Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/419 E. 2021/438 K. 25.03.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/419 Esas
KARAR NO: 2021/438 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 6. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 05/11/2020
NUMARASI: 2019/800 Esas 2020/644 Karar
DAVANIN KONUSU: Tapu İptali Ve Tescil
KARAR TARİHİ: 25/03/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile,Taraflar arasında akdedilen sözleşme kapsamında müvekkilinin tüm yükümlülüklerini süresinde ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş olmasına rağmen davalıların haksız ve kötüniyetli bir şekilde tapu devri yapmaktan kaçındığını, Bakırköy … Noterliğinin 08.05.2018 tarih ve … yevmiye nolu Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi ile davaya konu villa nitelikli 266 nolu bağımsız bölümün müvekkili tarafından 2.750.000 TL bedelle satın alındığını, konutun teslim tarihinin Aralık 2018 tarihi olduğunu, konu olan gayrimenkulün müvekkiline 15.09.2018 tarihinde teslim edilmiş olmasına ve İskan harç ve masraflarının ödenmesine rağmen müvekkiline tapu devrinin halen yapılmadığını, arsa malikleri ile yapılan sözleşmeye göre ve 3. kişilerle sözleşme yapma yetkisine yüklenicilerin sattığı konutun teslim edilmemesinden dolayı arsa maliklerinin müşterilere karşı müteselsilen sorumlu olduklarını, Yargıtay’ın gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesini adi ortaklık akdi olarak nitelendirmiş ve bu tip sözleşmelere göre arsa malikini o projeden taşınmaz satın alan taraflara karşı sorumlu kıldığını, müvekkilinin dava konusu taşınmazı konut olarak kullanmak amacıyla satın aldığı ve dekorasyon işlerini yaptırmakta olduğunu belirttikelri ve de sonuç ve istem olarak da açıklanan sebepler ile; dava konusu taşınmazın tapuda müvekkili adına kayıt ve tesciline, bunun mümkün olmaması halinde konu olan taşınmaz için müvekkili tarafından ödenen bedellerin Denkleştirici Adalet İlkesi gereğince güncellenmiş değerinin hesaplanarak dava tarihinden başlamak üzere faizi ile birlikte davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesi ile, Müvekkili şirketin diğer davalı şirket ile yapmış olduğu sözleşme çerçevesinde davacıya dava konusu villanın satılmış ve davacıya yer tesliminin de yapılmış olduğunu, ancak diğer davalı şirketin yarattığı haksız ve mesnetsiz muaraza nedeni ile tapu devrinin yapılamamış olduğunu, müvekkili şirketin ve diğer davalının projenin lansmanını yani tanıtımını proje ortaklığı olarak birlikte yaptıklarını, diğer davalının yarattığı haksız ve mesnetsiz muarazanın giderilmesi için müvekkili şirket tarafından diğer davalı şirket aleyhine dava açıldığını, dava konusu villanın tapusunun diğer davalı şirket üzerinde olup esasında davacıya devri gerektiğini, davalı taraflar arasındaki sözleşmenin karma nitelikte olmakla birlikte adi ortaklık unsuru öne çıkan bir sözleşme olduğunu, bu sebeple tarafların hak ve yükümlülüklerinin adi ortaklık hükümleri çerçevesinde belirlenmesi gerektiğini belirtmişler ve de sonuç ve istem olarak da davacı taleplerinin müvekkili şirket yönünden reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesi ile, Müvekkili şirket ile diğer davalı şirket arasında bir adi ortaklığın kesinlikle söz konusu olmadığını ve bu sebeple müvekkilinin diğer davalının müşterileri ile yaptığı sözleşmeden dolayı sorumlu tutulamayacağının açık olduğunu, mevcut uyuşmazlıkta müvekkili tarafından herhangi bir mal veya emek koyma amacının asla söz konusu olmadığını, davalılar arasında asla bir kar ve zarar paylaşma ilişkisi oluşmadığını, diğer davalının söz