Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/1677 E. 2022/1856 K. 08.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/1677
KARAR NO: 2022/1856
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 06/02/2020
DOSYA NUMARASI: 2016/1074 Esas – 2020/114 Karar
DAVA: İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 08/12/2022
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; dava dışı … Ltd Şti ile müvekkili bankanın Osmanbey Şubesi arasında genel nakdi ve gayrinakdi kredi sözleşmeleri imzalandığını, borçlu firma ile akdedilen kredi sözleşmelerinden doğan mükelefiyete dahil ödemelerin aksaması üzerine hesabı kat edilmek suretiyle borçluya ve kefilleri … ve …’e Beyoğlu … Noterliğinin 16/05/2016 tarih, … yevmiye numaralı ihtarnamesi gönderilerek muaccel hale gelen borcun ödenmesinin talep edildiğini, borçlu firmaya ve kefillerin kredi sözleşmelerinde bildirdikleri adreslerine gönderilen söz konusu ihtarnameye rağmen borç ödenmediği için borçlu firmanın kefilleri aleyhine istanbul … İcra Müdürlüğünün … E.sayılı dosyasından genel haciz yolu ile icra takibine geçildiğini, yapılan icra takibine borçlu tarafından itiraz edildiğini ve takibin durduğunu bildirerek; icra takibine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, davalı aleyhine %20 den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı tarafından icra takibine dayanak olarak 2013 ve 2015 yıllarına ait iki adet genel kredi sözleşmesinin gösterildiğini, 2015 yılına ait son genel kredi sözleşmesinde ne müvekkilinin kefillliği ne de imzasının mevcut olduğunu, müvekkilinin imzası bulunan genel kredi sözleşmesinin 07/02/2013 tarihli olduğunu, 2015 yılında ayrı bir genel kredi sözleşmesi imzalandığını ve yeni bir kredi tahsis edildiğini, 2013 yılında imzalanan genel kredi sözleşmesi ile 2015 yılında imzalanan genel kredi sözleşmesi arasında bir bağlantının olmadığını, banka tarafından mahkemeye sunulan belgelerden de görüleceği üzere, hem 2013 yılında imzalanan hem de 2015 yılında imzalanan genel kredi sözleşmesinin 14.maddesinde bulunan “önceki sözleşmelerde bağlantı ” kısmının boş olduğunu, müvekkilinin 2015 yılında düzenlenen genel kredi sözleşmesinde hiçbir şekilde imzası ve muvafakatinin olmadığını, 2013 yılında kullanılan kredi borcunun tümünün ödendiğini, kredinin kullandırılması için müvekkili tarafından ipotek tesis edilen taşınmazın ipoteğinin borç ödendiğinden ötürü banka tarafından kaldırıldığını bildirerek; davanın reddine, davacı aleyhine %20 den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 06/02/2020 tarih ve 2016/1074 Esas – 2020/114 Karar sayılı kararı ile; “…davacı banka ile dava dışı … Tic Ltd Şti arasında 07/02/2013 tarihinde genel nakdi ve gayri nakdi kredi sözleşmesi akdedildiği, davalı …’ün bu sözleşmeyi müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı, davalının genel kredi sözleşmesini imzaladığı tarih itibariyle evli olduğu, TBK’nun 583’ncü maddesine göre kefalet sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı şekilde yapılması, kefilin sorumlu olacağı azami miktarın gösterilmesi ve kefalet tarihinin belirtilmesi, ayrıca kefilin, sorumlu olacağı azami miktarı, kefalet tarihini, müteselsil kefillik durumunda bu sıfatla veya bu anlama gelecek herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesine kendi el yazısı ile yazmış olmasının gerektiği, TBK.nun 584. Maddesinde; eşlerden birinin mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça ancak diğerinin yazılı rızası ile kefil olabileceği, bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce yada en geç kurulması anında verilmiş olmasının şart olduğu düzenleme konusu yapılmış, TBK.nun 584.maddesine 28/03/2013 tarih 6455 Sayılı Kanunun 77.maddesi ile ek düzenleme getirilerek “bazı hususlar için eşin rızasının aranması kıstası” kaldırılmıştır. Ancak, sözleşmenin