Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/549 E. 2021/819 K. 28.05.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/549 Esas
KARAR NO : 2021/819 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 15/10/2020
NUMARASI: 2016/719 Esas 2020/575 Karar
DAVANIN KONUSU: Ticari Şirket (Fesih İstemli)
KARAR TARİHİ: 28/05/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkilinin davalı şirkette %13 oranında pay sahibi olduğunu, davalı şirketin yönetim kurulu başkanı ve aynı zamanda bölünme suretiyle kurulan 3 şirketin yönetiminde yer alan dava dışı … ve eşi … tarafından müvekkili … ile yapılan müzakerelerde otel inşaatının ruhsatının alınmasına müteakip tahminen en çok 14 ayda bitirileceği ve bölünme suretiyle kurulan … A.Ş. tarafından inşa edilerek tamamlanması planlanan otel projenin görüşüldüğünü, bu proje kapsamında oluşacak maliyetin 14.000.000,00 USD olacağına ilişkin öngörüde bulunulduğunu, yapılan görüşmelerde dava dışı … ve eşi … tarafından müvekkilinin işbu proje için ikna edildiğini, ancak ilgili proje için ön görülen maliyetin bütçeyi aştığın, ancak müvekkilinin finansman konusunda tüm maddi imkanlarını zorlayarak … A.Ş.’yi finanse ettiğini, müvekkilinin davalı … A.Ş.’nin yönetimine ve diğer ortakları ile dava dışı … şirketi ve diğer ortak ve yöneticilerine defalarca ihtar çekip görüşmeler yaptığını, yönetim kurulları ve genel kurulları toplantıya davet etmiş olmasına rağmen davalı şirket ile bölünme suretiyle kurulan üç şirketin nakit ihtiyacına ve projelerin ilerletilmesi konularına çözüm bulunamadığını, davalı şirketin ve yine dava dışı bölünme suretiyle kurulan şirketlerin yönetiminde olan … ve eşi … ile aynı zamanda … A.Ş.’de hisse verdikleri Av. … ile yine muhasebecileri olan ve davalı şirket ile diğer şirketlerde hisse verdikleri … ile davalı şirkette hissedar olan … ile … çocukları ve … akrabası ile bunlarla birlikte hareket eden kişilerin müvekkilinin … A.Ş.’den olan alacaklarını almasını ve daha önemlisi projenin devamı sonrası villa yapımını ve satışını haksız bir şekilde engellediklerini, davalı şirketin yönetim kurulu başkanı … tarafından yapılan sunumda ve fizibilite çalışmasında proje, otel, SPA ve villa inşaatı olarak 2 başlıkta toplandığını, proje sunumu yapılırken uluslararası faaliyet gösteren ve dünya çapında A kalite otel ve hizmeti ile öne çıkan … ile işletme sözleşmesinin imzalandığını, bu kapsamda satış/pazarlamanın uluslararası pazarda yapılacağını sonuç olarak kısa dönemde inşaat maliyetininde çıkacağının vaat edildiğini, ancak davalı şirketi temsilen … ilk aşama olan otel projesinin tamamlanması için inşaat maliyetini 14.000.000,00 USD olarak öngördüğünü, hatta kendisi ve eşine ait … şirketine de müellif atayarak hissedarları ve yönetim kurulu üyesi olduğu … A.Ş.’ne her ay yaklaşık 45.000,00 USD tutarında fatura kesildiğini, … çiftinin davalı şirket ve bölünme sonucu kurulan 3 şirkette diğer hissedarların hiç bir kar elde edemezlerken ve şirketler borç içindeyken ortağı ve yöneticisi oldukları şirketten kendi adlarına sadece … Otelinin proje çizimi ve hizmet bedeli adı altında 827.349,40 USD ve proje yönetimi adı altında 687.600,00 USD tutarlarında menfaat sağladıklarını, dava dışı … tarafından eksik ve yanlış yapılan fizibilite çalışmaları doğrultusunda öngörülen inşaat maliyetinin yaklaşık olarak 50.000.000,00 USD’ye yükseldiğini ve müvekkilinin projenin tamamlanabilmesi için kendi şirketlerinin kredi limitlerini dahi kullandığını, her ne kadar otel projesi tamamlanmış olsa da inşaat maliyeti karşılanamadığı gibi şirketin borç içerisinde olması nedeniyle projenin ikinci aşaması olan Villa inşaatına başlanamadığını, bölünme sonucu ortaya çıkan … A.Ş.’den … şirketi kullanılarak parasal menfaat sağlayabilen tek hissedar ve yöneticilerin … çifti olduğunu, müvekkilinin ön görülen projeler kapsamında hesaplanan tutarların aşılması neticesinde dar boğaza girerek maddi zorluklarla karşı karşıya kaldığını, bu nedenle müvekkili tarafından dava dışı … A.Ş. aleyhinde İstanbul …. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı takip dosyası ile toplam 14.998.972,79 USD tutarında takip başlatıldığını, davalı şirketin en son yapılan 24/06/2013 tarihindeki Genel Kurulunda ve bunun devamı olan 12/09/2013 tarihinde gerçekleştirilen genel kurullarında hissedarlardan davalı şirketin mali durumu ile ilgili gerçekler gizlenerek, yönetim kurulunun seçimine karar verildiğini, aynı şekilde gerçeklerin tüm hissedarlardan gizlenerek davalı şirketin eski yönetim kurulu üyelerine ibra edildiğini, bu nedenle gerek müvekkili davacı, gerekse bir kısım hissedarlar tarafından yapılan genel kurulda alınan kararların iptali için dava açıldığını, açılan davalar sonucunda genel kurulda alınan kararların bir kısmının iptaline karar verildiğini, ancak verilen kararların henüz kesinleşmediğini, müvekkilinin davalı şirkette hissedar olduğu 2010 yılından beri gelir getirici faaliyetinin bulunmaması, davalı şirketin uzun yıllardan beri kar dağıtmaması, şirket ortaklarının şirketin yönetimi ve varlığını devam ettirmesine dair hususlarda anlaşmamaları ve bu husustaki ihtilafların ortaklar ve şirket arasında pek çok davaya sebebiyet vermesi ile şirketin amacının gerçekleşmesine yönelik varlıklarının ve şirketin çok kötü yönetiliyor olması nedenleri ile şirketin malvarlığının azalması durumu ile karşı karşıya kaldığını beyan ederek, haklı sebeplerin varlığı nedeniyle TTK’nun 531 ve devamı maddeleri hükümleri çerçevesinde davalı şirketin haklı sebeplerle fesih ve tasfiyesine, davalı şirketin Muğla ili, … İlçesi, … Mahallesinde … nolu parseller üzerinde taşınmazların devrinin, ayni ve şahsi hak tesisinin önlenmesi bakımından ihtiyati tedbir yolu ile durdurulmasına ve halen davalı şirketi yönetiminde yer alan kişilerin görevlerini kötüye kullanmaları sebebiyle şirketi basiretli bir şekilde yönetmediklerinden davalı şirkete tedbiren kayyım atanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesi ile, müvekkili şirketin, ana sözleşmesindeki kuruluş amacı doğrultusunda 1971 yılından beri faaliyetlerine devam ettiğini, sahip olduğu gayrimenkul ve menkullerin değerinin hergün arttırıldığını, müvekkili şirketin kuruluş amacının ülkemizdeki turizm sektörüne katkı sağlayacak prestijli, çevre duyarlılığı yüksek, geleneksel mimarinin en güzel değerleriyle sergileyecek örnek bir turizm yatırımının tamamına erdirdiğini, yine .. İlçesi, … belde sınırları içerisindeki … adıyla bilinen turizm tesisinin imarlı arazisinin maliki olduğunu, şirketin kuruluşuyla birlikte satın alınan … arazisinde … yönetiminde vücuda getirilen … projesinin tasarımcısına ve yatırımcı olan müvekkili şirkete yüksek prestijli uluslararası ödül kazandırdığını ve bu eserin ülke ve dünya mimarlık literatürüne girdiğini, davacının ilk önce … A.