Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/75 E. 2023/217 K. 09.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/75 Esas
KARAR NO: 2023/217 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 15. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2017/1047 Esas – 2020/542 Karar
TARİH: 06/10/2020
DAVA: Tazminat (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 09/02/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkil şirket ile davalı şirket arasında 01/07/2014 tarihinde Hizmet Sağlayıcı Sözleşmesi imzalandığını, sözleşme kapsamı dahilinde müvekkil şirketin çeşitli hizmetler verdiğini ve çeşitli müşteriler ile iş ilişkisi kurduğunu, davalı şirketin basiretsiz ve kötü niyetli davranışları ile sözleşmesel yükümlülüklerini yerine getirmediğini, bu sebeple müvekkil şirketin zararının meydana geldiğini ve kârdan mahrum kaldığını, müvekkil şirketin uğramış olduğu zararının karşılanması ile yıllık kârı ve her türlü maddi manevi tazminatın ödenmesi için davalı şirkete Kartal … Noterliği’nin 23/10/2017 tarih ve … yevmiye sayılı ihtarnamenin keşide edildiğini, davalı şirket tarafından müvekkil şirkete Beyoğlu … Noterliği’nin 10/11/2017 tarih ve … yevmiye sayılı ihtarnamesi ile cevap verilmiş ise de davalı şirketin sözleşmeye ve hukuka aykırı eylemlerine hiçbir açıklama getirmediğini ve tüm bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 2.500 USD’lik maddi tazminatın 23/10/2017 tarihinden itibaren 3095 sayılı Yasanın 4.a maddesi uyarınca Devlet Bankalarının yabancı para ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranı olan %10 faiz ile davalıdan tahsiline, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, müvekkil şirket ile davacı şirket arasında 01/07/2014 tarihinde 01/07/2016 tarihine kadar geçerli olacak şekilde Hizmet Sağlayıcı Sözleşmesi imzalandığını, sözleşme kapsamında davacının müvekkilinin sunduğu tüm ürün ve hizmetlerin satışını yapmaya ve aracılık etmeye ilişkin hizmet sağlayacağını, sözleşmenin usulünce ifa edildiğini ve sözleşmenin süresini düzenleyen 3. Madde uyarınca 01/07/2016 tarihinde sona erdiğini, müvekkil şirketin 29/12/2017 tarihli ve T.C. İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne 03/01/2018 tarihinde tescil ettirilmiş genel kurul kararı ile tasfiyeye girme kararı aldığını, taraflar arasında münhasır nitelikli bir ilişki bulunmadığını, davacıya herhangi bir şekilde münhasır hak ya da yetki verilmediğini, diğer taraftan müvekkilinin de ürün ve hizmetlerini münhasıran davacı aracılığıyla satmadığını, sözleşme uyarınca davacıya hak edilen tüm komisyonların ve diğer sair alacakların ödendiğini, sözleşmenin 4.1. maddesi uyarınca sözleşme aynı zamanda TTK.nun madde 87 tahtında bir Cari Hesap Sözleşmesi hükmünde olduğunu ve cari hesabın müvekkil nezdinde tutulacağını, davacıya ilişkin olarak tutulan cari hesaplarda da davacının hiç bir alacağı bulunmadığını, müvekkilinin sözleşme tahtındaki tüm taşıma yükümlülüklerini eksiksiz olarak ifa ettiğini, bu yüzden sözleşme sonrası dönemde davalının herhangi bir sözleşmeye dayanmayan, münferit işlemlerinin de sonra ermesi nedeniyle daha fazla kâr edememiş olmasının müvekkilinin hukuka aykırı hareket ettiği anlamına geldiğini, davacının Türk şirketi olduğundan USD cinsinden kâr kaybı talep edemeyeceğini ve tüm bu nedenlerle davanın reddine, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davacı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 06/10/2020 tarih 2017/1047 Esas – 2020/542 Karar sayılı kararında;”Dava, taraflar arasındaki