Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/910 E. 2022/968 K. 16.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/910 Esas
KARAR NO: 2022/968 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İSTANBUL 8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 26/09/2019
NUMARASI: 2017/691 Esas 2019/649 Karar
DAVA: Tasfiye Memurunun Azli- Tazminat
KARAR TARİHİ: 16/06/2022
İlk derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile, Davalı şirketin tasfiye halinde olduğunu, şirketin iştigal konusunun sağlık ile ilgili olarak muayene, ilk yardım, tedavi, laboratuvar ve sağlık eğitim hizmetleri vermek ve sözleşmede yazılı diğer hususlar olduğunu, şirketin müvekkilinin murisi olan … adına kayıtlı olduğunu, mirasçılık belgesine göre murisin ölümü ile varis olarak geriye … ve davalı … olduğunu, miras bırakanın sağlığında 12/04/2016 tarihli ve 6 nolu toplantı tutanağında şirketin tasfiyesine karar alındığı ve tasfiye memuru olarak dava davalı …’ nun tasfiye memuru olarak atandığını, murisin vefatı akabinde şirketin intikali sonrası müvekkilinin şirketin durumu için davalı tasfiye memuruna başvurmasına karşın herhangi bir cevabi karşılık alamadığını, bunun üzerine Beşiktaş … Noterliğinin … yevmiye numaralı ihtarı ile yapılan işlerin ve işlemlerin ne olduğunu konusunda bilgi verilmesini talep ettiğini, buna karşın herhangi bir karşılık alınamadığını, murisin ölümünden hemen sonra, şirketin tasfiyesi ile tasfiye memurunun sorumluluklarından ibrası konusunda gerçekte olmayan bir toplantı tutanağı düzenlendiğini, bu toplantı tutanağında şirketin sahibi olan Doktor …’un mirasçılarının ad, soyadları ve imzalarının açıldığını, tasfiye memurunun, mirasçılardan 75 yaşındaki …’dan ıslak imzasını aldığını ve tasfiye memuru …’nun da ıslak imzasını atarak tutanağı müvekkiline iletmek üzere muhasebecilerine kullandırtmış olduklarını, müvekkilinin de söz konusu tutanağı incelemeden imzalamayacağını beyan ederek, olmamış gerçek dışı bilgiler içeren bu evrakı imzalamadığını, şirkete tasfiye memuru olarak atanmış olan davalının şirketin tasfiyesi ile ilgili şirket ortaklarına bilgi vermediğini, şirketin defter ve belgelerini ortaklara vermekten imtina etliği, şirketin faaliyet konusu adresini tasfiye sonuçlanmadan tahliye ettiğini, şirketin envanterinde bulunan tıbbi cihaz ve makinelerin ve bunların evraklarına ne olduğu konusunda da bilgi vermediğini, bunlara ilaveten muayene gören hastalara ait Sağlık Bakanlığınca saklanması zorunlu evrakların nerede olduğu konusunda da hiçbir işlem yapmadığını, tahliye edilen adreste murise ait bilimum tıbbi diploma ve sertifikalarının da akibeti hakkında da bilgi verilmediğinden 1291 nolu Tababet ve Şuabatı Kanunu ile ciddi uyumsuzlukların ortaya çıkması sebebi ile tasfiye memurunun işbu eylemlerinin TTK 274 maddesine aykırı işlemden olduğunu, tasfiye memurunun haklı azil sebeplerinin gerçekleştiğini, mirasçılar arasında da tasfiye memurunun görevden alınması konusunda oy birliği de sağlanamadığını belirterek, öncelikle tasfiye memurunun haklı nedenlerle görevinden azline, 1 nolu davalının, (2) nolu davalı şirketteki tasfiye memuru görevinden, TTK 274 maddesi uyarınca kanuna ve şirket sözleşmesine, iş görme şartlarına aykırı hareket ettiğinden azline, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak koşulu ile TTK 285 maddesi uyarınca