Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2021/125 E. 2023/402 K. 09.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/125 Esas
KARAR NO: 2023/402 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI: 2016/1013 Esas – 2020/719 Karar
TARİHİ: 12/11/2020
DAVA: Hisse Devir Sözleşmesinin Geçersiz ve Hükümsüz Olduğunun Tespiti
BİRLEŞEN İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN
2016/1045 ESAS 2016/859 KARAR SAYILI DOSYASI
DAVA: Hisse Devir Sözleşmesinin Geçersiz ve Hükümsüz Olduğunun Tespiti
BİRLEŞEN İSTANBUL 16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN
2020/491 ESAS 2020/357 KARAR SAYILI DOSYASI
DAVA: Hisse Devir Sözleşmesinin Geçersiz ve Hükümsüz Olduğunun Tespiti
KARAR TARİHİ: 09/03/2023
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacı ve davalının ortak murisi olan …’ın 09/11/2013 tarihinde vefat eden gazeteci ve belgeselci olduğunu ve davalının; murisin ilk evliliğinden olma 1978 doğumlu oğlu, davacının ise murisin dava dışı … ile beraberliğinden olma 1998 doğumlu kızı olduğunu ve murisin dul olarak vefat etmiş olması nedeniye iki çocuğu olan davacı ve davalıdan başka yasal mirasçısı bulunmadığını, İstanbul 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/51 Tereke sayılı dosyasında tereke tespit davasının ikame edilmiş olduğunu, mirasın halen paylaşılmamış olduğunu, murisin noterde düzenlettirdiği ve mirasının tamamını davalı oğluna bıraktığı 30/12/2001 tarihli resmi vasiyetnamenin, davacı müvekkilinin İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/173 E. 2016/105 K. sayılı dosyasında açtığı dava neticesinde iptal edildiğini ancak dosyanın halen temyiz incelemesinde olduğunu, Murisin iştigal konusu “sinema filmi, video ve televizyon yapım faaliyetleri” olan “Tasfiye Halinde … Tur. Tem. San. ve Tic. Ltd. Şirketi” unvanlı limited şirketinin 26.10.1998 tarihinde İstanbul’da kurup, İstanbul Ticaret Odası nezdinde … sicil numarasıyla tescil ettirildiğini, 6762 sayılı Mülga Türk Ticaret Kanunun yürürlükte olduğu dönemde limited şirketlerin asgari 2 ortağı bulunması zorunlu olduğundan, murisin çalışma arkadaşı olan …’ın da murisle birlikte şirkete %10 hisse oranıyla ortak olduğunu, geriye kalan %90 hissenin murise ait olduğunu, …’ın şirkette sahip olduğu %10 hisseyi, murisin talebi üzerine Beyoğlu … Noterliğinin 17.11.1999 tarih ve … yevmiye numaralı sözleşmesiyle davalıya sattığını, her ne kadar söz konusu resmi senet içeriğinde devreden …’ın “devir bedelini nakden, tamamen ve peşinen aldığı” ve yine devralan davalının”devir bedelini nakden, tamamen ve peşinen ödediği” yazılı ise de; devir tarihinde 21 yaşında bir öğrenci olan davalının, …’tan devraldığı %10 Şirket hissesi karşılığında hiçbir bedel ödemediğini, diğer bir ifadeyle resmi senette birleşen gerçek bir satış iradesi olmadığını, dolayısıyla söz konusu hisse devrinin muvazaalı olup kesin hükümsüz olduğunu, devirden sonra şirketteki hissedarlık oranlarının %90 muris, %10 davalı halini aldığını, şirketin İstanbul İli Beyoğlu İlçesi … Mah. … Sokakta bulunan ve tapuda … Pafta … Ada … Parsel numarasıyla kayıtlı olan taşınmazı 05.04.2000 tarihinde dava dışı üçüncü şahıstan bedelini ödemek suretiyle satın aldığını ve taşınmazın tapu sicilinde şirket adına tescil edildiğini, Söz konusu satın alma sürecinde şirketi temsil eden kişinin aynı zamanda şirketin eski ortağı olan … olduğunu, tüm tapu ve ödeme işlemlerinin kendisi tarafından vekâleten takip edilip sonuçlandırıldığını, 06.11.2001 tarihinde ise murisin, şirket sermayesinde sahip olduğu %39 hisseyi Beyoğlu … Noterliğinin … yevmiye numaralı sözleşmesiyle davalı oğluna sattığını, tıpkı …’ın davalıya yaptığı ilk devir gibi muris tarafından davalıya yapılan bu devrin de muvazaalı olduğunu ve kesin hükümsüz olduğunu, zira devir tarihinde 23 yaşında bir kişi olan davalının hiçbir gelirinin olmadığını, muris babasının kendisine yaptığı bu devir karşılığında -resmî senette yazılanın aksine- murise hiçbir bedel ödemediğini, işlem gerçekte bağışlama olmasına karşın resmi senede yansıyan bir bağışlama iradesinin olmadığını, dolayısıyla görünürdeki satış işleminin muvazaalı olduğunun her türlü duraksamadan uzak olduğunu, bu devirden sonra şirketteki hissedarlık oranlarının %51 muris, %49 davalı halini aldığını, nihayet 01.11.2004 tarihine gelindiğinde şirket, adres ve tapu bilgileri yukarıda belirtilen taşınmazı tapuda satış göstermek suretiyle davalıya devrettiğini, tıpkı yukarıda zikredilen dava konusu şirket hisse devirleri gibi tapuda satış olarak gözüken söz konusu taşınmazın devrinin de muvazaalı olduğunu, şirket tarafından davalıya yapılan söz konusu taşınmaz devrinin iptali talepli ayrı bir dava ikame edildiğini, murisin 09.11.2013 tarihindeki vefatıyla birlikte murisin şirkette sahip olduğu %51 ‘lik hissenin de tereke dahilinde davacı ve davalıdan oluşan miras ortaklığına intikal ettiğini, İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünün 27.01.2015 tarih ve … sayılı ihtar yazısının şirkete gönderildiğini ve şirket ortağı olan murisin ölümü akabinde yeni pay dağılımına ilişkin hususun 30 gün içerisinde tescil ve ilan ettirilmesinin talep edildiğini, şirketin kayıtlı merkez adresinin aynı zamanda davacı müvekkilinin ikamet adresi olduğundan söz konusu yazının davacıya tebliğ edildiğini, yapılması talep edilen işlemlerin verilen süre içerisinde gerçekleştirilmediğini ve bu sebeple Sicil Müdürlüğü 27.02.2015 tarihinde resen tescil yoluna giderek bu hususu 06.03.2015 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan ettirildiğini, şirketin halen tasfiye halinde olup … isimli şahsın tasfiye memuru olarak görevlendirildiğini, muvazaalı hisse devirlerinin davacıyı yasal miras hakkından mahrum bıraktığını, belirtilen dava konusu hisse devirleri yapılmamış olsaydı, murisin terekesine şirketin %51 değil %90 oranındaki hissesine intikal edeceğini, bu sebeple davacının işbu davayı ikame etmekte hukuki yararı olduğunu, Muris ve dava dışı … tarafından davalıya yapılan dava konusu hisse devirlerinin, resmi geçerlilik şartına bağlı işlemlerden olduğunu, her iki hisse devrinde de gerçekte bir satış iradesi olmadığından ötürü satış işlemlerinin muvazaa sebebiyle geçersiz, gizlenen bağış işlemleri ise resmi şekil şartına uyulmadığı için geçersiz olduğunu, dava konusu hisse devirlerini tasdik eden ortaklar kurulu kararlarında murisin imzası olarak atılan imzaların murise ait olmadığını, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu uyarınca bir