Ş.’nin iştiraki olan ve bölünme yolu ile kurulan şirketlerle hissedar olduğunu ve daha sonra hisselerini devretmek isteyen … A.Ş.’nin hissedarlarının hisselerini alarak şirkete ortak olduğunu, davacının dilekçesinde sıkça bahsettiği … yatırımının bodrum … A.Ş. Tarafından gerçekleştirildiğini, davacının daha sonra hisselerini satmak isteyen … A.Ş. Hissedarlarından … ailesinin hisselerin isatın alarak 2010 yılında … A.Ş.’ye hissedar olduğunu, şirket hissedarları arasında niza oluştuğu iddiasının gerçek dışı olduğunu, … A.Ş.’nin %87,5 oranına sahip hissedarlarının şirketin tasfiyesi yönünde herhangi bir arzu ve taleplerinin bulunmadığını, davacı tarafın iddiasının aksine bütün hissedarların şirketin faaliyetlerin yakından takip ettiğini ve bütün yatırımları bildiklerini, davacının şirketin kendi arzusuna uygun şekilde yönetilmemesinin, şirketin kötü yönetilmesi olarak değerlendirdiğini, müvekkili şirketin kuruluş amacını gerekleştirememesi, şirketin mal varlığının azaldığı iddilarının tamamiyle mesnetsiz ve gerçeklikten uzaktan yakından ilgisi bulunmayan tümüyle asılsız ithamlar olduğunu, müvekkili şirketin bugüne kadar gerçekleştirdiği … gerçekleştirdiği … Oteli, mimari tasarımları ve uygulama başarıları ile uluslararası alanda da dikkat çeken projeler olduğunu, yıllardır büyük özen ile korunan imarlı hale getirilen … A.ş. Mülkiyetindeki parsellerin, hem bu son derece prestijli, uluslararası kıymetteki projeler ile hemde korunmuş doğal çevresi ile Bodrum yarımadasının eşsiz değerdeki bir arazi parçasını oluşturduğunu, bütün mesele ve bu davanın asıl nedeninin davacının bu gayrimenkulü tek başına ele geçirme arzusundan ibaret olduğunu beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 15/10/2020 tarih ve 2016/719 Esas – 2020/575 Karar sayılı kararında;”….Davacı, davalı şirketin sermayesinin yetersizliği sebebiyle şirket amacının gerçekleşmesinin imkansızlaştığı ve haklı sebeplerin gerşekleştiği iddiasıyla TTK 531 maddesine göre şirketin fesih ve tasfiyesini talep etmiş,davalıda davacının asıl amacının davalı şirketin mülkiyetindeki arazilerin bir an önce yok pahasına satışını sağlayarakdavalı şirkete ait mal varlıklarına düşük bedelle sahip olmak olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir. 6102 sayılı TTK’nın 531. maddesi “Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir” hükmünü içermektedir. Bu madde kapsamında öncellikli olarak davalı şirketin feshini gerektirecek öneme sahip haklı nedenlerin gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.Davalı … A.Ş. şirketinin, 50.000 TL sermayeli, 25 ortaklı, İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünde konut inşaatı meslek grubuna kayıtlı olduğu, davacının bu şirkettedeki payının %12,5 oranında bulunduğu ve TTK 531.maddesindeki dava açmak için gerekli pay oranına sahip olduğu ticaret sicil gazetesinden anlaşılmıştır. Davalı şirketin iştiraki olan dava dışı … A.Ş.’nin 151.200 TL tutarında sermayesi olduğu, davalı şirketin 75.594,40 TL karşılığı 0,4973, davacı …’nun 75.600TL karşılığı 0,5000 adet paya sahip olduğu, dava dışı … A.Ş.’nin 252.000 TL tutarındaki sermayesinin 125.594,40 TL karşılığı 0,4984 adet paya davalı şirketin, 126.000TL karşılığı 0,5000 adet paya davacı …’nun sahip olduğu görülmüştür. Yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu ibraz edilen raporda davalı şirketin ticari ve mali yönden negatif öz kaynaklarla faaliyetini kayden sürdürmekte olduğu, tamamı ödenmiş sermayesinin 50.000 TL olarak sembolik kaldığı likit sermaye yetersizliğinin doğduğu şirketin kuruluş amacı olan konut inşaatı, otel inşaatı, tatil köyü inşaatı yatırımlarını yapabilmesi mimari etüd proje hizmetlerini gerçekleştirebilmesi için para ihtiyacı içinde olduğu, davalı şirketin 3 adet iştirakinden biri olan dava dışı … A.Ş. ‘deki %50 hissesinin tamamını elinden çıkarmış olduğu, 2013-2018 yılları arasında geçen beş yıl içinde alım satım inşaat proje gibi gelir getiren bir iş ve işlem yapmadığı gayrı faal durumda olduğu, net karının bulunmadığı bu sebeple kar dağıtamadığı, taşınmazların bir bölümünün yitirilmiş olduğu, ortaklar arasında anlaşmazlık bulunduğu ve aralarında süregelen davaların mevcut olduğu tespit edilmiş olduğundan şirketin iyi yönetilemediği, ortaklar arasında kişisel anlaşmazlıkların ön plana çıkarıldığı açılmış davalar nedeniyle şirketin çalışamaz hale getirildiği,şirketin feshi için gerekli olan haklı nedenlerin gerçekleştiği sonucuna varılmıştır.TTK’nun 531. maddesinde mahkemenin fesih yerine davacı pay sahibinin paylarının gerçek değeri ödenmek suretiyle ortaklıktan çıkarılmasına karar verilebileceği gibi duruma uygun düşen kabul edilebilir bir çözümede karar verebileceği düzenlenmiştir. Şirketin devam ettirilmesinde pay sahipleri, şirket çalışanları ve toplumun menfaati olduğundan, davacı pay sahibinin ortaklıktan çıkarılması durumun da diğer pay sahiplerinin menfaatleri korunacağı gibi, yönetimde etkisi olmayanve uzun süredir kar payı almamış, şirketin yatırımlarını yüklü miktarda finanse eden ve şirketle ihtilafa düşmüş bulunan davacının da menfaatlerinin korunacağı sonucuna varılmıştır. Davalı şirketin iştiraki olan …A.