şirket ortağını zarara uğratan davalının bu hareketlerden dolayı fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL tazminatın davalıdan dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesi ile, Davacı tarafça, müvekkilinin tasfiye memuru olduğu şirketi, müvekkilinin zarara uğrattığı ileri sürülmüş ise de, şirketin 12/04/2016 tarihinde tasfiyeye girdiğini ve tasfiye kararının 25/04/2016 tarihinde tescil edildiğini, 02/05/2016 tarihinde alacaklılara veya borçlulara 1 yıllık süre tanındığını, şirketin yetkilisi ve ortağı … 04/06/2017 tarihinde vefat ettiği için şirketin sicilden terkin edilemediğini, şirketin zarara uğratılması gibi bir durumun söz konusu olmadığını, zaten gelir vergisi, kurumlar vergisi ve KDV beyannamelerinin boş olarak verildiğini, şirketin ofis mobilyaları ve diğer demirbaşlarının, …’un 16/02/2016 tarihinde açmış olduğu şahsi muayenehanesine devredildiğini ve muris … tarafından vergi açılışı sırasında Vergi Dairesine demirbaş olarak bildirildiğini, muayenehaneye demirbaş olarak fatura edildiğini, şirketin demirbaşının bulunmadığını, davacı iddialarının doğru olmadığını, ancak tasfiye halinde olan şirketin … marka aracının şirket yetkilisi tarafından vekalet verilen dava dışı şahıs tarafından 26/05/2015 tarihinde 23.000,00 TL bedel ile yine dava dışı bir şahısa satıldığını, satış bedeli şirkete iade edilmediğinden vekalet verilen aleyhine tazminat davası açılabileceğini, hiçbir mal varlığı ve likidi olmayan tasfiye halindeki şirketin, tasfiye memuru olan müvekkili tarafından zarara uğratıldığının ileri sürülmesi mümkün olmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 26/09/2019 tarih 2017/691 Esas 2019/649 Karar sayılı kararında; “…. tasfiye ilanlarının tasfiye memuru- davalı tarafından süresinde yapıldığı, davalı şirketin tasfiyeye girdiği tarihte toplam aktif tutarının 30.866,25 TL olduğu, söz konusu varlık miktarı içinde Demirbaş miktarının 2.239,34 TL, Kasa bakiyesinin 6.508,06 TL olduğu, davanın açıldığı tarih itibariyle demirbaşın davacı ve davalı tasfiye memurunun babası …’a fatura edilmiş olduğu, kasada mevcut nakdin şirketin sabit giderlerine harcandığı, davalı tasfiye memurunun tasfiye süreci boyunca davalı şirketi herhangi bir zarara uğratacak işlemde bulunmadığı saptanmıştır. Tanzim edilen bilirkişi raporu mahkememizce denetime elverişli bulunmuştur. Davacı tarafından aynı zamanda delil olarak bildirilen İstanbul 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2017/40 Tereke sayılı dosyasına sunulan rapor ibraz edilmiş, mezkur raporda ise müteveffa …’ un mülklerinde mevcut bulunan bir takım eşyaların tespit edildiği görülmüştür. Fakat ne var ki, eldeki davada davalı Tasfiye Halinde … Ltd. Şti’nin tasfiye işlemlerinin incelenmesi gerekmekte olup, müteveffanın malvarlığına ilişkin yapılan tespit kapsamında alınan bilirkişi raporunda belirtilen eşyaların veyahut belirtilen diğer eşyaların şirketin demirbaşına kayıtlı olmaması, tasfiye bilançosu ve vergi kayıtları ile birbirini ve bu kayıtları doğrulayan ticari defter kapsamlarına göre de, tasfiye memuru tarafından satışının da mümkün olmadığı gözetilerek davacının bu yöndeki iddialarının kanıtlanamadığı ve yapılan bu değerlendirmeler kapsamında tasfiye memurluğundan azli yerinde görülmeyen davalı tasfiye memuru aleyhine talep edilen tazminat talebinin de yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Netice olarak davacının tasfiye memurunun azline ve tazminata ilişkin talepleri yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü yerinde görülmemiş…”gerekçesi ile, Yerinde görülmeyen davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesi ile, İlk derece mahkemesinin davalı tasfiye memurunun azlini gerektirecek açık ve net delilleri değerlendirmediğini, davanın, TTK 274. Maddesi uyarınca tasfiye memurunun azli ile TTK’nun 285 maddesi uyarınca diğer ortağa vermiş olduğu zararın tazmini davası olduğunu, ancak gerekçeli kararda sadece şirket işletmelerindeki demirbaşlardan ötürü zararın olup olmadığı, kısacası tazminat doğup doğmayacağı konusu değerlendirilerek hüküm verildiğini, zararlarının oluşup oluşmamasında da eksik inceleme yapıldığını, Mahkemenin, tasfiye memurunun azlini gerektirecek açık delillere rağmen, kararını sadece TTK m. 643 ve m. 537 maddelerine dayandırdığını, oysa davalı tasfiye memurunun TTK 301 ve 542 maddeleri uyarınca ortaklara bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmediğinin bizzat kendi ikrarı ile sabit olduğunu, davalı tasfiye memurunun dilekçelerinde “Tasfiye memuru olan müvekkilimiz tarafından durumun davacıya bildirilmesi diye bir şey söz konusu değildir” şeklinde beyanda bulunduğunu, bu durum ve beyanın da davalı tasfiye memurunun kanunun kendisine yüklediği görevi yerine getirmediğini açıkça gösterdiğini, Gerekçeli kararın dayandırıldığı TTK m. 643 ‘tasfiyedeki şirket organlarının yetkilileri hakkında anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır’ dendiğini, bu hükümlerin tanımlandığı TTK m. 643’ün atıfta bulunduğu maddelerden biri olan, TTK m. 392’de; ‘(1) Her yönetim kurulu üyesi şirketin tüm iş ve işlemleri hakkında bilgi isteyebilir, soru sorabilir, inceleme yapabilir. … Bir üyenin bu konudaki istemi de reddedilemez; soruları cevapsız bırakılamaz’ denildiğini, ayrıca TTK’de tasfiye memurlarının ortaklara bilgi vermesi ile ilgili TTK mad.301, 542’de de hükümler bulunduğunu, Gerekçeli kararda ‘eşyaların şirketin demirbaşlarına kayıtlı olmaması, tasfiye bilançosu ve vergi kayıtları ve bu kayıtları doğrulayan ticari defterler…’ ifadelerinin yer aldığını, ancak söz konusu tasfiye bilançosunun onaylı olmadığını ve açılış envanterinin bulunmadığını, ayrıca 2015 yılı bilançoları ve kapanışının da tasfiye memuru tarafından yapıldığını, tasfiye memurunun, 12.04.2016 tarihinde şirket yönetimine el koyduğunu ve 2015 yılını 22 Nisan 2016 tarihinde kapattığını, 2014 yılından gelen demirbaşların nasıl 2015 yılında gözükmediğinin anlaşılmadığını, 2015 yılının, tasfiye memuru sorumluluğu aldıktan sonra kapatıldığının dosyadaki deliller ile sabit olduğunu, Mahkeme kararında ‘ …tasfiye memuru tarafından satışının da mümkün olmadığı …’ ifadesine yer verildiğini, ancak davalı tasfiye memurunun görevini kullanarak şirketin içerisinde bulunan bu eşyaları, üçüncü kişilere verdiğini ve üzerinde tasarruf ettiğini, bu hususun da dosyaya sunulan deliller ile sabit olduğunu, tasfiye memurunun, şirket üzerindeki tam yetkili kontrolü eline aldığı dönemden itibaren, murisin muayenehane ve diğer işletmeleri olan stüdyosunda fiziki olarak bulunan envanter ile ilgili olarak bu envanterin ne olduğunu ve kime ait olduğunun açık seçik tespit ederek belgelemiş olması gerektiğini, bu envanter şirkete