Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/1660 E. 2021/1568 K. 04.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1660 Esas
KARAR NO: 2021/1568 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 20/04/2021 Tarihli Karar ile 01/07/2021 Tarihli Ek Karar
NUMARASI: 2019/94 Esas 2021/334 Karar
DAVANIN KONUSU: Tazminat (Haksız Rekabetten Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 04/11/2021
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, Davalılardan …’nun 21.04.2012 tarihinden istifa tarihi olan 11.09.2018 tarihine kadar müvekkili şirketin yurt dışı satış depertmanında pazarlama uzmanı olarak çalıştığını, davalı …’nun müvekkili şirketteki işinden emekli olma gerekçesi ile istifa ettiğini, diğer davalı …’in ise 24.04,2018 tarihinden istifa tarihine kadar olan zaman diliminde müvekkili şirketin satış pazarlama bölümünde marka yönetici sıfatı ile çalıştığını, davalıların iş akitlerine istifa etmeleri gerekçesi ile son verildiğini, davalılar ile müvekkili şirket arasında akdedilen iş sözleşmelerinin 13. maddesinde haksız rekabet yasağı düzenlendiğini, taraflar arasında akdedilen iş akti uyarınca; rekabet hükümleri çerçevesinde iş aktinin sona ermesini izleyen iki yıllık süre boyunca, Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içerisinde müvekkili şirket ile aynı veya benzer faaliyet alanında iştigal eden herhangi bir firmada çalışmama, herhangi bir firma veya gerçek şahıs ile ortak olmama ve aynı faaliyet alanında işyeri açmama, kendi nam ve hesabına çalışmama borcunu üstlendiklerini, ancak davalıların müvekkili şirketteki işlerinden istifa ettikten sonra; müvekkili şirket ile aynı iştigal alanında faaliyet gösteren bir şirket kurduklarını, müvekkili şirketin sanayi ve askeri amaçlı olarak yivli yivsiz her türlü ateşli silah vc mühümmatı alımı satımı ithalatı ihracatı imalatı ve toptan dahili ticaretim yapmak işi ile iştigal ettiğini, davalılar tarafından kurulanı … Limited Şirketi’nin iştigal alanının da müvekkili şirldet ile bire bir aynı olduğunu, davalıların şirketin kurucu ortağı ve temsilcileri olduğunu, şirketin kuruluşunun 5 Ekim 2018 tarihli 9675 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’rıin 361 ve devamı sayfalarında ilan edildiğini, davalıların müvekkili şirket ile aynı iştigal alanına sahip bir işyerinde çalışmama/işyeri açmama ödevi altında iken bu ödevi ihlal ettiklerini, bununla da yetinmeyip müvekkili şirketteki çalışmaları nedeniyle iletişim kurdukları yurtdışında bulunan yabancı müşterileri de ulaşarak müvekkili şirketin iş alanını daraltmak amacı ile hareket ettiklerini, her iki davalının da müvekkili şirketin ticari sırları ile müşteri çevresini öğrenebilecek nitelikte pozisyonlarda görev aldıklarını, Borçlar Kanunu’nda rekabet yasağının, ancak işçinin müşterileri tanımasından veya iş sırlarını öğrenmesinden yararlanarak, işverene hissolunacak derecede bir zarar verebilecek ise geçerli olacağı düzenleme altına alındığını, davalılar tarafından müvekkili şirketin yurtdışında bulunan bir çok müşterisine elektronik postalar gönderilmiş olup zarar tehlikesinin apaçık meydana geldiğini belirterek davalarını kısmi dava olarak ikame ettiklerinden fazlaya ilişkin talep ve ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik davalarının kabulü ile 5.000-TL.’nin dava tarihinden itibaren işleyecok ticari faizi ile birlikte davalı …’den alınarak müvekkil şirkete verilmesine, 5.000-TL.’nin ise dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalı …’ndan alınarak müvekkil şirkete verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili cevap dilekçesi ile, müvekkillerinin her ikisinin de davacı tarafa ait iş yerinden haklı nedene dayanarak iş sözleşmelerini feshetme yoluyla ayrıldıklarını, bu nedenle iş sözleşmesindeki rekabet yasağına ilişkin hükümlerin de geçersiz olduğunu, müvekkillerinin işçilik hak ve alacaklarının gereği gibi davacı işveren tarafından sağlanmadığı için haklı sebebe dayanarak davaya dayanak iş akitlerini feshettiklerini, davacı tarafın müvekkillerinden …’nun emeklilik nedeniyle iş akdini sonlandırdığını iddia etse de kendisine kıdem tazminatı başta olmak üzere sair hiçbir işçilik alacağını ödemediklerini, …’nun imzaladığı emeklilik yazısı işçilik alacaklarını nizasız olarak alabileceği ümidiyle sakat bir irade ve baskı altında imzalanmış tamamen hükümsüz bir yazı olduğunu, aynı şekilde …’in de iş sözleşmesi kapsamında taahhüt edilen hak ve alacaklarının ödenmemesi nedeniyle iş sözleşmesini haklı sebebe dayanarak feshettiğini, davacının iddialarına dayanak rekabet yasağına ilişkin madde hükümlerinin genel işlem şartı niteliğini haiz olup, işçi ile işveren arasında serbestçe müzakere edilmediğini, işverenin baskısı ile iş sözleşmesi dahilinde matbu olarak yer aldığını ve imzalandığını, aksini kabul anlamına gelmemek kaydıyla hem …’na hem de …’e imzalatılan iş sözleşmeleri incelendiğinde tamamen matbu, önceden serbestçe müzakere edilmemiş ve işverence dayatılan metinler olduğunun anlaşılacağını, bu nedenle davaya konu rekabet yasağına ve cezai şarta dair sözleşme hükümlerinin en başta irade yokluğu ve her hâlükârda irade sakatlığı nedeniyle geçersiz olduğunu, iş sözleşmesinde bahsi geçen rekabet yasağı düzenlemesinin yer konu ve süre