Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/1295 E. 2023/1967 K. 14.12.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1295 Esas
KARAR NO: 2023/1967 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2018/241 Esas – 2021/240 Karar
TARİHİ:18/03/2021
DAVA: İstirdat (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 14/12/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, Kumaş ticaret ile uğraşan vekiledenlerinin, aynı işle uğraşan davalı ile 30.09.2012 tarihli yazılı sözleşme yaparak fiyatı 3,50 Mt/TL den 1 yıl vadeli olarak faturası malların tamamının tesliminden sonra kesilmek üzere üç renk denim gabardin kumaş alımı yaptığını, bu sözleşme esnasında davalının muhasebecisi … isimli şahıs tarafından düzenlenen sadece 40.000 USD ibaresi içeren, davacı … kaşesi ve imzası ile şirket yetkilisi davacı …’in imzasını taşıyan kambiyo senedini satıcı davalı …’a teminat olarak teslim ettiğini, adi yazılı sözleşmede bononun teminat olarak verildiğinin özellikle belirtildiğini ve taraflarca imzalandığını, davalının sattığı malları usun süre tesliminden kaçtığını, nihayet sözleşme tarihinden beş ay sonra kumaşların 1/4 ‘ünü teslim ettiğini, bu teslimden hemen sonra vekiledeninin Bağcılar adresinde bulunan deposunun, Bakırköy 2 Sulh Ceza Hakimliği arama el koyma kararına istinaden Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğünce basıldığını ve bir kısmının davalı …, bir kısmının …. firmadan alınmış olan kumaşların tamamına çalıntı olduğundan bahisle el konulduğunu, vekiledeninin malların tamamının tesliminden sonra faturasının kesilmek üzere alındığını söylediğini, ancak davalı …’ın … Tekstile hiç kumaş satmadığını beyan ederek olayı inkar ettiğini, başlarına böyle bir olay gelen vekiledenlerinin davalı …’a tazminat olarak bırakılan senedi defalarca geri istediğini, senedin kaybolduğunu, bulunduğu zaman hemen iade edileceği cevabıyla oyalandığını, davalı …’ın daha sonra iş bu senedi düzenleyerek İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … E sayılı dosyasıyla takibe koyduklarını, vekiledenlerinin İstanbul 21 İcra Hukuk Mahkemesi’ne 2017/545 E sayısıyla açığı davanın süre yönünden reddolduğunu, takibe konu senetle ilgili ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/141546 soruşturma numaralı dosyasıyla suç duyurusunda bulunduğunu, bu soruşturma kapsamında … tarafından 2012 yılındaki kumaş alım satım işinin ikrar edildiğini beyanla, davanın kabulü ile, vekiledenlerinin davalıdan nakden bir borç almadıkları halde haksız şekilde İstanbul …İcra Müdürlüğü’nün … E sayılı dosyasına ödemek zorunda kaldıkları 646.755,00-TL nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte istirdadına karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, Davacı tarafın dava dilekçesinde, müvekkilinin kendilerine kumaş sattığını kabul ettiğini, İstanbul … İcra Müdürlüğü … E. Sayılı dosyası ile takibe konulan 15.06.2013 düzenleme tarihli, 30.11.2013 vade tarihli 140.000 USD bedelli senedin müvekkilinin davacılara yaptığı kumaşların bedeli olarak müvekkile verildiğini; ancak davacıların senedin vade tarihinde ödeme yapmadıklarını, alacağını alamayan müvekkili tarafından senedin icraya konulduğunu ve dosya borcunun tahsil edildiğini, davacıların senette tahrifat yapıldığına ilişkin iddilarının asılsız ve kötüniyetli olduğunu, bu hususun savcılık dosyası ile sabit olduğunu, davacıların borcu olmadığına ve senette tahrifat yapıldığına ilişkin iddialarının asılsız olduğu, gerek soruşturma dosyası gerekse İcra Mahkemesi kararıyla sabit olduğunu, borçtan kurtulmak için son çare olarak huzurdaki davayı açtıklarını beyanla, davanın reddine, Kötüniyetli olarak dava açan davacı aleyhine dava değerinin %20 sinden aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkumiyetlerine karar verilmesini talep etmişlerdir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ:İlk Derece Mahkemesi 18/03/2021 tarih 2018/241 Esas – 2021/240 Karar sayılı kararında;”Dava; davacı yanın davalı ile yaptığı ticari ilişkiden kaynaklanan teminat senedinin haksız tahsilinden kaynaklanan istirdat davasıdır.Davacı yan; taraflar arasında yapılan 30.09.2012 tarihli kumaş alım satım sözleşmesinin teminatı olarak davalıya 40.000 USD bedelli senet verdiğini, ancak davalının bu senedi tahrif ederek 140.000 USD üzerinden takibe koyduğunu ileri sürerek ödemiş olduğu tutarın istirdadını talep etmiş, davalı yan ise davacıya bir kısım kumaş mallarını deposunda saklaması ve müşteri bulması halinde satması için verdiğini, ancak