ait değilse, tasfiye memurunun, şirket içerisinde bu envanteri kime ve ne şekilde ait olduğunu da belgelemiş ve TTK uyarınca gerektiğinde bilgi vermek üzere rapor haline sokmuş olması gerektiğini, Ancak şirketin tasfiye anındaki durumunda var olan ve tasfiye memurunca bilinen bu demirbaşların şirkete mi murisin şahsına mı ait olduğunun belirlenmediğini, onaylı bir açılış envanteri ile tespit edilemediği ve belgelenmediğinin anlaşıldığını, açılış envanterinin, o dönemde hayatta olan murise, tasfiye memuru tarafından onaylatılması gerekirken, bu işlemlerin yapılmadığının bilirkişi rapor eklerinden anlaşıldığını, Mahkemeye film çekimlerini sundukları tıbbi ve teknik cihazların ise gerek tasfiye memurunun şirkete el koyduğu 12.04.2016 tarihinde gerekse murisin ölüm tarihinde işletmede çalışır halde olduklarını, tasfiye memurunun envanter konusunda talep edilmesine rağmen hiçbir şekilde bilgi vermediğinden, sanki bu demirbaşlar şirkete aitmiş izlenimi vererek ve tasfiye memuru görevine dayanarak teknik ve tıbbi cihaz ve sanat eserlerini, şirket ofisinden, kendisinin tahliye ettiğinin de bizzat kendi beyanları ile de açık olduğunu, bu demirbaşların tahliyesinin, apar topar davacı müvekkili ne olduğunu anlamadan henüz murisin ölümünden kırk (40) gün bile geçmeden yapıldığı hususu dosyadaki deliller ile de kanıtlandığını, Şirketin tasfiyeye girdiği dönemde kanser hastası olan murisinin, bir envanter aktarımından bilgisi olup olmadığı, belgeler genel kurul onaylı olmadığından ve 2015 yılına ait herhangi bir satış belgesi de bilirkişi tarafından rapora eklenmediğinden ve mahkemeye de böyle bir belge sunulmadığından açılış envanterin gerçekten ne olduğunun ise anlaşılamadığını, 12.04.2016 tarihinde tasfiye memurunun tam yetki ile şirket yönetimine el koyduğu ancak genel kurul onayına gitmediğinin de bilirkişi rapor eklerinden anlaşıldığını, tasfiye memurunun bu sorumluluğunun TTK’da defter tutma yükümlülüğü ile açıkça belirtildiğini (TTK madde 287) 2015 Yılından 2016’ya tasfiye envanterinin geçişinin bilirkişi tarafından incelenmesinin eksik yapıldığını, bilirkişinin, 2015 mizanını incelediğini ancak bu mizana esas demirbaşların satışını gösteren fatura belgelerini esas yapmadığını ve belgeleri kontrol etmediğini, bu belge olmadan fiziki olarak Tasfiye Halindeki … Limited Şirketi’nde tasfiye anında bulunan envantere ne olduğunun anlaşılmasının mümkün olmadığını, oysa davalı yanın, bilirkişi raporunda atıf yapılan beyanında, Zincirlikuyu Vergi Dairesi’nden talep ettikleri yoklama fişinden bu satışın anlaşılacağını, bu fişi talep ettikleri beyanını verdiklerini, ancak bu yoklama fişinin rapora esas bilirkişinin altı adet ekinde bulunmadığının taraflarınca tespit edildiğini, Bilirkişi neye ve hangi belgeye esas hesap muavinindeki satışın gerçekten yapıldığını tespit ettiğini anlamadıklarını, bu hususa ilişkin rapora itirazlarının, mahkeme tarafından dikkate alınmadığını, tüm envanterin, tasfiye anında halen şirketin işletmelerinde fiziki olarak ve işler şekilde bulunduğunu, ortada davalı yanın sunacağını beyan ettiği yoklama fişi olmadığı gibi genel kurul tarafından onaylanan bir envanterin de bulunmadığını, Tasfiye memurunun, Tasfiye Halindeki … Limited Şirketi ile ilgili, “18 yaşımdan beri bu şirkette çalıştım ve buradan emekli oldum” beyanı ile işletmeler konusunda tasfiyeden önce