep hakkı düşer. TTK’nın 122. maddesinde;” sigortacının acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde etmesi, acentenin, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybetmesi, somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, tazminat ödenmesinin hakkaniyete uygun düşmesi”, denkleştirme tazminatı şartı olarak kabul edilmiş ve hükmedilecek tazminatın üst sınırı, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalaması olarak belirlenmiştir. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 23/16. maddesi hükmüne göre ise, sigorta acentesinin denkleştirme tazminatı talep edebilmesi için; “sigorta acenteliği ilişkisinin sona ermesinden sonra sigortacının acentenin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde etmesi, hakkaniyetin tazminat verilmesini gerektirmesi, acentenin haklı bir nedene dayanmaksızın sözleşmeyi feshetmemiş olması yada kendi kusuruyla sözleşmenin feshine neden olmaması” gerekir. Bu noktada Sigortacılık Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan yasal düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde, acentenin denkleştirme tazminatı talep edebilmesi için sözleşmesinin haksız şekilde feshedilmiş olması yeterli olmayıp, acente tarafından kazandırılan yeni müşteriler( portföy) sayesinde sigorta şirketinin fesihten sonra da önemli menfaatler elde etmesi, acentenin, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, kendisi tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybetmesi ve somut olayın özelliklerine göre hakkaniyetin acenteye tazminat ödenmesini gerektirmesi aranacak diğer koşullardır. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; taraflar arasında 21.04.2009 tarihli acentelik sözleşmesinin imzalandığı ve sözleşmenin davalı tarafça 27.03.2017 tarihli Noter ihtarnamesi ile; ” …acenteye verilen ve karşılıklı olarak mutabık kalınan hedeflerin gerçekleştirilememesi ve bu konuda yapılan 04.10.2016 tarihli uyarıya rağmen bir iyileştirme görülmemiş olması” gerekçesi ile feshedildiği anlaşılmıştır. Her ne kadar Mahkeme gerekçesinde”sözleşmenin kararlaştırılan hedeflerin gerçekleştirilememesi sebebiyle feshedildiği ileri sürülmüşse de, sözleşmede yıllık veya sözleşme süresince hedef belirlendiğine ilişkin bir hükmün yer almadığı, bu nedenle sözleşmenin feshinin haksız olduğu” kabul edilmiş ise de; alınan bilirkişi kök raporunda davacının yıllar itibariyle öngörülen üretim hedeflerini ne oranda gerçekleştirdiğinin ve 2016 yılında bu oranın %56 olduğunun tespit edildiği, davalı tarafından gönderilen fesih ihtarnamesinde davacıya hedeflerin gerçekleştirilmesi konusunda yapılan 04 Ekim 2016 tarihli ihtardan bahsedildiği, anılan ihtarın dosyada yer almadığı, buna rağmen Mahkemece anılan ihtarın dosyaya celbi sağlanmadan, HMK’nın 31. maddesi uyarınca bilirkişi raporunda öngörülen prim hedeflerinin ve sonuçlarının nasıl tespit edildiği, belirlenen hedeflerin davacıya ne şekilde bildirildiği konusunda taraflara açıklama yaptırılmadan, gerekir ise bilirkişi heyetinden öngörülen üretim hedefleri ve gerçekleştirilen prim üretimini içeren tablodaki tespitlerin neye dayanılarak yapıldığı konusunda ek rapor alınmadan, davalı tarafından sözleşme ile bir hedef belirlenmediğinden bahisle feshin haksız olduğu sonucuna varılmış olması usule, yasaya ve dosya kapsamına aykırı olmuştur. Mahkemece sözleşmenin feshinin haksız olduğu kabulünden sonra, denkleştirme tazminatının diğer koşulları yönünden yapılan değerlendirmeye bilirkişi kök ve ek raporunun esas alındığı, bu kapsamda kök raporda sözleşmenin feshinden sonra davacının 97 adet müşterisi tarafından 339 adet poliçesinin yenilendiği, davalının bu yenilenen poliçeler nedeniyle 431.981 TL prim elde ettiğinden bahisle elde edilen menfaatin önemli bir menfaat kabul edildiği, raporda yalnızca davacı acentenin yıllara göre poliçe türlerine göre yapmış olduğu üretim sonucu aldığı komisyon miktarının tespitinin yapıldığı, müşteri bazında herhangi bir değerlendirme yapılmadığı gibi, davacının sözleşmenin başlangıcından itibaren tespit edilen branşlardaki üretiminin davalı açısından yeni bir müşteri portföyü olup olmadığı, yıllar içerisinde aynı müşterilerin poliçelerini yenileyip yenilemediği, hangi müşterilerin davacı acentenin kendi çabası ile oluşturduğu