Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/700 E. 2022/816 K. 25.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/700 Esas
KARAR NO: 2022/816 Karar
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEME: İSTANBUL 15. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 12/11/2019
DOSYA NUMARASI: 2016/1039 Esas – 2019/1026 Karar
DAVA: Alacak (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 25/05/2022
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesi ile özetle; müvekkilinin murisi annesi …’in, davalı şirket nezdindeki ”İsme Muharrer 5 Hisselik Müessis Hisse Senedi” adındaki kurucu hisselerden herbiri 5 hisse senedini içeren 4 adedinin sahibi olup 16/11/2014 tarihinde vefat ettiğini, bunun üzerine 20 adet kurucu hissenin tek yasal mirasçısı sıfatıyla müvekkiline intikal ettiğini ve davalı şirket tarafından da müvekkili adına iptalini talep ettikleri genel kurul yapılmadan çok önce kaydedildiğini, davalı şirketin müvekkiline 29/06/2016 tarihli bir yazı göndererek bilirkişi raporu ile tespit olunan bedel üzerinden kurucu hisse senetlerini alabileceklerini ancak davalı şirketin piyasadaki konumu, faaliyet gösterdiği sektörün yapısı ve dinamikleri, objektif ölçütler vs.göz önüne alındığında davalı şirket tarafından kurucu hisselerin satın alınmasına esas teşkil etmek üzere gıyaplarında yapılan Olağanüstü Genel Kurul ve anılan genel kurulda esas alınan yine gıyapta yapıtırılan bilirkişi raporunda şirket kurucu hisseleri hakkında bir toplam değer tespit edilmiş olup, takdir olunan değerin afaki olarak düşük, sembolik ve hakkaniyete aykırı olduğunu, müvekkilinin davalı şirketçe alınan bilirkişi raporunu incelemek için talep ettiğinde ticari sır mahiyetindeki bir takım bilgileri ihtiva ettiği gerekçesiyle kendisi ile paylaşılmadığını, müvekkilinin bilirkişi raporunda tespit edilen bedelin ödenmesi ve bedel üzerinden hisse devri yapabileceği hususunun davalı şirkete Beşiktaş …Noterliği’nin 10/08/2016 tarihli … yevmiye numaralı ihtarname gönderildiğini ve fahiş derecede düşük bedel üzerinden davalı şirkete devredildiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı şirketteki kurucu hisse senetlerinin gerçek değerlerinin tespiti ile müvekkiline eksik ödenen meblağın tahsiline, davalı şirketteki kurucu hisse senetlerinin tamamının gerçek toplam değerinin tespitine ve tespit edilen gereçek değer ile devir bedeli arasındaki farkın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesi ile özetle; Müvekkili şirketin kuruluşu aşamasında 1.000 adet kurucu intifa hisse senedi çıkartıldığını, kurucu intifa hisse senetlerinden 20 adedinin davacıya ait olduğunu, kurucu intifa hisse senetlerini satın alma hakkını kullanmak amacıyla öncelikle özel bir değerleme şirketine kurucu hisselerin değerini tespit ettirdiğini ve bununla da yetinmeyerek İstanbul 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/28 D. İş sayılı dosyasından kurucu intifa hisselerinin değerini tespit ettirdiğini ve 27/06/2016 tarihli Genel Kurul toplantısında kurucu intifa hisse senetlerinin satın alınmasına karar verildiğini, müvekkili şirketin davacıya gönderdiği 29.06.2016 tarih ve 2088 sayılı yazıyla 20 adet kurucu intifa hisse senedinin 543.320,00 TL brüt bedelle satın alınacağını bildirdiğini ve davacının Beşiktaş … Noterliğinin 28.07.2016 tarih ve … yevmiyesine kayıtlı İhtarname ile kurucu intifa hisselerinin değerinin yeniden tespit ettirilmesini talep ettiğini ve daha sonra aynı Noterliğin 10.08.2016 tarih ve … yevmiye numarasına kayıtlı İhtarname ile haklarını saklı tutarak sahibi olduğu kurucu intifa