Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/2055 E. 2023/412 K. 09.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/2055 Esas
KARAR NO: 2023/412 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2014/535 Esas – 2021/423 Karar
TARİHİ: 03/06/2021 ( Gerekçeli Karar ) ( Davacıların İstinafı )
17/09/2021 ( Ek Karar ) ( Davalıların İstinafı )
DAVA: Tazminat
KARAR TARİHİ: 09/03/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketlerin döşemelik kumaş pazarında ithalat ve ihracat faaliyetlerini yürüten 2002 yılından beri de İstanbul Anadolu ve Avrupa bölgelerinde suni deri alanında ve fikri mülkiyet haklarına konu edilmiş microfibers döşemelik kumaş, italyan dokuma kumaş ürünlerinde de Türkiye’de tek yetkili satıcısı olarak faaliyet gösterdiğini, müvekkili şirketlerin ticari faaliyetlerini yaklaşık 10 yıldır müşterisi olduğu davalı bankanın Güneşli Medya şubesiyle karşılıklı güven ile istikrarlı bir biçimde yönetmiş olduğunu, 14/01/2013 tarihinde davalı bankanın Güneşli Medya şubesi müdürü …’nin, müvekkili şirketlerin de içinde yer aldığı bir kısım hesaplardaki paraları hileli işlemler ve bir takım usulsüzlüklerle toplam 1.550.000,00-TL’yi zimmetine geçirdiğini, şüpheli hakkında da bankacılık kanununda tanımlanan zimmet suçu ve ilgili suçları işlediği şüphesi ile Cumhuriyet Savcılığı nezdinde soruşturma başlatıldığını, müvekkili şirketlerin hesaplarının boşaltılmış olduğunu 14/01/2013 tarihinde fark etmesi üzerine davalı bankadan 1.550.000,00-TL’sini talep ettiğini, konu ile ilgili 8 kez toplantı yapıldığını ve 33 kez de ihtar ve yazı gönderildiğini, bu arada davalı bankanın 22/03/2013 tarihine kadar müvekkili hesapları ile ilgili sadece vadesi gelen çeklerle ilgili ödemeler haricinde yükümlülüklerini yerine getirmediklerini ve yapılması gereken iş ve işlemleri zamanında yapmayarak veya eksik yaparak müvekkillerini zarara uğrattığını, müvekkillerinin hak arama çabası içinde kaybettikleri zaman diliminde zararları ve yoksun kalınan kar kaybından dolayı 281.800,00-EUR zarara uğradıklarını, müvekkili şirketlerin hesaplarında bulunan paraları kullanamamasından dolayı ticari faaliyetlerinin yerine getirilememesine ve ödemelerini zamanında ve tam olarak yapmamasına neden olduğunu, müvekkillerinin Bulgaristan’da yerleşik müşterisinden aldığı 53.000 metre siparişi ekonomik sıkıntılar nedeniyle karşılayamadığından 16.050,00-EUR zarara uğradığını, Belçika’da yerleşik müşterisinden aldığı 25.000 metre sipariş talebini yerine getirememesi nedeniyle 51.250,00-EUR zarara uğradığını, Bulgaristan’da yerleşik müşterisinin 33.000 metre siparişini yerine getiremediğinden 11.550,00-EUR zarara uğradığını, Bursa’da yerleşik müşterisinin 39.500 metre siparişini yerine getiremediğinden 78.200,00-EUR zarara uğradığını, ayrıca Belçika’da yerleşik müşterisinin 100 adet üründen oluşan koleksiyon geliştirme talebini yerine getiremediğinden ve 50.000 metre sipariş talebi karşılanamadığından 124.750,00-EUR zarara uğradığı ve bu taleplerin toplamının 281.800,00-EUR olduğunu, bir güven ve itibar müessesesi olan bankanın tutarsız davranışları ve krizi iyi yönetememesi nedeniyle müvekkillerine verdiği zararı karşılaması gerektiğini, tüm bu nedenlerle müvekkilinin davalı banka personeli tarafından hesaplarından haksız çekilmiş olan 1.550.000,00-TL’nin iadesi talebinin yerine getirilmemiş olması nedeniyle 5 adet kumaş siparişinin yerine getirilememesi nedeniyle toplam 157.050,00-EUR karşılığı 405.063,36-TL ile koleksiyon geliştirme talebinin yerine getirilememesinden kaynaklanan 124.750,00-EUR karşılığı 321.755,20-TL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, müvekkili banka müdürü …’nin 14/01/2013 günü şubeye, yaptığı yolsuz işlemlerle ilgili bir elektronik posta göndererek kayıplara karıştığını, bu mailde davacı şirketlerin isminin de geçtiğini, bunun üzerine müvekkilinin adı geçen hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ve müfettişler eliyle de şubede inceleme başlatıldığını, inceleme devam ederken dahi hesaplarında bilgileri dışında yapılan işlemler nedeniyle davacıların da aralarında bulunduğu 23 müşteriye TL, USD ve EURO cinsinden ödemeler yapıldığını ve bunlara ilişkin ibranameler alındığını, davacı ve ortakları ile de ayrı ayrı imzalanan ibranamelerde müvekkili bankadan başkaca hak ve alacaklarının kalmadığı konusunda mutabık kalındığını, buna ilişkin ibranamelerin dosyaya sunulduğunu, buna rağmen davacıların bu ibranameleri göz ardı ederek gönderdikleri ihtar ile ibranameleri tehdit ve baskı altında imzaladıklarından bahisle asılsız taleplerde bulunduklarını, halbuki böyle bir durumun olmadığını, davacıların zararına mesnet olarak hukuken hiçbir değer atfedilmeyecek ve her zaman düzenlenmesi mümkün olan siparişi yerine getiremediklerinden 726.818,56-TL zarara uğradıklarını iddia etmelerinin hesaplarda bulunan tutarlar ve tekstil piyasasındaki işlem vadeleri göz önüne alındığında gerçeklerden uzak olduğunu belirterek, davanın reddini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 03/06/2021 tarih 2014/535 Esas – 2021/423 Karar sayılı kararında;”Dava, davalı banka çalışanlarının usulsüz işlemlerle davacı şirketlerin hesaplarından bir miktar para çekilmesi, bu paraların davalı tarafından zamanında ödenmemesi sonucu, davacı şirketlerin aldıkları siparişleri yerine getirememeleri ve uğramış oldukları kay kaybı nedeniyle oluşan zararın davalı bankadan tahsili talebine ilişkin bulunmaktadır. bankacılık işlemlerinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.Mahkememizce, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2013/11 E. Sayılı dosyası, davalı banka kayıtları, davacı şirketlerin ticari defter ve kayıtları, davalı banka çalışanları tarafından yapılan usulsüz işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler, davalı banka tarafından davacı şirketlere yapılan ödemelere ilişkin bilgi ve belgeler, taraflar arasında yapılan yazışmalar, 22/03/2013 tarihli ibranameler dosyamız arasına alınmış, tarafların beyanları değerlendirilmiş, farklı bilirkişi heyetlerinden 09/02/2016 tarihli, 06/06/2017 tarihli ve 15/04/2020 tarihli rapor ve ek raporlar temin edilmiştir. Mahkememizce tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirilmiştir. Buna göre; davalı bankanın Güneşli Medya Şubesi eski müdürü …nin görevde bulunduğu 14/03/2013 tarihine kadar banka müşterilerinin hesaplarından müşterilen bilgisi ve onayı dışında paralar çekerek zimmetine geçirdiği, bazı müşterilere krediler açarak üçüncü şahıslara kullandırdığı, bu kapsamda davacı şirketlerin hesabından da toplam 1.550.000,00-TL’nin çekildiği hususunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davalı banka tarafından olay öğrenildikten sonra teftiş kurulu aracılığıyla inceleme başlatıldığı, davacıların da arasında bulunduğu diğer şahıs ve şirketlerin hesaplarında inceleme yapıldığı, hesabından usulsüz olarak para çekilen kişi ve şirketlere ödemeler yapıldığı, aynı kapsamda davacı şirketlerin hesabından usulsüz olarak çekilen paraların da 22/03/2013 tarihinde kadar davacı şirketlere ödenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan ödemeler sonrasında her iki davacı şirket davalı banka ile düzenledikleri ayrı ayrı ibranameler ile davalı bankayı ibra etmişlerdir. Buna rağmen davacı şirketler ibranamelerin imzalanmasından sonra söz konusu ibranamelerin müzayaka altında imzalandığını, bu nedenle geçersiz olduğunu, davalı banka tarafından zamanında ödeme yapılmaması nedeniyle, yurt dışı firmalardan almış oldukları siparişleri yerine getiremediklerini, kar kaybına uğramış olduklarını ileri sürerek uğramış oldukları bu zararların tahsilini talep etmektedirler. Her iki davacı şirket tarafından 22/03/2013 tarihinde davalı banka ile düzenlenen ibranameler ile, davacı şirketlerin tüm zararlarının davalı banka tarafından karşılandığını, davalı bankadan her ne nam adı altında olursa olsun başka herhangi bir alacakları kalmadığını, her türlü zararlarının davalı banka tarafından karşılandığını kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Söz konusu ibranamelerin şekil anlamda geçerli oldukları sabittir. Davacı, davadaki talebini aşırı yararlanmaya, müzayaka halinde ibranamelerin düzenlendiğine, yani gabine dayandırmıştır. 