Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/697 E. 2023/1277 K. 14.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/697
KARAR NO: 2023/1277
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 31/12/2020
DOSYA NUMARASI: 2018/1026 Esas – 2020/741 Karar
KARAR TARİHİ: 14/09/2023
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı temlik eden davacı vekili ve temlik alan davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkil bankanın Sefaköy Şubesinin borçluları … San. Ve Tic. Ltd. Şirketi ile müşterek müteselsil borçlu ve müteselsil kefilleri davalı …, … ve davalı … ile kredi borçlanma sözleşmesi akdettiğini, bu süreç sonrasında davalıların borcuna teminat olarak verilen ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile Bakırköy …İcra …E.sayılı dosyası ile takip yapıldığını, ancak alacağın tamamının tahsil edilemediğini, 2005 yılında taşınmaz cebri icradan satılmasına rağmen bankaya ödeme yapılmadığını, banka lehine tamamlanmış bir tahsilat bulunmadığını, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyası ile davalı borçlular aleyhine takip başlatıldığını, itirazın haksız ve yersiz olarak yapıldığını, maddi ve hukuki dayanaktan yoksun itirazının iptalini ve takip tutarı üzerinden %20’den az olmamak üzere icra inkar tazminatı ödemeye mahkum edilmesini karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dileksinde özetle; Bakırköy …İcra Müdürlüğünden …Esas sayılı dosya ile ilgili tüm kayıtların, belgelerin ve dosyanın celbine karar verilmesini istediğini, beyanları haricinde zamanaşımı bulunduğunu, borcun doğumundan bu güne kadar 16-17 sene geçtiğini, borcun zamanaşımına uğradığını, 5411 sayılı Kanununun geçici 13.maddesinde fon alacaklarında zamanaşımının yirmi yıl olduğunu, düzenlenen aynı kanunun 141.maddesine herhangi bir şekilde atıf veya gönderme mevcut olmadığından iddia olunan alacak için yirmi yıllık zamanaşımını süresini kabul etmenin mümkün olmadığını savunmuştur. Davalı … dayanılan belgelerde kefil olarak imzasının olmadığı, kefil olmadığı nedeniyle davanın reddini savunmuştur. Davalılar … ve … San. Ve Tic. Ltd. Şirketi vekili ise; dosya borcunun bittiğini, davalı müvekkilinin kefalet borcunun sona erdiğini, müvekkillerin kefil sıfatına sahip olduğunu, bankanın krediyi kat ettiğini bildirdiğini ancak sözleşmenin 28/04/2000 yılında yapıldığını ve on yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğunu, bu nedenle alacak iddiasının zamanaşımı nedeniyle ret olunmasını ve davacı aleyhine tazminata hükmolunmasını yönünde savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 31/12/2020 tarih ve 2018/1026 Esas – 2020/741 Karar sayılı kararı ile; ” Kredi sözleşmesi hükümlerine dayanıldığı, davalıların asıl borçlu ve kefil konumunda bulunduğu tartışmasızdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık yetki ve zamanaşımı itirazlarının kabul edilip edilmeyeceği, kefiller yönünden sorumluluk süresinin dolup dolmadığı, davalı …’a atfedilen imzanın davalıya ait olup olmadığı, takip konusu borcun Bakırköy …İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyasına istinaden ödenip ödenmediği, sonuç olarak dayanak kredi sözleşmesi hükümleri ve kat tarihleri karşısında asıl borçlu ve kefiller yönünden takip tarihi itibariyle talep edilebilecek asıl alacak ve diğer feri miktarların ne olduğu noktalarında toplanmaktadır. Davalı … ve … San. Ve Tic. Ltd. Şti’nin icra dairesinin yetkisine ve mahkememizin yetkisine yönelik itirazları karşısında dayanak sözleşme aslının araştırılması yapılmış ise de yargılama aşamasında adı geçenler gerek icra müdürlüğünün gerek mahkememize yönelik itirazlarından feragat ettiklerini açıklamışlardır. Mahkememizin ve icra müdürlüğünün yetkisine yönelik itiraz var ise de yetki hususunun kesin yetki niteliğinde bulunmaması ve HMK m.24 hükmü uyarınca davalıların bu haklarını talep etmeye zorlanmalarının ise mümkün olmaması karşısında bu yöne ilişkin davalıların itirazları incelenmemiştir. Bu haliyle davalı şirketin zamanaşımı def’ini ileri sürmesi karşısında davalı şirket yönünden bu def’inin ele alınması, buna mukabil davalı kefil gerçek kişiler yönünden ise davanın hak düşürücü süre yönünden ele alınması gerekmiştir. Bilindiği üzere zamanaşımı def’i olup davalı kefiller yönünden uygulanma imkanı olan hak düşürücü süre ise def’i olmayıp mahkemece resen incelenmesi gereken bir husustur. Dava, davalıların imzaladığı ileri sürülen genel kredi sözleşmesi çerçevesinde, davalı asıl borçlu ve davalı kefiller hakkında başlatılan takibe yönelik itiraz sonucunda duran takibin devamı için açılan itirazın iptali davasıdır. Davaya esas olan kredi sözleşmesine göre alacaklısının …A.Ş., tarihinin ise 28/04/2000 olduğu, hesap kat ihtarının ise dayanılan belgelerden ve iddiadan anlaşıldığı üzere 09/04/2001 tarihli olduğu, iddianın bu vakıaya ve belgelere dayandığı, Bakırköy … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına istinaden takip yapıldığı, ancak bu dosyanın aslının …’ya gönderildiği başkaca herhangi bir kayıt ve belgenin taraflarca sunulamadığı, akabinde davacı vekilinin adı geçen icra dosyasına istinaden alacağın tamamını tahsil edilemediği iddiasıyla bu defa adı geçen davalılar aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına istinaden ve adı geçen sözleşme gereği takip yaptığı, nitekim takip talebine 09/04/2001 tarihli kat ihtarnamesini de eklemiş olduğu, takibe yönelik olarak davalı borçluların itirazda bulunduğu, takibin durduğu, bunun üzerine mahkememizde itirazın iptali davası açıldığı açıktır. Bu çerçevede dört davalı bulunmakla öncelikle davalı şirket yönünden süre hususu ele alınacaktır. a)Yargılama aşamasının davalı şirket vekilinin zamanaşımı def’i talebi ret olunmuş ise de akabinde yeniden yapılan değerlendirme sonucunda ve hüküm öncesi 31/12/2020 tarihli duruşma ara kararı ile zamanaşımının def’inin reddine dair ara kararın davalı şirket aleyhine uygulanmayacağı, bu hususun yeniden takdir olunacağı açıkça bildirilmiş olup bu çerçevede ve öncelikle davalı şirketin zamanaşımı def’ini ele alınması gerekmiştir. Davacısı … Bankası A.