hisse senetlerini satıp devretmeye hazır olduğunu bildirdiğini, davacı ile müvekkili şirketin 27.09.2016 tarihli Anonim Şirket Kurucu Hisse Senedi Devir başlıklı sözleşmeyi imzalayarak hisse senetlerini devir ve teslim ettiğini, davacının kurucu intifa senetlerini devrettiğinden ve TTK’nın 645. ve 649. maddeleri uyarınca senede bağlı haklar devralana geçtiğinden davacının aktif dava ehliyeti olmadığını, davacının müvekkili şirketin satın alma önerisini fiilen kabul ettiğinden, satış sözleşmesi 543.320,00 TL bedelle tamamlanmış olup taraflar edimlerini ifa ettiklerinden davacının ilave bedel talep edebilmesinin hukuken mümkün olmadığını, davacı ile müvekkili şirket arasında kurucu intifa senetlerinin satın alınması hususunda bir uyuşmazlık bulunmadığını, kurucu intifa senetlerinin değer tespitinin objektif ve hukuka uygun olarak yapıldığını ve tespit edilen değerin, hisselerin gerçek değeri olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 12/11/2019 tarih ve 2016/1039 Esas – 2019/1026 Karar sayılı kararı ile; “… davacı taraf 27/09/2016 tarihli “Anonim Şirket Kurucu Hisse Senedi Devir” sözleşmesi ile sahibi olduğu 20 adet kurucu intifa hisse senedini davalı şirkete devir ve teslim etmiş ancak bedelin düşük tutulduğundan bahisle işbu davayı açmış ise de, bu konuda alınan genel kurul kararının iptali davasının İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkeme’sinin 2016/948 Esas 2017/450 Karar sayılı davasıyla reddedildiği ve kararın İstinaf ile Yargıtay temyiz incelemelerinden geçerek kesinleştiği anlaşıldığından dayanaksız kalan davacının davasının reddine karar verilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davanın REDDİNE, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Dava dilekçesindeki beyanlarını tekrarla, ilaveten; mahkemenin, davalı şirket aleyhine açılmış olan Genel Kurul Kararının İptali talepli davanın işbu davanın dayanağını teşkil ettiği şeklindeki değerlendirmesinin hatalı olduğunu ve kararın yanlış/ eksik gerekçelerle tesis edildiği olgusunu ortaya koyduğunu, mahkemenin davanın reddi kararına gerekçe olarak gösterilen tek nedenin, genel kurul kararının iptali talepli davanın reddine yönelik kararın aleyhlerine olarak kesinleşmiş olması olduğunu, mahkemenin, bundan başka bir ret gerekçesine yer vermediğini ve/ veya tartışmadığını, anılan genel kurul kararının iptali davasının işbu davanın yegane dayanağı olarak kabul edildiğini ortaya koyduğunu, Söz konusu genel kurul kararının iptali davasının huzurdaki dava ile doğrudan ilgisi dahi bulunmadığını, işbu davayı açmazdan evvel ikame etmiş oldukları söz konusu Genel Kurul Kararının İptali Davasının, huzurdaki davada usuli noktalardan karşılaşabilmesi muhtemel olası itirazların peşinen bertaraf edilmesi ve yasal haklarını talep etmeye yönelik iradelerinin en başından beri var olduğunu ortaya koymak maksadı ile şeklen açılmış bir davadan ibaret olduğunu, yani söz konusu dava kapsamında tesis edilecek herhangi bir kararın huzurdaki davayı menfi yönde etkilemesinin ne hukuken ne de vicdanen mümkün olmadığını, ancak buna rağmen mahkemenin bu son derece bariz olguyu göz ardı ettiğini ve Genel Kurul Kararının İptali davasındaki kararı sanki huzurdaki davaya otomatikman sirayet edecek bir karar/dayanak gibi ele aldığını ve bu peşin kabul üzerinden değerlendirme yaptığını, Davadaki taleplerinin kaynağını, satış esnasında ve satış tarihinde; satışa konu hisselerin gerçek rayiç değerinde satılıp satılmadığı ve rayiç değerin altında ise mahkemece ortaya çıkartılacak aradaki farkın müvekkili tarafından davalıdan