Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/588 E. 2023/568 K. 06.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/588 Esas
KARAR NO: 2023/568 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2018/773 Esas – 2020/808 Karar
TARİHİ: 07/12/2020
DAVA: Alacak (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 06/04/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile; davacı müvekkilinin 30/11/2011 tarihli sözleşme ile davalı şirketin yetkili acentesi olduğunu, müvekkilinin acentelik sözleşmesinin fesih edildiği 12/10/2017 tarihine kadar bütün yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirdiğini, müvekkili acentenin yetkisi fesih edilmeden kısa bir süre önce davalı şirketin bölge müdürü … Bey tarafından ziyaret edildiklerini, taraflar arasında üretim karnesi üzerine yapılan tartışma esnasında müvekkilinin bölge müdürüne “siz” diye hitap etmemesi üzerine toplantının terk edildiğini, ertesi gün de müvekkilinin poliçe ekranının kapatıldığını ve akabinde sözleşmelerinin feshedildiğini beyanla neticeten fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile yetkili acentelik sözleşmesinin haksız feshi dolayısı ile müvekkilinin ekranının haksız ve yasal dayanağı olmadan kapatıldığı 12/10/2017 tarihi itibariyle 10.000 TL maddi tazminatın portföy ve komisyon kaybı, haksız feshin yapıldığı 12/10/2017 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında hukuki bir menfaat olmadığını, davacı açısından huzurdaki yargılamaya konu alacağın objektif ve sübjektif açıdan tespitinin mümkün olduğunu, davacının denkleştirme tazminatına hak kazanamadığını, denkleştirme tazminatı talep etmenin ön koşulunun taraflar arasında tanzim edilen sözleşmenin haksız feshedilmesi olup, söz konusu feshin haksız olmadığını, davacının acentelik sözleşmesinin üretim yetersizliği sebebiyle feshedildiğini, davacı acenteye 2017 yılı için toplam prim tutarı hedefinin 400.000 TL verilmesine karşın davacı yanın bu hedefin sadece 141.737,98 TL’sini tutturduğunun tespit edildiğini, bu nedenle de sözleşmenin feshedildiğini, sözleşmenin feshinden sonra önemli menfaat elde edilmesi ile acentenin ücret kaybına uğramasının kabulünün mümkün olmadığını, davacı acentenin müvekkili şirket dışında da sigorta şirketleriyle çalıştığını, sözleşmenin feshedilmesi nedeni ile davacı acentenin portföy tazminatı alacağı talebinin bir dayanağı bulunmadığını, davacının halen tüm sigortacılık faaliyetlerine devam ettiğini beyanla neticeten davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün olmadığından hukuki yarar yokluğundan reddine, aksi halde davanın esastan reddine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi’nin 07/12/2020 tarih ve 2018/773 Esas 2020/808 Karar sayılı kararında; “…Yasal dayanakları ortaya konularak yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, taraflar arasında 30/11/2011 tarihli, bir yıl süreli acentelik sözleşmesinin akdedildiği, taraflarca herhangi bir sebeple yada suretle feshedilmediği yada sona erme tarihinden en geç bir ay öncesinden ihtarname ile yürürlüğünün uzatılması arzusunda olmadığının diğer tarafa ihbar edilmemesi halinde sözleşmenin kendiliğinden ve her dönem için bir yıllık süre için yenileceği kararlaştırılmıştır. Sözleşmenin “Çalışma Sahası” başlıklı 20. maddesinde; “…acente, çalışma bölgesi içinde hiç iş yapamaz veya tatminkar bir faaliyet göstermezse, … Genel Sigorta işbu sözleşmeyi tek taraflı olarak ve hiç bir koşul aranmaksızın feshedebilir..”denilmiş, “Sözleşmenin Feshi ve Neticeleri” başlıklı 22. maddede ise; “ … Genel Sigorta, işbu sözleşmeyi her zaman, tek taraflı olarak hiç bir koşul aranmaksızın