bakımından geçerlilik şartlarına haiz olmadığı gibi müvekkillerinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olacak derecede tehlikeye düşürecek nitelikte olduğunu, ayrıca talep edilen cezai şartın orantısız ve fahiş olduğunu, bu nedenlerle davaya konu rekabet yasağının geçersiz kabul edilmesi ve her hâlükârda sonuçları ile birlikte indirilmesi gerektiğini, her ne kadar rekabet yasağının, iş akdi ile kararlaştırılabilecek bir husus olsa da ilgili şartın geçerli olabilmesi için yer, süre ve işin niteliği bakımından sınırlamalar getirilmesi gerektiğini, iş akdine getirilecek cezai şartın, yerleşik Yargıtay kararlarına göre tek taraflı olarak getirilmesi hukuka aykırı olmakla birlikte kararlaştırılan tutarın fahiş oluşu nedeniyle kaldırılması ve her halükârda indirilmesi gerektiğini, rekabet yasağına ilişkin sınırlamaların öncelikle işçinin yaptığı işin niteliğine göre belirlenmesi gerektiğini, bütün çalışanlar açısından her durumda geçerli olabilecek bir rekabet yasağı hükmünden söz edilebilmesinin mümkün olmadığını, bununla birlikte kabul anlamına gelmemek kaydı ile cezai şart olarak kararlaştırılan miktarın da işçinin iktisadi geleceğini tehlikeye düşürmemesi gerektiğini, müvekkillerinin rekabet yasağını herhangi bir şekilde ihlali söz konusu olmadığı gibi davacı tarafın önemli ölçüde zarara uğrama tehlikesinin de bulunmadığını, kabul anlamına gelmemek kaydı ile davacının beyanlarının aksine, cezai şartın hukuka uygun olduğu kabul edilse dahi müvekkilleri tarafından cezai şartın ihlalinin söz konusu olmadığını, davacı tarafın rekabet yasağının devamı konusunda ekonomik ve hukuki hiçbir yararının bulunmadığını belirterek davacının taleplerinin haksız olması sebebiyle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:İlk derece mahkemesi 20/04/2021 tarih ve 2019/94 Esas – 2021/334 Karar sayılı kararı ile;”….Tüp dosya kapsamına göre, davalıların BK 445 çerçevesinde davalıların ekonomik geleceğinin tehlikeye düşürülmemesi kapsamında aranan sınırlamalar açısından davalıların çalışamayacağı iş geniş kapsamlı ele alınması sebebiyle aranan şartın aşıldığı dikkate alınarak davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”gerekçesi ile, Davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
DAVACI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİ İLE, dosya kapsamında alınan bilirkişi raporunun bütünü itibariyle çelişki içermesine rağmen yerel mahkeme tarafından itirazlar dikkate alınmaksızın hükme esas teşkil edilerek hatalı şekilde karar verildiğini, Müvekkili şirket ile davalılar arasında akdedilen hizmet sözleşmesi içeriğindeki “Rekabet Etme Yasağı” maddesi, hukuken geçerli olup bu husus Bilirkişi Heyeti tarafından da tespit edildiğini, ancak raporda işbu tespitler yapılmasına rağmen yanlış ve eksik inceleme tespitlere varıldığını, Bilirkişi Heyeti ve Yerel Mahkeme tarafından, hizmet sözleşmesinde yer alan rekabet etme yasağının geçerli olabilmesinin koşulları açıklanmakla “İşverenin Korumaya Değer Haklı Bir Menfaatinin Varlığı” bu koşullar arasında yer aldığını, Her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi raporunda ve Yerel Mahkeme tarafından TBK 444/2. Maddesi gereği, rekabet yasağına ilişkin sözleşmenin kurulmasında işverenin korunmaya değer haklı bir menfaatinin söz konusu olabilmesi için, işçinin işverenin üretim sırları, yaptığı işler ve müşteri çevresi hakkında bilgi edinme olasılığının bulunması ve bunun sonucunda işvereni önemli bir zarara uğratma ihtimalinin olması gerektiğini belirttiğini, aynı zamanda; müşteri çevresi, üretim sırları, işverenin yaptığı işler hakkında edinilen bilgilerin rekabete elverişli bilgiler olduğunu belirttiğini, Daha evvel dava dilekçesinde de yer verildiği üzere; Davalı … yurt dışı satış departmanında pazarlama uzmanı olarak, Davalı … ise satış pazarlama bölümünde marka yöneticisi sıfatı ile çalıştığını, bilirkişi heyeti, raporlarında işbu hususa yer vererek, “(….) Dolayısıyla davalıların çalıştıkları iş kapsamında; davacının müşteri çevresine erişme ihtimali vardır(…)” şeklinde belirttiklerini, bu kapsamda, davalıların müvekkil şirketin müşteri çevresi, üretim sırları, işverenin ifadeleri ile de sabit olduğunu, bu hususlar tanık beyanları ile de ortaya koyulduğunu, Nitekim bir şirkette pazarlama uzmanı ve marka yöneticisi sıfatı ile çalışan işçilerin, rekabet yasağına konu olabilecek bilgilere haiz olduğu, bu bilgileri kullanmalarının şirkete zarar verme ihtimali bulunduğu hususu, Yargıtay kararları ile de sabit olduğunu, (Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2015/5612 K. 2015/13054 T. 7.12.2015)Hükme esas alınan raporda yukarıda yer verilen tespitlerine rağmen, “(…)Aynı sektörde faaliyet gösteren yabancı firmalara teklif verilmesinin davacı tarafın önemli ölçüde zararına yol açacak nitelikte olduğu kanaatine ulaşılamamıştır(…)” kanaatine vardığını, bu hususun, bilirkişi heyeti rekabet etmeme yasağının maiyetini yanlış yorumladığını gösterdiğini, yerel mahkeme tarafından da yukarıdaki tespitlerin yapılmasına rağmen bu çelişki giderilmeksizin hüküm tesis edildiğini, Bilirkişi Heyeti, TBK 444/2. Maddesi gereği, müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında edinilen bilgilerin kullanılmasının, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikte olması durumunda rekabet yasağı kaydının geçerli olacağını belirttiğini, önemli zararın tanımı husunda ise, “işverenin kazancında veya siparişlerinde ciddi düşüşler doğuran, işverenin iş yapma olanaklarını önemli ölçüde sınırlandıran, ilgili piyasada rekabet gücünde geriye gidiş yaratan, zararların kolayca telafi edilemeyeceği sonucu doğuran hallerde önemli bir zararın varlığından söz edilir.” (SÜZEK, Sarper, “Yeni Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde İşçinin Rekabet Etmeme Borcu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt:72, Sayı:2, 2014, s.457-468, s.460) Yukarıda yer verilen ve rekabet etme yasağının geçerli olması için sayılan “Önemli Zarar” koşulunun yerine getirilmesi için mühim olanın; somut bir zarar değil, önemli bir zarar olasılığının varlığı olduğu, bilirkişi heyeti tarafından beyan edilmekte olduğunu, Bilirkişi Heyeti, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2018/4038 K. 2019/5529 18.09.2019 sayılı kararının, “(…) BK’nın 444/2. Maddesi “Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkanı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir. Hükmü haiz olup, anılan madde hükmü uyarınca rekabet yasağının işçinin yaptığı iş nedeniyle edindiği bilgileri, çalışmaya başladığı başka bir rakip işletmede kullanarak davacı işverene önemli ölçüde zarar verme ihtimalinin bulunması halinde geçerli olacaktır(…)” kısmına yer verdiğini, devamında ise, “(…) Davalılar, davacı işyerinde yapmış oldukları iş nedeniyle edindikleri müşteri çevresine işten ayrıldıktan sonra mail yolu ile teklif sunduğu görülmektedir(…)” ifadesine yer verdiklerini, görüldüğü üzere, davalıların müvekkili şirket nezdinde sahip olduğu konumları vesilesiyle edindikleri bilgileri, müvekkili şirketin zararına neden olacak şekilde kullandıkları, bilirkişi heyetinin de malumu olduğunu, Tüm bunlara rağmen Bilirkişi Heyeti, “(…) Fakat, bu maillerin içeriğinde davacının üretim veya satış sırlarını ifşa edilmediği yada davacı tarafın yaptığı işlerle ilgili olumlu/olumsuz bir bilgi verilmediği görülmektedir(…)” gerekçesi ile davalıların dava konusu eylemlerinin rekabet etme yasağına aykırılık teşkil etmediğini belirttiklerini, Türk Borçlar Kanunu’nun rekabet etme yasağını düzenleyen 444. Maddesinde yer alan fiillerin örnekleyici olarak sayıldığını kabul eden bilirkişi heyetinin aynı raporda, rekabet etme yasağına aykırılığın yalnızca satış sırlarının ifşa edilmesi yada şirketin yaptığı işlerle ilgili bilgi verilmesi fiilleriyle gerçekleşebileceği yönünde ifadelere yer vermesi çelişkiye neden olduğunu, bununla beraber bunun henüz gerçekleşmemesi kanunda aranan ‘ihtimal’ kıstasının karşılanmadığını göstermediğini, Davalıların, müvekkil şirketin düzenli olarak satış yaptığı yurt dışı firmalarının iletişim bilgilerine müvekkil şirket nezdindeki çalışmaları sayesinde ulaştığı ve müvekkil şirketin yarattığı güvenilirlik algısından yararlanarak müşterileri kendi kurdukları yeni firmaya çekmeye çalıştıklarını, davalılar rakip firma olarak şirket kurmuş olmakla kalmayıp, müvekkil şirketin müşteri portföyü ile iletişime geçerek satış yapmaya çalıştıklarını, davalıların müvekkili şirket nezdinde çalıştığı dönemlerde edindiği bilgileri kullanılması durumunda müvekkili şirketin telafi imkansız zararlar ve ticari itibar zedelenmesi yaşayacağını, bu halde, müvekkili şirketin zarara uğraması ihtimalinin varlığı için başkaca bir koşula gerek kalmadığını, (Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2018/989 K. 2019/2742 T. 8.4.2019, Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2019/4773 K. 2020/2898 T. 15.6.2020) Davalıların edindikleri müşteri bilgileri ile müvekkili şirketin hatrı sayılır müşterilerine ulaşmaya ve mal satmaya çalıştığının müvekkili şirkete ulaşmaya başladığını, konu ile ilgili olarak mahkeme huzurunda dinlenen tanık …’nın beyanları ile de sabit olduğu üzere davalıların, müvekkili şirketin en çok iş yapmış olduğu … isimli ABD menşei bir firmayla iletişime geçtikleri ve akabinde yine müvekkili şirketin portföyünde başta gelen ve Lübnan’da bulunan … isimli firma ile iletişime geçtikleri bilgisi müşteriler tarafından müvekkili şirkete iletilmeye başlandığını, müvekkili şirkete iletilmeye başladığını, önemli olan davalıların müvekkili şirkete zarar verebilme ihtimali olan ticari sır, müşteri portföyü gibi bilgilere haiz olması olduğunu, davalılar basit mavi yakalı işçiler olmadıklarını, rekabet yasağı hükmünü kabul ederek çalıştıkları iş yerinden, müşteri isimleri ve iletişim bilgilerini alarak kendi şirketlerini kurmak üzere ayrılmaları ve bu müşteriler ile iletişime geçmiş olmaları kanunda aranan zarar verme ihtimalini karşılamakta olduğunu, Bu doğrultuda ayrıca davalılar tarafından müvekkil şirketin yurt dışında bulunan bir çok müşterisine de daha evvel tercümesini yaparak mahkeme’ye sunmuş oldukları e-postaları gönderilmiş olup, zarar tehlikesi apaçık meydana geldiğini, müvekkili şirket yurt dışında katıldığı her toplantıda müşterilerinden davalıların kendileri ile iletişime geçtiğini silah satışı konusunda yardımcı olacaklarını söylediklerinin bilgisi aldıklarını, tanıklarından … ‘un anlatımı ile de sabit olmak üzere müvekkili şirket yurt dışında katıldığı fuarlarda