Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi 2020/167 E. 2022/261 K. 23.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2020/167
KARAR NO: 2022/261
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARI VEREN
MAHKEME: İSTANBUL 13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 10/10/2019
DOSYA NUMARASI: 2014/1272 Esas – 2019/781 Karar
DAVA: Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
KARAR TARİHİ: 23/02/2022
İlk Derece Mahkemesinde yapılan inceleme sonucunda verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dava dosyası incelendi:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMASININ ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacı … A.Ş.’nin 1986 yılından beri Irak piyasasında iş yapan ve gerek iş ahlakı ve gerekse dürüstlüğüyle tanınan ve dolayısıyla Irak’ta yapılacak yeni bir iş olduğunda, ilk haberdar edilen bir firma olduğunu, 1989 yılında da İrak’a daimi ofisini açtığını, 2001 yılında ilgili bakanlığın davacı şirketten Saf Bakır Şerit talebinde bulunduğunu, davacının da bunu temin etmek için davalı şirketle ilişki kurduğunu, davalı şirketin Irak’ın talep ettiği spesifikasyonda mal üretecek araca sahip bulunmadığını beyan etmesi üzerine, davacı şirketin bu konuda da yardımcı olduğunu ve üretimi gerçekleştirecek makinelerin davalı tarafından teminine hem teknolojik bilgi ve hem de maddi katkıda bulunduğunu, böylelikle ilk olarak 2002 yılında, davalının ürettiği malların davacı şirket tarafından Irak’a pazarlandığını, bu arada Amerika Irak’ı istila edince, ilişkilerin bir süre askıda kaldığını ve nihayet 2006 yılında Irak Sanayi Bakanlığı’nın davacı şirketi yeniden davet ettiğini, aynı mal için bağlantı kurduğunu ve ilişkinin yeniden devam etmeye başladığını, bu suretle, 2001 yılında 195 ton, 2007’de 42 ton 400 kg, 2008’de 160 ton, 2009’da 234 ton 050 kg, 2010’da 40 ton 400 kg, 2011 ‘de 182 ton 248 kg ihracat gerçekleştirildiğini, 2009 Yılına kadar ihracat partisi bazında sürdürülen Tek Satıcılık anlaşmasının, 2009 yılında sürekli Tek Satıcılık sözleşmesine dönüştürüldüğünü ve bu sözleşmenin de beş yıl süre ile bağıtlandığını, ne var ki, 2012 yılından itibaren davalı davranışlarının garip bir hal almaya başladığını ve kendilerine bildirdikleri ihalelere katılabilmeleri için bazı belgelerin verilip, alıcıya ibrazı gerekmesine rağmen, davalının yazılı ve telefonla vaki ihtarlarının hiç birini cevaplamadığını ve 2012 yılından itibaren davacının çalışmasını baltaladığını, davalıya yaptıkları son ihtara da, davalı şirketin gerçek dışı cevap verdiğini. davalının imzalattığı 2009 tarihli Tek Satıcılık Sözleşmesi’nin davacının her türlü rekabetini önleyici ve bu malı başka üreticilerden sağlamasını engelleyici hükümler taşıdığını, davacı şirket açısından adeta bir esaret sözleşmesi niteliği taşıdığını, davalı şirketin, hem davacı şirketin Tek Satıcılık görev ve kazancını engellediğini, hem de bunu giderebilecek başka alternatiflerin kullanılması imkânlarını da sözleşme ile ortadan kaldırdığını, böylelikle davalının, bir taraftan Tek Satıcılık Sözleşmesini ihlal ederken, diğer taraftan da haksız rekabette bulunarak davacının o açıdan da zarara uğramasına sebebiyet verdiğini belirterek, davalının sözleşmeyi ihlal ettiğinin tespiti ile Irak’a 2012-2014 yılları arasında bizzat veya başkaları marifetiyle mal satıp, satmadığının tespitine, bu nedenle uğranılan zararın tespiti ile bu zarara mahsuben şimdilik 10.000,-USD’nin davalıdan tahsiline, taraflar arasındaki münhasır Tek Satıcılık Sözleşmesi’nin 26.02.2014 tarihinde sona ermiş bulunması sebebiyle, 2001 yılından itibaren süregelen bu başarılı ilişki nedeniyle müvekkili şirket adına uygun bir denkleştirme bedeli tespit ve tayinine ve fazlaya ait talepleri mahfuz kalarak, bu kalem için de davalıdan şimdilik 10.000,-USD’nin tahsiline, davalının, sözleşmeyi ihlal fiilinin dışında, ayrıca haksız rekabette bulunduğunun tespiti ile davalının bizzat veya dolaylı olarak gerçekleştirdiği ihracatlar nedeniyle, T.T.K.’nun 55. ve müteakip maddeleri gereğince, ihracat bedellerinin müvekkili şirkete intikal ettirilmesine ve bu kalem için şimdilik 1.000,- USD’nin davalıdan tahsiline, davacı şirket dışında gerçekleştirilen ihracat nedeniyle hak kesbedilen ücretlerin hangi tarihlerde muaccel oldukları gözetilerek, o tarihlerden itibaren bu alacaklara faiz tahakkuk ettirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davalı şirket ile davacı … A.Ş. arasında 23.02.2009 tarihli Yetkili Satıcı Sözleşmesinin İmzalandığını, sözleşme gereği Irak Bölgesi sınırları içerisinde 5 yıl süre ile davalı tarafından üretilen malların satıcı … tarafından satılacağını, davacı tarafından iddia edilen Irak’ta ihalelere girebilmek için gerekli belgelerin davalı şirketten istenilmesine rağmen cevap mahiyetinde dahi geri dönüşlerin olmadığı hususunun gerçeği yansıtmadığını, davalı şirketten istenilen her türlü belgenin yetkililerine istenildiğinde verildiğini, kaldı ki … A.Ş.’ nin Irak devleti sınırlarında ülke içindeki iç karışıklıklardan dolayı iş alamamakta olduğunu ve bundan dolayı da davalı şirketten belge ve sair her hangi bir evrak talebinde bulunmadığının da açıkça ortada olduğunu, davacı şirketin zarara uğramasında sözleşmeden dolayı davalı şirketin hiçbir kusurunun bulunmadığını, tam tersine davacı şirket tarafından Yetkili Satıcı Sözleşmesi gereğince üretilecek ürünler hususunda bilgi verilmesi ve talepte bulunulması, ihale alınması gerektiği halde bu yükümlülüklerin yerine getirilmediğini ve bundan dolayı taraflar arasındaki gereken iş birliğinin gerçekleşmediğini, davalı şirketin, davacı şirket ile birlikte geçmişte yaptığı işler dışında Irak ülkesinde başkaca bir iş yapmadığını ve aralarındaki sözleşmeye uygun davrandığını, hatta davalı şirketçe 20.05.2014 tarihinde davacı şirketlerden …’a yazı yazılarak birlikte çalışmaya devam edebilmek için gereken hassasiyetin gösterildiği, iş alınması durumunda birlikte çalışılacağı, kendilerinden üretim hususunda bir talepte bulunulmadığı için farklı ülkeler ile çalışılmak zorunda kalındığının açık ve net bir şekilde belirtildiğini, buna rağmen davacı şirketçe hiçbir şekilde Irak ülkesi’nden ihale alınmadığını ve üretim yapılmasının davalı şirketten talep edilmediğini, bu şartlarda açılan davanın hiçbir temelinin bulunmadığını, davacının denkleştirme talebinin yersiz olduğunu, bu talebin 2001 yılından beri talep edilmesinin sözleşme ile bağdaşmadığı gibi, taraflar arasındaki sözleşmenin 2009 yılında akdedildiğini, davacı tarafından yapılan satış işlemleri neticesinde iş çevrelerinin genişlemesi ve iş potansiyellerinin artmasının söz konusu olmadığı gibi davalı şirket nezdinde yarar sağlayıcı bir durum da olmadığını beyanla, davanın reddine karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı vekili 27/02/2019 tarihinde cevap dilekçelerini tamamen ıslahla; 23/02/2009 tarihli yetkili satıcı sözleşmesinin davalı şirket ile davacı … A.Ş arasında imzalandığını, dolayısıyla diğer davacı yönünden husumet itirazı ile davanın usulden reddine karar verilmesini, haksız rekabete ilişkin davalarda zamanaşımının fiilin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl olduğunu, davacı yanın haksız rekabet tazminatına ilişkin taleplerine karşı zamanaşımı def’inde bulunduğunu, esasa ilişkin olarakda; 23/02/2009 tarihli “Yetkili Satıcı Sözleşmesi”nin taraflar arasında sadece centilmenlik ve iyi niyet göstergesi olarak imzalandığını, davalı şirketin müşterek imza ile temsil edilmesi gerektiği halde sözleşmede sadece bir imzanın bulunmasının da bunun göstergesi olduğunu, dolayısıyla sözleşmenin hukuken geçerliliği olan sarih bir sözleşme olmadığını, kaldıki akdedilen sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olmadığını, tek satıcılık sözleşmesi ile yetkili satıcılık sözleşmesi arasında hukuki mahiyeti ve sonuçları itibariyle farklılıkların bulunduğunu, sözleşmenin sorumluluklar başlıklı 4.maddesinin b bendinde “aynı şekilde üretici Irak pazarına başka bir aracı ile girerse, satışı gerçekleşen mal bedelinin % 5’i tutarındaki kısmını cezai müeyide olarak def’aten ve nakden temsilci … A.Ş.ye ödemek zorundadır.” denilmek suretiyle sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi niteliğinde olmadığının vurgulandığını, ayrıca davalı vekiledeni şirketin kendisi tarafından Irak ülkesine mal satışının mümkün olduğunu, davacı şirket dışında başka bir aracı şirket kullanılmaması gerektiğinin tarafların serbest iradeleri ve sözleşme serbestliği ilkesine göre hüküm altına alındığını, dolayısıyla davalı şirketin anılan sözleşmeden doğan hukuki sorumluluğunu ihlal etmediğini, Irak pazarına başka bir aracı ile değil doğrudan ihale yoluyla bizzat mal satışı yaptığını, Sözleşmenin başka bir aracı ile bir kısmının ihlal edilmesi sebebiyle cezai şartın doğmayacağını, taraflar arasında tek satıcılık sözleşmesi bulunmadığını, sözleşmeye acentelik hükümlerinin de uygulanmayacağını, kaldı ki davalı şirket ile davacı … arasında 2010 yılında Irak’a mal satımına ilişkin ihracat kayıtlı mal kaydı yapıldığını, davacıların farklı tüzel kişilikler olmasına rağmen, gerçek kişi ortakları yönünden aralarında organik bağ bulunduğunu ve davacı …’ın davalı ve … arasındaki sözleşmeyi bildiğini, hiçbir şekilde kabul anlamına gelmemekle birlikte taraflar arasındaki yetkili satıcılık sözleşmesinin tek satıcılık sözleşmesi olduğu farz edildiğinde dahi, sözleşmeyi ihlal edenin bizzat davacı … A.