Ş.olan emsal davalar ile ilgili gerek Yargıtay gerek BAM uygulamalarında da kabul olunduğu üzere; “Dava konusu kredi sözleşmesinin düzenlendiği tarihte 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükte olduğundan somut olayda bu kanun hükümlerinin uygulanması gerekir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak düzenlenmiş iken, bu Kanuna 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek 3. maddesine göre, “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır. ” 01.11.2005 tarih ve 35983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141.maddesine göre “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır.” 168/A maddesine göre, Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.”Anayasa Mahkemesi’nin 04.06.2014 tarih ve 2014/85 esas 2014/103 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 5411 sayılı Kanun’un 168. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 18.06.1999 tarihli 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun ilk hâlinde ayrıksı bir hüküm öngörülmediğinden anılan Kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarında da zamanaşımı süresi on yıl olarak uygulanmıştır. Ancak 12.12.2003 tarih ve 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 4389 sayılı Kanun’a eklenen Ek 3. maddeyle, söz konusu kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, 4389 sayılı Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde on yıl olan zamanaşımı süresi, 4389 sayılı Kanun’a eklenen Ek 3. maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinden itibaren 20 yıl olmuştur. l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun’un 141. maddesinde de mülga 4389 sayılı Kanun’un Ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilmektedir.Esasen fon alacaklarında zamanaşımı süresinin halen yürürlükte olan 141.madde ile 20 yıl olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının da eldeki davada incelenmesi gerekmemektedir. Uyuşmazlık davacı bankanın 20 yıllık zamanaşımından yararlanıp yararlanmayacağı noktasındadır. Bankacılık Kanunu 132/8 maddesi gereğince TMSF tarafından devralınmayan fon bankalarının alacakları fon alacağı niteliğinde değildir. Tasfiye Halinde … A.Ş. bu kapsamda TMSF tarafından devralınmadığından fon bankası değildir.Davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5. madde de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği ,iptal edilmeden evvel de 01.11.2005 tarihinde 5411 sayılı 168.maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı anlaşılmaktadır. 5411 sayılı kanunun geçici 13.maddesi ile “Sermayesinin yarıdan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalarda (Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. dahil) 26.12.2003 tarihinden önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı ve/veya yeterli teminatlı kredi kullanıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya…. hakların da diğer bankaların ve üçüncü kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon alacaklarının tahsiline ilişkin 123,134,136,137,138,140,142 ve 165. madde hükümleri, tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmaması, dahil bankalarınca uygulanır.” denilmiştir. Söz konusu maddede fon alacaklarında zamanaşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen 141.maddeye atıf yapılmamıştır. Buna göre davacı banka fonun maddede yazılan ayrıcalıklardan yararlanacak ise de 141.maddeye açık atıf olmadığından genel dava zamanaşımı süresi olan 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Anlatılanlara göre zamanaşımının somut olayda hesabın kat olunduğu anlaşılan 09/04/2001 tarihinde özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden 4389 sayılı kanun gereği zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu, arada 12.12.2003 tarihli ek 5. madde gereği 20 yıla uzadığı, kanun hükmünün l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı kanunun geçici 13.maddesi ile tekrar kaldırılarak 10 yıla düştüğü, dolayısıyla zamanaşımının başladığı ve sona erdiği tarihlerde yürürlükte bulunan kanun hükümleri gereği 10 yıl olarak uygulanması gerektiği kabul edilmiştir. Buna göre 28/04/2000 yılında akdedilen kredi sözleşmesi uyarınca kullandırılan krediye ilişkin borcun ödenmemesi üzerine hesabın 09/04/2001 tarihinde kat edilmesiyle alacağın muaccel hale geldiği, bir an için Bakırköy … İcra Müdürlüğünün …E.sayılı dosyasının aslının bulunduğu veya davacı vekilince sunulduğu kabul edilip, 2005 yılı itibariyle dosyada taşınmaz satım işleminin gerçekleştirildiği kabul olunsa dahi bu davaya esas olan İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına istinaden takibin 08/06/2017 tarihi itibariyle başlatıldığı gerçeği karşısında, arada geçen süreler içerisinde zamanaşımını kesen herhangi bir belgenin somutlaştırılmadığı gibi bu yöne ilişkin soyut bir beyanın dahi mevcut bulunmadığı, esasen soyut beyanında bu noktada yeterli görülmesinin de mümkün bulunmadığı, buna göre davaya esas İstanbul … İcra Müdürlüğünün …E.sayılı dosyası ile takibin yapıldığı, 08/06/2017 tarihi itibariyle dayanak sözleşme asılları veya başkaca takip evrakı sureti dahi sunulamayan dava dosyasına esas takipte davalı asıl borçlu şirket yönünden zamanaşımı süresinin dolduğu sonucuna varılmıştır. (İstanbul BAM 12. HD’nin 2019/580E. 2019/671K.sayılı ilamı) b)Davalı gerçek kişiler ise kefil olup davalı gerçek kişiler yönünden itirazın iptali davasının hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığı ayrıca ele alınmıştır. Somut olayın özelliği göre davalı gerçek kişilerin dayanak sözleşmeleri kefil olarak imzaladıkları tarihin karşısında 28/04/2000 olarak açıklanması nedeniyle 01/07/2012 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmünün irdelenmesi gerekir. 6098 sayılı TBK’nin m.598/f.3 hükmüne göre, bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet,buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yıl geçmesi ile kendiliğinden ortadan kalkar. Davalı gerçek kişiler hakkında takip yapılan ve kefil olarak sorumluğuna dayanılan sözleşme tarihi 28/04/2000 olarak dikkate alındığında 6098 sayılı kanunun yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle on yıllık süre tamamlanmıştır. 