Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/834 E. 2023/993 K. 08.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/834 Esas
KARAR NO: 2023/993 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 17. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
(DENİZCİLİK İHTİSAS MAHKEMESİ SIFATIYLA)
NUMARASI: 2014/1448 Esas – 2021/77 Karar
TARİHİ: 17/02/2021
DAVA: Alacak (Gemi Ve Yük Alacaklılığından Kaynaklanan
KARAR TARİHİ: 08/06/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin dava dışı … ile 29.11.2013 tarihli alım satım sözleşmesi imzalayarak 3.000 (üç bin) ton buğdayın “CIF” olarak teslimi konusunda anlaşma yaptığını, sözleşmede “CIF” teslim öngörüldüğünden satıcı … firmasının kendi adına, müvekkili hesabına yük sigortası yaptırdığını, davalı … şirketinin 16/12/2013 tarihli ve … numaralı sigorta poliçesi düzenleyerek … firmasına verdiğini, satıcı firmanın yükün “…” isimli gemiye yüklenmesini takiben poliçeyi davacıya ilettiğini, ancak yüklemeyi müteakiben gemide teknik sorunların baş gösterdiğini, mürettebatın gemiyi terk ettiğini, geminin bir süre yüzer şekilde kaldıktan sonra yan yatmaya başladığını, jeneratör ve makine dairesine su dolduğunu, bu süre zarfında dvacının, donatan ve ilgili Liman Başkanlığı nezdinde her türlü müdahalede bulunduğunu, ancak başarılı olamadığını, geminin su almaya başlamasından sonra hasar ihbarının Kadıköy … Noterliğinin 27.03.2014 tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile poliçe üzerinde gösterilen davalı … hasar temsilcisine bildirildiğini, dava tarihine kadar davalı … şirketinin hasarı tazmin etmek bir yana, yük üzerinde ekspertiz dahi yapmadığını, bu konuda davacı şirkete yardımcı olmadıklarını, nihayetinde geminin ve yükün sahipsiz kaldığını, dava tarihi itibariyle geminin batmak üzere olduğunu, ambar kapaklarının arızalanarak jeneratör ve motor aksamının hasar gördüğünü, gemi artık su üzerinde tehlike yaratmaya başlamış olduğundan devrolduğu iflas masasının sorumlusunun 06.11.2014 tarihli resmi yazısı ile yükün kısmen veya tamamen bozulmuş olmasının muhtemel olduğunu davacıya bildirildiğini, yine iflas idaresi sorumlusunun ekli 25.11.2014 tarihli yazısında geminin donma ile karşı karşıya olduğu ve acilen yük için önlem alınması gerektiğini bildirdiğini, geminin ambar kapaklarının açılamadığı, ambarlara su dolduğu, artık geminin yüzer hale getirilerek ambar kapaklarının açılması, geminin çekilmesi ve yükün boşaltılmasının da mümkün görülmediğini, bu durumun 17.11.2014 tarihinde davacının, davacı tarafından atanan survey şirketinin, Rostov-on-Don limanı liman kontrol teftiş başkanının, donatan şirket iflas idaresi sorumlusunun ve davalı … şirketi temsilcisinin katıldığı bir keşifte tespit edilerek ekli rapor ile imza altına alındığını, son olarak donatan şirketin iflas idaresi sorumlusunun göndermiş olduğu 03.12.2014 tarihli yazısında iflas idaresi tarafından yükün tasfiye edileceği ve masrafların da davacıya yükletileceğinin bildirildiğini, diğer taraftan bir yıla yakın bir süredir olumsuz şartlar altında ambarda fümigasyon altında bekleyen yükün hasara uğradığını, en azından artık kimyasal değişliklere uğrayarak vasfının değiştiğinin kabulünün gerektiğini, davalı … şirketinin keşif faaliyetlerine katıldığı halde ihbarın gereğini yerine getirmek suretiyle davacının zararlarını tazmin etmek için gerekli adımları atmadığını, yükün ne kadarlık kısmının hasara uğradığı ise kapaklar açılınca belirleneceğinden, işbu davanın kısmi yani fazlaya dair hakları saklı tutarak, belirsiz alacak davası şeklinde ikame edildiğini beyanla şimdilik 10.000,00 ABD Dolarının dava tarihinden itibaren kamu bankalarının bir yıl vadeli dolar mevduat hesabına uyguladıkları faiziyle birlikte aynen veya fiili ödeme tarihindeki TL karşılığının davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dilekçesinde davalı … şirketini temsilen davanın yöneltildiği … A.Ş. vekili cevap dilekçesi ile; müvekkili … Mümessilliğin hiçbir kulüp sigortacısının temsilcisi yada acentesi olmadığı gibi dava dilekçesinde gösterilen sigorta şirketininde acente ve temsilciliğini yapmadığını, bu şirketin görevlerinin sadece hasar meydana geldiğinde zarar/zıyan ekspertizi yapmak olduğunu, bu nedenle … Mümessillik A.Ş.’nin herhangi bir sorumluluğu bulunmadığından bu şirkete sigorta şirketini temsilen tebligat yapılmasının yerinde olmadığını beyanla davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … şirketi vekili cevap dilekçesi ile; hadisenin davacı tarafça iddia edildiğinden çok farklı olduğunu, davacı tarafın mahkemeyi tamamen bilinçli ve kasıtlı bir şekilde yanlış yönlendirmeye çalıştığını, zira davacının dava evvelinde vuku bulmuş olan ve uyuşmazlığın hallinde nitelikli önem taşıyan hadiseleri bilinçli olarak gizlediğinin göze çarptığını, davadışı … (“…”) ile davacı arasında satım sözleşmesi akdedilerek %10 eksik/fazla olabilecek şekilde 3.000,00 mt yükün satışı hususunda tarafların mutabık kaldığını, 09.12.2013 tarihli konşimento ile ihbar olunan tarafın davacı olduğu 1.405,460 mt yük ile 15.12.2013 tarihli konşimento ile ihbar olunan tarafın yine davacı olduğu 1.527,690 mt yükün Rusya’nın Rostov-On-Don Limam’nda … gemisine yüklendiğini, her iki konşimento kapsamında 04.12.2013 tarihli çarterpartiye atıf yapıldığını, konşimentoda belirtilen yüklerin toplamı olan 2.933,150 mt yük için, konşimentolara ve satış sözleşmesine atıf yapılmak suretiyle dava dışı … firması tarafından davalı nezdinde 16.12.2013 tarihli … numaralı sigorta poliçesi akdedildiğini, anılan sigorta poliçesi uyarınca yükün gemiye yüklenmesinden sonra seferin başlaması ile sigorta/poliçesinin başlayacağı; nitekim, sigorta poliçesi kapsamında da” …’ olarak ifade edildiği üzere yüke ilişkin olarak nakliye sigortası yapıldığını, 15.04.2014 tarihli bildirim ve ihtarname başlıklı yazı ile (16.04.2014 tarihinde e-posta yolu ile gönderilmiştir] davacının işbu huzurdaki haksız ve mesnetsiz davanın ikame edilmesi evvelinde görevlendirmiş olduğu …/… Hukuk Bürosu tarafından davalıya bir kısım talepler iletilmeye başlandığı, anılan yazı içerisinde, Gemi’nin bilinmeyen bir kısım sebeplerle [mürettebat alacağı, klas ödemesi, acente alacakları vs. olduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir] alıkonulduğu, Aralık 2013 tarihinden itibaren yükleme limanında bulunduğu, yükün gemide yüklü olduğu ifadelerine yer verildiğini, bu hususa ilişkin olarak …’a ihtarname gönderildiğini, ancak …’ın …’ın acentesi olmaması dolayısıyla taleplerinin davalıya iletildiğinin beyan edildiğini, yükün gemide bulunduğunun ve ancak geminin yükleme limanından hareket etmediğinin, yani geminin seferine başlayamadığının da açık bir ikrarı olduğunu, 15.04.2014 tarihli davacının vekilleri tarafından gönderilen yazıya, davalı tarafından verilen 17.04.2014 tarihli yazı ile sigorta poliçesi şartları uyarınca yükün geç teslimi ile ilintili herhangi bir hasarın sigorta kapsamında yer alamayacağının açıkça belirtildiğini, davalı tarafından gönderilen yanıta cevaben, davacının vekilinin taleplerinin geç teslimden değil, yükün teslim edilmemesinden doğduğu, … firmasının yükün gemiye yüklenmesi ile birlikte yükümlülüğünün sona erdiğinin ifade edildiğini, dolayısıyla kendilerine yükün teslimi hususunda yapılacak yeni organizasyonlarda destek olmadığını; ayrıca, yükün tahliye limanına gönderilmesi için gemi armatörü ile görüşmelerin gerçekleştirildiğinin ifade edildiğini, anılan yazıya cevaben davalı tarafından 22.04.2014 tarihinde mevcut durumun da teslimde gecikme olarak nitelendirildiği, yükün hiç teslim edilmemesi olarak nitelendirilemeyeceği; nitekim yükün hali hazırda var olduğu ve konumunun da belirli olduğunun ifade edildiğini, davacı yük ilgilisinin gemi armatörü ile sulh protokolü imzaladığı ve yeni bir çarterparti akdettiğini, gemi armatörünün geminin bayrağını, klasını, … Kulübünü değiştirme ihtimalinin bulunduğunu, bu çerçevede yüke ilişkin tanzim edilen konşimentoların da, değişmesi gerekeceğini, bu doğrultuda davalı …’tan değişen koşullar ile uyumlu poliçenin yenilenmesinin talep edildiğini, aynı zamanda, yazının gönderildiği tarihte yükün durumunun tespit edilmesi gayesi ile bir sörvey incelemesi yapılacağının ifade edildiğini, bir diğer taraftan, şayet geminin armatörü sulh protokolü şartlarında hareket eder ise, davacının kendilerini ibra edeceği ve ancak geminin çıplak gemi kiracısı aleyhinde her türlü haklarının saklı tutulduğunu ifade ettiklerinin görüldüğünü, geminin seferine hiçbir surette başlamamış olması dolayısıyla davalının sigorta