Ş. olduğunu, zira diğer davacı ile aralarındaki fiili durumu bilmesine rağmen bunu kabul ettiğini, Davacı yanın TTK anlamında acenta olarak görülemeyeceğini, taraflar arasında fiili bir mal satışı olduğunu, o halde TTK’nun denkleştirme istemine ilişkin 122.maddesinin somut olayda uygulanamaycağını, davalı vekiledeni tarafından sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra davacı şirketin müşterilerinden önemli menfaatler elde etmediğini veya davacının kazandırdığı müşteriler ile iş yapılmadığını, aksi kabul halinde denkleştirmenin ödenip ödenmemesi veya ne oranda ödeneceği hususunda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini, Yine davacı yanın haksız rekabet tazminatı yönünden hem yoksun kaldığı karın tazminini, hemde davalının elde etmesi mümkün görülen kazancının talep edilemeyeceğini, davacının bunlardan birini seçmek zorunda olduğunu, keza haksız rekabet sebebi ile tazminat talebinin koşulları olan dürüst davranma kuralına aykırılık ve kusurun, somut uyuşmazlıkta mevcut olmadığını beyanla, haksız ve mesnetsiz davanın öncelikle husumet yokluğu ve zamanaşımı yönünden usulden, aksi halde davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ: İlk Derece Mahkemesi 10/10/2019 tarih ve 2014/1272 Esas – 2019/781 Karar sayılı kararı ile; ” …Mahkememizce HMK 176 ve devamı maddeleri uyarınca, yargılama devam ederken davalı yan tarafından “Cevap dilekçesinin tamamen ıslahı” kabul edilmiş ve davacı yanın zararlarına karşılık teminat alınmış ise de, başlangıçta cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen zamanaşımı def’i v, ıslah ile ileri sürülemeyeceğinden, davalı yanın haksız rekabete dayalı tazminat talebi yönünden zamanaşımı def’i incelenmemiştir… Sözleşme 5/c maddesi kapsamında sürenin bitimine 1 ay kala yazılı bildirim yapılarak feshedilmediğinden aynı madde uyarınca ve aynı koşullar ile 1 yıl daha uzamış, ancak davalı … A.Ş vekili tarafından … A.Ş’ne hitaben keşide edilen 28.11.2014 tarih … yevmiye nolu ihtarname ile 23.02.2009 tarihli sözleşmenin fesih edildiği ihtarında bulunulmuştur. Her nekadar davalı yanca 23/02/2009 tarihli sözleşmenin bir centilmenlik sözleşmesi olduğu, tek kişi tarafından imzalandığı ve bağlayıcı olmadığı savunulmuş ise de, diğer tüm savunmalar ve dosya kapsamına göre taraflar arasında sözleşmenin fiilen uygulandığı, sözleşmenin her iki tarafında kabulünde olup, hükümlerinin taraflar açısından bağlıyıcı olduğu anlaşılıp kabul edilmiş, neticede bu savunmaya itibar edilmemiştir. Ayrıca sözleşmenin sadece davalı ile davacılardan … arasında bağıtlandığı, sözleşme altında diğer davacı … adına imza bulunmadığı anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından dosyaya sunulan hukuki mütalaalarda, farklı neticelere gidilmiş ise de, mahkememizce yapılan değerlendirmede taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi niteliğinde olduğu, tek satıcı davacı …’ın, davalı üreticiye ait malları sürekli olarak IRAK’ta aynı bölgede satmayı kabul ettiği ve aynı zamanda davalı üreticinin bu bölgede başka bir kişiye satıcılık vermeyeceğini kabul ettiği gibi, kendisininde belirlenen bölgede doğrudan satış yapma hakkına sahip olmadığı, ancak davalının ürettiği malı, davacı tek satıcıya bırakılan bölgede kendi ad ve hesabına sattığı anlaşılmaktadır. Sözleşmenin konu başlıklı 1.maddesinde “Bu sözleşmenin konusu üretici tarafından üretilen, ithal edilen ve/veya ticareti yapılan ve ekte belirtilen ürünlerin Irak devletinde 5 yıl süre ile yetkili olarak, gerçek ve tüzel kişilere yetkili satıcı … A.Ş. aracılığı ile satılması” olarak belirlendiği, dolayısıyla sözleşmenin tüm unsurlarının tek satıcılık sözleşmesine işaret ettiği anlaşılıp değerlendirilmiştir. Tek satıcılık sözleşmesine niteliği veren ana unsurlardan en önemlisi, üreticinin belirli bir bölgede ve belirli bir süre ile sözleşme konusu malların satımı hususunda tek satıcıya tekel hakkı tanımasıdır. Tekel hakkının bir gereği olarak da üreticinin sözleşme bölgesinde doğrudan doğruya veya başkaları aracılığıyla satış yapmaması üreticinin temel borcudur. Davalı üretici tek satıcılık sözleşmesi süresince Irak bölgesinde doğrudan doğruya mal satamayacağı gibi, kendisinin bu bölgede davacı tek satıcı dışında başkaları aracılığıylada satış gerçekleştirmesi mümkün değildir. Davalı üreticinin yapmama borcu niteliğindeki bu borcunu ihlal etmesi, tek satıcı davacıya tazminat talep etme ve hatta sözleşmeyi feshetme hakkı tanır. Sözleşmede davalı üreticinin, tek satıcının bölgesi olan Irak’da, doğrudan doğruya mal satmasının açıkça yasaklanmamış olması sonuca etkili değildir. Zira üreticinin, tek satıcının bölgesinde doğrudan veya dolaylı olarak satış yapamayacağı, tek satıcı sözleşmesinin doğası gereği olup, bu hususun taraflar arasındaki sözleşmede açıkça belirtilmiş olmasına gerek yoktur (Poroy/Yasama sayfa 267; Yavuz Sayfa 22; Kaya (Ülgen / Helvacı / Kendigelen / Nomer Erman), sayfa 842). Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2001/2685 – 6382 E.K. sayılı 11/10/2010 tarihli kararında; “Tek satıcılık sözleşmesi ile üretici davalı mamullerin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede inhisari olarak satmak üzere tek satıcıya gönderme yükümlülüğünü üstlenir.” şeklinde açıklanmıştır. Dolayısıyla sözleşmede üreticinin tek satıcı bölgesinde doğrudan doğruya mal satması açıkça yasaklanmasa dahi, bu hakkın saklı tutulduğu sözleşmede açıkça belirlenmedikçe üretici davalı, tek satış bölgesinde kendi adına da satış yapamaz. Bu durumda davalının üretici sıfatıyla, tek satıcının Irak’daki faaliyetlerini desteklememesi, gerekli belgeleri göndermemesi sözleşme yükümlülüğünün ihlali anlamına gelmektedir. Dosyaya yansıtılan davalıya gönderilmiş 08/05/2013 , 04/06/2013 , 12/11/2013 ve 22/04/2014 tarihli mektuplar içeriğinde davacının Irak’da farklı ihalelere girebilmek için davalıdan fiyat ve yetki belgesi gönderilmesini talep etmesine rağmen, davalının bu taleplere cevap vermediği anlaşılmaktadır. Kaldı ki davalı üreticinin, davacıya ait tek satış bölgesinde kendi adına satış yaptığı, yargılama sırasında Erenköy ve Çerkezköy Gümrük Müdürlüklerine yazılan teskere cevapları ve dosya kapsamı ile sabit olmuş, davalı vekili davanın tümden ıslahına dair verdiği dilekçede bu hususu açıkça ikrar etmişler ve sözleşmede kendileri tarafından doğrudan mal satışının sözleşme kapsamında engellenmediği gerekçesine dayanmışlardır Ancak yukarıda açıklanan sebeplerle davalı yanın bu savunması hukuki zeminde değildir. O halde davacının doktrinde de kabul edildiği üzere davalı …’dan sözleşmeyi ihlal etmesi sebebiyle tazminat talebinde bulunabileceği kabul edilmiştir. İddia ve savunma ve toplanan deliller doğrultusunda ve sözleşmenin 5/b-2 maddesinde davalı üretici …’a ait ticari defter ve kayıtların münhasır delil olacağına dair hükme rağmen davacı yanın itirazları ve dosya kapsamına göre HMK 193 (2) maddesi uyarınca davacı yan delilleri toplanmak ve her iki yanın ticari defter ve belgeleri incelettirilmek suretiyle rapor düzenlenmesi için dosya, tarafların alacağı ve miktarının hesaplanması yönünden re’sen seçilen SMMM Bilirkişi ve ticaret hukukçusu bilirkişiden oluşturulan kurula verilmek suretiyle 29/07/2016 tarihli rapor alınmış, raporda; 2009 yılından 2011 yılı sonuna kadar davacı … tarafından gerçekleştirilen ihracat bedeli, 2012 ve sonrası yıllar için bizzat davalı … tarafından gerçekleştirilen ihracat ve bedeli, ortalama birim ihraç değeri taraflar arasındaki ticari ilişkideki kar marjı açıkça tespit edilmiş, ancak sonuçta davacı taleplerinin ayrı ayrı incelenmesi sonucu yasal dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Her nekadar bilirkişi raporunda mahrum kalınan kar hesabı da yapılmış ise de, incelenen dosyada davacı yanın başlangıçta üç kalem altında talep ettiği, 17/11/2015 tarihli açıklama dilekçelerinde dört kalem tazminattan söz edildiği, ancak yargılama sırasında 04/01/2008 tarihli dilekçeleri ile kar mahrumiyeti taleplerini atiye terkettiklerini bildirdikleri, dava dilekçesi ile açıkça talep edilip harcı yatırılmayan tazminat alacağı yönünden atiye terk’in hukuki sonuç doğurmayacağı açıktır. Davacılar vekili haksız rekabetten doğan muhtemel tazminat taleplerinin itirazlar doğrultusunda yeniden hesaplanmasına, davalı vekilinin ise; sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olarak değerlendirilemeyeceğine, raporda yapılan hesaplamaların taraflarınca kabulünün mümkün olmadığına, raporda belirtilen eksik hususları beyanla ek rapor tanzim edilmesine dair talepleri doğrultusunda dosya, yeniden mali müşavir bilirkişiye verilmiş, 25/09/2018 tarihli ek rapor alınmıştır. Ek raporda itirazlar ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle haksız rekabet ile ilgili talebin kabulü halinde, dış ticaret uzmanı bilirkişinin heyete katılması gerektiği, davalı vekilinin sözleşmenin sona erdiğinin kabul edildiği 26/02/2014 tarihi itibariyle seçenekli hesap yapılması taleplerinin zaten kök raporda aynen yerine getirildiği, kök rapordaki gerek cezai şart bedeli, gerek haksız rekabet talebi ile ilgili olarak yapılan hesaplamaların aynı tutarlara işaret ettiği rapor edilmiştir. Her ne kadar yargılama sırasında davacı vekili tarafından bilirkişi raporlarına itirazlar doğrultusunda; davalının 23/02/2015 tarihine, yani uzamış sözleşme süresine kadar yaptığı tüm IRAK ihracatlar bedelinin vekiledenine ait olduğunu ve hesaplamaların bu tarihe göre yapılması gerektiğini bildirmiş iselerde, dava dilekçesinde açıkça taraflar arasındaki münhasır tek satıcılık sözleşmesinin 26/02/2014 tarihinde sona ermiş olmasına binaen tazminat talep edilmiş olmasına göre, zarar hesabında bu tarihin esas alınması gerektiği kabul edilmiştir. Ek rapordan sonra, davacı şirket yetkilisi/yönetim kurulu başkanı … imzalı tarihsiz dilekçe ile denkleştirme tazminatı, cezai şart ve haksız rekabet tazminatı olarak toplam 2.000.000-USD’nin tahsiline ilişkin HMK 107 maddesi uyarınca bedel artırım dilekçesi verilmiş ve 15/11/2018 tarihinde bu miktar üzerinden ıslah harcı yatırılmış olup, yargılama sırasında her bir tazminat kalemi için ne kadar talepte bulunulduğuna ilişkin dilekçe verilmesi hususunda süre verilmiş, davacı vekili 18/02/2019 tarihli dilekçesi ile; denkleştirme tazminat olarak 278.475,66-USD, cezai şart olarak 540.768,38-USD, haksız rekabet tazminatı olarak 1.180,81-USD olmak üzere toplam 2.000.000-USD’nin tazminine karar verilmesi talep ettiklerini beyan etmişler, ancak başlangıçta dava açılırken talep edilen 21.000-USD ile birlikte toplam talebin dilekçe kapsamında sadece 841.374,85-USD olduğu hesaplanmış olmakla, davacı vekiline bu konuda açıklama yapması için yeniden verilen sürede, yazılı açıklama yapılmamış, birden fazla verilen dilekçe ile ara karardan rücu talepleri dile getirilmiş, ancak 19/09/2019 tarihli celsede davacılar vekiline yapılan açıklama üzerine 18/02/2019 tarihli dilekçede sehven maddi hata sonucu haksız rekabete ilişkin taleplerinin yanlış