sözleşme gereği davalının edimini yerine getirmediğinden bahisle davacının uğradığı zarardan dolayı davalıdan maddi tazminat istemine ilişkindir. Taraflarca delil olarak; Hizmet Sağlayıcı Sözleşmesi, ihtarnameler, cari hesaplar, tasfiye evrakları, iddialar, savunmalar, bilgi ve belgeler ile bilirkişi incelemesine dayanılmış olup gösterilen deliller toplanarak dosya arasına konulmuştur.Mahkememizce tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda kusur, hesap ve sorumluluk yönünden bilirkişi heyet raporu alınmasına karar verilmiş olup, Ticaret Hukukçusu bilirkişi Dr.Öğr.Üyesi …, SMMM bilirkişi … ve Makine Yüksek Mühendisi Taşımacılık/Nakliye CMR Uzmanı bilirkişi … tarafından hazırlanan 21/06/2019 tarihli bilirkişi heyet raporu özetle; ”Davacı ile davalı arasında acentelik sözleşmesinin mevcut olduğu, taraflar arasındaki acentelik ilişkisinin kural olarak 01/07/2016 tarihinde sona ereceği, taraflar arasındaki sözleşmenin uygulanmaya devam edilmemesi sebebiyle 01/07/2016 tarihinde sona erdiği varsayımında davacının davalının yükümlülüklerini yerine getirmediği iddiası ve buna bağlı kâr mahrumiyeti talebinin yerinde olmayacağı, sözleşme süresinin dolmasıyla sözleşmenin sona ereceği, dolayısıyla davalıya kusur atfedilmesinin ve davacının da sözleşmenin süresinde sona ermesiyle zarara uğramasının mümkün olmayacağı, sözleşmenin 2 yıllık sürenin sona ermesi akabinde taraflarca uygulanmaya devam edilerek belirsiz süreli hale geldiği varsayımında ise tarafların yükümlülüklerine uygun hareket edip etmediği ve davacının talep ettiği zararın mevcut olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği, incelenen davacı ticari defterlerinde ticari ilişkinin 2014 yılından dolayısıyla davaya konu edilen sözleşmenin akdedildiği tarihten de önceye dayandığı, bu anlamda davacı yanın davalı yan ile sözleşme harici iş ve işlemlerinin de mevcut olduğu anlaşıldığından sunulan muavin hesap ekstresinden davacı yanın münhasıran davaya konu sözleşme çerçevesinde davalı ile gerçekleştirdiği iş ve işlemlerin ve buna dayalı olarak sözleşmede yer verildiği şekli ile tahakkuk ettirdiği komisyon faturalarının tespitinin mümkün olmadığı, bu hususun tespit edilebilmesi için davacı yanın 01/07/2014 tarihli sözleşmeye münhasıran yapılan iş ve işlemleri ayrıca tasnif ederek bu işler karşılığında keşide edilen komisyon faturalarında yer alan tutarları da tevsik edici belgeler ile birlikte sunması, buna göre sözleşme çerçevesindeki iş ve işlemlerle sınırlı olmak üzere elde ettiği kazancı ortaya koyması gerektiği, zira incelemeye sunulan muavin hesap ekstrelerine göre taraflar arasındaki ilişkinin sözleşmenin normal hitam tarihi olan 01/07/2016 tarihinden sonra da devam ettiği, son işlemin 10/08/2017 tarihli olduğu anlaşılmakla, bu ilişkinin sözleşme şartları çerçevesinde mi yoksa sözleşmenin akdedildiği tarihten önce mevcut olan ilişki çerçevesinde mi devam ettiğinin tespit edilmesinin bu aşamada mümkün bulunmadığı” kanaatiyle rapor tanzim etmişlerdir. Mahkememizce tarafların itirazları doğrultusunda yeniden bilirkişi heyet raporu alınmasına karar verilmiş olup, Ticaret Hukukçusu bilirkişi Dr…., Borçlar Hukukçusu bilirkişi Prof.Dr…., SMMM bilirkişi … ve Finans Uzmanı/Bankacı bilirkişi … tarafından hazırlanan 01/06/2020 tarihli bilirkişi heyet raporu özetle; ”Davacı şirketin 2014, 2015 ve 2016 yıllarına ait ticari defterlerinin TTK.hükümlerine göre sahibi lehine delil teşkil etmeyeceği, davacı şirketin 2017 yılına ait ticari defterlerinin TTK.hükümlerine göre sahibi lehine delil teşkil