poliçesinin kapsamının başladığından bahsedilmesine de olanak bulunmadığını, davacı vekilleri ile davalı arasında yazışmaların devam ettiği, davalıya gönderilen 02.06.2014 tarihli e-posta mesajında açık bir şekilde yükün halen gemide olduğunun ikrar edildiğini, akabinde yapılan yazışmalarda davacı tarafça geminin adının değişeceğinden bahisle gemiye ilişkin birtakım belgelerin davalı ile paylaşıldığı ve sigorta poliçesinin yenilenmesinin talep edildiğini, davalı tarafından gönderilen 09.06.2014 tarihli e-posta mesajı ile konu sigorta poliçesinin gemi ile taşınacak olan yüke ilişkin olduğu ve bu şekli ile de geminin adının değişmesi halinde sigorta poliçesinin feshine yönelik ek sözleşme yapılması gerektiğinin belirtildiğini, bu şekli ile de 18.06.2014 tarihli e-posta ile, davalı tarafından gemi ile taşınması esnasında sigortalanmış olan yüke ilişkin … numaralı sigorta poliçesinin feshedildiği belirtilerek ilgili ek sözleşmenin davacının vekillerine gönderildiğini, davacı tarafın sigorta poliçesinin yenilenmesini talep etmiş olmasının … numaralı sigorta poliçesinin artık yürürlükte olmadığının yük ilgilileri tarafından da kabul edildiğinin çok açık bir ikrarı olduğunu, davacının vekilleri tarafından gönderilen 26.06.2014 tarihli ile e-posta uyarınca, aynı gemi ile yükün taşımasının gerçekleştirileceği hususunda her ne kadar kendilerince gemi ilgilileri ile anlaşılmış ise de ortaya birtakım sorunların çıktığını, yük ilgililerinin yükün bir başka gemiye transfer edilerek taşınması hususunda çalışmalarda bulunduğunun iddia edildiğini, 29.08.2014 tarihli e-posta içeriğinde, gemi armatörü ile akdedilen sulh protokolünün başarıyla sonuçlanmadığı; gemi armatörünün sulh sözleşmesine aykırı hareket ettiğinin ifade edildiğini, diğer taraftan, açık bir şekilde geminin sefere (denize, yola ve yüke) elverişli olmadığının ikrar edildiğini, mürettebatın gemiyi terk ettiği ve liman otoritelerinin gemiyi başka bir alana çektiği/götürdüğünün beyan edildiğini, sigorta poliçesinin Rusya – Türkiye arasındaki deniz taşıması bakımından geçerli olduğunu, yükün gemide geçici depolanmasının sigorta kapsamında olmadığının açıkça ifade edildiğini, sigorta poliçesinin geçerliliği tartışmalı olmakla birlikte, geçerli addedilse dahi, poliçede atıf yapılan tahkim klozları çerçevesinde, Türk Hukuku’nun uygulanmasının mümkün olmadığını, Türk Mahkemelerinin görevli olmadığı nazara alınarak, işbu davanın reddinin gerektiğini, 2013 yılında gemiye yüklendiği iddia olunan yük ile ilgili olarak davalı ile ilk görüşmenin Nisan 2014 tarihinde gerçekleştiğini, yükün gemiye yüklendiği iddia edilen tarihten çok sonra geminin sefere başlayamaması ve/veya geminin sefere başlayamayacak durumda olması sebebi ile yük ilgililerinin olaya müdahil olma çabasının, kendilerinin ne denli basiretsiz hareket etmiş olduğunun açık bir kanıtı olduğunu, davacının beyan dilekçelesinde Nisan 2015 tarihinde gemiye gidilerek yükün durumunun tespit edilmeye çalışıldığı iddia edilmiş ise de, hali hazırda davacı tarafça sunulan ve iflas idaresi memuru tarafından Kasım 2014 tarihinde davacıya hitaben tanzim edilen yazıda, davacının yükünü Gemi’den alması hususunda uyarıldığının görüldüğünü, yük ilgilisi olan davacının yüküne gerekli özeni göstermediği gibi yükü gemide kendi kaderine bırakarak basiretsiz ve özensiz davrandığını, davacının konşimentoların orijinallerinin kendi elinde olduğunu belirtmesinin hiçbir anlam ifade etmediğini, davacının öncelikli olarak yükün akıbetini, yükün nerede olduğunu ispatlaması gerektiğini, bilirkişi raporunda yükün gemiyle taşınması esnasındaki meydana gelme ihtimali olan olaylara ilişkin olarak sigortalandığının tespit edildiğini, ancak raporun ilerleyen bölümlerinde … tüm riskler klozu çerçevesinde yükün depodan ayrılması akabinde tahliye limanına gidene kadar sigorta kapsamında olduğunun belirtildiğini ancak sigorta teminatının iddia edildiği üzere yükün depodan ayrılması akabinde başlamasının olağan taşıma sigortası kurallarına ve mevcut poliçedeki düzenlemelere aykırı olduğunu, dolayısıyla bilirkişi raporunun kendi içerisinde çelişkiler barındırdığını, bu nedenle yeni bir heyetten rapor alınmasını talep ettiklerini beyan ederek …’ın müvekkili sigorta şirketinin acentesi olmaması sebebiyle …’a yapılan tebligatın geçersiz olduğunun tespitine, sigorta poliçesindeki tahkim şartı nedeniyle mahkemenin görevsiz olmasından dolayı davanın reddine, davaya Türk Hukukunu uygulanmasının mümkün olmaması ve davanın haksız ve mesnetsiz olması nedeniyle herhalükarda dava şartı yokluğundan, müvekkilinin zarardan dolayı sorumluluğunun bulunmamasından dolayı da esastan reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi’nin 17/02/2021 tarih ve 2014/1448 Esas – 2021/77 Karar sayılı kararında; “Dava; davacının yurtdışında mukim … firmasından 29/11/2013 tarihli satım sözleşmesiyle CIF teslim şartı esasına göre satın aldığı 2013 yılı ürünü dökme halinde 3000 ton öğütmelik buğday yükünün Rostov-On-Don Limanından Samsun/Marmara Bölgesi Limanlarına taşınması için … isimli gemiye yüklendikten sonra liman başkanlığının geminin limandan ayrılmasına müsaade etmemesi, daha sonra da gemi donatanının iflas etmesi nedeniyle taşımanın gerçekleşememiş olması sonucunda yükün zayi olması nedeniyle ortaya çıkan hasar bedelinin nakliyat sigortacısı olan davalı … şirketinden tahsili istemine ilişkindir. Davalı vekili cevap dilekçesinde, sigorta poliçesinde yer alan tahkim klozu nedeniyle uyuşmazlığın Rusya’da tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiğinden bahisle tahkim itirazında bulunmuş olup, tahkim itirazının dinlenebilmesi için HMK’nun 116.maddesine göre cevap süresi içerisinde ileri sürülmesi gerekmektedir. Dava dilekçesinde sigorta şirketini temsilen davanın yöneltildiği … Mümessillik firmasının sigorta poliçesinde claim agent “yani hasar servis yetkilisi” olarak yer aldığı belirli olup, dosya kapsamına göre de bu şirketin sigorta poliçesinin kurulumuna aracılık ettiği ispatlanamadığından davada sigorta şirketinin temsilcisi yada acentesi olarak kabul edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Bu durumda …’a, davalıyı temsilen yada davalının acentesi sıfatıyla çıkarılmış olan tebligatın geçersiz olduğu sonucuna varıldığından davalı … şirketi vekili tarafından davacının davadan haberdar olduktan sonra sunulan 11/12/2015 tarihli cevap dilekçesinin süresinde olduğu, bundan hareketle de tahkim itirazının cevap süresi içerisinde ileri sürülmüş olduğu kabul edilmiştir. Ancak, taşınacak yüke ilişkin sigorta poliçesinde ve atıf yapılan kurallarda sigorta poliçesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların Rusya Federasyonu Kanunlarına göre Moskova’da tahkim yoluyla çözümleneceğine dair tahkim klozu yer almakta ise de, sigorta poliçesinin satıcı firma ile sigorta şirketi arasında düzenlendiği, poliçede sigortalı ismine yer verilmeyip to order yani emre kaydıyla tanzim edilmiş olduğu saptandığından, sigorta poliçesindeki tahkim klozunun sözleşmelerin nispiliği ilkesine göre poliçeye taraf olmayan davacıyı bağlamayacağı kanaatine varıldığından davalının tahkim itirazı yerinde görülmemiştir. Dava konusu uyuşmazlıkta sigorta ettiren ve aynı zamanda taşınacak eşyanın satıcısı olan firmanın yurtdışında mukim bir şirket olması, davalı … şirketinin merkezinin Moskova’da bulunması, taşıma yapacak geminin yabancı bandrallı bir gemi olup, yüklemenin de Rostov-On-Don Limanından yapılmış olması nedenleriyle uyuşmazlık yabancılık unsuru taşıdığından MÖHUK 1.maddesine göre olaya uygulanacak ülke hukuku mahkemece resen tespit edilmelidir. MÖHUK’te sigorta sözleşmelerine uygulanacak hukuk yönünden özel bir kanunlar ihtilafı kuralına yer verilmediğinden uygulanacak hukukun sözleşmeden doğan borç ilişkileri için geçerli olan MÖHUK 24.maddesindeki kanunlar ihtilafı kurallarına göre tayin edilmesi gerekmektedir. MÖHUK 24/1.maddesinde öncelikle tarafların açık olarak seçtikleri hukukun uygulanacağı hükmü sevkedilmiş olup, dava konusu sigorta poliçesinde hukuk seçimi yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, bu hukuk seçimi sigorta poliçesinin tarafı olmayan davacının bilgisi ve iradesi dahilinde yapılmadığından yalnızca sözleşmenin taraflarını bağlayacağı kabul edilmelidir. Bu durumda, MÖHUK madde 24 f/4’e göre sözleşmeyle en sıkı ilişkili hukukun tespit edilerek uygulanması gerekmektedir. Bunun ise sözleşmedeki karakteristik edim borçlusunun işyeri hukuku olduğundan somut olay açısından uygulanacak hukuk sigorta şirketinin mukim olduğu ülke hukuku