bildirildiğini, taleplerinin 1.180.000,81-USD olduğunu beyan etmişler ve davada tüm taleplerinin 2.000.000-USD olduğunu bildirmişlerdir. Bu miktar üzeriden harcında tamamlanıp yatırıldığı anlaşılmaktadır. Dosyaya HMK 293 maddesi kapsamında, davacı vekili tarafından Prof. Dr. … imzalı, davalı vekili tarafından Dr. Öğretim Üyesi … – Dr. Öğretim Üyesi … imzalı hukuki mütaala/Uzman görüşleri sunulmuş, mahkememizce taraflar arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olduğuna dair Prof. Dr. … mütalaası benimsenmiştir. Bu doğrultuda davacı tek satıcı … ile davalı arasında 2001 yılından beri süregelen ticari ilişki bulunduğu, taraflar arasındaki ilişkinin 2009 yılında yazılı “Yetkili Satıcı Sözleşmesi”ne bağlandığı, taraflar arasındaki ilişki ve sözleşme koşullarının tamamen tek satıcılık ilişkisine işaret ettiği, sözleşmenin asla alelade satış sözleşmesi olarak değerlendirilemeyeceği, tek satıcıya denkleştirme isteminde bulunma hakkı TTK 122(5) hükmü ile tanındığı, “hakkaniyete aykırı düşmedikçe tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi halinde de uygulanacağı” hükmünün somut olayda da yer bulduğu, davacının tek satıcılık sözleşmesinin sona ermesinde kusurunun bulunmadığı, buna karşı davalı üreticinin sözleşme süresi içinde davacının tekel hakkı bulunduğu IRAK bölgesinde doğrudan doğruya mal satmak suretiyle sözleşmeyi ihlal ettiği, davalının IRAK pazarına davacı sayesinde girdiği ve söz konusu pazarı tanıdığı, mallarının bu pazarda davacı tarafından tanıtıldığı ve davalı …’ın bu pazarı kullanarak doğrudan doğruya mal satmaya devam ettiği ve menfaat sağladığı, taraflar arasındaki tek satıcılık sözleşmesinin sona erdiğide tartışmasız olmakla, hakkaniyet gereği davacı tek satıcı lehine denkleştirme tazminatına hükmedilmesi gerektiği kabul edilmiştir. Mali müşavir bilirkişi tarafından davacının beyan ettiği sözleşmenin son bulma tarihi 23/02/2014 tarihi itibariyle yapılan ve yöntemine itiraz edilmeyen hesaplama sonucu saptanan 278.425,66-USD denkleştirme tazminatı alacağına hükmedilmesi yasal ve yerinde görülmüştür. Taraflar arasındaki sözleşme tek satıcılık sözleşmesi olduğu kabul edilmiştir. TBK 179/2 maddesinde; “… Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir….” hükmü düzenlenmiş olup, borcun zamanında veya yerinde ifa edilmemesi durumu için ifaya eklenen cezai koşul kabul edilmiştir. Somut olayda davalının sözleşme süresince kendisi yada başkası aracılığı ile IRAK’a mal satamayacağı kabul edilmekle, davalı hem zaman hemde yer bakımından satış yapmama borcunu ihlal etmiştir. Sözleşmenin 4/b maddesinde; Üretici (Davalı) IRAK pazarına başka bir aracıyla girmesi halinde, satışı gerçekleşen mal bedelinin %5 tutarında cezai müeyyide olarak defaten ve nakden … A.Ş’ne (Davacıya) ödemek zorunda olduğunun taraflarca kabul edildiği, böylece sözleşmede de cezai şarta ilişkin açık hüküm düzenlendiği, doğal olarak davalının da tek satıcı bölgesinde doğrudan satış yapamayacağı hususunun cezai şart kapsamında olduğu kabul edilmekle, davacı yanın cezai şart isteminin kabulü cihetine gidilmiş, ancak, hernekadar davacı vekili bedel artırım dilekçesinde cezai şart talebini 540.768,38-USD üzerinden ıslah etmiş iselerde, 23/02/2014 sözleşmenin sona erdiği tarih itibariyle hesaplanan miktar sadece 212.325,92-USD olmakla, sözleşmenin 4/b maddesine dayalı olarak talep edilen cezai şart alacağı bu miktar üzerinden kabul edilmiştir. Davacı yanca TTK 55 maddesine dayalı olarak haksız rekabet dolayısıyla tazminat talep edilmiş ise de, TTK 54 madde de ” (1)Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır.” “(2)Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır.” hükmü ile, TTK 55 madde de dürüstlük kuralına aykırı davranışlar ve haksız rekabet halleri madde madde sayılmıştır. Bunlar ana maddeler başlığı altında; (a) dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırı davranışlar, (b) sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek, (c) başkaların iş ürünlerinden haksız yararlanma, (d) üretim ve iş sırlarını hukuka aykırı olarak ifşa etmek, (e) iş şartlarına uymamak, (f) dürüstlük kuralına aykırı işlem şartları kullanmak ana başlığı altında düzenlenmiş olup, sözleşemeye aykırılık temeline dayalı iddiaların hiçbiri, haksız rekabet hallerinden herhangibir birinin kapsamına girmemektedir. Davacı yan 2009 tarihli tek satıcı sözleşmesinin vekiledeninin her türlü rekabetini önleyici ve bu malı başka üreticilerden sağlamasını engelleyeci hükümler taşımakta olduğunu, davacı şirket açısından adeta bir esaret sözleşmesi niteliğini taşıdığını, böylelikle davalı şirketin, hem davacı şirketin tek satıcılık görev ve kazancını engellediğini, hemde bunu giderebilecek başka alternatiflerin kullanılması imkanının sözleşme ile ortadan kaldırdığını, bir taraftan tek satıcılık sözleşmesini ihlal ederken, diğer taraftanda haksız rekabette bulunduğunu beyanla, haksız rekabet tazminatı talep etmekte olup, iddia edilen vakıaların hiçbirinin genel olarakda TTK 54(2) maddesi anlamında haksız rekabet hali oluşturmayacağı kabul edilmiştir. Zira, sözleşme hükümlerini ihlal etmekle, dürüstlük kuralına aykırı davranmak farklı kavramlar olup, hukuki sonuçları da farklıdır. Dolayısıyla davacı yanın haksız rekabete dayalı tazminat talepleri dosyadaki bilgi ve belgeler ile örtüşmediğinden bu kalem tazminat talebinin reddine karar vermek gerekmiştir. Açıklanan nedenlerle, öncelikle ilişkinin tarafı ve sözleşme imzacıları davacı … ile davalı … olmakla ve bu ilişki içinde davacı …’ın hasım olarak dahili, asli borcu, kefaleti, garantörlüğü tespit edilememiş olmakla, davacı … yönünden davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer davacı … yönünden davanın kısmen kabulüne karar vermek yasal ve yerinde görülmüştür. ” gerekçeleri ile; ” 1-) Davacı … yönünden davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE, 2-) Davacı … yönünden davanın KISMEN KABULÜNE, 278.425,66-USD denkleştirme tazminatı ile 212.325,92-USD cezai şart alacağı olmak üzere toplam 490.751,58-USD alacağın dava tarihinden itibaren 3095 sayılı yasanın 4/a maddesi uyarınca işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacı …’a verilmesine, Fazlaya ilişkin ve haksız rekabetten kaynaklı tazminat taleplerine ilişkin talebin REDDİNE, … ” karar verilmiş ve verilen karara karşı, davacılar vekili ile davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
DAVACILAR VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Mahkemenin, sözleşmenin 5 (c) maddesinin yorumunda yanıldığını, bu hükme göre, Tek Satıcılık Sözleşmesinin sona erme tarihi olan 23.02.2014 tarihinden bir ay önce feshinin ihbar edilmesi gerektiğini, bu ihbar süresinde yapılmadığı takdirde, sözleşmenin otomatikman bir yıl süre ile uzatılmış sayılacağını, yani sözleşmenin yeni sona erme tarihinin 23.02.2015 tarihine uzatılmış olduğunu, fesih ihbarının 23.01.2014 tarihinde yapılması şart olup, bu süreden sonra yapılan fesih ihbarının, şayet yeni bir sözleşme yapılmamışsa geçerli olamayacağını, dolayısıyla tüm tazminatların (zararların) hesaplanmasındaki esas alınacak tarihin, asgari 23.02.2015 tarihi olacağını, aslında bu tarihin dahi, zararların hesaplanmasında esas alınabilecek tarih olmadığını, Mahkemenin, gerekçeli kararında da belirttiği üzere, davalının akdi ihlal ettiğini ve esasa cevap dilekçelerinde yalan söyleyen davalının ayrıca kötü niyetli olduğunu da tesbit ettiğini, hal böyle olunca, varılan sonuçla yapılan tespitlerin çelişkili olduğunu, kendileri için en elverişli tarih hüküm tarihi olduğuna göre, mahkemenin bu tarihi esas alarak zararı tespit etmesi gerektiğini, kararın bu yönden bozulması gerektiğini, Davacılardan …’ın davasının, aktif husumet yönünden reddedilmesinin de yanlış olduğunu, davalı tarafın, anılan şirketin ihalelere girmesine Irak’taki mevzuat ve bazı önemli ilişkiler nedeniyle izin verdiğini ve …’ın da …’ın yanı sıra ihalelere davalının gerekli belgeleri ona da vermesi nedeniyle girdiğini, kazandığını ve ihracatı gerçekleştirdiğini, Tek Satıcılık Sözleşmesi’nin yazılı olması gerektiğini, yani bu sözleşmelerde şekil şartı olmadığını, taraflar arasında akdi ilişki bulunduğunu, aksi halde bu davacının ihalelere katılmasının mümkün olmayacağını, taraflar arasında yazılı sözleşme bulunmadığı ve yazılı tek satıcılık sözleşmesinde bu davacının imzası bulunmadığı cihetle, bu davalının cezai şartla ilgili hükümden yararlanmasının mümkün olmadığını, ancak diğer tazminat haklarından, aktif husumet nedeniyle mahrum edilmesinin de mümkün olmadığını, dolayısıyla bu davacının da husumete ehil olup, cezai şart dışındaki diğer haklarından yararlanma hakkına sahip olduğunu, kararın bu bölümünün de bozulması gerektiğini, Kâr mahrumiyeti taleplerine ilişkin harç yatırılmadığı yolundaki tespitin doğru olmadığını, davalarını açarken bu kalemle ilgili harcı da 10.000,- USD üzerinden yatırdıklarını, taleplerinin hiçbir zaman ortadan kalkmadığını, bu talebin hukuki sonuç doğurmayacağı yolundaki mahkeme görüşünde isabet bulunmadığını, Haksız rekabet hükümlerinin ne lafzı ne de ruhunun yerel mahkeme tarafından anlaşılamadığını, haksız rekabet hallerinin, tadadi olmadığını, TTK 55. maddede sadece bazı haksız rekabet hallerinin sayıldığını, dava dilekçelerindeki ifadenin, haksız rekabetin tespiti istemi olduğunu, dilekçede 55. maddeden söz ettiklerini, münhasıran bu madde hükmüne göre bir ihlal olup olmadığının tespiti olmadığını, tespit taleplerinin olayda haksız rekabetin mevcut olup olmadığının tespitine ilişkin olduğunu, ortada bir haksız rekabet varsa bunun tespit edilmesi ve gerektirdiği tazminata hükmedilmesi gerektiğini, mahkemece haksız ve kötü niyetli olduğu saptanan davalının, hiçbir anlam taşımayan bir madde zikri nedeniyle mükâfatlandırılmasının mümkün olmadığını, hakimin tarafların kullandıkları kelime veya olaydaki gibi rakamlara bakmaksızın tarafların gerçek maksatlarını nazara almak zorunda olduğunu, hakimin, kanun hükmünün uygulanmasında tarafların beyanları ile bağlı olmadığını, madde hükmü sehven yazılmış ise de, yerel mahkemenin de böyle bir yanlışlığa düştüğünü belirterek, İlk Derece Mahkeme kararının bozularak, doğru kararın ikame edilmesini talep etmiştir.