Ş.nin 20.11.2016 tarihli genel kurulunda davacı, davalı şirket ve iştiraklerindeki payının ayın olarak karşılıklarının sermaye piyasası kurulu tarafından onaylanmış gayrimenkul değerleme firması marifetiyle değerlerinin tespit edilerek kısmi bölünme yada hukuki başkaca yöntemlerle ayrılması için karar alınmasını talep etmiş, davalı şirket yönetim kurulu başkanı tarafından, “..davalı şirket ve iştiraki olan şirketlerdeki gayrımenkullerin değerininn SPK tarafından onaylı değerleme şirketi tarafından değerlendirilerek davalı şirketteki diğer ortaklarında onayı alındıktan sonra kısmi bölünme veya başka bir hukuki yöntemle davacının şirketten ayrılması için gerekli işlemlerin yürütülmesine, işlemlerin yürütülmesi için alınan kararların davacıya gönderilmesi konusunda mutabakata varılmıştır..” denmiştir. Davacının talebi doğrultusunda alınan bu karar, davacının ve davalı şirketin iradelerinin davacının ortaklıktan ayrılması yönünde birleştiğinin göstergesi olmaktadır.Davalı vekili davacının %12,5490 oranındaki hissesine denk gelen gayrimenkullerin bilonça değeri üzerinden bölünmeye tabi tutularak kismi bölünme suretiyle davacının ortaklıktan çıkarılmasını talep etmiş bu yönüyle bilirkişi kök raporunada itiraz etmiştir. Davalı şirketin ve pay sahiplerinin bu taleplerinde bir an için hukuki yararları olduğu düşünülse bile şirket bölünmesi ve kısmi bölünme TTK’nun 159.vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu yasal düzenleme bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bir şirketin tam veya kısmi bölünmesine ancak o şirketin ortaklarının karar verebileceği, Mahkemenin, ortakların iradesi yerine geçerek bölünme kararı vermesinin mevzuatımızdaki düzenlemelere göre mümkün olmadığı, doktrinde bu husus tartışılsa bile mevcut düzenlemeler itibariyle, mahkemece tarafların iradesinin yerine geçerek tam veya kısmi bölünmeye hüküm vermenin mümkün görülmediği çünkü, bölünme için hem bölünen şirketin genel kurulunda karar alınması hem yeni kurulacak şirketlerin kurulması, bölünme sözleşmesinin ve bölünme planının düzenlenmesi, şirket genel kurullarında bunların belirli nisaplarla kabul edilmesinin yasal zorunluluk olduğu, mahkeme kararı ile bu hususların gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenlerle davalı şirketin kismi bölünmeye ilişkin talebinin uygun bir çözüm yolu olmadığı sonucuna varılmıştır. Payların gerçek değerine uyan ayrılma akçesinin hesaplanabilmesi için ortaklığın gerçek değerinin hesaplanması gerekmektedir. Esas sermaye payının gerçek değerine uyan ifadesinin anlamı ve gerçek değerin nasıl hesaplanacağı ve belirleneceği TTK’da açıklanmamıştır. Gerçek değerine uyan ibaresinin yorumu öğreti ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Payların gerçek değerine uyan ayrılma akçesinin hesaplanabilmesi için ortaklığın gerçek değerinin hesaplanması yani ortaklığın yaşayan şirket değerinin hesaplanması, işletme finansmanı alanındaki ifadesiyle işleyen teşebbüs değerinin tespit edilmesi gerekmektedir. Gerçek değer tasfiye değerinden farklıdır ortak ayrılmasına karşın ortaklık devam ettiğinden ortaklığın tasfiye bilançosuna göre tespit edilen tasfiye değeri yaşayan şirket değerinden azdır, çıkma ve çıkarılma durumunda yaşayan şirket değerinin hesaplanması gerekmektedir.(dergi park Yrd.doç.dr. Ayşe Şahin) Bu sebeple davalı şirketin gelecekteki kazanç potansiyelininde davacının ortaklıktan çıkma payına yansıtılması gerektiği, davalı şirketin mal varlığı değerinin iştirakleri dahil 736.128.789,59 TL olduğu davacının payına düşen mal varlığı değerinin ise 92.376.801,80TL olduğu hüküm vermeye elverişli denetime açık 05.11.2019 tarihli bilirkişi ek raporuyla anlaşıldığından; davacı …’nun davalı … A.Ş’deki ortaklığından çıkarılmasına, ortaklık payı olan 92.376.801,80 TL’nin davalı şirketten tahsili ile davacıya ödenmesine karar vermek gerekmiştir. Davacı, davalı şirketin taşınmazları üzerine ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir. İ.İ.K.’nun 257/1. maddesine göre, rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı ihtiyati haciz talebinde bulunabilir. İ.İ.K.’nun 257. maddesi hükmü uyarınca ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için muaccel bir para alacağının bulunması ön koşuldur. Davacının ortaklık payının varlığı ve miktarı henüz kesinleşmemiş olup, ihtilaflı bir alacak talebi yönünden ortada muaccel veya müeccel bir para alacağı bulunduğu söylenemeyeceğinden davacının ihtiyati haciz talebinin reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur…”gerekçesi ile, 1-Davacı …’nun davalı … A.Ş. deki ortaklığından çıkarılmasına, ortaklık payı olan 92.376.801,80 TL’nin davalı şirketten tahsili ile davacıya ödenmesine,2-Davacının davalı şirketin taşınmazları üzerine ihtiyati haciz konulması talebinin reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ 10/02/2021 TARİH VE 2016/719 ESAS – 2020/575 KARAR SAYILI EK KARARI İLE;”Davacı vekili 15/10/2020 Tarihli oturumda, şirketin feshi ve tasfiyesine karar verilmesini, ortaklık payının müvekkiline ödenmesini talep etmiş, Mahkememize sunmuş olduğu tüm dilekçelerinde ortaklık payının faizi ile ödenmesine yönelik herhangi bir talepte bulunmamıştır.Mahkememizce davacının ortaklık payı hüküm tarihine en yakın piyasa rayiç değerinden hesap ettirilmiş ve bu değer üzerinden hüküm kurulmuştur…”gerekçesi ile, Bu nedenle davacının ortaklık payı olan 92.376.801.80 TL sinin en yüksek avans faizi ile birlikte ödenmesi yönünde ek karar oluşturulması talebinin REDDİNE, karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, Yerel mahkemece yapılan yargılama neticesinde tesis edilen 15.10.2020 tarihli ilam ile; müvekkili şirket aleyhine olarak “davacı …’nun davalı …’deki ortaklığından çıkarılmasına, ortaklık payı olan 92.376.801,80 TL’nin davalı şirketten tahsili ile davacıya ödenmesine” şeklinde karar verildiğini, Ancak, yerel mahkemenin bu kararı tamamıyla haksız, usul ve yasalara aykırı olduğunu, Mahkemece her ne kadar “ortaklar arasında anlaşmazlık bulunduğu ve aralarında süregelen davaların mevcut olduğu tespit edilmiş olduğundan şirketin iyi yönetilemediği, ortaklar arasında kişisel anlaşmazlıkların ön plana çıkarıldığı açılmış davalar nedeniyle şirketin çalışamaz hale getirildiği, şirketin feshi için gerekli olan haklı nedenlerin gerçekleştiği” şeklinde açıklama yapılarak şirketin feshi için