de tam bilgi sahibi olduğunu beyan ettiğini, davalı yanın 2015 envanteri yapılırken de şirket ile ilgili olduğunu ikrar ettiğini, bilirkişi raporunun ekindeki 2015 mizanına göre envanterin, 2015 yılında satılmış olduğuna kanaat getirmesinin eksik bir inceleme olduğunu, kendisinin sadece muhasebesel raporlara baktığını, ancak bu belgelere esas olan fiş, fatura gibi belgeleri incelemediğini, 2015 Aralık mizanının tasfiye envanterine temel olduğunu ancak envanter satış fişlerinin ortada olmadığını, ilaveten kapanış bilançolarının ve envanter defterinin kapanışının da tasfiye memuru döneminde yapıldığını, tasfiye memurunun açılış envanterini genel kurula onaylattırmadığını, bu sebeple geçerli bir 2016 açılış envanteri olmasının da mümkün olmadığını, bilirkişinin finansal rakamların arkasında yatan gerçekleri anlayabilmesi için 2015 yılının tam ve eksiksiz araştırması gerektiğini, Tasfiye Halindeki … Limited Şirketi’nin içi, tam donanımlı işler vaziyette teknik cihaz ve tıbbi malzemeler ile dolu iken sanki şirkette hiç envanter yokmuş gibi hareket edilip, sonrada bu fiziki envanterin tasfiye memuru tarafından tahliye edilmesinin, sorumlulukların kötüye kullanılması ve görevinin bilincinde dahi olmamasının bir göstergesi olduğunu, bu hususun, TTK m. 542/1/e hükmüne de ters düştüğünü, Bilirkişinin, davalı yanın tasfiye memuru kisvesi altında şirkete ait olmadığı iddia edilen envanteri tahliye etmesini de göz ardı ettiğini, beyannamelerin hiçbirinde genel kurul, muris ya da tasfiye memurunun imzasına da rastlanmadığını, ek belgeler üzerlerinde damgalar olması sebebi ile okunduğu kadarıyla 2015 mizanında, ‘2008 yılından kalan demirbaşlar’ dendiğini, bu hususun anlaşılması için davalı yanın şirket defterleri ve kayıtlarını sunması gerektiğini, ancak dava esnasında böyle bir inceleme yapılmadığını, ne şirket defterlerinin ne de şirket ile ilgili bilginin tasfiye memuru tarafından murisin vefatı ile şirkete ortak olan müvekkiline verilmediğini, gerekçeli kararda ile de Tasfiye Memurunun bilgi vermek zorunda olmadığı onaylandığından bundan sonra da müvekkiline tasfiye Memurunun azli olmadıkça hiçbir bilgi verilmeyeceğinin açık olduğunu, Tasfiye memurunun TTK madde 542. ‘tasfiye memururları tasfiyenin gerektirmediği işleri yapamazlar’ hükmüne ayrıkı davrandığını, bu hususun bilirkişi raporunda da mahkeme kararında da dikkate alınmadığını, Tasfiye Memurunun, Tasfiye Halindeki şirketin merkezinde fiziki olarak tasfiye anında bulunan tıbbi ve teknik cihaz ve sanat eserlerini tahliye etmesi ve tasfiye öncesinde kanuni adresi olan ofisi kiraya vermesinin, tasfiye memurun gerektirmediği işleri tasfiye memuru kisvesinde yaptığının anlaşıldığını, tasfiye memurunun, tasfiyenin gerektirmediği işlemler yaparak müvekkilini zarara uğrattığını, bilirkişinin raporunda bu konuyu da göz ardı ettiğini, tasfiye memurunun, ilk iş olarak envanter hazırlama, genel kurula tasdik ettirme ve defter tutma vazifelerini yerine getirmesi gerekirken, bu yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmasına rağmen bilirkişinin raporunda bunları dikkate almadığını, tasfiye memurunun bir envanter listesi hazırlamadığını ve kanser hastası murise/genel kurula sunmadığını, tasfiye memurunun, fiziki olarak muayenehanede o dönemde bulunan mahkemeye sundukları raporda 100 bin Euro gerçek değer biçilen envanterin