6101 sayılı TBK Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun m.1.hükmüne göre kural olarak,”TBK’nin yürürlüğü girdiği tarihten itibaren önceki fiil ve işlemlere bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise uygulanması gerektiği ancak temerrüt, sona erme ve tasfiye konularında TBK’nin uygulanacağı” düzenlemesi getirilmiştir. 6101 sayılı Kanunun m.5 hükmüne göre,” TBK’nin yürürlüğü girmesinden önce başlamış hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri eski kanun hükümlerine göre tabi olmaya devam eder, ancak bu sürelerin henüz dolmamış kısmı TBK’de öngürülen süreden uzun ise yürürlüğünden başlayarak TBK’de öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.” 6101 sayılı Kanunun m.5/f.2 hükmüne göre, “TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar, ancak bu ek süre TBK’de öngörülen süreden daha uzun olamaz.” 6101 sayılı Kanunun m.6 hükmüne göre ise “Bu kanunun 5. maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanır.” O halde somut olay açısından 6098 sayılı TBK ile düzenlenen sürenin mevcudiyeti,bu sürenin TBK’nın yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle dolmuş olması karşısında davacı hak sahiplerinin,TBK’nın yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden itibaren bir yıllık ek süreden yararlanmaları mümkündür.Ne var ki kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıllık süre 01/07/2013 itibariyle dolduğu halde davalı gerçek kişilere yönelik olarak bu davaya esas icra takibi 31/05/2017 tarihi itibariyle yapılmıştır. 6101 sayılı kanunun 6.maddesinin gerekçesinde de; “süreye bağlı hak” ile “hak düşürücü süre”lerin farklı kavramlar olduğu, süreye bağlı haktaki sürenin, kanunda bu hakkın varlığını sürdürmesi için öngörülmüş olan bir süre olduğu, “süreye bağlı hak”taki sürenin, ne zamanaşımı süresi ne de hak düşürücü süre olduğu, bu nedenle de Türk Borçlar Kanununda süreye bağlı haklar için öngörülen süreler hakkında 5 inci maddesinin kıyas yoluyla uygulanacağı ve hak sahibinin, bir yıllık ek süreden yararlanabileceği…” vurgulanmıştır. Yukarıdaki yasal düzenlemeleri somut olay yönünden değerlendirmek için öncelikle TBK ile ilk kez getirilen on yıllık kefalet süre sınırlamasının hukuki niteliğinin saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır. Konu ile ilgili öğretide ortaya konan görüşlere göz atacak olursak; “…on yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığı için kesilme ve durma söz konusu olmaz. on yıllık sürenin tamamlanması ile birlikte kefilin yükümlülüğü kendiliğinden (yasa gereği ortadan kalkar).. Kefalet süresinin dolduğu yargıç tarafından görevinden ötürü göz önünde tutulur..” (Prof.Dr. C.Yavuz Borçlar Hukuku s.1472 vd) “… on yılın geçmesi ile borç kendiliğinden ortadan kalkar, kefalet için getirilen yasal en yüksek (azami) süreye ilişkin düzenleme başka bir hiçbir hukuk sisteminde bulunmamaktadır. Amaç, kefili belli bir süre geçtikten sonra kefillik bağından kurtarmaktır…” (Nihat Yavuz, Kefalet Sözleşmesi s.3085 ) “… Kefilin sorumlu tutulabileceği on yılık süre kefalet sözleşmesinin meydana geldiği andan itibaren işlemeye başlar… on yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığına göre kesilme ve durma da söz konusu olmaz…” (Doç. Dr. Burak Özen Kefalet Sözleşmesi s. 578 vd) “… Yeni Borçlar Kanununda sona ermeyle ilgili emredici nitelikte hükümler varsa bunlar -sözleşmede örneğin feragat ile ilgili hüküm olsa da olmasa da – 01/07/2012 tarihinden sonraki sona ermelerde uygulanacaktır… (kefalet sözleşmesinde ) on yıllık süre daha önce sona ermiş ise yürürlük yasasının 5. Maddesi göz önünde tutulacaktır… Gerçek kişilerin verdiği kefaleti sona erdiren on yılın hak düşürücü süre olarak kabul edilip edilmemesi 5. maddenin uygulanması bakımından farklı sonuçlar verecektir…Hak düşürücü süre olarak kabul edilirse 01/07/2012 tarihinden önce on yılı dolduran kefaletlerde alacaklı 5. Maddenin tanıdığı bir yıllık ek süreden yararlanacak ve 01/07/2013 tarihine kadar kefili dava edebilecektir…(Prof. Dr. Seza Reisoğlu-TBK’nin Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun Bankacılık İşlemleri Açısından Değerlendirilmesi- İstanbul, 15/06/2012-Türkiye Bankalar Birliği Yayını) “….6101 sayılı TBKYUŞHK’un 5/2. Maddesine göre TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanır. Aynı kanunun 6. maddesine göre bu kanunun 5. Maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.(…) Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde 01.07.2012’den önce kurulmuş bulunan gerçek kişilerin kefil olduğu kefalet sözleşmeleri derhal on yıllık süreye tabi olur(…) bu tarihten önce on yıllık süre dolmuşsa(…) alacaklı 01.07.2013 tarihine kadar kefili takip edebilecektir.Bu tarihte ise kefalet sözleşmesi hükümden düşer….”(Y.Doç.Dr.Serkan Ayan-Kefalet Sözleşmesinde Kefilin Sorumluluğu) ” TBK m.583/f.3 hükmüne göre on yıllık sürenin başlangıcı,kefalet sözleşmesinin kurulma anı olacaktır….”(Yrd.Doç.Dr.Özlem Acar,Türk Borçlar Hukukunda Müteselsil Kefalet Sözleşmesi, İstanbul, 2015 ) Hal böyle olunca davalı gerçek kişiler aleyhine olmak üzere kefalete dair sözleşmenin 28/04/2000 tarihinde akdedildiği, buna göre Bakırköy … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına istinaden davalı gerçek kişiler hakkında takip yapılmış olsa ve 2005 yılı itibariyle taşınmaz satımıyla takibin sonuçlandığı kabul olunsa dahi 2017 yılı itibariyle yapılan icra takibi karşısında on yıllık hak düşürücü sürenin dolmuş olduğu, TBK’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren davacı lehine bir yıllık ek sürenin başladığı, ancak davaya esas olan takibin bu süre içinde dahi başlatılmadığı, bu durumda kanun hükümleri karşısında davalı gerçek kişi kefiller yönünden 6101 sayılı Kanunun 5 ve 6.madde hükümleri dikkate alındığında kefil olan davalı gerçek kişiler hakkındaki takibin yasal hak düşürücü süre içinde yapılmadığı sonucuna varılmıştır. Yapılan açıklamalar karşısında; davacı tarafından İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına yönelik davalıların itirazlarının iptali ile takibin devamı amacıyla açılan davada; 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmü uyarınca davalı kefiller …, …, … hakkında açılan itirazın iptali davasında, on yıllık hak düşürücü süre dolduğundan kefil olan ve adı geçen gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali davasının mevcut hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine; davalı asıl borçlu şirket aleyhine açılmış olan itirazın iptali ve takibin devamı davasının 5411 sayılı Bankacılık Kanunun geçici 13 madde hüküm uyarınca ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeni ile reddine; davanın red nedeni karşısında davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine; ayrıca kötüniyetli olarak takip yapıldığı anlaşılamadığından ve yasal şartlar oluşmadığından davalıların kötüniyet tazminatı taleplerinin ayrı ayrı reddine dair karar verilmiştir. ” gerekçeleri ile; “1-Davacı tarafından İstanbul … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına yönelik davalıların itirazlarının iptali ile takibin devamı amacıyla açılan davada; 6098 Sayılı TBK m.598/f.3 hükmü uyarınca davalı kefiller …, …, … hakkında açılan itirazın iptali davasında, on yıllık hak düşürücü süre dolduğundan kefil olan ve adı geçen gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali davasının mevcut hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine, Davalı asıl borçlu şirket aleyhine açılmış olan itirazın iptali ve takibin devamı davasının 5411 sayılı Bankacılık Kanunun geçici 13 madde hüküm uyarınca ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeni ile reddine, 2-Davanın red nedeni karşısında davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine; ayrıca kötüniyetli olarak takip yapıldığı anlaşılamadığından ve yasal şartlar oluşmadığından davalıların kötüniyet tazminatı taleplerinin ayrı ayrı reddine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, devir alan davacı şirket vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Temlik alan davacı şirket vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davaya konu, İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı icra dosyasında alacaklı olan … A.Ş.’nin davalılardan olan tüm hak ve alacağını Beyoğlu … Noterliği’nin 08.01.2019 tarih ve … yevmiye nolu alacak temlik sözleşmesi ile müvekkil şirket … A.Ş.’ ye devir ve temlik etmiş olduğunu, müvekkil şirketin Bankacılık Kanunu’nun 143. maddesi hükmü üzere kurulmuş bir Varlık Yönetim Şirketi olup, şirketin %100 hissesinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na ait olduğunu, Davanın konusunu oluşturan takibe konu alacağın, davalıların … bank Sefaköy Şubesi’nden asıl borçlu … San. ve Tic. Ltd. Şti. ile müşterek borçlu ve müteselsil kefiller …, … ve …’a kullandırılan krediden kaynaklı bir alacak olduğunu, asıl borçlu şirket tarafından işbu krediden kaynaklı edimlerin yerine getirilmemesi üzerine, davalı borçlu şirket ve davalı müşterek borçlu/ müteselsil kefillere Bakırköy … Noterliği’nin 09.04.2001 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi keşide edilerek, kredi hesabının kat edildiğini, Hesap kat edilmesine rağmen işbu borcun ödenmemesi üzerine temlik veren banka tarafından, borçlu ve kefiller hakkında, işbu borca teminat olarak verilen ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile Bakırköy … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile takip yapıldığını, ancak alacağın tamamının tahsil edilemediğini, işbu ipotek takibi sürecinin sonunda ise 2005 yılında taşınmaz cebri icradan satılmasına rağmen temlik veren bankaya ödeme yapılmadığını, bunun üzerine davalıların borçlu şirket ve kefiller aleyhine ödenmeyen kredi borcunun tahsili amacıyla İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası ile ilamsız takip başlatıldığını, söz konusu takibe, borca, faize ve tüm ferilerine davalılar tarafından itiraz edilmiş olması üzerine ise işbu davanın ikame olunduğunu, İşbu davaya ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde “…davacı tarafından İstanbul …. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra dosyasına yönelik davalıların itirazlarını iptali ile takibin devamı amacıyla açılan davada; 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmü uyarınca davalı kefiller …, …, … hakkında açılan itirazın iptali davasında, on yıllık hak düşürücü süre dolduğundan kefil olan ve adı geçen gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali davasının mevcut hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine; davalı asıl borçlu şirket aleyhine açılmış olan itirazın iptali ve takibin devamı davasının 5411 sayılı Bankacılık Kanununun geçici 13 madde hükmü uyarınca ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeni ile reddine…” gerekçesi ile hüküm kurularak davanın reddi ile davalıların İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı icra dosyasına yapmış olduğu itirazlarının iptaline karar verildiğini, ancak yerel mahkemece verilen işbu kararın hatalı ve hukuka aykırı olup, işbu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurma zarureti hasıl olduğunu, Davaya konu icra takip dosyasına dayalı alacağın zamanaşımına uğramadığını ve aynı zamanda hak düşürücü sürenin de geçmediğini, Genel alacak zamanaşımı süresi 10 yıl iken fon alacağı haline dönüşmüş bu alacak için 5020 Sayılı yasanın 27. maddesi ile mülga 4389 Sayılı Yasaya eklenen Ek Madde 3 ile zamanaşımı süresinin 26.12.2003 tarihinde 20 yıla uzatıldığını, 5411 Sayılı Kanun’ un 141. maddesinde ise bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğunun belirtildiğini, 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nun 168. maddesinin (A) bendi hükmü gereğince, 5411 Sayılı Kanun’un geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere yürürlükten kaldırıldığını, Yine 5411 Sayılı Kanun’ un geçici 16. maddesi ile bu kanun ile fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler makable şamildir, hükmü getirildiğini, geçici madde 16’da yer alan “…zamanaşımı…” sözcüğünün, Anayasa Mahkemesi’nin 12.09.2014 tarih ve 29117 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 04.06.2014 tarih, 2014/85 E. ve 2014/103 K. Sayılı kararı ile iptal edilmiş “zamanaşımı” sözcüğü ile uygulama alanı