feshetmeye yetkilidir…her ne sebeple olursa olsun işbu sözleşme feshedilir veya infisah ederse yahut yürürlük süresinin bitiminden sonra yenilenmezse, acente … Genel Sigorta’dan herhangi bir nam ve unvan altında herhangi bir hak, zarar, ziyan, tazminat, komisyon, portföy hakkı, mahrum kalınan kar, maddi ve manevi zarar karşılığı kar kaybı ve benzeri taleplerde bulunmayacağını şimdiden beyan kabul ve taahhüt eder…” şeklinde hüküm yer almaktadır. Davalı tarafından davacı acenteye gönderilen 12/11/2017 tarihli noter ihtarnamesi ile tek taraflı olarak ihbar tarihinden itibaren üç ay sonrası etkisini doğuracak şekilde feshedildiği bildirilmiştir. Davalı tarafça fesih ihtarnamesinde fesih nedeni olarak herhangi bir neden gösterilmemiş ise de yargılamada fesih nedeni olarak, davacının prim üretme ve istikrar sağlama konusunda tatminkar faaliyet göstermemesine ve diğer rekabet halindeki sigorta şirketleri ile acentelik ilişkisi kurmasına dayanılmıştır. Bu durumda, davalı sigorta şirketi her ne kadar acente portföyünün verimli olmamasını gerekçe göstermiş ise de portföy azalmasının acentenin kendi kusuru olarak kabul edilmesi ve sözleşmenin haklı feshine neden olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz. Salt böyle bir iddia hukuken davacı acentenin kusurlu bir davranışına dayanak olarak gösterilemez. Öte yandan, davacı acentenin davalı dışındaki diğer sigorta şirketleri ile acentelik ilişkisi olduğu ihtilafsız ise de davalı sigorta şirketinin sözleşmenin devamı süresince davacı acenteye bu konuda ihtarda bulunduğunu kanıtlayamamış olduğu gibi, bir yıl süreli olarak akdedilen sözleşmenin birer yıllık devrelerle yenilendiği de gözetildiğinde sonradan bu nedene sözleşmenin fesih nedeni olarak dayanılması iyi niyet kuralları çerçevesinde korunamaz. TTK’nın 122/4. maddesi gereğince, denkleştirme tazminatı isteminden önceden vazgeçilemeyeceği de nazara alınarak TTK madde 122 uyarınca hesaplanan portföy tazminatına davacının hak kazandığı kanaatiyle davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile; davacı acentenin acentelik sözleşmesinin müvekkili şirket tarafından haksız nedenle feshedilmediğini, davacının müvekkili şirketten denkleştirme tazminat talep etme hakkı olmadığını, müvekkili şirketin şirket uygulaması gereği almış olduğu karar neticesinde davacı yanın acentelik sözleşmesini 3 ay sonra etkisini doğurmak üzere feshettiğini, sözleşmenin haksız feshedildiği iddia edilmişse de müvekkilinin kanunda belirtilen 3 aylık ihbar süresine uyarak ve haklı gerekçelerle sözleşmeyi feshettiğini, acentenin müvekkili şirket ile çalıştığı son dönemde kendisine verilen üretim hedeflerinin sürekli altında kaldığını, acentenin, faaliyeti sürecinde sözleşmenin konusuna göre aracılık ya da akit yapma hususunda çaba sarf etmek zorunda olduğunu, sözleşme ile acenteye ayrıca (örneğin sürümü artırma ve belirli bir kotayı doldurma gibi) yükümlülüklerinin de getirilmiş olabileceğini, acentenin gerekli çabayı göstermediğinin (örneğin satışlarda belirtilen orana ulaşamadığının) tespiti halinde, doğan zarardan acentenin sorumlu olacağını ve ayrıca acentenin iyi çalışmaması, satışlarda düşme olmasnın müvekkili için sözleşmenin feshinde haklı bir neden oluşturacağını, acente ile vekalet ilişkisinin devam ettiği döneme bakıldığında, müvekkili şirketin acenteliğini yürüten davacının, kendisine verilen hedeflerin sürekli altında kaldığının görüldüğünü, diğer acentelerin ortalamasının çok altında olması nedeniyle davacı acentenin müvekkili şirketin karlılık oranının sürekli düşmesine neden olduğunu, müvekkili şirketin çalıştığı tüm acenteler için ulaşmaları gereken