Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/487 E. 2023/1027 K. 22.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/487 Esas
KARAR NO: 2023/1027 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2020/260 Esas – 2020/476 Karar
TARİHİ: 15/10/2020
DAVA: Tapu İptali Ve Tescil (Satın Almaya Dayalı)
KARAR TARİHİ: 22/06/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davacıların … A.Ş’nin toplamda yüzde 25 hisseye sahip ortakları olduklarını, yönetici sıfatlarının bulunmadığını, davalı şirketin Eyüp İlçesinde çok sayıda parselden oluşan 900 dönüm taşınmaz haricinde herhangi bir malvarlığı olmadığını Eyüp ilçesi … köyü, … parselde kayıtlı taşınmazın 3/28 hissesi şirkete aitken 14/04/2012 tarihinde 3/28 hissenin … adlı şahıstan alındığını ve şirketin 3/14 hisseye malik olduğunu, bu 3/14 hissenin 05/12/2012 tarihinde 454.000,00 TL karşılığında davalılardan …’a satıldığını, bu satış değerinin piyasa ortalamasının altında olduğunu, …’un satın aldığı hisseyi 06/12/2012 tarihinde 495.000,00 TL bedelle davalılardan …’e sattığını, yapılan satışların mutlak muvaza nedeniyle batıl olduğunu belirterek davalılardan … adına olan tapu kaydının iptali ile söz konusu hissenin davalı şirket adına tesciline talep ve dava etmiştir. Davalı … AŞ vekili cevap dilekçesinde özetle; ticaret mahkemelerinin görevli olduğunu, davacıların amacının şirket yönetimini ele geçirmek olduğunu, davaya konu satışın gerçek olduğunu, taşınmazın gerekli karın elde edilmesi nedeniyle satıldığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; ticaret mahkemelerinin görevli olduğunu, davaya konu satışın gerçek olduğunu, şirket ortağı ve yöneticisi …’ın kayınvalidesi olması sebebiyle ticari ve aile etiğine daha uygun olacağı düşüncesi ile taşınmazdaki hisseyi doğrudan almayıp Keramettin Kut aracılığıyla aldığını, davaya konu taşınmazın bulunduğu yerde başka taşınmazlarda satın aldığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi’NİN 15/10/2020 tarih ve 2020/260 Esas – 2020/476 Karar sayılı kararında; “Dava, şirket ortağı sıfatı ile TTK.nun1521 ve 555. madde kapsamında, şirketin zarara uğratıldığından bahisle muvazaalı satışının iptali ile taşınmazın şirket adına tescili istemine ilişkindir. Davacılar, davalı şirket ortağı olduklarını, davalı şirket yönetimi ile diğer davalıların, davaya konu taşınmazın davalı şirket adına kayıtlı olan hissesinin muvazaalı olarak diğer davalılara satış ve tescilini yaptıklarını, alım satım akdinin muvazaa nedeniyle geçerli olmadığını belirterek davalılar adına tescil işleminin iptali ile taşınmazın davalı şirket adına tapuya tescilini talep ve dava etmişlerdir…. A.Ş; İstanbul ili, Eyüp ilçesi, … köyü, … parselde bulunan taşınmazı 14.04.2012 tarihinde 3/28 hissesini …’dan 57.000,00 TL ye satın almıştır. Alınan hisse ile birlikte 05.12.2012 tarihinde şirketin 3/14 hissesi 454.000,00 TL ye …’ a satılmıştır. …’ da 06.12.2012 tarihinde 3/14 hisseyi 495.000,00 TL ye …’e satmıştır. … A.Ş 03.09.2014 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısında dava konusu taşınmazın satış işlemine onay vermiştir. Davacılar İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/84 esas ile genel kurul kararının iptali istemli dava açmıştır. Açılan iptal davasının reddine karar verilmiştir. Red kararı yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2015/12902 esas, 2017/3626 karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Yargıtay ilamının ilgili kısmı; “2012-2013 yıllarında 9.359,65 TL m2 yer satın alınıp 69.881,11 metrekare yer satıldığının genel kurulun bilgisine sunulduğu, evvelki tarihli sözleşmeye sonradan icazet verilemeyeceği bildirilerek davacılar tarafından karara muhalif kalındığı, oyçokluğuyla