konusu villaları satın almayı riski tamamen kendi üzerinde olmak üzere taahhüt ettiğini, şirketler arasında adi ortaklık ilişkisi bulunmadığının diğer bir kanıtının da adi ortaklığın zorunlu unsuru olan müşterek amaca ulaşmak için çaba harcama unsurunun bulunmaması olduğunu, müvekkilinin hiçbir zaman diğer davalıya müşterileri nezdinde müvekkilini temsil etme yetkisi vermemiş olup, diğer davalının da mevcut olmayan bir ortaklığı temsil ettiğinden bahsedemeyeceğini, üçüncü kişilerle yapılan sözleşmelerin diğer davalı ile kendi adına yapıldığını, müvekkilinin hiçbir ortak sıfatı bulunmadığını, bu sebeple davacının korunacak hiçbir haklı menfaati bulunmadığını, davacı taleplerinin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, davacı taleplerinin kendi içinde hukuken çelişkili olduğunu, bu taleplerin bir arada ileri sürülmesinin mümkün olmadığını, müvekkilinin davalı sıfatı bulunmadığını, müvekkili ile diğer davalı arasında bir adi ortaklık ilişkisi bulunmadığını, ortada diğer davalının yapacağı satışlara bağlı bir kar zarar paylaşımı bulunmadığını belirtmişler ve de sonuç ve istek olarak da açıklanan sebepler ile maddi ve hukuki dayanaktan yoksun davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 05/11/2020 tarih ve 2019/800 Esas – 2020/644 Karar sayılı kararında;”…Somut olayda; davacı ile … A.Ş. arasında düzenlenen 08.05.2018 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinde “bağımsız bölüm alıcı ve satıcıya ilişkin bilgiler” başlıklı 1. sayfasında taşınmazın türü villa olarak nitelendirildiği, bedele ilişkin bilgiler bölümünde de “konut bedeline ilişkin bilgiler” başlığı altında tüm vergiler dahil peşin fiyatının 2.750.000 TL olduğunun yazılı olduğu, bu haliyle sözleşmeye konu taşınmazın villa niteliğinde konut olduğu, davacının da dava dilekçesinde taşınmazı ticari ya da mesleki amaçla satın aldığı yönünde herhangi bir beyanının bulunmadığı gibi, aksine bu taşınmazı konut amaçlı alındığını beyan ettiği, bu itibarla davacının “tüketici” olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda davaya bakmak görevi Tüketici Mahkemesine ait olup Bakırköy 2. Tüketici Mahkemesinin görevsizlik kararı hatalıdır.Açıklanan nedenlerle davacının davasının HMK 114/1-c maddesi kapsamında mahkememizin görevli olmaması sebebiyle HMK 115/2 maddesi gereğince usulden reddine karar verilerek, yargılama yapma yetki ve görevinin Türketici Mahkemesi olması sebebiyle dosyanın HMK 20. Maddesi kapsamında daha önce görevsizlik kararı veren Bakırköy 2. Tüketici Mahkemesi’ne gönderilmesine, ancak mahkememiz ile Bakırköy 6. Tüketici Mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı oluşması sebebiyle görev uyuşmazlığı sebebiyle dosyanın ilgili İstinaf Dairesi’ne gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir…”gerekçesi ile, Davacının davasının HMK 114/1-c maddesi kapsamında mahkememizin görevli olmaması sebebiyle HMK 115/2 maddesi gereğince USULDEN REDDİNE,Yargılama yapma yetki ve görevinin Tüketici Mahkemesi olması sebebiyle dosyanın HMK 20. Maddesi kapsamında daha önce görevsizlik kararı veren Bakırköy 2. Tüketici Mahkemesi’ne gönderilmesine,Mahkememiz ile Bakırköy 2. Tüketici Mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı oluşması sebebiyle görev uyuşmazlığı sebebiyle dosyanın ilgili İstinaf Dairesi’ne gönderilmesine, karar verilmiş ve karara karşı Davalı … A.Ş Vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı … A.Ş Vekili istinaf dilekçesi ile, Davacı tarafından müvekkili … A.Ş. “…” ile diğer davalı … A.