Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/2276 Esas
KARAR NO: 2021/1852 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 26/10/2021 Tarihli Ara Karar
NUMARASI: 2021/680 Esas
DAVANIN KONUSU: Ticari Şirket
KARAR TARİHİ: 22/12/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile,bir aile şirketi olarak kurulan …’nin çok fazla faaliyet gösteren bir şirket olmasa da, şirket adına kayıtlı çok sayıda lüks araç bulunduğunu, bu araçların kazaya veya suça karışması halinde davacının hukuki ve cezai sorumluluğu doğacağını, araçların vergi borçlarının ödenip ödenmediğinin de bilinmediğini, ayrıca şirket bilançosu, kâr ve zararlılık durumu, şirketin vergi borçlarının ödenip ödenmediği, piyasa, banka ve başkaca kredi kuruluşlarına borcu olup olmadığı hususunda davacının hiç bir bilgisi bulunmadığını, dava dışı şirketin 2010 – 2012 – 2014 -2016 – 2019 – 2020yıllarına ait genel kurul toplantılarının yapılmadığını, ilerleyen zamanlarda hiç beklemediği ve altından kalkamayacağı bir borç yükü ile karşılaşma riski bulunduğunu belirterek davacının ortağı bulunduğu …’ni tek başına temsile yetkili …’un hüküm tesis edilinceye kadar HMK 390/3. Maddesi uyarınca şirketi borçlandırıcı ve şirket malvarlığını azaltıcı işlem yapma yetkisinin sınırlandırılması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile, tarafların hissedarı olduğu … LTD.ŞTİ . 24.06.2008 tarihinde odaya kaydolan, 500.000 TL sermayeli, kurulduğu andan bilitibar değişmeyen 2 ortaklı bir şirket olduğunu, dava tarihi 22.10.2021 tarihine kadar yaklaşık 14 yıldır karar almada hiç bir sorun yaşamayan, organ teşekkülü sorunsuz işleyen, müdür müvekkili tarafından liyakatla ve ehil bir şekilde yönetilen bir şirket olduğunu, davacı yanın dilekçesinde açıkça beyan ettiği üzere davacının müvekkilinin kardeşi …’a karşı açtığı boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi istemli davalarla birlikte hakkın suistimali sayılabilecek- gerçek dışı itham, iddialarla ve de haksız menfaatlenme amaçlı açılan davayla ‘müvekkilinin Müdürlük Görevinden azli- şirkete kayyım atanması istemli’ taleplerde bulunulduğunu, temel olarak dava dilekçesinde zikredilen talep gerekçesi; şirket genel kurul toplantılarının düzenli olarak yapılmaması olduğunu, bunun dışında dava dilekçesinde ki; şirket işleyişi hakkında bilgi sahibi ve dahili olmaması, dava dışı eşe açılan boşanma davasının kardeşi olan müvekkili ile de ‘güven ilişkisini’ sarması; müvekkili ile davacının husumetli duruma gelmesi. şirketin bu süreçte malvarlığını ‘azaltabileceği, şirketin sahibi olduğu araçların kazaya ve suça ‘karışabileceği’, ilerleyen zamanda borç yükü ile ‘karşılaşabileceği’ gibi iddia ve ithamlar, ihtimaller maalesef ki şirketler hukukunun ruhuna ve işleyişine aykırı, somut bilgi, veri ve delil olmadan tamamen ‘amaca yönelik potansiyel niyet okuma- delil üretme gayretinden’ öte bir durum olmadığını, hukukun hayatın dışında anlamsız kalıptan ibaret olmadığını, kanunlara konulan düzenlemeler belli gerekçeleri ihtiva etmekte olduğunu, herkesin haklarını kullanırken dürüstlük kuralına uyması gerekliliği bil itibar gelen evrensel bir hukuk normu olduğunu, ( HMK.24-33) huzurda açılan davada, yaklaşık 14 yıldır aynı sistem ve çerçeve içinde sorunsuz işleyen ortaklık yapısında, bu işleyişte bugüne kadar onay ve muvafakatlerini yeri geldiğinde OKK ile yeri geldiğinde ise maddenin (TTK.617) gerekçesinde ‘SİRKÜLER KARAR’ olarak adlandırılan ve TTK. 617/4 maddesiyle dayanak bulan şekilde her daim görüşünü beyan eden davacının, salt dava dışı eşine açtığı haksız ve de asılsız ithamlı boşanma davasıyla birlikte hayatın ve ticaretin içinde ki potansiyel risk ve olaylardan söz edip, bu potansiyeller