arz bütünlüğünün sağlanması için alım satımlara devam edilmesine karar ve icazet verildiği, gayrımenkul alım ve satımı ile iştigal eden davalı şirketin sahip olduğu beyan edilen tüm gayrımenkullerin toptan satışının sözkonusu olmadığı, yönetim kurulunun toptan satış sayılamayacak bu satışları yapabileceği, aksinin kabulünün şirketleri işlemez hale getireceği gerekçesiyle yönetim kurulu kararının iptali isteminin reddine; diğer davalı yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.” şeklindedir.Davacı kendilerine zarar verilme kastı ile şirket yönetiminde bulunan hakim hissedarlar taşınmazı rayiç değerinin altında bedelle sattıklarını, taşınmazı son alan …’in yönetim kurulu üyesi …’ ın kayınvalidesi olduğunu ve nam-ı müstearla taşınmazı kendi üzerine geçirdiğini iddia etmiştir. Somut olayda; davalı tarafın, şirketin hissedarlarının çoğunun aile üyesi olduğuna ilişkin açıklamasına davacı tarafın bir itirazının bulunmaması ile şirketin aile şirketi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Şirketin aynı bölgeda başka taşınmaz alım-satımlarınıda yaptığı dosyaya yansıyan açıklamalar ve sunulan belgeler ile anlaşılmıştır. Davalı şirket taşınmazdaki hisse oranının düşüklüğü ve sınırlı tasarruf ehliyeti nazara alınarak hisse satışının ticari açıdan daha uygun olacağı düşüncesi ile hissenin satıldığını açıklamıştır. Şirket tarafından taşınmaz 57.000,00 TL ye satın alınmış ve 454.000,00 TL ye satılmıştır. Alım bedeli ve satım bedeli arasındaki farka bakıldığında şirket yönünden satış işleminin karlı olduğu görülmektedir. Davalı … cevap dilekçesin …’ ın kayınvalidesi olması sebebiyle ticari etiğe ve aile etiğine daha uygun olacağı düşüncesi ile dava konusu taşınmazdaki hisseyi doğrudan almayıp … vasıtası ile satın aldığını, satışın gerçek olduğunu, 3. Kişileri zarara uğratma kasıt ve iradesinin bulunmadığını açıklamıştır. Davalı beyanında taşınmazı yönetim kurulu üyesi … adına aldığına ilişkin bir beyanda bulunmayıp, taşınmazı kendi adına ancak … vasıtası ile satın aldığını belirtmiştir. Dolayısı ile davacı tarafın iddia ettiği gibi davalının taşınmazı yönetim kurulu üyesi … adına aldığına dair bir ikrarı bulunmamaktadır. Kaldı ki dosya içeriğinde bulunan tapu kaydına göre davalı taşınmaza tam hisse ile maliktir. Yani davalı sadece şirketin sahip olduğu 3/14 hisseyi değil diğer hisseleri de satın almıştır. Yine davalı … 06.12.2012 tarihinde 15/28 hisseye sahip …’in hissesini de 618.780,00 TL, …’ un 3/14 hissesini ise 495.000,00 TL ye satın almıştır. Bu kapsamda; taşınmazın 3/28 hissesinin …’dan 14.04.2012 tarihinde 57.000,00 TL ye satın alınıp, satın alınan hisse ile birlikte 05.12.2012 tarihinde şirketin 3/14 hissesinin …’ a satılmasında şirketin kar elde etmiş olması, davalı …’ in şirketin sahip olduğu hisse dışında diğer hisseleri de satın alması, yapılan satışa şirket genel kurulunun icazet vermesi, yine davalının aynı bölgede başka taşınmaz alımlarının bulunduğuna dair dosyaya yansıyan bilgi ve belgeler ile yapılan satışın gerçek bir satış olduğu kabul edilmiştir. Davacı taraf satışın muvazaalı ve kötü niyetli olduğunu ileri sürmüş ise de satışın kendilerine zarar verilmek amacı ile yapıldığına dair somut deliller sunamamıştır. Davacının bedel farkına ilişkin iddiasına ise …’in hissesinin satın alındığı bedel ve şirketin taşınmazın 3/28 hissesini 14.04.2012 tarihinde 57.000,00 TL ye satın alınması birlikte düşünüldüğünde bu yöndeki iddiaya itibar edilmemiştir. Yine …’in yönetim kurulu üyesi …’ ın kayın validesi olması tek başına satışın muvazaalı olduğunu kanıtlamaya yeterli olmadığı gibi …’in başka taşınmazlara da sahip olması (84 parsel), şirketin taşınmaz alım satım alanın iştigal