davacının malları satıp parasını ödemediğini, daha sonra kendisine malların karşılığı olarak 150.000 USD tutarlı senet verdiğini, vadesinde bunu da ödemeyip indirim isteyince dava konusu takibe konulan 15.06.2013 düzenleme ve 30.11.2013 vade tarihli 140.000 USD bedelli senedin verildiğini, davacıların vade tarihinde ödeme yapmaması üzerine de senedin icraya konulduğunu savunmuştur.Taraflar arasında 30.09.2012 tarihli kumaş alım satım sözleşmesi bulunduğu, buna göre davacının kumaş alıp, karşılığında teminat olarak 40.000 USD bedelli senet verdiği hususlarında ihtilaf bulunmamaktadır, çekişme takibe konulan 15.06.2013 düzenleme ve 30.11.2013 vade tarihli 140.000 USD bedelli, üzerinde “NAKDEN” ibaresi bulunan senedin, teminat olarak verilen 40.000 USD tutarlı senedin tahrif edilmesi suretiyle elde edilip edilmediği, ispat külfetinin taraflardan hangisinde olduğu ve nihayet dava konusu tutarın istirdadının gerekip gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/141546 Soruşturma sayılı dosyası kapsamına göre; dava konusu senet üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde, senetteki tüm yazı ve rakamların sırası dahilinde ve birlikte yazılmış olduğu, sonradan yapılan bir ilavenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bono, bağımsız borç ikrarını içeren bir senettir. Bu nedenle bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu ileri süren tarafa aittir. Ancak senette borcun nedeni “mal” ya da “nakit” olarak belirtilmişse, davacının yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır (HMK’nın m. 191/1, TMK m. 6). Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, buna senedin talili denmektedir. Bu anlamda talil senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelmektedir ve bu hâlde ispat yükünün kaydın aksini iddia edene ait olacağında kuşku bulunmamaktadır.Bonoda yazılı bulunan bedel kaydının hem borçlu hem de alacaklı tarafından talil edilmesi hâlinde ispat yükünün hangi tarafta olduğu hususu da üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Bonodaki bedel kaydının her iki tarafça talil edilmesi hâlinde ispat yükü borçlu üzerindedir. Diğer bir ifade ile bu durumda ispat yükü yer değiştirmez. HMK’nın 191. maddesinin 2. fıkrası ve TMK’nın 6. maddeleri uyarınca borçlunun bononun bedelsiz olduğunu ispat etmesi gerekir.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2017/19-821 K. 2019/58) Somut olayda; davacı borçlunun satın almış olduğu mal karşılığı dava konusu senedi teminat olarak davalıya verdiğini ileri sürerek senedin ihdas nedenini talil ettiği, öte yandan davalının da kumaş sattığını, bunun karşılığında senet aldığını belirterek ihdas nedenini talil ettiği, senet metninde teminat olduğuna ilişkin bir ibarenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.Somut olayın ve değinilen hukuksal durumun değerlendirilmesi sonucunda; takibe konu senedin üzerinde ihdas sebebinin “nakden” olarak yer aldığı halde, her iki tarafında ihdas sebebini talil ettiği, bu durumda Hukuk Genel Kurulu kararında da belertildiği üzere ispat yükünün yer değiştirmeyip davacı üzerinde bulunduğu, dosya kapsamında bulunan delillere göre davacıların dava konusu senedin teminat olarak verildiğine ve bedelsiz olduğuna ilişkin elverişli bir kanıtının bulunmadığı anlaşıldığından davanın reddine, ihtiyati tedbir kararı bulunmayıp, İİK.m.72/4 uyarınca davalının alacağını geç alması gibi bir durum söz konusu olmadığından davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmakla;”gerekçesi ile, Davanın REDDİNE, Davalı yanın kötü niyet tazminat talebinin REDDİNE, karar verilmiş ve karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacılar vekili istinaf dilekçesi ile, ilk derece mahkemesi tarafından, davalının dosya içerisinde sürekli olarak değişen savunmaları ve beyanları karşısında, 30/05/2019 tarihli 4 no’lu celsede, 2 numaralı kararı ile ”dosyaya kazandırılan tüm dosyalarla birlikte tarafların özellikle ispat yükü ile ilgili iddia ve savunmaları nazara alınarak tüm dosyanın incelemeye alınmasına ” karar verildiğini; yapılan inceleme neticesinde, 26/09/ 2019 tarihli 5 no’lu celsede verilen 3 no’lu kararda ”İNCELENEN DOSYA KAPSAMINDA DAVADA İSPAT KÜLFETİ DAVALI YANDA OLMAKLA ve her ne kadar mahkememizce yönelitilen soru üzerine davalının tacir sıfatı ile hareket etmediğini bildirmiş iseler de delil listelerinde açıkça ticari defterlerine de dayanmış olmalarına ve davanın mahiyetine göre davalı vekilinin mal satımına dair tüm yazılı belgelerini ibrazı için 2 HAFTA