yapıldığı 07/02/2013 tarihinde bu değişiklik henüz yürürlükte bulunmadığından somut olayda uygulanması mevcut olmadığından 07/02/2013 tarihinde yürürlükte bulunan TBK.nun 584.maddesi kapsamında davalının kefalet akdinin geçerli olabilmesi için eşinin rızası gerektiği, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu ibraz edilen her iki raporda da davalının eşine ait olduğu ileri sürülen muvafakat belgesindeki imzanın davalının eşi …’e ait olmadığının tespit edildiği, TBK.nun 584.maddesine uygun şekilde kefalet sözleşmesinin kurulmadığı anlaşıldığından açılan davanın reddine, davacının kötü niyetle icra takibi yaptığı ispat edilemediğinden kötü niyet tazminat talebinin de reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” gerekçeleri ile; ” 1-Davacının davasının reddine, davalının kötü niyet tazminat talebinin reddine, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, temlik alan davacı vekili tarafından ve katılma yolu ile de davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Temlik alan davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle;Davanın takip hukukuna özgülenmiş itirazın iptali davası olup müvekkilinin takip tarihi itibariyle muaccel alacağını takip ve talep hakkına sahip olduğunu, işbu itirazın iptali davasında irdelenmesi ve araştırılması gereken hususun, takibe konu alacağın muaccelliyeti ve alacak/ borç miktarının tespiti şeklinde olması gerektiğini, davada borçlu vekilinin imzaya ve kefalete ilişkin ileri sürdüğü itiraz ve beyanlarının Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 25.02.2015 tarihli kararında da belirtildiği üzere iyi niyetle bağdaşmadığını,(Yargıtay 19.HD.14/16821 E.-15/2589 K. T.:25.02.2015) Mahkemenin “TBK.nun 584.maddesine 28/03/2013 tarih 6455 Sayılı Kanunun 77. maddesi ile ek düzenleme getirilerek “bazı hususlar için eşin rızasının aranması kıstası” kaldırılmıştır. Ancak, sözleşmenin yapıldığı 07/02/2013 tarihinde bu değişiklik henüz yürürlükte bulunmadığından somut olayda uygulanması mevcut olmadığından 07/02/2013 tarihinde yürürlükte bulunan TBK.nun 584.maddesi kapsamında davalının kefalet akdinin geçerli olabilmesi için eşinin rızası gerektiği,” şeklindeki hükme esas kanaatinin; Medeni Kanun’un 2. maddesindeki “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” şeklindeki düzenlemeyle bağdaşmadığını ve borçlunun kötü niyetini koruyarak alacaklı müvekkilinin alacak hakkının ihlaline sebebiyet verdiğini, Temlik eden banka ile dava dışı … Tic Ltd Şti arasında 07/02/2013 tarihinde akdedilen genel nakdi ve gayri nakdi kredi sözleşmesinde, davalı …’ün işbu şirketin ortağı olarak bu sözleşmeyi müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığını, yasa koyucu tarafından 28/03/2013 tarih, 6455 Sayılı Kanun’un 77. maddesi ile TBK.nun 584. maddesinin 3. fıkrasına eklenen hükümde “Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler… eşin rızası aranmaz. ” denildiğini, yasa koyucunun bu hükmü düzenlemesindeki amacın sırf eş rızası olmadığı için şekil açısından geçersiz sayılacak kefalet sözleşmelerinin tarafı olan alacaklıların mağduriyetinin önüne geçmek ve sözleşme hukukuna egemen ahde vefa prensibine işlerlik kazandırmak olduğunu, mahkemelerce işbu yasal düzenleme öncesi akdedilmiş kefalet sözleşmelerini geçerli sayacak kanaatin kanuni dayanağının ise Medeni Kanun’ un 2. maddesinde düzenlenmiş olduğunu (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarih ve 2011/511 K. sayılı kararı) Temlik eden banka ile dava dışı şirket arasında akdedilen kredi sözleşmesinin teminatı olan ve alacaklıya borcun ödenmemesi halinde kefalet teminatına başvurma hakkı tanıyan kefalet sözleşmesini sırf katı şekil şartları sebebiyle geçersiz saymanın; şekilcilikten doğan sertliğin sakıncalarını gidermek için ortaya çıkan hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırılık teşkil edeceğini, mahkemenin hatalı kararı ve kanaati ile, davalı borçlu …’ün Medeni Kanun madde 2’ye aykırı kötü niyetinin korunmasına cevaz veren hatalı hükmünün, müvekkilinin alacağını tahsil etme imkan ve hakkını ortadan kaldırarak zarar görmesine sebebiyet verdiğini (YHGK, T: 28.01.2004, E: 2004/6-50, K: 2004/38) belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak, yeniden yapılacak yargılama neticesinde davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DAVALI VEKİLİ KATILMA YOLU İLE İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; TBK’nın 584. madde hükmü uyarınca kefaletin geçerli olabilmesi için evli olan kefilin eşinin de bu kefalete rızası olmak zorunda olduğunu, bilirkişi imza incelemesi ile müvekkilinin eşinin rızası olmadığının açıkça kanıtlandığını, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girdiğini, dava konusu sözde kefaletin ise 7 ay sonra 07.02.2013 tarihli GKS ile alınmış olduğunu, bu tarihte müvekkili …’ün kefaletinin eş rızası bulunmadığından yasanın emredici kuralı gereği tamamen geçersiz olduğunu, müvekkilin bu tarihten öncesine veya sonrasına ilişkin başkaca hiçbir kefaleti bulunmadığını, müvekkilinin asıl borçlu … deki ortaklığının da bu sözleşmeden çok önce 24.12.2012 tarihinde sona erdiğinin ticaret sicil kayıtları ile kanıtlandığını, dolayısıyla müvekkilinin asıl borçlu şirketle doğrudan veya dolaylı hiçbir ilgisi alakası kalmadığını, davacı tarafın aksini iddia dahi etmediği gibi aksi yönde bir delil de sunamadığını, ayrıca dava konusu sözde kefaletin mahkeme gerekçesinde de açıklandığı üzere, TBK 584. maddesinde 28.03.2013 tarih 6455 sayılı kanunun 77. maddesi ile getirilen ek düzenlemenin yürürlüğe girmesinden önce 07.02.2013 tarihli GKS ye dayandığını, davacı bankanın bunu bile bile müvekkili hakkında kötü niyetle icra takibi başlattığını ve müvekkili hakkında ihtiyati haciz uyguladığını, (T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2016/1518 K. 2016/10723 T. 15.6.2016 ) Müvekkili hakkında başlatılan icra takibinde müvekkilinin eşi …’ün olmadığını, müvekkili hakkında kefalete ilişkin icra takibi yapıldığını ve müvekkilin de borcun dayanağı olan bu kefalete de itiraz ettiğini, cevap dilekçelerinde de kefalet sözleşmesinin geçerli olmadığı şeklinde itiraz edildiğini, davacı bankanın bu itirazdan sonra sözde eş muvafakati belgesini dava dosyasına sunduğunu, bundan önce ne icra takibinde ne de dava açıldığında eş muvafakati belgesinin davacı banka tarafından hiçbir şekilde dosyaya sunulmadığını, davacı bankanın daha sonra sunmuş olduğu eş muvafakatine dair belgedeki imzanın da bu kapsamda müvekkilinin eşine ait olmadığı şeklinde de ayrıca itiraz edildiğini, davacı bankanın icra takibinde ve itirazın iptali davasında yasanın emredici kuralına aykırı bir kefalete dayandığını, Kötü niyetli davacı bankanın T.M.K. 2. maddesindeki dürüstlük kuralına dayanamayacağını, tam tersine davacı bankanın dürüstlük kuralına aykırı hareket ettiğini, davacı bankanın davası kefalette eş muvafakati olmadığı için reddedilmiş ise de esasla ilgili olarak da davacının kötü niyetinin açıkça ortada olduğunu, Davacı banka tarafından, bilirkişi tarafından iddia edildiği gibi dava konusu alacağın önceki borca ilişkin Yeniden Yapılandırma Kredisi olduğuna yönelik hiçbir beyanda bulunulmadığını, 2015 tarihli GKS’de, noter ihtarnamesinde önceki borca ilişkin Yeniden Yapılandırma ifadesinin kesinlikle geçmediğini, aynı şekilde davacı banka Yeniden Yapılandırmada ayrıca yeni bir GKS yapmak zorunda olmadığı halde 2015 yılında yeni bir GKS yapmış olması ve bu yeni 2015 tarihli GKS nin 14. maddesinde bulunan “Önceki sözleşmelerle Bağlantı” kısmının boş olmasının davacı bankanın iradesinin bu işlemi önceki borcun yeniden yapılandırması değil yeni bir sözleşme ile yeni bir kredi verilmiş gibi önceki borcu tasfiye ederek