da davalılar ile karşılaştıklarını, Rekabet sözleşmesinin amacı işçinin işletmede öğrendiği bilgileri iş sözleşmesi sona erdikten sonra işveren aleyhine onunla rekabet edecek şekilde kullanılmasını engellemekte olduğunu, ( Engin Erdil, Haksız, Rekabet Hukuku, Ankara 2020,s.529) Kanun ve Türk Hukuku işverene açıkça böyle bir sözleşme yapma hakkı tanıdığını, yerel mahkemenin verdiği bu karar ile işverenin kanuni bu hakkı elinden alınmakta olup, tam da kanunun engellemek istediği davranışlara izin verilmekte olduğunu, Tüm bu açıklananlar ve tanık beyanları ile de sabit olduğu üzere davalıların açıkça sözleşmeden kaynaklı “rekabet etmeme” taahhütlerine açıkça aykırı hareket ettikleri, müvekkil şirketin zararına ve mahvına sebep olacak davranışlarda bulundukları sabit olup, davalıların müvekkil şirketi zarara uğratmadıkları yönündeki tespit açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yerel mahkeme tarafından TBK 445/2 gereği sınırlandırma hükmünü değerlendirmeden davanın reddine karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Hükme esas alınan bilirkişi raporunda rekabet yasağının geçerli olması için kanunda aranan koşulların bulunduğu ve davalıların açıkça sözleşmeden kaynaklı “rekabet etmeme” taahhütlerine açıkça aykırı hareket ettikleri, müvekkil şirketin zararına ve mahvına sebep olacak davranışlarda bulundukları sabit olsa da, somut olayın uyarlanması noktasında eksik ve yanlış değerlendirmeler yapıldığı ve yerel mahkeme tarafından söz konusu çelişkiler giderilmeksizin rapor hükme esas alınarak hüküm tesis ettiğini, Davalıların dava konusu fiilleri rekabet yasağına aykırılık teşkil etmekte olduğunu, yerel mahkeme gerekçeli kararında her ne kadar davalıların iş sözleşmelerinde coğrafi yer ve konu yönünden geniş bir düzenleme bulunduğu ve TBK md. 445 çerçevesinde davalıların ekonomik durumunun tehlikeye düşürüleceği belirtilerek davanın reddine karar vermiş ise de söz konusu bu durum gerçeği yansıtmadığını, Hükme esas alınan bilirkişi raporunda her ne kadar “(…)Dava konusu iş sözleşmesinde uyuşmazlık konusu huzurdaki uyuşmazlık açısından, davacı şirketin merkezi ve ana faaliyet gösterdiği yer ile davalıların kurduğu şirketin aynı il (İstanbul) sınırları içerisinde olduğu, rekabet yasağı açısından makul bir coğrafi alan yönünden rekabet yasağının geçerli kabul edilmesi(…)” ifadesine yer vermiş olsa da raporun sonuç bölümünde sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia ettiğini, bu husus da yine raporun çelişkili olmasına neden olduğunu, zira, raporda yer alan davalılara ait şirketin İTO kaydından da anlaşılacağı üzere davalılar İstanbul’da faaliyet göstermekte olup İstanbul bölgesinde müvekkil şirket ile rekabet etmeleri hizmet sözleşmelerinin rekabet etme yasağına aykırılık teşkil etmekte olduğunu, Davalıların kurdukları şirketin faaliyet alanı müvekkil şirket ile birebir aynı olup, konu yönünden de davalılar tarafından rekabet yasağına aykırı davranıldığını, Ayrıca yerel mahkemenin “tüm dosya kapsamında TBK md.445’e göre davalıların ekonomik geleceğinin tehlikeye düşürülmemesi” savıyla hareket ederek davanın reddedilmesi de abesle iştigal olduğu, zira davalıların ekonomik geleceği kendilerinin mahvına sebep olacak şekilde sınırlandırılmadığı gibi bilakis yukarıda detaylı şekilde açıklandığı üzere müvekkil şirkete yönelik olarak müşteri çevresi, üretim sırları ve müvekkil şirketin yaptığı işler hakkında edinilen bilgilere haiz olduklarından, açıkça bu bilgileri kullanarak müvekkil şirketi zarara uğratmakta ve şirketin ekonomik geleceğini tehlikeye düşürmekte olduklarını, TBK md.445/2 uyarınca açıkça hakime rekabet yasağını yer, zaman ve konu bakımından engelleme imkanı tanıdığını, Eski Borçlar Kanunu aksine TBK bu rekabet sözleşmelerini geçersiz saymadığı, sınırlama hakkını hakime verdiğini, Kanundaki bu değişiklik dahi yasa koyucunun bu sözleşmeleri geçersiz kılmak istemediğini göstermekte olduğunu, Kaldı ki, bir an için rekabet etme yasağı hükmünün geniş kapsamlı olduğu kabul edilse dahi Yargıtay’ın konu ile ilgili olarak görüşü, hakimin bu noktada “sınırlandırma” uygulaması ve sözleşmenin ilgili maddesini ayakta tutması gerektiğini belirttiğini, (Yargıtay 11. H.D.`nin2016/295 E. , 2017/3142 K. sayılı ve 29.05.2017 tarihli kararı, Yargıtay 11. H.D.`nin2015/8396 E. , 2016/3470 K. sayılı ve 30.03.2016 tarihli kararı, Yargıtay 11. H.D.`nin konuya ilişkin olarak vermiş olduğu 2015712450 E. , 2016/6672 K. sayılı ve 16.06.2016 tarihli kararı) Sonuç olarak davalıların iş sözleşmesinin sona ermesinin hemen akabinde müvekkili şirket ile aynı iştigal alanında faaliyette bulunan şirket kurdukları, çalıştıkları pozisyondan yararlanarak müvekkil şirketin müşteri portföyü ile iletişime geçerek mal satmaya çalıştıkları, bu anlamda müvekkil şirketin zararına ve mahvına neden oldukları/ olabilecekleri hususu dosya kapsamında dinlenen tanıklar ve deliller ile sabit olmasına rağmen yerel mahkeme tarafından sözleşmenin sınırlandırılması/ uyarlanması prosedürü işletilmeksizin davanın reddine karar vermesi açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ EK KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 01/07/2021 tarih ve 2019/94 Esas – 2021/334 Karar sayılı ek kararında; “…İstinafa konu