gerçek hedefleri belirlediğini ve acentelerini bu konuda bilgilendirdiğini, acentelerin işbu hedeflere itirazda bulunma hakkına sahip olmalarına rağmen davacı acentenin bu hedeflere itiraz etmediğini ve bu hedefleri de kabul ettiğini, davacı acentenin işbu hedefleri gerçekleştiremediğini, müvekkili şirketin acenteleri ile çalışmaya devam etmesinde dikkate aldığı en önemli hususun “hedef gerçekleştirme” esası olduğunu, davacı acentenin uyarılara rağmen üretim hedefini tutturamadığını ve bu sebeple şirketin maddi anlamda zarar etmesine neden olduğunu, bu durumda acentelik sözleşmesinin haklı nedenle sona erme şartının gerçekleştiğinin ortada olduğunu, denkleştirme tazminat hesabının kanunun belirlediği koşullara uygun yapılmadığını, mevzuat kapsamında denkleştirme tutarının hesaplanması sırasında; müvekkilinin (davalı …) menfaatinin hesaplanması, acente kaybının hesaplanması, bu kazanç ve kayıp çerçevesinde hakkaniyet bakımından tutarın belirlenmesi, belirlenen tutarda üst sınır denetimi (taraflar arasındaki sözleşmenin son beş yılı içinde elde edilen kazancın bir yıllık ortalaması) adımlarının izlenmesi gerektiğini, bilirkişi raporunda fesihten sonra, davacı acentenin müvekkili sigorta şirketine kazandırdığı yeni müşterilerden elde edilen kazanç hesabının yapılmadığını, böyle bir hesaplama yapılırken davalı sigorta şirketinin yapısı, taraflar arasındaki sözleşme, ürün niteliği gibi hususların dikkate alınarak müşterilerin hangi kıstaslarla sürekli müşteri olarak kabul edileceğinin ve davalı sigorta şirketinin onlardan ne kadar süre faydalanabileceğinin belirlenmesi ve kazancın da buna göre hesaplanması gerektiğini, bu hesaplamanın ardından ise acentenin yaşı, sağlığı, münhasır acente olup olmaması gibi şahsi unsurları da dikkate alarak, bu sözleşmeden bu koşullarla ne kadar süre fayda sağlamaya devam edebileceğinin irdelenmesi gerektiğini, buna göre yeni müşterilerden elde edebilecek olduğu kazancın hesaplanması gerektiğini, bilirkişi raporunda bu hususların irdelenmediğini, fesihten sonra ne kadar poliçe yenilemesi yapıldığı, bu poliçelerin nev’i ve müşterilerin süreklilik arz edip etmediği, acentenin durumu vs. konularda inceleme yapılmayarak eksik ve hatalı inceleme ile tazminat tutarı belirlendiğini, yerel Mahkemece bu doğrultuda hüküm tesis edildiğini, davacı acente ağırlıklı olarak ZMMS branşında poliçe üretimi yapmakta olup, ZMMS zorunlu sigorta olduğundan bu anlamda müvekkili şirkete üretim ve müşteri portföyü kazandırmadığını, müşterilerin devamlılığı bulunmadığı gibi, müvekkili sigorta şirketinin zorunlu sigortalarda müşteri seçme şansı olmadığını, sigortalıların TCKN veya vergi kimlik numaraları engellenerek zorunlu olmayan yangın, kasko vb. sigorta poliçelerinin yenilenmemesi kontrol edilebilirken, zorunlu sigortalar bakımından bunun mümkün olmadığını, müvekkili şirketçe davacı acentenin 29.01.2018 tarihi itibariyle 92 adet vadesi gelen poliçelerden yalnızca 8 tanesinin yenilendiğini, buna ilişkin belgelerin dosyaya sunulduğunu, öğretide denkleştirme sisteminde esas alınacak yeni müşterilerin tanımı yapılırken, acentenin müvekkili ile olan sözleşmesi esnasında işlem yaptığı yeni müşterileri kabul görmediğini, bunların arasında süreklilik niteliğine sahip olanların arandığını, davacı müşterilerine ilişkin poliçelerin müvekkili sigorta şirketi tarafından otomatik olarak yenilenmediğini, davacı acentenin müşterilerine başka sigorta şirketleri aracılığıyla poliçe tanzimi yapabildiğini, müvekkili sigorta şirketinin sözleşmenin feshinden sonra acentenin bulduğu müşteriler sayesinde önemli menfaatler elde etmediğini, hatta acentenin portföyünü