talep edilip edilemeyeceği noktalarının oluşturduğunu, bu konunun ise, genel kurul kararının hisse değeri tespiti ile ilgili kısmının iptali davasını açması ile ilgisi olmadığını, aslında müvekkilinin satış işleminden önce anılan davayı açması ile dahi, satışa konu değeri az bulduğu ve rayiç değeri yansıtmadığı noktasındaki iradesini de ihtarnamelerle ortaya koyduğunu, söz konusu genel kurul iptal davası, davada dikkate alınsa dahi, ancak müvekkilinin gerçekleştirdiği satışta, (teklif edilen) değer ile ilgili iradesinin olmadığını göstermesi bakımından dikkate alınabileceğini, müvekkilinin ihtarnamelerdeki ve keza hisse satışındaki ihtirazi kaydının dikkate alınmamasının, hatta tam tersine sonucu bakımından davalarına tesir etmemesi gereken iptal davasının – aslında açılması yönünden değil de sırf sonucu üzerinden – dikkate alınması ve davanın esasına girilmemesinin hukuken doğru olmadığını, Mahkemenin bahse konu Genel Kurul Kararının İptali davasının akıbetini beklemesinde hukuki fayda görmesinin anlaşılabileceğini, fakat yapılması gereken işin, söz konusu dava sonucunda verilen kararı davanın çözümü bakımından objektif, tüm detayları ile birlikte ve taraf beyanlarının ışığında ele almak olduğunu, ancak gerekçeden de görülebileceği üzere, mahkemenin konuya bu şekilde yaklaşmadığını, dolayısıyla genel kurul kararının iptali davasını son derece yüzeysel/ hukuki olmaktan uzak bir yaklaşımla –ve hatta bunun sebeplerini de ortaya koymaksızın- salt huzurdaki davanın dayanağı olarak kabul etmek suretiyle tesis edilen kararın kaldırılması gerektiğini, oysa mahkemenin, kararına dayanak aldığı anılan iptal davasının açılması olgusunu dikkate alsaydı daha doğru olacağını, Yeni bir bilirkişi heyetinden yeni bir rapor alınması yahut bu talepleri kabul görmez ise itirazları dikkate alınmak sureti ile aynı heyetten ek rapor alınması konusundaki talepleri değerlendirilmeksizin davanın reddine karar verildiğini, 21.11.2018 tarihli bilirkişi raporunda, dava dilekçeleri ve ekleri ile, cevaba cevap dilekçelerinde yer alan “davalı şirket kurucu hisseleri için usulsüz ve hukuka aykırı bir şekilde izlenen yol ve yöntemler dahilinde fahiş derecede düşük bir değer takdir olunduğuna yönelik” kapsamlı açıklamalarının değerlendirilmediğini, davanın çözümü noktasında asli önem teşkil eden iddia ve beyanlarının dikkate alınmadığını, incelemeye tabi tutulmadığını, son derece yüzeysel ve mahkemeye ışık tutmaktan uzak bir takım soyut ve yüzeysel hesaplamalar yapılmakla yetinildiğini, bu nedenle kendileri tarafından sunulan 12.12.2018 tarihli bilirkişi raporuna karşı itiraz dilekçelerinde, yeni bir bilirkişi heyetinden yeni bir rapor alınması yahut bu talepleri kabul görmez ise itirazları dikkate alınmak suretiyle aynı heyetten ek rapor alınmasının talep edildiğini, ancak mahkemenin, söz konusu dilekçelerini sunmalarını takip eden celsede, bu husustaki taleplerini sözlü olarak da yenilemelerine rağmen bu taleplerini karara bağlamadığını ve talepleri hakkında menfi ya da müspet hiçbir karar tesis etmediğini, mahkeme, davanın reddine karar verecek ise dahi, bunu önce taleplerini gündeme almak ve ardından da gerekçesi ile birlikte talepleri hakkında karar vermek suretiyle yapması gerektiğini, Mahkeme tarafından itibar edildiği anlaşılan 21.11.2018 tarihli Bilirkişi Raporunun, davanın çözümüne katkı sağlayacak mahiyette olmayan, eksik incelemeler ve hatalı değerlendirmeler çerçevesinde oluşturulduğunu ve davalı beyanları olduğu gibi tekrarlanmak suretiyle oluşturulduğunu, söz konusu bilirkişi raporunun anlaşılabilirlik, hesaplama