DAVALI VEKİLİ İSTİNAF DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; Davacı … ile davalı müvekkil şirket arasındaki sözleşmenin Tek Satıcılık Sözleşmesi olduğunun kabulü ile hüküm kurulmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu, Mahkemece davacı … ile müvekkili arasında akdedilen 23.02.2009 tarihli Yetkili Satıcı Sözleşmesinin tek satıcılık sözleşmesi olduğunun kabulü ile hüküm kurulmasının hukuka aykırı olduğunu, sözleşmenin ekinde yer alan on (10) kalem ürüne dair yetkili satıcılık sözleşmesinin, tek satıcılık sözleşmesinin unsurlarını taşımadığını, mahkemece aksi kabul edilmişse de, müvekkili ile davacı … A.Ş. arasındaki iş bu sözleşmenin uygulanmasının da, sözleşmenin lafzen ve ruhen tek satıcılık sözleşmesi olarak akdedilmediğinin göstergesi olduğunu, sözleşmenin, centilmenlik ve iyi niyet göstergesi olarak akdedildiğini ve tek satıcılık sözleşmesi niteliğinde akdedilmediği gibi tek satıcılık sözleşmesi olarak da uygulanmadığını, bu sözleşmenin sadece iyi niyet göstergesi olarak imzalandığının, müvekkili şirketin müşterek imza ile temsil edilmesi gerektiği halde sözleşmede sadece bir imzanın bulunmasından da anlaşıldığını, bu sebeple söz konusu sözleşmenin hukuken geçerliliği olan sarih bir sözleşme olmadığını, Diğer davacı … A.Ş. ile müvekkili şirket arasında yetkili satıcılık veya iddia edildiği gibi bir tek satıcılık sözleşmesi bulunmadığını, bu nedenle davacı … yönünden davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine dair kararının usul ve yasaya uygun olduğunu, Sözleşme ilişkisinin hukuki niteliğinin tespitinde sözleşmenin amacı, sözleşme öncesi durum ve davranışlar, tarafların menfaat durumu ve gerçeğe uygunluk, tarafların sözleşme sonrası davranışlarına bakıldığını, sözleşmenin nitelendirilmesinde tarafların kullandıkları sözcük ve ifadelerle bağlı olmaksızın onların gerçek iradelerini araştırma zorunluluğu bulunduğunu, 2010 yılı başından itibaren ticari ilişkinin … Ltd. Şti. üzerinden yürütülmüş olmasının, davacı … A.Ş. ile müvekkili şirket arasındaki 29.02.2009 tarihli Yetkili Satıcılık Sözleşmesinin eylemli şekilde sona erdirilmiş olduğu sonucunu doğurduğunu, davacı … A.Ş.’nin ve davaya konu sözleşmede imzası bulunan …’nin aynı zamanda hissedarı olduğu anlaşılan … Ltd. Şti. üzerinden ticari ilişkinin sürdürülmesinin, müvekkili şirket ile arasındaki ticari ilişkisini ilk satış işleminin yapıldığı 24.11.2010 tarihi itibariyle sonlandırmış olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, bu fiili durumun meydana gelmesinde, … A.Ş.’nin kendi bilgisi ve rızasının bulunduğunun açık olduğunu, nitekim eylemli fesih tarihinden 2012 yılına kadar olan Irak’a yapılan ihracatların diğer davacı … Ltd. Şti. üzerinden yapıldığını, müvekkili şirket tarafından … A.Ş.’ye yönelik keşide edilen 28.11.2014 tarihli ihtarnamede “taraflar arasındaki sözleşmeye konu olan ürünlerle ilgili uzun süreden beri hiçbir talepte bulunulmaması ile 23.02.2009 tarihli sözleşmenin hükümsüz bırakılmış olduğu, sözleşmenin devamının mümkün olmadığı ve fiilen hükümsüz hale gelmiş olduğunun” ve müvekkil şirketin yine … A.Ş.’ye göndermiş olduğu 20.05.2014 tarihli yazıda “üretim ve ihracatların Avrupa Birliği ülkelerine kaydırıldığı, siparişler olur ise yeni sözleşmeler yapılabileceğinin” belirtilmiş olmasının da taraflar arasındaki sözleşmenin eylemli olarak sona erdirilmiş olduğunu doğruladığını, Davacı tarafından dava dilekçesinde … A.Ş.’nin de davacı olarak gösterilmiş olmasının, esasen sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olarak nitelendirilemeyeceğinin açık göstergesi olduğunu, kabul anlamına gelmemekle birlikte bir an için davacı yanın iddia ettiği üzere taraflar arasındaki yetkili satıcılık sözleşmesinin tek satıcılık sözleşmesi olduğunu farz ettikleri takdirde bu sözleşmeyi ihlal eden tarafın davacı … A.Ş.’nin kendisi olduğunu, … A.Ş.’nin basiretli bir tacir gibi sözleşme gereklerine uygun davranması ve ortağı olduğu dolayısıyla müvekkili şirket ile arasındaki sözleşmeyi bildiği açık olan diğer davacı … A.Ş. tarafından Irak pazarında faaliyet göstermesine ilişkin fiili durumun, müvekkil şirket ile davacı … A.Ş. arasındaki sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olmadığının açık göstergesi olduğnu, aksi kabulün davacı … A.Ş.’nin haksız eylemleri ile kendi lehine menfaat elde etmesi sonucunu doğurmakta olup bu durumun genel bir hukuk ilkesi olan kimse kendi kusurundan yararlanamaz, kimse kendi kusuruna dayanarak hak iddia edemez ilkesine aykırılık teşkil etmekte olduğunu, Müvekkili şirket ile davacı … A.Ş. arasındaki sözleşmenin fiili uygulamasının, davacı … A.Ş.’nin, diğer davacı … A.Ş. aracılığıyla Irak ülkesine müvekkilinden ihracat kayıtlı mal alarak satması, taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olarak uygulanmadığı, iyi niyet ve centilmenlik kuralları gereğince akdedildiği savunmalarının göstergesi ve ispatı olduğunu, mahkemenin davacı … A.Ş. yönünden aktif husumet yokluğundan reddine dair hükmü karşısında, iş bu savunmalarına itibar edilmemesinin hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu, gerek müvekkilinin gerekse davacı … A.Ş.’nin taraflar arasındaki ticareti esas alındığında sözleşmenin akdedilmesinde iradelerinin tek satıcılık sözleşmesi olmadığının, sözleşmenin ruhu ve fiili uygulaması ile açık olduğunu, Davalı müvekkili şirket ile davacı … A.Ş. arasında akdedilen uyuşmazlık konusu sözleşmenin, tek satıcılık sözleşmesinin unsurlarını taşımadığını, tek satıcılık sözleşmesi ile yetkili satıcılık sözleşmesi arasında hukuki mahiyeti ve sonuçları itibari ile farklılıklar bulunduğunu, tek satıcılık sözleşmesinin unsurları olan; – Belirli bir bölgede münhasır satış hakkı tanınması, – Süreklilik taşıyan bir çerçeve sözleşme bulunması, – Kendi hesabına hareket etme, – Pazarlama, satış ve sürümü arttırma faaliyetinde bulunma bağlamında irdelenmesi gerektiğini, – Münhasır Satış Hakkı Tanınması Yönünden; Sözleşmenin sorumluluklar başlıklı 4/b bendinde “aynı şekilde üretici, Irak pazarına başka bir aracıyla girerse, satışı gerçekleşen mal bedelinin %5’i tutarındaki kısmını cezai müeyyide olarak defaten ve nakden temsilci … A.Ş.’ye ödemek zorundadır” denilerek, sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi niteliğinde olmadığı, müvekkili şirketin kendisince Irak ülkesine mal satışının mümkün olduğu, davacı şirket dışında başka bir aracı şirket kullanmaması gerektiği hususlarının, tarafların hür iradeleri ile sözleşme serbestisi ilkesine uygun olarak hüküm altına alındığını, söz konusu hükmün lafzı ve ruhundan, davacıya bölgede münhasırlık tanınmamış olduğunun anlaşıldığını, yine sözleşmenin başlığı olan ” Yetkili Satıcı Sözleşmesi” nin de sözleşmenin hukuki niteliği hakkında bilgi verdiğini, müvekkili şirketin anılı sözleşmeden doğan hukuki sorumluluğunu ihlal etmediğini ve Irak pazarına başka bir aracı firma ile girmediğini, bu durumun dosya kapsamından da anlaşıldığını, anılan maddenin davacı şirkete tek satıcılık değil satış için öncelik hakkı verildiğini ortaya koyduğunu, nitekim … A.Ş ile yapılan satışlara diğer davacı … A.Ş.’nin itiraz etmemiş olmasınında bu iddialarını doğruladığını, Mahkeme kararında davaya konu sözleşmede her ne kadar “Irak Pazarı” olarak belli bir bölgenin belirlendiği ileri sürülmüş ise de; Tek Satıcılık Sözleşmenin niteliği gereği Coğrafi bir Bölgede İnhisari olarak satış hakkının verilmesi gerekmekte olup, davacı tarafa “Irak Ülkesi” denilerek belli bir bölgede satış hakkı verilmesinin Tek satıcılık Sözleşmesindeki bölge kriterini sağlamadığının ortada olduğunu, bunun yanında Irak ülkesinde de sadece Irak Sanayi Bakanlığına satış yapılabileceği dikkate alındığında Bölgesellik kriterinin oluşmasının zaten fiilen de mümkün olmadığı ve satışın Bölgeye değil, tek bir noktaya olduğunun açık olduğunu, Davacının TTK anlamında acente olmadığı, taraflar arasında yapılan sözleşme ile müvekkilinin ürettiği malların davacı tarafından satın alınıp satıldığı, diğer ifade ile aralarında fiili olarak mal satışı olduğu, sözleşmedeki m.4/b’deki sorumluluğun ise, bu üretilen malların Irak pazarına müvekkili tarafından başka bir vasıta ile yapılmamasına yönelik olduğu açık olduğundan, taraflar arasındaki sözleşmeye acentelik hükümlerinin uygulanmayacağını, Müvekkili şirketin doğrudan satış yapma hakkının korunması ve dolaylı satışlar için davacı şirkete münhasırlık yerine öncelik hakkı tanınmış olması karşısında uyuşmazlık konusu sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olarak nitelendirilmesinin hukuka aykırı olduğunu, – Süreklilik Unsuru Yönünden; Dosyada mübrez 26.07.2016 tarihli bilirkişi raporunun 7. ve 8. sayfalarında yer verilen taraflar arasındaki sözleşme süresince oluşan satış hacmine bakıldığında, fiili ve hukuki yönden süreklilik oluşturmadığı ve davacı yanca bölge içinde düzenli sürüm ve pazarlama faaliyetinde bulunulmadığının anlaşıldığını, söz konusu kök rapordaki mal satın alımına bakıldığında uyuşmazlık konusu sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi seviyesinde bir süreklilik taşımadığı ve arızilik taşıdığının görüldüğünü, dava dosyasına sunulan deliller ve davacı tarafın iddiaları dikkate alındığında, davacı sözleşme tarafı ile müvekkili şirket arasında 2009 yılı ve devamında sadece bir kaç kez ticari ilişki kurulduğu, 26.06.2009 tarihinden bu yana … A.Ş.’nin müvekkili şirketten hiç bir alım yapmadığı hususlarının açıkça görüldüğünü, davacı … A.Ş.’nin sözleşmenin imzalandığı 23.02.2009 tarihinden itibaren sadece 4 ay gibi kısa bir süre alım yaptığını, sözleşmedeki süreklilik unsurunun oluşmadığını, Müvekkili şirkein, davacı … A.