edeceği, davalı şirketin 2014 yılına ait ticari defterlerinin TTK.hükümlerine göre sahibi lehine delil teşkil etmeyeceği, davalı şirketin 2015, 2016 ve 2017 yıllarına ait ticari defterlerinin TTK.hükümlerine göre sahibi lehine delil teşkil edeceği, davalının sözleşmeye aykırı eylemlerinden kaynaklı ticari ilişkilerinin zedelenmesi sebebiyle zarara uğradığı konusunda dosyada herhangi bir belge olmadığından takdirin mahkemeye ait olduğu, davacının uğradığını ileri sürdüğü zararın belirlenemeyeceği” kanaatiyle rapor tanzim etmişlerdir.Tüm dosya kapsamı, tarafların iddia ve savunmaları, toplanan deliller ile alınan bilirkişi raporları bir arada değerlendirildiğinde; taraflar arasında “Hizmet Sağlayıcı Sözleşmesi” imzalandığı, sözleşmenin 01/07/2014 tarihinde imzalanıp iki yıl süreyle yürürlükte olduğu, sözleşme öncesi de taraflar arasında ticari ilişki bulunduğu, davacı tarafın 23/10/2017 tarihinde ihtarname çekerek kârından mahrum kaldığından bahisle 900.000 USD istediği, davacı tarafın zararını tam olarak neye dayandırdığının anlaşılamadığı, taraflar arasında cari hesaba dayalı bir alacak talebinin bulunmadığı, davacı tarafın 2017 yılı toplam cirosunun 1.138.205 USD olmasına rağmen davalı tarafla ilişkisine istinaden talep ettiği 900.000 USD kâr mahrumiyetinin bilançosuna uygun olmadığı, taraflar arasındaki sözleşme 01/07/2016 tarihinde sona erdiğinden ve devamı yönünde de tarafların iradesi bulunmadığından davacı tarafın 01/07/2016 tarihinden sonrası için kâr mahrumiyeti talep etmesi ve zararını da ispat edememesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.”gerekçesi ile, 1-Davanın REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle, ilk derece mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin gerekçelere katılmadıklarını, İlk Derece Mahkemesi’nin, gerek dava dilekçesinde belirttikleri hususları gerekse 21/06/2019 ve 01/06/2020 tarihli bilirkişi heyet raporlarına karşı yaptıkları itirazları dikkate almadığını ve 06/10/2020 tarihli duruşmada ek rapor alınması taleplerini de reddettiğini, Bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde sadece itiraz sebeplerini yalın ve açık bir şekilde dile getirmekle kalınmayıp, uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlamak amacıyla kar mahrumiyetinin tespitinde izlenmesi gereken doğru yöntemin de ifade edildiğini; hal böyle iken, ilk derece mahkemesinin hüküm kurmaya ve istinaf denetimine elverişli olmayan, eksik, yetersiz bilirkişi raporlarına dayalı olarak davanın reddine karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu,Taraflar arasındaki iş ilişkisi sözleşmenin bitim tarihi olan 01/07/2016 tarihinden sonra da devam ettiğini, İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında, taraflar arasındaki sözleşmenin 01/07/2016 tarihinde sona ermesi ve devamı yönünde tarafların iradesinin bulunmaması nedeniyle müvekkili şirketin 01/07/2016 tarihinden sonrası için kâr mahrumiyeti talep etmesinin mümkün olmadığını ifade ettiğini, Ancak Bilirkişi Raporu’na itiraz ile birlikte dosyaya ibraz ettikleri muavin defter dökümlerinden anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin davalı şirkete, sözleşmenin bitim tarihi olan 01/07/2016’dan 10/07/2017 tarihine kadar 95 adet fatura kestiğinin görüleceğini; buradan hareketle taraflar arasındaki acentelik ilişkisinin acentelik sözleşmesi bittikten sonra da yine acentelik sözleşmesi uyarınca devam ettiğinin açıkça ortada olduğunu, İlk derece aşamasında defaatle vurguladıkları üzere, taraflar arasındaki iş ilişkisinin