6098 Sayılı TBK’nın 28. maddesi “Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir” hükmünü içermektedir. Gabinin varlığından söz edebilmek için, gabinin objektif ve subjektif unsurlarının somut olayda gerçekleşmiş olması gerekir. Gabinin subjektif unsuru, gabine uğradığını iddia eden tarafın zor durumda olmasından, düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden diğer tarafın yararlanmış olmasıdır. Objektif unsuru ise taraf edimleri arasında aşırı bir oransızlık bulunmasıdır. Buna göre, 6102 Sayılı TTK’nun 18/2. maddesi de gözönüne alındığında, limited şirket statüsünde tacir olan her iki davacı yönünden düşüncesizlik ve deneyimsizlik şartlarının oluşmasının mümkün olamayacağı, davacı tarafın zor durumda(müzayaka halinde) olduğuna ilişkin dosyada herhangi bir delilin bulunmadığı, kendisini sektöründe Türkiye’nin önde gelen firmalarından birisi olarak tanıtan davacı tarafın hesaplarından bu miktarda bir paranın çekilmesi ile müzayaka haline düşeceğinin kabul edilmesinin hayatın olağan akışına ters düştüğü, bu kabulün mümkün bulunmadığı, kendisi de tacir olan davalı banka tarafından, yapılacak ödeme nedeniyle ibraname talep edilmesinin ve yine ibraname verilmemesi halinde alacak miktarının mahkemece tespit edileceği yönündeki beyanın, hukuka, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka ve adaba aykırı bir yönünün bulunmadığı, davacıların hesaplarından çekilen paranın tamamının kısa bir süre içinde hesaplarına yatırıldığı, davacı tarafın, zararının karşılanıp ibraname verildikten kısa süre sonra ibranamelerin müzayaka halinde düzenlendiğini ileri sürmesinin aynı zamanda 4721 Sayılı TMK’nun 2. maddesine göre kötü niyet teşkil ettiği, ayrıca söz konusu dönem içinde alınan siparişlerin yerine getirilememesi ve kar kabına uğranılmasının davacı şirketlerin (kendilerine göre de )sektörde ileri gelen şirketler olduğu gözönüne alındığında, sadece davalı tarafından, hesaplarından usulsüz olarak çekilen paraların zamanında ödenmemesinden kaynaklandığına ilişkin dosyada herhangi bir delilin de bulunmadığı göz önünde bulundurularak davacılar tarafından açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur. “gerekçesi ile, Davacılar tarafından açılan davanın REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davalı vekilinin tashih talebi üzerine; ilk derece mahkemesinin 17/09/2021 tarih 2014/535 Esas – 2021/423 Karar sayılı EK kararı ile; “Davalı vekili, hükmün tashihi talepli dilekçesi ile; gerekçeli kararın, hüküm kısmının 2. maddesinde, nispi alınması gereken harcın maktu alındığı; ayrıca 4 nolu maddesinde, avukatlık ücretine ilişkin AAÜT’nin 13. maddesi gereğince, nispi vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken, maktu ücret takdir edildiğinden bahisle, maddi hatanın düzeltilmesini ve verilecek kararın taraflara tebliğini talep etmiştir. Davalı vekilinin tashih dilekçesinin, 28/08/2021 tarihinde davacılar vekiline tebliğ edildiği, ancak davacılar tarafından, dilekçeye karşı herhangi bir cevap verilmediği anlaşılmıştır. Talep, 6100 Sayılı HMK 304. maddesi gereğince, Mahkememizce hükmedilen vekâlet ücreti ile harca ilişkin hükmün tashih yoluyla düzeltilmesi talebine ilişkin bulunmaktadır. Mahkememizin 2014/535 E., 2021/423 K. sayılı kararının incelenmesinden, Mahkememizce davacılar tarafından açılan davanın, davalı banka çalışanlarının usulsüz işlemlerle davacı şirketlerin hesaplarından bir miktar para çekilmesi, bu paraların davalı tarafından zamanında ödenmemesi sonucu, davacı şirketlerin aldıkları siparişleri yerine getirememeleri ve uğramış oldukları kar kaybı nedeniyle oluşan zararın davalı bankadan tahsiline ilişkin tazminat davası olarak nitelendirildiği, davanın tazminat davası olarak nitelendirilmesi nedeniyle, davacılar tarafından açılan davanın reddine karar verilmesi üzerine 2021 yılı AAÜT 13/4. maddesi gereğince, kendisini vekille temsil ettiren davalı lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği, yine davanın reddine karar verilmesi nedeniyle, davacılardan maktu harç alınmasına, davacı tarafça fazladan yatırılan harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacılara iadesine karar verildiği anlaşılmıştır. 6100 Sayılı HMK’nun 304/1. maddesi; “Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.” hükmünü içermektedir.Mahkememiz gerekçeli kararının incelenmesinden, hükmedilen vekâlet ücretleri ve alınmasına ve iadesine karar verilen harç yönünden yazı veya hesap hatası bulunmadığı gibi, tamamen veya kısmen hüküm verilmeyen bir durum da söz konusu bulunmamaktadır. Davalı vekilinin vekâlet ücretine yönelik tashih talebi, davanın alacak davası olması nedeniyle nisbi vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik olup, bu husus esasa yönelik, hukuki değerlendirmeyi gerektiren bir talep niteliğinde olmakla ve Mahkememizce de gerekçeli kararda da belirtildiği gibi davanın tazminat davası olarak değerlendirilip, bu kapsamda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle , vekâlet ücreti yönünden yapılan tashih talebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Davalı vekilinin hükmedilen ve iadesine karar verilen harca yönelik tashih talebi, dava değeri gözönünde bulundurularak, yargılama sonunda davacı tarafa iadesine karar verilen harcın, davacıya iade edilmemesi gerektiği hususuna yönelik olup, alınmasına ve iadesine karar verilen harç yönünden hükümde yazı veya hesap hatası bulunmadığı gibi, davanın reddine karar verilmesi nedeniyle, davacı taraftan maktu red harcı alınmasına ve fazladan yatırılan harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı tarafa iadesine yönelik hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmaması nedeniyle harca yönelik hüküm yönünden yapılan tashih talebinin de yerinde olmadığı anlaşılmıştır. ” gerekçesi ile; “1-Davalı vekilinin tashih talebinin REDDİNE, 2-İşbu ek kararın gerekçeli kararın eki sayılmasına, “karar verilmiş, ek karara karşı davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle, yerel mahkemenin gerekçeli kararında müvekkili şirketlere ait hesapların boşaltıldığı tarihin yanlış belirtildiğini, Davalı bankanın Güneşli Medya Şubesi eski müdürü …, banka müşterilerinin hesaplarından müşterilerin bilgisi ve onayı dışında paralar çekerek zimmetine geçirdiğini ve bazı müşterilere kredi açarak üçüncü şahıslara kullandırdığını, Müvekkili şirketlerin hesaplarından 1.550.000,00-TL’nin çekildiği 14/01/2013 tarihinde;1 USD=1,7697, 1 EURO = 2,3649 TL olduğunu, Şirketler için; o günün şartlarında davalı banka tarafından çekilen paranın yabancı para cinsinden karşılığının 875.854,665-USD ve 655.418,834-EURO olduğunu, şahsi hesaplardan 1.000.000,00-TL’nin çekildiği 14/01/2013 tarihinde, o günün şartlarında davalı banka tarafından çekilen paranın yabancı para cinsinden karşılığının 565.067,526-USD ve 422.850,861-EURO olduğunu, Vuku bulan olayın 14/01/2013 tarihinde öğrenilmiş olup, bu süreç içerisinde müvekkili şirketlerin ve şirket yetkililerinin mağduriyetinin davalı bankaya defalarca iletildiğini, müvekkili şirketlere ait ödemelerin zamanında yapılabilmesi ve içinde bulunulan durumdan bir an evvel kurtulabilmek amacı ile banka yetkilileri ile birçok görüşme ve toplantı yapıldığını, Davalı bankaya 33 defa ihtar ve bilgi yazısı yazılarak hem şirket hem de şirket yetkililerinin şahsi hesaplarındaki incelemenin ivedilikle tamamlanmasının talep edildiğini, Ancak davalı banka tarafından bu taleplere olumlu yanıt verilmediğini; davalı banka tarafından sadece 22/03/2013 tarihinde, şirkete ait vadesi gelen çekler ile ilgili bir kısım ödemeler yapıldığını, şahsi hesaplara ilişkin hiçbir ödeme yapılmadığını, Her ne kadar yerel mahkeme kararının gerekçe bölümünde “..Davalı bankanın Güneşli Medya Şubesi eski müdürü …’nin görevde bulunduğu 14/03/2013 tarihine kadar banka müşterilerinin hesaplarından para çekerek zimmetine geçirdiği…davacıların hesaplarından çekilen paranın tamamının kısa süre içerisinde yatırıldığı…” ifade edilmişse de, müvekkili şirketlerin hesaplarının usulsüz bir şekilde davalı banka şube müdürü tarafından boşaltıldığının öğrenildiği tarihin 14/01/2013 tarihi olduğunu, 14/01/2013 tarihinden ibranamelerin imzalandığını ve yapılacak ödemelerin bu ibraname şartına tabi tutulduğu tarihin ise 22/03/2013 olduğunu, belirtilen sebeplerle, ilk olarak davalı banka şube eski müdürü tarafından gerçekleştirilen olayın meydana geliş tarihi ve ödemelerin ibraname şartına tabi tutularak yapıldığı tarih göz önüne alınarak arada geçen süre içerisinde müvekkili şirketlerin ödeme almadığını ve bu sebeple zarara uğradığının açıkça ortada olup kısa süre içerisinde paranın yatırılmasının da söz konusu olmadığını, İşbu