Ş. ile arasında yetkili satıcılık sözleşmesinin imzalanmasından önceki dönemde de münferit satış sözleşmeleri üzerinden ticari ilişkinin bulunduğunun, aksi iddiaları kabul etmemekle dava dilekçesinden de anlaşıldığını, uyuşmazlık konusu sözleşmenin imzalanmasından sonra da ticari ilişkide esaslı bir değişiklik meydana gelmediğini, davacı şirketin Irak Sanayi Bakanlığı’na mal satmaktan ibaret olan faaliyetlerinin aynı şekilde belli aralıklarla devam ettiği, tek satıcılık faaliyeti olarak nitelendirilebilecek bir faaliyetin olmadığı hususlarının dosya kapsamından anlaşıldığını, faaliyetlerin aynı şekilde devam etmiş olmasının müvekkili şirket ile davacı şirket arasındaki ticari ilişkinin uyuşmazlık konusu sözleşme ile yazılı şekilde düzenleme amacı güttüğünü, davacı yanın iddiasının aksine, mevcut ticari ilişkinin tek satıcılık olmadığı gibi uyuşmazlık konusu sözleşme ile ticari ilişkinin tek satıcılık sözleşmesine dönüştürülmesine yönelik iradi ve fiili uygulamanın bulunmadığını gösterdiğini, Sözleşme ilişkisinin hukuki niteliğinin sözleşme öncesi durum ve davranışlar nazara alındığında da tek satıcılık sözleşmesi olmadığını, Sürümü Arttırma, Tanıtım, Asgari Satış Yükümlülüğü Taşıyan Unsurları Yönünden; Müvekkili şirket tarafından aldırılan ve dosyaya sunulan uzman görüşünde de belirtildiği üzere, “Tek Satıcının yükümlülüğü, alışılmış bağımsız bir ara satıcı gibi, malları üreticiden satın alıp tekrar satmaktan ibaret değildir. Tek satıcılık sözleşmesinin diğer bir karakteristik özelliği de, tek satıcının sözleşme konusu malların dağıtımını ve sürümünü arttırmayı üstlenmesidir. Bu asli bir edim yükümlülüğüdür. Açıkça kararlaştırılmış olmasa da bu yükümlülük sözleşmeden kendiliğinden doğar. Asgari satın alma yükümlülüğü tek satıcıyı satışları artırmak için çaba sarfetmeye zorlar. Tek satıcı, malların olabildiğince geniş çapta pazarlanabilmesi için imkanlar araştırmak zorundadır. Pasif bir şekilde, zaman zaman belirlenen fırsatlardan yararlanarak satış yapmakla yetinmemelidir. Tek satıcının, sürümü artırma yükümlülüğü, tek satıcılık sözleşmesini basit bir sürekli alım satım ilişkisinden ayırır (Demir Gökyayla Cemile, Milletlerarası Özel Hukukta Tek Satıcılık Sözleşmeleri, Ankara 20013, s. 28 vd). Tek Satıcının, alelade bir satıcı gibi hareket etmesi değil, herşeyden önce basiretli bir tacir olma yükümlülüğüne uygun hareket ederek üreticinin mallarını geniş tüketici kitlesine ulaştırabilmesi, pazarlama imkanlarını araştırması ve uygulaması beklenmektedir (işgüzar, s.19). Ayrıca tek satıcılık sözleşmesinde tek satıcı sözleşme konusu malların sürüm rizikosunu tümüyle üstlenmelidir. (İşgüzar,s. 15)” Öğretide tek satıcılık sözleşmesini diğer sözleşme türlerinden ayıran en önemli özellik olarak dağıtıcının sürümü arttırma yükümlülüğünün ön plana çıktığını, dağıtıcının sürümü arttırma yükümlülüğünün;” • Asgari miktarda alım yükümlülüğü, • Müşteri potansiyelinin artırılması, sürekli yeni müşteriler kazanılması, • Reklam ve tanıtım yapma, • Yeterli sayıda stok ürün bulundurma “yükümlülüklerini de otaya çıkardığını, Davaya konu olan Yetkili Satıcılık Sözleşmesi incelediğinde, yukarıda sayılan asgari miktarda ürün satın alma, reklam ve tanıtım yapma, stok yapma gibi tek satıcılık sözleşmesinin ayırt edici özelliklerinden hiçbirisinin bulunmadığının görüleceğini, dava dosyası içeriğinde davacı şirketin bu yönde faaliyetlerde bulunduğuna yönelik bir bilgi ve iddia da yer almadığını, Müşteri potansiyelinin artırılması ve sürekli yeni müşteriler kazanılması açısından bakıldığında, davacı şirketin tek müşterisinin Irak Sanayi Bakanlığı olduğunun anlaşıldığını(Dava dilekçesi, s. 2, madde 5), Beş yıllık sözleşme süresince, Davacı Şirket’in tüm faaliyetinin Irak Sanayi Bakanlığı tarafından açılan ihalelere katılıp, ihaleyi kazanması halinde bu kuruma satış yapmaktan ibaret olduğu, başka müşterilere satış yapmadığı veya satış yapma yönünde bir faaliyetinin bulunmadığı hususları göz önüne alındığında; davacı Şirket’in ara satıcı işlevi gördüğü, faaliyetinin davalı şirketten ürün satın alıp, üzerine kendi karını ekleyerek Irak Sanayi Bakanlığı’na satmak olduğu, tek satıcının üstlenmesi gereken yukarıda belirtilen mali ve hukuki risk ve yükümlülükleri taşımadığı ve bu nedenle tek satıcı olarak değerlendirilemeyeceği, taraflar arasındaki sözleşmenin ara satıcılık/satış sözleşmesi niteliğinde olduğu hususlarının açık olduğunu, Davacı şirketin, Irak Devleti’nde sadece Irak Sanayi Bakanlığı’na bağlı … (… Şirketi) ile ticaret yapmış olup, Irak Sanayi Bakanlığı dışında sözleşmeye konu (Ek-1) de yer alan on (10) kalem ürünün Irak pazarında sürümünü arttıracak hiçbir faaliyette bulunmadığını, davacı … A.Ş.’nin Irak pazarında sadece kamu ihalelerine girerek aldığı kamu ihaleleri için müvekkili şirketten sözleşmeye konu ürünleri ihraç kayıtlı olarak satın alarak sattığını, davacının sadece Irak Sanayi Bakanlığı ile iş yaptığını, başka müşterilere satış yapmadığını ve satış yapma yönünde bir faaliyette bulunmadığını, bu durumun davacı tarafın yargılama aşamalarında vermiş olduğu dosyada mübrez dilekçelerindeki ikrarları ile de sabit olduğunu, Beş yıllık sözleşme sürecinde davacının başka müşterilere satış yapma dolayasıyla müşteri potansiyelini arttırma, sürekli yeni müşteriler kazanma, sözleşmeye konu ürünlerin ve tanıtımını yapma yükümlülüklerini yerine getirmeksizin davacının müvekkili şirketten ürün satın alıp, üzerine kendi karını ekleyerek sadece Irak Sanayi Bakanlığı’na bağlı … Şirketine satmaktan ibaret faaliyetlerinin mali ve hukuki risk ve yükümlülük taşımadığı, bu haliyle tek satıcı sıfatına haiz olmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin tek satıcılık niteliği taşımayacağı hususlarının açık olduğunu, Irak pazarında yapılan ihalelerin dünyaya açık ihaleler olup internette aleni olarak yayınlanmakla davacının sözde ihalelerden özel olarak haberdar edildiğine dair beyanlarının, ihalelerin herkesin ulaşılabileceği şekilde yayınlanması karşısında iddia olunan tek satıcıda bulunması gereken sürümü artırma yükümlülüğü kapsamında nitelendirilemeyeceğini, ihalelere girilerek söz konusu satış işlemlerinin yapılıyor olmasının, ortada bir Tek Satıcılık Sözleşmesinin bulunmadığını, sürüm arttırıcı bir faaliyetin olmadığını ve olamayacağını, esasen davacının inisiyatifi ile bir satım işleminin olamayacağını gösterdiğini, Tek Satıcının yükümlülüğünün, alışılmış bağımsız bir ara satıcı gibi, malları üreticiden satın alıp tekrar satmaktan ibaret olmadığını, oysa somut uyuşmazlıkta davacı şirketin faaliyetinin, iddialarının aksine tam olarak da malları üretici müvekkili şirketten satın alarak tekrar satmaktan ibaret olduğunu, davacı şirketin ürünleri, müvekkili şirketten kendisine bir sipariş geldiğinde veya ihalenin kendisinde kalması halinde satın aldığını, davacı firmanın etiketlerinin dahi müvekkili firmada basılarak, uluslararası tüm denetimlerin mallar müvekkili firmanın uhdesinde iken yapılarak, ürünlerin müvekkili firmadan davacı şirketin ürünleri sattığı Irak Sanayi Bakanlığına bağlı … Şirketine doğrudan gönderildiğini, davacı şirketin sözleşmeye konu ürünleri müvekkili şirketten asgari miktarda alım yükümlülüğü olmadığı gibi yeterli sayıda stok ürün bulundurması gibi bir durumun da söz konusu olmadığını, asgari satın alma yükümlülüğünün tek satıcıyı satışları artırmak için çaba sarf etmeye zorlayacağını, oysa asgari alım yükümlülüğü olmayan davacının satışları arttırma çabası sarf ettiğinden de bahsetmenin mümkün olmadığını, davacı … A.Ş ile müvekkili şirket arasında Dört (4) Ay gibi kısa bir süre ticari ilişki sürdüğü dikkate alındığında, davacı şirketin bahsettikleri faaliyetlerinin Tek Satıcılık Sözleşmesi kapsamında yapmasının da mümkün olmadığını, Tek satıcılık sözleşmesinin unsurları arasında tek satıcının bir yandan kendi adına ve hesabına sözleşme konusu malları satması, diğer yandan üreticinin dağıtım ağı ile birleşmesi ve tek satıcının dağıtım ve sürümü arttırıcı faaliyette bulunma yükümlülüğü olmakla sözleşmede bu hükümler yer almadığı gibi fiiliyatta da uygulanmadığını, Müvekkili şirket ile davacı … A.Ş arasında sadece 4 ay süren ve 2009 yılında sona eren ilişki sonrasında ekonomik anlamda üretim yapan istihdam oluşturan müvekkili üretici şirketin hayatiyetini devam ettirebilmek için dünyanın neresinden sipariş gelirse ihracata katkı ve ekonomik saikler gereği ticaretini sürdürmek zorunda olduğunu, ne var ki mahkeme ve dosya kapsamında rapor hazırlayan bilirkişilerin bu hususları dikkate almadıklarını, İlk Derece Mahkemesi tarafından tek satıcılık sözleşmesinin unsurlarının olaya uygulanarak değerlendirilmediğini, özellikle, tek satıcılık ilişkisi dışında, ticari hayatta sıklıkla kullanılan ara satıcı/ithalatçı ve “…” olarak adlandırılan alıcıya münhasırlık yerine öncelik hakkı tanıyan, tek satıcılık ve satış sözleşmesi arasında konumlanabilecek sözleşme türlerinin olayda bulunabileceğinin değerlendirilmediğini, taraflar arasındaki sözleşmenin 4 (b) maddesi uyarınca, üreticinin, cezai şart bedelini ödeyerek başka alıcılar ile satış yapabilme imkanına sahip olduğunu, diğer bir deyişle sözleşmede, ifa yerine cezai şart kararlaştırılmış olmasının da, yetkili satıcıya münhasırlık yerine diğer alıcılara nazaran olsa olsa bir öncelik hakkı verildiğini gösterdiğini, Davacıların, sadece, ürünleri davalı müvekkilinden alıp Irak Devletine bağlı … Şirketine satmaktan ibaret olan ticari faaliyetlerinin, Tek Satıcılık olarak nitelendirilmesinin, yargılamaya konu olaya ve taraflar arasındaki, davaya dayanan sözleşme içeriğine uygun düşmeyen bir değerledirme olduğunu, Müvekkili şirket ile davacı şirket arasındaki sözleşme tek satıcılık sözleşmesi olsa idi; davacı şirketin de faaliyetlerine buna göre hareket etmesi ve bu yükümlülüklerini yerine getirme noktasında çaba sarf etmesi gerektiğini, ilk derece mahkemesinin uyuşmazlık konusu sözleşmenin tek satıcılık sözleşmesi olduğu ve salt üreticinin tek satıcı bölgesinde doğrudan doğruya mal satma hakkını saklı tutmaması halinde tek satış bölgesinde satış yapamayacağı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu, İlk Derece Mahkemesinin müvekkili şirketin sözleşmeyi ihlal ettiği kabulünün de hatalı olduğunu, İlk Derece Mahkemesinin; “Davalının üretici sıfatıyla, tek satıcının Irak’daki faaliyetlerini desteklememesi, gerekli belgeleri göndermemesi sözleşme yükümlülüğünün ihlali anlamına gelmektedir. Dosyaya yansıtılan davalıya gönderilmiş 08/05/2013, 04/06/2013 , 12/11/2013 ve 22/04/2014 tarihli mektuplar içeriğinde davacının Irak’da farklı ihalelere girebilmek için davalıdan fiyat ve yetki belgesi gönderilmesini talep etmesine rağmen, davalının bu taleplere cevap vermediği anlaşılmaktadır.” kabulünün de hatalı olduğunu, davacı şirket ile en son 2009 yılında ticaret yapılmış olmasına rağmen, davacı şirketin 2013 yılına kadar müvekkili şirket ile hiç irtibata geçmemiş olması, 2013 yılında peş peşe yazı gönderilmiş olmasının da manidar olduğunu, bu süre içerisinde de davaya konu sözleşmenin hiç uygulanmadığı ve uygulanması için davacı tarafça hiç çaba harcanmadığının da açıkça ortada olduğunu, müvekkili şirket tarafından 20.05.2014 tarihinde davacı … A.