limited şirket hisse devrinin tamamlanması için noterde imzalanan hisse devir sözleşmesinin şirket ortaklar kurulu tarafından nitelikli çoğunlukla tasdik edilmesi ve şirket pay defterine kayıt edilmesinin bir geçerlilik şartı olduğunu, bu olmadıkça tamamlanan bir devirden bahsedilemeyeceğini, gerek dava konusu 17.11.1999 tarihli dava konusu birinci hisse devrini tasdik eden 25.11.1999 tarihli Şirket ortaklar kurulu kararında, muris …’ın ismi altına atılmış olan imzanın, gerekse dava konusu 06.11.2001 tarihli dava konusu ikinci hisse devrini tasdik eden 08.11.2011 tarihli Şirket ortaklar kurulu kararında muris …’ın ismi altına atılmış olan imzanın, murisin Şirketin ilk kuruluş aşamasında İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğüne verdiği 16.10.1998 tarihli imza örneklerindeki imzalar ile farklı el ürünü oldukları hususunun daha ilk bakışta açıkça göze çarptığını, diğer bir deyişle dava konusu hisse devirlerinin sahte imzalı ortaklar kurulu kararlarına dayanılarak tescil edildiğini, bu durumda söz konusu devirlerin hukuken olmadığını, öyle ki şirketin ortaklar kurulunun aldığı sair kararlarda da muris …’ın yerine başkasının imza attığının belli olduğunu, bu nedenlerle; dava konusu hisse devirlerinin öncelikle yoklukla malul olduklarının, bu talebi kabul görmezse söz konusu hisse devirlerinin muvazaa sebebiyle kesin hükümsüz olduklarının ayrı ayrı tespit edilmesinin terditli olarak talep edildiğini belirterek, Beyoğlu … Noterliğinin 17.11.1999 tarih ve … yevmiye numaralı limited şirket hisse devir sözleşmesi uyarınca yapılan ve Bakırköy … Noterliğinin 25.11.1999 tarih ve … yevmiye numaralı ortaklar kurulu kararıyla tasdik edilen hisse devrinin yoklukla malul olduğunun tespitine, bu talebi kabul görmezse 17.11.1999 tarihli söz konusu sözleşmenin muvazaa sebebiyle kesin hükümsüz olduğunun tespitine, Beyoğlu … Noterliğinin 06.11.2001 tarih ve … yevmiye numaralı limited şirket hisse devir sözleşmesi uyarınca yapılan ve Bakırköy … Noterliğinin 08.11.2001 tarih ve … yevmiye numaralı ortaklar kurulu kararıyla tasdik edilen hisse devrinin yoklukla malul olduğunun tespitine, bu talebi kabul görmezse 25.11.2001 tarihli söz konusu sözleşmenin muvazaa sebebiyle kesin hükümsüz olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, müvekkilinin … şirketinin hisselerinin bir kısmını dava dışı …’tan devraldığını, davacının iddiasını hisse devir tarihinde müvekkilinin öğrenci olmasına ve dolayısıyla hisse devir bedelini ödeyecek parasının olamayacağına dayandırdığını, Noterlikte yapılan hisse devir sözleşmesinde devreden hisse devir bedelini nakten, peşinen ve tamamen almış olduğunu beyan ederek resmi sözleşmeyi imzalamış olması karşısında davacının iddiasının hukuki hiç bir itibarı bulunmadığını, kaldı ki söz konusu şirket hissesini devretmiş olan kişinin bu davanın tarafı olmadığını, davanın tarafı olmayan üçüncü kişi ile müvekkili arasında yapılmış olan sözleşmenin hükümsüzlüğünü istemekte, davacının hukuki yararının bulunmadığını, davacının aynı nedene dayanan diğer iddiasının müvekkili ve davacının murisi olan … tarafından müvekkiline devredilen şirket hisseleri ile ilgili olduğunu, dava dilekçesinde de belirtildiği üzere söz konusu devir işleminin Noterde yapılan hisse devir sözleşmesine dayanmakta olduğunu, hisse devri ortaklar kurulunun onayından geçtiğini, ticaret siciline tescil edildiğini ve keyfiyetin ticaret sicil gazetesinde de yayımlandığını, hisse devri işlemi devir tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nın 520. maddesinde belirtilen şartları taşıdığını, davacının dava dilekçesindeki iddialarının yersiz olduğunu, üniversite eğitimi sırasında ve eğitimini tamamladıktan sonra aynı alanda faaliyet yürüten babasının yardımcısı olarak çalışmalarda rol aldığını, müvekkilinin babası ile birlikte ortağı olduğu şirketin bir çok faaliyetinde görev aldığını ve ayrıca çeşitli yapımlarda yer aldığını, müvekkilinin şirkete ortaklığının kağıt üzerinde bir ortaklık olmayıp bizzat tüm faaliyetlere aktif katılımı şeklinde olduğunu belirterek, davanın reddini talep etmiştir. Birleşen İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/1045 Esas sayılı dosyasında davacı vekili verdiği dava dilekçesi ile; davacının murisi olan …’ın dul olarak vefat etmiş olduğunu ve iki çocuğu olan davacı ve …’dan başka yasal mirasçısının bulunmadığını, murisin iştigal mevzu”sinema filmi, video ve televizyon yapım faaliyetleri” olan davalı şirketi 26/10/1998 tarihinde İstanbul’da kurduğunu, murisin çalışma arkadaşı olan dava dışı …’ın murisle birlikte davalı şirkete %10 hisse oranıyla ortak olduğunu, bu %10 luk hissenin murisin diğer yasal mirasçısı olan …’a sattığını, murisin 06/11/2001 tarihinde davalı şirkette bulunan %39 luk hisseyi mirasçı …’a sattığını, davacı müvekkilinin hisse devirlerinin yoklukla malul olduklarının tespiti talepli bir davayı diğer yasal mirasçı …’a karşı Mahkememizin 2016/1013 Esas sayılı dosyası ile 12/10/2016 tarihinde ikame ettiğini, asıl davadaki yokluk iddiasının dayanağının dava konusu devirleri tasdik eden ortaklar kurulu kararında muris …’a izafeten atılan imzaların murise ait olmaması olduğunu, yokluk iddiasının ispatlanamaması halinde terditli olarak sürdükleri diğer iddialarının ise, yapılan işlemlerin muvazaalı işlem olduğu, yoklukları talep edilen davalı şirket hisse devirlerinin şirketin almış olduğu ortaklar kurulu kararı ile tasdik edilmiş işlemler olduğu, dava sonunda şirketin ortaklık yapısının değişebilecek olması nedeniyle asıl dava ile aynı hukuki sebebe dayanan ve aynı talepleri içeren bu davanın asıl dava ile birleştirilmesine ve sonuç itibariyle dava konusu hisse devirlerinin yoklukla malul olduğunun tespitine, bu talepleri yerinde görülmez ise muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğuna karar verilmesini talep etmiştir. Birleşen İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2020/491 Esas sayılı dosyasında davacı vekili verdiği dava dilekçesi ile; Mahkememizin 2016/1013 Esas sayılı dosyasında … aleyhine,1999 ve 2001 tarihli iki ayrı limited şirket hisse devir sözleşmesinin kesin hükümsüzlüklerinin ayrı ayrı tespiti ve ticaret sicil kayıtlarının buna göre düzeltilmesi talepli dava ikame edildiğini, söz konusu davanın halen derdest olduğunu, söz konusu davanın 06/02/2020 tarihli 11. celsesinin 2 nolu ara kararı ile devir sözleşmesinde devreden …’ın davada taraf olarak yer alması gerektiğinden, bu kişiye karşı birleştirilmek üzere dava açılması