edilen davada, davacı tarafından istinaf edilen, mahkemece ret edilen miktar her bir davalı yönünden ayrı ayrı talep edilen 5.000,00 er TL dir. Karar tarihi itibariyle istinaf edilen, mahkemece ret edilen miktar yönünden karar kesin nitelikte olup, kesin nitelikteki karar ile ilgili olarak mahkememizce karara karşı kanun yolunun açık olduğunun belirtilmesinin de sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nın 346/1 maddesi gereğince reddine karar verilmesi gerektiği …”gerekçesi ile, Davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararda istinaf başvuru yolunun açık olduğu hususu hüküm altına alınmışken taraflarınca yapılan başvurunun reddedilmesinin Anayasa’nın 36.maddesi ile korunan adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyetine aykırılık teşkil ettiğini, Müvekkili şirkete tebliğ edilen gerekçeli kararda hiçbir şekilde kararın kesin olduğu, karara karşı istinaf kanun yolunun kapalı olduğu yönünde bir ifadeye yer verilmediği, tam tersine istinaf kanun yolunun açık olduğu ve iki haftalık süre taraflarına bildirildiğini, (Anayasa’nın 40/2.mad.) Anayasa Mahkemesinin 09/06/2016 tarih 2014/819 başvuru numaralı kararı, 29/06/2016 tarihli ve 29757 sayılı resmi gazetede yayınlanmış olup kararı ve ek olarak birçok kararında başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin kabul görülebileceğini, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme tarafından farklı belirtilmiş olması karşısında kanunda belirtilen süre olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceğini, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkansız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiğini ve bu açıdan kararın başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği soncuna ulaşarak Anayasa’nın 36.maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdiğini, Yargıtay tarafından da bu hususta bir çok karar verildiğini, (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 2017/4546 E. 2019/4814 K: 17/10/2019 T.) Müvekkili şirketin ilk derece mahkemesi tarafından tanzim edilen gerekçeli karar nedeniyle usuli kazanılmış hakkının mevcut olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabul edilmesini talep ettiklerini, Dosya kapsamında alınan bilirkişi raporunun bütünü itibariyle çelişki içermesine rağmen yerel mahkeme tarafından itirazlar dikkate alınmaksızın hükme esas teşkil edilerek hatalı şekilde karar verildiğini, Müvekkili şirket ile davalılar arasında akdedilen hizmet sözleşmesi içeriğindeki “Rekabet Etme Yasağı” maddesi, hukuken geçerli olup bu husus Bilirkişi Heyeti tarafından da tespit edildiğini, ancak raporda işbu tespitler yapılmasına rağmen yanlış ve eksik inceleme tespitlere varıldığını, Bilirkişi Heyeti ve Yerel Mahkeme tarafından, hizmet sözleşmesinde yer alan rekabet etme yasağının geçerli olabilmesinin koşulları açıklanmakla “İşverenin Korumaya Değer Haklı Bir Menfaatinin Varlığı” bu koşullar arasında yer aldığını, Her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi raporunda ve Yerel Mahkeme tarafından TBK 444/2. Maddesi gereği, rekabet yasağına ilişkin sözleşmenin kurulmasında işverenin korunmaya değer haklı bir menfaatinin söz konusu olabilmesi için, işçinin işverenin üretim sırları, yaptığı işler ve müşteri çevresi hakkında bilgi edinme olasılığının bulunması ve bunun sonucunda işvereni önemli bir zarara uğratma ihtimalinin olması gerektiğini belirttiğini, aynı zamanda; müşteri çevresi, üretim sırları, işverenin yaptığı işler hakkında edinilen bilgilerin rekabete elverişli bilgiler olduğunu belirttiğini, Daha evvel dava dilekçesinde de yer verildiği üzere; Davalı … yurt dışı satış departmanında pazarlama uzmanı olarak, Davalı … ise satış pazarlama bölümünde marka yöneticisi sıfatı ile çalıştığını, bilirkişi heyeti, raporlarında işbu hususa yer vererek, “(….) Dolayısıyla davalıların çalıştıkları iş kapsamında; davacının müşteri çevresine erişme ihtimali vardır(…)” şeklinde belirttiklerini, bu kapsamda, davalıların müvekkil şirketin müşteri çevresi, üretim sırları, işverenin ifadeleri ile de sabit olduğunu, bu hususlar tanık beyanları ile de ortaya koyulduğunu, Nitekim bir şirkette pazarlama uzmanı ve marka yöneticisi sıfatı ile çalışan işçilerin, rekabet yasağına konu olabilecek bilgilere haiz olduğu, bu bilgileri kullanmalarının şirkete zarar verme ihtimali bulunduğu hususu, Yargıtay kararları ile de sabit olduğunu, (Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2015/5612 K. 2015/13054 T. 7.12.2015) Hükme esas alınan raporda yukarıda yer verilen tespitlerine rağmen, “(…)Aynı sektörde faaliyet gösteren yabancı firmalara teklif verilmesinin davacı tarafın önemli ölçüde zararına yol açacak nitelikte olduğu kanaatine ulaşılamamıştır(…)” kanaatine vardığını, bu hususun, bilirkişi heyeti rekabet etmeme yasağının maiyetini yanlış yorumladığını gösterdiğini, yerel mahkeme tarafından da yukarıdaki tespitlerin yapılmasına rağmen bu çelişki giderilmeksizin hüküm tesis edildiğini, Bilirkişi Heyeti, TBK 444/2. Maddesi gereği, müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında edinilen bilgilerin kullanılmasının, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikte olması durumunda rekabet yasağı kaydının geçerli olacağını belirttiğini, önemli