müşteri portföyü olarak kabul edilebileceğine yönelik bir değerlendirmenin de yapılmadığı, davacı tarafından acentelik süresince yapılan tüm üretimin davalı yönünden yeni müşteri ve davacı açısından portföy olarak değerlendirildiği, sözleşmenin feshinden sonra poliçesini yenileyen müşterilerin hangi müşteriler olduğu, davacının portföyünde sayılıp sayılmayacakları, yenilenen poliçelerin hangi branşlarda olduğunun tespit edilmediği, ek raporda ise dava tarihi dikkate alınmaksızın, fesih tarihinden itibaren 2017, 2018 ve 2019 yıllarında yenilenen poliçe adedine göre davacının elde edebileceği komisyon oranı belirlenerek, davacının fesihten önceki son beş yıldaki komisyon ortalamasına göre bir oranlama yapılmak suretiyle davalının elde ettiği menfaatin önemli menfaat olduğunun mütalaa edildiği, Mahkemece de bu raporlar esas alınarak fesihten sonra önemli menfaat elde etme koşulunun gerçekleştiğinin kabul edildiği, gerekçede diğer koşullar olan acentenin ücret kaybı ve hakkaniyetin tazminat ödemesini gerektirmesinden bahsedilmekle birlikte, somut olarak fesih tarihinden dava tarihine kadar davacının ne miktarda bir ücret kaybına uğradığının ve hangi gerekçe ile davacıya tazminat ödenmesinin hakkaniyet gereği olduğunun, acentenin son beş yıllık üretimi sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalaması hükmedilecek tazminatın üst sınırı iken, ne sebeple üst sınırdan tazminata hükmedildiğinin açıklanmadığı, bu şekilde eksik inceleme ve araştırma neticesinde dosya kapsamına, usul ve yasaya aykırı şekilde karar verildiği, davalı vekilinin istinaf başvurusunun haklı olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda Mahkemece öncelikle 04.10.2016 tarihli ihtarın dosyaya kazandırılması ile HMK’nın 31. maddesi gereği davalı tarafa yıllar itibariyle üretim hedefleri ile sonuçlarının ne şekilde belirlendiği ve davacıya bildirildiğinin açıklattırılması, gerekli olması halinde rapor düzenleyen bilirkişi heyetinden bu konuda ek rapor alınması ve bundan sonra feshin haksız olup olmadığının değerlendirilmesi, feshin haksız olduğunun kabulü halinde, hükme esas alınan bilirkişi raporlarını düzenleyen heyetten veya yeni bir bilirkişi heyetinden, tarafların ticari defter ve kayıtları ile dosya kapsamı üzerinde yapılacak incelemeye göre; davacı acentenin, acentelik süresince davalı adına düzenlediği poliçelerin türlerinin, sürelerinin, hangi müşteriler ile yapıldıklarının ve bu minvalde davacı acentenin kendi gayreti ile davalıya kazandırdığı müşteri portföyünün, davalının acentelik ilişkisinin sona erdiği tarihten dava tarihine kadar davacı acentenin kazandırdığı hangi müşterilerin, hangi türde poliçelerinin yenilenmesi nedeniyle ne kadar net prim elde ettiğinin, önemli bir menfaat elde edip etmediğinin, davacı acentenin sözleşmenin feshinden sonra bu müşteriler nedeniyle uğradığı ücret kaybının tespiti ve davacı acentenin talep edebileceği tazminatın üst sınırının belirlenmesi konusunda rapor alınması, alınacak rapor ile birlikte denkleştirme tazminatı talep edilebilmesi için gereken diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, davacı acentenin tek firma-çok firma acentesi olup olmadığı, ücret kaybı, yenilenen poliçelerin süresi, türü, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin süresi gibi hususlar tartışılarak tazminat ödenmesinin hakkaniyet gereği olup olmadığının ve davacının talep edebileceği tazminat miktarının hangi bedelden oluştuğunun tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir. HMK’nın (Değişik:22/07/2020-7251/35md.)353/1-a-6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması” hali kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, Dairemiz kararının gerekçesine göre sair istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalılardan … Sigorta A.Ş’nin istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarih ve 2017/545 Esas – 2020/348 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Sair istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf talep eden davalı … Sigorta Anonim Şirketi tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine, 5-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 6-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 22/06/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.