için kendilerine süre verildiğini, bu nedenle bu davayı açtıklarını belirterek, davaların birleştirilmesine ve dava konusu hisse devir sözleşmesinin muvazaa nedeniyle kesin hükümsüz olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili Mahkememize verdiği 21/09/2020 tarihli dilekçesi ile, müvekkilinin Mahkememizin 17.10.2019 tarihli 10. celsesinde tanık olarak dinlendiğini ve beyanlarında hisse devrinde herhangi bir satış iradesinin mevcut olmadığını, hissenin bedelsiz şekilde diğer davalı …’a devredildiğini belirttiğinden, müvekkili hakkında açılan bu davayı kayıtsız şartsız kabul ettiklerini belirtmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 12/11/2020 tarih 2016/1013 Esas – 2020/719 Karar sayılı kararında; “Asıl ve birleşen davalar; hisse devirlerinin yoklukla malul olduğunun tespiti ve terditli olarak muvazaa sebebiyle kesin hükümsüz olduğunun tespitine ilişkindir. Taraf delilleri toplanmış, taraf tanıkları dinlenmiş, bilirkişi raporu alınmıştır. İstanbul 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/1010 E. ve 2013/851 K. sayılı ilamına göre muris …’ın mirasçılarının davacı … ile davalı … olduğu anlaşılmıştır. Davalı şirketin ticaret sicil kayıtlarına göre davalı şirketin tasfiye halinde olduğu, tasfiye memurunun … olduğu görülmüştür. Dava konusu 2 adet hisse devir sözleşmesinin incelenmesinde, Beyoğlu … Noterliğinin 17/11/1999 tarih ve … yevmiye nolu limited şirket hisse devir senedine göre davalı şirketteki 10 paya karşılık 500.000.000 TL sermayenin tamamının, davalı … tarafından davalı …’a devredildiği, bununla ilgili olarak sunulan karar defteri fotokopisine göre 19/11/1999 tarih ve 2 sıra nolu karar ile bu devrin kabulüne ve keyfiyetin pay defterine işlenmesine, bu devirden sonra 90 paya karşılık 4.500.000.000 TL ‘sinin …’a, 10 paya karşılık 500.000.000 TL’sinin davalı …’a ait olduğunun karar altına alındığı, bu ortaklar kurulu kararının Bakırköy … Noterliğinin 25/11/1999 tarih ve … yevmiye nosu ile tasdik edildiği anlaşılmıştır. Davaya konu diğer hisse devir sözleşmesinin; Beyoğlu … Noterliğinin 06/11/2001 tarih ve … yevmiye nolu limited şirket hisse devir sözleşmesine göre davalı şirketteki 39 paya karşılık 1.950.000.000 TL sermayenin tamamının …’a ait iken, tamamının davalı …’a devredildiği, bununla ilgili olarak sunulan karar defteri fotokopisine göre 08/11/2001 tarih ve 2001/11-1 sıra nolu karar ile bu devrin kabulüne ve keyfiyetin pay defterine işlenmesine, bu devirden sonra 51 paya karşılık 2.550.000.000 TL ‘sinin …’a, 49 paya karşılık 2.450.000.000 TL’sinin davalı …’a ait olduğunun karar altına alındığı, bu ortaklar kurulu kararının Bakırköy … Noterliğinin 08/11/2001 tarih ve … yevmiye nosu ile tasdik edildiği anlaşılmıştır. Bilirkişiler … ve … Mahkememize sundukları 15/10/2018 tarihli raporlarında; sahte imzaya ilişkin iddialarının hisse devrini tasdik eden şirket ortaklar kurulu kararlarında olduğunu belirtildiğini, bu nedenle Ortaklar Kurulu kararlarının incelenmesi gerektiğini, ancak dava dosyası incelendiğinde ortaklar kurulu karar defterinin dosya içerisinde bulunmadığını, dosyanın içerisinde ayrı olarak zarfın içine konulmuş l adet karar defteri bulunmakta ve bu karar defteri incelendiğinde de davacının iddia etmiş olduğu kararların yer almadığı, dolayısıyla davacının iddiaları inceleme konusu yapılmadığını, diğer talebi ile ilgili huzurdaki uyuşmazlık hisse devirlerinin muvazaalı yapılıp yapılmadığının tespitlerinden biri hisse devir bedelinin ödenip ödenmediği olduğunu, hisse devirlerinde yer alan ifade ile her iki devirde de devir bedelleri ” nakden, tamamen ve peşinen” ödenmiş olduğu, hisse devir bedellerinin ödenmediğinin ispatının davacı tarafça ispat edilemediğini, davacının iddia ettiği, davalının hisse devirlerinin yapıldığı tarihte 21 ve 23 yaşında olduğu, dolayısıyla gelirinin olmadığı, bu nedenle hisse devirlerinde, devir bedellerinin ödenmediği iddiasının bir tahmine dayanmakta olduğu, hisse devir bedellerinin ödenmediğinin tespit edilemediğini, ancak Mahkeme aksi kanaatte ise, yani muvazaa olduğu kanaatinde ise hisse devrinin kesin hükümsüz olduğunun kabulü gerekeceğini belirtmişlerdir. Davacı tanığı olarak dinlenen ve daha sonra birleşen davada davalı olan …, Mahkememizin 17/10/2019 tarihli celsesinde; davalı şirkette 1999- 2002 arasında genel koordinatör olarak çalıştığını, bu nedenle davacı …’ı davalı …’ı tanıdığını, şirketin kuruluşunda … şirketin hisselerinin %90’ına sahipti geri kalan %10’ nun da kendisine ait olduğunu, ancak gerçekte şirketin tamamı …’a ait olduğunu, o tarihte limited şirket için en az 2 ortak gerektiğinden kendisine %10 hisse verilmiş gibi gösterildiğini, gerçekte şirketin maaşlı çalışanı olduğunu, 2-3 yıl içinde %10 hissesini davalı …’a babası …’ın isteği üzerine bedelsiz olarak devrettiğini, herhangi bir bedel almadığını, hisse devrettiği tarillerde …’ın 19-20 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğini, davalı …’ın davalı şirkette çalıştığını, muhabirlik yaptığını, programların müziklerini yaptığını, davalı …’ın o tarihlerde Londra’da üniversite’de okuduğunu, sömestr veya yaz tatillerinde şirketteki söylediği işleri yaptığını, daha sonra …’ın hisselerinin %39 kısmını …’a devrettiğini, …’ın …’a hisse devrerken para konusunun konuşulmadığını, davalı …’ın bildiğim kadarıyla İspanya’da, davacının ise İstanbul’da yaşadığını, davalı şirketin ticari defterlerinin nerede olduğunu tam olarak bilemediğini, hisse devrine ilişkin sözleşme ve karar defterinin yanında imzalanmadığını, bu nedenle imzanın kime ait olduğunu bilemediğini, davalı …’ın hisse devirlerinin yapıldığı tarihte yurtdışında öğrenci olduğunu, herhangi bir işi ve geliri olup olmadığını bilmediğini, şirkette çalıştığı yaz ayları ve sömestr tatillerinde çalışmasına karşılık harçlık mahiyetinde ücret aldığını, ancak düzenli ücret almadığını belirtmiştir. Davalı tanığı …; davalı şirkette 3 defa aralıklı olarak kameraman olarak çalıştığını, davalı şirketin televizyon programı yapım işi yaptığını, çalıştığı tarihleri tam olarak bilmediğini, 2000’li yıllarda çalıştığını, çalıştığım tarihlerde davalı …’ın asistan gibi çekimlere sık sık geldiğini, davalı …’ın ne şekilde şirket ortağı olduğunu ve ne zaman olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Davalı tanığı …; davalı şirkette 1999-2004 tarihleri arasında part-time olarak çalıştığını, davalı …’ın programlarda zaman zaman röportajlar yaptığını, muhabirlik yaptığını, gece nöbetlerine eşlik ettiğini, yaz