Ş. (“…”) aleyhine Bakırköy 2. Tüketici Mahkemesi 2019/578 Esaslı dosyası ile TMK. 716 hükmü çerçevesinde cebri tescil (uygulamadaki adı ile tapu iptali ve tescil) davası ikame edildiği, ancak Mahkeme tarafından 17.07.2019 tarihli karar ile Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiğini, bunun üzerine dosya, Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/800 esası ile görülmeye başlanmışsa da Mahkeme tarafından 05.11.2020 tarihinde usul ve yasaya aykırı olarak, hatta TKHK. m. 3-k hükmünün gerekçesine aykırı olarak “Tüketici Mahkemesi”nin görevli olduğuna hükmedildiğini, Tüzel kişi tacirlerin yaptığı işlemlerin ticari olması mutlak ve aksi sözkonusu olamayacak bir hukukî sonuç olup, tüzel kişi tacirin yaptığı işlemin ticari olduğunu belirtmesi hiçbir şekilde aranmayacağı, zaten ticari olmaması hukuken mümkün olmadığını, aksi yönde yapılacak her türlü yorum ve mahkeme kararı, hangi derecede verilmiş olursa olsun açıkça kanuna, TTK.m. 19 hükmüne aykırı olduğunu, Mahkemenin Türk Hukukunda yerleşik görüş esasen TTK. m. 19’un doğru yorumunun gereği olarak- tüzel kişi tacirlerin tüketici olamayacağı yönünde olduğunu kabul etmesine rağmen, TMK.m.1 hükmüne aykırı olarak, hem açık kanun hükümlerini, hem de yerleşik bilimsel görüşleri bir kenara bırakarak, keyfi bir sonuca vardığı, tüzel kişi tacirlerin tüketici olarak kabul edilmesi gerektiğine hükmettiğini, Hiçbir şekilde, Tüketici Kanununun, Ticaret Kanununa göre özel hüküm niteliğinde olduğu da kabul edilemeyeceğini, zira TKHK. m. 3-k hükmü, hiçbir şekilde tüzel kişi tacirlerin de tüketici sayılabileceğini ifade etmemekte, sadece “Tüketici: Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi……ifade eder.” düzenlemesini getirmekte olduğunu, bu hüküm, hiçbir şekilde TTK. m. 19 hükmünün istisnasını oluşturmadığını, aksine, birbiriyle hiçbir şekilde çatışmayan iki özel hükmün birlikte doğru yorumu; TKHK. m. 3-k hükmü genel olarak ticari ve mesleki olmayan amaçlarla hareket eden tüm tüzel kişileri tüketici saymakta olduğunu, burada kastedilen özellikle dernekler, vakıflar, sendikalar olduğunu, bununla birlikte, tüzel ki tacirlerin TTK. m. 19 uyarınca adi yani ticari olmayan bir alanı olamayacağına göre, tüzel kişi tacirler, TKHK. m. 3 anlamında Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden tüzel kişiler olamayacaklarını, zira TTK. m. 19 tüzel kişilerin böyle bir amacı olamayacağı, ticari amaç dışında bir amaçlarının olamayacağını emredici hükümle düzenlemekte olduğunu, yani yasa hükmü (TTK. m. 19) açıkça tüzel kişi tacirlerin ticari amaç dışında hareket etmesinin mümkün olamayacağını düzenlemekte olduğunu, Görüldüğü üzere, TKHK.m. 3-k ile TTK m. 19 arasındaki ilişki, bu iki hüküm birlikte doğru yorumlandığında, TTK. m. 19’un özel hüküm niteliğinde olması olduğunu, zira tüzel kişi tacirler, ticari kazanç sağlama dışında bir amaç güdemeyecek olan, böylece TKHK m. 3-k hükmünün kapsamı dışında olan tüzel kişiler olduğunu, Yerel Mahkemenin bunun aksine olacak şekilde yapmış olduğu yorumun ve uygulamanın ne kadar hatalı olduğunu, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun ile ilgili Adalet Komisyonu raporları ortaya koymakta olduğunu, Adalet Komisyonu raporu, sayfa 85’te ; ” Sivil toplum kuruluşları, kamu yararına dernekler, meslek odaları ve şahıs işletmesi sahibi olan kişilerin ticari olmayan işlemleri sırasında karşılaşacakları olumsuzlukların giderilmesi için tüketici tanımına tüzel kişilerin de dahil edilmesi gerektiği,” şeklinde belirtildiğini, Kanunun 3-k maddesinin gerekçesi, şahıs işletmesi olan kişilerin yani gerçek kişi tacirlerin “ticari olmayan işlemler” için karşılaşılacak olumsuzlukların önlenmesi için bu hükmün getirildiğini