sebeple, (esasen başkaca bir değerlendirmeye dahi gerek olmaksızın sadece bu sebebe dayanılarak) davalarının haklı olduğunun kabulüne karar verilmesi gerekmekte iken yerel mahkeme tarafından davalarının reddine karar verilmesinin açık bir şekilde hukuka aykırı olup hakkaniyete aykırı sonuçlar yarattığını; sektöründe ne denli lider konumda olursa olsun, hesaplarındaki paraya -üstelik de davalı bankanın hukuka aykırı eylemi neticesinde yaklaşık 3 ay boyunca ulaşamayan ve bu bakımdan ödemelerini yapamayan bir tacirin iflasın eşiğine geleceğini; ticaret hayatının hızlı olmasının, 3 ay boyunca ödemelerini yapamayan bir tacirin piyasada devam etmesine mâni olduğunu, Şirket yetkilileri tarafından imzalanan ibranamelerin irade sakatlığı sebebi ile geçersiz olduğunu, Şirket hesaplarına ait durumun, vadesi gelen çekler nedeniyle ekonomik baskılar altında devam ettiğini, şirket yetkililerine ait şahsi hesaplarda ise aylarca süren müzakere ve inceleme döneminde ortaya çıkan kişisel problemlere dair hiçbir ödeme yapılmadığını; tam bu noktada, müvekkillerin hesaplarındaki paraya davalı bankanın hukuka aykırı eylemi nedeniyle 3 ay kadar bir süreyle ulaşamadığını yeniden anımsatmak gerektiğini, Bu süreç içerisinde müvekkili şirket ve yetkilileri tarafından soruna ivedilikle çözüm bulunması ve nakit ihtiyacının karşılanması talebi ile davalı bankaya defalarca başvuru yapılmasına rağmen, davalı banka tarafından bu taleplerin ısrarla reddedildiğini, Davalı banka konumu itibariyle müvekkillerinin tüm hesaplarını görebilmekte olduğunu, düzenlenen tüm çeklerin vadelerini ve miktarlarını bilmekte müvekkili üzerindeki ekonomik baskıyı ve nakit ihtiyacını net olarak izleyebilmesine rağmen, “ya bu kadarını alırsın ve kaderine boyun eğersin veya almazsın “batarsın”, “kapına haciz gelir”, “ekonomik açıdan iflas edersin” şeklinde korkutmalarla müvekkillerinin iradesini sakatlayarak bahis konusu ibranameleri imzalatmak zorunda bıraktıklarını, bu hususların tanık beyanlarıyla da sabit olduğunu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E. 2017/1-1212, K. 2021/304, T. 18.03.2021 tarihli kararının; “… Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı tehdidi ile (dava açılacağı, icra takibi yapılacağı, şikâyet hakkının kullanılacağı gibi) sözleşme yapıldığında ise bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması halinde, korkutmanın varlığı kabul edilir…” şeklinde olduğunu, Davalı banka çalışanı … tarafından atılan mail doğrultusunda, ibranamelerin mesai saati dışında imzalandığını, ödemelerin mesai saati dışında yapıldığını, 22/03/2013 tarihinde davalı … Bankası’nın Ticari Bankacılık Yönetimi Satış Yönetim Başkanı pozisyonunda görev yapan Sn. …’nin şirket ortaklarından … ve …’a göndermiş olduğu mailin aşağıdaki gibi olduğunu,“Sonuç olarak, en son nihai banka kararı olarak, ortaklara toplantıda belirttiğim ödemeler tam yapılacak, şirkette de size belirttiğim 136.000-TL düşülerek ödeme yapılacak ve ilaveten 150.000-TL çekle ile ilgili ödeme yapılacak. Ancak bunun şartı kayıtsız şartsız banka tarafından belirlenecek ibranamenin imzalamasıdır bu çok önemli çünkü banka tespit ettiği tutardan 1 milyon tl fazla ödeme yapıyor dolayısı ile bu ibranamenin alınma şartı banka yönetimi kararıdır. Bu ibranamenin alınmaması durumunda ödeme ancak bankanın tespit ettiği tutarda ödeme yapılabilecek ki bu tutar yaklaşık 1.3 milyon tl civarında olacaktır .. niye diye sorarsanız eğer fazla ödeme yapmamıza rağmen yine mahkemelik bir durumumuz olacaksa toplam ödemeyi mahkemenin tespit etmesi ve ondan sonra ödeme yapmamız bizim için daha doğru olacaktır.” Sn. … tarafından ibranamenin imzalanması halinde ödeme yapılacağına ilişkin şirket yetkililerine gönderilen mailin öğlen 12:08’de gönderilmiş olduğunu, şirket yetkilileri tarafından aynı gün 12:22′ de gönderilen mailde bankadan ibraname örneği talep edildiğini, ibranamelerin banka tarafından iletilmemesi sebebi ile tekrardan 14:39’da bankaya mail atıldığını, ibranamelerin saat 14:39 itibariyle müvekkillere gönderilmediği açık olduğunu, davalı bankanın bu ibranameleri bilerek mesai saatinin son saatlerine bıraktığını ve müvekkilleri tarafından yeterli inceleme yapılmasına, revize taleplerde bulunulmasına engel olduğunu ve hiçbir değişikliğe izin vermediğini, (EK-1: 22/03/2013 tarihli mail çıktıları) Tek taraflı ve sadece banka lehine hazırlanmış ibranamenin şirket yetkilileri tarafından serbest irade ile imzalanma ihtimalinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, şirket yetkililerin iradelerinin sakatlandığının kabulünün gerektiğini; akabinde ise, aylar süren incelemenin neticelenmemesi ve ibranamenin imzalanmaması durumunda çek bedellerinin ödenmemesi, şirketin devamlılığı ve mevcut/gelecek borçların yönetilememesinin korku ve endişesiyle şirket yetkilileri tarafından tek çare olarak ibranamelerin imzalandığını; bu bakımdan davalı bankanın müvekkilin iradesini, müzayaka durumunda olmasından istifade ederek iğfal ettiğini, İlgili ibranamelerin, 22/03/2013 tarihi saat 17:21 – 17:35 arasında mesai saatleri dışında şirket yetkililerine imzalatıldığını ve ödemelerin de 19:27-19:32 arasında mesai saati dışında yapıldığını, (EK-2: İbraname suretleri) 1.550.000,00-TL (çekilen paranın yabancı para cinsinden karşılığı o günkü kura göre 875.854,665-USD ve 655.418,834-EURO) şirket hesabından 1.000.000,00-TL (çekilen paranın yabancı para cinsinden karşılığının o günkü kura göre 565.067,526-USD ve 422.850,861-EURO olduğunu) şahıs hesaplarından para çekildiğini ancak davalı banka tarafından şirket hesaplarına yönelik 250.000-tl eksik ödeme yapıldığını; işbu hususun dahi davalı banka tarafından zorlamaya dayalı ibraname imzalatıldığını açıkça ortaya koyduğunu; bu bağlamda davalı bankanın, sadece ibraname imzalanması noktasında değil; ayrıca ödemenin eksikliği noktasında da müvekkilinnin iradesini -zor durumda olmasından faydalanarak- sakatladığını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1983/15-939 E. 1985/282 K. 05/04/1985 tarihli kararının da görüşlerini desteklediğini, “Çekişmede, işin akışı davacı yüklenicinin ekonomik bunalım nedeni ile müzayaka halinde (darda kalma) durumunu meydana çıkarmakta olduğu gibi, uygulanması daha önce kabul edilen kararname gereği düzenlenen hakedişe, bilahare (ibraname alınmak kaydı) eklenince (korkutma) ikrah: hukuka aykırı etkiyle imzalan ibranameyle sakat iradesi görünmüştür. Yüklenici korkutularak hukuki işlem yapmaya zorlanmıştır. Zira iş hayatında mal varlığının akıbeti ve neticeleri söz konusudur. Haksızlık yapılmış ve hukuki işlem yapmaya zorlanılmıştır. Davacı yüklenici vermek zorunda kaldığı ibraname ile bağlı değildir. (BK. md: 29/1) Artık yapılan işlem her iki taraf için de kesinlikle hükümsüz hale gelmiştir.” Dosya kapsamında alınan 22/04/2021 havale tarihli bilirkişi raporunun 8. sayfasının 2. paragrafında; “Açıkça belirtildiği üzere davalı banka, davacılar için takdir edilen ödemenin davacılar tarafından kabul edilmemesi halinde ödeme miktarının mahkemece tespit edilmesi ve akabinde ödeme yapılacağını, ödeme miktarının kabul edilmesi halinde ibraname karşılığı acil olarak ödeme yapılacağına dikkat çekilmiştir…davacılar tarafından mahkemeye başvurulması halinde (mahkeme süreci dikkate alınarak) nakit ihtiyacı olan davacıların uzun süre tahsilat yapamayacağı ve dava sonucunun bekleneceği ve bu süreç sonucunda mahkemenin vereceği kararın davalı banka aleyhinde olması durumunda ise, mahkeme kararının bozulması için davalı bankanın önce istinaf’a ve daha sonra yargıtay’a başvuracağı izahtan varestedir. bu durumda, yine davanın uzaması nedeniyle tahsil edilecek tl tutarının enflasyon ortamında satın alma değerinin düşeceği dikkate alındığında, bu durum nakit ihtiyacı olan davacılar aleyhine olacaktır. diğer yandan, davacıların mahkemeye müracaat etmemesi halinde davalı banka tarafından önerilen/ teklif edilen miktarın davacılarca kabul edilmesi halinde davacılara hemen ödeme yapılacağının işaret edilmesi, nakit ihtiyacı olan davacıların uzun yargılama süreci nedeniyle davalı bankanın şartlı ödeme teklifini kabul etmeleri yönünde bir zaruretin mevcut olduğu sonucuna varılmıştır.” görüşüne yer verildiğini, Yukarıda izah edilen, davalı banka çalışanı tarafından ibranameye ilişkin mail atıldığı gün ile aynı gün ibraname imzalatılması, ibranamelerin ve para transferlerinin mesai saati dışında yapılmış olmasının, müvekkili şirketlere eksik ödemede bulunulmuş olması