aylarında kendilerine eşlik ettiğini, davalının sürekli mi işe geldiğini, arada bir mi geldiğini tam hatırlamadığını, kendisinin şirket hissedarı olup olmadığını bilmediğini belirtmiştir. Mahkememizce toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; davacı terditli olarak açtığı davada; limited şirket hisse devir sözleşmesine istinaden alınan ortaklar kurulu kararındaki … adına atılan imzaların sahte imzalar olduğunu, bu nedenle bu kararların yoklukla malul olduğunun tespitini talep etmiş ise de, ilgili karar defterleri aslının Mahkememize ibraz edilemediği ve nerede olduğunun bilinemediğinden ve fotokopi belge üzerinde imza incelemesi yapılamayacağından davacı vekilinin bu talebini ispat edemediği kabul edilmiştir.Davacının terditli talebi olan muvazaa nedeniyle her iki işlemin kesin hükümsüz olduğunun tespiti talebine ilişkin olarak taraflarca bildirilen tanıklar dinlenmiş ve değerlendirme yapılmıştır. Davacı vekili davalı …’a hisse devrine ilişkin yapılan işlemlerin her ikisininde muvazaalı olduğunu, …’ın hisse devir sözleşmelerinin ilkinde 21 yaşında, ikincisinde 23 yaşında olduğunu, öğrenci olup gelirinin bulunmadığını, kendisine yapılan devir işlemlerinde yapılan gerçek satış iradesinin bulunmadığını, bu hisselere karşılık herhangi bir ödemede bulunulmadığını, işlemin gerçekte bağışlama olmasına karşı resmi senede yansıyan bir bağışlama iradesinin olmadığını, bu nedenle muvazaalı işlemlerin hükümsüz olduğunun tespitini talep etmiştir. Davalı …’a yapılan hisse devirlerinden ilki davalı … tarafından 17/11/1999 tarihinde yapılmış olup, nüfus kaydına göre bu tarihte davalı …’ın 21 yaşında olduğu, ikinci hisse devir işleminin 06/11/2001 tarihinde yapıldığı ve bu tarihte 23 yaşında olduğu, ikinci hisse devir işlemini yapanın babası muris … olduğu, ilk hisse devrini yapan …’ın Mahkememizdeki ifadesinde; şirkette 1999-2002 tarihleri arasında genel koordinatör olarak çalıştığını, şirkette hisselerinin %90’nın …’a, %10’unun kendisine ait olduğunu, ancak gerçekte şirketin tamamının …’a ait olduğunu, o tarihte limited şirket için en az iki ortak gerektiğinden kendisine hisse verildiğini, gerçekte şirketin çalışanı olduğunu, 2, 3 yıl içinde kendisine ait gözüken %10 hissesinin davalı …’a babası …’ın isteği üzerine bedelsiz olarak devrettiğini, herhangi bir bedel almadığını ve davalının o tarihte Londra’da üniversitede okuduğunu, …’ın …’a hisse devrederken de para konusunun konuşulmadığını bildiğini, davalı …’ın hisse devirlerinin yapıldığı tarihte yurtdışında eğitimde olduğunu, herhangi bir işi ve geliri olup olmadığını bilmediğini, şirkette çalıştığı yaz ayları ve sömestr tatillerinde çalıştığında harçlık mahiyetinde ücretler aldığını, düzenli ücret almadığını beyan ettiği ve daha sonra bu tanığın birleşen davada davalı olarak davayı kabul beyanları göz önüne alındığında dava konusu her iki limited şirket hisse devrine karşılık gerek hisse devreden davalı …’ın, gerekse muris …’ın herhangi bir ücret almadığı, bu devirlerin muvazaalı şekilde yapıldığı, gerçek iradenin davalı …’a hisselerinin bedelsiz olarak devri olduğu, bu nedenle muvazaalı olarak yapılan her iki devir işleminin geçersiz olduğu sonuç ve kanaatine varılarak, davacının muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespiti davasının kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”gerekçesi ile, “Asıl ve birleşen davaların kabulü ile; İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünün … sicil numarasında kayıtlı TASFİYE HALİNDE … TURİZM SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKET‘inde davalı …’a ait 10 adet hissenin davalı …’ a devrine ilişkin Bakırköy …Noterliğinin 25.11.1999 tarih ve … yemviye no ile tasdik edilen ortaklar kurulunun 19.11.1999 tarih ve 2 sayılı kararının ve bu karara dayanak Beyoğlu …Noterliğinin 17.11.1999 tarih ve … yevmiye nolu Limited Şirket Hisse devir senedinin, muris …’a ait 39 adet hissenin davalı …’ a devrine ilişkin Bakırköy …Noterliğinin 08.11.2001 tarih ve … yemviye no ile tasdik edilen ortaklar kurulunun 08.11.2001 tarih ve 2001/11-1 sayılı kararının ve bu karara dayanak Beyoğlu …Noterliğinin 06.11.2001 tarih ve … yevmiye nolu Limited Şirket Hisse devir sözleşmesinin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitine”, karar verilmiş ve karara karşı davalı vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Asıl davada davalı … vekili Av. … tarafından ibraz edilen 15/12/2020 tarihli istinaf dilekçesinde özetle, yerel mahkeme tarafından verilmiş olan kararın hukuka aykırı olduğunu;Tanık delilinin, noterde düzenlenen resmi senet deliline karşı üstün tutulduğunu, Yerel Mahkeme’nin … tarafından müvekkiline noterde resmi senet ile devredilen hisselerin devir işleminin muvazaalı olduğu gerekçesiyle bu işlemin geçersizliğinin tespitine karar verdiğini, Müvekkilinin, hisselerinin bir kısmını muris …’dan devralmış olduğunu; hisse devir sözleşmesinin noterlikte yapıldığını ve sözleşmede de belirtildiği üzere hisse devir bedelinin nakden ve peşinen ödendiğini; hisse devrinin, aynı şekilde şirket ortaklar kurulunun onayından geçtiğini, ticaret siciline de tescil ve ilan edildiğini; noterlikte düzenlenen iş bu sözleşmenin resmi senet olduğunu, Ancak yerel mahkemenin bu hisse devrinin muvazaalı olup olmadığının tespiti için tanık deliline başvurduğunu; …’ın tanıklığını kabul ederek hukuka aykırı bir şekilde devir sözleşmesinin muvazaalı yapıldığını kabul ettiğini; 6100 sy Hukuk Muhakemeleri Kanunu 201. Maddesine aykırı şekilde, resmi senette bedeli nakden, peşinen ve tamamen aldığını kabul eden …’ın, daha sonra böyle bir bedel almadığına ilişkin beyanlarını dikkate alarak hukuka aykırı bir şekilde tanık delilini resmi senede üstün tutmuş olmasının isabetsiz olduğunu, Davacının, sadece müvekkilinin “23 yaşında” olduğunu ve hisseleri devralabilecek maddi gücünün olamayacağı gibi varsayımsal, soyut ve delil olarak nitelendirilemeyecek ölçütteki beyanları ile resmi senedin çürütülmeye çalışılmasının hukuka ve mantığa aykırı olduğunu; müvekkilinin, önceki beyanları ve tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere yurtdışında medya alanında eğitim gördüğünü ve şirketin birçok faaliyetinde asli görev aldığını; Ayrıca, … ile müvekkilleri arasında yapılan hisse devir sözleşmesi ile ilgili davanın …’a da yöneltildiğini ve … tarafından davanın kabul edildiğini; bu kabul işleminin de müvekkili nezdinde hiçbir hukuki sonuç doğurmadığını; önce noterde düzenlenen resmi senette