davalı şirketin müşterilerine kestiği faturadan sonra müvekkili şirketin davalıya kestiği komisyon faturasına dayandığını, bu nedenle taraflar arasında akdedilen sözleşmenin süre itibariyle sona ermesinin, iş ilişkisinin mevcut sözleşmenin devamı olarak sürdürülmesine halel getirmediğini; bir başka ifadeyle, taraflar ticari faaliyetlerini 2 yıl boyunca ne şekilde devam ettirmişlerse sözleşmenin bitiminin ardından da aynı usul ve yöntemlerle devam ettirdiklerini, sözleşme süresinin bitiminden 10/07/2017 tarihine kadar davalıya kesilen 95 adet komisyon faturasını görmezden gelerek hüküm kuran ilk derece mahkemesi kararını kabul etmenin mümkün olmadığını, İlk derece mahkemesinin müvekkili şirketin talep ettiği kar mahrumiyet tutarının bilançosu ile uyumlu olmadığı gerekçesine karşı itirazlarının olduğunu, gerekçeli kararda, müvekkili şirketin 2017 yılı toplam cirosunun 1.138.205,00-USD olmasına rağmen davalı şirketten 900.000 USD talep etmesinin müvekkili şirketin bilançosu ile uyumlu olmadığının ve müvekkili şirketin zararını ispatlayamadığının belirtildiğini, mahkemenin bu hatalı yorumunun temelinin müvekkili şirket ile davalı şirket arasındaki iş ilişkisi ve modelinin tam olarak anlaşılmamasına dayandığını, Müvekkili şirketin 2017 yılı toplam cirosu ile kar mahrumiyeti kapsamında talep ettiği miktarla uyumlu olup olmamasının kar mahrumiyetinin tespiti ve hesaplamasında hiçbir öneminin bulunmadığını; müvekkili şirketin yıllara göre oluşan gelir durumunu incelemek suretiyle bir sonuca varılmaya çalışılmasının taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinde yer alan kar paylaşım sisteminin anlaşılmamasından kaynaklandığını; müvekkili şirkete ait gelir/gider tablolarının incelenmesinin müvekkili şirketin sadece yıllık ciro miktarını ortaya koymakta olduğunu müvekkil şirketin davalıdan olan alacağının söz konusu tablolardan anlaşılmasının mümkün olmayacağını,Taraflar arasındaki iş ilişkisini ve kar/gelir paylaşım modelini tekrar ortaya koymak gerektiğinde, davalı şirketin, müvekkili şirket aracılığı ile müşterilerine verdiği hizmet karşılığında müşterilerine bizzat kendisinin fatura kesmekte olduğunu; yani müşterilere kesilen navlun, hizmet vb tüm gelir faturalarının müvekkili şirketin değil davalı şirketin defter ve kayıtlarında bulunduğunu, Daha sonra ise davalı şirketin, sözleşmenin 3. maddesi uyarınca brüt satış karının %60’ına tekabül eden tutarı hesaplayıp müvekkili şirketten kendisine komisyon faturası kesmesini talep etmekte olduğunu ve davalı şirketin müvekkili şirkete gerekli ödemeyi yapmakta olduğunu; bir başka ifadeyle, verilen hizmete ilişkin ücretin ilk önce Davalı Şirket’in uhdesinde toplanmakta olduğunu ve adeta kaynakta kesinti yapılarak sözleşmede yazılı kar paylaşım oranı doğrultusunda müvekkili şirketten davalı şirkete komisyon faturası kesilmesi istenmekte olduğunu ve müvekkili şirketin de bu doğrultuda davalı şirkete fatura kesmekte olduğunu, Müvekkili şirketin kestiği komisyon faturasında yazılı tutarın, kaynakta davalı tarafından masrafların tümü bu komisyon faturası çıkarılmadan kesildiği için söz konusu komisyon tutarının müvekkilin doğrudan doğruya karı olduğunu; bir başka ifadeyle, davalı şirketin, müşterilerden elde ettiği hizmet bedelinden (kendisine ve müvekkile ait tüm) maliyetler çıktıktan sonra elde ettiği brüt karın %40’nı kendisi almakta, %60’ını ise komisyon faturası karşılığında müvekkili şirkete ödemekte olduğunu; gerek hizmet bedellerinin davalı nezdinde toplanması gerekse brüt kar hesaplamasının davalı