satış fişini incelemediğini ve onaylattırmadığını, ancak Tasfiye Memurunun ‘İşte bu yeri de kiraya verdiğimiz için muayenehaneyi de boşaltmak zorunda kaldık’ diyerek ilaveten tasfiye halindeki şirketin, kirada bulunduğu alanı boşaltarak, şirket tasfiye olmadan, bu alanı başka kimselere kiraya verdiğini, şirket ana adresi henüz tasfiye yapılmadan, tasfiye memurunun bu işlemi yapması yeni bir işlem olduğundan ve şayet envanter murise aitse çalışır vaziyetteki işletmeyi boşaltması, tasfiye memurunun sorumluluğunu açıkça kötüye kullanmış olması anlamına geldiğini, Bilirkişinin, tasfiye memurunun 12.04.2016 tarihinden sonra maddi olayın aksine kendi vazifelerine noter onaylı vekil tayin edip etmediğini sorgulamadığını, tasfiye memurunun açılış, kapanış, envanter vs. evraklarını muhasebe işlerine yardım eden kimse ile sunulmadığını, bu kişinin sadece şirket muhasebe işlerini yapan kişi olduğunu ve bu işleri doğrudan tasfiye memuru ile yürütmediğini, iktisat mezunu tasfiye memurunun bizzat kendisinin sorumluluğunda olan açılış, kapanış vb. raporlarını tasfiye memuru tarafından yetki verilmemiş bir muhasebeci ile yürüttüğünden raporun bu yönü ile de hatalı olduğunu, muhasebecinin tasfiye memuru tarafından 12.04.2016 tarihinde yetkilendirilip yetkilendirilmediğinin belgesinin rapor eklerinde yer almadığını, Bilirkişinin bizzat tasfiye memuru … ile muhatap olması ve kendisine sorular yöneltmesi gerekirken, tasfiye sorumluluğu olmayan ve sadece defter tutan kişiler ile incelemelerinde muhatap olduğunun taraflarınca tespit edildiğini, bilirkişi raporuna ilişkin yaptıkları bu itirazlar ve sundukları delillerin mahkeme tarafından dikkate alınmadığını,Davacı müvekkili ve şirketin zarara sokulması hususunda gerekli inceleme yapılmadığını, bilirkişinin raporunda salt 2015 hesap muavini/mizanına ve genel kurul onayı olmayan yani kanunen kabul edilemez bir açılış envanterine dayandırarak şirketin ve davacı müvekkilinin zarara uğratılmadığı sonucuna varmasının mümkün olmadığını, 2015 yılındaki envanter satışının gerçekten gerçekleşip gerçekleşmediğinin halen belli olmadığını ve tespit edilemediğini, tasfiye anında fiziki olarak tasfiye halindeki şirkette bulunan envanterin satış fişlerinin rapor ekine konmadığını, kaldı ki söz konusu fişler davalı yan tarafından Zincirlikuyu Vergi Dairesi’nden talep edildiğinin, bilirkişi raporunda da belirtildiğini, satışa esas fişler olmadan, bu satışın ancak kağıt üstünde yapılmış bir satış olup, tasfiye halindeki şirkette hiç envanter bulunmamasının şirketin vergisel olarak daha ‘rahat’ bir kapanış sürecine girmesini sağlayacağını, kanser hastası murisin ne 2015 kapanış ne de 2016 açılışına herhangi bir onay vermediğini, ancak tasfiye memurunun 2015 yılı envanteri ile yakından ilgili -satılan … aracı ile ilgili beyanları- olduğunun açıkça ortada olduğunu, şayet tasfiye anında şirkette bulunan envanter gerçekten murise devir edildi ise, tasfiye memuru sorumluluğu olmayan ve kanunen yeni bir işe girişemeyeceği bu envanterin Tasfiye Halindeki şirketten tahliyesini yapmasının mümkün olmadığını, ancak tasfiye memurunun şirkette fiziki olarak bulunan tüm teknik ve tıbbi cihaz ve sanat eserlerini bizzat tahliye ettiğini ve bu eşyaların nerede bulunduklarının aylar sonra açılan davalar sonucunda müvekkili tarafından kısmen öğrenilebildiğini, gerek yeni bir işe