yöntemi ve değerlendirme tekniği açısından son derece yetersiz, yüzeysel, yargılamayı kolaylaştırmaktan ve bilirkişi raporundan beklenen amaçları karşılamaktan ve denetimden uzak olduğunu, raporun, belirtilen hesaplama yöntemlerinin somut olaya nasıl ve ne şekilde uygulandığının tatmin edici bir şekilde ve tüm detayları ile ortaya konulması gereken “Değerlendirme Sonuçları” başlıklı kısmın, sadece yarım sahifeden oluştuğunu ve en ufak bir açıklamaya dahi yer verilmediğini, Davalı şirketin büyüklüğü, piyasadaki tekel şeklindeki konumu ve dolayısıyla dava konusu ihtilafın büyüklüğü dikkate alındığında oldukça ciddi ve detaylı analiz gerektirdiği şüphesiz olan itiraza on sahifelik raporun 9 sayfasının, son derece genel geçer ve yüzeysel bir takım genel açıklamalardan oluşması ve değerlendirme bölümünün de yalnızca yarım sahifeden ibaret olması hususunun, tek başına dahi raporun hukuki değer taşımadığını gösterdiğini, Bir an için anılan raporun ilk 9 sayfasındaki açıklamaların hukuki değer taşıdığı kabul ve farz edilse dahi, anılan rapora böyle bir durumda bile riayet edilemeyeceğini, zira söz konusu genel açıklamaların ve hesaplama yöntemlerinin somut olaya nasıl uygulandığına dair hiçbir somut ve tatmin edici ibare bulunmadığını, oysa dosya kapsamında bilirkişi raporu tanzim edilmesine karar verilmesinin sebebinin, kurucu hisse değerlerinin hesaplama yöntemlerine dair bilgi almak değil, bu yöntemlerin somut olayda doğru, şeffaf ve adil bir şekilde uygulanıp uygulanmadığının açıklığa kavuşturulması olduğunu, ancak ne yazık ki, söz konusu raporun gerek nitelik, gerek yeterlilik ve gerekse de içerik bakımından uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayacak mahiyette olmadığını, Söz konusu raporun yetersizliğini ortaya koyan bir diğer hususun da; anılan rapor içeriğinde Aktüerya yahut Sermaye Piyasaları/SPK anlamında hiçbir spesifik değerlendirme yapılmamış olması, somut olayın bu uzmanlık alanları perspektifinden değerlendirilmemiş olması olduğunu, Öyle ki, mahkemenin “dosyanın bilirkişiye tevdii hususunun celse arası değerlendirilmesine” dair tesis ettiği 06.03.2018 tarihli kararı takiben kendileri tarafından 22.03.2018 tarihli beyan dilekçelerinin ibraz edildiğini ve bu dilekçelerinde “dosyanın tevdi edileceği bilirkişi heyetinin hangi uzmanlardan teşekkül etmesi gerektiğine ilişkin” beyanlarının sunulduğunu, bunun üzerine de anılan dilekçelerindeki taleplerine tamamen paralel bir şekilde hüküm tesis ettiğini ve dosyanın “dosyanın bir mali müşavir, bir aktüerya uzmanı ve SPK uzmanından oluşan bilirkişi heyetine tevdiine” karar verildiğini, bilirkişilerin yapması gereken işin, her birinin konuyu kendi uzmanlık alanı üzerinden, spesifik olarak ele alması ve üç farklı alandaki tespitleri adil bir şekilde sentezlemek olduğunu, oysa ki, raporda sayılan bu uzmanlık alanlarından hangisi veya hangilerinin değerlendirmede esas alındığı belli olmadığı gibi, hangi bilirkişinin hangi hususlara dair spesifik inceleme yaptığı (kendi uzmanlığında ne gibi katkılar sağladığı) hususunun da anlaşılamadığını, sırf bu olgunun dahi, işbu itiraza konu raporun eksik inceleme neticesinde hazırlandığını gösterdiğini, Bir diğer hususun da; söz konusu bilirkişi raporunda müvekkiline ödenmesi gereken meblağ olarak tespit edilen rakamın, davalı şirketin hukuka aykırı yol ve yöntemlerle yaptığı hesaplama neticesinde tespit ettiği rakam ile tamamen aynı olması olduğunu, reasürans gibi, spesifik ve kendine özgü pek çok dinamiği olan bir sektörde, milyonlarla ifade edilen böylesine yüksek meblağlara yönelik olarak yapılan