tarafından yapılması nedeniyle davalıya kesilen her bir komisyon faturasının müvekkilin bizatihi karı olduğunu, Bilirkişi raporlarına yaptıkları ve fakat ilk derece mahkemesince dikkate alınmayan itirazlarda taraflar arasındaki uyuşmazlığın Bilirkişi Heyeti tarafından doğru bir şekilde tahlil edilmesine katkı sunmak üzere kar mahrumiyetinin tespitinde izlenmesi gereken doğru yöntemin, davalı şirketin defterlerinin incelenerek müvekkili şirketin iş ilişkisi süresince Davalı’ya kestiği (davalı şirketin kesilmesini istediği/onay verdiği) komisyon faturalarını toplamak ve bir önceki yılda kesilen kar paylaşım faturalarının yıllık toplamına bakarak çalışılamayan dönemin tahmini kar kaybını hesaplamak olduğunun ifade edildiğini, Söz konusu talepleri uyarınca, ticari ilişkinin boyutu ve davalının sözleşmesel yükümlülüklerini yerine getirmemesi sebebiyle müvekkili şirketin mahrum kaldığı kar kaybının tespiti için davalı şirketin defterleri ile müvekkili şirket tarafından davalıya kesilen komisyon faturaların incelenmesi gerekirken; her iki Bilirkişi Heyeti’nin de müvekkili şirkete ait ticari defterlerin usulsüz olduğunu ileri sürerek faturaları incelemekten imtina ettiklerini, Her ne kadar defterlerinin tamamı lehlerine delil teşkil etse de bilirkişi incelemesinde asıl yapılması gereken hususun, müvekkilinin değil davalının ticari defter ve kayıtlarının incelenmesi olduğunu; ancak bilirkişilerin davalı tarafın usulüne uygun tutulmuş defterlerini incelemeleri gerekirken buna ilişkin ne bir inceleme yaptıklarını, ne de davalı tarafın defterlerini incelememiş olmalarına bir gerekçe getirdiklerini; ilk derece mahkemesinin ise bu itirazlarını dikkate almadan karar verdiğini; karar tesis etmeye elverişli olmayan raporu yeterli bularak eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile karar verdiğini; bu nedenle kararın kaldırılması gerektiğini, Davalı ile müvekkili şirket arasındaki acentelik sözleşmesinin sözleşme bitim tarihi olan 01/07/2016 yılından sonra da devam ettiğini ve fakat davalının sözleşmesel ilişki devam ederken tasfiyeye karar vererek akdi yükümlülüklerini ihlal etmek suretiyle müvekkili şirketi zarara uğrattığı sabit olmasına ve bilirkişi heyetinden ek rapor alınmasının talep edilmesine rağmen mahkemenin bilirkişi raporlarının yeterli olduğu gerekçesiyle taleplerini yerinde görmeyerek davanın reddine karar verdiğini; İleri sürerek, istinaf dilekçesinde belirttikleri gerekçelerle, istinaf başvurularının kabulüne, İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/1047 E. 2020/542 K. sayılı kararının istinaf incelemesi neticesinde kaldırılmasına, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava acentelik sözleşmesinde, müvekkilin borca aykırılığı nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı vekili; taraflar arasında 01/07/2014 başlangıç tarihli, iki yıl süreli “Hizmet sağlayıcı sözleşmesi imzalandığını, sözleşme süresinin dolduğu tarihten sonra da ticari ilişkinin devam ettiğini, sözleşme devam ederken davalının tasfiye süresine girdiğini ve bu husustan davacıyı haberdar etmediğini, bu nedenle davacının, davalı ile sözleşme kurmasına aracılık ettiği müşterilerinin kaybı nedeniyle 900.000,00-USD kar kaybına uğradığını, borca aykırı davranan davalının bundan doğan zararı TBK 112 maddesi uyarınca tazminle yükümlü olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla, şimdilik 2.500,00-USD kar kaybı zararını tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili, taraflar arasındaki sözleşmenin iki yıl süreli olduğunu ve