açıkça ifade etmekte olduğunu, 6502 sayılı Kanunun gerekçesinde, bu kadar açık bir şekilde ifade edildikten sonra 1999 tarihli bir Yargıtay Kararının gerekçesinden zorlama ve kanuna aykırı sonuçlar çıkararak sonuca varmak mümkün olmadığını, içtihatlardan da görüleceği üzere, doktrin ve mevcut Yargıtay uygulaması da yeni kanundan sonra belirtilen şekilde olduğunu, aksine, yapılan yorum TKHK. m. 3’ü işlevsiz hale getirmek değil, doğru uygulamaktan ibaret olduğunu, Yukarıda açıklanan sebepler ve Adalet Komisyonu gerekçesi dahi, tüzel kişi tacirlerin tüketici sayılmasının kanuna aykırı ve keyfi bir karar olduğunu ortaya koymakta olduğunu, Tüketicinin Korunması Hakkındaki 6502 sayılı Kanunun 3. maddesinde yer alan, “Tüketici: Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi ifade eder.” hükmünde yer alan “tüzel kişi” ise, iddia edildiği gibi bütün tüzel kişileri değil, dernek, vakıf vb. gibi ticari amaç gütmeyen tüzel kişileri ifade etmekte olduğunu, TTK. m. 19 hükmü uyarınca, gerçek kişi tacirlerin aksine, tüzel kişi tacirlerin adi (ticari amaçlı olmayan) işi olamayacağını, zira, tüzel kişi tacir tarafından yapılan tüm işlemler, mutlak anlamda ticarî işlem olduğunu, daha açık bir ifadeyle, tüzel kişi tâcirlerin yaptıkları işlemler her zaman salt ticari işlemler olup, tüzel kişi tacir olan sermaye şirketlerinin ticari olmayan, kazanç sağlama amacı gütmeyen işlemleri bulunamayacağını, Huzurdaki dosyada Mahkeme ise sadece taşınmazın konut nitelikli taşınmaz olması ve davacının da dava dilekçesinde taşınmazı ticari ya da mesleki amaçla satın alması nedeniyle işlemi tüketici işlemi saydığı ve görevsizlik kararı verdiğini, oysaki davacı taraf, tüzel kişi şirket niteliğinde bir yapı firması olup 07.11.2001 tarihli ticaret sicil gazetesi 35. Sayfasın yayınladığı ilanında faaliyet konusunun “ 1- Gerekli taşınır ve taşınmaz malları satın almak ve kiralamak kiraya vermek satmak gibi her çeşit hakkı kullanabilir” olduğunu ilan ettiğini, Görüldüğü gibi davacı taşınmaz alım satım, doğalgaz sistemleri ve tadilat işleriyle iştigal etmekte ve bu faaliyetlerinden ticari gelir elde etmekte olduğunu, ayrıca diğer davalı … ile yaptığı sözleşme uyarınca davaya konu gayrimenkulü kaba inşaat halinde satın almış olduğundan taşınmazın gerekli tasarımını yaptıktan ve eksiklerini giderdikten sonra kâr elde ederek satabilme imkanı mevcut olduğunu, davacı ilgili taşınmazı şirket merkezi olarak da kullanabileceğini, zira ülkemizde mühendislik, mimarlık, müteahhitlik vb. ofislerinin şirket merkezlerinin villa niteliğindeki gayrimenkul olması sıkça rastlanan bir durum olduğunu, kaldı ki, bir ticaret şirketinin, ortağının veya çalışanının kişisel konut ihtiyaçlarında kullanılmak üzere taşınmaz satın alması halinde dahi, işlem ticari işlem olduğu, zira tüzel kişi tacirin ticari faaliyeti kapsamında, çalışanına veya ortağına daha iyi imkanlar sağlamak suretiyle kârlılığını sağlama amaçlı olarak görüldüğünü, TTK mad.19 hükmü açıkça tüzel kişi tacirin ticari amaç dışında olamayacağını emredici olarak düzenlediğini, Dosyada davacının taşınmazı “konut” olarak kullanmak maksadıyla aldığına ilişkin beyanı, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere TTK m.19 hükmü uyarınca tüzel kişi tacirlerin ticari amaçlı olmayan adi işlemleri veya tüketici işlemi niteliğinde işlemleri söz konusu olamayacağından, davacının mevcut dava bakımından tüketici olarak kabul edilmesi hukuken asla mümkün olmadığını, b nedenle Mahkemenin gerekçeli kararında belirtiği üzere tüzel kişilerin de tüketici olabileceği ve taşınmazın konut olarak kullanmak maksadıyla satın