yani sigorta şirketinin mukim olduğu Rusya Federasyonu Hukuk Kurallarıdır. Taraf sıfatı dava şartlarından olduğundan uyuşmazlığın esasından önce davacının aktif husumet ehliyetine haiz olup olmadığı belirlenmelidir. Sigorta poliçesinde sigortalı (…) hanesinde “emre” (to order) kaydı yer almaktadır. Bu kayda göre sigortalanan yük üzerindeki “menfaat hakkınının” sigortalandığı kabul edilmelidir. Davacı vekili müvekkilinin semeni yani satış bedelini ödediğine dair … bankası Selçuklu Ticari Şubesi tarafından düzenlenen 20/12/2013 tarihli banka dekontu ile aslına uygunluğu Konya …Noterliği tarafından 29/12/2020 tarihinde tasdik olunan konişmentoları dosyaya sunarak bu şekilde davacının taşınacak eşyanın mülkiyetini kazanmış olduğunu ispatladığından sigorta poliçesi ile sağlanan güvencenin sigortalılık hakkının davacıya geçmiş olduğu kabul edilerek davacının işbu davada aktif husumet ehliyetine haiz olduğu saptanmıştır… Dosya kapsamı ile toplanan delillerden; davacının 29/11/2013 tarihli satım sözleşmesi ile yurtdışında mukim … firmasından CIF teslim şekli ile 3000 ton öğütmelik buğday satın aldığı, satım sözleşmesindeki CIF kaydına uygun olarak yükün Rusya Rostov Limanından Samsun ve Marmara Bölgesi Limanlarına taşınması konusunda satıcı ile … isimli geminin kiracısı arasında navlun sözleşmesinin kurulduğu, yükün taşınması sırasında ortaya çıkabilecek rizikolara karşı teminat altına alınması amacıyla satıcı firmanın davalı … şirketi ile sigorta sözleşmesi imzaladığı, yükleme tamamlandıktan sonra gemi kiracısının gemi adamlarına olan borçlarından dolayı liman otoritesi tarafından geminin limandan kalkışına izin verilmediği, bunun üzerine davacının geminin maliki olan … şirketi ile görüşmeler yaptığı, görüşmelerin sonucunda taşımanın yapılması konusunda anlaşma sağlanarak yeni bir çarter parti düzenlendiği ancak bu tarihten sonra Rostov Bölgesi Tahkim Mahkemesinin 15/07/2014 tarihli kararı ile gemi maliki hakkında iflas kararı verilerek tasfiye memurunun atanması nedeniyle taşımanın yapılamadığı, bu şekilde gemi içerisinde bekleyen yükün devam eden süreç içerisinde eksilmesi ve kalanının da ekonomik değerini yitirmiş olmasından dolayı zayi olduğu anlaşılmıştır.Davacı yükün alıcısı tarafından açılan işbu davada, yükün zayi olması nedeniyle ortaya çıkan zararın sigorta poliçesi kapsamında kaldığı ileri sürülerek zararın davalı yük sigortacısından tahsili talep edilmekte olup, yukarıda açıklandığı üzere yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlığın MÖHUK 24.maddesi gereğince Rusya Federasyonu Deniz Sigortalarına ilişkin Hukuk Mevzuatı ile sigorta poliçesi ve poliçede atıf yapılan kurallara göre çözümlenmesi gerekmektedir. Davalı taraf geminin hiç sefere başlamaması sebebiyle davalı açısından rizikoyu taşıma borcunun başlamadığı, bu nedenle meydana gelen zarardan davalı … şirketinin sorumlu tutulamayacağını ileri sürmekte olup, tercümesi dosyaya sunulan Rusya Federasyonu Deniz Sigortası Kanununun m.252 f.1 c.2 uyarınca deniz sigortası sözleşmesi sigorta priminin yatırıldığı andan itibaren geçerlilik kazandığı, buna göre sigortacının riziko taşıma borcunun da prim ödenmesi ile doğacağı anlaşılmaktadır. Sigorta poliçesinde yer alan Enstitü … Klozları Section I’deki bütün rizikolar, yükteki fire eksilme de dahil olmak üzere şeklindeki ibareden … sigorta koşullarına atıf yapıldığı anlaşılmaktadır. …’de düzenlenen yük klozunun tercümesinden sigorta konusu eşyanın taşımanın başlangıcı olarak belirlenen yerden (depo yada muhafaza edildiği yerden) ayrıldığı zaman sigorta himayesinin başlayacağı ve taşımanın olağan seyri boyunca da devam edeceği kabul edilmiştir. Somut uyuşmazlıkta, sigorta priminin ödendiği yükün satıcının yani sigorta ettirenin deposundan alınarak gemiye yüklendiği hususunda bir ihtilaf bulunmadığından davalı sigortacının rizikoyu taşıma yükümlülüğünün başlamış olduğu kabul edilmiştir. Yolculuğun olağan akışının gerçekleşmemesine sebebiyet veren olayların sigorta teminatı kapsamında olması halinde davalı ortaya çıkan yük hasarından sorumlu olacaktır. Davalı tarafta savunmalarında zararın sebebini gecikmenin oluşturduğu ve gecikme zararlarının teminat dışında kaldığını ileri sürmektedir. Deniz yük sigortalarında zararın etkin sebebi gecikme olduğu takdirde sigortacının sorumluluğu ortadan kalkmaktadır. Dava konusu olayda geminin limandan ayrılamaması, böylelikle seferin başlamaması, fiili durumu devam ettiğinden limandan hiç ayrılamayan geminin gecikme istisnası içinde değerlendirilmesi sözkonusu olamayacaktır. Sigorta poliçesinin ekinde yer alan yük (taşıma) sigorta kurallarının 6.bendinde sigorta teminatı dışında kalan haller yani riziko istisnaları sayılmış olup, bunlar arasında donatanın, gemi yöneticilerinin, gemi kiracıları veya işletenlerin tasfiyesi veya malik açısından aciz hali de bulunmaktadır. Sözkonusu hükmün giriş fıkrasında teminat dışında bırakılan istisnaların anlaşma ile teminat içine alınabileceği de kabul edilmiş olup, davalı … şirketinin düzenlediği poliçede aksine anlaşma öngören bir kaydın bulunmadığı tespit edilmiştir. Dava konusu olayda davacı yanın beyanlarından gemi adamlarının maaşlarının ödenmemiş olması, acente borçları sebebiyle geminin yükleme limanında liman otoritesi tarafından alıkonulduğu, bu durum karşısında davacının geminin sicilde kayıtlı maliki ile yeni bir navlun sözleşmesi yaparak geminin sefere çıkmasını sağlamaya çalıştığı, ancak süreç devam ederken gemi maliki hakkında iflas kararı verilmiş olmasında dolayı taşımanın yapılamadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, rizikonun gerçekleşmesinde yani geminin yükleme limanından hareket edememesinde davacıya yüklenecek bir kusurun bulunmadığı, yükün zayi olmasına geminin kiracısının ödeme güçlüğü içerisine düşmesi, daha sonrada gemi maliki hakkında iflas kararı verilmesi, bunun sonucunda da gemi adamlarının gemiyi terketmeleri, gemide elektriğin kesik olması nedeniyle ambarlarda bulunan yükün havalandırılamaması, iyi şartlarda muhafazasının sağlanamaması gibi olumsuz koşulların yol açtığı kabul edilse dahi davalının poliçe ekindeki yük sigortası kurallarının 6.hükmü (m) bendi gereğince zararın sigorta teminatı kapsamında olmadığı sonucuna varılmıştır. Yük zararının sigorta teminatı kapsamında olduğu kabul edilse dahi Rusya Federasyonu Deniz Sigortalarına İlişkin Hukuk Mevzuatının 254.maddesinde yer alan sigorta ettirenin ve lehtarın yükümlülüklerine ilişkin yasal düzenlemede yükün zarar görmeden aynı gemi ile yada başka bir gemi ile taşınmasını sağlama veyahut yükün gemiden zarar görmeden boşaltılması için gereken girişimlerde bulunma, gerekli önlemleri alma alıcı sigortalıya düşen bir yükümlülük olarak kabul edilmiştir. Somut olay açısından sözkonusu yükü korumaya yönelik tedbirleri alma yükümlülüğü gerek satım ilişkisi ve gerekse sigorta ilişkisi açısından davacıya düşmektedir. Buna karşın sigortacının bu yönde bir girişimde bulunma ve gerekli önlemleri alma konusunda bir görev ve sorumluluğu bulunmamaktadır. Yük hasarının önüne geçilmesi, zararın aza indirilmesini sağlama konusunda gerekli olan tedbirlerin davacı sigortalı tarafından alınıp alınmadığı hususuna bakılacak olur ise, ilk navlun sözleşmesinin tarafı olan gemi kiracısının borçlarından dolayı geminin yükleme limanından hareket edemediğini öğrenen davacının taşımanın sağlanması için gemi malikiyle görüşmeler yaparak geminin sefere çıkması konusunda ikinci bir navlun sözleşmesi imzalayarak bu aşamada kendisinden beklenen davranışı gösterdiği ancak gemi malikinin iflasından dolayı geminin sefere çıkamadığı saptanmış olduğundan, Aralık 2013 ila Haziran 2014 arasında gerçekleşen bu süreçte davacıya akdedilebilecek bir kusurun bulunmadığı kabul edilmelidir. Buna karşın gemi malikiyle akdedilen navlun sözleşmesinin ifasının sonuçsuz kalmasından sonra yani Haziran 2014 tarihinden itibaren davacının yükün akıbetiyle ilgili herhangi bir eylemde bulunmadığı dosya kapsamına göre belirli olup, bu dönemin mevsimsel olarak yükün hasarsız ve daha az maliyetle gemiden boşaltılmasının mümkün olduğu bir dönem olduğu halde yükün kurtarılması için herhangi bir girişimde bulunmayarak yükü kendi kaderine terketmekle rizikonun gerçekleşmesiyle sonuçlanan süreçte kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır. Türk Hukukunda olduğu gibi gerek sigorta poliçesi hükümlerinde gerekse olaya uygulanan Rusya Federasyonunun ilgili yasal düzenlemelerinde zararı önleme ve azaltma riziko gerçekleştiğinde sigortalının yerine getirmesi gereken bir görevdir. Rusya