hususlarının dikkate alınarak şirketlerin zor durumda olduklarının ve bu sebeple ibranameyi imzaladıklarının kabulünün gerektiğini, 22/04/2021 havale tarihli bilirkişi raporunda da, bu hususların isabetli bir şekilde değerlendirildiğini ve müvekkili şirket yetkililerine imzalatılan ibranamelerin şirketlerin zor durumda nakit sıkıntısı içerisinde imzalatıldığını, korkutma ve zorlamaya dayandığını, bu sebeple şirket yetkililerinin iradelerinin sakatlandığını kısacası davadaki haklılıklarını ortaya koyduğunu; bununla birlikte istinafa konu ilk derece mahkemesi kararında, bilirkişi raporunda alıntılanan ifadelerin neden dikkate alınmadığı noktasında bir gerekçe de bulunmadığını, Müvekkillerin ibranameyi imza altına alırken iradelerinin sakatlandığının tanık beyanı ile de sabit olduğunu, işbu dosya kapsamında dinlenen tanık beyanları ile de müvekkili şirket yetkililerinin, ibranamenin imzalanma aşamasında iradelerinin sakatlandığı hususunun doğrulandığını, tanık … 16/04/2015 tarihli duruşmada “ben davalı bankanın aynı şubesinde mevduat sahibiydim, bende bu olaylar nedeniyle sıkıntı yaşadım, ayrıca o tarihler de bu nedenle sık sık şubeye gitmek zorunda kaldım ve bu arada davacı şirketin de benim gibi mağdur edildiğini bizzat gördüm, davacı şirkete bir kısım miktardan vazgeçmeleri halinde senetlerin ödeneceği ya da ibraname verilmesi halinde ödeme yapılacağı şekilde beyanda bulunuyordu, bu sıkıntılı süreci ben de yaşadım..” şeklinde beyanda bulunduğunu, Tanık beyanı ile de sabit olduğu üzere, müvekkillerin gerek ibranamenin imzalanmaması durumunda 100.000,00-Euro bedelli çek bedellerinin ödenmemesi ve şirketin devamlılığı konusunda duyulan endişe-kaygı, gerek şahsi tarafta aylara ve yıllara varacak sorgulama/yargılama dönemini bekleyemeyecekleri için iradeleri sakatlanmak suretiyle 22/03/2013 tarihi saat 17:25’de ibranameleri imzalamak zorunda bırakıldıklarını(EK-4: 25/03/2013 tarihinde, 100.000,00-Euro çek ödemesini gösteren tahsilat makbuzu) Müvekkili şirketlerin nakit sıkıntısı içinde olması sebebi ile ibranamelerin imzalanmaması halinde ticari hayatta zorluk yaşayacağı ve en nihayetinde iflas edeceklerinin açıkça ortada olduğunu, müvekkil şirketler ve şirket yetkililerinin hesaplarının usulsüz bir şekilde boşaltılması sebebi ile şirketler ve yetkililerin nakit sıkıntısı içerisine girdiğini ve sorunun ivedilikle çözülmesi için davalı banka ile birçok görüşme gerçekleştirdiğini, Davalı banka çalışanı tarafından gönderilen 22/03/2013 tarihli mailde, ibranamelerin imzalanmaması halinde ödeme yapılmayacağının belirtildiğini ve bu sebeple şirketlerin zor durumda kalmasından faydalanarak ibranamelerin şirket yetkililerine imzalatılmaya çalışıldığını ve hatta ibranamelerde hiçbir değişiklik yapılmasına izin verilmeksizin ibranamelerin imzalatıldığını, Davalı banka yetkililerinin 25/03/2013 tarihinde, müvekkili şirketlere ait 100.000,00-Euro bedelli çek ödemelerinin bulunduğunu bilmekte olduğunu, ibraların imzalanmaması durumunda şirket çek bedellerinin ödenmeyeceğini belirtmekle birlikte müvekkillerine ibraname üzerinde yapılacak değişiklikleri kabul etmediklerini; aksi takdirde dava yoluna başvurabileceklerini ve alacaklarını beş sene sonra mahkeme yoluyla alabileceklerini ifade ettiklerini, Belirtilen sebeplerle, şirketlerin zarara uğradığı, ibranamelerin imzalanmaması halinde nakit sıkıntısının çözülemeyeceği ve en nihayetinde iflas edecek duruma geleceklerinin açıkça ortada olduğunu, Davalı banka tarafından hileli bir işlemle hesaplardan tahsil edilen tutarlar dikkate alındığında, bu tutarların firma kaynakları için ne kadar önemli olduğunun ortada olduğunu, müvekkillerin, 22/03/2013 günü ibranameleri imzalamaması durumunda, 25/03/2013 ödeme tarihli 100.000,00-Euro çek bedeli, çekilen nakit sıkıntısı sebebi ile ödenemeyecek ve çekin karşılıksız kalması gündeme gelerek bu sebeple şirketlerin yasal işlemler ile muhatap olmasının gündeme gelebileceğini, Ayrıca sanık banka müdürü tarafından müvekkili şirketler ile hiçbir ticari ilişkisi olmayan “… San. ve Tic. Ltd. Şti.” lehine 8 adet sahte çek keşide edildiğini; çek bedellerinin toplamının ise 490.000,00-TL olduğunu, (EK-5: Çek fotokopileri), müvekkili şirketlerin bilgisi dışında açılan sahte hesap ve sahte çek koçanları sebebi ile şirketlerin haciz ihbarnamesine muhatap olduklarını ve düzenlenen sahte çek koçanlarına ilişkin müvekkili aleyhine İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2013/337 D. İş ve 2013/337 K. sayılı dosyası ile 18/07/2013 tarihinde ihtiyati haciz kararının alındığını, (EK-6: İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2013/337 D. İş sayılı kararı), işbu ihtiyati haciz kararına istinaden İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E. sayılı dosyası ile müvekkili şirketler aleyhine kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibi başlatıldığını, söz konusu ihtiyati haciz dosyasına yapılan itiraz sonrasında icra takibinin ortadan kaldırıldığını, Yukarıda yaşanılan tüm olayların dikkate alındığında müvekkili şirketler ve şirket yetkilileri için bankanın hileli davranışları neticesinde hesaplardan çekilen paranın finansal kaynak olarak şirketin devamlılığı ve ticari hayatı için ne kadar önemli olduğunun açıkça ortada olmasına karşın yerel mahkeme tarafından bu hususların değerlendirilmemiş olmasının hukuka ve hakkaniyet kurallarına aykırı bir durum oluşturduğunu, Söz konusu meblağların son derece büyük olması bir yana, müvekkillerin bu paralardan davalı bankaca -müvekkilin iradesi sakatlanarak- yapılan ödemeye kadar yaklaşık 3 aylık bir süre geçtiğini; bu süreçte müvekkillerin, hiçbir dahli olmaksızın, yukarıda belirtildiği üzere haciz ve karşılıksız çek keşidesi tehlikesiyle karşı karşıya geldiği ve bu şartlar altında davalı bankaca -alacağın mahkemeler eliyle hesaplanacağı ve bu kapsamda yargılamanın uzun seneler boyunca süreceği noktasında tehdit de edilerek- ibraname imzalanmaya zorlandığını yeniden anımsatmak gerektiğini, İbranamelerin imzası akabinde davalı bankaya başvuru yapılarak ibranamelerin müzayaka halinde düzenlendiğinin ileri sürülmesinin asla kötü niyet olarak değerlendirilemeyeceğini, davalı banka çalışanları ile müvekkili şirket yetkilileri arasında yapılan harici görüşmeler, e-mail yazışmaları ve tanık beyanları ile ibranamelerin imza aşamasında, şirket yetkililerinin revize talebi bulunmasına karşın ibraname metninde en ufak değişiklik yapılmasına imkan verilmediğini, Söz konusu ibranamelerin 22/03/2013 tarihi cuma günü imzalanmasından sonra ilk iş günü olan 25/03/2013 tarihi pazartesi günü, Beşiktaş … Noterliği, … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile; davalı bankaya müvekkillerin iradesinin sakatlanmış olduğu ve bu sebeple ibranamelerin geçerli olmadığının ihtar edildiğini, (EK-8: Beşiktaş … Noterliği’nin 25/03/2013 Tarihli, … yevmiye numaralı ihtarnamesi) Ancak bu hususun yerel mahkeme tarafından hatalı bir şekilde “kötü niyet” olarak değerlendirildiğini; hal böyle iken ibranamelerin imzalanmasından sonra ilk iş günü içerisinde davalı bankaya ibranamelerin korkutma ve zor durumda kalma etkisi ile imzalandığının ihtar edilmesinin kötü niyet olarak değerlendirilmesinin kabulünün asla mümkün olmayıp bu hususun açıkça şirket yetkililerinin kanuni hakkı olan iptal hakkının yasal süresi içerisinde kullanılması niteliğinde olduğunu, asıl kötüniyet olarak değerlendirilmesi gereken hususun ibranamelerin imzalanmasından 2 hafta sonra davalı banka tarafından müvekkili şirketlere yönelik kredi borcu çıkarılması olduğunu, Davalı bankanın, müvekkil şirketlere imzalattığı ibraname sonrasında şirketlerin kredi borcu olduğunu ve kredi borcunun ödenmemesi halinde hesapların kat edileceğine ilişkin ihtarname gönderdiğini; akabinde taraflarınca İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2013/159 E. sayılı menfi tespit davasının açıldığını ve yapılan yargılama neticesinde müvekkili şirketlerin davalı bankaya borçlu olmadıklarının tespit edildiğini, Yargıtay incelemesi neticesinde ise kararın lehlerine kesinleştiğini, İşbu davada aşırı yararlanma koşullarının oluşmuş olup tarafların eşit olmadığını, Mahkeme gerekçeli kararında “davacı davadaki talebini aşırı yararlanmaya, müzayaka halinde ibranamelerin düzenlendiğine, yani gabine dayandırmıştır. 