işlem yapmak olduğunu, müvekkili …’ün kefil olarak 2015 yılında yapılan GKS’de hiçbir şekilde imzası ve muvafakatinin olmamasının da bunu doğruladığını, Davacı banka tarafından bilirkişiye önceki kredi borcuna istinaden yapılandırma sözleşmesi sunulmadığı halde, kredi dökümlerine göre böyle bir sonuca ulaşılmasının doğru olmadığını, zira bankanın 2013 yılındaki GKS de -675.000-TL olan kredi limitini, 2015 yılında yapılan GKS ile -905.000-TL ye yükselttiğini, bunun da anlamının davacı bankanın 2015 yılında kredi borçlusuna yeni bir kredi vererek, yeni verdiği bu kredi içinden önceki GKS den kaynaklı borçları kapattığı, tasfiye ettiği olduğunu, davacı bankanın önceki GKS döneminde alınan kredi üzerinden değil 2015 yılındaki GKS’ye dayanak olarak yeni verdiği kredi üzerinden yeni faiz, yeni faiz oranı ve vade ile taksitlendirme yaptığını, tüm bunlar yapılırken kefil olan müvekkilinden hiçbir onay ve muvafakat alınmadığı gibi bilgi dahi verilmediğini, İddia edildiği gibi 2013 tarihli GKS de kalan bir borç ödendiğini, tasfiye edilmemiş ise davacı bankanın 2015 yılında yeni GKS yapmadan önce 2013 tarihli GKS de sözde kefil olan müvekkile borcun ödenmediğini veya hesabın kat edildiğini bildirmesi gerekirken davacı bankanın 2015 tarihli GKS den sonra 16 Mayıs 2016 tarihinde noterden hesap kat ihtarnamesi göndermiş olduğunu, kısaca davacı bankanın yeni bir kredi işlemi tesis ederek, kredi borçlusuna yeni bir kredi verilmiş gibi işlem yaparak 2013 yılına ilişkin GKS den kaynaklı tüm borçları bu yeni kredi işlemi ile elde edilen para ile kapattığını, 2013 tarihli GKS den kaynaklı tüm borçların 2015 yılında yeni bir GKS ile verilen yeni krediden kapatıldığı, tasfiye edildiği halde bu yeni çekilen kredinin aylık taksitlerinin ödenmemesi üzerine 2013 yılındaki GKS de kefil imzası bulunan müvekkilinin sorumlu tutulmasının tamamen haksız ve hukuka aykırı olduğunu, 2013 tarihli GKS ye dayanılarak yeni bir kredi kullandırılması mümkün iken 2015 yılında önceki GKS ye dayanmadan yeni bir GKS yapılarak bu GKS ye istinaden çekilen kredi ile önceki GKS borcunun tasfiyesinin 2013 tarihli GKS de kefilleri yasal sorumluluktan kurtardığı hususunun mahkeme bilirkişisi tarafından hatalı değerlendirildiğini (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, E. 2009/12183, K. 2010/8768, T. 12.7.2010 ) Bilirkişi tarafından sadece davacı bankanın elinde olan kayıtlara göre rapor hazırlandığını, her işlemin dayanak belgeleri, resmi kayıtları, delilleri tarihler teyit edilmek suretiyle ortaya konulması gerekirken, davacı bankanın bunları savunmadığını, banka kayıtlarına göre yapılacak değerlendirmenin kesin doğru olup olmadığı ve ne şekilde bunun teyit edildiği, kesin ve doğru kabul edildiği hususlarının dosyaya sunulan belgeleri ile gösterilemediğini, bilirkişi raporunda bu yönde hiçbir belge ortaya konulmadığı gibi sadece ödeme emri belgesinin rapora eklendiğini, diğer hususların tamamının adeta banka tarafından verilen şifahi bilgilerin doğru olduğu varsayımına göre değerlendirildiğini, davacı bankanın uzun süre kefil olan müvekkili hakkında hiçbir işlem yapmadığı halde daha sonra müvekkili hakkında yine kefalet dolayısıyla icra ve haciz işlemi başlattığını, bu durumun davacı bankanın müvekkilinin kefaletinin geçersiz olduğunu, müvekkilinin sorumlu olmadığını bilerek müvekkili hakkında kötü niyetle icra işlemi başlattığı ve haciz işlemleri yaptığını da doğruladığını, bu hususta 21.07.2017 tarihli dilekçelerinde 2013 tarihli ve müvekkilinin hiçbir imzası bulunmayan 2015 tarihli GKSler hakkındaki beyanlarını da tekrar ettiklerini, davacı banka tarafından müvekkili hakkında haksız haciz işlemleri de uygulandığını, müvekkilinin haksız ve hukuka aykırı şekilde mağdur edildiğini, bu nedenle davacı banka aleyhine %20’den az olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gerektiğini