bedeli nakden ve peşinen aldım diyen bir kimsenin sonradan bu bedeli almadığını iddia etmesinin TMK m.2 dürüst davranma ilkesi ile bağdaşmadığını; ancak yerel mahkemenin bu hususu da gözden kaçırdığını, ve hukuka aykırı bir şekilde bu devrin de muvaazalı olduğuna hükmederek isabetsiz bir karar verdiğini, Bir an için muvazaa iddiası geçerli olsa bile şekil şartının yine de sağlandığından davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, Her ne kadar müvekkili ile muris ve … arasında yapılan hisse devir sözleşmelerinin muvazaalı olmadığının ve her iki sözleşmelerin de hukuka uygun ve geçerli olduğunun kesin olarak kanıtlanmış ise de, bir an için söz konusu işlemlerin satış değil bağış olduğunun düşünülmesi halinde bile söz konusu işlemlerin hukuka uygun olup bu işlemlerin iptalinin istenemeyeceğini, 6098 sy TBK m.209’a göre;”MADDE 209 – Taşınır satışı, Türk Medeni Kanunu uyarınca taşınmaz sayılanlar dışında kalan ve diğer kanunlarda taşınır olarak belirtilen şeylerin satışıdır.” denildiğini; şirket hissesi, Türk Medeni Kanunu’na göre taşınmaz olarak nitelendirilemediği için taşınır satışı hükümlerine göre satışının yapıldığını, Bilindiği ve 01/04/1974 tarihli 1/2 sayılı İBK’da düzenlendiği üzere; bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu`nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceğini, Şirket hissesinin devri bakımından 01/04/1974 tarihli 1/2 sayılı İBK’nın uygulanma yerinin olmadığını; iş bu içtihatın taşınmaz mallar hakkında geçerli olduğunu; bu nedenle bağış olarak yapıldığı iddia edilen şirket hissesinin tasarrufunun ancak murisin ölümünden sonra 1 yıl içinde açılacak tenkis davasıyla iptal edilebileceğini; söz konusu 1 yıllık sürenin hak düşürücü süre olup davacının, bu süre içerisinde davasını açmadığından davanın bu nedenle de reddi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesinin isabetsiz olduğunu, Yargıtay’ın 1. HD. 2015/17034 E. 2019/553 K. Sayılı kararında; “Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle söz konusu şirket payının davalı adına Şirket Yönetim Kurulu’nun 10.01.2005 tarih ve 08 sayılı kararı ile devredildiği göz önüne alındığında, kişisel hakkın temliki niteliği taşıyan kooperatif ve şirket hisselerinin devri işleminde 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulama yerinin bulunmadığı, sözü edilen temliklerin koşullarının varlığı halinde tenkis hükümlerine tabi olacağı, davacının tenkis isteminde bulunmadığı gözetilerek yazılı şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına” karar verdiğini, Davacının, açmış olduğu davasını hiçbir şekilde ispatlayamamış olduğunu, muvazaa iddiası var olsa bile 1 yıllık hak düşürücü süresi içerisinde davanın açılmadığını; davanın reddine karar verilmesi gerekirken hukuka aykırı bir şekilde kabulüne karar verilmesinin isabetsiz olup kararın istinaf incelemesi sonucunda ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi için istinaf kanun yoluna başvurma zorunluluğunun hasıl olduğunu, İleri sürerek, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2016/1013 Esas ve 2020/719 Karar sayılı ilamın istinaf incelemesi sonucunda ortadan kaldırılarak davanın reddine, yargılama gideri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Asıl davada davalı … vekili Av … tarafından sunulan 21/12/2020 tarihli istinaf dilekçesinde özetle, davacının, muris muvazaasına değil taraf muvazaasına dayandığını; muris muvazaasına ilişkin Yargıtay kararlarının olaya uygulanmasının isabetsiz olduğunu, Davacının, 12.10.2016 tarihli dava dilekçesinin 10. Maddesinde açıkça davanın muris muvazaasına dayanmadığını, 818 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 18. Maddesine dayandığını ifade ettiğini, Senede karşı senetle ispat kuralının külli halefler için de geçerli olduğunu; bu durumun tek istisnasının muris muvazaası olduğunu, İşbu dilekçelerinin 1. maddesinde izah edildiği ve davacının dava dilekçesinde açıkça belirtildiği üzere, anlatılan vakıalar uyarınca davanın temel aldığı olayların, murisin Türk Ticaret Kanunu’ndan doğan yükümlülükler nedeniyle muvazaalı işlem yaptığı yönünde olduğunu, mirastan mal kaçırma kastından bahsedilmemekte olduğunu, hatta bu temele dayanmadığının açıkça ifade edilmekte olduğunu, Dolayısıyla, davacının, … ve … arasında yapılan ilk devrin ve … ve müvekkil … arasında yapılan ikinci devrin hukuka aykırı olduğununun külli halef sıfatıyla ileri sürdüğünü, “Mirasçılar külli halef sıfatıyla açtığı davada muvazaa iddiasını kural olarak senetle ispat etmek zorundadır. Fakat Yargıtay, miras bırakanın, saklı pay kurallarını etkisiz kılmak (mirastan mal kuçırmak) gayesiyle hareket ettiği durumlarda, mirasçıların külli halef sıfatıyla değil, ihlal edilen miras haklarına dayalı olarak dava açtıkları ve dolayısıyla muvazaa iddiasını her türlü delille ispat edebilecekleri görüşündedir.” (Prof.Dr. Haluk Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler El Kitabı, Mart 2019, Beta Yayınları, syf.57) “Senede karşı menfi tespit davası açıldığına göre HUMK’nın 290. maddesi uyarınca senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı def’i olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, ispat sınırından az bir miktara ilişkin olsa bile ancak senetle ispat edilebilir. Hükümde öngörülen senede karşı senetle ispat kuralı senedin tarafları için geçerlidir. Senedin tarafları kavramına külli halefler yani mirasçılar da dahil olduğundan, mirasçıların külli halef sıfatıyla senede karşı duva açmaları halinde, iddialarını ancak senetle ( yazılı delille ) ispat edebilirler. Ancak, mirasçılar külli halef sıfatıyla değil de sadece muris muvazaasına dayanarak dava açarlarsa, senede karşı olan iddialarını senet ( kesin delil ) ile ispat etmek zorunda olmayıp, tanıkla ispat edebilirler” ( HGK 21.04.1978, 13-3608/338. HGK 12.04.1985, 4-558/317 ). Bu itibarla, …, … ve müvekkili … arasında gerçekleşen hisse devir sözleşmelerinin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğu iddiasının külli halef davacı tarafından resmi senede karşı yalnızca yazılı delil ile ispat edilebileceğinden tanık dinlenmesinin dahi hukuka aykırı olduğunu, “Yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İddianın, değinilen içeriği itibariyle “taraf muvazaası” niteliğini taşıdığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek davacıdan iddiasını doğrulayan yazılı bir belgesinin bulunup bulunmadığının sorulması; ayrıca, yanlar arasında görüldüğü bildirilen öteki dava dosyasında, eldeki