alınmasının davacının tüketici sayılması için yeterli olduğuna ilişkin gerekçesi hukuka aykırı olduğunu, tüzel kişi tâcirlerin taraf olduğu tüm işlemler mutlak anlamda ticari işlemler olduğunu, aksi yöndeki bir fikre veya uygulamaya itibar edilmesi, TTK. m. 19/1 hükmünün yok sayılması ve açıkça hukuka aykırı karar verilmesi anlamına gelmekte olduğunu, bu sebeple görevsizlik kararı verilmesi açıkça kanuna aykırı olduğunu, Tüzel kişi tacirin tüketici olamayacağı ve huzurdaki davanın Ticaret Mahkemesinde görülmesi gerektiği hususunda Yargıtayın emsal niteliğindeki içtihatları ve Hukuk Doktrinin tam bir ittifak içinde olduğunu, (Yargıtay 17.HD., 2016/18301 E., 2016/12036 K., 28.12.2016 T., Yargıtay 19. HD., 2015/10751 E., 2016/2252 K., 15.2.2016 T. , Yargıtay HGK 2011/19-500 E. 2011/550 K. 21.9.2011 T., Yargıtay HGK 2010/14-358 E., 2010/353 K. 30.6.2010 T., Yargıtay HGK 2000/19-1255 E. 2000/1249 K. 11.10.2000 T., Yargıtay 11. HD. 2004/9717 E., 2005/6549 K., 21.6.2005 T. )Ticaret Hukuk ve Tüketici Hukuk Doktrininde bu hususta görüş birliği olduğunu, (bkz. ARKAN, Ticari İşletme Hukuku, ANKARA 2018, S. 74). ( (bkz. ÜLGEN/HELVACI/KAYA/ERTAN, Ticari İşletme Hukuku, 6. BASI, İST. 2019 s. 73) (Prof. Dr. Aydın Zevkliler/ Prof Dr. Çağlar Özel, Tüketicinin Korunması Hukuku, 1. Bası, Ankara 2016, s. 92) Açıklanan bu gerçeklere rağmen, kar elde etmekten başka amacı olması hukuken mümkün olmayan davacı şirketin tüketici olduğunu kabul etmek her türlü bilimsel gerçeğe ve açık yasa hükmüne aykırılık teşkil edeceğini, davacının bu yöndeki talebi ise kötü niyetli bir şekilde tüketici sayılmaya yönelik olduğunu, Davacı, anonim şirket olup, tâcir sıfatına haiz olduğunu, mahkemenin de bilgileri dahilinde olduğu üzere, TTK m. 124 uyarınca, limited şirket, bir ticaret şirketi olduğu gibi aynı zamanda bir sermaye şirketi olduğunu, Türk Ticaret Kanunu’nun 19. maddesinden anlaşılacağı üzere, yalnızca gerçek kişi tacirler, işlemin yapıldığı anda bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirir veya işin ticari sayılmasına durum elverişli olmazsa, borç adi sayılır ve ticari iş karinesi geçerli olmayacağını, dolayısıyla açıktır ki, tüzel kişi tacirlerin adi işlem veya tüketici işlemi yapmaları (kendilerinin tüketici olması) yasa hükümlerince kabul edilmediğini, Anılan sebepler ve yukarıda yer verilen doktrin ile içtihatlar ışığında, mevcut davada mahkemenin görevli mahkeme olduğu ilk bakışta dâhi açıkça ortada olup, görevsizlik kararı verilmesi mümkün olmadığını, aksi yöndeki münferit istinaf mahkemesi kararlarının ise hukuka aykırı oldukları açık olup, emsal teşkil etmesi mümkün bulunmadığını, zira bu kararlar bağlayıcı olmayıp, hukuki gerçeklerden uzak olduğunu, Müvekkili … ile davalı arasında hiçbir tüketici işlemi ve ilişkisi mevcut olmadığını, müvekkilinin hiçbir şekilde davacı ile bir tüketici işlemi yapmadığı, davacı ile herhangi bir sözleşme ilişkisine veya davacıya yönelik bir uygulama içine de girmediğini, bu nedenle yerel mahkeme tarafından oluşturulan hükmün usul ve yasaya açıkça aykırı olduğunu, bir an için davacının müvekkili şirkete karşı bir dava açılabileceği düşünülse dahi -ki davacı ile müvekkili arasında hiçbir hukuki ilişki bulunmadığından bu dahi mümkün olmadığını, müvekkiline karşı açılacak işbu davanın tüketici mahkemesinde görülebilmesine olanak bulunmadığı, ancak ve ancak asliye ticaret mahkemelerinde görülmesi mümkün bulunduğunu, Zira, müvekkili … ile davacı arasında 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun uyarınca tüketici mahkemelerinin görev alanına giren hiçbir tüketici işlemi veya davacıya yönelik hiçbir tüketici uygulaması bulunmadığını, davacının müvekkili … A.