6098 sayılı TBK m. 28 uyarınca gabinin varlığından söz edebilmek için, gabinin objektif ve subjektif unsurlarının somut olayda gerçekleşmiş olması gerekir. Buna göre TTK 18/2 maddesi de göz önüne alındığında, limited şirket statüsünde tacir olan her iki davacı yönünden düşüncesizlik ve deneyimsizlik şartlarının oluşmasının mümkün olamayacağı, davacı tarafın zor durumda olduğuna ilişkin dosyada herhangi bir delilin bulunmadığı, kendisini sektöründe Türkiye’nin önde gelen firmalarından birisi olarak tanıtan davacı tarafın hesaplarından bu miktarda bir paranın çekilmesi ile müzayaka haline düşeceğinin kabul edilmesinin hayatın olağan akışına ters düştüğü, bu kabulün mümkün bulunmadığını…” belirtildiğini, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Madde 28’de “Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.” şeklinde ifade edildiğini, Kanun metninden açıkça anlaşıldığı ve öğretide de kabul edildiği üzere, sözleşme hukukunda geçerli olan irade özerkliği ve sözleşme serbestisi ilkeleri gereğince, kişilerin bir sözleşmedeki edim ve karşı edimi özgürce belirleyebileceğini, sözleşmenin şartlarını diledikleri gibi kararlaştırabileceklerini, genel kuralın, sözleşme serbestisi ve irade özerkliği olmakla birlikte, sözleşmenin taraflarından güçsüz olanın korunması ile sözleşmenin tarafları arasındaki dengenin sağlanabilmesi, sözleşmenin yapılması sırasında iradesinin oluşumu sakatlanmış olan tarafın korunması bakımından ise, kanun koyucu gabine ilişkin düzenlemeyi getirdiğini, bu kapsamda gabinin subjektif unsurlarından “zor durumda kalma hali”ne (=müzayaka) ve davalı bankanın işbu durumdan yararlanmasına özellikle dikkat çekmek istediklerini; mahkemece de bilindiği üzere ekonomik nitelikte de gerçekleşebilecek müzayaka hali gerçek kişiler gibi tüzel kişilerin hatta tacirlerin dahi uhdesinde meydana gelebilmekte olduğunu; daha önce de ifade olunduğu üzere müvekkili, şirket hesaplarının boşaltılması nedeniyle nakit sıkıntısına düştüğünü, 25/03/2013 (pazartesi) tarihinde, 100.000,00-euro bedelli çek ödemelerini yerine getiremeyecek duruma gelerek işbu sebeple aleyhine yürütülebilecek yasal işlemlerin tehlikesi altına girdiğini; müvekkilin işbu ekonomik zorda kalma haline doğrudan neden olan/vâakıf davalı banka ise, yaklaşan çek ödemelerinden hemen önce 22/03/2013 (cuma) tarihi mesai saatlerinin bitiminde ibra seçeneğini gündeme getirdiğini, müvekkilin ekonomik mahfına ilişkin sair telkinlerle müvekkilinin işbu ibranameyi imzalamak zorunda bıraktığını; şu halde yerel mahkemenin gerekçeli kararında yer verdiği “davacı tarafın zor durumda olduğuna ilişkin dosyada herhangi bir delilin bulunmadığı” şeklindeki hatalı ifadelerine katılmanın mümkün olmadığını; mahkemece müvekkili şirketlerin anılan dönemdeki hesap hareketlerinin, yaklaşmakta olan çek ödemeleri ve davalı banka tarafından gönderilen mailler üzerinden yapılacak olan incelemede açık bir şekilde görüleceğini; davalı bankanın müvekkili bizzat müzayaka haline düşürdüğünü ve bu halden de doğrudan yararlandığını; nitekim bu durumun 22/04/2021 havale tarihli bilirkişi raporu ve işbu dosyada mübrez tanık beyanı ile de sabit olduğunu, Görülen davada müvekkili şirket kobi iken, diğer tarafta Türkiye’nin en büyük 5 bankası içerisinde bulunan yapı kredi bankasının bulunduğunu, kanun koyucunun aşırı yararlanmaya ilişkin yasal düzenlemeye yer verme sebebinin güçsüz olanı korumak olduğu dikkate alındığında, müvekkili şirketlerin şirket hesapları ile şirket yetkililerinin şahsi hesaplarının boşaltılması sebebi ile müzayaka halinde olduklarının zaten izahtan vareste olduğunu, Davalı şirket banka çalışanının, müvekkili şirketlerin hesaplarındaki parayı zimmetine geçirmesi sebebiyle müvekkili şirketler -yerel mahkeme konusu kararda belirtildiği gibi kısa bir süre için değil- yaklaşık 3 ay boyunca nakit ihtiyaçlarını karşılayamadığını, hesaplarında bulunan paraları kullanamaması sebebiyle halihazırda ticari faaliyetlerini yerine getiremediğini, ödemelerini zamanında ve tam yapamadıklarını, Dosyada tarih sıralaması itibariyle müvekkili şirketlere gelen sipariş talep mailleri ve siparişin karşılanamadığına ilişkin cevap mailleri ve somut delillerin mübrez olup sadece siparişlerin yerine getirilmemesi sebebiyle bile müvekkili şirketlerin toplamda 281.800,00-Euro zarara uğradıklarının açıkça anlaşıldığını, Müvekkili şirketlerin o dönemde sektörün önde gelen firmalarından olmasının salt sermaye açısından değil, itibar ve saygınlık olarak da ön planda olmalarından kaynaklandığını; yaşanılan olayların neticesinde müvekkili şirketler için oluşturulan dedikodu ve bankalar nezdinde bırakılan zor durum sebebi ile müvekkili şirketlerin batma noktasına geldiğini; bu konuda dosyada alınan tüm bilirkişi raporlarında şirketlerin uğramış oldukları zararın da tespit edildiğini, Müvekkili şirketlere ait ciroların dosyada mübrez olup 3 aylığına kaybolan bu para sebebi ile hem şahsi ve hem de şirket hesaplarının kullanılamaması sebebiyle o dönemde ciddi derecede nakit akışı sorunu yaşadıklarını, İşbu sebeplere rağmen yerel mahkeme tarafından açıkça davalı tarafın banka olduğunu, taraflar arasında bu denli uçurum varken, davalı banka tarafından yapılacak ödemelerin sadece ibranamenin imzası şartına tabi tutulduğunu fakat ibranamenin imzalanmaması halinde müvekkil şirketlerin iflas edeceğini; bu açıdan zor durumda olduğu hususunun göz ardı edildiğini, Müvekkili şirketlerin sadece tacir olmaları sebebi ile zor durumda olduklarının kabul edilmemesinin son derece hatalı olduğunu, O dönemde … şirketinin 11 yıllık, … Pazarlama şirketinin ise 7 yıllık olduğu konusu üzerinde hiç durulmadığını; her iki şirkete ait cirolar dikkate alındığında iki şirketin de istikbal vaad eden şirketler statüsünde olduğunun açık olduğunu; ancak yerel mahkemenin bu hususta sadece “tacir – şirket” statüsü üzerinde durarak şirketlerin karşı karşıya kaldığı nakit sıkıntısını ve uğranılan zararı görmezden geldiğini; gerçekten de hukuki anlamda örneğin … AŞ de müvekkili şirketlerin de ticaret şirketi olduğunu; ancak ekonomik müzayaka bakımından sadece hukuki durumun değil; durumu değerlendirilecek şirketlerin ekonomik durumlarının da dikkate alınması gerektiğini; ilk derece mahkemesi kararında ise bu durumun dikkate alınmadığını; hemen yukarıda da arz olunduğu üzere müvekkillerin çek ödemelerinden hemen bir iş günü mesai bitimi sonunda “dayatılan” ibranamenin görmezden gelindiğini, Yargılama sırasında müvekkili şirketlerin mali durumlarının belirlenebilmesi amacı ile 25/10/2018 tarihli duruşma tutanağının 1 nolu ara kararında “davacı vekiline davacı şirketlerin tüm banka hesaplarına ilişkin banka şubeleri ve hesap numaralarının bildirilmesi” talep edildiğini, bankaların mahkemeye bildirilmesi neticesinde ilgili bankalara müzekkere yazıldığını, bankalardan gelen cevabı yazıların bilirkişi incelemesinde dikkate alınması gerekmekte iken bu hususun göz ardı edilerek hüküm kurulduğunu; ancak işbu hususun içtihat kararlarına aykırı olduğunu, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin E. 2016/12468, K. 2019/10033, T. 31.10.2019 kararının da görüşlerini desteklediğini;”Her ne kadar davacı tacir olup basiretli tacir gibi davranması gerekli ise de ticari hayatın devamı, ticari faaliyete konu tüm emtiaların zarar görmesi ve zarar sonrası sigorta ödemelerine ilişkin genel uygulama (önce ibranamenin imzalanması ardından ödeme yapılacağına ilişkin ön şart ileri sürülmesi gibi) gözetildiğinde kural olarak irade özerkliği ve sözleşme serbestisi içinde imzalandığı kabul edilmesi gereken ibranamelerin, müzayaka halinde imzalandığı iddiası ile geçersiz kılınmak istendiği; bu biçimde geçersizliği sağlayarak bunun sonuçlarından yararlanacak olan ve istisnai bir yol olan gabinin hukuksal sonuçlarından yararlanmak isteyen davacı tarafın iddiasının doğru olup olmadığının araştırılması gerektiği açıktır. Bu durumda mahkemece yapılacak iş; .. süresi içinde açıldığının kabul edilmesi halinde; davaya konu yangın olayının meydana geldiği 2013 yılından önceye dönük yakın yıllardaki davacının mali durumunun, ticari defter ve kayıtları ile muhasebe belgeleri üzerinden yapılacak incelemeyle saptanması; bu konuda uzman mali müşavir bilirkişi heyetinden, davacının yangın hasarından önceki yakın yıllara ait işletme kâr ve zararı, şirket özkaynakları, davacının hasar tarihinde mevcut borç-alacak miktarları konularında ayrıntılı rapor alınması; davacının hasar tarihinden önceki mali durumuna göre, yangından kaynaklanan hasarı bertaraf etme konusunda yeterli özkaynağı olup olmadığının detaylıca irdelenmesi, alacaklıların