zararın tanımı husunda ise, “işverenin kazancında veya siparişlerinde ciddi düşüşler doğuran, işverenin iş yapma olanaklarını önemli ölçüde sınırlandıran, ilgili piyasada rekabet gücünde geriye gidiş yaratan, zararların kolayca telafi edilemeyeceği sonucu doğuran hallerde önemli bir zararın varlığından söz edilir.” (SÜZEK, Sarper, “Yeni Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde İşçinin Rekabet Etmeme Borcu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt:72, Sayı:2, 2014, s.457-468, s.460) Yukarıda yer verilen ve rekabet etme yasağının geçerli olması için sayılan “Önemli Zarar” koşulunun yerine getirilmesi için mühim olanın; somut bir zarar değil, önemli bir zarar olasılığının varlığı olduğu, bilirkişi heyeti tarafından beyan edilmekte olduğunu, Bilirkişi Heyeti, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2018/4038 K. 2019/5529 18.09.2019 sayılı kararının, “(…) BK’nın 444/2. Maddesi “Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkanı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir. Hükmü haiz olup, anılan madde hükmü uyarınca rekabet yasağının işçinin yaptığı iş nedeniyle edindiği bilgileri, çalışmaya başladığı başka bir rakip işletmede kullanarak davacı işverene önemli ölçüde zarar verme ihtimalinin bulunması halinde geçerli olacaktır(…)” kısmına yer verdiğini, devamında ise, “(…) Davalılar, davacı işyerinde yapmış oldukları iş nedeniyle edindikleri müşteri çevresine işten ayrıldıktan sonra mail yolu ile teklif sunduğu görülmektedir(…)” ifadesine yer verdiklerini, görüldüğü üzere, davalıların müvekkili şirket nezdinde sahip olduğu konumları vesilesiyle edindikleri bilgileri, müvekkili şirketin zararına neden olacak şekilde kullandıkları, bilirkişi heyetinin de malumu olduğunu, Tüm bunlara rağmen Bilirkişi Heyeti, “(…) Fakat, bu maillerin içeriğinde davacının üretim veya satış sırlarını ifşa edilmediği yada davacı tarafın yaptığı işlerle ilgili olumlu/olumsuz bir bilgi verilmediği görülmektedir(…)” gerekçesi ile davalıların dava konusu eylemlerinin rekabet etme yasağına aykırılık teşkil etmediğini belirttiklerini, Türk Borçlar Kanunu’nun rekabet etme yasağını düzenleyen 444. Maddesinde yer alan fiillerin örnekleyici olarak sayıldığını kabul eden bilirkişi heyetinin aynı raporda, rekabet etme yasağına aykırılığın yalnızca satış sırlarının ifşa edilmesi yada şirketin yaptığı işlerle ilgili bilgi verilmesi fiilleriyle gerçekleşebileceği yönünde ifadelere yer vermesi çelişkiye neden olduğunu, bununla beraber bunun henüz gerçekleşmemesi kanunda aranan ‘ihtimal’ kıstasının karşılanmadığını göstermediğini, Davalıların, müvekkil şirketin düzenli olarak satış yaptığı yurt dışı firmalarının iletişim bilgilerine müvekkil şirket nezdindeki çalışmaları sayesinde ulaştığı ve müvekkil şirketin yarattığı güvenilirlik algısından yararlanarak müşterileri kendi kurdukları yeni firmaya çekmeye çalıştıklarını, davalılar rakip firma olarak şirket kurmuş olmakla kalmayıp, müvekkil şirketin müşteri portföyü ile iletişime geçerek satış yapmaya çalıştıklarını, davalıların müvekkili şirket nezdinde çalıştığı dönemlerde edindiği bilgileri kullanılması durumunda müvekkili şirketin telafi imkansız zararlar ve ticari itibar zedelenmesi yaşayacağını, bu halde, müvekkili şirketin zarara uğraması ihtimalinin varlığı için başkaca bir koşula gerek kalmadığını, (Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2018/989 K. 2019/2742 T. 8.4.2019, Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2019/4773 K. 2020/2898 T. 15.6.2020) Davalıların edindikleri müşteri bilgileri ile müvekkili şirketin hatrı sayılır müşterilerine ulaşmaya ve mal satmaya çalıştığının müvekkili şirkete ulaşmaya başladığını, konu ile ilgili olarak mahkeme huzurunda dinlenen tanık …’nın beyanları ile de sabit olduğu üzere davalıların, müvekkili şirketin en çok iş yapmış olduğu … isimli ABD menşei bir firmayla iletişime geçtikleri ve akabinde yine müvekkili şirketin portföyünde başta gelen ve Lübnan’da bulunan … isimli firma ile iletişime geçtikleri bilgisi müşteriler tarafından müvekkili şirkete iletilmeye başlandığını, müvekkili şirkete iletilmeye başladığını, önemli olan davalıların müvekkili şirkete zarar verebilme ihtimali olan ticari sır, müşteri portföyü gibi bilgilere haiz olması olduğunu, davalılar basit mavi yakalı işçiler olmadıklarını, rekabet yasağı hükmünü kabul ederek çalıştıkları iş yerinden, müşteri isimleri ve iletişim bilgilerini alarak kendi şirketlerini kurmak üzere ayrılmaları ve bu müşteriler ile iletişime geçmiş olmaları kanunda aranan zarar verme ihtimalini karşılamakta olduğunu, Bu doğrultuda ayrıca davalılar tarafından müvekkil şirketin yurt dışında bulunan bir çok müşterisine de daha evvel tercümesini yaparak mahkeme’ye sunmuş oldukları e-postaları gönderilmiş olup, zarar tehlikesi apaçık meydana geldiğini, müvekkili şirket yurt dışında katıldığı her toplantıda müşterilerinden davalıların kendileri ile iletişime geçtiğini silah satışı konusunda yardımcı olacaklarını söylediklerinin bilgisi aldıklarını, tanıklarından … ‘un anlatımı ile de sabit olmak üzere müvekkili şirket yurt dışında katıldığı fuarlarda da davalılar ile karşılaştıklarını, Rekabet sözleşmesinin amacı işçinin işletmede öğrendiği bilgileri