etmesi, satışın gerçek bir satış olduğunu göstermektedir. Tüm bu açıklamalar ile satışın gerçek bir satış olduğu, davacılara zarar verme amacı ile yapılmadığı kabul edilmekle davanın reddine karar verilmiştir. “gerekçesi ile, Davanın REDDİNE, karar verilmiş ve verilen karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; davanın reddine dair verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yerel mahkemenin davanın hukuki nitelendirmesinde hataya düştüğünü, davadaki iddiaları ve ispat yüklerini hatalı tespit ettiğini, satışa icazet kararının Mahkemece, muvazaaya icazet olarak değerlendirildiğini, muvazaa iddialarının ispat edildiğini ancak talebin Mahkemece reddedildiğini, istinaf yoluyla kaldırılmasını talep ettikleri Yerel mahkeme kararının 15/10/2020 tarihli kararının gerekçeli kısmının başında dava hakkında; “Dava, şirket ortağı sıfatı ile TTK.’nun 1521 ve 555. madde kapsamında, şirketin zarara uğratıldığından bahisle muvazaalı satışının iptali ile taşınmazın şirket adına tescili istemine ilişkindir. ” şeklinde nitelendirme yapıldığını, ancak Mahkemenin, bu nitelendirme ile çelişki içinde bir karar verdiğini ve şirket zararının tazmini için açılmış bir dava var imişcesine değerlendirme yaptığını; Davanın, hukuki menfaati bulunan şirket ortağı sıfatıyla açılmış muvazaaya dayanan tapu iptal ve tescil davası olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ticari dava olarak nitelenmiş olsa dahi, davanın türünün bir tazminat davası değil, tapu kaydının iptali ve şirket adına tescili davası olduğunu, yani muvazaanın tespiti ve tapu kaydının düzeltilmesi talebi ile açıldığını, görevli mahkemenin değişmesinin davadaki talebin sonucunu ve davanın türünü değiştirmediğini, Bölge Adliye Mahkemesi’nin 30.01.2020 tarihli kararında “Delillerin Değerlendirilmesi” bölümünde açıkça; “Dava, muvazaa nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasıdır” denilmek suretiyle, bu hususun tartışmasız kabul edildiğini, Yerel mahkemenin davayı şirket zararının tazmini davası olarak algılamış olabileceğini, bu sebeple şirketin alım ve satım fiyatları arasındaki farktan dolayı zarar etmediğini kararına gerekçe yapabildiğini; Kararın gerekçesinde, “Şirket tarafından taşınmaz 57.000,00 TL ye satın alınmış ve 454.000,00 TL ye satılmıştır. Alım bedeli ve satım bedeli arasındaki farka bakıldığında şirket yönünden satış işleminin karlı olduğu görülmektedir” ifadelerine yer verildiğini, bu gerekçenin de asılsız olduğunu, şirkete yıllar öncesinde alınan bir taşınmazın o yıldaki maliyet fiyatının (57.000,00 TL) ile muvazaalı satış fiyatının (454.000,00TL) karşılaştırılarak kar veya zarar etmiş olduğu konusunda hiç bir fikir edinilemeyeceğinin muhasebe ve ticaretten anlayan her meslek erbabınca malum olduğunu, yıllar önceki alım fiyatı ile satış fiyatı karşılaştırmasının sadece görünürde bir karşılaştırma olduğunu, bu karşılaştırmadan, satış işleminin karlı olduğu sonucunun çıkarılamayacağını, çıkarılacağının iddia dahi edilemeyeceğini, muvazaa incelemesinde kar zarara bakılmayacağını, davada, taşınmazın alış ve satış fiyatları arasında fark olduğu ve bu fark sebebiyle şirketin zarara uğratıldığının iddia edilmediğini, olmayan mevhum bir iddiaya, gerçek olmayan cevaplarla gerekçe oluşturulmasının hukuk tekniği adına üzücü olduğunu, diğer taraftan Mahkeme tarafından atanan bilirkişilerin raporunda, taşınmazın güncel rayiç satış değeri ile muvazaalı satış değeri arasında açık ve fahiş bir fark olduğu tespit edilmesine rağmen, Mahkemenin “şirket zarara uğramamıştır” şeklinde bir sonuca varmasının ve bunu davayı ret kararına gerekçe yapmasının kabul edilemez bir hukuki hata olduğunu, Davada ileri sürülen asıl vakıa iddiasının muvazaa