girerek gerek bilgi sorumluluğunu yerine getirmeyerek, gerekse tasfiye halindeki şirket içerisinde kullanılabilir vaziyette ve geçerli kullanım belgeleri ile birlikte yerlerinden sökerek tahliye etmesinin şirket ortağı ve murisin mirasçısı müvekkilini zarara uğrattığının ortada olduğunu, Davalı vekilinin, davalı şirketin ofis işletmelerinden yerlerinden sökülen, kısmen kayıp olan eşyaların tereke veya şirkette olup olmamalarının ekonomik farkı olmadığını ileri sürdüğünü, ancak bunun doğru olmadığını, öncelikle bir işletmede çalışır vaziyetteki cihazların satılabilme ve tekrar kullanılma olasılığının çok daha yüksek olduğunu, diğer yandan tereke tespit davasında tıbbi cihazların, Sağlık Bakanlığı Tıbbi Cihaz Yönetmeliği uyarınca bulunması gereken CE belgelerine de rastlanmadığını, CE belgeleri olmaksızın bu cihazların ekonomik değerlerinin bulunmadığını ve satılamayacağını, bu CE belgelerinin, şirketin fiziki ortamına da el koymuş olan ve burayı tahliye eden tasfiye memurunun sorumluluğunda olduğunu, Davalı tasfiye memurunun, davacı şirket ortağına envanter hakkında bilgi vermeyerek ve mevcut envanteri yerlerinden sökerek, CE belgelerini de teslim etmeyerek şirket ortağı olan müvekkilini zarara uğrattığını, ancak mahkemenin bu hususta dosyadaki beyanlarını ve delillerini dikkate almadığını, Şirkete tasfiye memuru olarak atanmış olan davalının, şirketin tasfiyesi ile ilgili şirket ortaklarına bilgi vermediğini, şirketin defter ve belgelerini ortaklara vermekten imtina ettiğini, şirketin faaliyet gösterdiği adresini tasfiye sonuçlanmadan tahliye ettirdiğini, şirketin envanterinde bulunan tıbbi cihaz ve makinelerin ne olduğu konusunda bilgi vermediğini ve şirket adresinde bulunan değerli tıbbi cihazları bilgi vermeden tasfiye memuru sıfatına dayanarak yerlerinden söktürerek üzerinde tasarruf ettiğini, muayene gören hastalara ait Sağlık Bakanlığı yönetmeliğince saklanması zorunlu tutulan evrakların nerede olduğu konusunda hiçbir bilgi vermediğini ve işlem yapmadığını, zorunlu tasdikli şirket açılık envanterlerini tutmadığını, bilançoları tasdiklemediğini belirterek, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, TTK’nın 274. maddesi uyarınca tasfiye memurunun azli ve TTK’nın 285. maddesine aykırılık nedeniyle doğan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur.6102 sayılı TTK’nın “Tasfiye memuru olan ortaklar” başlıklı a) Sona ermeden önce atanmanın düzenlendiği MADDE 274- (1) hükmünde “Tasfiye memurları, şirket sözleşmesiyle veya şirketin sona ermesinden önce bir ortaklar kararıyla, ortaklar arasından seçilmişlerse, diğer ortakların oybirliğiyle verebilecekleri bir kararla görevden alınabilirler. Oybirliğine ulaşılamadığı takdirde, ortaklardan herhangi birinin istemi üzerine, haklı sebepler varsa, mahkemece görevden alınabilirler.” şeklinde, Aynı kanunun ” Sorumluluk” başlıklı MADDE 285 hükmünde ” (1) Kanuna, şirket sözleşmesine veya iş görme şartlarını gösteren diğer hükümlere aykırı hareket ederek, üçüncü kişileri veya ortakları zarara uğratan tasfiye memurları, kusursuz olduklarını ispat etmedikçe, müteselsil olarak sorumlu tutulurlar. (2) Tasfiye memurları, atadıkları ve hizmete aldıkları kimselerin kanuna, şirket sözleşmesine veya diğer iş görme şartlarını gösteren hükümlere aykırı hareketlerinden dolayı da Türk Borçlar Kanununun 116 ncı maddesi