Federasyonu Deniz Taşımacılığı Sigortası Sözleşmesi Kanununda, sigorta ettiren veya lehtarın kastı veya ağır ihmalinin hukuki sonuçlarının düzenlendiği 265.maddesinde “sigorta şirketi, sigorta ettirenin veya lehtarın veya onun temsilcisinin kasıtlı hareketi veya ağır ihmali/dikkatsizliği sonucunda oluşan zararlara ilişkin sorumlu tutulamayacaktır.” hükmü kabul edilmiştir. Ayrıca, sigorta poliçesinin ekinde yer alan yük taşıma sigortası kurallarının 6.hükmü (e) bendinde de sigortalının kusuru sigortacıyı sorumluluktan kurtaran hal olarak düzenlenmiştir. Anılan hükmün giriş fıkrasında teminat dışında bırakılan istisnaların anlaşma ile teminat içine alınabileceği de öngörülmüş olup, davalının düzenlemiş olduğu sigorta poliçesinde aksine bir anlaşmayı öngören kaydın bulunmadığı tespit edilmiştir. Rusya Federasyonu Kanununun 265.maddesinde sigortalının kastının yanısıra ağır ihmalinin de sigortacıyı sorumluluktan kurtaracağı hükme bağlanmıştır. Yukarıda açıklanan yükün bozulmasına kadar giden süreçte davacının kasıtlı bir eylemi tespit edilememiş ise de, gemi malikinin iflasından dolayı taşımanın ifasının imkansız hale gelmesinden sonra mevsim koşullarıda uygun olduğu halde yükün gemiden boşaltılması, muhafazası ve başka bir gemi ile taşınması konusunda herhangi bir girişimde bulunmamış olması, bu süreçte eylemsiz kalarak adeta yükü kendi kaderine terketmiş olması sonucunda … gemisinin ambarlarında bulunan buğday yükünün eksilmesi, kalanının da ekonomik değerini yitirerek zayi olmasında davacının ağır ihmalinin bulunduğu değerlendirildiğinden, yukarıda anılan Rusya Federasyonu Deniz Sigortası Kanununun 265.maddesi ve sigorta poliçesi ekindeki yük sigortası kurallarının 6.maddesi (e) bendi gereğince sigorta şirketinin zarardan sorumlu tutulamayacağı sonucuna varılmıştır. Sonuç olarak, yapılan yargılama neticesinde davacının alıcısı ve sigorta poliçesi lehtarı olduğu buğday yükünün bozulması ile sonuçlanan rizikonun sigorta teminatı kapsamında olmadığı, davalı … şirketinin hasar bedelini tazmin etme sorumluluğunun bulunmadığı kanaatine varıldığından, bu kanaat ışığında davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ve verilen karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile; 2014 esaslı olan bu dosyanın altı yılı aşkın bir sürede arada hiç bir kanun yolu incelemesi görmeden devam ettiğini ve yapılan usul ve esasa ilişkin hatalar neticesinde Yerel mahkeme tarafından davanın reddedildiğini, Yerel mahkemenin 24/02/2021 tarihli gerekçeli kararında yer alan gerekçesindeki usuli işlemleri olduğundan farklı gösterip bu hataları gidermeyi amaçladığını, Mahkemenin gerekçesinde davalı tarafından verilen 11.12.2015 tarihli dilekçeyi cevap dilekçesi olarak nitelendirdiğini, davanın ön inceleme duruşmasının 16.04.2015 tarihinde yapıldığını, bu duruşmada, tebligatların yapıldığı, dilekçeler aşamasının yerine getirildiği tespit edildikten sonra ön inceleme aşamasının diğer gerekliliklerinin yerine getirildiğini ve aynı zabıta göre mahkemenin tahkikat aşamasına geçtiğini, 16.04.2015 tarihinde dilekçeler teatisi aşamasının tamamlandığını, tahkikat hakiminin, 09.06.2015 tarihli celsede dosyayı bilirkişiye gönderdiğini ve bilirkişinin dosyaya giren ilk bilirkişi raporunu 17.09.2015 tarihinde tanzim ettiğini, bu bilirkişi raporunun dosyaya dahil olması ile davaya ayrıntılı beyan vermeye karar veren davalının bu dilekçesini 11.12.2015 tarihinde sunduğunu, Mahkemenin bu beyan ile yapılan tahkim itirazına ilişkin 13.04.2016 tarihli celsede “süresinde yapılmayan ve geçerlilik koşullarını taşımayan tahkim itirazının reddine” yönünde karar verdiğini, gerekçeye bakıldığında Mahkemenin, sonradan bu dilekçeyi cevap dilekçesi olarak kabul etmeye karar verdiğini, gerekçenin üçüncü sayfasının üçüncü paragrafına göre hasar acentesine yapılan tebligatın kabul edilemeyeceğine ve bu sebeple 11.12.2015 tarihli dilekçenin cevap dilekçesi olarak kabulüne ve tahkim itirazının süresinde yapıldığına karar verdiğini, Mahkemenin gerekçesinde tahkim itirazını sözleşmelerin nisbiliği prensibinden hareketle reddettiğini, ama aynı heyetin süresinde yapılmayan itirazı reddettiğini, kararın ne zaman ortadan kalktığının anlaşılamadığını ancak burada önemli olan hususun; ön inceleme aşamasının sona ermesinin neden önemli olduğu olduğunu, usul hukukunda ön inceleme aşamasının sona ermesine bazı sonuçların bağlandığını; Müvekkilinin, davalı tarafın dosyaya sunduğu 11.12.2015 tarihli dilekçeye karşı sunduğu 28.12.2015 tarihli beyan da dahil olmak üzere dosyaya sunduğu tüm beyanlarda davalının savunmasını değiştirmesine ve genişletmesine ya da yeni delil göstermesine muvafati olmadığını bildirdiğini, bu dilekçede ve daha önce sunulan dilekçede neden davalının Türkiye’deki hasar acentesine tebligat yapabileceğini izah ettikleri, burada o beyanları da tekrar ettiklerini, Mahkemenin gerekçesinde, yapılan ön inceleme duruşmasını ve sonradan verdiği ara kararları yok saymasının nedeninin davalının sonradan “dosyadan haricen haberimiz oldu” şeklindeki hayatın olağan akışına aykırı bir gerekçe ile sunduğu dilekçeyi cevap dilekçesi olarak kabul ederek yeni savunmalar ve delilleri öne sürmesine izin verdiğinden ötürü yaptığı hatanın üzerini örtmek çabası olduğunu, nitekim bu usuli hatanın dosyanın esasına etki ettiğini, 20.01.2017 tarihli ek bilirkişi raporuna göre heyetin sonradan dosyaya sunulan yeni bilgi ve belgeler uyarınca yeniden inceleme yaptığını ve bu yeni bilgi ve belgeler ışığında sonuç bölümünde ilk raporundan ayrılarak kısmen müvekkili aleyhine bir rapor tanzim ettiğini, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat aşamasında davalı tarafın sunduğu yeni bilgi ve belgelerin Mahkeme tarafından kabul edilmesi, sonra da Mahkemenin bu hatasını düzeltmek amacı ile önceki kararlarını yok sayan bir gerekçesinin esasa etki eden ve kararın kaldırılmasına yetecek derecede önemli bir istinaf sebebi olduğunu, gerekçede hatalı yansıtılan diğer bir hususun sanki uyuşmazlığın Rusya hukukuna tabi olduğuna ilişkin değerlendirmenin yargılamanın başında yapıldığı olduğunu, Mahkemenin iki kök ve bir ek raporun alındığı 2014 ile 2018 yılları arasında yargılamayı Türk hukukuna göre yaptığını, 4 yıl süre ile yargılamayı Türk hukukuna göre yapan Mahkemenin, bir anda 24.10.2018 tarihli celsede uyuşmazlığa Rusya hukukunu tatbik etmeye karar verdiğini, alınan kararın HMK’nın 30. maddesinde yer alan usul ekonomisi ilkesine aykırı olduğunu;Bu ilkeye aykırılığın Mahkeme’nin dosya kapsamında alınan iki kök bir de ek raporun neden yetersiz olduğunu ortaya koymadan son bilirkişi raporu alması karşısında bir istinaf sebebi olarak ortaya çıktığını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na göre dosyada başvurulan bilirkişi raporlarının yetersizliği hakkında somut bir veri olmaksızın yeniden bilirkişi raporu alınmasının usul eknonomisi ilkesine aykırı olduğunu, son bilirkişi raporundan kaynaklı usuli hataya yer vermek gerektiğini, Mahkemenin uyuşmazlığa yabancı hukukun uygulanacağına karar verip yabancı hukuku getirtikten sonra bu hukuka göre inceleme yapılması için yeni bir bilirkişi heyetine görev verdiğini, bu noktada aşağıdaki problemlerin ortaya çıktığını, Yerel mahkemenin yabancı hukuk tahtında mesele tetkik edilecekse, bunu ikinci kök raporu sunan bilirkişi heyetine tevdi edebilecek olmasına rağmen etmediğini, yeni bilirkişi heyetinin hukukçu üyelerinin aynı Yerel mahkemedeki hakimler gibi bir yerel mevzuata hakim olan hukukçular olduğunu, bu şekilde yapılan atamanın, HMK’nın 266. maddesine aykırılık teşkil ettiğini, HMK madde 266 uyarınca, eğer Rusya’dan gönderilen hukuki metinlerin salt Türkçe tercümesine dayanılarak bir karar verilecekse, o zaman bu husus için bilirkişi atanamayacağının aşikar olduğunu, diğer taraftan, Rusya hukukunun, sadece kanun metni ile değil, aynı zamanda ikincil hukuk kaynakları olan içtihatları ve öğretileri ile beraber değerlendirilecekse, o zaman atanan bilirkişilerin bu konuda uzman olmaları gerektiğini, bu konuda bir uzmanlıkları olduğuna dair dosyada bir malumat olmadığını, 266. maddeye göre hali hazırda hukuk eğitimi almış kişilerin bilirkişi olamayacağının da göz önüne alınması gerektiğini, bu durumda Mahkemenin, hukukçu bilirkişi atamayacağı yönündeki kuralı ihlal ederek bir usul hatası yaptığını, bilirkişilerin ağırlıklı olarak Rusya hukukuna göre inceleme yapmadıkları gibi, Rusya hukukuna atıf yaparken de sadece ellerindeki tercüme kanun metni ile bağlı kaldıklarını, hukukun kaynaklarının salt kanun olmadığını, gerektiğinde