teşkil eden somut olaylar olduğunu, bunların akrabalık ilişkisi sebebiyle düşük fiyata satış, asıl satış iradesinin …’e satış yönünde olmasına rağmen …’a satış yapılmış olmasının, taşınmazın bir gün sonra nihai sahibine aktarılması, satışa ihtiyaç bulunmayan bir dönemde yapılmış olması, diğer taşınmaz satışları ile birlikte değerlendirildiğinde yönetim kurulu başkan vekilinin kayınvalidesine şirket kaynaklarının ucuza aktarılması, sonuçta …ın namı müstearı gibi davranıldığı şeklindeki iddialar olduğunu, Mahkemenin bu muvazaa sebeplerini, ispat edilmelerine rağmen dikkate almadığını, davacılar tarafı olarak, şirketten …’a yapılan satışın muvazaalı olduğu hususundaki vakıanın iddialarının davalı tarafından ikrar edildiğini beyan etmelerine rağmen, Mahkeme heyetinin “…’in, taşınmazı … adına aldığı konusunda bir ikrarda bulunmadığını” tespit ettiğini ve bu ilginç tespite gerekçede yer verdiğini, dikkat edilecek olursa, Mahkemenin, taraflarından iddia edilmeyen bir hususun aksini ispat konusunda özel bir gerekçelendirme çabasına girildiğini, böyle bir iddiada bulunmadıklarını, Mahkemenin, …’a yapılan satışın gerçek satış iradesi taşımadığını, muvazaalı olduğu konusundaki açık ikrarı görmezden gelmesinin vahim bir usulî hata olduğunu, bu sebeple kararın kaldırılması gerektiğini, Mahkemenin bu gerekçesinin, davada nelerin iddia edildiği ve bu iddiaların kim tarafından nasıl ispat edildiği konusunda büyük bir yanılgı içine düştüğünü açıkça gösterdiğini; Muvazaanın hükümsüzlük sebebi sayılmasının gerekçesinin, muvazaa taraflarının mutlaka üçüncü kişileri zarara uğratma kastı taşımaları değil, tarafların gerçek iradelerinin görünüşe uymaması olduğunu, Mutlak muvazaanın, mutlak butlan sebebi olduğunu ve mutlak butlanın hukuki yararı olan herkes tarafından ileri sürülebileceğini, şirketin muvazaalı işlemle zarara uğratılmış olduğu iddiasıyla, en azından gerçek piyasa rayiç fiyatı ile, …’a satış fiyatı arasındaki fark kadar zararının kastedildiğini, sadece bedelde muvazaanın iddia edilmediğini, diğer vakıalar ile de desteklendiğini, …’a yapılan sözde satışın, aslında satmak ve almak iradelerinin bulunmaması sebebiyle mutlak butlanla batıl olduğu hususunun karşı tarafça da ikrar edilmiş olduğundan bahisle tartışmasız hale geldiğini, ikrar ile tartışmasız hale gelen bir konuda delil ikamesi olamayacağını, (HMK M.186). bu sebeple de Mahkemenin gayret göstererek, delillerin değerlendirilmesi ve kanaat tesisi faaliyetinde bulunmasına usul hukukuna göre imkan olmadığını, usulün teferruat olarak bile görülmediğinde böyle hukuki hatalar yapılabildiğini, Dairemizin bu hatayı düzelteceğine inandıklarını; Kararın gerekçesindeki diğer bir hususun da, “davalı tarafın kötü niyetli olduğu iddiasıyla iptal talep edilmiş olduğu ve kötü niyetin ispatlanamadığı” yönündeki mahkeme tespiti olduğunu, muvazaa iddiasına dayanan işbu davada, sadece muvazaa olarak nitelendirilecek vakıa unsurlarının iddia ve ispat edildiğini, kötü niyet veya hakkın kötüye kullanılması vb. hukuki sebeplere dayanılmadığını, Mahkemenin, kötü niyet iddiasında bulunduklarını ve bunu ispat edemediklerini iddia ederek, kararına bu hususu gerekçe yaptığını, şirket taşınmazının, …’a satış iradesi olmadan satılmasının muvazaa olup olmadığını merak ettiklerini, bu soruya cevap verebilmek için, şirketin ve …’un kötü niyetli olup olmadıklarının araştırılmayacağını, muvazaanın vakıa unsurları arasında kötü niyet olmadığını, Mahkemenin kötü niyet unsurunun eksikliği ya da ispat edilemediği gerekçesiyle talebi reddettiğini, böyle ağır usul ve hukuk ihlali ile verilen kararın davacıya değil, bizzat hukuka zarar verdiğini, bu kararın kaldırılmasında kamu yararı olduğunun tartışmasız