içinde aslında şirket açısından şirket dışı kullanım nedeniyle en büyük risk sahiplerinden birisi olan altında ki lüks arabanın da şirkete ait olduğu gerçeği göz ardı edilip dava açılmasında iyi niyetten bahsedilemeyeceğini, sadece İTO kaydına bakarak ve de TTK.617/4 maddesini göz ardı ederek sicil sayfasında tescil olmayan yıllarda Şirket Genel Kurulunun toplanmadığı sonucuna ulaşmak; yine aynı yöntemle sadece İTO ve TTSG kaydına bakarak … evi terk ettikten 1 ay sonra müvekkilimin ortağı olduğu ancak temsil yetkisine haiz olmadığı …’in şubesi kapanmıştır.’ derken aslında bu şube kapanışının, İstanbul 8 Sulh Hukuk Mahkemesinin 2017/283 E. Ve 2018/330 K. Sayılı tahliye kararı uyarınca cebri icra yoluyla gerçekleştiğini bilmeden sadece ama sadece mahkeme nezdinde bir algı üretmeyi amaçlamak yukarıda zikredilen ilkeleri de aynı zamanda hiçe saymak olduğunu, bu algı ve dürüstlük kuralına aykırı iddia ve söylemler aynı zamanda Şirketler Hukukunun doğasına da aykırı olduğunu, mahkemenin ilk etapta taraflarının savunmasını ve diyeceklerini sunmadan oluşturduğu ihtiyat-i tedbir kararı da bu anlamda mutlaka gözden geçirileceğini, TTK.593 vd. Maddelerinde ortakların hak ve borçları listelendiğini, TTK.623. Vd. Maddelerinde de müdürlerle ilgili düzenlemelere yer verildiğini, (TTK.614) açık kanun maddesine rağmen üstelik 14 yıldır aynı oranda değişmeden hissedarı olduğu şirketle ilgili ‘bilgi sahibi ve dahilinin olmadığı’ iddiası tam anlamıyla suiniyet örneği, haksız menfaatlenme gayretinden ibaret olduğunu, mülge TTK’nın 538. Maddesinde ‘Ortaklar umumi heyeti müdürler tarafından her yılda bir defa ve iş yılının sona ermesini takibeden üç ay içinde toplantıya çağırılacağı gibi,..’ ifadesiyle mülga yasa döneminde her yıl GK yapılması zaruret olmadığını, fakat yeni TTK. 617. Maddesinde ki ‘Olağan genel kurul toplantısı, her yıl hesap döneminin sona ermesinden itibaren üç ay içinde yapılır. ‘ şeklinde ki düzenleme ile genel olarak her yıl GK yapılması uygulamada zaruret olarak görülmekte olduğunu, fakat bu zaruretin oluşturabileceği sıkıntılar nedeniyle TTK.617/4. Maddesinde ‘Herhangi bir ortak sözlü görüşme isteminde bulunmadıkça, genel kurul kararları, ortaklardan birinin gündem maddesi ile ilgili önerisine diğer ortakların yazılı onayları alınmak suretiyle de verilebilir. ‘ düzenlemesiyle ortakların bir araya gelmeden de karar alabilmesinin önü açıldığını, bu nedenle tarafların hissedarı olduğu şirket dava tarihine kadar hiç bir zaman karar almada sıkıntı yaşamamış, organsız kalmadığını, açılan boşanma davası sonrasında sadece TTSG kayıtları ile GK yapılmadığı dolayısıyla müdürün azli talebinin bu nedenle yasal bir temeli olmadığını, kaldı ki Genel Kurul yapılmamasının müeyyidesi ‘müdürün azli’ değildir. Kanunda sadece TTK.636. Maddesinde ‘genel kurul toplanamıyorsa, ortaklardan veya şirket alacaklılarından birinin şirketin feshini istemesi üzerine şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, müdürleri dinleyerek şirketin, durumunu Kanuna uygun hale getirmesi için bir süre belirler, buna rağmen durum düzeltilmezse, şirketin feshine karar verir.’ düzenlemesi mevcut olduğu, burada ‘toplanamama’ olgusundan söz edildiğini, oysa ki maddi vakıada bu gibi imkansızlığı düşündüren bir olgu yoktur. İstenildiği zaman toplanılmış/ kararlar alındığını, son olarak; müdürün azli için ileri sürülen iddialar son derece soyut ve dayanaksız iddialar olduğunu, (TTK 630) müvekkilinin müdür olarak görev yaptığı süreçte şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini yerine getirdiği, şirket aile fertlerinin altında olduğu söylenen lüks araçları edinebilmiş bir şirket olduğu, davacının zikrettiği ‘salt şirket hissedarı olmayan …’a açılan boşanma davası, neden müvekkilime karşı güven sorununu oluşturduğu ‘ hiç bir surette anlaşılamadığını, bu süreçte Şirket hiç bir karar almadığı, mal varlığında eksiltme yada borçlanmaya gitmediğini, bu gerçekliğe rağmen verilen tedbir kararı şirketler hukukunun yönetim anlayışına aykırı bir karar olduğunu, Kanun, müdürlerin azli ve sorumluluğunu belirlediğini, bunun içinde ortağın kardeşine açılan boşanma davası olmadığını, genel olarak ‘haklı sebepler’ düzenlemeleri ‘tadadi’ yani sınırlı olarak belirtilemeyeceği, fakat hiç bir hakta sınırsız olmadığını, müvekkilinin şirkette ortak olmayan kardeşine boşanma davası açılması, bu davayla müvekkilinin de kendilerince husumetli kabul edilmesi, müvekkilinin şirkette ortak olmayan kardeşinin bir başka şirketteki hissesini devretmesi, azil ve kayyım istediği için bir neden olamayacağını, bunun kabul edilebilir bir hukuki durum olmadığını, yine şirketin sahibi olduğu araçların kazaya ve suça karışma ihtimali diye şirketin borçlanabileceği diye afaki varsayımsal yaklaşımlarla sonuca gidilemeyeceğini, somut gerçekliğin önemli olduğunu savunarak, 26/10/2021 tarihli ihtiyati tedbir kararına karşı istinaf yoluna gitme hakkı saklı tutularak, öncelikle davacı yanın dava açmakta hukuki yararı olmamakla, davanın usulden reddine, nihai olarak davanın esastan reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ ARA KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 26/10/2021 tarih ve 2021/680 Esas sayılı ara kararında; “6100 sayılı HMKnun 389.maddesinde “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.” denilmektedir. İncelenen sicil kayıtlarında davalının uzun süredir genel kurul toplantılarını yapmamış olduğu, bu işlemlerin davacının ileride telafisi güç zararlara uğratabileceği de anlaşılmakla, davaya konu şirkette %50 hissedar gözüken davacının hisselerinin nominal değeri olan 250.000,00 TL’nin %20’i oranında (50.000,00 TL) nakdi yada gayri nakdi teminat mukabilinde (şirketin verilecek tedbir kararından dolayı uğrayabileceği zararın teminatı olmak üzere) davalı …’un davaya konu İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünün … sırasında sicile kayıtlı …nin, zararlandırıcı, borçlandırıcı ve şirket malvarlığını azaltıcı tasarrufi ve borçlandırıcı işlemler konusunda Mahkememizce yeni bir karar verilinceye kadar tedbir konulmasına, davalı müdürün şirketi borçlandırıcı, işlemler yapma ve şirket aktif malvarlığının devrine yönelik yetkilerinin sınırlandırılmasına dair karar vermek gerekmiş…”gerekçesi ile, Davacı vekilinin ihtiyati tedbir talebinin KABULÜNE, Davaya konu şirkette %50 hissedar gözüken davacının hisselerinin nominal değeri olan 250.000,00 TL’nin %20’i oranında (50.000,00 TL) nakdi yada gayri nakdi teminat mukabilinde (şirketin verilecek tedbir kararından dolayı uğrayabileceği zararın teminatı olmak üzere) davalı …’un davaya konu İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünün … sırasında sicile kayıtlı …nin, zararlandırıcı, borçlandırıcı ve şirket malvarlığını azaltıcı tasarrufi ve borçlandırıcı işlemler konusunda Mahkememizce yeni bir karar verilinceye kadar TEDBİR KONULMASINA, davalı müdürün şirketi borçlandırıcı, işlemler yapma ve şirket aktif malvarlığının devrine yönelik yetkilerinin sınırlandırılmasına, istinaf yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verilmiş ve karara karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesi ile, Tarafların hissedarı olduğu … LTD.ŞTİ . 