kalmayan “ve” sözcüğünün de iptaline karar verilmiş olduğunu, 04.23.2011 tarihinde 27836 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5. maddesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam edeceği, ancak bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü ve zamanaşımı süresi dolmuş olacağı hükmünün düzenlenmiş olduğunu, Yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi kararı ve anılan düzenlemeler hep birlikte değerlendirildiğinde dava konusu alacağın 10 yıllık zamanaşımı süresinin 10 yıllık süre sonunda dolacağı, ancak henüz 10 yıllık süre dolmadan mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na 26.12.2003 tarihli, 25328 Sayılı Resmi Gazete yayınlanarak yürürlüğe giren 5020 sayılı Yasanın 27. Maddesi ile eklenen Ek 3. Madde ile getirilen değişiklikler sonucu zamanaşımı süresinin 20 yıla uzatıldığı, 20 yıllık süre dolmadan icra takibi yapılmış olması karşısında alacağın zamanaşımına veya hak düşürücü süreye uğramadığı hususlarının açık olup, yerel mahkemece bu hususlar sebebiyle davanın reddine karar verilmiş olmasının ise usul ve yasaya aykırı olduğunu, Nitekim bu hususların dilekçesinde belirtilen istinaf ve yargıtay kararlarında hüküm altına alındığını, Eş söyleyişle; ayakta tutulan 4389 Sayılı Kanun ve bu kanunu değiştiren 5020 Sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde alacaklı Emlak Bankası’nın alacağının hazine alacağı sayılmakta olduğunu ve bunların tıpkı fon alacakları hükmünde kabul edilerek fon alacaklarına ilişkin dava ve takipler için 5020 Sayılı Kanun Ek Madde 3’te yer alıp, 5411 Sayılı Kanunun 141. maddesinde de aynen kabul edilen 20 yıllık zamanaşımı süresinin bunlar için de uygulanacağını, bu sürenin yine 5411 Sayılı Kanun geçici madde 16’da yer alan açık hüküm gereği, geçmişe etkisi kabul edilerek fiilin gerçekleştiği tarihten başlayacağını, Tüm bu açıklanan nedenlerle, yerel mahkemece verilen kararın usule ve yasaya aykırı olduğundan istinaf taleplerinin kabulü ile İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/1026 Esas – 2020/741 Karar sayılı 31.12.2020 tarihli kararının ortadan kaldırılarak talepleri doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini beyanla; Açıklanan nedenlerle; – İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/1026 Esas – 2020/741 Karar ve 31.12.2020 tarihli kararının ortadan kaldırılmasına, – Davanın kabulüne, – Yargılama giderleri ile ücreti vekaletin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Temlik eden davacı şirket vekili istinaf dilekçesinde özetle; Davalılar hakkında açtığımız itirazın iptali davasında, Yerel Mahkemece davanın reddine dair karar verilmiş olup karar usul ve esasa dair içerdiği hukuka aykırılıklar nedeniyle yapılacak istinaf incelemesinde kaldırma kararı verilmesinin zaruri olduğunu, Mahkemenizin ilgili davasına konu, İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra dosyasında alacaklı olan Bankamız davalılardan olan tüm hak ve alacaklarını Beyoğlu … Noterliği’nin 08.01.2019 tarih ve … yevmiye nolu alacak temlik sözleşmesi ile … A.Ş.’ ye devir ve temlik ettiğini, Devralan şirket, Bankacılık Kanunu’nun 143. Maddesi hükmü üzere kurulmuş bir Varlık Yönetim Şirketi olup, şirketin %100 hissesi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na ait olduğunu, Davanın konusunu oluşturan takibe konu alacak, davalıların Bankamız Sefaköy Şubesi’nden asıl borçlu … San. ve Tic. Ltd. Şti. ile müşterek borçlu ve müteselsil kefiller …, … ve …’a kullandırılan krediden kaynaklı bir alacaktır. Asıl borçlu şirket tarafından iş bu krediden kaynaklı edimlerin yerine getirilmemesi üzerine, davalı borçlu şirket ve davalı müşterek borçlu/müteselsil kefillere Bakırköy … Noterliği’nin 09.04.2001 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi keşide edilerek, kredi hesabı kat edildiğini, Hesap kat edilmesine rağmen iş bu borcun ödenmemesi üzerine temlik veren Müvekkil Banka tarafından, borçlu ve kefiller hakkında, iş bu borca teminat olarak verilen ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile Bakırköy … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyası ile takip yapılmış, alacağın tamamı tahsil edilememiştir. İş bu ipotek takibi sürecinin sonunda ise 2005 yılında taşınmaz cebri icradan satılmasına rağmen temlik veren Müvekkil Bankaya ödeme yapılmamıştır. Bunun üzerine davalı-borçlu şirket ve kefiller aleyhine ödenmeyen kredi borcunun tahsili amacıyla İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyası ile ilamsız takip başlatıldığını, söz konusu takibe, borca, faize ve tüm fer’ilerine davalılar tarafından itiraz edilmiş olması üzerine ise iş bu dava açıldığını, İş bu davaya ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde “…davacı tarafından İstanbul … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra dosyasına yönelik davalıların itirazlarını iptali ile takibin devamı amacıyla açılan davada; 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmü uyarınca davalı kefiller …, …, … hakkında açılan itirazın iptali davasında, on yıllık hak düşürücü süre dolduğundan kefil olan ve adı geçen gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali davasının mevcut hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine; davalı asıl borçlu şirket aleyhine açılmış olan itirazın iptali ve takibin devamı davasının 5411 sayılı Bankacılık Kanununun geçici 13 madde hükmü uyarınca ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeni ile reddine…” gerekçesi ile hüküm kurularak davamızın reddine karar verildiğini, Davaya konu icra takip dosyasına konu etmiş olduğumuz alacak zamanaşımına uğramamış ve aynı zamanda hak düşürücü süre de geçmediğini, Genel alacak zamanaşımı süresi genel hükümler gereğince 10 yıl iken fon alacağı haline dönüşmüş bu alacak için 5020 Sayılı yasanın 27. Maddesi ile mülga 4389 Sayılı Yasaya eklenen Ek Madde 3 ile zamanaşımı süresi 26.12.2003 tarihinde 20 yıla uzatılmıştır. 