Ş.’ye yazı yazılarak, birlikte çalışmaya devam edebilmek için gereken hassasiyetin gösterildiği, iş alınması durumunda birlikte çalışılacağı, kendilerinden üretim hususunda bir talepte bulunulmadığı için farklı ülkeler ile çalışmak zorunda kalındığı hususlarının açık ve net bir şekilde belirtildiğini, buna rağmen davacı şirketçe hiçbir şekilde Irak Ülkesi’nden ihale alınmadığını ve üretim yapılmasının müvekkili şirketten talep edilmediğini, bu şartlarda huzurdaki davanın yasal temeli bulunmadığını, davacı şirketin Irak pazarından iş almadığını, müvekkili şirketin ürettiği malların satışı için çaba harcamadığını ve müvekkile şirketten talepte bulunmadığını, davacı şirketin müvekkili şirketten evrak veya sair belge talebinde bulunmadığını, Davacı yan tarafından iddia edilen Irak’a ihalelere girmek için gerekli belgelerin müvekkil şirketten istenmesine rağmen cevap mahiyetinde dahi geri dönüşlerin olmadığı hususunun gerçeği yansıtmadığını, müvekkili şirketten istenilen her türlü belgenin yetkililerine istenildiğinde verildiğini, davacı … A.Ş.’nin Irak Devleti sınırlarında ülke iç karışıklıklardan dolayı iş alamadıkları yönündeki iddialarının da gerçeği yansıtmadığını, 2010-2011-2012 yıllarında söz konusu ülkede aynı makamın aynı tanımlı ürünleri çokça ihale yolu ile aldığını, bu durumun yapılacak araştırma ile de kolaylıkla tespit edilebileceğini, Davacı … A.Ş. tarafından yetkili satıcı sözleşmesi gereğince üretilecek ürünler hususunda bilgi verilmesi ve talepte bulunulması, ihale alınması gerektiği halde bu yükümlülüklerin yerine getirilmediğini ve bundan dolayı taraflar arasında gereken işbirliğinin gerçekleşmemiş olduğunu, davacı … A.Ş. tarafından ihalelerin alınması, mal sipariş edilmesi ve benzeri satışa yönelik faaliyetlerin gerçekleştirilmesi gerektiği halde bunların yapılmadığının açık ve net bir şekilde ortada olduğunu, Mahkeme tarafından, tek satıcılık sözleşmesi olup olmadığı açısından Prof. Dr. …’nın hukuki mütalaasının benimsendiğini, bu açıdan tek satıcılık sözleşmesinin süreklilik, belirli bir bölgede tek satış hakkı ve kendi adına ve hesabına hareket etme unsurlarının dava konusu sözleşmede bulunduğunun ifade edildiğini, kendileri tarafından mahkemeye sunulan hukuki mütalaa da, dava konusu olayda ticari satışlarda süreklilik bulunmadığı hususu bir yana, tek satıcılık sözleşmesinin sadece bu unsurlardan ibaret olmadığı; sürümü arttırma, tanıtım, asgari alım yükümlülüğü, stok bulundurma, müşteri potansiyelinin artırılması ve sürekli yeni müşteriler kazandırılması gibi unsurları da taşıması gerektiğine, bu unsurların hiçbirisinin mevcut sözleşmede ve bu sözleşmeye dayalı ticari ilişki süresince bulunmadığına yer verilmiş olmasına ve bu açıdan hükme esas alınan Prof. Dr. …’nın hukuki mütalaasının diğer sayılan bu önemli unsurları hiç incelememesine ve bunlardan bahsetmemesine karşın benimsenmesi ve benimsenme gerekçesinin istinafa konusu iş bu kararda açıklanmamasının mahkeme ilamında somut uyuşmazlığa ve hukuka uygun olmamakla yerinde de olmadığını, Mahkemece her iki mütala arasında çelişkiler bulunuyor olması, aldırılan Bilirkişi Raporunda da davaya konu sözleşmenin Tek Satıcılık sözleşmesi olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen; mahkemenin yeniden bir bilirkişi incelemesi yaptırmaması, mevcut mütalalar arasındaki çelişkiyi gidermeye çalışmamasının hukuken hatalı olduğunu, mahkeme kararının gerekçesinde, kendileri tarafından sunulan uzman görüşü ve bilirkişi raporlarına itibar edilmemesinin gerekçelerine yer verilmediğini, Tek satıcının asgari alım yükümlülüğü açısından önemli belirtilmesi gereken hususlardan birisinin de, Sözleşmenin 3. maddesinin (a) bendinde, kotayı karşılama yükümlüğünün, Yetkili Satıcı yerine Üretici üzerine yüklenmiş olduğunu, tek satıcı üzerinde olması gereken “asgari alım” yükümlülüğünün, olağanın aksine Üretici üzerine “asgari satış” yükümlülüğü şeklinde yüklenmiş olmasının da, ortada Tek Satıcılık sözleşmesi bulunmadığını gösteren bir başka olgu olduğunu, davacı tarafa Tek Satıcılık Sözleşmesinin ana yükümlülüklerinden olan asgari miktarda alım yükümlülüğünün yüklenmemesi ve sadece üretici müvekkili şirkete asgari üretim yükümlülüğü getirilmiş olmasının da, ortada bir tek satıcılık sözleşmesi bulunmadığını, sözleşme düzenlenirken de tarafların iradesinin bu yönde olmadığını açıkça ortaya koyduğunu, Somut Uyuşmazlıkta Cezai Şarta Hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, taraflar arasındaki sözleşmenin ara satıcılık/ satış sözleşmesi niteliğine haiz olduğunu, dosyaya ibraz etmiş oldukları hukuki mütalaada da belirtildiği üzere, sözleşmede kararlaştırılan cezai şart hükmünün lafzı ve sözleşme bütünü incelendiğinde; davaya konu cezai şartın ifa ile birlikte istenebilen bir cezai şart olmayıp ifa yerine istenebilecek bir cezai şart türü olduğunu, Türk Borçlar Kanunu 179. Maddesi uyarınca ortada ifa ile birlikte cezai şarttan bahsedilmek için, sözleşmeden bu hususun anlaşılabiliyor olması gerektiğini, sözleşmede ifa ile birlikte cezai şart bedelinin istenebileceğinin belirtilmediğini ve bu hususta açık bir düzenleme olmaması sebebi ile yoksun kalınan kar ile birlikte cezai şart talep edilmesinin mümkün olmadığını, Davacı tarafın sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, sözleşmenin sadece 4 aylık bir süre için uygulandığını ve sözleşmenin ifası için hiçbir çaba harcamadığını, bu sebeple davacı tarafın cezai şart talebinde bulunmasının da hukuken mümkün olmadığını, Mahkeme tarafından, yetkili satıcılık sözleşmesi bulunduğunu göstermesi açısından sözleşmenin 1. maddesine atıfta bulunulduğunu, söz konusu madde dahil, sözleşmenin hiçbir yerinde münhasırlığa işaret eden “tek satıcı” şeklinde bir ibare geçmediğini, “Yetkili Satıcılık” ifadesinin ise tek satıcılıktan farklı olduğunu, içerisinde münhasırlık barındırmadığını, tek satıcılık için belirli bir bölgede “münhasırlık” verilmesi gerektiğini, bunun için, sözleşmede tarafa “münhasırlık” verildiğinin açıkça düzenlenmiş olması gerektiğini, burada tereddüt uyandırabilecek hususlardan birisinin, sözleşmede bölge tanımına yer verilmemiş olması olduğunu; ne var ki, ticari ilişki süresince sadece tek bir alıcının bulunduğu göz önüne alındığında, ortada satış yapılan bir bölge olmadığı, bunun yerine satış yapılan tek bir müşteri olduğu, yasal mevzuat uyarınca Irak sanayi Bakanlığına bağlı … Şirketi dışında başka müşterilerin olamayacağı gerçeğinin ortaya çıktığını, dosyaya sundukları hukuki mütalaada yer verildiği üzere, burada da sözleşmede tarafların yapmış olduğu nitelendirmelerden bağımsız olarak tarafların iradelerine bakılması gerektiğini, (TBK m. 19). iş bu sebeplerle cezai şart talebinin esastan reddi gerektiğini, Aksi kanaatte olunması halinde hükmolunan cezai şart miktarının dosya kapsamına ve hukuka uygun olmadığını, Sözleşmede “aynı şekilde üretici, Irak pazarına başka bir aracıyla girerse, satışı gerçekleşen mal bedelinin %5’i tutarındaki kısmını cezai müeyyide alarak defaten ve nakden temsilci … A.Ş.’ye ödemek zorundadır” hükmü yer almakla sözleşmenin konusunu müvekkili üretici tarafından üretilen, ithal edilen ve/veya ticareti yapılan Ek1 de belirtilen on(10) kalem ürün oluşturmakla cezai şart bedeli olarak talep edilebilecek tutarlar belirlenirken dosyada mübrez bilirkişi raporlarında hesaplamaya esas alınan faturalarda sözleşmeye konu Ek1 ‘de yer almayan ürünler dışlanmayarak hesaplama yapılmış olmakla bu şekilde yapılan hesaplamalar sonucu davacının cezai şart talebinin haklı olduğunu kabul anlamına gelmemekle sözleşmeye aykırı olarak fazla hesaplama yapılarak müvekkili şirketten sözleşme konusu olmayan malların bedellerine ilişkin de cezai şart hesap edilerek ve tahsiline karar verilerek, müvekkilinin sebepsiz fakirleşmesine davacı yanın ise sebepsiz zenginleşmesine sebebiyet verilecek şekilde hüküm tesis edilmesinin dosya kapsamı ve hukuka aykırı olduğunu, Kabul anlamına gelmemek ve cezai şart talebinin tümden reddedilmesi gerektiği yönündeki beyanlarını tekrar ederek, İlk Derece Mahkemesinin kararına dayanak yaptığı bilirkişi raporunda taraflar arasındaki sözleşmeye konu olmayan satışların da ( sözleşme Ek 1 de yer almayan ürünler) cezai şart hesaplamasına dahil edildiği ve bu suretle hatalı hesaplama yapıldığının tespit edilmiş olup, ayrıntılı tablolarla yukarıda izah edildiğini, Sözleşmenin eylemli fesih ile sona erdiği dönem sonrasındaki taraf sıfatı bulunmayan … döneminde yapılan satışlarla ilgili cezai şarta hükmolunmasının hukuken mümkün olmadığını, Davacı yanın denkleştirme tazminatı talebinin esastan reddi gerektiğini, kendileri tarafından dosyaya sunulan 20.05.2019 tarihli hukuki mütalaada belirtildiği üzere, TTK m. 122 uyarınca denkleştirme tazminatına hak kazanılabilmesi için müşteri çevresinin geliştirilmesi ve bu çevreden sözleşme dönemi sonrasında yararlanılmasının şart olduğunu, İlk Derece Mahkemesi tarafından denkleştirme isteminin şartlarından olan bu unsurun yeterince irdelenmediğini, mahkemenin kararında geçen “davalının Irak pazarına davacı sayesinde girdiği, onun sayesinde söz konusu pazarı tanıdığı, mallarının bu pazarda davacı tarafından tanıtıldığı ve davalı …’ın bu pazarı kullanarak doğrudan doğruya mal satmaya devam ettiği” şeklindeki ifadesinin, Irak Devletinin tek alıcı olduğu ve özellikle de ihale yoluyla mal aldığı gerçeği karşısında hükümsüz kaldığını, uyuşmazlık konusu olayda, Irak Devleti dışında başka bir alıcı bulunmadığını, dolayısıyla pazarda malların tanıtılması ve pazara girilmesi gibi bir olgu bulunmadığını, bugün koşulları sağlayan birçok şirketin, birçok yabancı devlet kurumlarının açtığı ihalelere girebildiğini, nitekim, davacıların da açıkça Irak’taki yasal mevzuat uyarınca Devlet kurumları dışında başka bir alıcının bulunmadığını ikrar ettiklerini, bu durumda mahkemenin yanılgıya düştüğü üzere bir pazardan değil sadece tek bir alıcıdan bahsetmenin mümkün olduğunu, TTK 122’in madde gerekçesine bakıldığında, denkleştirme tazminatına hak kazanabilmek için “yeni müşteri kazandırma” kavramından bahsedildiğini, ortada Irak Devleti’nden ibaret tek bir alıcı olduğundan ve ihale yolu ile alım yapıldığından, “yeni müşteri” çevresi geliştirilmesinin söz konusu olmadığını, kaldı