aktarmasına, yeni poliçelerini başka sigorta şirketlerinden tanzim etmesine olanak tanındığını, davacı acentenin münhasır bir acente olmadığını, acentenin yıllardır başka sigorta şirketlerinin de poliçelerini düzenlediğini, münhasır bir acente olmayan davacı acentenin portföyündeki müşterilerinin poliçesini diğer sigorta şirketlerinden yenilemesi mümkün olup, herhangi bir kar kaybı olmasının mümkün olmadığını, davacı acentenin müşterilerine ilişkin poliçelerinin fesihten sonra müvekkili sigorta şirketi tarafından otomatik yenilenmediğini, davacı acentenin kanunun aradığı koşullar oluşmadığından ve müvekkili sigorta şirketinin acentelik sözleşmesinin feshinden sonra önemli bir menfaat elde etmediğinden denkleştirme tazminatı talep etmesinin hukuken mümkün olmadığını, somut olaya konu dava bakımından bilirkişi tarafından eksik değerlendirme ve hesaplama ile tanzim edilen raporun hükme esas alınmasının yerinde olmadığını, davacı acentenin müvekkili şirket dışında da sigorta şirketleriyle çalıştığını, acentelik sözleşmesinin haklı nedenle feshedilmesi nedeniyle davacı acentenin portföy tazminatı alacağı talebinin bir dayanağı bulunmadığını, davacı acentenin halen tüm sigortacılık faaliyetlerine devam ettiğini, sigortalı adına hareket eden davacı acentenin müşteri açısından bir kaybının söz konusu olmadığını, böyle bir durumda müvekkili şirkete atfedilebilecek herhangi bir durum ve kusurun söz konusu olamayacağını, sigortalının istediği aracı kurumu seçmekte özgür olduğunu, bu hususa 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’da da değinildiğini, tüketiciye seçme hakkı tanındığını, seçme hakkının tüketicinin alacağı mal ve hizmeti seçme hakkını ifade ettiğini, bu sebeple alternatif mal ve hizmetler ile tüketicinin temel hakları arasında yer alan seçme hakkı kapsamında rekabetçi fiyatlar ve karşılaştırabileceği diğer mal ve hizmetlerin tüketiciye sunulması gerektiğini, sigortacı bakımından poliçe düzenleyebilmek için herhangi bir acente ile çalışma zorunluluğu bulunmadığı gibi, bu iradeyi engelleyen ya da kısıtlayan herhangi bir yasal dayanağın söz konusu olmadığını, davacının tazminat talebinin hakkaniyete ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, hakkaniyet temeline dayandırılan denkleştirme talebinin, acentenin göstermiş olduğu gayretleri, kazandırdığı müşteri çevresi, müvekkilinin marka değerine katkıları, sözleşmenin ne şekilde sona erdiği ve bunun karşısında müvekkilinin bu müşteri çevresinden menfaat elde etmeye devam etmesi gibi hususların her somut olayda değerlendirilmesi ile belirlenebildiğini, müvekkili şirketçe acentenin sözleşmesinin haksız feshedilmediğini ve müvekkil şirketin fesihten sonra acentenin müşteri çevresinden menfaat elde etmediğini, Mahkemece tazminat miktarının belirlenmesi aşamasında tüm bu şartların bir arada varlığı değerlendirilmeden hüküm kurulduğunu, Yüksek Mahkemenin sözleşmenin haksız nedenle fesih edilmiş olmasını, portföy tazminatı bakımından tek başına yeterli görmediğini, burada TTK’ nın 122. maddesinin 1. fıkrasında ya da Sigortacılık Kanunu’ nun 23. maddesinin 16. fıkrasında belirtildiği üzere önemli menfaat, hakkaniyetin gerektirmesi ve acentenin ücret kaybına uğraması hususlarının da somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılması gerektiğini vurguladığını, acentenin müvekkili şirkete önemli menfaat elde ettirdiğini ispat etmesi gerektiğini, davacı acentenin acentelik sözleşmesinin feshinden sonra müşteri portföyünden elde edilmiş önemli menfaati bulunmadığını, davacının müşterilerinin tamamına yakınının fesih sonrası davacı acente ile çalışmaya devam ettiğini, müvekkili şirket