iki farklı hesaplamada da kurucu hisse değerlerinin kuruşu kuruşuna aynı olacak şekilde 27.166.000.000,00-TL (yirmiyedimilyonyüzaltmışaltıbintürklirası) olarak ve müvekkiline ödenmesi gereken meblağın da 543.320,00-TL (beşyüzkırküçbinüçyüzyirmitürklirası) tespit edilmesinin akla ve mantığa sığmadığını, dahası bu durumun basit bir tesadüfle veya muhasebesel bir realiteyle açıklanmasının mümkün olmadığını, Raporun Sonuç ve Kanaat” başlıklı bölümde yer verilen; “Bağımsız denetimden geçmiş ve davalı tarafından kamuoyuna açıklanan mali tablolarına göre yapılan hesaplamalarda bir kurucu hisse değerinin 27.166.-TL olduğu, Davalının elinde bulundurmuş olduğu kurucu hisse değerinin (20 hisse x 27.166.tl.=) 543.320.-TL brüt tutar olduğu Sonucuna varılmış olup…” şeklindeki ifadelerin, bilirkişilerin objektif, adil ve tamamen kendi uzmanlıkları çerçevesinde konuyu sıfırdan ele alarak bir rapor hazırlamak yerine, davalı şirketin kendi seçtiği, ücretini kendi ödediği bir denetim şirketinden aldığı raporu peşinen kabul edip, bu rapor içeriğindeki bilgiler temelinde bir takım hesaplamalar yaptığını açıkça ortaya koyduğunu, oysa ki dosyada mübrez dilekçelerinde ısrarla belirttikleri üzere, davada kendilerinin hukuka aykırı olduğunu iddia ettikleri ve hukuken riayet edilemeyeceğini ileri sürdükleri hesaplamaların, bilirkişilerin peşinen doğru kabul ettiğini, böylesine fahiş hatalı bir yaklaşım üzerinden hazırlanan itiraza konu raporun uyuşmazlığın çözümüne ne kadar katkı sunabileceği ve mahkemece hükümde dikkate alınmasının ne kadar yerinde olabileceği hususundaki takdiri heyete bıraktıklarını, Bilirkişi raporunun eksik ve yetersiz incelemelerle tanzim edildiğini gösteren pek çok çelişki olduğunun görülebildiğini, Örneğin; raporun “Gelir Yaklaşımları” başlıklı kısmında sahife 7’de; “Kurucu hisselerin kontrol gücü olmamasından dolayı hesaplanan öz sermaye değerine bir azınlık iskontosu uygulanmıştır. Söz konusu azınlık iskontosu %20 seviyesinde kontrol primi dikkate alınarak hesaplanmıştır.”şeklindeki ifadelere yer verildiğini, ancak bu ifadelerde, bilirkişilerin uyguladıklarını belirttikleri % 20 oranındaki iskontonun nasıl hesaplandığı, bu oranın hangi parametreler üzerinden tespit edildiği vs. gibi hususlara dair hiçbir doyurucu açıklama yapılmadığını, müvekkilinin mahrum kaldığı bedellerin tespiti bakımından bu kadar büyük önem teşkil eden bir konuda, böylesine yüzeysel ve altyapıdan yoksun bir şekilde yapılan hesaplamaları kabul etmelerinin mümkün olmadığını, Anılan rapora riayet edilemeyeceğine dair iddialarını teyit eden bir diğer örneğin ise; raporun 9. sahifesinde “Benzer Şirketler ile Karşılaştırma Yöntemi” başlıklı kısım altında yer verilen ifadeler olduğunu, raporun anılan kısmında bilirkişiler; “Benzer şirketler ile karşılaştırma yönteminde, …’nin kurucu hisselerinin değeri, yurtiçi ve yurtdışındaki halka açık reasürans şirketlerinin şirket değerleri üzerinden hesaplanan çarpanlardan faydalanılarak tahmin edilmiştir.” şeklindeki ifadeleri kullanmışlarsa da, raporun hiçbir yerinde hesaplamada dikkate alındığı belirtilen yurtiçi ve yurtdışı reasürans şirketlerinin isimleri, faaliyet gösterdikleri ülkeler ve bunlara ait hisse değerlerinin yahut bizzat bu şirketlerin değerlerinin de olduğunun belirtilmediğini, yukarıda alıntılanan ifadelerin, hiçbir bilgi paylaşılmaksızın yapılan bu hesaplamaların dahi somut belge ve bulgulara göre değil, tahmine dayalı olarak yapıldığını da gösterdiğini, Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde; mahkemece davanın reddine ilişkin olarak tesis edilen hükmün