KESİN SÜRE VERİLMESİNE” oy birliği ile karar verildiğini, İlk derece mahkemesi tarafından yargılama esnasında ispat külfetini davalı tarafta olduğuna ilişkin ara karar oluşturulduğunu ve dosyada ara karardan rücu edildiğine ilişkin herhangi bir karar olmamasına rağmen davanın reddine karar verildiğini ve ret kararının gerekçesinde ispat külfetinin davacı yan/taraflarına yüklendiğinin belirtildiğini; ilk derece mahkemesi tarafından önceki verilen ara karardan rücu edilmeden ispat külfetinin taraflarına yükletilmesinin usul hukuku bakımından başlı başına bozma sebebi olduğunu, İlk derece mahkemesinin Hukuk Genel Kurul kararını dayanak göstererek davanın reddine karar vermesinin de hukuki anlamda hatalı bir nitelendirme olduğunu; her somut olayın birbirinden farklı özellikler göstermekle birlikte mahkemeler tarafından somut olayın özelliklerine, davalı ve davacı tarafların anlatımlarına göre bir nitelendirmede bulunarak karar verilmesi gerekirken ilk derece mahkemesi tarafından ”Hukuk Genel Kurul” kararı gerekçe gösterilerek, somut olayda her iki tarafında senedin ihdas sebebini ”talil” ettiği, bu durumda ispat yükünün davacıda olduğu sonucuna ulaşılmasının izahtan vareste olduğunu; mahkemenin hükme esas teşkil ettiği Hukuk Genel Kurul kararında ihdas nedeninin sadece ”talil” üzerinden değerlendirilerek karar verildiğini ve uyuşmazlık konusu çerçevesinde değerlendirilerek incelenen somut olaya göre ”iki taraflı talil” durumunda ispat yükünün davacı/borçluda olacağına karar verildiğini; Ta’lil kavramı hukuki bir kavram olmadığından kavrama yüklenen anlamın sürekli değiştiğini; bu nedenle karar verme sürecinde bir irade beyanının ta’lil olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışmalarının olmakta olduğunu; yüksek mahkeme tam bu noktada senedin teminat/hatır senedi olarak verildiği iddiasını talil olarak nitelendirmemekte olduğunu: “Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.03.2003 gün ve 2002/459-2003/2026 sayılı ilamı ile; “Dava, bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece dava konusu bononun hatır senedi olduğu yolundaki iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine, %40 tazminatın davacıdan alınarak davalıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu bonoda “malen” kaydı bulunduğu halde davalı alacaklı, senedin verilen borç para karşılığı düzenlendiğini savunarak senedin ihdas nedenini ta’lil etmiştir. Bu durumda, alacağın ispat yükü yer değiştirerek davalıya geçtiğinden davalıdan delilleri sunulup sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Karar: Dava, kambiyo senedinden dolayı borçlu bulunmadığının saptanması isteminden ibarettir. Tarafların kabulüne göre senedin tanzimi zamanında davacı/borçlu, davalı/alacaklı şirketin muhasebecisidir. Aralarında mal alım satımını gerektirir ticari bir ilişkinin bulunmadığı her iki tarafın da kabulündedir. Dava konusu kambiyo senedinde ihdas nedeni olarak “malen” kaydı bulunmaktadır. Davacı/borçlu; davalı/alacaklının takibe konu ettiği malen kaydı içeren bono nedeniyle borcu bulunmadığını, aralarında mal alışverişi olmadığını, bononun bankadan kırdırılarak bedelinin kendisine verilmesi amacıyla düzenlendiğini, ancak bunun da gerçekleşmediğini, iddia ederek borçlu olmadığının tespitini istemiştir. Davalı taraf temsilcisi de bonodaki malen kaydına karşın aralarında mal alışverişi olmadığını, kabulle birlikte davacı/ borçluya elden borç para verildiğini ve bunu ödemediğini savunmuştur. Mahkemece, bononun bedelinin malen mi nakden mi olduğu hususunun kesinleşmediği ve bedelin nakden ödendiğinin ispat edilemediği, senet bedelinin malen olduğunun kabul edildiği, bononun geçerli olduğu, dava konusu bononun hatır senedi olduğu yolundaki iddianın da davacı yanca kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine, %40 tazminatın davacıdan alınarak davalıya ödenmesine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine bu karar Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur. Mahkeme “karşılıklı olarak senetteki malen kaydının ta’lil edildiği, ispat yükünün bu nedenle davacı/borçluda olduğu” gerekçesiyle önceki kararında direnmiş, hükmü yine davacı vekili temyize getirmiştir” Üzerinde malen kaydı bulunan bono hakkında davacı borçlu senedin hatır senedi olarak düzenlendiğini davalı alacaklının ise senedin borç para karşılığı olarak düzenlendiğini iddia etmekte olduğunu; yerel mahkemenin ispat yükünün davacıda olduğuna karar verdiğini; özel daire ise senedin alacaklı tarafından ta’lil