kanun metninin nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin öğreti ve içtihatların, madde gerekçelerinin ikincil hukuk kaynakları olarak yürürlükteki hukukun kaynağını oluşturduklarını, salt kanun metni ile Rusya hukukunu yorumlamanın doğru olmadığını; Bu usul hatasının davanın esasına etki ettiğini, 19.10.2020 tarihli bilirkişi raporunu kaleme alan bilirkişilerin, konuyu Rusya hukukuna göre değil, Türk hukukuna göre ve geçerliliği tartışmalı olan genel taşıma kurallarına göre tahlil ettiğini, buna göre verdikleri raporun Mahkeme tarafından hükme esas alındığını, raporun bu hali ile hükme esas alınmasının bir istinaf sebebi teşkil ettiğini, hali hazırda 19.10.2020 tarihli bilirkişi raporunun, defarlarca savunmanın genişletilmesi yasağı itirazlarına konu olan davalı savunmalarını, hatta onlar tarafından hiç zikredilmemiş hususları bile müvekkili aleyhine bilirkişi raporunda yer vererek ve sonuca bağlayarak hukuka aykırı bir rapor tanzim ettiğini, son olarak önemli bir istinaf sebebinin varlığına işaret etmek gerektiğini, bilirkişi raporu ile dosya kapsamında önceden alınan bilirkişi raporları arasında çelişkinin mevcut olduğunu, dosyadan alınan ilk kök raporun davalının sorumlu olduğunu, sonradan alınan bir ek rapor ve bir kök raporda ise davalının hasar ödeme sorumluluğunun olduğunu kabul anlamına gelmemek üzere davacı müvekkilinin birtakım önlemleri almamış olması sebebi ile hasar tazminatından indirim yapılabileceğini ifade ettiğini, şu halde, dosya münderecatına giren önceki raporların tam veya indirimli olarak sigortacı davalının ödeme yükümlüğü olduğunu zikretmekteyken, bu son raporun davalınım tazminat ödemek yükümlülüğünün olmadığı kanaatini zikrettiğini, bu çelişki giderilmeden hükme esas alınamayacağının yerleşik Yargıtay uygulamalarında sabit olduğunu; Bu noktada taraflarınca Mahkeme’nin Rusya hukukunu uyuşmazlığa uygulama kararının hiçbir zaman kabul edilmediğini, esasa ilişkin ileri sürecekleri istinaf sebepleri arasında tafsilatlı olarak zikredecekleri üzere, olaya Rusya hukukunun uygulanmasının, Türk hukukun uyuşmazlığa ilişkin hükümleri emredici olduğundan, mümkün olmadığını, ancak usul hukuku bakımından, esasa etkili olabilecek nitelikteki bu denli önemli bir itirazın Yerel mahkeme tarafından gerekçede tartışılmamasının usuli bir eksiklik olduğunu, HMK’nın 297. maddesinin;” tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin gerekçede açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde olduğunu, bu itirazın Yerel mahkeme tarafından hiç tartışılmadığını, Anayasa’nın 36. maddesinde vücud bulan Adil Yargılanma Hakkı kapsamında Dairemiz tarafından incelenmesi gerektiğini, Yerel mahkemece davalı sigortacının rizikoyu taşıma yükümlülüğünün başlamış olduğunun kabul edilmesine ve dava konusu olayda geminin limandan ayrılamaması, böylelikle seferin başlamaması, fiili durumu devam ettiğinden limandan hiç ayrılamayan geminin gecikme istisnası içinde değerlendirilmesinin söz konusu olamayacağının tespit edilmesine rağmen poliçede yer alan atıf ile müvekkilinin bağlı olduğunun kabulüne karar verilmesinin ve hiçbir geçerli ve gerekçeli bir açıklama yapmadan davanın reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu; Yerel Mahkemenin gerekçeli kararında; “…’de düzenlenen yük klozunun tercümesinden sigorta konusu esyanın tasımanın baslangıcı olarak belirlenen yerden (depo yada muhafaza edildigi yerden) ayrıldıgı zaman sigorta himayesinin baslayacagı ve tasımanın olagan seyri boyunca da devam edecegi kabul edilmistir. Somut uyusmazlıkta, sigorta priminin ödendigi yükün satıcının yani sigorta ettirenin deposundan alınarak gemiye yüklendigi hususunda bir ihtilaf bulunmadıgından davalı sigortacının rizikoyu tasıma yükümlülügünün baslamıs oldugu kabul edilmistir. Yolculuğun olagan akısının gerçeklesmemesine sebebiyet veren olayların sigorta teminatı kapsamında olması halinde davalı ortaya çıkan yük hasarından sorumlu olacaktır. Davalı tarafta savunmalarında zararın sebebini gecikmenin olusturdugu ve gecikme zararlarının teminat dısında kaldıgını ileri sürmektedir. Deniz yük sigortalarında zararın etkin sebebi gecikme oldugu takdirde sigortacının sorumlulugu ortadan kalkmaktadır. Dava konusu olayda geminin limandan ayrılamaması, böylelikle seferin baslamaması, fiili durumu devam ettiginden limandan hiç ayrılamayan geminin gecikme istisnası içinde degerlendirilmesi sözkonusu olamayacaktır.” şeklinde açıklamalar yaptığını, söz konusu açıklamaların devamında “….Öte yandan, rizikonun gerçeklesmesinde yani geminin yükleme limanından hareket edememesinde davacıya yüklenecek bir kusurun bulunmadıgı, yükün zayi olmasına geminin kiracısının ödeme güçlügü içerisine düsmesi, daha sonrada gemi maliki hakkında iflas kararı verilmesi, bunun sonucunda da gemi adamlarının gemiyi terketmeleri, gemide elektrigin kesik olması nedeniyle ambarlarda bulunan yükün havalandırılamaması, iyi sartlarda muhafazasının saglanamaması gibi olumsuz kosulların yol açtıgı kabul edilse dahi davalının poliçe ekindeki yük sigortası kurallarının 6.hükmü (m) bendi geregince zararın sigorta teminatı kapsamında olmadıgı sonucuna varılmıstır.” denildiğini; Yerel Mahkemece rizikonun gerçekleşmesinde müvekkili firmanın herhangi bir kusuru olmadığının tespit edildiğini ancak Yerel Mahkemenin, Sigorta Sözleşmesinin tarafı olmayan, sadece lehtarı olan müvekkili firmayı Sigorta Sözleşmesini imzalayan taraflar arasındaki sözleşmesinin tarafı haline getirdiğini, bu halin Yerel Mahkemenin usul ve yasaya aykırı bir hüküm kurduğunu açık bir şekilde ortaya koyduğunu, söz konusu poliçenin ekinde yapılan atıfın davanın konusu ile ilgili olmadığını, Yerel mahkemenin gerekçeli kararında, Rus hukukunun uygulanması gerekliliğinin ve sigorta poliçesinde atıf yapılan belirsiz bir dokümana dayanılarak taşıma kurallarının uydurulmaya çalışıldığını, bu şartlara ulaşmanın mümkün olmadığını, ne sigorta ettirene ne de lehdar müvekkiline bu şartların sunulmadığını, ilgili tarihte bu şartlarda bu şekilde bir yetki klozunun olup olmadığının dahi bilinmediğini ki olsa bile müvekkilinin konu sigorta sözleşmesinin tarafı olmadığını sadece sözleşmeden doğan menfaatin lehdarı olduğunu, bu sebeple poliçede yer alan atıf ile müvekkilinin bağlı olduğunun kabulünün mümkün olmadığını, bu gerekçe ile hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu; Sigorta güvencesine ilişkin olarak kiracının ödeme güçlüğü, malikin iflası, davacının yükü gemide bırakması başlıklarının uygulama alanı bulmasının mümkün olmadığını, müvekkilinin sigortacı olmadan yükü gemiden boşaltmasının mümkün olmadığını, dolayısıyla, aksi uygulamanın, kamu düzeni ve müdahaleci normlarla da korunması gereken sigortalının menfaatlerinin ihlal edilmesi anlamına geldiğini, bilirkişi raporunun bu yönlerden de isabetsiz olduğunu, bu konudaki en önemli hususun rizikonun gerçekleştiği dönemde … firmasının iflas etmediğini, sigorta firmasına ilk hasar bildiriminin dava dosyasında mevcut olan 16.04.2014 tarihinde yapıldığını, aylarca yazışmaların sürdüğünü, dava dosyasında bulunan iflas memurunun göndermiş olduğu 25.11.2014 tarihli yazı incelendiğinde, firmanın rizikonun gerçekleştiği tarihte iflas durumunda olmadığını, bu kapsamda Yerel mahkemenin donatanın iflası nedeniyle davalı … şirketinin sorumluluktan kurtulduğunun tespitinin de hatalı ve yanıltıcı olduğunu ortaya koyduğunu; Yerel mahkemenin gerekçeli kararında söz konusu uyşmazlıkta Rus hukukunun uygulanması gerektiğine kanaat getirildiğini hatta Rusya’dan buğday ithalatı gerçekleştirmeye çalışan bir firmanın söz konusu süreçte kusurlu olduğuna kanaat getirildiğini, sadece bu durum bile söz konusu gerekçeli kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu ortaya koyduğunu, sigorta poliçesindeki yabancı sözleşme şartlarının Türk Mahkemesinde Rus Hukuku çerçevesinde yorumlanmasının ilmi bir görüşe ve yasalara dayanması gerektiğini, yabancı sözleşme şartlarının yorumunun, Türk Mahkemesinde Türk Hukukuna göre, davaya bakan Yerel Mahkemenin yetkisinde olduğunu, sigorta edilen rizikonun başlangıcı noktasında Türk Kanunu ile yabancı şartlarda aynı hükmün olduğunun daha önceki dilekçelerde gösterildiğini, Yerel Mahkemenin bu hususu tespit edemediğini, diğer bir hususun ise daha önce dilekçelerinde açıklanan sigortalının sigorta süresi içinde ve riziko gerçekleştiğindeki yükümlülüklerini düzenleyen TTK m. 1444, 1445, 1446, 1447, 1448 inci maddelerinde TTK m.1452(3) e göre sigorta ettirenin, sigortalı ve lehtar aleyhine değiştirilemeyeceğini, değiştirilirse