davayı etkileyecek bir beyanın olup olmadığını naraştırılması: delil durumuna göre, yemin hakkında kullandırılması ve sonucu doğrultusunda hüküm kurulması gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilip, yalnızca tanık sözlerine değer verilerek davanın kabul edilmesi isabetsizdir.” (Yargıtay 1. HD, 14.02.1996 tarih ve 1996/1179E. 1996/1570K. Sayılı kararı) Yargıtay içtihadı uyarınca muvazaa nedeniyle işlemin iptaline karar verilebilmesi için muvazaanın davacı tarafından kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ispatının gerektiğini, Yargıtay içtihadına aykırı olarak “tahmine dayalı” verilen beyanlarını esas alan kararın kaldırılmasını dilediklerini, Davacının külli halef sıfatıyla ikame ettiği davada, senede karşı senetle ispat zorunluluğuna ilişkin işbu dilekçenin 2. maddesindeki itirazlarını tekrarla birlikte; bir an için tanık deliline dayanılabileceği varsayılsa dahi, duyuma ya da bir diğer değişle “tahmine” bağlı tanıklığın hükme esas alınmasının mümkün olmadığını, Yerel Mahkeme tarafından … beyanlarına bir an için itibar edilse de, müvekkili ile babası … arasında gerçekleşen para alışverişinden şirket çalışanının haberdar olacağı ihtimaline dayanılarak, müvekkilinin 1999 yılından bu yana şirkete kattığı sermaye ve emeğin göz ardı edilmesinin kabulünün mümkün olmadığını; ortaklar arasında devren iktisap edilen hisse bedeli Şirket’e değil, devreden ortağa ait olduğundan şirket çalışanının para verildiğini görmediğini söylemesinin hisse bedelinin ödenmediği şeklinde yorumlanamayacağını, Bir an için davacı tanığı beyanlarının dinlenebilir (senete karşı senetle ispat kuralına ilişkin açıklamalarımız bakidir) ve hükme esas alınabilir olduğu varsayılsa dahi, bu beyanların yalnızca tanık ile müvekkili arasındaki ilk devir için değerlendirmeye alınabileceğini, şirket çalışanının ortaklar arasındaki devren iktisap ilişkisinde para alınıp alınmadığını bilmemesinin, baba ile oğul arasındaki devir bedelinin (Şirket kasasına girmeyen bir bedelin) şirket çalışanına teslim edilmemesinin hayatın olağan akışına uygun olduğunu; hal böyleyken, davacı tanığının beyanlarının müvekkili ile … arasındaki %39’luk hisse devrine de sirayet ettirilerek hükme esas alınmasının kabul edilebilir olmadığını, Gerekçeli kararda, gerekçe olarak tanık …’ın beyanlarının kelime değiştirmeksizin kullanılmasının eksik incelemeye işaret ettiğini, Müvekkilin devir tarihi olan 2001 yılında 23 yaşında olmasının, devir bedelini ödeyecek durumda olmadığı şeklinde yorumlanamayacağını; 1997 yılında ilk albümünü piyasaya çıkaran müvekkilinin, devir tarihinde ödeme gücüne sahip olduğunu, Cevap dilekçelerinde de izah edildiği üzere, müvekkili …’ın lise ve üniversite eğitimi gördüğü yıllarda İngiltere’de müzisyen olarak çalışmaya başladığını, konserler verdiğini; müvekkilin annesinin de babasının da her zaman iyi kariyer olanaklarına ve ekonomik düzeye sahip olduğunu, müvekkilinin kazandığı parayı ve aldığı bursları biriktirdiğini; Müvekkilinin İngiltere’de burslu okuduğunu, eğitimi süresince kendisine okul tarafından nakit para da ödendiğini; bu hususun dosyaya celp edilen İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2016/404E. sayılı dosyasında alınan tanık beyanlarıyla da ortaya çıktığını, Yine, müvekkilinin 1997 yılında (ilk devir tarihinden 2, ikinci devir tarihinden 4 yıl önce ve 19 yaşında) çıkardığı ilk albümü “…” ve “…” klibiyle Türk müzik piyasasına giriş yaptığını, bu dönem ün kazandığını ve para biriktirme şansına sahip olduğunu; müvekkilinin ilk albümü ve klibine Google arama motorundan https://www…com/… linkiyle ulaşılabileceğini, Yine, müvekkilin biyografisine Google arama motoru üzerinden yapılan basit bir aramayla ulaşılabilmekte olduğunu, https://www…com/… linkinde yer alan videonun röportajlarından biri olduğunu, Müvekkilinin … Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde (“Şirket”) çalışmaya başladığı 1999 yılında, şirket ortaklarının müvekkilin bilgisi dahilinde, … ve … olduğunu; …, …’ın hissesini kendisine alabileceklerinin, böylece şirket ortağı olacağını, yeni yapılacak projelerin müziklerinin müvekkili tarafından yapılacağının, başarılı olması halinde kendi hisselerini de zamanla müvekkile satabileceğinin ifade edildiğini; müvekkilinin bu teklifi kabul ettiğini ve 1999 yılında hisse bedelini de ödeyerek şirketin 410 oranında hissedarı olduğunu; müziklerinin müvekkili tarafından üretildiğini, karşılığında herhangi bir maaş veya telif ödemesi almayan müvekkilinin tamamında bilfiil çalıştığı yapımların başarı kazandığını, tüm yapımlarda gösterdiği emek ve birikmiş parasına (müvekkilinin besteci olup, … gibi ünlü şarkıcılara birçok beste sattığını) karşılık 2001 yılında …’a ait 039’luk hisse de müvekkilin albümü ve bestelerinden elde ettiği gelirlerden ve birikmiş parasından karşılanmak üzere bedeli haricen ve nakden teslim alınarak müvekkiline devredildiğini (Dosyaya mübrez Beyoğlu …Noterliği’nin 6 Kasım 2001 tarihli ve … yevmiye numaralı Limited Şirket Hisse Devri Sözleşmesi’ni devreden ortak …’ın “Devir bedellerini bugün haricen ve nakten ve peşinen tahsil eyledim” şeklinde imzaladığını); şirket hisse durumunun 2001 yılında 449 müvekkili, 451 … haline geldiğini, Noterin devir senetlerinde yer alan müteveffa …’ın açık beyanına rağmen, bedelsizlik iddiasının dinlenemeyeceğini, Noter devir senedinden de açıkça anlaşıldığı gibi, hisse devir bedelinin müvekkilleri tarafından nakden ödendiğini, Nakdi ödemenin, dairemizin de malumu olduğu üzere elden yapılan ödemeyi gösterdiğini; müteveffa …’ın, noter senedinde devir bedelinin, haricen, peşin (tek seferde) ve nakdi (fiziki para/akçe) olarak ödendiğini açıkça beyan ettiğini, Bu şartlar altında, hisseyi devreden ve davralan arasındaki nisbi ilişkiye yabancı olan üçüncü kişi tanığın ifadesine, devreden …’ın noter senedindeki açık beyanına karşı itibar ederek hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu, Müvekkilin ortaklık sermayesine hem para hem de emek olarak katkı sağladığını, Müvekkilinin, Şirket’in yapımcılığını üstlendiği “…” filminin ana temasını oluşturan “…” şarkısının söz ve müziğini yazdığını, bestelediğini, filmin müzik yönetmenliğini ise … ile birlikte üstlendiğini, Müvekkilinin “…” isimli albümünün şirket tarafından çıkartılıp pazarlandığını, tüm karın şirket malvarlığına katıldığını, … tarafından yazılan şiirlerin müvekkili tarafından bestelendiğini, şirket faaliyetleri kapsamında seslendirildiğini,İngilizce, İspanyolca ve