edildiğini bu nedenle ispat yükünün alacaklıda olacağını belirterek kararı bozduğunu; özel dairenin borçlunun hatır senedine ilişkin olan beyanını bu süreçte ta’lil olarak kabul etmediğini; kararın direnme yoluyla HUKUK GENEL KURUL’u önünde tartışıldığını ve tartışılan kararın gerekçelerinde de şu ifadelere yer verildiğini; (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2003/19-781E., 2003/768K., 17.12.2003 )“Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; “malen” kaydı bulunan emre muharrer senette, borçlu/davacının alacaklıdan mal veya elden para almadığını; davalı/alacaklının da borçluya mal vermediğini ancak elden nakit borç para verdiğini savunması karşısında ispat yükünün taraflardan hangisinde olduğu noktasındadır….Borçlu bonodaki “bedeli malen almıştır” kaydına rağmen bononun iptalini ister ve alacaklı bedelin mal olarak verilmediğini kabul, fakat nakden verildiğini iddia edecek olursa ispat külfeti hangi tarafa ait olacaktır. Eş söyleyişle alacaklı mı borçluya nakit verdiğini, yoksa borçlu mu alacaklıdan nakit almadığını kanıtlayacaktır. Bu ispat hangi koşullarda olacaktır? Mal kaydı bulunan bonoda borçlu alacaklıdan mal almadığını iddia, alacaklıda borçluya mal vermediğini kabul ederse borçlunun iddiası sabit olmuştur. Lehtarın bedelin para olarak verildiği iddiası ise, ispatı kendisine düşen bir husustur (Prof.Dr. Fırat Öztan Kıymetli Evrak Hukuku, 2.bası, Ankara,1997, sh. 1007 vd.) Alacaklının başka bir iddiası varsa, diğer bir deyişle alacağının bir alacak borç ilişkisine dayandığını iddia ediyorsa bunu ispatlamak yükümlülüğündedir. (Dr. Fadıl Cerrahoğlu Hukuki Bahisler Bononun Temel İlişki Açısından Delil Niteliği ve Bonoda Bedel Kaydı makalesi, İstanbul Ticaret Odası Gazetesi 7 Nisan 1972 s.8) Yargıtay’ın yerleşik görüşü de bu yöndedir (19.H.D. 14.4.1992 gün ve 1992/8081- 4430 sayılı ilamı, Y.11.H.D.nin 21.12.1983 gün ve 1983/5668-5790 sayılı ilamı. 11 HD. 16.6.1983 gün ve 1983/3004-3130 sayılı ilamı). Hemen burada menfi tespit konulu eldeki davada ispat yükünün özellikleri üzerinde durmakta yarar vardır. İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf o vakıayı ispat etmeye mecburdur (MK.nun 6). İspat yüküne ilişkin bu genel kural menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir. Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir. Borçlu borcun varlığını inkâr ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir. Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, ispat yükü davalı/ alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır.”Kararın bu haliyle gerekçesinin hukuki nitelendirilmesi bakımından eksik olduğunu; bu tespitin arkasından borçlunun borcun kabulünün ya da reddinin hukuki nitelik olarak ikrar, vasıflı ikrar, bileşik ikrar ve inkâr olarak nitelendirilmesi ve savunmanın tespit edilen niteliğine göre ispat yükünün dağılımının açıklanması gerektiğini; somut olaya ilişkin çözümün ise anlatılan bu gerekçelere göre şu şekilde yapıldığını:“Somut olaya gelince; Eldeki dava, kambiyo senedinden dolayı borçlu olunmadığının saptanması istemine ilişkin olduğunu göre konunun hem kambiyo hem de ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ele alınması gerekir. Davacı/borçlu, davalı/alacaklının icra takibinin dayanağı olan senette malen kaydı bulunmasına karşın aralarında bir mal alışverişi bulunmadığını, senedin bankadan kırdırılarak kendisine bedelinin verilmesi amacıyla düzenlendiğini, ancak senedin bankaya ibraz edilmediği gibi, kendisine de bir ödeme yapılmadığı iddiasıyla, bonodan dolayı borçlu olmadığının tespitini istemiştir. Davalı/alacaklı taraf ise, bonoda malen kaydı bulunmasına karşın borçlu ile aralarında mal alışverişi olmadığını, kabulle borcun nedeninin elden nakit olarak verilen para olduğunu, ifade etmiştir. Şu durumda, takibin dayanağını teşkil eden dolayısıyla da alacaklının alacağını ispat aracı durumundaki bonoda bulunan “malen” kaydının doğru olmadığı yönündeki borçlu iddiası alacaklı yanca da kabul edilmiş, temeldeki hukuki ilişki yönünden bonodaki bu ispat kaydı bizzat alacaklı tarafından değişikliğe uğratılmıştır. Alacağın varlığını ve dayandığı temel ilişkinin senettekinden farklı olduğunu iddia eden alacaklı artık kendi dayandığı ve senetten anlaşılmayan elden para verilme olgusunu ispat yüküyle karşı karşıyadır. Eş söyleyişle, kendi dayanağı olan senetteki sebepten ayrılarak elden para verildiği iddiasını ortaya atarak, “bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden” taraf davalı/alacaklıdır ve bu