bu kanun hükümlerinin uygulanacağını, söz konusu kanun hükümlerinin Yerel Mahkemece dikkate alınmadığını, bu bakımdan aşağıdaki kavramların tafsilatlı şekilde açıklanması zaruriyetinin hasıl olduğunu; Satıcı … firması CIF (Cost- Insurance- Freight) ismi verilen uluslararası satış sözleşmesi hükümlerine göre, satıcının satılan malın emin bir deniz taşıması ve sigorta himayesi altında alıcıya teslim borcunu ifa etmek üzere, satılan malın deniz taşıması sigortası sözleşmesini davalı … sigorta şirketi ile yaptığını, alıcıyı “lehdar” olarak gösterdiğini (Sigorta Poliçesi); Satıcının yaptığı sigorta sözleşmesinde satış konusu mal üzerindeki menfaatin, konişmentonun alıcıya verilmesi ile satıcıdan alıcıya geçtiğinden, alıcının lehdar olarak gösterildiğini, bu sigorta sözleşmesinin TTK m. 1454 (1) e göre: “Başkası lehine sigorta” olduğunu, burada, sigorta ettirenin, sözleşmenin tarafı olduğunu, primi onun ödediğini, lehdarın ise sigorta edilen menfaatin sahibi olduğunu, riziko gerçekleşince zarar görecek olanın o olduğunu, dava konusu olayda yapılan 3 ayrı sözleşmenin birbiriyle ilgisinin, taraflar arasında bir CIF satış sözleşmesi yapılmış olması olduğunu, davacı ile yapılan satış sözleşmesi gereği, satıcı …’nin davalı … sigorta şirketi ile, satım konusu yük için “denizde yük taşıma sigortası” sözleşmesi yaptığını, satıcı firmanın sigorta sözleşmesindeki sıfatının “sigorta ettiren” olup sözleşmenin tarafı olduğunu, sigorta ettirenin, yaptığı sigorta sözleşmesinde alıcı davacıyı lehdar olarak gösterdiğini, bunun anlamının alıcı davacının yük üzerindeki menfaatinin sigorta teminatı altına alınması olduğunu, sigorta poliçesi ve konişmentonun birlikte gönderilmesi ile yükün, satıcı tarafından alıcıya teslim edilmiş olacağını, yükün, gemi varma limanına gelince, gemiden teslim alınacağını, yük varma limanına ulaşmamış ise, sigorta teminatının devreye gireceğini ve alıcının hakkının karşılanacağını, satıcı firmanın, satış sözleşmesinde bu hususları taahhüt ettiğini, bunlara karşılık alıcı davacının sadece satış bedelini satıcıya ödeyeceğini, satış bedeli içinde, yukarıda açıklandığı üzere mal bedeli, taşıma ücreti ve sigorta primi bulunduğunu, sigorta sözleşmesinde, yük üzerindeki menfaatin Konişmento’nun haklı hamili olarak yükü taşıyandan teslim almaya hak kazandığı andan itibaren davacı alıcıya ait olduğunu, sigorta ettirenin başkasının menfaatini sigorta ettirdiğinden, menfaat sahibinin sigorta hukukunda buna sigortalı denildiğini, sigorta sözleşmesinin tarafı sigorta ettiren haline gelmediğini, sözleşmeden doğan borç ve yükümlülüklerin sigorta ettirene ait olduğunu, sigortalının, menfaat sahibi olarak zararın onun malvarlığında meydana geldiğini ve tazminat talebi hakkının sigortacıya karşı doğduğunu, sigorta ettirenin, sigortalının tazminat talebi hakkını sağlamakla yükümlü olduğunu; Sigorta sözleşmesinin ifasında dava süresinde tartışılan iki önemli hususun; Riziko ağırlaşması var mıdır? Var ise, buna dair sigortacıya beyan yükümlülüğü yerine getirilmiş midir? şeklinde ve riziko ne zaman gerçekleşmiştir? Buna dair beyan yükümlülükleri yerine getirilmiş midir? şeklinde olduğunu; sigorta sözleşmesinde rizikonun, yükün deniz yolu ile taşınılırken sigorta süresi içinde zarar görmesi sonucunu doğuracak olaylar olduğunu, sigorta himayesinin, sigorta sözleşmesi yapıldığı anda başladığını, (TTK m.1421). Sigorta poliçesinin 16.02.2013 tarihli olduğunu, sigorta şirketinin poliçeyi imzalayarak … firmasına (sigorta ettirene) verdiğini, …’in, poliçeyi, lehdar tayin ettiği davacıya gönderdiğini, sözleşmede … Section I ve 1. maddesinde “sigorta süresinin yükün depodan ayrılmasından itibaren başlayacağı kaydının mevcut olduğunu, yükün gemiye yüklenmesinden sonra, liman makamlarının geminin yola çıkmasına izin vermediğini; Olayda, satım konusu ve sigortalı malın bulunduğu depodan alınıp gemiye yüklenmesinin “riziko ağırlaşması” olmadığını, gemiye yüklenen yükün geminin yola çıkmadığı anda zarar görme ihtimalinin artmadığını, geminin o anda, bilinmeyen bir sebeple, liman makamları tarafından izin verilmediği için yola çıkamadığını, ancak yükün, gemide kalmaya başladığı anda zarar görme ihtimalinin artmadığını, bir süre kapalı yerde bekleyebildiğini, gemiye izin verilmemesinin, sigorta ettirenin ve sigortalı davacının tamamen iradesi dışında bir olay olduğunu, riziko ağırlaşmasının şartları mevcut olmadığından, bu konuda Kanunda düzenlenen “beyan” yükümlülüğüne dair hükümlerin uygulamasının mümkün olmadığını, sigortalı davacının, yükün gemide bekleme süresinde, hangi anda zarar görme ihtimalinin arttığını öğrenme imkanına sahip olamadığını; Sigorta sözleşmesinde gösterilen rizikonun (gerçekleşmesi muhtemel olay), kesin hale gelmesi ile zararın kısmen veya tamamen doğması olduğunu; Olayda rizikonun, gemide bulunan yükte zarar meydana geldiği veya gelmeye başladığı anda gerçekleştiğini, gemi liman başkanlığının sefere men kararı ile bekletildiği kamu makamı için davacı sigortalının durumu öğrenmesi ve tespit etmesinin mümkün olmadığını, davacı sigortalının, rizikonun gerçekleştiğini, “17.11.2014 tarihli … (…) gemisinde bulunan malın Bilirkişi Heyeti Denetimi Tutanağı” ile öğrendiğini, bu belge ile anlaşılan, Liman Yetkilisinin dahili olmadan gemiye girmenin mümkün olmadığını, sigorta sözleşmesinde (poliçesinde) de sigortacının dahili olmadan bu işlemin yapılamayacağının belirtildiğini, davacı sigortalının yukarıda gösterilen Bilirkişi Heyeti incelemesini, Tasfiye Memurunun kendisine gönderdiği 06 Kasım 2014 tarihli yazı üzerine talep ettiğini, bu yazıda, liman reisinin verdiği bilgiye göre; mürettebat gemiyi terk etmiştir ve geminin elektriği kesilmiştir. Gemideki mal imha edilebilir.” ifadesi ile malın bilirkişi incelemesinin yaptırılmasının ve denetimde kendisinin de bulundurulmasının talep edildiğini, davacı sigortalının bu yazı üzerine Bilirkişi incelemesi yaptırdığını, bu yazıdan anlaşıldığına göre, daha önce davacının gemiye girmesinin, liman makamı, Mahkeme Kararı ve iflas idare memuru tasfiyesi olmadan mümkün olmadığını, davacı sigortalının, rizikonun gerçekleştiğini öğrendiğinde gecikmeksizin sigortacıya bildirmesi gerektiğini, bu bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmesi için 2 şart olduğunu; birincisinin, bildirimi öğrendiğinde gecikmeksizin yapılmasının mümkün olacağını, ikincisinin, sigortacının rizikonun gerçekleştiğini bilmeyeceğini (m. 1446); Yukarıda açıklandığı üzere, davacı sigortalının rizikonun gerçekleştiğini, bilirkişi incelemesi ile öğrendiğini (17.11.2014), davalı … şirketinin, yüklü geminin yola çıkmasının kamu idaresi tarafından men edildiğini davacının 27.03.2014 tarihli ihtarnamesi ile öğrendiğini, bu durumda, olayın devamı hususunda bilgi sahibi olması gerektiğini, bilirkişi incelemesi ile yükünün tamamen zarar gördüğünü öğrenen davacı sigortalının 8.12.2014’de sigorta şirketine incelenen tazminat davasını açtığını, söz konusu ihbar görevinin amacı olan sigorta şirketinin zarar yerine gelip inceleme yapma gereği ve imkânı kalmadığını, ekspertiz raporlarında bunların yapıldığını; TTK m 1447 (1)’e göre, Sigorta ettirenin, rizikonun gerçekleşmesinden sonra, sözleşme uyarınca veya sigortacının istemi üzerine, rizikonun veya tazminatın kapsamının belirlenmesinde gerekli ve sigorta ettirenden beklenebilecek olan her türlü bilgi ile belgeyi sigortacıya makul bir süre içinde sağlamak zorunda olduğunu, ayrıca sigorta ettirenin, aldığı bilgi ve belgenin niteliğine göre rizikonun gerçekleştiği veya diğer ilgili yerlerde sigortacının inceleme yapmasına izin vermekle ve kendisinden beklenen uygun önlemleri almakla yükümlü olduğunu; Olayda, sigortalı davacıya karşı bu maddede ileri sürülen yükümlülüğünü ihlali savunmasının asla ileri sürülemeyeceğini, burada sigortacının bu konuda bir talebi olmadığını; sigortacının talebi olsa bile, sigortalı davacının rizikonun gerçekleştiği geminin içine girmesini ve orada inceleme yapmasını sağlayacak yetkiye sahip olmadığını, taşıyanının hukuki durumu sebebiyle kamu idaresi ve iflas mahkemesinin gemiye el koyduğunu, hangi muamelelerin yapıldığının ancak İflas İdare memurunun yazısı ile anlaşıldığını, bu safhada davacı sigortalının yapabileceği bir şey olmadığını, sigorta şirketinin ise, Rusya’da bulunan bir kurum olması sebebiyle, geminin seferden men edildikten sonra bazı yasal girişimlerde bulunma imkânına sahip olabileceğini; diğer yandan, sigortalının elinde, davalı … şirketinin bilmediği bu belge ve bilginin mevcut olmadığını; TTK m. 1448 (1)’e göre: “sigorta