olduğunu; Yerel Mahkemenin gerekçelendirmesinin aslında iddia edilmeyen bir hususu iddianın temel unsurlarından biriymiş gibi nitelendirip, bu hususun ispat edilemediğinden bahisle haklı gerekçe oluşturma çabası olduğunu, bu faaliyetin gerçekten ilginç bir “hukuki demogoji” örneği olduğunu, Mahkeme kararında, davaya konu taşınmazın satışına icazet veren Genel Kurul kararından ve bu kararın iptali istenmesine rağmen iptal talebinin reddedildiği ve kesinleştiğinden söz edildiğini ve şirket tarafından satışa icazet verildiği şeklindeki bir vakıanın da gerekçeler arasında zikredildiğini, Mahkemenin, anılan red kararının, satışa konu taşınmazın, toplam taşınmazlara nazaran, şirketin önemli miktarda taşınmazını teşkil etmediğini, toptan satışın olmadığı şeklindeki gerekçesine önem vermediğini, muvazaalı satışa icazet verildiğini kabul ettiğini, kendilerinin muvazaa sebebiyle tapu iptali talebinin gerekçeleri arasında, Genel Kuruldan icazet veya izin alınmaksızın satış yapıldığına dair bir iddia olmadığını, diğer taraftan, satışı yapanlar ile, satışa çoğunluk pay sahipleri olarak icazet verenlerin aynı kişiler olduğu gerçeğinin de hiç fark edilmediğini, başka bir deyişle, satış işlemini yapan şirket yöneticilerinin sonradan o işleme icazet veren aynı pay sahipleri olduğunu, icazet vermemelerinin mümkün olmadığını, önemli hukuki soruna: YK olarak yaptığı kendi işlemine, GK şapkasıyla önceden izin veya sonradan icazet vermek yoluyla muvazaya icazetin, muvazaayı ortadan kaldırmayacağını, niteliğini değiştirmeyeceğini, böyle bir icazetin muvazaa iddiasının reddine gerekçe yapılamayacağını, Mahkemenin hatalı ve hukukun temel ilkelerine aykırı kararının kaldırılması gerektiğini; Davalı şirket tarafından gerçekleştirilen muvazaalı taşınmaz satış işleminin mutlak muvazaa sebebiyle batıl bir işlem olduğunu, ortada gerçekten taşınmazı gerçek bedeli üzerinden satarak şirkete nakit girişi ve gelir sağlanması iradesinin değil aksine şirket emlakini, şirketin yönetim kurulu üyesinin kayınvalidesi adına tescil ettirebilmek için araya gerçekte satın alma iradesi olmayan bir şahsı sokarak, onun üzerinden gerçek hedef kişiye (kayınvalideye) aktarma işleminin mevcut olduğunu, taşınmazın doğrudan şirketten …’e satış yapılmış olsaydı, muvazaalı işlemin ilk bakışta herkesçe anlaşılabileceğinden hatta şirkette bu işleme muhalefet edecek diğer ortaklar da bilgi sahibi olabileceğinden bahisle taşınmazın önce … adlı kişiye satış yapılmış gibi gösterildiğini ve tam bir gün sonra da …’e devredildiğini, bir taşınmazı para ödeyerek satın alan kişinin ciddi bir gelir elde etmeden bir gün sonra başkasına devretmesinin hayatın olağan akışına aykırı olup muvazaanın en açık delilini teşkil ettiğini, burada ilk görünüşün ispatı derecesinde açıklık bulunduğundan başkaca bir delile dahi gerek olmaksızın muvazaa iddiasının tam ispat derecesinde edilmiş olduğunun tartışmasız olduğunu, ispat yükünü yerine getirmiş olmalarına rağmen davanın reddedilmesinin usule aykırı olup kaldırılması gerektiğini; Kararın gerekçe kısmında yer alan, “Davacı taraf, satışın muvazaalı ve kötü niyetli olduğunu ileri sürmüş ise de satışın kendilerine zarar verilme amacı ile yapıldığına dair somut deliller sunamamıştır” ifadelerinin de ispat hukuku bakımından ilginç olduğunu, davada, şirket yöneticilerinin, …un ve …’in kimler olduğunu bildiklerini ispatlamış olmalarına hatta bu hususun taraflar arasında çekişmesiz olmasına rağmen, Mahkemece, “bilmenin ya da bilebilecek durumda olmanın iyi niyeti ortadan kaldıran vakıa olduğu” gerçeğinin gözardı edilerek, kötü niyetin ispatlanamadığı kanaatine varılmasını anlayamadıklarını, diğer taraftan, satışa konu taşınmazın, gerçek değeri ile