haklı nedenlerin oluştuğu kabul edilmiş ise de, esasen bu gerekçe dosya kapsamına ve somut duruma hiçbir manada uygun düşmediğini, Kaldı ki, ortaklar arasında fikir ayrılıkları olabileceği düşünülse dahi, bugüne kadar hiçbir ortağın şirketin tasfiyesi yönünde bir talebi bulunmadığını, Mahkeme kararına da yansıdığı üzere, şirketin feshi için haklı sebepler olarak gösterilen hususlar, bizzat davacının, hiç de iyiniyetli olmayan bir şekilde açmış olduğu davalara ilişkin olduğu, bu yönüyle Mahkemece davanın tümüyle reddine karar verilmesi gerekirken, davacının talebi doğrultusunda hüküm verilmesi tamamiyle hatalı olduğunu, Dava dosyasına sunulu bilirkişi raporuna ilişkin beyanları ve itirazları değerlendirilmeksizin, söz konusu raporda müvekkili şirket aleyhine yer alan açıklamalar esas alınarak hüküm tesis edilmesi de gerek usulen ve gerekse de esasen hatalı olduğunu, Zira, hükme esas alınan bilirkişi raporuna karşı; müvekkili şirket için fesih ve tasfiye şartlarinin oluştuğu yönündeki aleyhe tespit ve değerlendirmeleri kabul etmedikleri belirtilmiş olmasına rağmen, itirazları hiçbir şekilde değerlendirilmediği ve söz konusu raporda müvekkili şirket aleyhine yer alan değerlendirmelere dayanılarak hüküm tesis edildiğini, Mahkemece verilen hükümde yer alan ortaklıktan çıkma payı reel olmadığı ve fahiş hesaplamalar neticesi oluştuğunu, bu nedenle ortaklıktan çıkma payı kabul edilebilir olmayıp, davacı lehine hesap edilen bu pay tutarına da itiraz ettiklerini, Mahkemece, davacının ortaklıktan çıkarılmasına ilişkin hükmün gerekçesinde “diğer pay sahiplerinin menfaatinin korunacağı gibi” şeklinde bir ifadeye yer verilerek sanki bu kararın diğer pay sahiplerinin lehine olduğu belirtilse de, esasen dava dosyasına sunulu beyanlarımızda, davacı için ortaklıktan çıkma payına hükmedilmesinin, şirkettin gayrimenkullerinin icra kanalıyla %50 nispette, muvazaalı ilişkiler çerçevesinde yok pahasına satılmasına ve müvekkili şirketin büyük zarara uğramasına neden olacağı belirtildiği, buna rağmen bu yöndeki beyanların hiçbir şekilde dikkate alınmadığını, Oysaki, davacının taleplerinin kabul edilmesi halinde dahi; Mahkemece, fesih yerine 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 531’inci maddesi gereği duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verilmesi gerekmekte olup dava dosyasına sunulu 05.11.2019 tarihli Ek Bilirkişi Raporu’nun “Sonuç” kısmında da dava konusu olayda TTK’nın 159. Maddesinin uygulanabilir olduğuna dair görüş bildirildiğini, Huzurdaki davada, hakimin karar verdiği çözümün duruma uygun düşmesi ve kabul edilebilir olması en önemli kıstas olduğu, duruma uygun çözümün ise, somut olaya çare olan ve tarafların çıkarlarını koruyan dengeli bir çözüm olması gerekliliği karşısında ve Mahkemece davacı tarafından öne sürülen iddiaların Türk Ticaret Kanunu’nun 531’inci maddesi zımnında haklı sebep kabul edilmesi halinde dahi;Türk Ticaret Kanunu’nun 159 ve devamı maddeleri ile Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19/2’inci maddesi uyarınca davacı …’nun %12,5490 oranındaki hissesine denk gelen gayrimenkullerin Bilanço Değeri (Mukayyet Değeri/Defter Değeri) üzerinden bölünmeye tabi tutulması,Söz konusu bölünme işlemi ile yeni kurulacak, sadece davacı …’nun ortağı olacağı tek ortaklı şirkete %12,5490 payının Bilanço Değeri üzerinden ayni sermaye olarak geçirilmesi,Bölünen şirketteki davacı … hisselerinin bölünme nedeniyle herhangi bir bedel talebine konu olmayacak şekilde müvekkili … A.Ş.’den çıkartılması ve davacı …’nun müvekkili … A.Ş. ile ortaklık ilişkisinin kesilmesi yönünde karar verilmesi, duruma uygun, nispeten adil bir çözüm olacak iken, bunun aksi yönünde, diğer ortakların adeta mahvına neden olacak şekilde bir karar verilmesinin adil olmadığını, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, davanın tümüyle reddine, davacı tarafından öne sürülen iddiaların Türk Ticaret Kanunu’nun 531’inci maddesi zımnında Haklı sebep kabul edilmesi halinde dahi;Türk Ticaret Kanunu’nun 159 ve devamı maddeleri ile Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19/2’inci maddesi uyarınca davacı …’nun %12,5490 oranındaki hissesine denk gelen gayrimenkullerin Bilanço Değeri (Mukayyet Değeri/Defter Değeri) üzerinden bölünmeye tabi tutulmasına,Söz konusu bölünme işlemi ile yeni kurulacak, sadece davacı …’nun ortağı olacağı tek ortaklı şirkete %12,5490. payının Bilanço Değeri üzerinden ayni sermaye olarak geçirilmesine,Bölünen şirketteki davacı … hisselerinin bölünme nedeniyle herhangi bir bedel talebine konu olmayacak şekilde müvekkil … A.Ş.’den çıkartılması ve davacı …’nun müvekkil … A.Ş. ile ortaklık ilişkisinin kesilmesi yönünde karar tesis edilmesine, İlamın icrasının (söz konusu mahkeme kararının kesinleşmeden icra takibine konu edilebilecek kararlardan olduğunun kabul edilmesi halinde) istinaf incelemesinin hitamına dek tehir edilmesine, yargılama masrafları ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili katılma yoluyla sunduğu istinaf dilekçesi ile, Davacı müvekkili, davalı …. A.Şnin şirkete karşı İlk Derece Mahkemesi nezdinde açılan davada; 627.451 adet pay ile yaklaşık %13 civarında ortağı olduğu …nin haklı sebeplerin varlığı nedeniyle TTK 531 ve devamı maddesi hükümleri çerçevesinde “Fesih ve Tasfiyesi”ne karar verilmesi için dava açtığını, İlk derece mahkemesinin kararında, davacı müvekkili …’nun davalı … A.Ş. deki Ortaklığından çıkarılmasına ve ortaklık payı olan 92.376.801,80 TL’nin müvekkiline ödenmesi şeklinde hüküm tesis ettiğini, Davalı tarafın TTK 531 maddesinde tanımlanan haklı nedenlerin varlığının gerçekleşmediği yönündeki iddia, beyan ve talepleri haksız olup; istinaf taleplerin reddi gerekmekte olduğunu, Öncelikle İlk Derece Mahkemesinin karar gerekçesinde anlaşılacağı üzere; davalı şirketin ticari ve mali yönden negatif öz kaynaklarla faaliyetini kayden sürdürmekte olduğu, tamamı ödenmiş sermayesinin 50.000,00-TL olarak sembolik kaldığı likit sermaye yetersizliğinin doğduğu şirketin kuruluş amacı olan konut inşaatı, otel inşaatı, tatil köyü inşaatı yatırımlarını yapabilmesi mimari etüd proje hizmetlerini gerçekleştirebilmesi için para ihtiyacı içinde olduğu, davalı şirketin 3 adet iştirakinden biri olan dava dışı … A.