ettiren(sigortalı) rizikonun gerçekleştiği veya gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu zararın meydana gelmesinin an meselesi olduğu durumlarda, zararın önlenmesini, azaltılmasına, artmasına engel olmaması ve sigortacının rücu haklarını korumak için imkânları ölçüsünde önlemler almakla yükümlüdür. (3). Fıkraya göre birinci fıkra gereğince yapılan makul giderler, bunlar faydasız olsa bile sigortacı tarafından ödenir. Olayda, geminin limanda tutulduğunun sigorta şirketine bildirildiğini, sigortalı davacının, yukarıda açıklandığı üzere gemide yüklü bulunan yükün bekleme süresinde, takip etme ve bozulmaya başladığı anı görme imkânına sahip olmadığını ancak, gemi işleteni hakkındaki iflâs kararı kesinleştikten sonra, iflâs memurunun talebi ile yapılan bilirkişi tetkikatında, yükün tam ziyaa uğradığının tespit edildiğini, bu durumda zararın artmasını önleme vs. tedbiri alınmasının da imkânsız hale geldiğini, açıklanan görevin yerine getirilmesi imkânsız olduğundan bahisle bunun ihlalini hukuki sonuçlarını incelemeye gerek bulunmadığını; l Mahkemece “Incorporation” yolu ile sözleşmenin belirlendiğini isabetsiz şekilde belirttiğini, bu kısımda “tarafların hukuk seçmesi” kavramı ile “Incorporation” kavramlarının karıştırıldığının görüldüğünü, davalı yanın nakliye sigorta sözleşmesindeki hükümlere ilişkin düzenlemelere dayalı olarak Rus hukukunun uygulanması gerektiği iddialarının da bu noktada asılsız kaldığını, davalının iddialarında, atıfla yahut genel şartnameler ile Türk Hukuku yerine yabancı hukuk (Rus) Hukukuna tabi olma eğiliminin gösterildiğini, kanunda yer alan emredici hükümlere veya müdahaleci kurallara rağmen Kanun’u dolanmak amacıyla sigortalının/sigorta ettirenin/lehdarın aleyhine bir düzenlemeye gitmenin isabetsiz olduğunu, Türk hukukundaki sorumluluğu kaldıracak hükümlere atıf yapılmasının onların uygulanmasına imkân vermediğini, sözleşmelerdeki genel şartnamelerin geçerli olması için emredici niteliklere ve müdahaleci kurallara aykırılık teşkil etmemesi gerektiğini, bu bakımdan müdahaleci normların varlığı ve kamu düzenine aykırılık hallerinde yabancı hukukun uygulanmaması gerektiğini, olayda sigortalı/lehdar müvekkilinin, davalı ile dava dışı sigorta ettiren arasındaki sigorta sözleşmesine herhangi bir müdahalede bulunmadığını, sigorta sözleşmesinin düzenlenmesi sırasındaki müzakerelere katılmadığını, dolayısıyla davalı yanın bahsettiği nakliye sigortası şartlarının hiçbir şekilde kendisine verilmediğini, sigortalı/lehdarın müvekkiline yönelik genel şartlardaki bir maddeye dayanarak Rus hukukuna tabiyetten bahsedilmesinin hukuka ve kamu düzenine aykırı olduğunu, kendisinin hiçbir şekilde müdahil olmadığı bir sözleşme üzerinden uyuşmazlık durumunda Rus hukukuna tabi olduğunun kabul edilerek bir yükümlülük yüklenebileceğinin kabulünün hem hukuka hem kamu düzenine aykırılık teşkil ettiğini, müvekkilinin sigortalı/lehdar, sigorta sözleşmesinde zarar gören olarak zayıf tarafı temsil ettiğini ve korunmaya daha çok ihtiyaç duyduğunu, bu kapsamda anılan şekilde Rus Hukukuna yönelinmesinin müvekkili nezdinde bir ağırlaşmaya, yükümlülüğe sebep olacağını ve hem hukuka aykırılık teşkil edeceğini hem de kamu düzeninin bozulmasına sebep olacağını; Sözleşmelerin nisbiliği ilkesi uyarınca, sigorta sözleşmelerinin kural olarak taraflar arasında hüküm ve sonuçları doğurduğunu ancak gerek bazı milletlerarası antlaşmalarda ve yasal düzenlemelerde gerekse TTK madde 1478’de, davalı tarafın dosyaya sunduğu Uzman Görüşü’nde iddia edildiğinin aksine, sigorta hukukunda üçüncü şahsın doğrudan doğruya sigortacıya başvurmasının düzenlendiğini, bu düzenlemenin müdahaleci norm olduğunu, buradan hareketle, sigorta sözleşmeleri açısından TTK madde 1478’in müdahaleci norm ve kamu düzeni olarak görüldüğü bir durumda sigortacılığın kanundaki emredici düzenlemelerin ve TTK’nın sigorta sözleşmeleri tahtındaki ve koruyucu hükümlerinin (Sigortalıyı, sigorta ettireni, lehdarı) evveliyetle müdahaleci norm ve kamu düzeni olarak görülmesi gerektiğini; TTK Madde 1452- (1) 1404 ve 1408 inci madde hükümleriyle 1429 uncu maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesine aykırı sözleşmelerin geçersiz olduğunu, (2) 1418 ve 1420 nci maddeler ile 1430 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmüne aykırı sözleşme şartlarının geçersiz olduğunu, (3) 1405, 1409, 1413 ilâ 1417, 1419, 1421, 1422 ilâ 1426 ncı maddeler, 1427 nci maddenin ikinci ilâ beşinci fıkraları, 1428 inci madde, 1430 uncu maddenin birinci ve üçüncü fıkraları, 1431 inci maddenin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları ve 1433 ilâ 1449 uncu madde hükümlerinin, sigorta ettiren, sigortalı ve lehtar aleyhine değiştirilemeyeceğini, değiştirilirse bu kanun hükümlerinin uygulanacağını, bu madde ile bile, TTK hükümlerinin zayıf olan, sigorta ettireni ve özellikle de sigortalıyı/lehdarı korumaya yönelik düzenlendiğinin açık olduğunu, sigorta sözleşmesindeki tarafların kendi aralarında düzenledikleri bir sözleşmeden dolayı sözleşmedeki hükümlerden hiçbir şekilde bilgisi olmayan, hatta sözleşmeye müdahale imkânı dahi olmayan müvekkili sigortalı/lehdarın aleyhine düzenlenmiş hükümlerin kabul edilmesinin mümkün olmadığını; Anglo-Sakson Hukuku’nda wilful misconduct kavramının; bilerek, isteyerek hukuka aykırı davranmak olduğunu, zarar verende bir başkasına zarar vermek kastı olabileceği gibi, olmaya da bileceğini, önemli olan zarar verenin, davranışının hukuka aykırı olduğunu, bir zarar meydana gelebileceğini bilmek olduğunu ve buna rağmen davranışını sürdürdüğünü, Wilful misconduct kavramının Anglo-Sakson Hukuku’na özgü ve kastla sınırlı olmayan bir kusur türü olduğunu ve Türk sigorta hukukunda yeri olmayan bir kavram olduğunu, uygulanmasının iddia edilmesi müdaheleci norm/kamu düzeni kavramları ile düzenlenmiş lehdarın/sigortalının haklarını ihlal edeceği abesle iştigal bir kavram olarak kullanılmaya çalışıldığını, bu kusur türüne göre kişinin, bilerek gerçekleştirdiği eyleminin, zararın meydana gelmesi olasılığını arttırdığının bilincinde olması, davranışının wilful misconduct olarak değerlendirilmesi için yeterli görüldüğünü ve mahkemenin gerekçesinde de belirttiği üzere müvekkilinin zararın oluşmasında kusurunun dahi bulunmadığını; Rus makamları karşısında hiç bir sıfatı bulunmayan müvekkili şirketin başta Rus gümrüğü olmak üzere herhangi bir makama yapacağı başvurusunun cevap dahi bulamayacağını, Rus gümrük müdürlüğü, liman başkanlığı ve diğer makamların Rusya’da yerleşik bir acentesi bulunan geminin maliki/donatanı veya Rusya’da yerleşik olan yükün ihracatçısı dışında kimseyi muhatap almadığını ve almayacağını, bu nedenle, müvekkili şirketin zararın azaltılması veya artmasının önlenmesi için yapabilecekleri yok denecek kadar sınırlı olup, geminin yolculuğuna başlamaması, geminin teknik, ticari ve ekonomik sorunları nedeniyle yükün gemi üzerinde kalmasından müvekkili şirketin sorumlu tutulmaya çalışılmasının asla kabul edilemeyeceği gibi akla ve mantığa da sığmadığını; Yerel Mahkemece rizokonun sigorta kapsamında olup olmadığına da karar verilmesi gerektiğini, gerekçeli kararda Yerel Mahkemece ” “….Öte yandan, rizikonun gerçeklesmesinde yani geminin yükleme limanından hareket edememesinde davacıya yüklenecek bir kusurun bulunmadıgı,” denildiğini, yine gerekçeli kararın başka bir bölümünde “…. gemisinin ambarlarında bulunan bugday yükünün eksilmesi, kalanının da ekonomik degerini yitirerek zayi olmasında davacının agır ihmalinin bulundugu degerlendirildiginden,” denildiğini, Yerel Mahkemece bir karar verilmesi gerektiğini, müvekkili firmanın sorumlu olup olmadığını anlayamadıklarını, sadece bu hususun bile Yerel Mahkemenin gerekçeli kararını yazarken çelişkiler içinde olduğunu ortaya koyduğunu beyanla İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/1448 Esas 2021/77 Karar sayılı kararının istinaf incelemesi neticesinde kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılarak talepleri doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, deniz yolu ile taşınacak emtianın gemiye yüklendikten sonra ziyaa uğradığından bahisle oluşan zararın sigorta poliçesi kapsamında tazmini talebine ilişkindir. Mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.Dosya kapsamından; davacı tarafça sunulan dava dilekçesinde … Ltd.’yi temsilen … Müşavirlik A.Ş.’nin davalı olarak yer aldığı, Mahkemece 19.12.2014 tarihli tensip zaptında davalı olarak … Ltd.’yi temsilen … Müşavirlik A.Ş.’nin gösterildiği, dava dilekçesinin adı geçen şirkete tebliğ edildiği, davalı … Ltd.’yi temsilen … A.