vakıayı ispat etmeye mecburdur, dolayısıyla ispat yükü davalı/alacaklıdadır. Borçlu aralarında temel ilişkinin varlığını kabul etmemiş, kendisine ispat yükü getirecek olan ödeme nedeniyle karşılıksızlık iddiasında bulunmamış, aksine borcun varlığını inkâr etmiştir. Alacaklının bonodaki malen kaydına karşın alacak borç ilişkisinin mal alışverişine dayanmadığı yönündeki kabulü karşısında davacı/borçlunun iddiası bu noktada sabit olmaktadır. Lehtarın yani alacaklının “bedelin para olarak verildiği “ iddiasını ispat yükü ise kendisinde bulunmaktadır. Hal böyle olunca; mahkemece kanıt yükünün davalı tarafta olduğu gözetilerek, davalının savını kanıtlayabilmesi için olanak verilip, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, kanıt yükünün tayininde yanılgıya düşülerek davanın reddine ilişkin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”Somut olaya ilişkin çözüm ile ilgili olarak kanaatlerince ortada vasıflı ikrar bulunmakta olduğunu; borçlu alacaklı ile aralarında bir bono ilişkisi olduğunu kabul etmekte olduğunu; dolayısıyla bonodan kaynaklanan temel bir ilişkinin varlığını da kabul etmekte olduğunu; borçlunun imzaya itiraz etmesi durumunda ve aralarında hiçbir zaman temel ilişki kurulmadığını iddia etmesi durumunda borcu inkâr etmiş olacağını; oysa bu durumda gerekçeli inkâr olan vasıflı ikrar olduğunu; vasıflı ikrarda borçlunun aralarındaki ilişkinin hukuki vasfını değiştirerek ikrarda bulunmakta olduğunu; burada borçlu senedin hatır ilişkisi nedeniyle verildiği iddiasında olduğunu; dolayısıyla alacaklı üzerine düşen ispat yükünün hukuki gerekçesinin alacaklının sunduğu yeni vakıa üzerinde borçlunun vasıflı ikrarının bulunması ve bu vasıflı ikrarın bölünememesi neticesinde ispat yükünün alacaklıda olması durumu olduğunu; bu nedenle gerekçe olarak yanlış olsa da ispat yükü dağılımının doğru yapılmış bir Hukuk Genel Kurul kararı olması nedeniyle karara katılmakta olduklarını; ilk derece mahkemesinin ise somut olaylarına ilişkin vermiş olduğu kararında sadece ”talil” terimi üzerinden bir nitelendirme yaparak ispat külfetini taraflarına yüklemek suretiyle açık bir hataya düştüğünü, Yüksek mahkemenin de vermiş olduğu kararlarda ”talil” terimini kullansa da vermiş olduğu kararları, somut olayın özellikleri ve tarafların beyanları çerçevesinde ”vasıflı ve bileşik ikrar kapsamında değerlendirerek ”ispat külfetini tayin etme yoluna gittiğini; yine Yargıtay 13. HD., E. 2014/18033 K. 2015/8564 T. 17.3.2015 no’lu kararında senedin teminat olarak verildiği iddiasını talil olarak nitelendirmeyerek aşağıdaki gerekçelerle ispat külfetini davalıya yüklediğini; Davacı, oğlu ile davalının kızının evlenmek hususunda anlaştıklarını, yurt dışı çıkış işlemleri nedeniyle nikah merasiminin bir süreliğine ertelendiğini, bu sırada teminat amacıyla davacı tarafından davalıya boş bir bono verildiğini, daha sonra evlilik gerçekleşmiş olmasına rağmen bononun doldurularak icra takibine konulduğunu, oysa ki teminat amacıyla verilen senetten dolayı davalıya herhangi bir borcu olmadığını ileri sürerek yapılan icra takibi ve söz konusu bonodan borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.Davalı, her ne kadar bonoda malen kaydı bulunsa da, düğün masrafları için davacıya vermiş olduğu borç para nedeniyle senedin düzenlendiğini ve ödenmemesi üzerine icra takibine girişildiğini savunarak davanın reddini dilemiştir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, davalıya teminat amacıyla verdiği Çivril İcra Müdürlüğünün … esas sayılı takip dosyasına konu 02.05.2012 tanzim tarihli 50.000,00 TL bedelli senet nedeniyle davalıya borçlu olmadığının tespiti istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davalı, davacıya elden para verdiğini, senedin konusunun para alacağı olduğunu savunmuştur. Mahkemece, davacının dava konusu senedin teminat senedi olduğunu ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davaya konu senette ihdas nedeni olarak “malen” kaydının bulunduğu senedin incelenmesinden anlaşılmaktadır. Bu durumda tarafların iddia ve savunmaları birlikte değerlendirildiğinde senedin davalı tarafından talil edildiği anlaşılmaktadır. Talil halinde ispat yükünün yer değiştirdiğinin kabulü zorunludur. Hal böyle olunca senedi talil eden davalının senedin borç karşılığında düzenlendiğini yasal delillerle ispat etmesi zorunludur. Tarafların bu konuda tüm delilleri toplanarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, değinilen bu hususlar gözetilmeden ispat yükümlülüğü yer değiştirilerek yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 25,20 TL harcın istek halinde iadesine, 17.3.