Fransızca dillerine hakimiyeti nedeniyle çevirmenlik ve tercümanlık yaptığını, A Takımı ve diğer Şirket yapımlarına yönetmen, besteci, kameraman, yapımcı, muhabir, montajcı, kurgucu, asistan, tercüman, müzisyen olarak katkı sağladığını, bu apımların senelere ve kanallara göre sıralamasının, 1998-2000 …, 1998-2001 …, 1999-2001 …, 2000-2001 …, 2000-2005 …, 2002 …, 2006 …, 2007 …, 2007 … şeklinde olduğunu, Cevap dilekçelerinde delilleri arasında söz konusu yapımlara ilişkin kayıtlar için Kültür Bakanlığı’na …, …, …’ye müzekkere yazılması istense de, eksik incelemeyle hüküm kurulduğunu, Tanık …’ün beyanlarının, müvekkillerinin ortaklığını ortaya koyarken, gerekçeli kararda tanık beyanlarının sadece aleyhe kısımlarına yer verildiğini ,23.05.2019 tarihli 9. Celsede dinlenen tanık …’ün beyanlarında; “Program çekmeye gittiğimizde davalı … da yanımızdaydı, kendisi asistan gibi sık sık çekimlere gelirdi, ben kendisine bir gün normal asistan gibi davrandım, … bana “…” demesine ve tutanağa bu şekilde işlenmesine rağmen gerekçeli kararda bu ifadeler “…’ın asistan gibi çekimlere sık sık geldiği, davalı …’ın ne şekilde şirket ortağı olduğunu bilmediği ve ne zaman olduğunu bilmediğini belirtmiştir ” şeklinde kırpıldığını, diğer tanıklara ilişkin beyanların ise virgül değiştirmeden kopyalanarak gerekçe olarak sunulduğunu, 6762 Sayılı TTK’nın 520. maddesinde öngörülen resmi şekilin her ihtimalde yerine getirildiğini, Müvekkilinin, her iki hisseyi de bedelini ödeyerek iktisap etmiş olduğunu, aksinin yazılı belgeyle ispatı gerektiğine ilişkin beyanlarını tekrarla ve davacının bağışlama youndaki iddialarınının hiçbir surette kabul manasına gelmemekle birlikte, hukuki işlemin bağışlama olduğu varsayıldığında dahi TTK’nın 520. Maddesinde öngörülen şekil şartına uyulmuş olacağını, Limited şirket hissesinin taşınır niteliğindeki malvarlığı değerlerinden olduğunu; Yargıtay HGK’nın 28.05.2008 tarih ve 2008/4-399, 2008/408 Sayılı kararı ile dairemizin 18.05.1999 tarih ve 1998/9242, 1999/4123 sayılı, 27.04.2006 tarih ve 4472-4747 Sayılı kararlarında da isabetle vurgulandığını, taşınır malların ve alacakların kural olarak şekil şartına bağlı olmaksızın bağışlanmasının ya da bağış amacıyla bedelsiz devredilmesinin mümkün olduğunu; bu bakımdan, muvazaalı olduğu ileri sürülen gizli işlemlerin şekil şartı yönünden geçerli ise, söz konusu işlemlerin muris muvazaası sebebiyle iptalinin talep edilebilmesinin mümkün olmadığını; zaman itibariyle somut davada uygulanması gereken 6762 Sayılı TTK’nın 520. maddesinde limited şirket hisse devrinden söz edilmekte olduğunu, söz konusu devrin satış-trampa-bağışlama yöntemleriyle yapılacak tüm devirleri içerdiğinin kuşkusuz olduğunu; iddianın ileri sürülüş biçimine göre, murisin, devrettiği şirket hisseleri için davalıdan bir bedel almadığını; hisseleri bağışlamış olsaydı dahi söz konusu bağışlama işleminin, 818 Sayılı BK’nın 257. ve 6762 Sayılı TTK’nın 3520. maddeleri uyarınca şekil şartı bakımından geçerli işlem niteliğini kaybetmeyeceğini; murisin bu nevi tasarrufları bakımından, taşınmazlarla ilgili olan ve kendi alanı ile sınırlı bulunan 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasının olanaklı olmadığını; bu durumda, davacının, muvazaa iddiasını ispatlamış olsaydı dahi ancak tenkis isteyebiliceğini; davada bu yönde bir talep söz konusu olmadığından davanın dinlenmesinin mümkün olmadığını, Yine, hisselere ilişkin bedelleri ödediklerinin ve aksinin yazılı belgeyle ispatı gerektiğinin tekrarla birlikte; Yargıtay içtihadında resmi evrakta bedel görünmesine rağmen semenin para yerine emek olabileceği, mirastan mal kaçırma kastı olmadığı sürece bu kazanımın korunacağının ifade edildiğini, Öte yandan; satışa konu edilen bir malvarlığı unsurunun devrinin belirli bir semen karşılığında olacağının kuşkusuz olduğunu; semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceğinin kabul edilmesi gerektiğini, ( HGK.’nun 29.4.2009 gün 2009/1-130 S.K.) esasen yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaasının hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01/04/1974 tarih ve 12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olması halinde uygulanabilirliğinin kabulünün gerektiğini; bir başka ifade ile murisin iradesinin önem taşıdığını, Yukarıda değinilen somut olguların, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde: başka taşınmazları ve bir miktar parası olan mirasbırakanın ölümünden sonra miras taksim sözleşmesi ile taşınır-taşınmaz malların paylaşıldığı, dava konusu taşınmazın temlikinde ise mirasbırakanın gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, davalının kendisi ve eşi ile ilgilenmesi, maddi ve manevi destekte bulunmasından duyduğu minnet sonucu devri yaptığının kabulünün gerektiğini, Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.” (Yargıtay 1. HD. 18.10.2016 tarih ve 2014/13254E. 2016/9518K. sayılı kararı) Davacının, müvekkillerine yapılan devirlere ilişkin ortaklar kurulu kararlarındaki imza sahteliği iddialarının da ispatlanamadığını, Davacı vekilinin dilekçelerinde, muhtelif zamanlarda müteveffa …’ın tarafından atılan imzaların bazılarının birbirine benzerliği olmadığı yönünde iddialarda bulunulduğunu, davacının iddialarını ispat edemediğini, Mahkeme dosyasına celbi talep olunan ticaret sicil dosyasındaki ortaklar kurulu kararlarının da incelendiğinde, sahtelik iddiasına konu teşkil eden ve müvekkillerine yapılan devrin onaylandığı 19.11.1999 ve 08.11.2001 tarihli ortaklar kurulu toplantılarından sonra, 2002 — 2006 yılları arasında müteadditle defalarca ortakla kurulu toplantılarının yapıldığını, bunların tamamında ortak sıfatıyla müvekkillerinin toplantılara iştirak ettiğini ve müteveffa … ile birlikte kararları imzaladıklarının açık olduğunu, Bu şartlar altında, mahkeme nezdinde, sanki devre onay veren kararlardaki imzaların …’a ait değilmiş, sahte imza ile müteveffanın iradesine aykırı şekilde onay işlemi yapılmış zannı uyandırılmaya çalışılmasının açıkça kötü niyet göstergesi olduğunu, Dosyaya mübrez delillerden de açıkça anlaşıldığı gibi …’ın; Noterlikçe re’sen düzenlenen devir senctlerinde, hisse devir bedellerini nakden, peşinen ve haricen tahsil ettiğini bizzat beyan ettiğini; yasal merasim tamamlanarak, devir işlemlerinin ortaklar kurulu kararları ile onaylandığını, kararların ticaret sicil gazetesinde neşir ve ilan olunduğunu, takip eden yıllarda da müteadditin defalar müvekkilleri …’ın ortaklar kurulu toplantılarına … ile birlikte