sıkıştırma iddialarının etraflıca araştırılması, bu husustaki taraf delillerinin toplanması ile gabinin subjektif unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği irdelenmesi gereklidir.” Bankanın basiretli tacir gibi davranmadığını; davada TTK. md.18 değerlendirmesi yapılırken sadece müvekkili şirketlerin tacirmiş gibi değerlendirme yapıldığını, davalı bankanın güven kurumu ve tacir olduğunun göz ardı edildiğini; gerçekten de basiretli davranma yükümlülüğünün kapsamının değerlendirilmesinde, tıpkı ekonomik müzayaka değerlendirilmesinde yapılması gerektiği halde yapılmadığı gibi, ilgili şirketin işlerinin dikkate alınması gerektiğini; bu bağlamda davalı bankanın basiretli davranma yükümlülüğünün çerçevesi bakımından bu anılan noktaların göz ardı edilmemesi gerektiğini, Bu kapsamda müvekkili şirketin hesaplarında gerçekleşen hukuka aykırı işlemlerin, davalı bankanın kendi iç denetimindeki tatbikinin gereğinden uzun sürmesi sebebiyle müvekkili şirketin, telafi edilemeyecek derecede zarara uğradığını, bu durumun, davalı bankanın basiretli tacir gibi davranmayarak gerekli denetim altyapısını hazırlamadığını ve önlemleri almamış olmasından kaynaklandığını, Mahkemenin davalı bankanın basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğünü ihlal etmesine rağmen aksi yönde hüküm kurmasının hatalı olduğunu, taraflarınca kabulünün mümkün olmadığını, Müvekkili şirketlerin uğradığı zararlar ve mağduriyetlerin bilirkişi raporları ile sabit olduğunu, yerel mahkeme kararında “…söz konusu dönem içinde alınan siparişlerin yerine getirilememesi ve kâr kaybına uğranılmasının davacı şirketlerin sektörde ileri gelen şirketler olduğu göz önüne alındığında, sadece davalı tarafından hesaplarından usulsüz olarak çekilen paraların zamanında ödenmemesinden kaynaklandığına ilişkin dosyada herhangi bir delilin de bulunmadığı göz önüne alınarak davanın reddine..” şeklinde karar verildiğini, Söz konusu ihtiyat-i haciz dosyasına yapılan itiraz sonrasında icra takibinin ortadan kaldırıldığını; olayın gerçekleşmesi sonrasında müvekkillerin, hem şirket hesaplarındaki hem de şahsi hesaplarında ki paraları kullanamamaları sebebiyle tedarikçilere ödeme yapamadığını, sipariş taleplerini karşılayamaz hale geldiklerini, Ayrıca, her sene katılmakta oldukları fuarlara mevcut ekonomik sıkıntı sebebiyle katılamadıkları gibi koleksiyon üretimi ve yeni sipariş alma imkânlarının ortadan kaldırıldığını, 09/02/2016 Tarihli Bilirkişi Heyet Raporunda; “…a) hesaptan çekilen paraların peyder pey ödenmiş olmasının davacılar aleyhine zarara neden olmasının mümkün olduğu, b) ancak hesaplama yapılamadığı” tespitin, 06/06/2017 Tarihli Bilirkişi Heyet Raporunda; “..a) Davacıların siparişlerini karşılayamadığından oluşan zararının 244.718,50-Euro,b) davacı şirketin ödeme güçlüğü çekmesi sebebi ile kullandığı kredilerden dolayı 10.946,80-TL finansman zararının oluştuğu,c) davacı şirketlerin ödeme güçlüğü çekmesi sebebi ile ortakların kullandığı kredilerden dolayı 8.946,72-TL finansman zararının oluştuğu..” tespitlerinin, 22/04/2021 Havale Tarihli Bilirkişi Raporunda,”a) 14/01/2013 tarihinde hesapların boşaltıldığının fark edilmesi üzerine hesaptan çekilen paranın ödenmesine ilişkin görüşmelerin 22/03/2013 tarihine kadar sürmesi neticesinde borçların karşılanamadığı ve siparişlerin yerine getirilemediği dikkate alınarak taleplerinde haklı oldukları; b) 2012 faaliyet gider oranı uyarınca dava tarihi itibari ile kâr mahrumiyeti/zararının 219.226-Euro, c) 2012 faaliyet kar oranı uyarınca dava tarihi itibari ile kâr mahrumiyeti/zararının 75.042,27-Euro olacağı” tespitlerinin yer aldığını, Yukarıda yer verildiği üzere dosya kapsamında yapılan tüm bilirkişi incelemelerinde müvekkili şirketlerin uğramış olduğu zararın tespit edilmiş olmasına karşın, yerel mahkeme tarafından gerekçeli kararda, zararın davalı tarafından hesaplarından usulsüz olarak çekilen paraların zamanında ödenmemesinden kaynaklandığına ilişkin dosyada herhangi bir delilin bulunmadığının belirtilmesinin sebebinin anlaşılamadığını; bu hususta dosyaya sipariş formları, faturalar, e – mail yazışmaları ve iptal bildirimleri sunulmuş olup sadece bu belgelerin dahi şirketlerin mağduriyetini ve zararını açıkça gösterdiğini, her ne kadar bilirkişi raporlarında müvekkili şirketlerin zararı belirlenmişse de dosya kapsamında alınan hiçbir raporda ibranamelerin imzalanmaması durumunda müvekkillerin ticari hayatının ne yönde olacağına dair görüş bildirilmediğini, Ancak görülen davada da asıl önemli olan hususun, zararın açıkça hesaplanması ve zararın boyutu dikkate alındığında ibraname imzalanmaması halinde müvekkili şirketin ticari hayatına devam edemeyeceğinin tespit edilerek korkutma ve müzayakanın var olup olmadığının ortaya konulması olduğunu, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2013/111 E. 2019/172 K. sayılı dosyasının, davalı bankanın kontrol ve denetim fonksiyonlarını gereği gibi yerine getirmediğini açıkça ortaya koyduğunu, Davalı banka çalışanlarının hukuka aykırı işlemleri nedeniyle İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi 2013/111 E. 2019/172 K. sayılı dosyasından görülmekte olan davanın karara çıkmış olup; sanıklar …, …, … hakkındaki davanın bu dosyadan tefriki ile yeni bir esasa kaydedilmesine ve haklarında çıkartılan yakalama emirlerinin devamına, sanık … hakkında çıkartılan …’in devamına ve infazının beklenmesine karar verildiğini, Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda da; ” Banka yönetimi tarafından uzunca bir süre şube içi usulsüz işlemlerin tespit edilememesinin banka zararının ve usulsüz işlemlerin büyümesine yol açtığı belirtilmiştir.” şeklinde belirtildiğini, İşbu istinaf başvuru dilekçelerinde belirtilen hususlar değerlendirilmeksizin, müvekkili şirketlerin tacir olması sebebi ile müzayaka halinde olduklarının kabul edilmemesi ve ibranamelerin geçerli olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmesi sebebi ile hukuka ve hakkaniyete aykırı yerel mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvuru zaruretlerinin hasıl olduğunu, İleri sürerek, istinaf başvurularının kabulüne, tehir-i icra ve incelemenin duruşmalı yapılması taleplerinin kabulüne, usul ve yasaya aykırı İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2014/535 E. 2021/423 K. 03/06/2021 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmesi sebebi ile istinaf incelemesi neticesinde yerel mahkeme kararının kaldırılarak davalarının kabulüne, her türlü yargılama gideri ve vekâlet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine, karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; ilk derece mahkemesi’nin 17/01/2019 tarihli ek kararına karşı sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; 17.09.2021 tarihli tashih istemlerinin reddine ilişkin ek kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, Davacılar vekilinin dava dilekçesinin konu bölümünde; “Güven ve itibar kurumu niteliğine haiz davalı banka nezdinde müvekkillere ait 1.550.000,00TL nin banka personeli tarafından boşaltıldığından bahisle acilen talep edilmesine rağmen talep edilen bedellerin gecikerek ve eksik olarak ödenmesi nedeniyle oluşan kar kayıpları ve meydana gelen manevi zarar nedeniyle manevi tazminatın tahsili” ibarelerine yer verdiğini, yine dilekçenin netice-i talep bölümünde ise; “Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle, fazlaya ilişkin tüm talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydıyla, güven itibar kurumu niteliğine haiz davalı banka nezdinde müvekkillerine ait 1.550.000,00 TL. nin banka personeli tarafından boşaltıldığından bahisle talep edilmesine rağmen ödenmemesi nedeniyle oluşan zararlardan; 5 adet kumaş siparişinin yerine getirilememesinden kaynaklanan 16.050 Euro, 51.250 Euro, 11.550 Euro, 78.200 Euro olmak üzere toplam 157.050 Euro=405.063,36 TL. nın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiz ile DAVALINDAN TAHSİLİNE, Koleksiyon geliştirme talebini yerine getirememekten kaynaklanan toplam 124.750 Euro=321.755,2 TL. nın dava tarihinden işleyecek ticari faizi ile DAVALIDAN TAHSİLİNE,” ibarelerini kullandığını, Davanın konusu ile netice talep kısmındaki çelişkili açıklamalardan davanın doğrudan Haksız fiilden kaynaklanan Tazminat davası olarak nitelendirilemeyeceği, davanın, davacı şirketlerin müvekkili banka ile imzaladıkları sözleşmeler doğrultusunda açılan hesaplarda bulunan paraların haklı bir neden olmaksızın şube müdürü tarafından