sözleşme süresinin dolduğunu, sözleşme devam ettiği sürece davalının tüm borçlarını eksiksiz ifa ettiğini, sözleşme uyarınca davacıya hak edilen tüm komisyonların ve diğer sair alacakların ödendiğini, sözleşme ile davacıya münhasır satıcılık veya aracılık yetkisi verilmediğini, davalı şirketin 29/12/2017 tarihli ve T.C. İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne 03/01/2018 tarihinde tescil ettirilmiş genel kurul kararı ile tasfiyeye girme kararı aldığını, tasfiye kararı ile sözleşmenin sona erdiği tarih arasında uzun bir süre olduğunu, davalının sözleşmeye dayalı herhangi bir alacağı olmadığı gibi, kar mahrumiyeti de talep edemeyeceğini savunmuştur. Davalı şirketin 29/12/2017 tarihli olağan genel kurul kararı ile tasfiye kararı aldığı, bu hususun 03/01/2018 tarihinde sicile tescil ve 09/01/2018 tarihli sicil gazetesinde ilan edildiği, tasfiyeye ilişkin 10/01/2018, 17/01/2018 ve 24/01/2018 tarihli sicil gazetelerinde birer hafta arayla üç kez ilan yapıldığı, böylece davalının 03/01/2018 tarihi itibariyle tasfiye sürecine girdiği, dosyaya mübrez sicil kayıtlarından tespit edilmiştir. Yine davalı şirketin 30/12/2022 tarihli genel kurul kararı ile tasfiyeden döndüğü, bu hususun sicile tescil ve sicil gazetesinde ilan edildiği anlaşılmıştır. Davacı tarafından; davalıya gönderilen 23/10/2017 tarihli ihtarnamede; sözleşme ile davacıya, davalının Türkiye sınırları içerisinde müşterilerine sunduğu ürün ve hizmetlerin satılmasına ve aracılığına münhasıran davacının yetkili kılındığı, davacının sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirdiği, daha sonra davalının tasfiye sürecine girdiği; ancak davacıya bu hususun haber verilmediği, bu nedenle gerekli tedbirleri alamayan davacının müşterilerle kurduğu ilişkilerde zor durumda kaldığı ve ticari ilişkileri zedelendiği için zarara uğradığı, müşteri çevresini kaybettiği ve yıllık 900.000,00-USD kardan mahrum kaldığı, bu zararın en kısa süre içerisinde ödenmemesi halinde hukuki yollara başvurulacağı hususlarının ihtar edildiği anlaşılmıştır. Davalı tarafından gönderilen 10/11/2017 tarihli cevabi ihtarnamede ise; davalının tasfiyeye girmediği, tüm sözleşmesel ve yasal yükümlülüklerin ifa edildiği, davacı da dahil olmak üzere tüm üçüncü kişilere kazanılmış ücret ve sair alacakların ödenmeye devam edildiği, sözleşmenin 4.1 maddesi uyarınca davalı nezdinde tutulan cari hesaba göre davacının herhangi bir alacağının bulunmadığı, ihtarname tarihi itibariyle davalının karşılanmamış herhangi bir hizmet veya destek talebi bulunmadığı belirtilmiştir. Taraflar arasında; 01/07/2014 başlangıç tarihli iki yıl süreli “Hizmet Sağlayıcı Sözleşmesi” bağıtlanmış olup, sözleşmenin konusunun davalının Türkiye içerisinde sunduğu tüm ürün ve hizmetlerin satış ve aracılığına ilişkin olduğu, davacının, davalı tarafından verilen yurt içi nakliyat, ithalat, ihracat olarak ekspres, kara, hava ve deniz taşımacılığı, gümrükleme, antrepo, ordino, ardiye hizmetlerine ilişkin sözleşmelerin yapılmasına aracılık etmeyi üstendiği(m.1), davacının aracılık ettiği sözleşmelere konu hizmetlere ilişkin faturaların müşteriye davalı tarafından kesileceği(m2.2), davacının hizmet satış tutarını, davalı tarafından belirlenen maliyetlerin altında kalmamak kaydıyla serbestçe belirleyeceği(m.2.8.2), davalının; sözleşmenin birinci yılında yıllık, ikinci yılından itibaren ise aylık olarak, davacının sattığı ve satışına aracılık ettiği hizmetler için davalı tarafından hesaplanan maliyetlerin, davalının müşterilere kestiği fatura tutarlarından mahsubu