usul ve esas yönünden hukuka aykırı olduğunu, istinaf mahkemesinin ayrıca kendiliğinden tespit edeceği/ edebileceği sebeplerle de mahkeme kararının bozulması gerektiğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının bozularak kaldırılmasına ve davanın kabulüne, bu talepleri kabul edilmediği takdirde, usul ve esastan bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davalı şirketteki kurucu hisse senetlerinin gerçek değerlerinin tespiti ile eksik ödenen bedelin davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafça istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Taraflar arasında yapılan 27.09.2016 tarihli “Anonim Şirket Kurucu Hisse Senedi Devir” sözleşmesi ile davacı tarafından bedeli karşılığında sahibi olduğu 20 adet kurucu intifa hisse senedinin davalı şirkete devir ve teslim edildiği; hisse devir sözleşmesinde davacının Beşiktaş …Noterliği’nin 28/07/2016 tarihli ve 10/08/2016 tarihli ihtarnamelerinde belirtilmiş olan hususlar dışında ve iddia ettiği fazla değer haricinde hisseler üzerinde herhangi bir hak ve talebinin kalmadığının belirtildiği, işbu dava ile davacının, davalı şirketteki kurucu hisse senetlerinin gerçek değerlerinin tespiti ile eksik ödenen meblağın tahsilini talep ettiği, mahkemece bilirkişi heyetinden rapor alınarak istinafa konu kararın verildiği görülmektedir. Davacının İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkeme’sinin 2016/948 Esas sayılı dosyasıyla açmış olduğu, 27.06.2016 tarihli genel kurul toplantısının 2 numaralı kararı ile alınan karardan sadece kurucu hisse bedelinin değerinin tespiti bakımından iptalini talep ettiği davanın mahkemece red edildiği, kararın Yargıtay temyiz incelemesinde onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki belgelere, duruşma sürecini yansıtan tutanak ve gerekçe içeriğine göre, mahkemece ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, davalı şirketin 27.06.2016 tarihli genel kurul toplantısının 2 numaralı kararının sadece kurucu hisse bedeli değerinin tespiti bakımından iptali talebi ile açılan davanın red edildiği ve kararın kesinleştiği nazara alındığında, kurucu hisse bedelinin belirlendiği genel kurul kararı ayakta ve yürürlükte olup, davalı şirketin, şirket esas sözleşmesi ve genel kurul kararı uyarınca işlem yaptığı; HMK’nın 282 maddesi uyarınca hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer deliller ile birlikte serbestçe değerlendireceği, mahkemece, bilirkişi raporundaki tespitlerle birlikte diğer deliller de değerlendirilerek ve gerekçesi yazılmak suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmakla, davacı vekilinin eksik inceleme ile tanzim edilen bilirkişi raporuna göre karar verildiği yönündeki istinaf nedeninin yerinde olmadığı, ayrıca hükme esas alınan bilirkişi raporunun karar vermek için yeterli olması nedeniyle mahkemece yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmaması veya ek rapor alınmamasının yargılamada eksiklik olarak kabul edilmeyeceği; ilk derece mahkemesi hüküm ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilerek, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden tarafından yatırılan 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70.TL istinaf karar harcından istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan 54,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 26,30.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf eden üzerinde bırakılmasına, 5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’ da temyiz yolu açık olmak üzere 25/05/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.