boşaltıldığının tespiti üzerine talep edilen tutarların geç ödenmesi nedeniyle müşterilerinin karşılanamayan talepleri nedeniyle mahrum kalınan karın karşılığı olarak belirtilen tutarda alacak davası olduğu, taraflar arasında sözleşme bulunduğu gibi istihdam eden sıfatıyla eylemlerinden sorumluluğunu hiçbir şekilde inkar etmeyen müvekkili banka çalışanı şube müdürünün haksız ve hukuka aykırı eylemi sonucu ortaya çıkan maddi olay ile ilgili olarak sorumluluklarını yerine getirerek hesaplarda bulunan tutarlar fazlası ile ödenmiş olmakla dava dilekçesinde davanın harca esas değerinin 726.818,56 TL. (281.800 EURO) olarak belirtilerek bu bedelin tahsili amacıyla davanın açıldığını, Yargı harçlarının konusuna giren, yani yargı harcına tabi işlemleri, genel olarak mahkeme harçları, icra ve iflas harçları olmak üzere ikiye ayırmanın mümkün olduğunu, yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilkinin mahkemelerde ödenecek harçlar olup; bunların başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilam harcı olduğunu, karar ve ilam harcının, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşit olduğunu (492 Sayılı Kanun m.15, 21), Nispi harcın konusu belli bir değerle (para veya para ile değerlendirilebilen bir şey) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nispete göre alınan harç olduğunu (1 Sayılı Tarife, madde III/1-a), maktu harcın ise, konusu belli bir değerle tespit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harç olduğunu, (1 Sayılı Tarife, madde III/2-a). Harçlar Kanunu’nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28/1. maddesinde nispi harçlarda ödeme zamanı düzenlenmiş olup, aynı maddenin (a) bendinde ise, karar ve ilam harcının ödeme zamanının düzenlendiğini, anılan Kanunun “Karar ve İlam Harcı” başlığını taşıyan 28/1-a maddesinde aynen; “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmünü taşıdığını, (Yargıtay H.G.K’nun 24.03.2010 gün ve 2010/12-158 esas, 2010/178 sayılı ilamı). 492 Sayılı Harçlar Kanun’un Birinci Kısımda düzenlenen Yargı Harçları ile ilgili olarak 2.maddede “Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabidir.” düzenlemesi ve devamında 15. Maddede “Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden…” 16.maddede ise “Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır.” hükmü doğrultusunda davacı tarafından 18.09.2014 tarihinde harca esas değerinin 726.818,56 TL. (281.800 EURO) olarak belirtilmek suretiyle açılan uyuşmazlık konusu davada harcın (1) sayılı tarifenin III/1-a maddesine uygun olarak tahsil edilmesinin fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemeler olarak açıklanan tanıma ve konu hakkındaki yasal düzenlemelere ile yasal düzenlemelerin gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi amacıyla ihdas edilme gerekçesine uygun olan tahsil edilen 12.352,95 TL. tutarındaki harcın hatalı değerlendirme sonucunda (1) sayılı tarifenin maktu harca ilişkin farklı bir düzenleme olan III/2-a maddesi uyarınca iade edilmesine ilişkin kararın HMK.304.maddesi uyarınca düzeltilmesininin talep edildiğini, Davacı tarafından 726.818,56 TL. (281.800 EURO) olarak belirtilerek bu bedelin tahsili amacıyla 2014 yılında açılan alacak davasının konusu para olduğu için karşı yan vekalet ücreti kabul veya ret edilen miktar üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13.maddesi 1.fıkrası düzenlemesi “Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin İkinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla ( yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.” düzenlemesi uyarınca nispi olarak hesaplanması gerekmekle kararda davanın nitelemesinin hatalı değerlendirme sonucunda Tazminat olarak belirtilerek aynı tarifenin 13. maddenin 4.fıkrasının uygulanmasının tashih edilerek düzeltilmesi gerektiğini, dava konusunun doğrudan bir Tazminat davası olarak değerlendirilmesinin doğru olmadığını, taraflar arasındaki temel ilişkinin imzalanan sözleşmeler uyarınca davacılar adına açılan hesaplarda bulunan para ile ilgili alacak davası niteliğinde olmakla kararın vekalet ücretine ilişkin 4. ve 5.maddeleri Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13.maddei 1.fıkrası uyarınca düzeltilmesine karar verilmesi ve kararın düzeltilmiş şekli ile taraflara tebliğini taleplerinin reddine ilişkin 17.09.2021 tarihli Ek kararın kaldırılmasının gerektiğini, İleri sürerek; İstanbul 8.Asliye Ticaret Mahkemesinin Esas:2014/535, Karar:2021/423 sayılı ve 03.06.2021 tarihli davanın reddine ilişkin karar esastan onanmasına, 17.09.2021 tarihli Ek kararın kaldırılarak kararın harç ve vekalet ücretlerine ilişkin 2.,4. ve 5.maddelerinin düzeltilerek onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, taraflar arasındaki bankacılık hizmet ilişkisine aykırılık nedeniyle davacının uğradığı zararın tazmini istemine ilişkin olup, davanın reddine dair verilen karara karşı davacılar vekili tarafından, tashih talebinin reddine dair ek karara karşı davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Davacı şirketler tarafından; davalı bankanın Güneşli şubesi ile 2002 yılından beri çalışıldığı, davalı banka çalışanının, davacı şirketlere ait davalı banka nezdindeki hesaplardan toplam 1.550.000,00-TL yi hileli işlemlerle zimmetine geçirdiği, durumun 14/01/2013 tarihinde farkedilmesi üzerine davalı banka ile iletişime geçildiği, zimmete geçirilen tutarların iadesi hususunda bir çok toplantı yapıldığı, davalı bankanın davacının ödeme güçlüğü içinde bulunmasından yararlanarak ve irade sakatlığı sonucu aldığı ibranameler karşılığında, 22/03/2013 tarihinde ödemeler yaptığı, bu ibranameler ile bağlı olunmadığının 25/03/2013 tarihli ihtarname ile davalıya ihtar edildiği, ancak davalı banka çalışanının suç teşkil eden eylemi ile davacının hesaplarından çekilen tutarların zamanında iade edilememesi nedeniyle bu turaların 14/01/2013 ila 22/03/2023 tarihleri arasında kullanılamadığı, nakit akşında yaşanan sorun nedeniyle davacıların 5 adet kumaş siparişinin yerine getirilememesinden kaynaklanan 16.050 Euro, 51.250 Euro, 11.550 Euro, 78.200 Euro olmak üzere toplam 157.050 Euro=405.063,36 TL, koleksiyon geliştirme talebinin yerine getirilememesinden kaynaklanan toplam 124.750 Euro=321.755,2 TL zarara uğradığı ileri sürülerek, 281.800 EURO karşılığı toplam 726.818,56 TL’nin davalıdan tazminini talep edilmiştir. Davalı tarafından; banka çalışanı hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu ve davacıların da içerisinde bulunduğu birden çok müşterinin hesaplarından zimmete geçirilen tutarlar için davacılara ve ortaklarına ödemeler yapıldığı, davacılar ve ortakları ile ayrı ayrı imzalanan ibranamelerde davalıdan başkaca hak ve alacaklarının kalmadığı konusunda tarafların mutabık kaldığı, ibranamelerin gabin veya irade sakatlığı nedeniyle geçersiz olduğu iddiasının dinlemeyeceği savunulmuştur. İlk derece mahkemesi tarafından, davacıların 22/03/2013 tarihli ibranamelerin gabin nedeniyle geçersiz olduğu yönündeki iddialarının ispatlanamadığı, geçerli ibranameler nedeniyle davacıların davalıdan tazminat talebinde bulunmayacakları gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçeye dayanak ibranameler incelendiğinde; davacı … firmasının imzalanan 22/03/2013 tarihli ibranamede; “Şubeniz nezdinde görev yapan eski şube müdürü … ve muhtemel işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilen usulsüz işlemler nedeniyle; tamamıyla ilgimiz, bilgimiz ve dahlimiz dışında sahte imzalar ile gerçekleştirilen para tansferleri, tahsilatlar ve ödemelerden kaynaklanan tüm zararlımız olan 380,303,12-TL’den şirketimiz hissedarları …, … ve … hesaplarına fazladan ödenmiş olan bakiyeler (126.022,75-TL) mahsup edilerek kalan 254.280,37 TL’nin talebimiz üzerine şirketimize ait … numaralı Türk Lirası hesabına Yatırılmak suretiyfe 22.03.2013 tarihinde nakden ve defaaten ödenmesi sureti ile tüm zararımızın giderilmesi halinde Bankanızdan şirketimiz adına hiçbir şekil ve suertte başkaca alacağımız kalmamış olacaktır. Mezkur ödeme ile beraber Bankanızca Tarafımıza yapılan ödemeler nedeniyle her türlü talebimiz faiz ve ferileriyle birlikte tamamen karşılanmış ve her türlü zararımız bu suretle giderilmiş olacağından, Bankanıza karşı her türlü dava ve hâk talebinden feragat ettiğimizi beyan eder, mezkur ödemenin yapılmasından itibaren Bankanıza hitaben göndermiş olduğumuz ekte fotokapileri mevcut olan 17 Ocak 2013 ve 13 Şubat 2013 tarihli talep dilekçelerine konu edilen