akabinde kalan brüt karın %60’ını davacıya komisyon olarak ödeyeceği, bu ödemenin bedellerin müşterilerden tahsil edilmiş satışlar için geçerli olacağı(m.4.3) hususlarında tarafların anlaştıkları görülmüştür.6102 Sayılı TTK’nun 102/1 maddesine göre; ticari mümessil, ticari vekil, satış memuru veya işletmenin çalışanı gibi işletmeye bağlı bir hukuki konuma sahip olmaksızın, bir sözleşmeye dayanarak, belirli bir yer veya bölge içinde sürekli olarak ticari bir işletmeyi ilgilendiren sözleşmelerde aracılık etmeyi veya bunları o tacir adına yapmayı meslek edinen kimseye acente denir. Buna göre; davalıya bağımlı tacir yardımcısı olmayan, davalının ticari işletmesinin Türkiye’de sunduğu hizmetlere taşıma ve lojistik hizmetlerine aracılık etme işini üstlenen, bu işi süreklilik içerisinde yapan ve başkası adına aracılık etme veya sözleşme yapma faaliyetini meslek edinmiş olan davacının acente, taraflar arasındaki sözleşmenin ise acentelik sözleşmesi olduğunda duraksama yoktur. (Acentelik sözleşmesinin tüm unsurlarına ilişkin detaylı açıklama için , Bkz. Arkan, Sabih, Ticari İşletme Hukuku, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, Gözden geçirilmiş Yedinci Bası, Ankara, 2004, s.188 ve devamı) Taraflar arasındaki iki yıl süreli sözleşme süresinin 01/07/2016 tarihinde dolduğu, ancak bu tarihten sonra da taraflar arasındaki ticari ilişkinin devam ettiği, son işlemin 10/08/2017 tarihinde yapıldığı, davacının davalıya sözleşme süresinin sona erdiği tarihten sonra bu tarihe dek bir kısım faturalar kestiği, bu tarihten sonra taraflar arasında herhangi bir ticari faaliyet bulunmadığı, taraf defter ve kayıtları üzerinde yapılan inceleme sonucu tanzim edilen bilirkişi kök ve ek raporları ile tespit edilmiş olmakla birlikte, taraflar arasında dava konusu sözleşme tarihinden önce de ticari ilişki bulunduğu, sözleşmenin sona erdiği tarihten sonra devam eden ticari faaliyetin, bu sözleşmeye ilişkin mi, önceden gelen ticari ilişki kapsamında mı olduğu hususunun tespit edilemediği de belirtilmiştir.Taraflar arasındaki 01/07/2016 tarihinden sonra devam eden ticari faaliyetin dava konusu acentelik sözleşmesi kapsamında olduğu, davalının davacıya gönderdiği 10/11/2017 tarihli cevabi ihtarname içeriğinden, sözleşme ilişkisinin sürenin bitimine rağmen devam ettirildiğinin anlaşıldığı, TTK’nun 121/2 fıkrası uyarınca belirli süre için yapılan acentelik sözleşmesinin, süre dolduktan sonra uygulanmaya devam edilmesi nedeniyle belirsiz süreli hale geldiği espit edilmiştir.Taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin belirsiz süreli hale geldiği kabulüne göre; davacının tasfiyeye girmesi nedeniyle borca aykırı davranışından ötürü uğradığı kar kaybını talep edip edemeyeceği üzerinde durulmak gerekir. Gerek 28/11/2017 dava tarihi, gerekse davacının davalıya gönderdiği 27/10/2017 ihtarname tarihi itibariyle davalı şirket henüz tasfiye kararı almış değildir. Şu halde davacı, dava tarihi itibariyle davacı şirketin tasfiyeye girmiş olduğu ve bu hususta kendisine bilgi vermediği, tasfiye nedeniyle, davalı hizmetlerinin satışına aracılık ettiği müşterilerini kaybettiği yönündeki iddiasını ispat edememiştir. Davacı tarafından, davalı şirketin resmi resmi tasfiye kararı almadan önce fiilen tasfiyeye girdiği, bu çerçevede müşterilere hizmet satışını durdurduğu veya azaltığı,davalının TBK’nun 112 maddesi kapsamında borca aykırı davranması nedeniyle zarara uğranıldığı iddia ediliyor ise bu iddianın 6100 Sayılı HMK’nun 190/1 maddesi uyarınca ispat yükü üzerinde olan davacı