ki müşteri çevresinin devredilmesi halinde devredilen bu müşteri çevresinden yararlanma koşullarının tam olarak ortadan kalkması gerektiğini, oysa olayda davacı şirketin çalışmaya devam ettiğini ve belli bir müşteri çevresi devretmediklerini, bu hususu dava dosyasındaki beyanları ile davacı tarafın da açıkça kabul ettiğini, devletin ihaleler yoluyla yapmış olduğu alımları, bu kavram içerisinde değerlendirmenin mümkün olmadığını, sözleşmenin feshinden sonraki dönemde yapılacak olan ihaleleri kazanma garantisi olmadığı gibi bu ihalelere davacı da dahil gerekli koşulları sağlayacak üçüncü kişilerin katılmasının mümkün olduğunu, dolayısıyla mutlak bir kazanımdan bahsetmenin ya da bu şekilde varsaymanın olanaklı olmadığını, Derdest uyuşmazlığa benzer başka bir davada hükmolunan denkleştirme (portföy) tazminatı ile ilgili olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2013/5505E., 2014/15301K., 09.10.2014 tarihli kararında; “Dava konusu somut olayda, davacılardan oluşan acenta aracı acenta olup, davalılar ile müşteriler arasındaki sözleşmelere aracılık etmeleri nedeniyle hak ettikleri tüm komisyon ücretlerini aldıkları, ayrıca aracılık faaliyetini yaptıkları müşterilerin Cezayir’deki kamu kurumu niteliğindeki şirketler olduğu, aracılık edilen sözleşmelerin ise bu kamu kurulularınca açılan ihaleler sonucunda kurulduğu, dolayısıyla davalı şirketler lehine bir müşteri çevresi genişletilmesinin söz konusu olmadığı, davacıların sözleşmenin sona ermesi nedeniyle ileriye dönük olarak mahrum kaldıkları bir komisyon ücretinden de söz edilemeyeceği nazara alınarak, portföy tazminatına yönelik talebin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle kabulü yönünde hüküm kurulması doğru görülmemiştir”. şeklinde açıklanarak, portföy tazminatı isteminin reddine karar verilmesi gerektiğinin belirtildiğini, Hükmedilen denkleştirme tazminatı miktarının da hatalı olduğunu, Dosyada mübrez kök bilirkişi raporuna göre davacı şirketlerden … A.Ş.’nin, davalı şirketten 2009 yılında Mart. Nisan. Mayıs ve Haziran aylarında mal satın almış bulunduğu, diğer davacı şirket … Ltd. Şti’nin ise 2010 yılında sadece Kasım ayında. 2011 yılında ise Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında mal satın almış olduğunun görüldüğünü, hesaplanan denkleştirme tazminatı açısından husumet yönünden davası reddedilen … tarafından yapılan satışların da tazminat hesaplamasına dahil edildiğini, kabul anlamına gelmemek ile birlikte bir an için, denkleştirme tazminatına hükmolunabileceği varsayılsa bile, açıklandığı üzere davacı … ile aralarında sadece dört (4) aylık bir çalışma süreci olup, sadece bu 4 aylık süreç içerisindeki ticari ilişkinin hesaplamaya dayanak yapılması gerekebileceğini, … tarafından yapılan satışların hesaplamaya dahil edilmemesi gerektiğini, hükme esas alınan bilirkişi raporunda 2010 yılından itibaren … tarafından yapılan satışların da hatalı olarak brüt faaliyet karına dahil edildiğini, gerekçeli kararın 7. sayfasında, “34 aylık sürede davacı şirketlerce elde edilen brüt faaliyet karı” şeklinde bir ifade geçtiğini, bu ifadenin, …’ın davada aktif taraf sıfatının bulunmadığı tespiti ile çelişki içerisinde olduğunu, Yargıtay 9. HD nin 2.4.2007 tarih ve 23818/8905 sayılı- Yargıtay 3. HD’nin 27.10.2008 tarih ve E. 2008/17610, K. 2008/17930 sayılı- Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70 sayılı kararında, zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesinin mümkün olduğu hususunun benimsendiğini, İlk Derece Mahkemesinin davacı yanın haksız rekabet kaynaklı tazminat talebinin reddi kararı, dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olmakla, zamanaşımı def’inin ıslah ile ileri sürülemeyeceği kabulü ile haksız rekabete dayalı tazminat talebi yönünden zamanaşımı def’inin incelenmemesinin hukuka aykırı olduğunu, İlk derece mahkemesince münhasır delil sözleşmesi hükümlerinin uygulanmaması ile davacı yanın dava ve cevaba cevap dilekçesinde dayanmadığı delillerin toplanması suretiyle hüküm kurulmasının usule ve hukuka aykırı olduğunu, sözleşmenin 5/b-2 maddesinde davalı üretici …’a ait ticari defter ve kayıtların münhasır delil olacağına dair hükme rağmen, davacı yanın itirazları ve dosya kapsamına göre HMK 193 (2) maddesi uyarınca davacı yan delilleri toplanmak ve her iki yanın ticari defter ve belgeleri incelettirilmek suretiyle rapor düzenlenilmesinin istenildiğini ve düzenlenen bu raporların esas alınarak hüküm tesis edildiğini, taraflar arasındaki münhasır delil sözleşmesine aykırı olacak şekilde deliller toplandığını, davacı yanca ileri sürülen delillerin toplanmasının münhasır delil sözleşmesi uyarınca hukuka aykırı olduğu gibi aksini kabul etmemekle HMK 140/5 maddesine aykırı olarak davacının dava ve cevaba cevap dilekçesinde dayanmadığı, yargılama aşamasında ileri sürülen delillerinin toplanmasının da hukuka aykırı olduğunu, Davacı … A.Ş. yönünden davanın reddine karar verilmiş olması karşısında müvekkili şirket lehine ayrıca vekalet ücretine hükmedilmesi gerekir iken tek bir vekalet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğu gibi hesaplanan vekalet ücretinin de eksik olduğunu, müvekkil şirket lehine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, Ayrıca, davacı … A.Ş. yönünden aktif husumet yokluğundan reddine karar verilmesi, diğer davacı … A.Ş. yönünden ise davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmesi karşısında, davacı yanca ikame olunan harcın tamamının ve tüm bakiye harcın müvekkili şirketten tahsiline karar verilmesi, bilirkişi ücreti ve davetiye gideri toplamı olan 4.921,00 TL yargılama giderinin red ve kabul oranına göre 1.207,50-TL’sinin davalıdan tahsili ile davacı … A.Ş’ne verilmesi, bakiye yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılması kararı ile çelişmekle, yargılama harçları yönünden kararının hukuka aykırı olduğunu, kabul ve ret oranını dolayısıyla müvekkilinden alınmasına hükmolunan yargılama gideri bedelinin hatalı hesaplandığını, yine ret oranına göre müvekkili tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacılardan tahsiline karar verilmemesinin eksik ve hatalı olduğunu belirterek, İlk Derece Mahkemesinin davacı … A.Ş.’nin davasının kısmen kabulüne ilişkin kararının kaldırılarak, davanın esastan reddine/gerekli kararın verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DAVACI VEKİLİNİN İSTİNAFA CEVAP VE EK BEYAN DİLEKÇESİNDE ÖZETLE; İlk derece mahkemesine muhtelif dilekçeler sunarak, davalının ıslah talebinin nazara alınamayacağını belirttiklerini, mahkemenin dört adet itiraz dilekçesini yok farzettiğini ve bu hususta karar celsesinde itirazlarının reddine karar verildiğini, yargılamanın devam ettiği altı yıl boyunca hiçbir ıslah talebinde bulunmayan davalının, altı yıl sonra talepte bulunmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşamayacağını, bir faraziye olarak ıslah talebi kabul edilebilir olsa dahi, davalının yedi bin beş yüz lira olarak ıslah masrafı için yatırdığı meblağın, müvekkilinin muhtemel zararını karşılamaya yeterli bir meblağ olmadığını, yatırılmayan teminat nedeniyle ıslahın uygulama alanına girmesinin mümkün olamayacağını, ayrıca kendilerinin davalının savunmasını değiştirmeye başladığı anda, savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesine muvafakat etmediklerini açıkladıklarını, mahkemenin ıslaha ilişkin itirazlarının ret kararının da bozulması gerektiğini belirterek, ilk derece mahkemesi kararının talepleri doğrultusunda bozularak gerekli doğru kararın ittihazına karar verilmesini talep etmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: HMK’nın 355. maddesine göre istinaf incelemesi; istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırılık görüldüğü takdirde ise resen gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Dava, davacı … ile davalı arasında yapılan 23.02.2009 tarihli “Yetkili Satıcı Sözleşmesi” başlıklı sözleşmeden kaynaklanan, sözleşmeye aykırılık nedeniyle uğranılan zararın tazmini, denkleştirme tazminatı ve haksız rekabet nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davacı … yönünden davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine, davacı … yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı davacılar vekili ve davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Davacı vekili 29/01/2015 tarihli dilekçesinde; birinci taleplerinin TBK 112 ve 113/2 maddeleri kapsamında her satıştan beklenen kar nispetinde zararın tazmini ve yapılan masrafların tazmini; ikinci taleplerinin TBK 54 vd maddeleri uyarınca davalının elde ettiği ya da etmesi muhtemel kazançların tazmini; üçüncü taleplerinin TTK’nın 122/(b) maddesi uyarınca denkleştirme tazminatı; dördüncü taleplerinin de sözleşmede düzenlenen ifaya eklenen, satılan malın %5’i cezai şartın tahsili istemine ilişkin olduğunu beyan etmiştir. Davacı …ile davalı şirket arasında imzalanan 23.02.2009 tarihli “Yetkili Satıcı Sözleşmesi hükümleri; ” 1- KONU: a) Bu sözleşmenin konusu Üretici tarafından üretilen, ithal edilen ve/veya ticareti yapılan Ek-1 de belirtilen ürünlerin Irak Devletinde 5 yıl süre ile yetkili olarak, gerçek ve tüzel kişilere Yetkili Satıcı … A.Ş, aracılığı ile satılmasıdır.
2- YETKİLİ SATICILIK BÖLGESİ VE SÜRESİ a) Yetkili Satıcılık Bölgesi Sınırları Irak Devleti’dir. b) Yetkili Satıcılık Süresi, Sözleşme tarihindea itibaren 5 (beş) yıldır.
3- GENEL HÜKÜMLER: a) Üretici, Yetkili Satıcının yıllık satış hedefi ve kotasına ilişkin takribi aylık ürünlerini kendi üretim ve ithalat olanakları dahilinde karşılamak için çaba gösterecektir. Ancak savaş, iç karışıklık, yolların kapanması, lokavt, grev, işçi direnişi, ithalatta meydana gelebilecek güçlükler, ithalat yapılan merkezlerdeki teknik arızalar gibi nedenlerle üretimde meydana gelebilecek aksama ve durmalardan dolayı, Üretici kota miktarlarına ilişkin yükümlülüklerini yerine getiremezse, Yetkili Satıcı Üretici’ye karşı herhangi bir zarar, ziyan, tazminat ve kota primi talebinde bulunmamayı kabul ve taahhüt eder. b) Üretici talep edilen ürünleri tüm yükümlülükleri kendisine ait olmak üzere, tekniğine uygun olarak hazırlayıp, ambalajlı olarak, kamyon üstü Yetkili Satıcıya teslim edecektir. c) Yetkili Satıcı bu sözleşmeden kaynaklanan borcunu 3. Kişilere devir ve temlik edemez. Borçlar Kanunu 162 ve 163. maddeleri uyarınca yapılacak temlikler Üretici’yi bağlamaz.