5411 Sayılı Kanunun 141. Maddesinde ise bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğu belirtildiğini, 5411 Sayılı Bankacılık Kanununun 168. Maddesinin (A) bendi hükmü gereğince, 5411 Sayılı Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere yürürlükten kaldırıldığını, Yine 5411 Sayılı Kanunun geçici 16. Maddesi ile bu kanun ile fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler makable şamildir, hükmü getirilmiş geçici Madde 16’da yer alan “…zamanaşımı…” sözcüğü, Anayasa Mahkemesi’nin 12.09.2014 tarih ve 29117 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 04.06.2014 tarih, 2014/85 E. Ve 2014/103 K. Sayılı kararı ile iptal edilmiş “zamanaşımı” sözcüğü ile uygulama alanı kalmayan “ve” sözcüğünün de iptaline karar verilmiştir. 04.23.2011 tarihinde 27836 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 5. Maddesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam edeceği, ancak bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü ve zamanaşımı süresi dolmuş olacağı hükmü düzenlendiğini, Yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi kararı ve anılan düzenlemeler hep birlikte değerlendirildiğinde dava konusu alacağın 10 yıllık zamanaşımı süresinin 10 yıllık süre sonunda dolacağı, ancak henüz 10 yıllık süre dolmadan mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na 26.12.2003 tarihli, 25328 Sayılı Resmi Gazete yayınlanarak yürürlüğe giren 5020 sayılı Yasanın 27. Maddesi ile eklenen Ek 3. Madde ile getirilen değişiklikler sonucu zamanaşımı süresinin 20 yıla uzatıldığı, 20 yıllık süre dolmadan icra takibi yapılmış olması karşısında alacağın zamanaşımına veya hak düşürücü süreye uğramadığı açık olup, yerel mahkemece bu hususlar sebebiyle davamızın reddine karar verilmiş olması ise usul ve yasaya aykırı olduğunu, dava dilekçesinde belirttiği Yargıtay kararlarının da aynı yönde olduğunu, 5020 Sayılı Kanunla eklenen Ek Madde 3’te de; “…Bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ve bu kanuna göre hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır. Fon alacakları ve bu kanuna göre hazine alacağı sayılan alacaklar bakımından bu sürenin başlangıcı fon tarafından yapılan ödemenin yapılmasına veya yapılacak olmasına sebebiyet veren kişilerin fiillerinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.” hükmü yer almaktadır. Geçici Madde 16’da: “Bu kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” hükmü yer almaktadır. 4389 Sayılı Kanun ve bu kanunu değiştiren 5020 Sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde alacaklı … Bankası’nın alacağı hazine alacağı sayılmaktadır ve bunlar tıpkı fon alacakları hükmünde kabul edilerek fon alacaklarına ilişkin dava ve takipler için 5020 Sayılı Kanun Ek Madde 3’te yer alıp, 5411 Sayılı Kanunun 141. Maddesinde de aynen kabul edilen 20 yıllık zamanaşımı süresi bunlar için de uygulanacaktır. Bu süre, yine 5411 Sayılı Kanun geçici madde 16’da yer alan açık hüküm gereği, geçmişe etkisi kabul edilerek fiilin gerçekleştiği tarihten başlayacaktır.Tüm bu açıklanan nedenlerle, yerel mahkemece zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle verilen red kararı, usul ve yasaya aykırı olduğundan istinaf taleplerimizin kabulü ile İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/1026 Esas 2020/741 Karar sayılı 31.12.2020 tarihli kararının kaldırılarak talepler doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın asıl borçlu ve müteselsil kefillerden tahsili için başlatılan icra takibine itirazın iptaline ilişkin olup, Mahkemece davanın asıl borçlu davalı yönünden zamanaşımının dolması, davalı kefiller yönünden hak düşürücü sürenin dolması sebebiyle reddine karar verilmiş, temlik alan davacı vekili ve temlik eden davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvuruda bulunulmuştur. Temlik eden davacı vekili ve temlik alan davacı vekili, davalı asıl borçlu şirket ve davalı gerçek kişi müteselsil kefiller ile 28/04/2000 tarihli genel kredi sözleşmesi akdedildiğini, alacağın tahsil edilmemesine üzerine hesabın 09/04/2001 tarihinde kat edilerek davalılara kat ihtarının gönderildiği, borcun ödenmemesi üzerine bu kez Bakırköy … İcra Dairesi’nin … esas sayılı takip dosyası ile asıl borçlu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatıldığını, ancak alacağın tahsil edilemediğini, borçlular tarafından verilen 06/04/2001 vade tarihli 48.253,05 TL bedelli bononun da ödenmediğini, bu kez davalılar aleyhine alacağın tahsili için İstanbul … İcra Dairesi’nin … esas sayılı icra takip dosyasında ilamsız takip yolu ile takip başlatıldığını, ancak takibe itiraz edilmesi üzerine takibin durduğunu, itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.Davalılar vekilleri, davanın zamanaşının dolması sebebiyle usulden ve borçlu olmamaları sebebiyle esastan reddine karar verilmesinin talep etmişlerdir. İstanbul … İcra Dairesi’nin … esas sayılı icra takip dosyasında; davacı alacaklı tarafından davalı borçlular aleyhine toplam 996.584,51 TL alacağın tahsili için ilamsız icra takibin başlatılmış, borçluların takibe itiraz etmesi üzerine icra takibinin durduğu anlaşılmıştır. Temlik eden banka tarafından davalılar ile 28/04/2000 tarihli genel kredi sözleşmesi akdedildiğini ileri sürmüş, ancak genel kredi sözleşmesi dosyaya sunulmamış ve bankaya yazılan müzekkereye verilen cevapta bankada dava dilekçesi ekinde sunulan belgeler dışında herhangi bir belgenin olmaması sebebiyle gönderilemediği bildirilmiştir. Temlik eden banka vekili tarafından Bakırköy … İcra Dairesi’nin … esas sayılı takip dosyası ile asıl borçlu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatıldığını, ancak alacağın tahsil edilemediği ileri sürülmüş, takip talebi dava dilekçesi ekinde sunulmuş, dosyanın celbi için İcra Dairesi’ne yazılan müzekkereye verilen cevapta dosyanın saklama süresinin dolması sebebiyle imha edildiği bildirilmiştir.Temlik eden davacı banka tarafından dava ve icra takibine konu borç 08/01/2019 tarihli alacağın temliki sözleşmesi ile davacı temlik alana temlik edilmiştir. Taraflar arasındaki temel uyuşmazlıklardan biri olan ve ilk önce çözüme kavuşturulması gereken husus dava konusu alacak yönünden zamanaşımı ve hak düşürücü sürenin dolup dolmadığı hususundadır. Söz konusu ihtilafın çözümüne ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.09.2019 tarihli, 2019/11-327 E. ve 2019/1072 