Ş.’den mülkiyetin kendisine devrini talep edebileceği ne bir sözleşme ne de lehine tescili sağlayacak bir yasa hükmü bulunmadığını, diğer bir deyişle, davacı ile müvekkili … A.Ş. arasında mülkiyetin devri talebine vücut verecek hiçbir hukukî işlem bulunmadığı gibi, bunun dışında başka bir işlem de mevcut olmadığını, davacının kendisi lehine kişisel talep hakkı doğurabilecek nitelikteki hukuki ilişkisi, müvekkilinin dışındaki diğer davalı … A.Ş. ile akdettiği gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi olduğunu, esasen davacı tarafından dava dilekçesi ekinde sunulan 08.05.2018 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin taraflarına bakıldığında müvekkilinin işbu sözleşmeye taraf olmadığı ve sözleşmenin diğer davalı … ile akdedildiği açıkça görüleceğini, Davacı … ile davalılardan … arasında kurulmuş bulunan ve müvekkilinin hiçbir şekilde tarafı olmadığı 08.05.2018 tarihli Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi uyarınca davacının müvekkilinden hiçbir şey talep etme hakkı bulunmadığını, müvekkilinin hiçbir şekilde belirtilen satış vaadi sözleşmesinin tarafı olmadığı gibi, arsa maliki olarak davacı ile hiçbir hukuki ilişkiye ve hatta en küçük bir sözleşme müzakeresine dahi girişmediği, davacıya yönelik hiçbir uygulama içinde olmadığını, müvekkilinin, sadece diğer davalı … ile satış vaadi sözleşmesi imzalamış olup (imzalanan bu sözleşme … ile davacı arasında imzalanan satış vaadi sözleşmesinden tamamen bağımsız olduğunu) buna göre ancak … A.Ş., müvekkiline satış vaadi sözleşmesinden doğan borçlarını yerine getirdiğinde, müvekkilinin arsayı …’a (davacıya değil) devredeceğini, ayrıca müvekkilinin diğer davalı … A.Ş. ile hiçbir temsil veya ortaklık ilişkisi içinde de bulunmamakta, bu husus da davacının taraf olduğu satış vaadi sözleşmesinin 3-xvi. Numaralı maddesinde açıkça ifade edilmekte olduğunu, müvekkili şirketin, davacı ile hiçbir hukuki ilişki içinde olmadığında hiçbir tereddüt bulunmadığını, Davacının, kendisiyle hiçbir sözleşme ilişkisi bulunmayan, kendisine satışı ve tescili vaad etmiş olmayan müvekkiline karşı tescil davası açması mümkün bulunmamakla birlikte, davacının müvekkili nezdinde “tüketici” sıfatının olmaması nedeniyle, açılan davada tüketici mahkemelerinin görevli olması mümkün olmadığını, zira, davacının ne müvekkili ile bir hukuki ilişkisi ne de müvekkile karşı ileri sürebileceği bir hakkı bulunmadığını, Görüldüğü gibi davacı ile … A.Ş. Arasındaki sözleşme ilişkisinin tamamen dışında bulunan ve sadece arsa maliki sıfatına haiz bulunan müvekkili şirket ile davacı arasında Tüketici Hukukuna ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna dayalı hiçbir hukuki ilişki bulunmadığından, davacının müvekkili bakımından tüketici olarak kabulünün mümkün olmadığını, bu sebeple, asla kabul anlamına gelmemek kaydıyla, farz-ı muhal olarak bir an için davacının müvekkili aleyhine bir tescil veya tazminat davası açması söz konusu olsa dahi, bu davayı görmekle görevli mahkeme asliye ticaret mahkemeleri olup, tüketici mahkemeleri hiçbir şekilde görevli bulunmadığını,İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, satış vaadi sözleşmesi uyarınca İstanbul İli, Büyükçekmece İlçesi, … Köyü, … Ada … Parsel … numaralı, villa niteliğindeki bağımsız bölümün davacı adına tapuya kayıt ve tescili, mümkün olmaması halinde rayiç değerden az olmamak kaydıyla belirlenecek tazminatın avans faiziyle birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesi talepli alacak davadır.Mahkemece, davacının davasının HMK 114/1-c maddesi kapsamında mahkemenin görevli olmaması sebebiyle HMK 115/2 maddesi gereğince USULDEN REDDİNE, yargılama yapma yetki ve görevinin Tüketici Mahkemesi olması sebebiyle dosyanın HMK 20. Maddesi kapsamında daha önce görevsizlik kararı veren Bakırköy 2. Tüketici Mahkemesi’ne gönderilmesine, karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Somut olayda; davacı ile … A.