hükmünce, gerek üçüncü kişilere gerek ortaklara karşı müteselsil olarak sorumludurlar.” şeklinde düzenleme yer almaktadır. Davacı ve davalı …’nun murisi …’un Tasfiye Halinde … Ltd Şti.’nin %100 hissesine sahip iken 04.06.2017 tarihinde vefat ettiği, nüfus kayıtlarına göre mirasçılarının davacı …, davalı … ve dava dışı … olduğu; Tasfiye Halinde … Ltd Şti.’nin 12.04.2016 tarihinde yapılan toplantısında alınan karar ile tasfiyeye girdiği ve tasfiye memuru olarak davalı …’nun atandığı, kararın 29/04/2016 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayımlandığı, tasfiyeye ilişkin ilanların yasal süreleri içerisinde yapıldığı görülmektedir. Mahkemece HMK 278 maddesi uyarınca verilen yerinde inceleme yetkisine istinaden bilirkişi heyeti tarafından davalı şirket ticari defterleri, belge ve kayıtları üzerinde yapılan inceleme sonucunda ibraz edilen raporda; davalı şirketin tasfiyeye girdiği tarihte toplam aktif tutarının 30.866,25 TL olduğu, söz konusu varlık miktarı içinde Demirbaş miktarının 2.239,34 TL, kasa bakiyesinin 6.508,06 TL olduğu, davanın açıldığı tarih itibariyle demirbaşın davacı ve davalı tasfiye memurunun babası …’a fatura edilmiş olduğu, kasada mevcut nakdin şirketin sabit giderlerine harcandığı, davalı tasfiye memurunun tasfiye süreci boyunca davalı şirketi herhangi bir zarara uğratacak işlemde bulunmadığı, davacı tarafından şirketin mal varlığı içinde bulunduğu iddia edilen demirbaşların 2016 yılı açılış ve tasfiye giriş bilançosunda kayıtlı olmadığından tasfiye memuru tarafından satışının söz konusu olamayacağı belirtilmiş, rapor ekine; 12.04.2016 tarihli Tasfiyeye Giriş Beyannamesi, 2016- 2017 yıllarına ilişkin Kurumlar Vergi Beyannamesi, davalı şirketin tasfiye giriş bilançosunda demirbaş tutarı, 15.03.2017 tarihli demirbaş satış faturası, demirbaş satış bedelinin … un şirketteki alacağından mahsubunu gösteren 331 (ortakların alacakları) Hesap Muavini eklenmiştir. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanak ve gerekçe içeriğine göre, mahkemece ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği; yukarıda belirtilen bilirkişi raporu, ibraz edilen deliller ve dosya kapsamına göre, davalı tasfiye memurunun TTK 274. maddesi uyarınca azlini gerektirecek haklı sebeplerin varlığı ispatlanmadığı gibi TTK’nın 285/1-2 maddeleri kapsamında gerek kendisinin gerekse atadığı ve hizmet aldığı kimselerin kanuna, şirket sözleşmesine veya iş görme şartlarını gösteren diğer hükümlere aykırı hareket ederek, davacı ortağı/ortakları zarara uğrattığının ispatlanmadığı; mahkemece HMK’nın 282. maddesi uyarınca bilirkişi raporundaki tespitlerle birlikte diğer deliller de değerlendirilerek ve gerekçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulduğu, buna göre eksik inceleme ile tanzim edilen bilirkişi raporuna göre karar verildiğinin kabulünün mümkün olmadığı; ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde davacı vekilinin istinaf nedenlerinin ayrıntılı olarak karşılandığı, yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilerek, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70.TL istinaf karar harcından istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan 44,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 36,30.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 16/06/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.