K. sayılı ilamında temel ilkeler ortaya konulmuştur. Söz konusu ilamda “5411 sayılı Kanun’un 132 nci maddesinin ikinci sekizinci fıkrası gereğince TMSF tarafından devralınmayan fon bankalarının alacakları fon alacağı niteliğinde değildir. Anılan madde; “Bu Kanunun 107 nci maddesi uyarınca bir bankanın alacaklarının devralınması hâlinde bu alacaklar, devir tarihi itibarıyla Fon alacağı hâline gelir ve bu alacaklarla ilgili olarak borçlu aleyhine 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre başlatılmış bulunan takipler ile alacağın tahsiline yönelik davalara kaldığı yerden devam edilir” hükmünü haizdir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 16 ncı maddesinde, “Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.” hükmü getirilerek Anılan Kanun‘un 141 inci maddede öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olması sağlanmıştır. Bu düzenleme ile yirmi yıllık zamanaşımının ilk defa öngörüldüğü 26.12.2003 tarihi itibariyle dolmuş olan zamanaşımı süreleri yeniden canlandırılmış olmaktadır. Buna karşılık Fon alacaklarında zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu kuralı, ilk kez 4389 sayılı Bankalar Kanun’a (4389 sayılı Kanun) eklenen ve 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren Ek 3 üncü maddeyle getirildiği için söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte henüz zamanaşımı süresini doldurmamış tüm Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıla uzamıştır. 5411 sayılı Kanun’un geçici 16 ncı maddesi ise 26.12.2003 tarihinden önce zamanaşımı süresini dolduran alacaklara ilişkin zamanaşımı süresini yeniden canlandırarak yirmi yıla uzatmaktadır. Bu nedenle 5411 sayılı Kanun’un geçici 16 ncı maddesinde yer alan “…zamanaşımı ve…” ibaresi 12.09.2014 tarihli ve 29117 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 04.06.2014 tarihli ve 2014/85 E. ve 2014/103 K. sayılı kararı ile borçlunun zamanaşımına uğramış alacaklarının yeniden canlandırılması ve bu suretle yürürlükte bulunan hukuk kurallarına göre doğmuş ve tahakkuk etmiş olan zamanaşımı def’ini ileri sürme hakkının geçmişe yönelik olarak elinden alınmasının hukuka olan güven duygusunu zedelediği ve hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.Bu durumda 4389 sayılı Kanun ile 5411 sayılı Kanun’ndan kaynaklanan Fon alacakları için 26.12.2003 tarihi itibariyle zamanaşımı süresi dolmuş ise artık yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak ancak anılan tarih itibariyle zamanaşımı süresi dolmamış ise zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. Başka bir deyişle anılan Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun tespiti için öncelikle 26.12.2003 tarihi itibariyle alacağın tabi olduğu genel zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı belirlenmelidir. Eğer anılan tarih itibariyle alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi dolmuş ise bu Fon alacağına yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak, buna karşılık öngörülen zamanaşımı süresi dolmamış ise her hâlde zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır. 5411 sayılı Kanun’un 132 nci maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca devir tarihi itibariyle Fon alacağı hâline gelen alacaklarda yirmi yıllık zamanaşımı süresinin uygulanıp uygulanmayacağı devir tarihi itibariyle tespit edilmelidir. Banka alacağı devir tarihi itibariyle Fon alacağı hâline geldiği için bu tarih itibariyle alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi dolmuş ise artık yirmi yıllık zamanaşımı süresi uygulanmayacak buna karşılık alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi henüz dolmamış ise zamanaşımı süresi yirmi yıla uzayacaktır.” şeklinde belirtilmiştir. Yukarıda belirtilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.09.2019 tarihli, 2019/11-327 E. Ve 2019/1072 K. sayılı ilamında yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı bankanın fona devredilen bankalardan olmadığı, davacı banka tarafından dava ve icra takibine konu alacak 08/01/2019 tarihinde temlik alan davacıya ve fona devredildiği, söz konusu alacağın bu tarihten itibaren fon alacağı olduğu, dava ve takibe konu alacağın fona devrinden önce genel zamanaşını süresi olan 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, dava ve icra takibi konusu alacağın banka tarafından 09/04/2001 tarihinde kat edildiği, banka tarafından asıl borçlu aleyhine 13/06/2001 tarihinde icra takibi başlatıldığı, icra takibinin başlatıldığı, davalı asıl borçlu tarafından 12/12/2002 borç ödeme taahhüdünün verildiği ve davacı bankanın iddiasına göre ipoteğe konu taşınmazın satışa çıkarıldığı 2005 yılında TBK’nın 154 ve 157 maddeleri uyarınca zamanaşımının kesildiği kabul edilse dahi dava konusu icra takip tarihi olan 08/06/2017 tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımının dolduğu, alacağın temlik tarihi olan 08/01/2019 tarihi itibariyle de 10 yıllık zamanaşımının dolduğu, davacı tarafından zamanaşımının kesildiğine ve dolmadığına ilişkin herhangi bir delilin dosyaya sunulmadığı, dolayısıyla 20 yıllık zamanaşımı süresinin somut davada uygulanamayacağı açıktır. Aksine düşünce, yani temlik tarihinden önce zamanaşımı dolan bir alacağın fona devri suretiyle fon alacağı haline getirilip zamanaşımı süresini uzatmak suretiyle alacağın tahsili yoluna gidilmesi uygulamasını doğurur ve kanunu dolanmak olacaktır ki bu husus iyi niyet ve hakkın kötüye kullanılmaması gibi hukukun temel ilkelerine aykırı olacaktır. Bu sebeplerle Mahkemece asıl borçlu yönünden zamanaşımının dolması sebebiyle davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığından temlik alan davacı vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi yerinde görülmemiştir. Davalı kefillere ilişkin Mahkemece hak düşürücü sürenin dolması sebebiyle davanın reddine karar verilmiş ve karar davacı tarafça istinaf edilmiştir. 