4- SORUMLULUKLAR: a) Yetkili Satıcı, bu kontrat imzalandığı tarihten itibaren 5 yıl süre ile Irak pazarında YALNIZCA ÜRETİCİNİN ürününü satabilir. Her ne ad altında olursa olsun, başka bir firmaya ait aynı malı Irak pazarında satarsa, malın toplam satış değerinin USD bazında % 5 tutarındaki kısmını cezai müeyyide alarak üreticiye defaten ve nakden ödemek zorundadır. b) Aynı şekilde ÜRETİCİ, Irak pazarına başka bir aracıyla girerse, satışı gerçekleşen mal bedelinin % 5 tutarındaki kısmını cezai müeyyide alarak defaten ve nakden temsilci … A.Ş.’ye ödemek zorundadır. ” şeklindedir. Davacı … Ltd.şti., davaya dayanak 23.02.2009 tarihli “Yetkili Satıcı Sözleşmesi”nin tarafı olmadığından, mahkemece adı geçen davalı yönünden davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun olup, davacı vekilinin aksi yöndeki istinaf sebepleri yerinde değildir. Davalı vekilince süresinde ibraz edilen cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunulmamış, ancak 27.02.2019 tarihinde ibraz edilen cevap dilekçesinin ıslahına ilişkin dilekçede, haksız rekabete ilişkin davalarda zamanaşımının fiilin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl olmakla davacı yanın haksız rekabet tazminatına ilişkin taleplerine karşı zamanaşımı def’inde bulunduklarını belirterek, dilekçedeki sair beyanlara istinaden davanın husumet yokluğundan ve zamanaşımından usulden reddine, haksız ve mesnetsiz davasının esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece gerekçeli kararda, HMK 176 ve devamı maddeleri uyarınca, yargılama devam ederken davalı yan tarafından “Cevap dilekçesinin tamamen ıslahı” kabul edilmiş ve davacı yanın zararlarına karşılık teminat alınmış ise de, başlangıçta cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen zamanaşımı def’i v, ıslah ile ileri sürülemeyeceğinden, davalı yanın haksız rekabete dayalı tazminat talebi yönünden zamanaşımı def’inin incelenmediği belirtilmiştir. Davalı vekili istinaf dilekçesinde, mahkemenin davacı yanın haksız rekabet kaynaklı tazminat talebinin reddi kararı, dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olmakla, zamanaşımı def’inin ıslah ile ileri sürülemeyeceği kabulü ile haksız rekabete dayalı tazminat talebi yönünden zamanaşımı def’inin incelenmemesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/9-629 Esas 2011/70 Karar sayılı-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2018/(15)6-984 Esas 2021/1182 Karar sayılı 07/10/2021 tarihli ilamlarından da anlaşılacağı üzere; davalının yasal süresi içerisinde ibraz edilen cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri sürmediği zamanaşımı def’ini, sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinde usule aykırılık bulunmadığı gibi ıslah edilmiş bu yeni savunmaya karşı tarafın (davacının) itiraz etmesinin de sonuca etkisi olmadığı gözetilerek, mahkemece davalının zamanaşımı def’inin değerlendirilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile değerlendirilmemesi usul ve yasaya uygun değil ise de; Haksız rekabete ilişkin açılan davalarda zamanaşımı süresi TTK’nın 60(1) maddesinde düzenlenmiş olup, bu hükme göre, hakkın doğumunun öğrenildiği günden itibaren 1 yıl ve her halde bunların doğumundan itibaren 3 yıldır. Davacı, haksız rekabete yönelik, davalının 2012 – 2014 yılları arasında kendisi ya da başkaları aracılığıyla Irak pazarında gerçekleştirdiği satış iddiasına dayalı olarak talepte bulunmuştur. Davalı taraf haksız rekabete ilişkin zamanaşımı def’ini soyut olarak ileri sürmüştür. Davalının, bizzat ya da başka bir aracı ile Irak’a mal sattığının davacı … firması tarafından dava tarihinden önce bilindiği ya da bilinmesi gerektiği kabulü sonucunu doğuracak somut olay – somut tarih bildirilmediği gibi, davadan önce 2013 yılında davalıya gönderilen yazılarda da bu hususa değinilmediği gözetildiğinde, davanın TTK 60(1) maddesinde öngörülen zamanaşımı süresi içerisinde açıldığı, bu durumda, verilen kararın mahiyetine göre zamanaşımı def’inin değerlendirilmemesinin davalı aleyhine sonuç doğurmadığı anlaşıldığından bu husus kararın kaldırılma sebebi yapılmamıştır. Bilirkişi kurulunun 29/07/2016 tarihli kök raporundan anlaşılacağı üzere; davalı ile davacı … A.Ş arasındaki ticari ilişkinin 2009 yılında sürdürüldüğü, 2010 ve takip eden yıllarda ise diğer davacı … A.Ş. arasında devam ettiği, 2012 yılından itibaren Irak pazarına davalı şirket tarafından doğrudan satış yapıldığı anlaşılmaktadır. Bilirkişi kurulunun 29/07/2016 tarihli kök raporunda; taraflar arasında yapılan sözleşmede “YETKİLİ SATICI SÖZLEŞMESİ” olarak adlandırılmışsa da sözleşmenin içeriği ve tarafların birbirlerine mal satımı, gütmüş oldukları asıl amaç bir bütün olarak değerlendirildiğinde, taraflar arasında yapılan bu tip sözleşmelerin ağırlıklı olarak TTK ve TBK’ya göre ” mal satım sözleşmesi” olarak adlandırıldığı, olaydaki mal satım sözleşmesi ile, davalının ürettiği malların davacı tarafından alınıp Irak pazarında satımının söz konusu olduğu, bu sözleşme ile davalının belirlenen bir fiyat ile davacıya kamyon üstü vs vasıtasıyla mal satımı yaptığı, davacının ise bu malları Irak pazarındaki müşterisine yine kendisinin sattığını, tarafların bu tiari satışlardan elde ettiği ticari karların da ayrı yarı kendilerine ait olduğu, yine bu sözleşmeyle tarafların sadece Irak Pazarı ile sınırlı olarak bir ” başka aracı ” girmemesini amaçlamak için sözleşmeye 4-a,b ile karşılıklı olarak ceza-i şart yükümlülükleri getirildiğinin tespit edildiği, dosyadaki tarafların aralarında yapılan sözleşmede Irak pazarında davacının gireceği ihaleler ve malların satışı yönünden bir sorumluluk ve yükümlülüğün bulunmadığı, sözleşmenin cezai şarta ilişkin 4/a-b maddesinin ise karşılıklı olarak “davacının Irak pazarına başka bir firmanın malını satarsa” ve davalının da “ürettiği mallarını…Irak pazarına başka bir aracı vasıtasıyla girdiği takdirde…” açık hüküm bulunduğundan ve davalının Irak pazarına kendisinin direkt ihale alması nedeniyle cezai şart doğmayacağı, taraflar arasındaki sözleşmeye acentelik hükümleri uygulanamayacağından davacının denkleştirme tazminatına hak kazanamayacağı, sözleşmede kar mahrumiyetine ilişkin bir hüküm bulunmamakla beraber, olayda kar mahrumiyetine dair bir durumun söz konusu olmadığı ve talep edilemeyeceği, TTK 55 anlamında haksız rekabet teşkil edecek eylem ve davranışlar tespit edilemediği belirtilmiştir. Tek satıcılık sözleşmesi, borçlar hukukunda düzenlenen, isimsiz sözleşme türleri arasında yer alan, özellikle ticari hayatta ve bu nedenle de rekabet hukukunda sıkça karşılaşılan sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile yapımcı, ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir coğrafi bölgede inhisari olarak satmak üzere sadece tek satıcıya gönderme yükümlülüğünü, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve kendi hesabına satarak bu malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunmak yükümlülüğünü üstlenir (Arslan, A.S.: Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XII, Y. 2008, sayı 1-2, s. 3). Tek satıcının yükümlülüklerini başka bir şekilde açıklamak gerekirse, tek satıcılık sözleşmelerinde tek satıcının asgari alım, sürümü arttırmak için faaliyette bulunma, bilgi verme, müşteri hizmetlerini yerine getirme, yapımcının menfaatlerini koruma, sır saklama, rekabet yasağı gibi yükümlülükleri bulunmaktadır (Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.1, Ankara 1985, s.27-28, 42vd., İşgüzar, H.:Tek Satıcılık Sözleşmesi, Ankara1989, s.14, 61-69 vd.)…. Tek satıcılık sözleşmesinde karakteristik edim ise tek satıcının edimi olduğu doktrinde ve içtihatlarda neredeyse birlik hâlinde kabul edilmektedir (Demir Gökyayla, C.: Milletlerarası Özel Hukukta Tek Satıcılık Sözleşmeleri, Ankara 2005, s.368 vd.).(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/11-143 Esas 2019/1055 Karar) Somut uyuşmazlıkta; davacı … A.Ş. ile davalı arasındaki sözleşme ve dosya kapsamına göre, taraflar arasındaki ticari ilişkinin, davacı satıcının Irak Savunma Bakanlığı’ndan alacağı ihaleler kapsamında ihtiyacı olan malı davalı üreticiye ürettirip ondan satın alarak alıcıya satması şeklinde olduğu, sözleşmenin 4-b maddesinde, üretici davalının, Irak pazarına başka bir aracıyla girmesi halinde, satışı gerçekleşen mal bedelinin %5 tutarında cezai müeyyide olarak defaten ve nakden temsilci (davacı) … A.Ş’ne ödemek zorunda olduğu belirtilmiş olup, bu hükümde sadece davalı üreticinin Irak pazarına başka bir aracıyla girmesi halinde mal bedelinin bir kısmını cezai şart olarak ödemesi yönünde düzenleme bulunmakta olup, davalının kendisinin aynı bölgede satış yapmasının sözleşme ile engellenmediği veya bir yaptırıma da bağlanmadığı, dolayısıyla tek satıcılık sözleşmesinin münhasırlık unsurunun bulunmadığı, kök bilirkişi raporundan anlaşılacağı üzere, taraflar arasındaki sözleşme süresince oluşan satış hacminin, fiili ve hukuki yönden bir süreklilik oluşturmadığı, alınacak ihaleler kapsamında iş yapıldığı dikkate alındığında, bölge içinde düzenli sürüm ve pazarlama faaliyetinde bulunulamadığı, sözleşmede satıcıya ilişkin pazarlama, satış ve sürümü arttırma faaliyetinde bulunma hususlarında hüküm olmadığı, tam aksine, üreticinin yetkili satıcının yıllık satış hedefi ve kotasına ilişkin takribi aylık ürünlerini kendi üretim ve ithalat olanakları dahilinde karşılamak için çaba göstereceğinin düzenlendiği, taraflar arasındaki fiili ilişkide, asgari miktarda ürün satın alma, reklam ve tanıtım yapma, stok yapma gibi tek satıcılık sözleşmesinin ayırt edici özelliklerinin mevcut olmadığı, dolayısıyla taraflar arasındaki sözleşme ve fiili uygulama şekli tek satıcılık sözleşmesini diğer sözleşmelerden ayıran ayırt edici özellikleri taşımadığından, uyuşmazlığa dayanak sözleşmenin “tek satıcılık sözleşmesi” olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davacı vekilinin 29/01/2015 tarihli açıklama ve ıslah dilekçesindeki beyanlarına göre, kar kaybı ve haksız rekabet talepleri, davalının yurt dışına kendisinin yaptığı satışlara ilişkindir. Maddi olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelemeyi yapmak ise mahkemeye aittir. Bu kapsamda tek dava değeri bildirip, tek harç yatırılmıştır. Davacının kar kaybı talebine ilişkin mahkeme gerekçesi yerinde olmakla birlikte, aksi durumda da davalının doğrudan satış yetkisi sözleşme ile sınırlanmadığından davacının kar kaybı talebi yerinde değildir. Dolayısıyla, davacı … A.Ş. tarafından tek satıcılık sözleşmesine aykırılık temeline dayalı olarak ileri sürülen tüm taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kısmen kabul kararı verilmesi usul ve yasaya uygun değildir. Açıklanan nedenlerle, davacıların istinaf başvurularının 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince esastan reddine; davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile, mahkemece deliller toplanılmış olup, yeniden yargılama yapılmasını gerektirir bir husus bulunmadığından HMK’nın 353/1-b.2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, Dairemizce esas hakkında yeniden hüküm kurulmasına karar verilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacıların istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE, 2- Davalının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 10/10/2019 tarih ve 2014/1272 Esas – 2019/781 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-b2 maddesi gereğince KALDIRILMASINA ve dairemizce yeniden esas hakkında hüküm kurularak; A) Davacı … yönünden davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE, B) Davacı …’nin tüm taleplerinin ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE,
İLK DERECE MAHKEMESİ YÖNÜNDEN: 3-Alınması gereken 80,70 TL maktu karar ve ilam harcının, peşin alınan 717,30-TL harç ile 190.123,81-TL ıslah harcının toplamı 190.841,11-TL harçtan mahsubu ile bakiye 190.760,41 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacılara iadesine, 4-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden, – dava dilekçesinde bildirilen değer ile ıslah edilen değer toplamı 2.000.000.USD’nin dava tarihindeki Türk Lirası karşılığı üzerinden – dairemiz karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanan 130.881,00 TL nispi vekalet ücretinin davacı …’den alınarak davalıya verilmesine, 5- Davalı davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden, dairemiz karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/2 maddesine göre hesap ve takdir olunan 5.100,00.TL vekalet ücretinin davacı … Ltd. Şti.’den alınarak davalıya verilmesine, 6-Davacının yaptığı yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına, 7-Davalı tarafından sarf edilen 44,40 TL ıslah harcının davacılardan alınarak davalıya verilmesine, 8-Davalı tarafından yatırılan 7.500,00 TL teminat bedelinin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya iadesine, 9-Davacı tarafından yatırılan gider avansından artan kısmın HMK. 333.maddesi gereğince karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatırana iadesine,
İSTİNAF YÖNÜNDEN: 10-Davacılar tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harçlarının hazineye gelir kaydına, 11-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı …’den alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcından, peşin olarak yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 36,3 TL harcın davacı …’den tahsili ile hazineye gelir kaydına, 12-Karar tarihi itibariyle Harçlar Kanunu gereğince istinaf eden davacı … Ltd. Şti.’den alınması gereken 80,70 TL istinaf karar harcından, peşin olarak yatırılan 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 36,3 TL harcın davacı … Ltd. Şti.’den tahsili ile hazineye gelir kaydına, 13-Davalı tarafından yatırılan 121,30 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcının hazineye gelir kaydına, 185.455,00 TL istinaf karar harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davalıya iadesine, 14-Davalı tarafından istinaf aşamasında sarf edilen 121,30 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile 52,3 TL posta gideri olmak üzere; toplam 173,6 TL yargılama giderinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine, 15-Davacılar tarafından istinaf aşamasında sarf edilen harç ve giderlerin davacı üzerinde bırakılmasına, 16-Artan gider avansı varsa karar kesinleştiğinde ve talep halinde avansı yatıran tarafa iadesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’ nın 361/1. maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere 23/02/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.