satış değeri arasındaki fark kadar, müvekkillerin dolaylı zarara uğradıklarının tartışmasız olduğu halde, Yerel mahkemenin “kendilerine zarar verilme amacı ile yapıldığına dair somut deliller sunamamıştır” cümlesini kurabildiğini, bu hususta yapılan bilirkişi değerlendirmesini de gözardı eden mahkemenin doğru ve sağlıklı karar vermediğini beyanla; İleri sürerek; ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi neticesinde kaldırılarak davanın kabulüne, İstanbul ili, Eyüp İlçesi, … köyü, … parsel sayılı taşınmazın davalılardan … adına olan tapu kaydının davalılardan …tan satın aldığı 3/14 hisse üzerinden iptali ile tapuda davalılardan … Turizm Tesisleri ve Yatırımları A.Ş. adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine dair verilen karara karşı davacılar vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacılar; ortağı oldukları davalı şirketin, İstanbul ili, Eyüp ilçesi, … köyü, … parselde bulunan taşınmazın 3/28 payına malik olduğunu, 04/04/2012 tarihinde bu taşınmazın 3/28 payının daha 57.000,00-TL bedelle diğer paylı malik dava dışı …’dan satın alındığını, böylece taşınmazın 3/14 payına malik olan davalı şirketin bu payın tamamını 05/12/2012 tarihinde davalı …’a 454.000,00-TL bedelle sattığını, …’un ise bu payı 06/12/2012 tarihinde 495.000,00-TL ye …’e sattığını, her iki satış tarihinde de taşınmazın rayiç değerinin, satış bedelinden yüksek olduğunu, taşınmazı son satın alan …’in davalı şirket yönetim kurulu üyesi …’ın kayınvalidesi olduğunu, Keramettin ve Yelda’nın … adına danışıklı işlem yaptıklarını, asıl amacın şirket taşınmazının …’ın hakimiyetine geçirilmesi olduğunu, bu nedenle görünüşteki her iki satış işleminin de gerçek iradeyi yansıtmamaları nedeniyle mutlak muvazaa hukuki sebebine dayalı olarak kesin hükümsüz olduklarını ileri sürmüştür. Davalı Şirket, davalı …’e yapılan satışın kar ile yapıldığını ve gerçek satış olduğunu, şirketin faaliyet alanının taşınmaz alım satımı olduğunu, dava konusu edilen taşınmaz dışında çok fazla sayıda başkaca taşınmazların da alınıp satıldığını, muvazaa iddiasının gerçeği yansıtmadığını; diğer davalı … ise, kendisinin aynı bölgede başka taşınmazlar satın aldığı gibi, dava konu taşınmazın diğer paylarını da dava dışı paylı maliklerden daha sonra satın aldığını, hali hazırda taşınmazın tek maliki olduğunu, satışın gerçek bir satış olduğunu, kayınvalidesi olduğu davalı şirket yönetim kurulu üyesi … adına işlem yapmadığını, satış bedelinin ödendiğini savunmuşlardır. Dairemizin, göreve yönelik kaldırma ilamı öncesinde tahkikatı yürütülen İstanbul 19 Asliye Hukuk Mahkemesi’nce taraf delilleri toplanmış, davalı şirket sicil kayıtları, dava konusu taşınmazın tapu kayıtları, imar durum belgesi, harita örneği celbedilmiş, taşınmaz başında keşif yaptırılarak alınan ilk bilirkişi heyeti raporunun, dosyada emsal bulunmaması ve raporun dava tarihini esas alarak rayiç bedel belirlemesi nedeniyle yeterli bulunmadığı, taraflarca sunulan emsal taşınmaz bilgilerinin celbi ile yeni bir bilirkişi heyeti marifetiyle taşınmaz başında keşif icra edildiği, emsallerin detaylı incelenmediğine yönelik itirazlar üzerine bu heyetten iki ayrı ek rapor alındığı, bu raporların da yeterli olmadığı gerekçesi ile üçüncü bir bilirkişi heyetinden rapor alındığı, bu rapor hükme esas alınarak ve satış bedeli ile rayiç arasındaki fark gerekçe gösterilerek davanın kabulüne karar verildiği, istinaf edilen kararın dairemizce görev yönünden kaldırıldığı, dosyanın tevzii edildiği İstanbul 4 Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından muvazaanın ispat olunamadığı gerekçesi davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Dosyaya mübrez ilk bilirkişi heyet raporunda herhangi