24.06.2008 tarihinde odaya kaydolan, 500.000 TL sermayeli, kurulduğu andan bilitibar değişmeyen 2 ortaklı bir şirket olduğunu, dava tarihi 22.10.2021 tarihine kadar yaklaşık 14 yıldır karar almada hiç bir sorun yaşamayan, organ teşekkülü sorunsuz işleyen, müdür müvekkilim tarafından liyakatla ve ehil bir şekilde yönetilen bir şirket olduğunu, Dava dilekçesinde açıkça beyan edildiği üzere Davacı yanın, şirkette hissedar olmayan Müvekkilimin kardeşi/ Davacının eşi …’a karşı açtığı boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi istemli davalarla birlikte Şirkette, 14 yıllık geçmiş süreçten farklı hiç bir yeni vakıa, alınmış yeni bir karar, şirketin yönetimi ya da malvarlığıyla ilgili bir tasarrufta olmamasına rağmen ‘Şirket genel kurul toplantılarının düzenli olarak yapılmaması’ temelinde bazı afaki, soyut ve gerçekleşmemiş vakıalardan bahisle ‘ihtiyat-i tedbir istemli’ olarak ‘Müvekkilinin Müdürlük Görevinden azli- şirkete kayyım atanması istemli’ taleplerde bulunulduğunu, nitekim; Şirket işleyişi hakkında bilgi sahibi ve dahili olmama, Dava dışı eşe açılan boşanma davasının kardeşi olan müvekkilimle de ‘güven ilişkisini’ sarması; müvekkili ile davacının husumetli duruma gelmesi, Şirketin bu süreçte malvarlığını ‘azaltabileceği’, Şirketin sahibi olduğu araçların kazaya ve suça ‘karışabileceği’, İlerleyen zamanda borç yükü ile ‘karşılaşabileceği’, gibi iddia ve ithamlar, ihtimaller maalesef ki şirketler hukukunun ruhuna ve işleyişine aykırı, somut bilgi, veri ve delil olmadan tamamen ‘amaca yönelik potansiyel niyet okuma- delil üretme gayretinden’ öte bir durum olmadığını, HMK. 389/1 maddesi uyarınca ‘Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebileceğini, Davanın konusu müvekkilinin müdürlük görevinden azli ve şirkete kayyım istemi olduğu, bu istem dillendirilirken ve de dava dilekçesi dikkatle incelendiğinde; kurgu, davacının eşi …’a karşı açılan boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi üzerinden ve de Şirkette hissedar olmayan …’un tasarrufları üzerinden yapılmakta olduğunu, Fakat tarafların 14 yıldır … LTD.ŞTİ.’NDE 1/2 oranında ortak olduklarını, müvekkilinin ise münferiden müdür olup bugüne değin ortaklar arasında en ufak bir ihtilaf, dava yaşanmamıştır. Dava dilekçesinde, basitçe TTSG bilgilerinden hareketle ‘TESCİL’ olmayan yıllarda genel kurul yapılmadığı savı ortaya atılıp azil ve kayyım talep edilmekte olduğunu, Oysa ki huzurda açılan davada, yaklaşık 14 yıldır aynı sistem ve çerçeve içinde sorunsuz işleyen ortaklık yapısında, bu işleyişte bugüne kadar onay ve muvafakatlerini yeri geldiğinde OKK ile yeri geldiğinde ise maddenin (TTK.617) gerekçesinde ‘SİRKÜLER KARAR’ olarak adlandırılan ve TTK. 617/4 maddesiyle dayanak bulan şekilde her daim görüşünü beyan eden davacının, salt dava dışı eşine açtığı boşanma davasıyla birlikte hayatın ve ticaretin içinde ki potansiyel risk ve olaylardan söz edip, bu potansiyeller içinde aslında şirket açısından şirket dışı kullanım nedeniyle en büyük risk sahiplerinden birisi olan altında ki lüks arabanın da şirkete ait olduğu gerçeği göz ardı edilip dava açılmasında iyi niyetten bahsedilemeyeceğini, Dava dilekçesinde müvekkilinin, TTK. 626 ve 627. Maddelerinde ifadesini bulan sorumlulukları ile ilgili somut bir ihlal iddiası olmadığını, dava dilekçesinde 3 temel iddia olduğunu, İlki şirketin 2010-2012- 2014 -2016 -2019-2020 yıllarına ait genel kurul toplantılarını yapmadığı iddiası olduğu, Mülge TTK’nın 538. Maddesinde ‘Ortaklar umumi heyeti müdürler tarafından her yılda bir defa ve iş yılının sona ermesini takibeden üç ay içinde toplantıya çağırılacağı gibi,..’ ifadesiyle mülga yasa döneminde her yıl GK yapılması zaruret olmadığı, fakat yeni TTK. 617. Maddesinde ki ‘Olağan genel kurul toplantısı, her yıl hesap döneminin sona ermesinden itibaren üç ay içinde yapılır. ‘ şeklinde ki düzenleme ile genel olarak her yıl GK yapılması uygulamada zaruret olarak görülmekte olduğunu, fakat bu zaruretin oluşturabileceği sıkıntılar nedeniyle TTK.617/4. Maddesinde ‘Herhangi bir ortak sözlü görüşme isteminde bulunmadıkça, genel kurul kararları, ortaklardan birinin gündem maddesi ile ilgili önerisine diğer ortakların yazılı onayları alınmak suretiyle de verilebilir. ‘ düzenlemesiyle ortakların bir araya gelmeden de karar alabilmesinin önü açıldığını, Bu nedenle tarafların hissedarı olduğu şirket dava tarihine kadar hiç bir zaman karar almada sıkıntı yaşamadığı, organsız kalmadığını, açılan boşanma davası sonrasında sadece TTSG kayıtları ile GK yapılmadığı dolayısıyla müdürün azli talebinin bu nedenle yasal bir temeli olmadığını, Kaldı ki Genel Kurul yapılmamasının müeyyidesi ‘müdürün azli’ olmadığını, kanunda sadece TTK.636. Maddesinde ‘genel kurul toplanamıyorsa, ortaklardan veya şirket alacaklılarından birinin şirketin feshini istemesi üzerine şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi, müdürleri dinleyerek şirketin, durumunu Kanuna uygun hale getirmesi için bir süre belirler, buna rağmen durum düzeltilmezse, şirketin feshine karar verir.’ düzenlemesi mevcut olduğu, burada ‘toplanamama’ olgusundan söz edildiğini, oysa ki maddi vakıada bu gibi imkansızlığı düşündüren bir olgu olmadığı, istenildiği zaman toplanılıp kararlar alındığını, İkincisi, şube kapama şeklinde malvarlığını azaltma iddiası olduğu, bu iddia da İTO ve TTSG kaydına bakılarak ‘… evi terk ettikten 1 ay sonra müvekkilinin ortağı olduğu ancak temsil yetkisine haiz olmadığı …’in şubesi kapanmıştır.’ denildiğii, oysa ki bu şube kapanışı İstanbul 8 Sulh Hukuk Mahkemesinin 2017/283 E. Ve 2018/330 K. Sayılı tahliye kararı uyarınca cebri icra yoluyla gerçekleştiğini, Üçüncüsü ise; şirketle ilgili bilgi sahibi olamama hususu olduğunu, oysa ki TTK. 614. Maddesi uyarınca; her ortak, müdürlerden, şirketin bütün işleri ve hesapları hakkında bilgi vermelerini isteyebileceği ve belirli konularda inceleme yapabileceğini, genel kurul, bilgi alınmasını ve incelemeyi haksız yere engellerse, ortağın istemi üzerine mahkeme bu hususta karar vereceğini, mahkeme kararının kesin olduğunu, davacının hiç bir zaman bu isteğini şirkete ya da müdüre karşı dillendirmediğini, Dava dilekçesinde müdürün azli için ileri sürülen iddialar son derece soyut ve dayanaksız iddialar olduğu, bu hususta ki düzenleme TTK.630. Maddesi olduğu, bu maddeye göre; her ortağın, haklı sebeplerin varlığında, yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını mahkemeden isteyebileceği, yöneticinin, özen ve bağlılık yükümü ile diğer kanunlardan ve şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlal etmesi veya şirketin iyi yönetimi için gerekli yeteneği kaybetmesi haklı sebep olarak kabul olunacağını, davacı yan haklı sebep sayılabilecek yani özen ve bağlılık yükümü ile diğer yükümlülüklerini ağır bir ihmale ya da ihlale yönelik somut bir veri ortaya konmadığını, salt GK yapılmaması azil için yeterli olmadığını, Gelinen aşamada; Limited Şirkette bir ortağın hak ve borçları TTK.593 vd. Maddelerinde sayıldığını, yine müdürün azli ya da yetkilerinin kısıtlanması TTK.629 ve 630 maddelerde düzenlendiğini, TTK.636. Maddesi uyarınca bu aşamadan sonra dahi genel kurulun ikmali- yapılması dava temelini çökertecek bir sebep olduğu, davacının TTK.614. Maddesinde süreci izleyerek pekala şirket hakkında bilgi sahibi olabileceğini, bu şartlarda, TTK.629,630 maddeleri koşulları oluşmamış iken yasal süreçle ve de ortak iradeyle seçilen müdür müvekkilinin, bu görevini ortakların iradesine müdahale edecek şekilde üstelik dayanaksız bir surette ihtiyati tedbir kararıyla kısıtlama, daraltma hatta yapılan ilanla birlikte 3. Şahıslar nezdinde şirket hakkında olumsuz bir imaj oluşturarak, açıkça kanuna aykırı bir tutum ve karar olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesinin 26/10/2021 tarihli ara kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. 