belirterek, davacının, davanın reddine ilişkin karara karşı istinaf müracaatının reddine, kötü niyet tazminatı taleplerinin reddine ilişkin kararın kaldırılarak davacı aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın kefilden tahsili için başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karara karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Somut uyuşmazlıkta; davacı banka ile dava dışı … Tic Ltd Şti arasında 07/02/2013 tarihinde ve 09/02/2015 tarihinde genel nakdi ve gayri nakdi kredi sözleşmeleri imzalandığı, davalı …’ün 07/02/2013 tarihli kredi sözleşmesini müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile imzaladığı, 09/02/2015 tarihli kredi sözleşmesinde ise kefil olarak imzasının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı Vekilinin İstinaf Başvurusu Yönünden; 6098 sayılı TBK 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş, davalının kefil olarak imzasının yer aldığı genel kredi sözleşmesi ise 07/02/2013 tarihinde imzalanmıştır. TBK 584/3 maddesi ile şirket ortak veya yöneticisi tarafından şirket lehine kefalet akti düzenlenmesi durumunda eş rızası aranmayacağına ilişkin düzenleme ise 11.4.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. TBK 584. maddesindeki kefalet için eş rızası gerektiği yönündeki düzenleme emredici niteliktedir. Davalı genel kredi sözleşmesinin imzalandığı tarihte evlidir. Mahkemece Grafoloji Uzmanı bilirkişi ve ATK Fizik İhtisas Dairesi’nden alınan raporlarda, sözleşme ekinde ibraz edilen “Eş rızası beyanı” kısmında yer alan imzanın davalının eşi …’e ait olmadığı tespit edilmiştir. Bu hali ile, usulüne uygun olarak alınmış eş rızası bulunmadığından davalının kefaletinin geçerli olmadığı, söz konusu sözleşmeden kaynaklanan borç sebebiyle davalının sorumluluğuna gidilemeyeceği açık olup, aksi yönde ileri sürülen istinaf sebepleri yerinde değildir. Davalı Vekilinin İstinaf Başvurusu Yönünden; Dosya kapsamı itibariyle, davacının takip yapmakta ve itirazın iptali davası açmakta haksız olduğu sabit ise de kötü niyetli olduğunun kabul edilemeyeceği, dolayısıyla İİK 67/2 uyarınca kötü niyet tazminatı koşulların oluşmadığı anlaşılmakla, davalı vekilince bu yönde ileri sürülen istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, ilk derece mahkemesince kurulan hüküm ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin ve davalı vekilinin istinaf başvurularının HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca ayrı ayrı esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Tarafların istinaf başvurularının ayrı ayrı 6100 sayılı HMK’ nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2-Harçlar Kanunu gereğince istinaf edenler tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 3-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davacıdan alınması gereken 80,70.TL istinaf karar harcından istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan 54,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 26,30.TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 4-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince davalıdan alınması gereken 80,70.TL istinaf karar harcından istinaf eden tarafından peşin olarak yatırılan 54,40.TL harcın mahsubu ile bakiye 26,30.TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 5-Temlik alan davacı tarafından 23/07/2020 tarihinde fazlaca yatırılan 148,60 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile 54,40 TL istinaf karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde temlik alan davacıya iadesine, 6-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf talep eden üzerinde bırakılmasına, 7-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan gider avansı varsa avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere 08/12/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.