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.Taraflarınca yargılamanın en başından beri davalıya keşide edilen senedin, öncesinde yapılan kumaş ticaretine teminat olması amacıyla verildiğinin iddia edilmekte olduğunu ve bu iddialarının davalınında imzasını kabul ettiği sözleşme ile ispatlanmakta olduğunu; davalı tarafca ise davanın en başından beri ihdas nedenini talil etmekte olduğunu; davalı tarafın talil olgusunu bir kere değil birden çok kere ve farklı şekillerde dile getirerek olaya çok farklı bir boyut getirmekte olduğunu; dava dilekçesi ve beyan dilekçesinde de sıklıkla dile getirdiklerini, davalı tarafın talile ilişkin beyanlarını kısaca özetlendiğinde; -Davalı tarafın vermiş olduğu cevap dilekçesinde şu ifadelere yer verdiğini; ”İstanbul … İcra Müdürlüğü … E.sayılı dosyası ile takibe konulan 15/06/2013 düzenleme tarihli, 30/11/2013 vade tarihli 140.000USD bedelli senet, müvekkilin davacılara yaptığı kumaşların bedeli olarak müvekkile verilmiş, ancak davacılar senedin vade tarihinde ödeme yapmamışlardır.’- Müvekkili ile davalı arasında konusu görülen davadan farklı olan ancak yine 13 Asliye Ticaret Mahkemesinin esasına kayıtlı olan 2017/628E.sayılı dosyada davalı tarafın vermiş olduğu cevap dilekçesinde aynen şu ifadelere yer verdiğini; ”Davacı tarafın dava dilekçesini ve taleplerini kabul etmiyoruz.Şöyle ki;Müvekkil şirket ile davacı taraf, 19.09.2012 tarihinden sonra karşılıklı olarak cari hesabın kapanması için sözlü olarak mutabakata varmış ve DAVACI TARAF MÜVEKKİL ŞİRKETE OLAN BORCUNA KARŞILIK, 15.06.2013 düzenleme tarihli 30.11.2013 vade tarihli 140.000USD bedelli bir adet senet teslim etmiştir.Taraflar bu senet borcu ödendikten sonra cari hesabın kapanacığı konusunda anlaşmış olmalarına rağmen davacı tarafça borcuna karşılık verilen senet zamanında ödenmemiştir.” – Davalı asilin ise 10/12/2020 tarihli duruşmada isticvaba ilişkin vermiş olduğu beyanda şu ifadelere yer verdiğini; ” bana göstermiş olduğunuz 30/09/2012 tarihli belgede satıcı altındaki isim ve imza bana aittir, bu belgenin içeriği doğrudur, ancak bu belgenin dava konusu senet ile herhangibir ilgisi bulunmamaktadır, benim davacı şirket ile ticari ilişkin vardır, bu belge içeriğinde belirtilen 40.000-USD tutarındaki senet davacıya iade edilmiştir, senet, paramızı alındıktan sonra davacı yana iade edilmiştir, dava konusu senet ise ben ilerleyen tarihlerde işyerimi kapattığımda bir miktar tekstil malı kumaşı davacıya emanet olarak bıraktım daha sonra istediğimde bu malı sattığını söyledi, paramı istedim bana 150.000-USD lik bir senet tanzim ederek verdi ancak bunuda ödeyemeyip indirim isteyince ben davaya konu olan 140.000-USD lik senedi kendisinden aldım 10.000-USD lik bir indirim yaptım dedi.”Bahsettikleri tüm hususların yanında davalı tarafın anlatımlarından hareketle dava konusu senedin ister cari hesap borcu, ister karz akdine dayalı borç, isterse de yaptığı mal neticesinde oluşan borç olduğu kabul edilsin, davalı tarafın her ihtimalde kendi beyanları doğrultusunda senet metninden ayrılarak kendi anlatımlarından kendi lehine hak çıkartmaya çalışmakta olduğunu; Yargıtay’ın yerleşik görüşüne göre senedin ihdas nedeninin değişikliğe uğradığının borçlu/davacı tarafından ileri sürüleceğini ve bu iddianın alacaklı/davalı tarafından kabul edilirse temeldeki hukuki ilişki yönünden bonodaki bu ispat kaydının bizzat alacaklı tarafından değişikliğe uğratılması sonucuna doğuracağını; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2003/19-781 K. 2003/768 T. 17.12.2003 kararında ”malen” ibaresi bulunan bir senedin ihdas nedeninin, mal alışverişine ilişkin olmadığını ileri süren davacı/ borçlunun bu iddiası karşısında, davalı/ alacaklınında ihdas nedenine ilişkin senet metninden ayrılarak bu iddiayı kabul etmesi durumunda, ”Şu durumda, takibin dayanağını teşkil eden dolayısıyla da alacaklının alacağını ispat aracı durumundaki bonoda bulunan “malen” kaydının doğru olmadığı yönündeki borçlu iddiası alacaklı yanca da kabul edilmiş, temeldeki hukuki ilişki yönünden bonodaki bu ispat kaydı bizzat alacaklı tarafından değişikliğe uğratılmıştır. Alacağın varlığını ve dayandığı temel ilişkinin senettekinden farklı olduğunu iddia eden alacaklı artık kendi dayandığı ve senetten anlaşılmayan elden para verilme olgusunu ispat yüküyle karşı karşıyadır. Eş söyleyişle, kendi dayanağı olan senetteki sebepten ayrılarak elden para verildiği iddiasını