tarafça uygun delillerle ispatı zorunludur. Taraflar arasındaki sözleşmede davacı, iddiasının aksine, davalının sunduğu hizmetlere ilişkin sözleşmelere aracılık hususunda münhasır yetkili kılınmamış, davacının başka firmalarla çalışmasını engeller düzenleme de getirilmemiştir. Davacı davalıya belirli bir satış/komisyon/müşteri sayı veya oranı taahhüt etmediği gibi, davalının da belirli bir oranda satış yapılacağına dair taahhüdü bulunmamaktadır. Buna göre davacının cirosundaki azalış tek başına, davalının müşterilere hizmet sunmadığı ve bunu tasfiye amacıyla yaptığı iddiasını ispata yeterli değildir. Yine taraflar arasında 10/08/2017 tarihinden itibaren ticari ilişki bulunmadığı, dava tarihi itibariyle belirsiz süreli hale gelmiş sözleşmenin ortak irade ile sonlandırıldığına dair bir ikale anlaşmasının da mevcut olmadığı, şu halde bu tarihten sonra davalı hizmetlerinin satışına davalı kusuru ile son verildiğini ispat yükünün de davacı üzerinde olduğu, bunu ispata yarar somut herhangi bir delil sunulmadığı, davacının öncelikle, dava tarihi itibariyle borca kusurlu aykırılığın varlığını ispatla yükümlü olduğu, bu ispat edilemediğinden, bilirkişiler tarafından kar kaybına ilişkin zarar hesabının hatalı yapıldığı yönündeki, aslında zararın ispatına ilişkin istinaf sebebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; ilk derece mahkemesinin, ispatlanamayan kar kaybı talebinin reddine ilişkin kararı yerinde olmakla birlikte, sözleşmenin sürenin bitimi nedeniyle sona erdiği yönündeki gerekçesinde hataya düşüldüğünden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun usulen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b2 maddesi uyarınca kaldırılmasına, dairemizce esas hakkında yeniden hüküm kurularak davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Davacının istinaf başvurusunun USULEN KABULÜ İLE; İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 06/10/2020 tarih ve 2017/1047 Esas – 2020/542 Karar sayılı kararının HMK 353/1-b2 maddesi uyarınca kaldırılmasına, Dairemizce yeniden hüküm kurulmak suretiyle; Davanın REDDİNE,
İLK DERECE MAHKMESİ YÖNÜNDEN: 2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan harçlar tarifesine göre alınması gereken 179,90.TL karar harcından, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 167,96.TL harcın mahsubu ile bakiye 11,94.TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 3-Davacı tarafından sarfedilen yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, 4-Davalı tarafından ilk derece mahkemesinde sarfedilen yargılama gideri bulunmadığından bu hususta bir karar verilmesine yer olmadığına, 5-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden dairemiz karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince 9.200,00.TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 6-Artan gider avansı bulunduğu takdirde karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine,
İSTİNAF YÖNÜNDEN: 7-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı tarafından yatırılan 148,60 TL başvuru harcının hazineye gelir kaydına, 54,40 TL karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine, 8-Davacı tarafından yatırılan 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile 23,63‬ TL posta gideri olmak üzere; toplam 172,23 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 9-Bakiye gider avansı olması halinde karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1.maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 09/02/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.