6098 sayılı TBK’nın 598. Maddesinde, Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Kefalet, on yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir. Kefalet süresi, en erken kefaletin sona ermesinden bir yıl önce yapılmak kaydıyla, kefilin kefalet sözleşmesinin şekline uygun yazılı açıklamasıyla, azamî on yıllık yeni bir dönem için uzatılabilir.” hükmünün düzenlendiği, 6101 sayılı TBK’nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 5.maddesinde ise “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur. Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibarıyla bu süre dolmuşsa, hak sahipleri Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak, bu ek süre, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamaz.”şeklinde ki hükümlere göre, kefaletteki 10 yıllık hak düşürücü süre ilk kez 6098 sayılı TBK’nın 598. maddesiyle getirilmiş olup, davaya konu genel kredi sözleşmesi ve kefalet sözleşmesi 28/04/2000 tarihli olduğundan, TBK’nın yürürlük tarihi olan 01/07/2012 tarihi itibariyle 10 yıllık süre dolmuş olduğundan, davacının anılan kefaletnameye dayalı olarak 1 yıllık ek süre içinde takipte bulunma hakkı olup, 01/07/2013 tarihinden sonra bu belgeye dayalı olarak kefile başvurması mümkün olmayıp, davacı tarafından davalılara karşı başlatılan icra takibinde takip tarihi olan 08/06/2017 tarihi itibariyle yasada belirlenen 1 yıllık ek süre de dolduğundan, kefalet kendiliğinden kalkmış olup, davalıların kefaletten dolayı bir sorumluluğu bulunmamaktadır. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 27/12/2022 tarih, 2021/5621 esas ve 2022/9487 karar sayılı ilamı) Dolayısıyla Mahkemece davalı kefiller aleyhine açılan davanın hak düşürücü sürenin dolması sebebiyle reddine karar verilmesi de isabetli olmuştur. Davacı temlik alan vekilinin bu yöndeki istinaf sebebi de yerinde görülmemiştir. Davanın esası hakkında karar verilmediğinden Mahkemece davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine; ayrıca kötüniyetli olarak takip yapıldığı anlaşılamadığından ve yasal şartlar oluşmadığından davalıların kötüniyet tazminatı taleplerinin ayrı ayrı reddine karar verilmesi de yerindedir. Devam etmekte olan bir icra takibine rağmen yeniden aynı alacak için aynı borçluya karşı icra takibi gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğine ilişkin açık bir düzenleme 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda (İİK) yer almamaktadır. HMK’daki derdestliğe ilişkin düzenlemenin icra takiplerine kıyasen uygulanması gerekir (Pekcanıtez, Hakan/Simil, Cemil İcra-İflâs Hukukunda Şikâyet, İstanbul 2017, s. 38). Derdestlik kurumunun amaçları davada ve icra takibinde ortaktır. Dava bakımından bir dava engeli olan derdestlik, icra takibi bakımından da bir takip engelidir. Dolayısıyla olumsuz bir dava şartı olarak nitelendirilen derdestlik aynı zamanda olumsuz bir takip şartı olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle, tıpkı davada derdestlik gibi icra takibinde de derdestlik takip hukukunun doğasına uygun ölçüde icra memurunca/mahkemece kendiliğinden gözetilen ve taraflarca takibin/davanın her aşamasında ileri sürülebilen bir takip şartı olarak değerlendirilmelidir. İcra takibinde derdestlikten söz edebilmek için; icra takibinin daha önce aynı veya başka bir icra dairesinde başlatılmış olması, tarafları, konusu ve sebebinin aynı olması gerekir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 23.12.2021 Tarih, 2018/(19)11-360 Esas-2021/1751 Karar sayılı İlamı). Somut olayda davacı temlik eden banka tarafından davalı asıl borçlu aleyhine Bakırköy … İcra Dairesi’nin … esas sayılı takip dosyası ile asıl borçlu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatıldığını, ancak alacağın tahsil edilemediği ileri sürülmüş, takip talebi dava dilekçesi ekinde sunulmuş, dosyanın celbi için İcra Dairesi’ne yazılan müzekkereye verilen cevapta dosyanın saklama süresinin dolması sebebiyle imha edildiği bildirilmiştir. Ayrıca icra takibine konu taşınmaz kaydına göre söz konusu taşınmaz üzerinde halihazırda ipotek kaydının bulunmadığı gelen tapu kaydından anlaşılmıştır. Dolayısıyla davacının imha olan ve ipotek kaydı olmayan taşınmaza dayanarak önceki icra takibini devam ettirerek alacağını tahsil etmesinde fiili ve hukuki engel bulunmaktadır. Bu sebeple davamıza konu ikinci takibin mükerrer takip olduğundan bahsetmek hukuken mümkün olmayıp aksi düşünce davacının alacağının tahsilini imkansız kılmak anlamına gelir. Açılanan nedenlerle asıl borçlu yönünden ilk derece Mahkemesinin kararı derdestlik sebebiyle kaldırılmamış ve mükerrer takip ve derdestlik söz konusu olmadığından derdestlikten davanın reddine karar verilmemiştir. Davacı tarafın istinaf başvurusunun kötü niyetle yapıldığı kanaatine ulaşılmadığından davalılar…Makine ve daval…vekilinin HMK’nın 351 maddesi atfı ile 329. maddesinin uygulanması talebi yerinde görülmemiştir. Mahkemece verilen karar alacağı temlik eden banka tarafından da istinaf edilmiştir. Ancak banka tarafından dava ve icra takibine konu alacak alacağın temliki sözleşmesi ile temlik alan davacıya devredildiğinden bankanın artık davada davacı sıfatı ve aktif husumeti kalmamıştır ve kararı istinaf etme hakkı bulunmamaktadır. Bu sebeple temlik eden banka vekilinin istinaf başvurusunun istinaf başvurusunda bulunma sıfatı bulunmadığından usulden reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Açıklanan nedenlerle; ilk derece mahkemesi karar ve gerekçesi usul ve yasaya uygun olup, kamu düzenine aykırılık da tespit edilmediğinden, temlik alan davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının (Temlik Alan Şirket) istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Temlik eden banka vekilinin istinaf başvurusunun istinaf başvurusunda bulunma sıfatı bulunmadığından USULDEN REDDİNE,3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden temlik alan şirket tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 269,85 TL istinaf karar harcından, istinaf eden temlik alan şirket tarafından peşin olarak yatırılan 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 210,55‬ TL harcın davacı temlik alan şirketten tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep edenler üzerinde bırakılmasına, 6-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay nezdinde temyiz yasa yolu açık olmak üzere 14/09/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.