nezdinde poliçelerini yenilemediğini, bilirkişilerin raporda atıf yaptığı 6102 sayılı TTK 122/2 madde hükmünde tazminat miktarının acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalamasını aşamayacağı belirtilmiş olup, bu hesaplama yönteminin tavan belirlemek amacıyla kaleme alındığını kabul anlamına gelmemekle birlikte bilirkişiler tarafından hesaplanan ve Mahkemece hükme esas alınan tutarın tavan fiyat olduğunu, denkleştirme tazminatının koşullarından olan “sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli çıkar sağlamaya devam etmesi” ve “acente tarafından müşterilerinin sigorta şirketine kazandırılması ve bu nedenle acentenin müşterileri kaybetmesi” dikkat edilmesi gereken hususlar olarak belirtilmişse de, bu hususların mevcut olup olmadığının değerlendirilmediğini, salt davacı talebine bağlı kalınarak ve ticari defterler incelenerek eksik ve yetersiz inceleme yapıldığını, davacı acentenin fesih tarihinden sonra zarara uğradığını ispatlayamadığını, davacının fesih tarihinden sonra zarara uğrayıp uğramadığının anlaşılabilmesi için müşteri çevresi listesi ile fesih sonrasında yenilenen yenilenmeyen poliçe listelerinden yenilenen poliçe varsa hangi sigorta şirketlerinde yenilendiğinin tespitinin önem arz ettiğini, müvekkili sigorta şirketi nezdinde yenilenmeyen poliçeler başka sigorta şirketlerinden yenilendi ise davacının zararı bulunmadığı gibi, davacının müvekkili sigorta şirketinden diğer sigorta şirketlerine müşteri kaydırdığı hususlarının da gündeme gelebileceğini beyanla yerel mahkeme kararının kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, Türk Ticaret Kanunu’nun 122. maddesi uyarınca acentelik sözleşmesinin haksız şekilde feshi nedeniyle denkleştirme tazminatı talebine ilişkindir. Davacı, taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin, davalı yanca hiçbir sebep gösterilmeksizin bölge müdürü ile arasında yaşanan sorun nedeniyle haksız olarak feshedildiğini iddia ederek sözleşmenin haksız feshi nedeniyle denkleştirme tazminatına hükmedilmesini talep etmiş, davalı taraf sözleşmenin davacının belirlenen hedef satışlara ulaşamaması, karlılığı düşürmesi sebebiyle haklı olarak feshedildiğini, sözleşmenin feshinden sonra davacı acentenin kazandırdığı müşterilerden menfaat elde edilmediğini, davacının başka sigorta şirketlerinin de acentesi olması sebebiyle herhangi bir zarara uğramadığını beyan ederek davanın reddini savunmuş, Mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe ile dava ve ıslah dilekçesi ile talep edilen miktarlar yönünden davanın kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 23/16. maddesi hükmüne göre, sigorta acentesinin denkleştirme tazminatı talep edebilmesi için; “sigorta acenteliği ilişkisinin sona ermesinden sonra sigortacının acentenin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde etmesi, hakkaniyetin tazminat verilmesini gerektirmesi, acentenin haklı bir nedene dayanmaksızın sözleşmeyi feshetmemiş olması yada kendi kusuruyla sözleşmenin feshine neden olmaması” gerekir. Acentelik sözleşmesinin feshi ile ilgili olarak 6207 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 121/1. maddesi “Belirsiz bir süre için yapılmış olan acentelik sözleşmesini, taraflardan her biri üç ay önceden ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilir. Sözleşme belirli bir süre için yapılmış olsa bile haklı sebeplerden dolayı her zaman fesih olunabilir.” düzenlemesini haizdir. Buna göre, taraflardan birinin üç aylık ihbar süresine riayet ederek sözleşmeyi feshetmesi halinde acentenin denkleştirme tazminatı talep hakkı düşmez ancak sigortacı haklı nedenle sözleşmeyi feshetmiş