bir emsal araştırması yapılmaksızın, dava tarihi ve taşınmazın yüzölçümü yanlış tespit edilerek, taşınmazın metrekare değerinin 100,00-TL olduğunun tespit edildiği, bu raporun mahkeme ve kanun yolu denetimine açık olmadığı anlaşılmıştır. Dosyaya kazandırılan emsallerden sonra alınan ikinci bilirkişi heyeti kök raporunda da taşınmazın dava tarihindeki değeri tespit edildiğinden, itiraz üzerine alınan birinci ek raporda 05/12/2012 tarihli birinci satış ve 06/12/2012 tarihli ikinci satış tarihleri itibariyle 19.525 metrekare yüzölçümüne sahip taşınmazın metrekare değerinin 150,00-TL olduğu, dava ve satış konusu 3/14 payın değerinin ise 618.750,00-TL olduğu kanaati bildirilmiştir. Emsallerin detaylı incelenmediğine yönelik itiraz üzerine alınan 30/12/2015 tarihli ikinci ek raporda emsallerin detaylı incelendiği, davalı şirket dilekçesinde bildirilen emsallerin tapu kayıtları getirtilmiş ise de resmi satış senetleri getirtilmediğinden, dilekçede bildirilen metrekare değerlerinin baz alındığı, dosyaya sunulan … A.Ş. ile … A.Ş.’nin değerleme raporlarının tartışıldığı, sahibinden.com ve ….com internet sitelerinde yer alan ilanlardaki değerlerin ilan tarihleri gösterilerek değerlendirildiği, yine İstanbul 13 İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2013/565 esas sayılı kıymet takdirine itiraz dosyasında yer alan, emsal gösterilen 139 parsele ilişkin kıymet takdir raporunda tespit edilen değerin irdelendiği, taşınmazın satışların gerçekleştiği tarih itibariyle konumlarının, üçüncü havalimanı ve kuzey marmara otoyolu projelerinin satışların gerçekleştiği tarih itibariyle taşınmazın değerine etkisinin tartışıldığı, buna göre taşınmazın 3/14 payının, muvazaalı olduğu iddia olunan 05/12/2012 ve 06/12/2012 tarihli satışların tarihleri itibariyle 618.750,00-TL olduğu kanaatinin bildirildiği anlaşılmıştır. Mahkemece bu rapor da yeterli görülmeyerek üçüncü bir bilirkişi heyetinden rapor alınmış, 29/06/2016 tarihli üçüncü bilirkişi heyeti raporunda; dava konusu taşınmazın mevkii, taşınmazın değerine etki eden faktörler değerlendirilmiş, İstanbul 13 İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2013/565 esas sayılı kıymet takdirine itiraz dosyasında yer alan, emsal gösterilen … parsele ilişkin kıymet takdir raporu irdelenmiş, ….com sayfasında yer alan dava konusu taşınmazın bulunduğu mevkiideki ilanlarda yer alan metrekare değerleri tartışılmış ise de bu ilanların tarihleri belirtilmemiş, taşınmazın üçüncü havalimanı ve bağlantı yollarına yakın konumda olduğu belirtilmiş ise de, 2016 tarihli raporda, satışların gerçekleştiği 05-06/12/2012 tarihi itibariyle bu projelerin başlamış olup olmadığı ve taşınmazın değerine etkisi tartışılmamış, neticede taşınmazın metrekare değerinin muvazaalı olduğu iddia olunan satış tarihleri itibariyle 275,00-TL, dava tarihi itibariyle 290,00-TL olduğu, buna göre taşınmazın 3/14 payının satış tarihindeki değerinin 1.134.493,00-TL olduğu kanaati bildirilmiştir. İncelenen tapu kayıtlarından, dava konusu İstanbul ili, Eyüp ilçesi, … köyü, … parselin 3/14 payını satın alan davalı …’nın daha sonra bu taşımazın diğer paylarını da dava dışı maliklerden satın aldığı, dava tarihi itibariyle taşınmazın tamamının maliki olduğu anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesi tarafından; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/84 esas sayılı dosyası ile dava konusu taşınmazın satışının onaylanmasına ilişkin genel kurul kararının iptali davasının görüldüğü, bu davanın reddine ilişkin kararın Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2015/12902 esas, 2017/3626 karar sayılı ilamı onandığı belirtilmiş ise de; fiziken celbedilmeyen dosyanın, UYAP üzerinden de