6100 sayılı HMK’nın “İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar” başlıklı 341. maddesine göre, “İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü halinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir.” Söz konusu maddenin gerekçesinde de değinildiği üzere, ihtiyati tedbir ve ihtiyati hacze ilişkin geçici hukukî koruma taleplerinin kabulü hâlinde itiraz imkânı bulunduğundan, önce bu yola (itiraz) başvurulması gerekli olup, ancak itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması mümkündür. Nitekim HMK’nın 389 ve devamı maddelerinde de ihtiyati tedbir konusu düzenlenmiş olup, aynı Kanun’ un 394/1. maddesinde “karşı taraf dinlenmeden verilmiş olan ihtiyati tedbir kararlarına itiraz edilebilir” denilmek suretiyle, bu durumda öncelikle kararı veren mahkemeye itiraz yolu öngörülmüştür. HMK’nın 394/4. maddesinde, ihtiyati tedbir kararına karşı itiraz başlığı altında “İtiraz dilekçeyle yapılır. İtiraz eden, itiraz sebeplerini açıkça göstermek ve itirazının dayanağı olan tüm delilleri dilekçesine eklemek zorundadır. Mahkeme, ilgilileri dinlemek üzere davet eder; gelmedikleri takdirde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. İtiraz üzerine mahkeme, tedbir kararını değiştirebilir veya kaldırabilir.”, 394/5.maddesinde de, “İtiraz hakkında verilen karara karşı, kanun yoluna başvurulabilir. Bu başvuru öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır.” düzenlemesi mevcuttur. Somut olayda; mahkemece verilen 26/10/2021 tarihli ara kararda her ne kadar istinaf kanun yolu açık olarak verildiği yazılmış ise de; yukarıda açıklandığı üzere karara karşı, kararı veren mahkemeye itiraz yolu açık olup, ilk derece mahkemesinin ihtiyati tedbir isteminin kabulüne ilişkin kararı, istinaf yoluna başvurulabilir nitelikte bir karar değildir. Mahkemece, istinaf dilekçesi itiraz olarak kabul edilip itiraz hakkında bir karar verilmeli, bu karar taraflara tebliğ edildikten sonra kanun yoluna başvurulması halinde istinaf incelemesi için dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesi gerekmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere ihtiyati tedbirin kabulüne ilişkin ara karar itiraza tabi olup öncelikle mahkemenin itirazı değerlendirmesi ve itiraz hakkında bir karar vermesi gerekmektedir. Kanunda ön görülen itiraz yolunun ara kararda istinaf olarak yanlış gösterilmesi hatalı olup, davalı vekilinin istinaf dilekçesinin tedbir kararına karşı itiraz olarak değerlendirilip HMK 394/5 uyarınca karar verilmeden dosyanın istinaf incelemesine gönderilmesi usul ve yasaya uygun değildir. Açıklanan nedenlerle; HMK’ nın 341/1. maddesinde belirtildiği şekilde itiraz üzerine verilmiş ve istinaf edilebilir mahiyette bir karar bulunmadığından, davalı vekilince yapılan istinaf başvurusunun HMK’ nın 352. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davalının istinaf başvurusunun 6100 sayılın HMK’ nın 352. maddesi gereğince USULDEN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 162,10.TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenden alınması gereken 59,30.TL istinaf karar harcı, istinaf aşamasında peşin olarak yatırıldığından, yeniden harç alınmasına yer olmadığına, yatırılan harcın hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden taraf üzerinde bırakılmasına, 5-Artan gider avansı varsa talep halinde iadesine, 6-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 22/12/2021 tarihinde HMK’nın 362/1-f maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.