katılarak kararları imzaladığını, Davacının imzada sahtelik iddialarının da, diğer iddiaları gibi açıkça haksız olduğunu, Tüm bu nedenlerle, ispat yükünün davacıda olduğu gözetilmeden, tamamen davacı tanıklarından …’ın beyanlarının kopyalanarak müvekkil tanıklarının beyanlarına yer verilmeden, … ve … tarafından 3 yıl arayla yapılan hukuki işlemler ayrıştırılmadan, ispat kuralları gözetilmeden, dosya delilleri kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan, deliller toplanmadan ve muvazaa iddiası ispatlanmadan verilen kabul kararının kaldırılmasını dilediklerini, İleri sürerek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, inceleme sırasında hükmün icrasının geri bırakılmasına ve yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davacı taraf üstünde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Asıl ve birleşen davalarda dava; birleşen davalı şirketin %10 hissesinin birleşen davalı … tarafından asıl davalı …’a devrine yönelik, Beyoğlu … Noterliğinin 17/11/1999 tarih ve … yevmiye nolu limited şirket hisse devir sözleşmesinin onaylanmasına ilişkin 19/11/1999 tarihli ortaklar kurulu kararının; yine davalı şirketin %39 hissesinin muris … tarafından asıl davalı …’a devrine yönelik Beyoğlu … Noterliğinin 06/11/2001 tarih ve … yevmiye nolu limited şirket hisse devir sözleşmesinin onaylanmasına ilişkin 08/11/2001 tarih ve 2001/11-1 sıra nolu ortaklar kurulu kararının, muris …’a ait imzanın sahteliği nedeniyle geçersizliğine, devirlerin pay defterine kaydına ilişkin bu kararlar geçersiz olduğundan, hisse devirlerinin yoklukla malul olduğunun tespitine, bu talebin kabul görmemesi halinde, her iki devir gerçekte bağış olmasına rağmen satış gibi gösterildiklerinden muvazaa nedeniyle kesin hükümsüz olduklarının tespitine, şirketin devirler öncesi gerçek pay durumuna döndürülmesi için İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne yazı yazılmasına, karar verilmesi istemlerine ilişkindir. Davacı vekilince asıl dava ikame edildikten sonra, … ve Tasfiye Halinde … San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin de davaya dahil edilebilmeleri amacıyla, mahkeme ara kararları uyarınca birleşen davaların açıldıkları anlaşılmıştır. Davacı vekilince eldeki davanın maktu harca tabi olduğu belirtilmiş ve mahkemece de bu konuda bir değerlendirme yapılmamış ise de; dava Tasfiye Halinde … Turz. San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin hisselerinin 17/11/1999 tarihli ve 06/11/2001 tarihli hisse devir sözleşmelerinin genel muvazaa sebebine dayalı olarak kesin hükümsüzlüklerinin tespiti ile murisin terekesine iadesi istemine ilişkin olup nispi harca tabidir. Mahkemece hisse devir sözleşmelerine konu payların dava tarihi itibariyle değeri tespit edilerek, bu değer üzerinden eksik peşin nispi harcın tamamlanması için davacı yana 6100 Sayılı HMK’nun 120/1 ve Harçlar Kanunun 30,32 maddeleri uyarınca kesin süre verilmesi gerekirken, harç tamamlatılmaksızın müteakip işlemlerin yapılması isabetsiz olmuş, kamu düzenine ilişkin bu husus dairemizce re’sen nazara alınmıştır. Kabule göre de; davacı tarafından; … ile … arasındaki Beyoğlu … Noterliğinin 17/11/1999 tarih ve … yevmiye nolu limited şirket hisse devir sözleşmesinin muvazaa nedeniyle kesin hükümsüzlüğünün tespiti talep edilmiş olup, talebin kabulü halinde devre konu hisseler, terekeye değil birleşen davalı …’a geri döneceğinden, davacının bu devir ile ilgili başka bir talebi de bulunmadığından, kesin hükümsüzlüğün tespiti talebini ileri sürmekte hukuki yararının mevcut olup olmadığı yönünden, gerekli görülürse HMK 31 maddesi uyarınca davacı tarafa açıklama da yaptırılarak, mahkemece bir değerlendirme yapılmaması isabetsiz olmuş, dava şartı olan bu husus dairemizce re’sen nazara alınmıştır. Yine kabule göre de; asıl davalı tarafından cevap dilekçesi ile her iki devrin gerçekleştiği tarihte, hisseleri devralacak gelirinin bulunduğuna dair bir takım deliller bildirilmiş, devirlerin bağış değil satış oldukları, devirlerden önce piyasaya sürdüğü müzik albümleri bulunduğu, yine yapımcılığını üstlendiği filmler ve tv programları olduğu beyan edilerek, bu yapımlara dair kayıtlar için Kültür Bakanlığı’na …, …, … kanallarına müzekkere yazılması talep edilmiştir. Mahkemece bu talepler hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmediği, anılan delillerin neden toplanmadığına ilişkin gerekçeli kararda da herhangi bir açıklama yapılmadığı, davacının her iki devir sözleşmesine yönelik muvazaa iddiaları bakımından, taraf delilleri eksiksiz toplanarak inceleme ve değerlendirme yapılması, şirketin hem dava hem de devir tarihlerindeki pay değerlerinin tespit edilmesi, dinlenen tüm tanıkların beyanlarının yerinde tartışılıp değerlendirilmesi, buna göre hangi delil ve/veya tanık beyanının hangi gerekçe ile hükme esas alındığının veya alınmadığının gerekçelendirilmesi gerekirken, yalnızca, aynı zamanda birleşen davalı olan, davacı tanığının beyanı esas alınarak sonuca gidilmesi yerinde olmamış, asıl davada davalı …’ın bu yöndeki istinaf sebepleri yerinde bulunmuştur. Yukarıda izah edilen gerekçelerle; asıl davada davalı yanın istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nun 355, 353/1-a4 ve 353/1-a6 maddeleri uyarınca kaldırılmasına, dosyanın mahkemesine iadesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Asıl davada davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 12/11/2020 tarih ve 2016/1013 Esas – 2020/719 Karar sayılı kararının HMK’nın 355, 353/1-a4,a6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine İADESİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından 15/12/2020 tarihli Sayman Mutemedi Alındısı ile yatırılan 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından 22/12/2020 tarihli Sayman Mutemedi Alındısı ile mükerrer yatırılan 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının talep halinde istinaf edene iadesine, 4- Asıl davada davalı … tarafından 15/12/2020 ve 22/12/2020 tarihli Sayman Mutemedi Alındıları ile yatırılan istinaf karar haçlarının talep halinde istinaf edene iadesine, 5-İstinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesince yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine, 6-Artan gider avansı olması halinde yatıran tarafa iadesine, 7-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğe gönderilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 09/03/2023 tarihinde HMK’nın 362/1-g maddesi gereğince kesin olarak oy birliği ile karar verildi.