Ş. vekilinin dosyaya 28.12.2014 tarihli cevap dilekçesini sunduğu, cevap dilekçesinin davacıya, davacı tarafından sunulan cevaba cevap dilekçesi ile ön inceleme duruşma gün ve saatini gösterir ihtaratlı tebligatın davalı … Ltd.’yi temsilen … A.Ş. vekiline tebliğ edildiği, 16.04.2015 tarihli ön inceleme duruşması davacı vekili ile davalı … Ltd.’yi temsilen … A.Ş. vekilinin katılımı ile yapılarak uyuşmazlık konularının belirlendiği ve tahkikata geçildiği, ilk tahkikat duruşmasının davacı vekili ile … Ltd.’yi temsilen … A.Ş. vekili huzuru ile yapıldığı ve dosyanın bilirkişi incelemesine sevk edilmesine karar verildiği, … Ltd. vekili tarafından dosyaya 11.12.2015 tarihli dilekçe ibraz edilerek davadan haricen haberdar olduklarının bildirildiği, usul ve esasa ilişkin cevapların sunulduğu, 15.12.2015 tarihli duruşmaya davacı vekili, davalı … Ltd.’yi temsilen … A.Ş. vekili ve davalı olarak … Ltd. vekilinin katıldığı, 02.02.2016 tarihli 5 nolu ve 13.04.2016 tarihli 6 nolu celseye davalı olarak … Ltd. vekilinin katıldığı, … A.Ş. vekilinin katılmadığı, Mahkemece 6 nolu celsede verilen 2 nolu ara karar ile tahkim itirazının süresinde ve geçerli olmadığından bahisle reddine karar verildiği, gerekçeli karar başlığında davalı olarak … Ltd.’nin gösterildiği, gerekçe ve hüküm fıkrasında da adı geçen şirket ile ilgili karar verildiği anlaşılmıştır. T.C. Anayasası’nın 141/3. maddesi hükmüne göre, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmalıdır. 6100 sayılı HMK’nın 297 ve 298. maddeleri uyarınca mahkeme kararları asgari olarak iki tarafın iddia ve savunmalarının özetlerini, incelenen maddi ve hukuki olayın özünü, mahkemeyi sonuca götüren gerekçelerin neler olduğu hususlarını ihtiva etmeli, hükmün sonuç kısmında taleplerden her biri hakkında verilen hüküm açık ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmelidir. Öte yandan, yazılacak kararın gerekçesinde gerek kendi içerisinde, gerekse gerekçe ile hüküm kısmı arasında çelişki olmamalı, mahkeme kararı bütünsellik esasına uygun olmalıdır. Nitekim, HMK’nın 298/2. maddesinde de gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Kararın gerekçesiz oluşu, gerekçe ile hüküm arasında veya gerekçenin kendi içerisindeki çelişki, açık bir kanuna ve kamu düzenine aykırılık hali olup, İstinaf aşamasında re’sen nazara alınması gerekmektedir. 6100 sayılı HMK’nın dava dilekçesinin içeriği başlıklı 119/1-b maddesi uyarınca dava dilekçesinde davacı ile davalının adı, soyadı ve adreslerinin bulunması zorunludur. 124. maddesi ise; “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” düzenlemesini içermektedir. Buna göre davanın açılmasından sonra dava dilekçesinde davalı olarak gösterilen tarafın değiştirilebilmesi için Mahkemeden bu hususta bir talepte bulunulması ve Mahkemece karşı tarafın rızası alınarak veya anılan maddede yer alan şartların bulunması halinde rızası alınmaksızın taraf değişikliği konusunda bir karar verilmesi gerekmektedir. HMK’da davanın açılmasından sonra başka bir kişinin davalı olarak davaya dahil edilmesi şeklinde bir düzenleme ise bulunmamaktadır.TTK’nın 105/2. maddesi uyarınca, yabancı tacirlerin Türkiye’deki acentelerinin aracılığıyla yapılan sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıklar yönünden acente, müvekkiline izafeten onun nam ve hesabına dava açabileceği gibi, müvekkiline izafeten acente aleyhine de dava açılabilir.Yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; dosyada, dava dilekçesinde davalı olarak gösterilen … Ltd.’yi temsilen … A.Ş.’nin davalı olmaktan çıkarılması ve … Ltd.’nin davalı taraf olarak değiştirilmesine dair bir talebin ve Mahkemece bu hususta verilen bir kararın bulunmadığı, bununla birlikte davalı … Ltd.’yi temsilen … A.Ş. gerekçeli karar başlığında davalı olarak gösterilmediği gibi adı geçen hakkında herhangi bir karar da verilmediği, Mahkemece gerekçeli kararda davalı olarak … Ltd. gösterilmekle birlikte, davada taraf değişikliği yapılıp yapılmadığı, taraf değişikliği yapılmış ise hangi hukuki sebebe dayanılarak yapıldığının açıklanmadığı, davalı olarak kabul edilen … Ltd. yönünden dilekçe teatisi sağlanmadığı gibi şirket vekilinin katılımı ile ön inceleme duruşmasının yapılmadığı, bununla birlikte 6 nolu celsede tahkim itirazının süresinde olmaması sebebiyle reddedildiği, bu ara karardan rücu edilmeksizin gerekçeli kararda davalı olarak kabul edilen … Ltd. vekilinin 11.12.2015 tarihli dilekçesinin süresi içerisinde verilmiş cevap dilekçesi olduğunun ve davalının tahkim itirazının, “poliçede yer alan tahkim şartının davalı şirketin poliçenin tarafı olmaması ve sözleşmenin nispiliği ilkesi gereği” reddedildiğinin açıklandığı, gerekçenin devamında ise; “davanın yabancılık unsuru taşıması nedeniyle uyuşmazlığın Rusya Federasyonu Deniz Sigortalarına ilişkin hukuk mevzuatı ile sigorta poliçesi ve poliçede atıf yapılan kurallara göre çözümlenmesi gerektiği” nin tespit edildiği, devamla “…sigorta poliçesinde yer alan Enstitü … Klozları Section I’deki bütün rizikolar, yükteki fire eksilme de dahil olmak üzere şeklindeki ibareden … sigorta koşullarına atıf yapıldığı anlaşılmaktadır.” denilerek sigorta poliçesinin sağladığı hukuki himayenin hangi süreçte başladığının …’de yer alan düzenleme uyarınca belirlendiği, devamla sigorta poliçesinin ekinde yer Yük Sigortası Kuralları’nın 6. Bendi nazara alınarak sigorta teminatı dışında kalan hallerin belirlendiği ve zararın sigorta poliçesi kapsamında olmadığının tespit edilmesi ile ” … Öte yandan rizikonun gerçekleşmesinde yani geminin yükleme limanından hareket edememesinde davacıya yüklenecek bir kusurun bulunmadığı” na yönelik tespitten sonra, zararın sigorta poliçesi kapsamında olduğunun kabulü halinde ise “… gemisinin ambarlarında bulunan buğday yükünün eksilmesi, kalanının da ekonomik değerini yitirerek zayi olmasına davacının ağır ihmalinin bulunduğu değerlendirildiğinden” denilmek suretiyle bu kez de zararın davacının kusuru ve Rusya Federayonu Deniz Sigortası Kanunu’nun 265. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca davalıdan talep edilemeyeceğinin açıklandığı, bu minvalde Mahkemece gerekçeli kararda; ilk olarak dava konusu sigorta poliçesinin ön yüzünde atıfta bulunan Yük Sigortası Kuralları’nın sözleşmenin nispiliği ilkesi gereği sigorta poliçesinin tarafı olmayan davacı hakkında uygulanamayacağı ve bu nedenle tahkim itirazının yerinde olmadığına karar verilmiş olmasına rağmen, gerek sigorta poliçesinde yer alan hukuki himayenin başlangıç tarihi için yine sigorta poliçesinin ön yüzünde atıf yapılan … esas alınarak, gerekse esasa ilişkin değerlendirmede daha önce davacı hakkında uygulanamayacağı açıklanan Yük Sigortası Kuralları madde 6’ya dayanılarak zararın sigorta poliçesi kapsamında olmadığının kabul edilmesi, yine kararda rizikonun hangi tarihte gerçekleştiği ve davacının rizikonun meydana gelmesinde kusurlu olup olmadığı yönünde iki ayrı tespit yapılarak gerekçeli kararın kendi içerisinde çelişkili olmasına sebebiyet verildiği anlaşılmıştır. Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve dosya kapsamında yapılan tespitler ışığında Mahkemece; öncelikle davalı tarafın tespiti ile taraf değişikliğine gidilmiş ise gerekçesinin açıklanması, taraf değişikliği yok ise davalı … Ltd. temsilen … A.Ş.’nin davada davalı olarak yer alması sebebiyle, yapılan açıklamalar ve HMK’nın 150. maddesi nazara alınarak bir değerlendirme yapılmak suretiyle hakkında bir karar verilmesi, karar başlığında davalı olarak gösterilmesi, taraf değişikliği var ise davalı … Ltd. yönünden tüm usuli eksiklikler tamamlandıktan sonra öncelikle, dava konusu poliçede bulunan kayıtların davacı yönünden uygulanıp uygulanmayacağı yönündeki çelişki giderildikten sonra poliçenin atıf yaptığı Yük Sigortası Kuralları’nın 23. maddesinde yer alan tahkim şartı nedeniyle davalı tarafından ileri sürülen tahkim itirazının değerlendirilmesi, bundan sonra esasa girilmesi halinde ise gerekçeli kararda yer alan tüm çelişkiler giderilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir. Davacı vekilinin istinaf başvurusu haklı bulunmuştur. Açıklanan nedenlerle davacının istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a-6, 355. maddesi uyarınca kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin (DENİZCİLİK İHTİSAS MAHKEMESİ SIFATIYLA) 17/02/2021 tarih ve 2014/1448 Esas – 2021/77 Karar sayılı kararının HMK’nın 355, 353/1-a-6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 08/06/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.