ortaya atarak, “bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden” taraf davalı/alacaklıdır ve bu vakıayı ispat etmeye mecburdur, dolayısıyla ispat yükü davalı/alacaklıdadır. Borçlu aralarında temel ilişkinin varlığını kabul etmemiş, kendisine ispat yükü getirecek olan ödeme nedeniyle karşılıksızlık iddiasında bulunmamış, aksine borcun varlığını inkar etmiştir. Alacaklının bonodaki malen kaydına karşın alacak borç ilişkisinin mal alışverişine dayanmadığı yönündeki kabulü karşısında davacı/borçlunun iddiası bu noktada sabit olmaktadır. Lehdarın yani alacaklının “bedelin para olarak verildiği ” iddiasını ispat yükü ise kendisinde bulunmaktadır.” diyerek konuya ilişkin emsal niteliğindeki görüşlerini çok net olarak ortaya koyduğunu; somut olayda da senet metninde ”nakden” ibaresi olması karşısında taraflarınca senedin ihdas nedeninin ”nakit para verilmesi” olmadığını ileri sürüldüğünü, davalı tarafça da bu hususun ikrar edildiğini ve senedin ihdas nedenin ”karz akdinden” kaynaklı yeni bir borç ilişkisi olduğunu/cari hesabın kapatılmasına ilişkin verildiğini/kumaş alım-satımından kaynaklandığını ileri sürdüğünü; tam bu noktada davalının, yaratmış olduğu yeni borç ilişkisini ispatlamaya ısrarla yanaşmadığını; Davalı/ alacaklının yeni bir vakıa iddiası varsa, diğer bir deyişle alacağının bir alacak borç ilişkisine dayandığını iddia ediyorsa bunu ispatlamak yükümlülüğünde olduğunu,( Dr.Fadıl Cerrahoğlu Hukuki Bahisler Bononun Temel İlişki Açısından Delil Niteliği ve Bonoda Bedel Kaydı makalesi, İstanbul Ticaret Odası Gazetesi 7 Nisan 1972 s.8 ) Yargıtay’ın yerleşik görüşünün de bu yönde olduğunu, ( 19.H.D. 14.4.1992 gün ve 1992/8081-4430 sayılı ilamı, Y.11.H.D.nin 21.12.1983 gün ve 1983/5668-5790 sayılı ilamı. 11 HD. 16.6.1983 gün ve 1983/3004-3130 sayılı ilamı ).Taraflarınca senedin teminat senedi olduğu iddiası talil olarak nitelendirilecekse de, davalı tarafın dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğu senedin ”kumaş bedeline” ilişkin alındığı iddiası karşısında iki taraflı talilin varlığı ile ispat yükünün taraflarında kaldığının kabul edilse dahi, davalı tarafın, bu beyanının üzerine de birden çok kere ve her biri birbirinden değişik çeşitli iddialar ileri sürerek ispat yükünü üzerine aldığını; kabul anlamına gelmemekle birlikte dilekçelerin teatisi aşamasında her iki tarafından senedin ihdas nedeninden ayrılması iki taraflı talil olarak nitelendirilip ispat yükünün taraflarına atfedilecekse dahi davalı tarafın yargılamanın ilerleyen aşamalarında ileri sürdüğü diğer beyanlar ile ispat yükünü pek tabi kendi üzerine aldığını; bu hususta yargılamanın gidişatına göre iddiasını şekillendirerek, her bir farklı anlatımla her bir değişik olaydan kendi lehine hak çıkartmaya çalıştığının açık olduğunu, İleri sürerek, yukarıda arz ve izah olunana sebeplerden dolayı hatalı hukuki nitelendirme neticesinde ilk derece mahkemesi tarafından davanın reddine ilişkin verilen kararın kaldırılarak davalarının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava; davacılar aleyhine başlatılmış kambiyo senedine mahsus haciz yolu ile takip dosyasına yapılan ödemenin İİK’nun 72/7 maddesi kapsamında istirdadı istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Dava konusu İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … esas satılı dosyası kapsamından davalının davacılar aleyhine 140.000,00-USD bedelli, 15/06/2013 tanzim tarihli, 30/11/2013 vadeli, keşidecisi davacı şirket, lehdarı davalı olan ve davacı …’in aval sıfatıyla imzasının bulunduğu bonoya dayalı takip başlatıldığı, davacı şirket tarafından borca yapılan itirazın İstanbul 21 İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2017/545 esas, 2017/509 karar sayılı, 09/06/2017 tarihli ilamı ile süre yönünden reddedildiği, kararın davacı şirket vekiline 03/07/2017, davalı takip alacaklısı vekiline 28/06/2017 tarihinde tebliğ edildiği, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmadığı, diğer davacı … tarafından icra mahkemesi nezdinde borca itiraz edilmediği, devam eden takip dosyasında 08/06/2017 tarihinde yapılan kapak hesabı ile borcun asıl alacak, feriler, harç ve vergiler ile birlikte 638.147,52-TL olarak tespit edildiği, bu tutarın iş bu dosya davacılarından … Tekstil Şirketi tarafından 19/06/2017 tarihinde dosyaya ödendiği, aynı tarihte harç ve vergilerin mahsubu sonucu, iş bu dosya davalısı takip alacaklısı vekiline 580.713,60-TL ödeme yapılarak dosyanın infazen kapatıldığı, eldeki istirdat davasının 14/03/2018 tarihinde