Ş. arasında düzenlenen 08.05.2018 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinde “bağımsız bölüm alıcı ve satıcıya ilişkin bilgiler” başlıklı 1. sayfasında taşınmazın türü villa olarak nitelendirildiği, bedele ilişkin bilgiler bölümünde de “konut bedeline ilişkin bilgiler” başlığı altında tüm vergiler dahil peşin fiyatının 2.750.000 TL olduğunun yazılı olduğu, bu haliyle sözleşmeye konu taşınmazın villa niteliğinde konut olduğu tesbit edilmiştir. Somut olayda, taraflar ticari şirket olup tacirdir. 6102 sayılı TTK’nun 19/1 maddesinde, bir tacirin borçlarının ticari olmasının asıl olduğu, ancak gerçek bir kişi olan tacirin yaptığı işlemin ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirildiği veya işlemin fiil veya işleminin ticari sayılması niteliği gereği uygun olmadığı takdirde, bu işlemlerden doğan borcun adi sayılacağı düzenlenmiştir. Anılan madde yönünden yasa koyucunun, sadece gerçek kişi tacirleri öngörmesine ve dolayısıyla tüzel kişi tacirlerin bu kuralın dışında kalmasına göre, ticari bir şirket olan davacının tüketici olarak kabul edilmesi mümkün değildir. ( Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2015/10751 Esas- 2016/2252 Karar sayılı kararıda benzer mahiyettedir.) Türk Ticaret Kanununda ticari şirketlerin tacir sayılacağı hükme bağlanmıştır. Tacir niteliğindeki tüzel kişileri ilgilendiren bütün muamele, fiil ve işleri ticari işlerdendir. Eğer bir muamele fiil veya iş ticari iş ise, bunlara özel ticari kurallar uygulanır. Bu tüzel kişilerin bir mal veya hizmeti özel amaçlarla satın alarak nihai olarak kullanmaları veya tüketmeleri söz konusu değildir.(Yargıtay 17.HD., 2016/18301 E., 2016/12036 K. Sayılı kararı benzer mahiyettedir.) Taraflar arasındaki sözleşmenin her iki tarafın ticari işletmesi ile ilgili husustan kaynaklandığı buna göre uyuşmazlığın TTK 4. maddesinde sayılan nisbi ticari dava olduğu anlaşılmaktadır. TTK 5. maddesine göre ticari davalarda görevli mahkeme Asliye Ticaret mahkemeleridir. Buna göre, söz konusu uyuşmazlığın çözümünde Asliye Ticaret Mahkemeleri görevli olduğundan davalı vekilinin göreve ilişkin istinaf sebebi yerinde görülmüştür. İlk derece mahkemesince iş bu davada görevli olduğu gözetilip işin esasına girilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi yerinde görülmediğinden Davalı … A.Ş. vekilinin istinaf başvusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a3 maddesi gereğince kaldırılarak, taraf delillerinin toplanarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalı … A.Ş.’nin istinaf başvurusunun KABULÜ ile; Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 05/11/2020 tarih ve 2019/800 Esas 2020/644 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a3 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davalı tarafından yatırılan 162,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 59,30.TL istinaf karar harcının talep halinde istinaf eden davalıya iadesine, 3-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 4-Artan gider avansı olması halinde, avansı yatıran tarafa iadesine, 5-Kararın ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 25/03/2021 tarihinde HMK’nın 353/1-a3 maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.