ve haklı neden teşkil eden durum acentenin kusurundan kaynaklanmış ise, acentenin tazminat talep hakkı düşer. TTK’nın 122. maddesinde;”*sigortacının acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde etmesi, *acentenin, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybetmesi, *somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, tazminat ödenmesinin hakkaniyete uygun düşmesi”, denkleştirme tazminat şartı olarak kabul edilmiş ve hükmedilecek tazminatın üst sınırı, acentenin son beş yıllık faaliyeti sonucu aldığı yıllık komisyon veya diğer ödemelerin ortalaması olarak belirlenmiştir. Bu noktada gerek Sigortacılık Kanunu, gerekse Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan yasal düzenleme uyarınca acentenin denkleştirme tazminatı talep edebilmesi için sözleşmesinin haksız şekilde feshedilmiş olması yeterli olmayıp, sigorta şirketinin fesihten sonra da acentenin kazandırdığı müşteriler sayesinde önemli menfaat elde etmesi, acentenin fesih nedeniyle ücret kaybına uğraması ve hakkaniyetin acenteye tazminat ödenmesini gerektirmesi aranacak diğer koşullardır. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; Mahkemece hükme esas alınan kök bilirkişi raporunda davacı acentenin fesih tarihinden geriye doğru 5 yıllık komisyon tutarlarının ortalaması, talep edilebilecek tazminat miktarı olarak tespit edilmiş, açıklanan tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı yönünde herhangi bir inceleme yapılmamış, davalı vekilinin kök rapora itiraz dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar ek bilirkişi raporunda değerlendirilmemiş ve Mahkemece gerekçede, denkleştirme tazminatının diğer koşullarının somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde bir değerlendirme yapılmaksızın kök raporda tespit edilen ve davacı tarafından talep edilebilecek tazminatın üst sınırı olan miktar üzerinden davanın kabulüne dair eksik inceleme ve gerekçe ile karar verilmiştir. Davalı vekilinin bu hususa yönelik istinaf sebepleri haklıdır. Bu durumda Mahkemece bilirkişi heyetinden, tarafların ticari defter ve kayıtları ile dosya kapsamı üzerinde yapılacak incelemeye göre; davacı acentenin, davalı adına ne tür poliçeler düzenlediği, bu poliçelerin süreleri, acentenin aracılık ettiği müşteriler dolayısıyla davalının, acentelik ilişkisinin sona ermesinden sonra da prim elde etmeye devam edip etmediği, etmiş ise bu sözleşmelerin sayısı, süresi ve sözleşmeler dolayısıyla elde edilen prim miktarına göre önemli menfaat sayılıp sayılmayacağı, davacı acentenin sözleşmenin feshi nedeniyle ücret kaybına uğrayıp uğramadığı hususlarında rapor alınması, alınacak rapor ile birlikte sözleşmenin haksız şekilde feshedilip edilmediği, denkleştirme tazminatı ödenmesinin adil bir sonuç olup olmayacağı, bu minvalde taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinin süresi, acentenin gelir miktarı, acentenin tek firma-çok firma acentesi olup olmadığı ve davalının marka etkisi gibi hususlar da tartışılarak varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir. HMK’nın (Değişik:22/07/2020-7251/35md.)353/1-a-6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması” hali kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, diğer istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 07/12/2020 tarih ve 2018/773 Esas – 2020/808 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-İstinaf talep eden tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde davalıya iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine,Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 06/04/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.