Ş. ‘deki %50 hissesinin tamamını elinden çıkarmış olduğu, 2013-2018 yılları arasında geçen beş yıl içinde alım satım inşaat proje gibi gelir getiren bir iş ve işlem yapmadığı gayrı faal durumda olduğu, net karının bulunmadığı bu sebeple kar dağıtamadığı, taşınmazların bir bölümünün yitirilmiş olduğu, ortaklar arasında anlaşmazlık bulunduğu ve aralarında süregelen davaların mevcut olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca İlk Derece Mahkemesinin karar gerekçesinde yine şirketin iyi yönetilemediği, ortaklar arasında kişisel anlaşmazlıkların ön plana çıkarıldığı açılmış davalar nedeniyle şirketin çalışamaz hale getirildiği, şirketin feshi için gerekli olan haklı nedenlerin gerçekleştiğini deliller ile açık ve net bir şekilde tespit ettiğini, ilk derece mahkemesinin bu gerekçesine katıldıklarını, Taraflarınca ilk derece mahkemesine sunulan tüm dilekçeleri, beyanları ile delilleri ile davalı şirketin feshi için gerekli olan haklı nedenlerin gerçekleştiğini ortaya koyduklarını, yargılama aşamasında toplanan deliller ile davalı şirketin feshi için gerekli olan haklı nedenlerin varlığının tartışmasız şekilde sabit hale geldiğini, Yargıtayın görüşleri de aynı şekilde olduğunu, yani Yargıtay uzun süre kazanç sağlamama ve kazanç ihtimalinin ortadan kalkması durumunda maksadın imkansızlaştığının kabul edilmesi gerekliliğini ortaya koyduğunu, Somut olayda da davalı şirket herhangi bir şekilde proje üretip tamamlamadığı ve herhangi bir şekilde kar dağıtmadığını, esasında tüm şirket ortakları ortaklık sözleşmesinden umduğu faydayı elde edemez hale geldiğini, müvekkili … da davalı şirket ortak ve yöneticileri ile yönetim faaliyetlerinde görüş ayrılığına düştüğü gibi şirketin yönetiminde olan hakim grupla da birçok hukuki ve cezai ihtilaf yaşamakta olduğunu, müvekkilinin davalı şirketin hakim ortak ve yöneticileri ile anlaşmazlığa düşmesinin temel nedenlerinden birisi şirketin temel amacı olan kar elde etmek ve bunu bölüşmek şeklindeki gayesinden uzaklaşmış olması olduğunu, (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2016/2752 K. 2017/4079 T. 4.7.2017 Kararı) Somut uyuşmazlıkta, davalı şirketin yönetimi elinde bulunduran diğer ortakları çoğunluk gücünü kötüye kullanarak yaptıkları işlemlerle müvekkili …na zarar vermişler ve vermeye de devam etmekte olduğu, bunun yanında davalı şirketin yönetim hakimiyetini elinde bulunduran ortakları davalı şirketin esas sözleşmesinde öngörülen amacını ve konusunu gerçekleştirecek faaliyetlerini durdurduğu, yani şirketin amacı ve konusunu imkânsız hale getirdiğini, müvekkilinin davalı şirketteki mali hakları açıkça ihlal edildiği gibi ortaklar arasında güven ve iş birliği kalmamış ve aralarında husumet oluştuğunu, İlk Derece Mahkemesinin tespit ettiği üzere, TTK 531. Maddedeki haklı sebeple fesih ve tasfiyenin tüm koşulları gerçekleşmiştir. Bu nedenle davalı şirket …vekili tarafından ileri sürülen istinaf nedenleri haksız ve mesnetsiz olup reddi gerektiğini, Davalı tarafın Türk Ticaret Kanununun 159 ve devamı maddeleri ile Kurumlar Vergisi Kanununun 19/2inci maddesi uyarınca davacı … %12,5490 oranındaki hissesine denk gelen gayrimenkullerin Bilanço Değeri (Mukayyet Değeri / Defter Değeri) üzerinden bölünmeye tabi tutulmasına dair talep ve iddiaları somut olay ile örtüşmediğinden bu yönünden yapılan istinaf başvuru ve taleplerinin de reddi gerektiğini, Öncelikle gerek kısmi bölünme gerekse tam bölünmede yeni şirket kurulmasına ilişkin tarafların ancak rızai işlemlerle ve bölünme sözleşmesi yapmak suretiyle yeni şirket kurmaları yeni şirket kurmaları mal varlığı değerlerini kurulacak yeni şirkete aktarmaları mahkeme aracılığıyla ve cebri olarak gerçekleştirilebilecek işlemler olmayıp; ancak karşılıklı anlaşma ve rıza ile gerçekleştirilmesi mümkün olduğunu, hukukumuzda sözleşme serbestisi ilkesi geçerli olduğundan mahkemenin tarafları zorlayıcı işlemler yapmaya mecbur etmesi mümkün olmadığını, Öte yandan Davalı şirket TTK nun 376. maddesi gereğince kayden borca batık bir şirkettir, borca batıklık durumu bilirkişi raporu ile sabit olduğunu, yönetim kurulunun borca baktıklık bildiriminde bulunması ve bu maddenin üçüncü bendindeki kanuni tedbirleri alması gerektiğini, TTK nun 139. maddesinin birinci fıkrasında borca batık durumda olan bir şirketin başka bir şirketle sermaye kaybına tamamlamak suretiyle birleşme yapabileceği düzenlenmiş olmasına karşılık bölünmeyi düzenleyen TTK nun 159 ve devamı maddelerinde borca batık durumda olan şirketin bölünebileceğine ilişkin herhangi bir düzenleme yer almadığını, bunun sebebi borca batık durumda olan şirketlerin bölünmesi halinde bölünme de geçerli olan ilkelerden alacaklıların haklarının korunamayacak olması olduğunu, borca batık şirket bölünmüş olsa dahi borca batıklık hali devam edeceğini, halbuki, birleşmede mali durumu daha iyi olan şirket borca batık şirketin kaybettiği ana sermayeyi tamamlamak suretiyle şirketin borca batıklıktan çıkmasını sağlayabileceğini, bu nedenle kanun borca batık şirketin borca batıklıktan kurtulma amacıyla birleşmesine yasal olanak tanıdığını, ancak bölünme de bu imkan bulunmadığını, TTK nun 376. maddesi gereğince borca batık durumda olan şirketin iflasını istemek ve kanunda yer alan tedbirleri almak yönetim kurulunun görevleri arasında olduğundan TTK nun 159 ve devamı maddelerinde bölünmeye ilişkin hükümler arasında borca batık bir şirketin bölünebileceğine ilişkin bir hüküm yer almaması kanun koyucunun bilinçli bir tercihi olduğunu, bu nedenle de kaydın borca batık durumda olan şirketin bölünmesine yasal imkan bulunmadığını, … A.Ş.nin üzerinde olan taşınmazların bir kısmı imarlı, bir kısmı imarsız, bir kısmı deniz kenarında bir kısmı ise denize uzak mesafede olduğunu, Diğer yandan davalı … da iştirak ettiği … A.Ş ve … A.