iş sözleşmesi sona erdikten sonra işveren aleyhine onunla rekabet edecek şekilde kullanılmasını engellemekte olduğunu, ( Engin Erdil, Haksız, Rekabet Hukuku, Ankara 2020,s.529)Kanun ve Türk Hukuku işverene açıkça böyle bir sözleşme yapma hakkı tanıdığını, yerel mahkemenin verdiği bu karar ile işverenin kanuni bu hakkı elinden alınmakta olup, tam da kanunun engellemek istediği davranışlara izin verilmekte olduğunu, Tüm bu açıklananlar ve tanık beyanları ile de sabit olduğu üzere davalıların açıkça sözleşmeden kaynaklı “rekabet etmeme” taahhütlerine açıkça aykırı hareket ettikleri, müvekkil şirketin zararına ve mahvına sebep olacak davranışlarda bulundukları sabit olup, davalıların müvekkil şirketi zarara uğratmadıkları yönündeki tespit açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yerel mahkeme tarafından TBK 445/2 gereği sınırlandırma hükmünü değerlendirmeden davanın reddine karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, Hükme esas alınan bilirkişi raporunda rekabet yasağının geçerli olması için kanunda aranan koşulların bulunduğu ve davalıların açıkça sözleşmeden kaynaklı “rekabet etmeme” taahhütlerine açıkça aykırı hareket ettikleri, müvekkil şirketin zararına ve mahvına sebep olacak davranışlarda bulundukları sabit olsa da, somut olayın uyarlanması noktasında eksik ve yanlış değerlendirmeler yapıldığı ve yerel mahkeme tarafından söz konusu çelişkiler giderilmeksizin rapor hükme esas alınarak hüküm tesis ettiğini, Davalıların dava konusu fiilleri rekabet yasağına aykırılık teşkil etmekte olduğunu, yerel mahkeme gerekçeli kararında her ne kadar davalıların iş sözleşmelerinde coğrafi yer ve konu yönünden geniş bir düzenleme bulunduğu ve TBK md. 445 çerçevesinde davalıların ekonomik durumunun tehlikeye düşürüleceği belirtilerek davanın reddine karar vermiş ise de söz konusu bu durum gerçeği yansıtmadığını, Hükme esas alınan bilirkişi raporunda her ne kadar “(…)Dava konusu iş sözleşmesinde uyuşmazlık konusu huzurdaki uyuşmazlık açısından, davacı şirketin merkezi ve ana faaliyet gösterdiği yer ile davalıların kurduğu şirketin aynı il (İstanbul) sınırları içerisinde olduğu, rekabet yasağı açısından makul bir coğrafi alan yönünden rekabet yasağının geçerli kabul edilmesi(…)” ifadesine yer vermiş olsa da raporun sonuç bölümünde sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia ettiğini, bu husus da yine raporun çelişkili olmasına neden olduğunu, zira, raporda yer alan davalılara ait şirketin İTO kaydından da anlaşılacağı üzere davalılar İstanbul’da faaliyet göstermekte olup İstanbul bölgesinde müvekkil şirket ile rekabet etmeleri hizmet sözleşmelerinin rekabet etme yasağına aykırılık teşkil etmekte olduğunu, Davalıların kurdukları şirketin faaliyet alanı müvekkil şirket ile birebir aynı olup, konu yönünden de davalılar tarafından rekabet yasağına aykırı davranıldığını, Ayrıca yerel mahkemenin “tüm dosya kapsamında TBK md.445’e göre davalıların ekonomik geleceğinin tehlikeye düşürülmemesi” savıyla hareket ederek davanın reddedilmesi de abesle iştigal olduğu, zira davalıların ekonomik geleceği kendilerinin mahvına sebep olacak şekilde sınırlandırılmadığı gibi bilakis yukarıda detaylı şekilde açıklandığı üzere müvekkil şirkete yönelik olarak müşteri çevresi, üretim sırları ve müvekkil şirketin yaptığı işler hakkında edinilen bilgilere haiz olduklarından, açıkça bu bilgileri kullanarak müvekkil şirketi zarara uğratmakta ve şirketin ekonomik geleceğini tehlikeye düşürmekte olduklarını, TBK md.445/2 uyarınca açıkça hakime rekabet yasağını yer, zaman ve konu bakımından engelleme imkanı tanıdığını, Eski Borçlar Kanunu aksine TBK bu rekabet sözleşmelerini geçersiz saymadığı, sınırlama hakkını hakime verdiğini, Kanundaki bu değişiklik dahi yasa koyucunun bu sözleşmeleri geçersiz kılmak istemediğini göstermekte olduğunu, Kaldı ki, bir an için rekabet etme yasağı hükmünün geniş kapsamlı olduğu kabul edilse dahi Yargıtay’ın konu ile ilgili olarak görüşü, hakimin bu noktada “sınırlandırma” uygulaması ve sözleşmenin ilgili maddesini ayakta tutması gerektiğini belirttiğini, (Yargıtay 11. H.D.`nin2016/295 E. , 2017/3142 K. sayılı ve 29.05.2017 tarihli kararı, Yargıtay 11. H.D.`nin2015/8396 E. , 2016/3470 K. sayılı ve 30.03.2016 tarihli kararı, Yargıtay 11. H.D.`nin konuya ilişkin olarak vermiş olduğu 2015712450 E. , 2016/6672 K. sayılı ve 16.06.2016 tarihli kararı) Sonuç olarak davalıların iş sözleşmesinin sona ermesinin hemen akabinde müvekkili şirket ile aynı iştigal alanında faaliyette bulunan şirket kurdukları, çalıştıkları pozisyondan yararlanarak müvekkil şirketin müşteri portföyü ile iletişime geçerek mal satmaya çalıştıkları, bu anlamda müvekkil şirketin zararına ve mahvına neden oldukları/ olabilecekleri hususu dosya kapsamında dinlenen tanıklar ve deliller ile sabit olmasına rağmen yerel mahkeme tarafından sözleşmenin sınırlandırılması/ uyarlanması prosedürü işletilmeksizin davanın reddine karar vermesi açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, İleri sürerek istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılmasına, karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, taraflar arasında akdedilen iş sözleşmesinden kaynaklı rekabet yasağının ihlali nedeniyle, cezai şart tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, Davanın reddine istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İlk Derece Mahkemesi 01/07/2021 tarih ve 2019/94 Esas – 2021/334 Karar sayılı ek kararı ile; davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’ nın 346/1 maddesi gereğince reddine karar karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı vekili dava dilekçesi ile; taraflar arasında akdedilen iş sözleşmesinden kaynaklı rekabet yasağının ihlali nedeniyle, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla her davalıdan ayrı ayrı 5.000,00 TL. Kısmi cezai şart tazminatının tahsili talep edilmiştir. Davacı dava dilekçesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kısmi tazminat davası açmış olup davacı ile davalılar arasında imzalanan belirsiz süreli hizmet sözleşmesine göre cezai şart miktarı son bürüt ücretin 10 katı tutarında olduğu, HMK. 341/3 maddesi uyarınca her davalı yönünden cezai şart tazminat miktarının tamamına göre kesinlik sınırının değerlendirilmesi gerektiği, her davalı yönünden talep edilebilecek cezai şart miktarına göre davanın kesin nitelikte olmadığı tesbit edilmekle, mahkemece verilen ek kararın dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olmadığı anlaşılmakla; davacı vekilinin ek karara yönelik istinaf sebebinin kabulü ile ek kararın kaldırılmasına karar verilmiştir. Mahkemece verilen ek karar Dairemizce kaldırıldığından davacı vekilinin esas karara yönelik istinaf sebepleri incelendiğinde;Davalılara ait SGK. Kayıtları ve belirsiz süreli hizmet sözleşmelerinin dosyaya ibraz edildiği görülmüştür.Davalılardan …’nun davacı şirkette belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile yurt dışı satış bölümünde pazarlama uzmanı olarak, SGK. Kaydına göre ise pazarlama uzmanı olarak çalıştığı, 11/09/2018 tarihinde işten ayrıldığı anlaşılmıştır.Davalılardan …’in davacı şirkette belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile satış pazarlama bölümünde marka yöneticisi olarak, SGK. Kaydına göre ise marka uzmanı olarak çalıştığı, 07/09/2018 tarihinde istifa ederek işten ayrıldığı anlaşılmıştır. Taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin özel şartlar bölümünde işçinin işten ayrıldıktan sonra rekabet yasağının ihlali halinde son bürüt ücretin 10 katı tutarında cezai şartın ödeneceğinin düzenlendiği görülmüştür. Davanın yasal dayanağı 6098 sayılı TBK’nın 444-447. maddeleri arasında yer almaktadır. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 5/1-a maddesine göre: “6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına iş mahkemelerinde bakılır. 7036 sayılı kanun, yeni ve özel kanun olarak 6102 sayılı TTK’ dan sonra yürürlüğe girmiş ve TTK’nın 4/1-c maddesindeki düzenlemenin uygulanma imkanını ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla, davacı vekilinin istinafına dayanak teşkil ettirdiği iş akdi kapsamında işçinin rekabet yasağına aykırılık iddiasına dayalı davalarda, Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğu yönündeki önceki tarihli Yargıtay kararlarının da 7036 sayılı kanundaki belirtilen düzenlemeye göre (rekabet yasağına aykırılığın iş akdinin devamı veya feshinden sonra olup olmadığına bakılmaksızın) somut olaya uygulanma imkanı bulunmadığından, uyuşmazlığın kaynağı iş sözleşmesi olduğundan, Türk Borçlar Kanununun 444 ve devamı maddelerine dayalı olarak İş Kanunu kapsamında işçi sayılan kişinin, rekabet yasağı sözleşmesinin ihlali nedeniyle açılan cezai şartın tahsiline ilişkin davalarda iş mahkemeleri görevli olup mahkemece iş mahkemesine görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yukarıdaki şekilde davanın esası hakkında karar verilmesi yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 9 HD.’nin 01/06/2021 tarih ve 2021/3076 Esas – 20219789 Karar sayılı kararı da benzer mahiyettedir.) Görev hususu kamu düzenine ilişkin olup ilk derece mahkemesince resen gözetilmesi gerektiği gibi, istinaf aşamasında da HMK 355. Maddesi gereğince resen gözetilecektir. Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK. 355. Maddesi gereğince resen gözetilen sebeple usulen kabulü ile HMK’nın 353/1-a3 maddesi gereğince ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasına, görevli mahkeme İstanbul Anadolu İş Mahmemeleri olduğundan gerekli işlemlerin yapılması için dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun usulen KABULÜ ile; İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 01/07/2021 tarih 2019/94 Esas – 2021/334 Karar sayılı ek kararı ile 20/04/2021 tarih ve 2019/94 Esas – 2021/334 Karar sayılı kararının HMK’nın 355 ve 353/1-a3 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA, 2-Kayıtların kapatılarak dosyanın görevli İSTANBUL ANADOLU İŞ MAHKEMELERİ’NE gönderilmek üzere kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf yönünden davacı tarafça yatırılan 162,10.’ar.TL istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 59,30’ar.TL istinaf karar harçlarının talep halinde davacıya iadesine, 5-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 6-Artan gider avansı olması halinde, avansı yatıran tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 04/11/2021 tarihinde HMK’nın 353/1-a3 maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.