celbedilmediği, dosyada yalnızca Yargıtay ilamı örneğinin bulunduğu, UYAP üzerinden kontrol edilen Yargıtay ilamı ve ilk derece mahkemesi kararı kapsamından, bu davanın şirket yönetim kurulunun … mevkiinde bulunan 43.853 m2 taşınmazın satışına yönelik aldığı yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkin olduğu, gerekçeli karardan yönetim kurulunun satış kararına ve yapılan satış işlemlerine daha sonra genel kurul tarafından onay verilmiş olduğunun anlaşıldığı, ancak yönetim kurulu kararının iş bu davaya konu taşınmazı kapsayıp kapsamadığının, dosya celbedilmediğinden, tespit edilme olanağının bulunmadığı görülmüştür. İlk derece mahkemesi tarafından; dava konusu taşınmazın 3/28 hissesinin 14/04/2012 tarihinde malik …’dan 57.000,00-TL bedelle satın alındığı, böylece 3/14 paya sahip olan davalı şirketin bu payını 05/12/2012 tarihinde 454.000,00-TL bedelle ve kar ederek …’a sattığı, diğer davalı …’ in taşınmazın diğer paylarını da satın aldığı, yapılan satışa şirket genel kurulunun icazet verdiği, davalı …’nın aynı bölgede başka taşınmaz alımlarının da bulunduğu, davacıların satışın muvazaalı olduğuna dair iddialarını kanıtlayamadıkları, davalı …’in yönetim kurulu üyesi …’ ın kayın validesi olmasının tek başına satışın muvazaalı olduğunu kanıtlamaya yeterli olmadığı gibi gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de; hükme esas alınan Yargıtay 11 Hukuk Dairesi ilamının konusunu teşkil eden İstanbul Anadolu 14 Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/84 esas, 2015/103 Karar sayılı dosyasının celbedilmediği, yine davalı şirketin cevap dilekçesinde bildirdiği emsallerin yalnızca tapu kayıtlarının getirtildiği, resmi satış senetlerinin getirtilmediği, öte yandan davalı …’in dava konusu taşınmazın …’dan satın aldığı paylar dışındaki paylarını da satın aldığı sabit olup, bu paylara ilişkin resmi satış senetlerinin celbedilmediği, gerekçede görevsiz mahkemece yapılan tahkikat işlemleri kapsamında alınan bilirkişi heyet raporlarının değerlendirilmediği, ilk alınan bilirkişi heyet raporu emsal karşılaştırmaması nedeniyle hükme esas alınacak mahiyette bulunmadığından bir kenara bırakılacak olursa, dosyada taşınmazın satış tarihindeki gerçek rayiç değerine ilişkin birbiri ile çelişen iki ayrı bilirkişi heyet raporu bulunmasına rağmen, bu raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için yeni bir heyetten rapor alınıp alınmayacağının değerlendirilmediği veya hangi rapora üstünlük tanınacağının, yahut her iki rapor da yer alan verilerin neden değerlendirilmediğinin açıklanmadığı, eksik incelemeye dayalı ve eksik gerekçe ile hüküm kurulduğu anlaşılmış, davacılar vekilinin bu yöndeki istinaf sebepleri yerinde bulunmuştur. 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-a6 maddesinde; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.” hali, kararın kaldırılarak, dosyanın mahkemesine iadesi sebepleri arasında gösterilmiştir.Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile; ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-a6 maddesi uyarınca kaldırılmasına, dosyanın kaldırma kararı doğrultusunda tahkikat tamamlanmak üzere mahkemesine iadesine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15/10/2020 tarih ve 2020/260 Esas – 2020/476 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a6 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE,2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-İstinaf talep edenler tarafından yatırılan istinaf karar harçlarının talep halinde davacılara iadesine, 4-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 5-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 22/06/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.