Ş.ye üzerinde de gayrimenkuller mevcut olduğu, Bu durumda müvekkilinin ortaklık payına isabet edecek olan gayrimenkullerin belirlenmesi mümkün olamayacağını, Bilindiği üzere günümüzde taşınmazların değerini etkileyen birçok unsur var olduğu, Bunlardan en önemlileri: arz-talep ve rekabet unsuru, ikame Edilebilme yani aynı işlevi gören benzer mülklerin bulunurluğu, gayrimenkul çevresi ile dengesi, içsel ve dışsal çevresi ile uyum ve kendi içindeki uyumu, dış etkenler, ekonomik beklentiler,·piyasanın getiri beklentileri ve değişim, parselasyon (arazinin şekli, yapı yapılabilme kabiliyeti, tevhit, edilme veya bölünme kabiliyeti , kullanışlılık, denize, ormana olan mesafesi, arazinin büyüklüğü, nadir bulunup bulunmadığı, ulaşılabilirlik, görünebilirlik, yerine ve gayrimenkul cinsine göre ulaşım imkanlarından yararlanma, arzu edilirlik (arzu edilen daha değerli olduğu) şeklinde olup; davacı müvekkili …na, davalı TUYAnın bütün arazi yapısı içeresinde denize kıyısı olan, imarlı ve tevid edilebilecek şekilde arazi verilmesi gerekecektir. Bunun yapılması ise bir çok genel kurul kararı alınmasını gerektirecek olup; bu işlemler yıllar alacak ve müvekkilinin mağduriyetinin telafisi mümkün olamayacağını, öte yandan; TTK 159 ila 179 uncu maddelerde düzenlenen kısmi bölünme işlemi oldukça karmaşık sorunlar ve yeni dava ve hukuki ihtilaflar doğacak bir işlem olduğunu, Zira, kısmi bölünecek şirket tarafından yapılması zorunlu genel kurullar yapılamayacağı, alınması gereken kararlar alınamayacağını, ayrıca kısmi bölünmenin hem hukuki hem mali hem de vergisel boyutları mevcut olduğunu, Bölünme sözleşmesi ve/veya planının onayına ilişkin genel kurul kararı, Somut olayda bu kararın alınması mümkün olamayacağını, zira tüm ortaklar arasında ihtilaf mevut olup; ortakların genel kurul yapmasıda mümkün olamayacağını, Bölünme sözleşmesi ve/veya planı bu planın hazırlanması mümkün olamayacağını, zira ortaklar arasında oluşan husumet ve ihtilaf devam edecek bölünme planı konusunda anlaşma sağlanması imkânsız olacağını, Yani eğer kısmi bölünme alternatif çözüm olarak görülürse tarafların bölünme planı hazırlanması, genel kurul yapması, bu genel kurulda gerekleri kararları alması mümkün olmayacağı, onlarca ihtilaf ve dava doğuracak, ortaklar arasındaki husumet artarak devam edeceğini, Zaten mağdur olan müvekkilimizin mağduriyeti de katlanarak devam edeceğini, yıllardır devam eden hukuki ihtilaflar ve davalar yine devam edeceğini, Bu nedenle davalı tarafın “Dava konusu olayda TTKnun 159. Maddesinin uygulanabilir olduğu” Yönündeki iddia, beyan ve taleplerinin kabulü mümkün olmadığını, Kaldı ki; İlk Derece Mahkemesi davalı tarafın TTKnun 159. Maddesi kapsamında ileri sürdüğü kısmi bölünme taleplerini incelemiş ve “TTK’nun 159.vd. maddelerinde yer alan yasal düzenleme bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bir şirketin tam veya kısmi bölünmesine ancak o şirketin ortaklarının karar verebileceği, Mahkemenin, ortakların iradesi yerine geçerek bölünme kararı vermesinin mevzuatımızdaki düzenlemelere göre mümkün olmadığı, doktrinde bu husus tartışılsa bile mevcut düzenlemeler itibariyle, mahkemece tarafların iradesinin yerine geçerek tam veya kısmi bölünmeye hüküm vermenin mümkün görülmediği çünkü, bölünme için hem bölünen şirketin genel kurulunda karar alınması hem yeni kurulacak şirketlerin kurulması, bölünme sözleşmesinin ve bölünme planının düzenlenmesi, şirket genel kurullarında bunların belirli nisaplarla kabul edilmesinin yasal zorunluluk olduğu, mahkeme kararı ile bu hususların gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenlerle davalı şirketin kismi bölünmeye ilişkin talebinin uygun bir çözüm yolu olmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde gerekçe ile kismi bölünmeye ilişkin talebinin uygun bir çözüm yolu olmadığı sonucuna vardığını, anılan nedenler ile davalı tarafın “Dava konusu olayda TTKnun 159. Maddesinin uygulanabilir olduğu” Yönündeki iddia, beyan ve taleplerinin kabulü mümkün olmayıp; bu husustaki istinaf neden ve taleplerinin de reddi gerektiğini, İlk derece mahkemesinin ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir taleplerinin reddi yönündeki kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, İlk derece mahkemesi; müvekkili davacı … .unun davalı.. Turistik Yatırımları ve İnşaat A.Ş’deki ortaklığından çıkarılmasına, ortaklık payı olan 92.376.801,80 TL’nin davalı şirketten tahsili ile davacıya ödenmesine karar verdiğini, ancak İlk Derece Mahkemesi; hatalı ve eksik hukuki niteleme ile davalı …Turistik Yatırımları ve İnşaat A.Ş’nin gayrımenkulleri üzerine İİKnun 257 maddesi hükümlerine uygun olarak ihtiyati haciz konulması yönündeki taleplerinin reddine karar verdiğini, Esasında, İlk Derece Mahkemesinin alacağın varlığının ve miktarının ihtilaflı olduğu kesinleşmediği konusundaki gerekçesi esas hakkında verilen karardaki gerekçe ile çelişmekte olduğunu, İlk Derece Mahkemesi bilirkişi incelemesi yapmak suretiyle alacağın varlığını ve miktarını belirlediğini, Türk Borçlar kanunun 90. maddesi gereğince her borç doğumu anında muaccel olacağını, bu nedenle alacak miktarı belirlenmek suretiyle alacağın tahsiline karar verilmiş olmakla ayrılma payı alacağı doğmuş bulunmakta olduğunu, dolayısıyla alacak hem doğmuş hem de ilama bağlı olmakla muaccel hale gelmiş bir alacak olduğunu, ayrıca mahkeme kararı ile miktarı belirlenmiş olmakla alacak artık ihtilaflı olmaktan çıktığını, kaldı ki alacağın ihtilaflı olması ihtiyati haciz istenmesine engel olmadığını, Öte yandan davada alacağın miktarının belirlenerek hüküm altına alınması bir yana bilirkişi raporu alınması ile dahi alacak belirli hale geleceğini, nitekim istinaf mahkemelerinin uygulaması bu yönde olduğunu, Kısaca İ.İ.K.’nun 257/1. maddesine göre, rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı ihtiyati haciz talebinde bulunabilir. Ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için mahkeme kararın kesinleşmesine gerek olmadığını, zira dava konusu alacak aynı zamanda ilamlı icra takibine konu olan alacaklardan olduğunu, (Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 17.10.2011 tarihli 2011/3823 E. 2011/19641 K. sayılı kararı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 23.05.2013 tarihli 2013/3083 E. 2013/7792 K. sayılı kararı) Yargı kararlarından da anlaşılacağı üzere para alacakları kesinleşmeden icraya konulabilen alacaklardan olduğunu, esasında ihtiyati haciz, alacaklının bir para alacağını zamanında ödenmesini güvence altına alabilmek için, mahkeme kararı ile borçlunun mallarına önceden geçici olarak el konulması olduğunu, Kaldı ki; davalı şirketin yönetim kurulu üyeleri görevlerini yerine getirmemekte ve şirketin mal varlığının azalmasına sebebiyet verecek şekilde faaliyette bulunmakta olduğunu, Diğer yandan karşı taraf çıkma payı alacağını güvencesiz bırakmak ve tahsilini imkansız hale getirmek için şirkete ait mal varlığını elinden çıkarmak suretiyle hileli işlemler yapma ve mal kaçırma ihtimali mevcut olduğu, bu durum dahi tek başına ihtiyati haciz kararı verilmesi için yeterli bir neden iken İlk Derece Mahkemesinin ihtiyati haciz talebimizi red etmiş olması usule ve hukuka aykırı olduğunu, Ayrıca davalı şirketin yöneticilerinin davalı şirketin gayrimenkullerini 3. şahıslara devir ve temlik etmesi, yada bu gayrimenkuller üzerine ayni ve şahsi hak tesis ederek müvekkilinin alacağına kavuşmasını engellemek için girişimleride mevcut olduğunu, ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde esasında haklılıkları bir kez daha ortaya çıktığını, ancak bu esnada davalı şirketin malvarlığını azaltacak işlemler yapması söz konusu olduğundan, müvekkili …nun hisselerinden kaynaklanan haklarının zarara uğrayacağı açık olduğunu, bu durumda müvekkili …nun haklarına ulaşamaması, haklarını elde edememesi söz konusu olacağından bu durumun engellenmesi amacıyla gelinen aşamada İİKnun 257 maddesinde yazılı tüm koşullarda oluşmuş olduğunda haklı ihtiyati haciz taleplerimizin kabulü gerekirken reddi hukuka ve usule aykırı olduğunu, Anılan nedenler ile İlk Derece Mahkemesinin ihtiyati haciz taleplerimizin reddi yönündeki kararının kaldırılarak davalı şirketin gayrimenkulleri üzerine ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekmekte olduğunu, İlk derece mahkemesinin kararı faiz yönünden eksik olduğunu, Bilindiği üzere; TTK nun 19. Maddesi gereğince tüzel kişi tacirin tüm borçları ticari borçtur. Yine TTK nun 8. Maddesi gereğince ticari işlerde ticari temerrüt faizi istenebilir ve ticari temerrüt faizi 3095 S Y 2/2 ye göre avans oranında faiz olduğunu, Öncelikle taraflarınca açılan davada TTKnun 531 maddesinde yer alan haklı nedenlerin gerçekleşmiş olması nedeni ile davalı şirketin fesih ve tasfiyesine karar verilmesi talep edilerek tasfiye memuru atanması istendiğini, Ancak İlk Derece Mahkemesi TTK.’nun 531. maddesindeki haklı sebeplerle fesih şartlarının gerçekleştiğini somut deliller ile tespit etmiş olmasına rağmen; fesih ve tasfiye kararı vermemiş, davacı müvekkilin davalı şirketteki payının değerinin ödenip şirketten çıkarılmasına karar verdiğini, Bu durumda İlk Derece Mahkemesi TTKnun 531. maddesinde tanımlanan duruma uygun çözümün müvekkilinin ortaklıktan çıkarılması olduğu kanaatini kullanarak “davacı …’nun davalı … A.Ş. deki ortaklığından çıkarılmasına ve ortaklık payı olan 92.376.801,80 tl’nin ödenmesine” şeklinde hüküm tesis ettiğini, ancak bu durumda müvekkili …nun …deki ortaklık payı olan 92.376.801,80-TLye dava tarihinden itibaren en yüksek avans faizi ile birlikte ödenmesi yönünde de karar oluşturması gerekirken bu hususu kararda eksik bıraktığını, taraflarınca bu konuda ek karar talep edildiği ancak mahkemece ek karar talebine olumlu olumsuz bir karar vermediğini, anılan nedenler ile müvekkilinih ortaklık payı olan 92.376.801,80-TLye dava tarihinden itibaren en yüksek avans faizi işletilmesi gerekmekte olduğunu, İleri sürerek katılma yoluyla yaptıkları istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının sadece ihtiyati haciz ve faiz yönünden istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, ihtiyati haciz talebinin alacak ilama dayalı olduğundan teminatsız olarak hükmedilen alacak tutarında kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, 6102 sayılı TTK’nın 531. maddesi hükmü uyarınca davalı anonim şirketin haklı sebeplerle feshi istemine ilişkindir.Mahkemece, 1-Davacı …’nun davalı …A.Ş. deki ortaklığından çıkarılmasına, ortaklık payı olan 92.376.801,80 TL’nin davalı şirketten tahsili ile davacıya ödenmesine, 2-Davacının davalı şirketin taşınmazları üzerine ihtiyati haciz konulması talebinin reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Mahkemece verilen ek karar ile, davacının ortaklık payı olan 92.376.801.80 TL sinin en yüksek avans faizi ile birlikte ödenmesi yönünde ek karar oluşturulması talebinin reddine, karar verilmiştir.Davacı dava dilekçesi ile, şirketin kötü yönetildiği, faaliyeti bulunmadığı, uzun süredir genel kurul yapılmadığı, azınlık haklarına riayet edilmediği, şirkete hakim ortakların şirketi zarara uğrattığı ve şirket kaynaklarını kendi menfaatlerine kullandıkları iddiasıyla şirketin haklı sebeple feshine karar verilmesi talep etmiştir.Davalı cevap dilekçesi ile, davacının kötü niyetli olduğu, şirketin sahip olduğu değerli taşınmazları tek başına ele geçirmek istediği, iddiaların gerçeği yansıtmadı belirtilerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.Davalı … A.Ş. şirketinin, 50.000 TL sermayeli, 25 ortaklı, İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünde konut inşaatı meslek grubuna kayıtlı olduğu, davacının bu şirkettedeki payının %12,5 oranında hissedarı olarak TTK 531.maddesi uyarınca dava açma hakkına sahip olduğu görülmüştür.Mahkemece, taraf vekillerinin 05/04/2019 tarihli heyet raporuna itiraz etmeleri üzerine dosyanın bilirkişi heyetine verilerek itirazlar doğrultusunda 05/11/2019 tarihli ek rapor alınmıştır.Davalı vekili ek rapora yönelik verdiği 21/11/2019 tarihli dilekçesinde, TTK. 159 Maddesinin uygulanmasına yönelik beyanda bulunduğu ve ek rapora yönelik somut bir itiraz ileri sürülmediği tesbit edilmiştir. 