hususlar ve diğer tüm usulsüz işlemler ile ilgili olarak da tüm zararımız tazmin edilmiş olacağından Bankanızı ilgili tutarların hesabımıza yatırıldığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde gayrikabili rücu ibra eyleriz. Şüpheye mahal vermemek amacı ile yukarıda bahsi Beçen ve şirketimiz alacağından mahsup edilen bedeller şirketimiz ile hissedarlar arasındaki iç ilişkiye dayanmakta olup; ilgiti mahsup işleminin talebimiz kapsamında gerçekleştirildiğini, mahsup edilen bedeller ile ilgili olarak bankanızdan ileride herhangi bir hak, alacak ve/veya başkaca bir nam altında herhangi bir talepte bulunmayacağımızı, peşinen ve gayri kabili rücu kabul beyan ve taahhüt ederiz” ifadelerinin yer aldığı; davacı … firması tarafından imzalanan 22/03/2013 tarihli ibranamede ise, “Şubeniz nezdinde görev yapan eski şube müdürü … ve muhtemel işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilen usulsüz işlemler nedeniyle; tamamıyla ilgimiz, bilgimiz ve dahlimiz dışında sahte imzalar ile gerçekleştirilen para tansferleri, tahsilatlar ve ödemelerden kaynaklanan tüm zararlımız olan 13.972,39-TL’nin talebimiz üzerine şirketimize ait … numaralı Türk Lirası hesabına Yatırılmak suretiyfe 22.03.2013 tarihinde nakden ve defaaten ödenmesi sureti ile tüm zararımızın giderilmesi halinde Bankanızdan şirketimiz adına hiçbir şekil ve suertte başkaca alacağımız kalmamış olacaktır. Mezkur ödeme ile beraber Bankanızca Tarafımıza yapılan ödemeler nedeniyle her türlü talebimiz faiz ve ferileriyle birlikte tamamen karşılanmış ve her türlü zararımız bu suretle giderilmiş olacağından, Bankanıza karşı her türlü dava ve hâk talebinden feragat ettiğimizi beyan eder, mezkur ödemenin yapılmasından itibaren Bankanıza hitaben göndermiş olduğumuz ekte fotokapileri mevcut olan 17 Ocak 2013 tarihli talep dilekçesinde konu edilen hususlar ve diğer tüm usulsüz işlemler ile ilgili olarak da tüm zararımız tazmin edilmiş olacağından Bankanızı ilgili tutarların hesabımıza yatırıldığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde gayrikabili rücu ibra eyleriz.” ifadelerinin yer aldığı anlaşılmıştır. Gabin; 6089 Sayılı TBK’nun 28/1 maddesinde düzenlenmiş olup, bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir. Dolayısıyla taraflar arasındaki sözleşmede, borçlanılan her edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık bu kapsamda mütalaa edilemez. Zira sözleşme hukukunda geçerli olan irade özerkliği ve sözleşme özgürlüğü ilkeleri gereğince, taraflar sözleşmenin şartlarını, dolayısıyla edim ve karşı edim arasındaki denge ve oranı diledikleri gibi kararlaştırabilirler. Kanun, bu konuda edimler arasında bulunması gereken denge ve oran hususunda objektif bir ölçü koymuş değildir. Yalnız, taraflardan biri karşı tarafın içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanarak onu sömürmek isteyebilir. Dolayısıyla aşırı yararlanmadan bahsedebilmek için, edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, taraflardan birinin, diğerinin içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanmak suretiyle gerçekleşmesi gerekir. Aşırı yararlanmanın objektif ve subjektif unsurlarına bakıldığında; objektif unsur edimler arası açık oransızlık olup, bu unsur sözleşmenin içeriği ile ilgili bir husustur. Edimler arası açık oransızlık, sözleşmenin yapıldığı zaman ve yerdeki piyasa, pazar, arz ve talep şartlarına göre mevcut olmalıdır. Subjektif unsur ise ; zarar görenin zayıf durumu ki bu zor durumda kalma, düşüncesizlik, deneyimsizlik hali olarak nitelendirilir, diğeri de yararlanma kastıdır. Diğer ifade ile aşırı yararlananın, karşı tarafın deneyimsizliğinin yahut düşüncesizliğinin veya zoru durumda olduğunun farkında olmalı ve bu durumdan yararlanma kastı ile hareket etmesi zorunludur. Davacılar ticaret şirketi olup, TTK 18. Maddesi uyarınca tacir olmamın yükümlülükleri altındadır. Bu nedenle taraflar arasındaki ibra sözleşmelerinin davacı şirketlerin deneyimsizliğinden yahut düşüncesizliğinden yaralanılarak imzalatıldığından bahsedilemez. Ancak davacılar ibranamelerin imzalandığı tarihte zor durumda/müzayaka halinde olduklarını ileri sürebilirler. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanak ve gerekçe içeriğine göre, mahkemece ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, davalı çalışanının zimmetine geçirdiği tutarların davacılara iade edildiğine dair taraflar arasında ihtilaf bulunmadığı, davacıların dava dışı firmalardan alınan siparişlerin ve koleksiyon geliştirme tekliflerinin, 14/01/2013-22/03/2023 tarihleri arasında bu tutarların tamamını kullanamamaları nedeniyle nedeniyle kabul edilemediğini ve bu nedenle zarara uğranıldığını, diğer ifade ile davacıların hem iddia ettiği zararları hem de bu zararlar ile davalı çalışanının zimmet, davalı bankanın geç iade eylemleri arasında illiyet bağı bulunduğunu somut delillerle ispat edemediği, öte yandan davacı şirketlerin imzaladıkları 22/02/2013 tarihli ibranamelerin yalnızca zimmete geçirilen tutarların iadesini değil, bu eylemler nedeniyle uğranılan zararları da kapsadığı, gabin iddiası bakımından davacıların, ibra sözleşmelerinde edimler arası aşırı oransızlık bulunduğunu(objektif unsur) ispat edemedikleri gibi, davacı şirketlerin ibraname tarihleri itibariyle, ticari faaliyetlerinin devamı bakımından müzayaka halini oluşturacak düzeyde nakit ihtiyaçlarının bulunduğunu, davalının da bu durumdan faydalanma kastının mevcut olduğunu somut delillerle ispat edemedikleri, ibra sözleşmeleri bakımından gabinin unsurları oluşmadığından, davacıların davalı şirketten tazminat talebinde bulunamayacakları, davanın bu gerekçelerle reddinde isabetsizlik bulunmadığı, ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde davalı vekilinin istinaf nedenlerinin karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da mevcut olmadığı anlaşılmış olup, davacılar vekilinin istinaf başvurusu yerinde bulunmamıştır. HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Davalı vekilinin ek karar yönelik istinaf başvurusu bakımından yapılan değerlendirmede; eldeki dava sözleşmeye dayalı olmakla birlikte, sözleşmeden doğan bir edimin ifasının talep edilmediği, aksine sözleşmeye aykırılık nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olduğu, maddi tazminat taleplerinin haksız fiile veya sözleşmeye aykırılık sebebine dayalı olabileceği, mahkemece davanın, maddi tazminat davası olarak nitelendirilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, maddi tazminat taleplerinin tamamen reddi halinde, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 13/4. Maddesi uyarınca davacı aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesinin gerektiği, yine davanın reddi kararlarının maktu karar harcına tabi olduğu, ilk derece mahkemesinde davacılar aleyhine maktu vekalet ücretine hükmedilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gibi, maktu karar harcının peşin harçtan mahsubu ile artan harcın davacılara iade edilmesine dair kararda da isabetsizlik bulunmadığı, davalı vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davacılar vekilinin asıl karara, davalı vekilinin 17/09/2021 tarihli ek karara yönelik istinaf başvurularının 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-a-b1 maddesi uyarınca ayrı ayrı esastan reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1- Davacılar vekilinin İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 03/06/2021 tarih ve 2014/535 Esas – 2021/423 Karar sayılı kararına yönelik istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-Davalı vekilinin İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17/09/2021 tarih ve 2014/535 Esas – 2021/423 Karar sayılı ek kararına yönelik istinaf başvurusunun 6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf kanun yoluna başvuran davacı ve davalı tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davacıdan alınması gereken 179,90.TL istinaf karar harcından, davacılar tarafından peşin olarak ayrı ayrı yatırılan 59,30TL harcın mahsubu ile bakiye 120,60 TL harcın davacılardan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 179,90TL istinaf karar harcından, davalı tarafından peşin olarak yatırılan 59,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 120,60 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 6-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 7-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 09/03/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.