ve İİK’nun 72/7 maddesinde düzenlenen bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açıldığı tespit edilmiştir. Yargılamanın devamı sırasında davalı vekili tarafından, davacılardan …’in iş bu dava dosyasındaki alacağını …’ye devrettiğine dair alacak devir sözleşmesi sunulduğu ve davacılar tarafından devir tarihinden itibaren yapılan işlemlerin geçersiz sayılmasının talep edildiği görülmüştür. Dilekçe ekindeki, Bakırköy … Noterliği’nin 10/07/2018 tarihli, … yevmiye numaralı alacacağın devri sözleşmesi incelendiğinde, …’in İstanbul 13 Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2018/241 esas sayılı dosyasındaki 646.755,00-TL alacağının tamamını fer’ileri ile birlikte …ye devrettiğinin kayıtlı olduğu anlaşılmıştır. Davalı vekilinin bu beyanı üzerine davacılar vekili 05/03/2020 tarihli beyan dilekçesi ile, alacağın temliki sözleşmesi gereği dava konusu alacağın … devredildiği, devir sözleşmesi dosyaya tebliğ edildi ise …’ye ilişkin vekaletnamenin dosyaya sunulduğu belirtilerek, … dosyaya taraf olarak kaydının yapılmasının, halefiyet prensibi gereği devir öncesinde yapılmış işlemlerin geçerli olması nedeniyle, davalı isteminin reddedilmesinin talep edildiği, dilekçe ekinde … vekaletnamesinin sunulduğu, aynı vekil tarafından dosyaya davacı … adına esas hakkında beyan dilekçesi sunulduğu anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesi tarafından yargılama bitirilerek 18/03/2021 tarihli ara karar ile davacılar … Ltd Şti ile … tarafından açılan davanın reddine karar verilmiş, davalı vekilinin 11/05/2021 tarihli tavzih dilekçesi ile alacağı temlik alan davacı …’nün taraf olarak gösterilmesi talep edilmiş, mahkemenin 03/06/2021 tarihli ara kararı ile, alacağın devri sözleşmesinin davalı tarafından dosyaya sunulduğu, devralanın dosyaya taraf olarak kaydedilmeyi talep etmediği, HMK’nun 125 maddesi uyarınca mahkemenin re’sen taraf kaydı yapamayacağı gerekçesi ile talep reddedilmiştir. 6100 Sayılı HMK’nun 125/2 fıkrası uyarınca, davanın açılmasından sonra dava konusunun davacı tarafından devredilmesi halinde, devralmış olan kişinin görülmekte olan davada davacı yerine geçeceği ve davanın kaldığı yerden devam edeceği düzenlenmiş olup, fıkra gerekçesinde de, davacının dava konusu devretmesi halinde devralan üçüncü kişinin hukuk gereği (ipso iure) davacı sıfatını ve buna bağlı olarak dava takip yetkisini kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği esasının getirildiği açıkça belirtilmiş olup, hem devreden davacı …, hem de devralan … vekili olan Av. …’nın alacağın devrini kabul ederek, … taraf olarak dosyaya kaydını talep etmiş olması karşısında, …’nün HMK’nun 125/2 fıkrası uyarınca davacı … yerine davacı sıfatını kazandığı açık olup, mahkemece dava konusunu ve dava takip yetkisini devralan … yönünden hüküm kurulması gerekirken, davacı sıfatı ve dava takip yetkisi, diğer ifade ile talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisi sona eren … hakkında hüküm tesis edilmesi yerinde olmamış, HMK’nun 297/1-b bendi ile 297/2 fıkrasına aykırı bu husus aynı zamanda kamu düzenine ilişkin olduğundan dairemizce re’sen nazara alınmıştır. Kabule göre de; soruşturma dosyasında alınan ifadelerin, bononun teminat bonosu olduğuna ilişkin iddia bakımından tartışılıp değerlendirilmemesi, yine istirdat istemi yönünden icra dosyasına kim tarafından ödeme yapıldığının sonuca etkisi bulunup bulunmadığı üzerinde durulmaması yerinde olmamıştır. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; davacılar vekilinin istinaf başvurusunun usulen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 297/1-b, 297/2 ve 355, 353/1-a6 maddeleri uyarınca kaldırılmasına, dosyanın kaldırma kararı doğrultusunda mahkemesine iadesine, sair istinaf sebeplerinin bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun USULEN KABULÜ ile; İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 18/03/2021 tarih ve 2018/241 Esas – 2021/240 Karar sayılı kararının HMK’nın 297/1-b, 297/2 ve 355-a6 maddelerİ uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 3-Sair istinaf sebeplerinin bu aşamada değerlendirilmesine yer olmadığına 4-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 5-İstinaf talep edenler tarafından yatırılan istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine, 6-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 7-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 8-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 14/12/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.