6102 sayılı TTK’nın 531. maddesinde; “Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve… temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.” hükmü düzenlenmiş olup, anılan hüküm uyarınca sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahipleri ancak haklı sebeplerin varlığını kanıtlamaları halinde şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceklerdir. Haklı nedenler kanunla tanımlanmadığı için her somut olayın özelliğine göre mahkemelerce takdir edilecektir. Pay sahibinin hakkını sürekli ve ciddi şekilde ihlal eden durumlar, şirketin ortak amacının gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı haller haklı sebep olarak kabul edilmelidir.Mahkemece yapılan incelemede haklı sebeplerin varlığı halinde fesih yerine ortağın karar tarihine en yakın tarih itibariyle payını hesap ederek ortaklıktan çıkmasına yada kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebileceği düzenlenmiş olması karşısında ortaklıktan çıkma kararı verilebilmesi için de şirketin feshi şartlarının mevcut bulunması gerektiği, somut olayda davacı, şirketin genel kurullarını süresinde yapmadığını, yapılan genel kurulda da kararların kendi muhalefetine rağmen oy çokluğuyla alındığını ve şirketin kâr payı dağıtmadığını belirtip faal olmayan şirketin tasfiyesine karar verilmesini talep etmiş olup; Davacının ileri sürdüğü anonim ortaklıkta uzun müddet hiç kâr dağıtılmaması, şirketin devamlı olarak zarar etmesi, kuruluş ve gayesinin gerçekleşmesine imkan kalmaması, genel kurul toplantılarının zamanında yapılmaması hususlarının azınlığın ortaklıkta pay sahibi olmaktan umduğu faydaları daimi olarak ortadan kaldıracağı için haklı sebep teşkil ettiğinin, şirketin feshi ve tasfiyesi için haklı sebep olduğunun kabul edilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu konudaki davalı istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 11 Hukuk Dairesi’nin 2017/4619 Esas – 2019/1541 Karar sayılı ilamı da benzer mahiyettedir.)Şirket bölünmesi ve kısmi bölünme TTK’nın 159. vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu yasal düzenleme bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bir şirketin tam veya kısmi bölünmesine ancak o şirketin ortakları karar verebilir. Mahkemenin, ortakların iradesi yerine geçerek bölünme kararı vermesi pozitif mevzuatımızdaki düzenlemelere göre mümkün değildir. Doktrinde bu husus tartışılsa bile mevcut pozitif düzenlemeler itibariyle, tarafların iradesinin yerine geçerek tam veya kısmi bölünmeye hüküm vermek mümkün görülmemektedir. Çünkü, bölünme için hem bölünen şirketin genel kurulunda karar alınması hem yeni kurulacak şirketlerin kurulması, bölünme sözleşmesinin ve bölünme planının düzenlenmesi, şirket genel kurullarında bunların belirli nisaplarla kabul edilmesi yasal zorunluluk olup, mahkeme kararı ile bu hususların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Bu nedenlerle ilk derece mahkemesince davalı tarafın bölünmeye ilişkin talebinin reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu konudaki davalı istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir.Davacı vekili dava dilekçesi ile, davalı …nin haklı sebeplerin varlığı nedeniyle TTK 531 maddesi uyarınca “Fesih ve Tasfiyesi”ne karar verilmesini talep ettiği, davacı vekilinin ilk derece mahkemesindeki yargılama aşamasında faiz talebinde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ortaklıktan çıkma kararları, kararın kesinleşmesiyle sonuç doğuracağından davacı vekilinin dava tarihinden itibaren en yüksek avans faizine hükmedilmediğine yönelik istinaf sebebi yerinde görülmemiştir.Davacı vekili dairemize sunmuş olduğu 02/04/2021 tarihli dilekçe ile ihtiyati haciz talebinde bulunmuş ise de, ayrıca bu talep istinaf sebebi de yapılmış olduğundan ihtiyati haciz talebi hakkında istinaf incelemesi ile birlikte değerlendirme yapılmıştır.Davacı talebi TTK’nın 531 maddesi uyarınca şirketin feshi ve tasfiyesi olduğu, mahkemenin fesih ve tasfiyeye hükmetmeyip davacının ortalıktan çıkarılmasına karar verdiği, karar mahiyeti itibariyle ortalık sıfatının sona erdirilmesi sonucuna bağlı ortaklık payı ödenmesine ilişkin geleceğe yönelik inşai nitelikte karar olduğundan kesinleşmeden icra edilemeyeceği açıktır. Zira karar kesinleşinceye kadar davacının ortaklık sıfatı devam edecektir. Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi uygulamaları bu yöndedir. (Yrg 11 HD 2009/3286 E. 7380 K. – 2019/923 E. 2020/3963 K.)Belirtilen nedenle henüz likit ve muaccel bir alacaktan bahsedilemeyeceğinden İİK 257 vd. Maddelerinde düzenlenen ihtiyati haciz şartları somut olayda bulunmadığından davacının istinaf talebi ile tekraren ihtiyati haciz talebi yerinde görülmemiştir. HMK 282 maddesindeki “Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir,” yasal düzenlemeleri de gözetildiğinde; İlk Derece Mahkemesince sunulan deliller, bilirkişi rapor içeriğindeki tespitler ışığında kurulan karar ve ek karar gerekçesinde davacı vekilinin ve davalı vekilinin istinaf nedenleri de karşılanmış olmakla; mahkemenin kabul ve gerekçesine göre davacı vekilinin ve davalı vekilinin tüm istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.Sonuç olarak; dosya kapsamı, mahkemenin kabul ve gerekçesi ile istinaf sebepleri gözetildiğinde; mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan davacı ve davalının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı ve davalının istinaf başvurularının 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı ve davalı tarafından yatırılan 162,10’ar.TL istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Dairemiz karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacıdan alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından, yeniden harç alınmasına yer olmadığına, yatırılan harcın hazineye gelir kaydına, 4-Dairemiz karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davalıdan alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcı peşin olarak yatırıldığından, yeniden harç alınmasına yer olmadığına, yatırılan harcın hazineye gelir kaydına, 5-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf edenler üzerinde bırakılmasına, 6-Artan gider avansı varsa, karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran taraflara iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 28/05/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.